Tam 12 yıldır Ankaradayım.
Ve tam 12 yıldır "ne yapsak, nereye gitsek" diye düşünür dururum.
Gezilecek çok güzel yerler var mutlaka ama 12 yılın sonunda çok fazla seçenek kalmadığını hissediyorum.
Eskiden Kızılay'ı çok severdim. Üniversite yıllarımız kampüste değilsek orada geçti. Kurtuluş'a yürümek hep ayrı bir keyif oldu. Hele ki yurda giriş saatini yakalamaya çalışıyorsak. Adrenalin son hız! Tüm çaba kırmızı imza atmamak için. Şimdi yazınca bile komik geldi. Ama o zamanlar komik gelmiyordu. Kaldığım yurttan 1 senede 4 dersim kaldı diye atılıp Dışkapı'daki yurda gönderilince ne olduğumu şaşırmıştım. "İyi ki de öyle olmuş" diyorum şimdi; yoksa hiç o kadar çok veteriner arkadaşım olmazdı. Tüm odalar da et, eşek kemiği kokmazdı :) Onların ders çalışma saatleri bile bana eğlenceydi. Tüm kemiklerin Latince isimlerini ezberlemeye çalışıyorlardı. Bir gün oda arkadaşımı inek tepmişti...(gülmüyorum, dilimi ısırıyorum) Yani eskiden Ankara daha bir keyifliydi ya da benim bakış açımdan öyleydi.
O zaman da denizi yoktu ama bu kadar çok AVM de yoktu.
Ankara demek hafta sonları AVM yolculuğu demek. Son 5-7 senedir durum bu.
Eleştiriyorum ama biz de gidiyoruz.
Mecburen.
Geçen gün düşündüm: "sahi mecbur muyuz" diye!
Alışverişten kelimenin tam anlamıyla nefret ediyorum. Yani bir şeye ihtiyaç duymak,onu aramak, gezmek, bakınmak, denemek vs. yıpratıyor beni. O yüzden de Elif'in banyo küveti de dahil hemen her şeyini internetten aldık, çok rahatladık.
Kendim için de sahiden sevmiyorum bir şeyler almayı. Beden değişimi, mevsim değişimi derken illa ki bir şeylere ihtiyaç oluyor ve bazı şeyler de denenmeden alınmıyor zira onları kargoya geri götürmek daha yorucu bir hal alıyor. Kadınlar alışverişi sever. Yani galiba çoğu. Benim gibi insanlar olduğunu da sanıyorum. En zorlandığım alışverişlerden biridir ayakkabı. Çok acayip inanılmaz ihtiyacım yoksa hayatta ayağımdaki rahat spor ayakkabıdan ödün vermem. Topuklu giymeyi birkaç defa denedim de sahiden ayağımı burktum. (Güzelce giyinip yürüyebilenlere de sevgilerimi gönderiyorum, misal kardeşim.)
Nereden nereye geldi bak konu :)
Ankara için AVM "olmazsa olmaz" bir hale büründü.
Neyse ki çoğu mağazanın internet alışverişi de var; olmayanları (C&A gibi) esefle kınıyorum.
AVM'de hayatta kalabilmek için bizim taktiğimiz hafta içi 20-22 arası ya da hafta sonu 10-12 arası gitmek. Bu saatlerden önce ya da sonra karabalıkla ikimize afakanlar basıyor, başımız ağrıyor, sahiden nefes alamıyoruz.
Bir de Ahlatlıbel var :)
Yaz akşamlarının serin mekanı :) Bu sene çok fazla tadını çıkaramadık çünkü aşırı rüzgarlıydı ve çok keyif vermedi. Az ilerisindeki Rasathaneyi de şiddetle tavsiye ederim. Kaç yıldır gitmedim ama gittiğimde hep mutlu ayrılmışımdır oradan.
Ve ne yazık ki 10 tane daha açılsa AVM, 10'u da iş yapar.
Ben AVM'leri eleştirmiyorum aslında, tüketici olarak kendimize şöyle bir dönüp bakalım diyorum.
Mağazalardan indirimler, taksitler, etiketler fırlamış bir şekilde gözümüze sokuluyor. İndirim varsa ihtiyacımız yoksa da alıyoruz.
Sahi biz ciddi bir tüketim toplumuyuz.
Hele ki marka düşkünlüğü!
O konuya çok canım sıkılıyor. Lisedeyken "onun Dexter'ı bile yok" diye bir kız bir oğlanın "çıkma teklifi"ni kabul etmemişti! Şimdi durum daha da vahim bence. Özellikle de hangi telefonu, tableti kullandığın, ne giydiğin, nereden giyindiğin, parfümün vs... İşimiz zor.
Ben kendi adıma konuşayım: kıyafete verilen fazla paraya acıyorum. Hep aklıma "o paraya kaç kitap alırım ben" türü cümleler geliyor. Marka vermeyeyim ama sizce de bazı aksesuar, takı, toka, çanta, giysi vb. şeylere çok paralar harcanmıyor mu?
İktisat dersinden aklımda kalan tek şey(o yüzden 2. senede zorla geçtim demek ki) "Kaynaklar kısıtlı ama ihtiyaçlar sınırsız" (Arslan Hocaya da selam olsun.)
Bu yazı da nereden nereye geldi...
Ankara için hafta sonu aktivitesi olarak alışveriş içermeyen ve bebekli gidilebilecek (AVM olmayan) mekan önerilerine de açığım.
Botanik Parkı'nı çok severim; bayağıdır gitmedik. Yazınca aklıma geldi :)
Bir de Ulus'u severim ben. Adana'yı hatırlatır bana. Küçüksaat civarı çarşılar... Babam da küçük esnaftı ondan mı bilmiyorum ama esnaf gerçekten çok farklı alışveriş yaparken. Kendisi de orada olmaktan mutsuz satış danışmanlarından daha keyifli ve istekli.
Kızılaya da yakında gitmedim.
Dost'ta buluşurduk, Leman'da yemek yerdik, İmge'den kitap alırdık.
Güzel günlerdi...
Şimdi de otoparkta yer bulacağız diye yeşil ışıkları takip ediyoruz.
Bence benim yine bir denizi göresim var, Ankara biraz dar gelmiş belli :)
22 Eylül 2014 Pazartesi
21 Eylül 2014 Pazar
Anne(lik) Sohbetleri : Tanla & Can :)
Bu yazıya nasıl başlayacağımı bilemez haldeyim. Annelik sohbetindeki tüm anneler benim için özel ancak kusura bakmazlarsa Tanla'nın yeri bende apayrı.
Tüüüüm hamileliğim boyunca yanımda olan ve sabırla "eyvaaah" dediğim her konuda beni aydınlatan, teee Amerikadan sesimi duyan, on parmağında 15 marifetle günün 24 saatine meydan okuyan bir anne kendisi :)
Ne kadar yazsam, anlatsam az gelir.
Bebek ve ben sitesinde hamilelerin, taze annelerin ve aklına bir şeyler takılan tüm annelerin işine yarayacak harika bilgiler var. Biiir dolu araştırma neticesinde kaleme aldığı konularsa benim favorim. Gerçi ben "hamilelik günlükleri"ni de atlamayayım da kendime haksızlık yapmayayım. Zira orada minicik bir günlüğü olan, Elif'e uzun süre "Bıdış" diyen de benim :)
Bir dakika sahi ben Tanla ve Can'dan bahsedecektim:
Sevgili Tanla,
Tüüüüm hamileliğim boyunca yanımda olan ve sabırla "eyvaaah" dediğim her konuda beni aydınlatan, teee Amerikadan sesimi duyan, on parmağında 15 marifetle günün 24 saatine meydan okuyan bir anne kendisi :)
Ne kadar yazsam, anlatsam az gelir.
Bebek ve ben sitesinde hamilelerin, taze annelerin ve aklına bir şeyler takılan tüm annelerin işine yarayacak harika bilgiler var. Biiir dolu araştırma neticesinde kaleme aldığı konularsa benim favorim. Gerçi ben "hamilelik günlükleri"ni de atlamayayım da kendime haksızlık yapmayayım. Zira orada minicik bir günlüğü olan, Elif'e uzun süre "Bıdış" diyen de benim :)
Bir dakika sahi ben Tanla ve Can'dan bahsedecektim:
Sevgili Tanla,
Fark
ettim ki sana soracak ne çok sorum birikmiş. Bir yerden başlayayım:
Amerika’da anne olmak nasıl
bir duygu? Orada neler farklı, neler aynı?Hangi konularda daha rahatsın?Hangilerinde
zorlanıyorsun?
Annelik şahane, Amerika bahane! diyerek sorunu yanıtlamaya
başlıyorum :)
Amerika’da anne olmak bana şüphesiz geniş bir bakış açısı
kazandırdı. Çevremizde gerçekten 75 milletten insan var. Kültürler, yaşam
tarzları, hayata bakışları öyle farklı ki… Annelik tarzları da elbette öyle.Bu
durum sanırım Türkiye’de bulamayacağım bir güzellik, bir şans…Öteden beri insanları
gözlemlemeyi çok severim.Biri Bizi Gözetliyor kıvamında değil ha… Yanlış
anlaşılmasın. Sosyal ortamlarda ve makul sınırlar çerçevesinde…Türkiye’deki annelik yaklaşımlarını ve buradaki uygulamaları göz önüne
alarak, kendi doğrularımı bulmaya çalışıyorum, çalışıyoruz.
Bu anlamda, sanırım Can’ın yemek
alışkanlıkları konusunda klasik Türk ailesine göre daha rahatım. Bizde öyle
kaşıkla beslemek, zorla yedirmek, yalvarmak gibi yaklaşımlar fazla yok. Tamamen
yok diyerek böbürlenmek istemiyorum. Çünkü yeri geldiğinde biz de bunları
yapıyoruz ama sıklığı çok az diyebilirim. Yemek konusunda Can’a sağlıklı ve
dengeli seçenekleri doğru saatlerde sunmak, ancak yediği miktar konusunda onu
özgür bırakmak yaklaşımını izliyoruz.
Uyuduğu saat konusunda daha kuralcıyız. “Ne yapalım uyumuyor, biz de uykusu gelene kadar bekliyoruz...” yaklaşımını kabul
etmiyoruz. Uyku hepimizin zaman zaman zorluk çekebileceği bir konu.Ancak uyku alışkanlıklarının
büyük ölçüde düzenlenebileceğine inanıyoruz.
Amerika’da annelik yaparken en zorlandığım konu, yardıma
ihtiyacım olduğunda yardım isteyecek herhangi bir yakınımın olmaması… Bu
anlamda annesine/ailesine yakın oturan tüm arkadaşlarımı fena halde kıskanıyor
ve onların kıymetini bilin diyorum.
Annelik maceran nasıl başladı?
Kuzey ile evlendikten sonra uzun bir süre aklımızda çocuk yapmak
yoktu.Ara ara birbirimize yoklama çekiyorduk çocuk konusunda, ama, uygulamaya
koymak için acele etmedik. Ülke değişikliği ve eğitim de araya girince
haftasonları sabahları geç saatlere kadar uyuma şansı bulduğumuz bayağı bir
zaman geçti :) Nihayet ikinci eğitimleri
tamamlayıp, işlere girince artık konuya sıcak bakmaya başladık. Ancak bebek
dediğin ha deyince olmuyor. Birkaç denemede tutturamayınca bu sefer “Eyvah!”
dedik… Evde hamilelik testi yaptığım günü hatırlıyorum. Nasıl olsa yine negatif
çıkacak diye pek de ciddiye almamıştım. Testin üzerine 2 paralel çizgiyi
görünce Kuzey’e nasıl seslendiğimi, birbirimize nasıl sarıldığımızı dün gibi
hatırlıyorum. Annelik maceram işte böyle başladı.
Doğum hikayeni anlatabilir misin?
2011 senesinin Nisan ayında, 7 saatlik bir süreçte, epidurelle
normal doğum yaparak Can’ı kucağıma aldım.
Ben doğal doğumdan yanayım.Doğum sırasında uygulanmasını
istediğim yöntemleri doğuma 3 ay kala listeledim ve doktorumla paylaştım.Doğum
Tercihleri Listemde belirttiğim yöntemlere mümkün olduğunca uymak istediğimi
ama doğumda beklenmedik bir durum olursa esneyebileceğimi belirttim.Doktorumla
mutabık kaldık.Doğum esnasında beklemediğim birkaç durum oldu.Ancak bunların
moralimi bozmasına izin vermedim.Sadece Can’ı sağlıkla kollarıma almaya odaklandım.
Doğumumu pozitif bir deneyim olarak hatırlıyorum.Seneler önce en
samimi arkadaşımın doğumuna destekçi olarak girmiştim. O zamandan beri
hamilelik ve doğumun mucizesi beni çok heyecanlandırıyor. Elbette her anne için
kendi hamileliği ve doğumu en özeldir. Benim için de Can’ı kollarıma aldığım o
ilk dakikalarda yaşadığım karmakarışık, yoğun ve güçlü duygular hayatım boyunca
unutamayacağım bir deneyim... Doğum hikayemin tamamı burada…
İlk günlerde zorlandın mı?Yanında
birileri var mıydı?
İlk günlerde zorlanmayan bir anne var mı acaba? Bebek
yaşantılarımıza çok büyük bir mutluluk ve bir o kadar da büyük sorumluluklarla
geliyor. Özellikle o ilk aylarda anne ve babanın yaşantısı büyük ölçüde
mini-insanın çevresinde dönüyor. Hamilelik dönemimde annemin doğumdan bir süre
önce yanımıza gelmesi ve doğumdan sonra bir müddette yanımızda kalmasını
hedeflemiştik.Dedemin beklenmedik bir sağlık sorunu nedeniyle, annem geldiğinin
ikinci haftası, henüz ben doğum yapamadan Türkiye’ye geri dönmek durumunda
kaldı.Çok şanslıyım ki Kuzey’in annesi ve babası imdadımıza yetişti.
Kayınvalidem doğumuma girmekten tutun, o en zor ilk ayda yemek, ev işleri gibi
yaşantımızı kolaylaştıracak her türlü yardımı yaptı. Kayınpederim Can ile oyunlar
oynadı ve çok ihtiyacım olan uykuyu bana verdi. Onların borcunu asla
ödeyemem.Bu sayede zorlukları büyük ölçüde atlattık diyebilirim.
Can da hem çok
tatlı, hem de azıcık zor bir bebekmiş sanki değil
mi?
Can’ın her çocuk gibi dönem dönem zorlukları oldu ve hala daara
ara olmaya devam ediyor.Bebekken bir dönem uyku konusunda çok zorluk çekmiştik.
Kuzey’in slingi takarak saatlerce evde bir duvardan diğer duvara yürüdüğü
dönemlerimiz var.Şu aralar en büyük zorluğumuz istedikleri reddedilince tutan
bebeksi damarı… Ancak genel olarak baktığımda uyumlu bir çocuk, yuvarlanıp
gidiyoruz işte...
Şimdilerde kreşe gidiyor sanırım.Bir
gününüz nasıl geçiyor?
Babası ve ben çalıştığım için Can hafta içi 5 gün sabah saat
8’den akşam 18’e kadar yuvaya gidiyor. Montessori felsefesine göre eğitim veren
ve çok memnun olduğumuz bir okul bu. Akşam eve gelince el-yüz yıkanıp,
elbiseleri değiştirdikten sonra akşam yemeğini beraberce yiyoruz.Ardından oyun
ve aktivite saatimiz başlıyor.O günkü modumuza
göre lego, puzzle, arabalar, resim yapmak gibi pek çok aktivite
yapıyoruz. Saat 20’de yatış hazırlıkları
için odasına geçiyoruz. Pijama giyilip, dişleri fırçaladıktan sonra hikaye
kitabı okuyoruz.İdeal yatış saati 20:30, ama, bazen 21’i de buluyor.Bu rutinin
biraz değiştiği tek gün bu yaz boyunca devam ettiği yüzme okulunun günleri
oldu.Okuldan sonra yarım saat yüzme okuluna gitti.Oldukça faydasını gördüğüne
ve eğlendiğine inanıyoruz.
Haftasonları Can ile Kuzey beraberce erkenden kalkıyorlar.Kuzey
bize kahvaltı hazırlıyor.Biraz uyumama fırsat tanıdığı için ona sonsuz
minnettarım.Beraberce yapılan güzel bir kahvaltıdan sonra ben bulaşıkları
hallederken Kuzey ile Can genelde oyun oynuyor.Eğer ev temizliği günümüz
değilse, ki onu da ailecek yapıyoruz, ben de onlara katılıyorum. Öğlen 12 gibi
uyku saatini ihmal etmemeye gayret ediyoruz. Can uyandıktan sonra genelde
dışarıya çıkıyoruz. Parka gitme, haftalık market alışverişi gibi aktivitelerden
sonra eve geldiğimizde gün zaten bitmiş oluyor.Pek rutin bir hayatımız olduğunu
söyleyebilirim :)
Amerika’daki kreşlerden
de biraz bahsedebilir misin?
Bizim Montessori okulu konusunda deneyimimiz olduğu için ondan
bahsedebilirim.Montessori felsefesi keşif yollu eğitim; çocukların sınıf
içindeki aktivitelere katılımında esneklik; değişik yaş gruplarınınaynı sınıfta
eğitim görmesi gibi klasik yuva anlayışında pek rastlamadığımız özellikler
içeriyor.Öğretmenin bilgi aktarıcı, çocuğun pasif dinleyici olduğu öğrenme
modelinden çok, öğretmenin çocukta doğal olan öğrenme
hevesini teşvik edici ve destekleyici bir rolde olması hedefleniyor. Kişiliğin gelişmesinin
yanısıra, ayakkabı bağlamak, kişisel temizlik, yemek adabı gibi hayatla ilgili
temel becerilerin de gelişmesi Montessori’nin amaçları arasında… Eğitim ortamı
hem grup aktiviteleri hem de bireysel aktivitelerin kolayca yapılabileceği
şekilde düzenlenmiş.
Can Montessori okuluna başladığından beri kişiliğinde, dil
gelişiminde, sosyal davranışlarında ve fiziksel gelişiminde pek çok yol
katettik. Artık daha bağımsız, daha konuşkan ve girişken bir çocuk. Kuyruğa
girmek, sırasını beklemek, restoranda bağırıp çağırmadan sakince yemeğini
yemek, hatta kendi siparişini vermek J, ayakkabı bağlamak,
kendi kendine tuvaletini yapmak, ev temizliğine yardımcı olmak gibi pek çok
olumlu huyu Montessori okulunda edindi ya da pekiştirdi.
Okula başladığından beri 2 öğretmen değiştirdi. İlk öğretmeni toddler
(henüz yürümeye başlamış ufak çocuk) sınıfındaydı. Bu sene bir üst sınıfa
geçti. Eğitimde okul kadar öğretmenin kalitesinin de çok önemli olduğuna
inanıyorum. Şansımıza her iki öğretmenimiz de son derece ilgili, işini seven ve
ciddiye alan insanlar. Can’ın gelişiminde en az bizim kadar katkıları vardır.
Montessori eğitimi hakkında daha detaylı görüşlerimi merak
edenler blogumdaki şu yazıyı okuyabilirler.
![]() |
(Can’ın okulunda sene sonundaki International Festival’den Can’ın sınıfı olan Antartika...) |
Hem annelik hem de home-office web
tasarımı cidden zor olmalı. Şimdi Can büyüdü; işlerin azıcık kolaylaşmıştır sanki… İşleri nasıl yetiştiriyorsun?
Yetiştirebildiğimi kim söyledi? :) İşler yetişmiyor
canım, yetişmiyor! Şaka bir yana, bir gün 24 değil, 124 saat olsaydı yine
zamansızlık çekerdim herhalde...
Web tasarımı eğitimini aldığım ana iş alanı. Bununla beraber
yaptığım tek iş değil. Eğitim sektöründekiözel bir şirkette part-time olarak test
sorularının yanıtlarını puanlamaişinde çalışıyorum. Yine eğitim sektöründeki
bir organizasyon için Türkçe-İngilizce çeviri konusunda part-time danışmanlık
yapıyorum. Çok yazarlı kadın websitesi Biricik Dünyam’da ve kadınlara/annelere
yönelik etkinlikler organize eden Pozitif Düşünceler’de kurucu üye ve
webmasterım. Milliyet Bebek ve Çocuk bölümü yazarlarındanım. Kişisel blogum
olan BebekveBen’de, her ne kadar son dönemde ihmal etsem de, yazıyorum. Elbette
bunların hepsi, her zaman aynı yoğunlukta olmuyor. Tüm çalışmalarım genellikle
proje bazlı oluyor. Ama bazen birden fazla iş aynı anda bastırıyor. O zamanlar
kimseler karşıma çıkmasın. Yaptığım işler bana büyük bir tatmin duygusu
veriyor. İşlerimi keyifle yapıyorum. Yanlız, zaman sıkıntısı çektiğim
dönemlerde uykumu ve sağlığımı biraz ihmal ediyorum maalesef
Can’ın büyümesi ve hafta içi her gün yuvaya gitmesi işlerimi bir
ölçüde kolaylaştırdı. Ancak yine de çok ufak bir çocuk ve anne ilgisine muhtaç.
Onu da ihmal etmemek en önemli hedeflerimden biri... Nihayetinde tüm bu
çalışmalar, kendimi gerçekleştirmenin yanısıra, ona daha iyi bir gelecek
sağlamak için de...
Şimdilerde bambaşka bir sitenin kurucularındansın.“Biricik Dünyam”da tam olarak yapmak istediğiniz nedir, içerikte
neler olacak?
Biricik Dünyam Ağustos 2014’de açılışını yaptığımız yepyeni ,
çok yazarlı, ağırlıklı olarak kadınlara
ve annelere yönelik bir websitesi. Kadın dünyasını kucaklayacak samimi,
güncel, eğlenceli ve bilgilendirici bir çizgiyi hedefliyoruz. Her biri
birbirinden değerli çoklu yazar kadromuzla aile, bebek, çocuk, fırsatlar,
güzellik, diyet, makyaj, moda, hobi, kültür, kitap, müzik, sinema,
magazin, mutfak, örgü, sağlık, sosyal sorumluluk, ürünler ve yaşam gibi pek çok konuda okurlarla buluşuyoruz. Ayrıca kadın, anne
ve çocuk sağlığı gibi konularda uzmanlarımız okur sorularını yanıtlıyor.
Mutlaka ziyaret etmenizi, emaille üye olarak okuma listenize eklemenizi tavsiye
ederim. www.biricikdunyam.com
Bebek ve Ben sayesinde yolumuz
kesişmişti seninle, bende zaten yerin apayrı :) Orada “Okur Mektupları” bölümün gerçekten bir harika.Olayları
kendi başına gelmiş gibi ele alıyorsun çünkü, çok gerçekçi… Bu kadar detaylı
cevap vermeyi nasıl başarıyorsun?
Teşekkür ederim.Senin de bende yerin çok ayrı.Hayatının bu çok
özel dönemini benimle ve okurlarımla paylaştığın için bir kere daha teşekkür
ederim. Kendimi minik Elif’in teyzesi gibi hissettiğimi biliyorsun…
Okur soruları konusuna gelince… Okur sorularını yanıtlamaya
bayılıyorum.Yazdığım yanıtlar sadece bir anneye bile yardımcı olsa, yol
gösterse, farklı bir bakış açısı verse, misyonumu yerine getirmiş sayıyor ve o
gece yatağa çok mutlu bir insan olarak giriyorum. İnternetin mucizesi sayesinde
dünyanın bir ucundaki başka bir anneyle iletişime geçmek, onunla aramızda
kurduğumuz bağ benim için çok kıymetli... Kim olduğumuz, nerelerden geldiğimiz
önemli değil. Anne olmak, kadın olmak bizleri birleştiriyor.
Sorulan soruların bir kısmını, Can ile yaşadığımız tecrübelerden
yola çıkarak daha kolay yanıtlayabiliyorum. Bazı durumlarda da önceden tecrübe
etmediğim konularda sorular geliyor. Bu durumda kendimi o annenin yerine
koyarak, bu durum bizim başımıza gelseydi ne yapardık sorusunun yanıtını
bulmaya çalışıyorum. Ancak her iki durumda da, kendi yaptığım uygulamaları doğru
kabul etme yanılgısına düşmemeye, konu hakkında bilimsel kaynaklardan araştırma
yapmaya, konuya tek yönlü değil, farklı bakış açılarından bakmaya özen
gösteriyorum.
Bence çocuk yetiştirmekle ilgili hemen her konuda tek bir doğru
yok. Seçimler ve o seçimlerin avantajları/dezavantajları var. Ben seçenekleri
okurlarıma sunarak, sağduyularını kullanmalarını ve kendi durumlarına en uygun
çözümü bulmalarını öneriyorum. Bu nedenle yanıtlarım genellikle kısa olmuyor.
Sorulan soruları savuşturmak, hızla yanıt vermek adına işe yaramayacak, genel
bilgiler vermek bana göre değil. Eğer bir anne zamanını ayırarak benden bir
konuda yardım istemişse, fikrimi sormuşsa doyurucu bir yanıt almayı hak ediyor.
Okur mektuplarına yanıtlarım bazıları için uzun gelebilir, ama, soru
sahiplerinden gelen geri beslemelerden işe yaradıklarını duyunca çok
seviniyorum.
Blogun Bumerang ödülü de kazanmıştı, o heyecana ben de o ara ortak olmuştum.
Neler yaşadın, neler hissettin bu ödül
haberiyle?
2013 senesinde Hürriyet Bumerang Ödülleri’nde, yarışmaya katılan
1,700’ü aşkın blog arasında, En Çalışkan Blog kategorisinde ilk 3’e girdim.
Yarışma süreci gerçekten çok tempoluydu. İlk 50, ilk 10 ve ilk 3 açıklandı. Hem
halk oylaması yapıldı, hem de birbirinden değerli jüri üyeleri seçim yaptılar.
Finale kaldığımı duyduğumda kulaklarıma inanamadım. Çünkü ilk 10’a kalan
blogların hepsi gayet başarılı bloglardı.
Ödül töreni gecesine davet edilince adeta uçarak (gerçekten de uçakla :))Türkiye’ye gittim. Harika bir organizasyonla çok güzel bir gün
ve gece geçirdim. Pek çok blogcu arkadaşımla ve çok sevdiğim bir yazar olan
Ayşe Arman ile tanışma fırsatını buldum. Bugün ödülüm evimde en güzel köşede
duruyor ve yazmaya devam etmek için bana cesaret veriyor. Elbette verdikleri
oylarla beni bu noktaya taşımış olan okurlarımın, arkadaşlarımın ve ailemin
desteklerini unutmak mümkün değil...
Sosyal imkanlar olarak Amerika’da
daha fazla seçenek olduğunu söyleyebilir miyiz?
Sosyal imkanlar açısından Amerika’da yaşamanın en hoşuma giden
yönü, çocukların gelişimini bütünsel olarak ele almaları.Örneğin bir şehir
planlaması yapılırken ya da hükümet bütçeleri düzenlenirken ailelerin nefes
alabileceği park alanları mutlaka düşünülüyor.Marketlerde, restoranlarda
çocuklu ailelerin ihtiyaçları düzenlenerek öncelikli park yerleri, özel
sandalyeler, alt değiştirme üniteleri çok yaygın. Türkiye’de de bu konuda
gelişmeler olması beni mutlu ediyor.
Amerikan kültüründe okul çağındaki çocuklar için devlet
okullarında dahi extracurricular activities denilen müfredat dışı aktivitelerin
önemi çok büyük.Spor, topluluk içinde konuşma (hitabet), drama, koro
çalışmaları, tartışma grupları, okul bandoları, okul gazeteleri,
üniversitelerdeki sorority ve fraternity grupları (kız ve erkek kardeşliği
birliği), toplum faydası için gönüllü olarak yapılan aktiviteler gerçekten önem
taşıyor.Bu aktiviteler sayesinde kendine güvenen, yaratıcı, topluluk önünde
konuşabilen, sorumluluk alabilen, lider ve girişimci insan tipi yetiştirilmeye
çalışılıyor. Okul mezuniyetinden sonraki işe alımlarda diplomanın ya da
akademik notların yanısıra bu aktivitelerin de önemi oluyor.
Bir açıdan bakarsak, Türkiye’de de çocuklar için çeşitli sosyal
imkanlar var. Arayan, sosyal aktivitelere çocuğunu dahil etmek isteyen bir anne,
biraz uğraşıylaçocuğuna uygun bir aktiviteyi mutlaka bulacaktır. Tek üzüldüğüm ve
kabul etmek istemediğim nokta Türkiye’de bu tür sosyal imkanlara erişimin belli
bir gelir grubunun üstündeki çocuklar için mümkün olabilmesi... Aslına
bakarsanız, çocuklarımızı seven bir toplum iddiasında olmamıza rağmen çocuğun
birey olarak varlığı önemsenmiyor ve hakları göz ardı ediliyor. Yaman bir
çelişki bu…
Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğü’nün 130’u aşkın gençlik merkezi var, ancak bunlardan yalnızca
40’ı kendi bina ve imkânlarına sahip, dolayısıyla Türkiye’nin tamamına
erişemiyor. Türkiye’de ergenlerin ve gençlerin en yaygın boş zaman etkinlikleri
TV seyretmek, arkadaşlarla sohbet ve alışveriş merkezlerinde gezmek.Gençlerin %75’i
büyük alışveriş merkezlerini gezmenin en çok sevdikleri boş zaman etkinliği
olduğunubelirtmiş.Gençlerin ve ergenlerin, boş zaman geçirecek başka yerleri
olmadığı, maddi güçleri yetmediği ve aileleri kısıtlama getirdiği için boş
zamanlarını böyle yerlerde geçirmek zorunda kaldıkları söylenebilir.Buna
karşılık, fiziksel ve zihinsel yetenekleri geliştirme potansiyeli en yüksekolan
boş zaman etkinlikleri çok daha az tercih edilmekte. Türkiye’de gençlerin
sadece yüzde 36’sı günlük gazete, yüzde 27’si de kitap okumakta. (Türkiye’de
Çocukların Durum Raporu, UNICEF, 2011)
Çocuğun ihtiyacı sadece karnının tok, sırtının pek olması değil.
Sosyal ihtiyaçlar hep göz ardı ediliyor ya da edilmek durumunda kalınıyor. Biz
bırakın çocukların sosyal haklarını hala çocuk işçilerin, çocuk gelinlerin,
çocuklara uygulanan şiddetin yüksek oranlarını konuşuyoruz Türkiye’de... Bu
konuda sadece devletin değil, özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının da hemen
şimdi harekete geçmesi gerekiyor.
“İki yaş
halleri” ile ilgili duygu ve düşüncelerini de merak ediyorum.Yalnız
kolikten yeni çıktık bizi çok korkutma olur mu? :)
“İki yaş bir şey değil, siz asıl üç yaşı görün” dermişim... Şaka
bir yana her yaşın kendine göre güzellikleri ve zorlukları var bence... İki
yaşla ilgili zor durum tam bir geçiş dönemi olması...Çocuk bir yandan yürümek,
kendi başına yemek yemek gibi bazı gelişim milatlarını başarıyla yerine
getirirken, konuşmak, kendini ve isteklerini doğru ifade etmek konusunda
yetersiz kalabiliyor. 2 yaş efsanesinin :) çoğu buradan ileri
geliyor. Adeta minik bir bedene hapsolmuş bir ergenle mücadele ediyorsunuz. Ama
o ergen çoook tatlı... Bir saniyede sizi çileden çıkarırken, diğer saniyede
ıslak bir öpücük ya da ufacık bir sözcükle kalbinizi eritiyor. İki yaşta da, üç
yaşta da (ve muhtemelen 5 ve 15 yaşta da) en önemli nokta: sabır, sabır, sabır…
Sıkıldığınızda aynanın karşısına geçip şu sözleri tekrar edin: “Bunları yaşayan
ilk anne ben değilim, son anne de ben olmayacağım.” Sonra da dönüp, minik
cüceyi kucaklayın. Sıkıntılar uçup gidecek...
Can ileride nasıl
bir çocuk olursa kendini iyi bir anne gibi hissedersin?
Uff, Pandora’nın kutusunu açtırdın bana... Her anne sanırım bu konuda saatlerce
konuşabilir. Ama bizim konuştuklarımız sadece temenni düzeyinde kalmalı. Sonuçta
geleceğini belirleyecek olan çocuğun kendisi... Can, bağımsız; insanlara ve tüm
canlılara karşı saygılı ve sevgi dolu; sevdiği bir işi ve yapmaktan keyif
aldığı hobileri olan; pek çok arkadaşı, yeterli sayıda dostu ve özel bir hayat
arkadaşı olan; çok yönlü düşünebilen; sorumluluk sahibi ve hoşgörülü bir
yetişkin olursa bir anne olarak kendimi iyi hissederim.Sanki biraz uzun mu
oldu? Demiştim Pandora’nın kutusunu açtırma diye… :)
Bir de sahiden “iyi anne” kavramı
var; oldukça göreceli. Sence “anne” kime denir?
Anne bence sadece çocuğu doğuran değil, çocuğun yetişmesi için
emek verendir. Doğum her ne kadar
mucizevi bir eylem olsa da ve klasik aile tipinde çocuğu doğuran kadın, aynı
zamanda yetiştiren ve en çok emek veren kişi olsa da; çoğunlukla
zorunluluklardan ya da bazı durumlarda tercihlerden, çocuğun biyolojik
annesinden uzakta yetiştiği pek çok aile modeli de var. Bu anlamda çocuğa emek
veren büyükanneler ya da diğer kadın akrabalar, evlatlık sahibi anneler ve kimi
durumlarda öğretmenler bile en az biyolojik anne kadar önemli ve kutsal bir
görev yapıyor. Bence anne, çocuğa emek verendir.
Can ile okuduğunuz
kitaplardan yaptığınız aktivitelerden de bahsedebilir misin? Eskiden blogunda
daha sık yazardın, şimdilerde yazmaz oldun, meraktayım…
Blogumda daha sık yazmayı çok istemekle beraber yaptığım
projelerin yoğunluğu beni engelliyor. Bu konuda kendimi suçlu hissediyorum,
çünkü yazmak benim için adeta bir alışkanlık. Yazarken nefes aldığımı
hissediyorum.
Kitap konusuna gelince... Can’ın şimdiden oldukça dolu bir
kütüphanesi var. Kitapların ağırlığı İngilizce’de... Ancak Türkiye
ziyaretlerimiz oldukça Türkçe kitaplar da eklemeye gayret ediyoruz. Bir iki
tane de çok basit İspanyolca kitabımız var. Okuduğumuz kitaplar dönemsel olarak
ve Can büyüdükçe değişiyor. İlk dönemlerde yaşına uygun olarak kalın karton
sayfalı, görsel ağırlıklı ve bir iki kelimeden oluşan kitaplar tercih ederken,
artık ufak hikaye kitapları okuyoruz. Kimi zaman Can’dan gördüğü resimleri
anlatmasını istiyoruz. Kendince öyle tatlı hikayeler uyduruyor ki...
Bu aralar en favori kitaplarından biri “He's Got the Whole World
in His Hands” (Kadir Nelson) Bu kitap bir çocuğun gözünden dünya üzerindeki tüm
insanların birbirleriyle bağlı olduğunu, yaşamaktan keyif almayı ve dünyaya
bağlılığı anlatıyor. Diğeri de Aysun Berktay Özmen’in “Çevreci Kral Kurbağa”
kitabı.Adından da anlaşılacağı gibi hayvanların gözünden çevreyi korumanın
önemini anlatıyor.
Sence bir kadın doğuma
en yalın/keyifli/dolu dolu nasıl hazırlanır?
Doğuma hazırlığın büyük kısmı bence kafada, düşüncede hazır
olmaktan geçiyor.Bilgi sahibi olmak kesinlikle doğum sürecinin daha pozitif
geçmesine yardımcı oluyor.Bu anlamda kitaplar okumak; hamilelik, emzirme ve
doğum konusunda kurslara gitmek;doğum sürecine ve bebek bakımına ilişkin videolar
izlemek faydalı. Doğum süreci hakkında tecrübeli annelerle konuşmak faydalı,
ancak sürecin bizde farklı bir şekilde gelişebileceğini aklımızdan çıkarmamak
gerek. Olumsuz hikayelerden fazla etkilenmemeye çalışmalı, gerekirse olumsuz konuşmaların
yapıldığı ortamlardan uzaklaşılmalı.Tüm anne adaylarına doğum yapacakları
hastaneyi mümkünse gezmelerini öneririm. Doğum yapılacak ortamın tanıdık olması
insanı rahat hissettiriyor. Bu mümkün değilse de üzülmesinler. Çünkü doğum
süreci, benim de yaşadığım gibi, planlanan şekilde gerçekleşmeyebiliyor. O
nedenle doğum ile ilgili plan yapmak güzel ama esnek olmakta da fayda var.
Annenin tek bir hedefe odaklanmasında fayda var: Bebeği sağlıkla dünyaya
getirmek. Geri kalan her şey ikinci planda çünkü...
Anne adaylarına
neler tavsiye edersin?
Anne adaylarına rahat olmalarını tavsiye ederim. Annelik bir
yarış değil. Kimse bir şeyi en iyi yaptığınız için size madalya takmıyor.
Sosyal medyadaki allı pullu annelik gösterişlerine kulakasmayın. Annelik inişli
çıkışlı bir macera. Hem çok mutluluk verici, hem de tüketici anları var, ama,
yaşanan zorluklar ne olursa olsun mutlulukları, verdiği tatmin duygusu hep bir
kademe yukarıda oluyor.Çocuğunuzla yaşadığınız her anın kıymetini
bilin... Ben öyle yapmaya çalışıyorum...
İyi ki tanımışım seni.Çok teşekkürler katıldığın için.
Can'ın neler yaptığını merak ediyorum, hele ki yeni okulunda. Bizi bu haberlerden mahrum bırakan annesine buradan duyurulur :)
Bazen "bloglar neden var" diye düşündüğümde aklıma gelen güzel örneklerden biri "Bebek ve Ben" ve tabii Tanla. Bir gün aklımdakileri yazarım umarım ama kısaca bloglar, güzel bir arkadaşlık, samimi paylaşımlar ve yazdıkça rahatlamak için var sanırım.
İyi ki tanımışım seni Tanla ve iyi ki Elif'in teyzesi olmuşsun.
Sahi sana söylemeyi unuttum, Elif kapısının üstüne astığımız uğur böcekli "Elif" yazısını çok sevdi, o böceğe her seferinde el atıyor, yeniden teşekkür ederiz :)
16 Eylül 2014 Salı
Lokum, Değişim ve Var-Yok Arası Bir yerler ...
Buralarda yoksam ya vaktim yoktur ya da yazmaya bile gücüm yetmiyordur.
Araya başka yazılar girse de Lokum hep aklımda. Bizimle olduğundan çok daha mutlu olduğunu fotoğraf ve videolardan görüyorum. Hem çok seviniyorum hem de dolu dolu ağlıyorum. Çok özledim onu. O gittikten sonra ev çok değişti. Evet "tüysüz"leşti ama sanki bir nefes de kayboldu gitti. kapıyı her açışımızda bilirdik ki Lokum hemen burnunu uzatacak, bacaklarımıza dolanacak.
Henüz onun gidişine alışamamışken Elif'in geçmeyen ishali ve benim acemilik hallerim, uykusuzluğum, bir şeylere yetişemem birbirine eklendi. Ben yine şükrediyorum çünkü yaşadıklarımız benim içimde hissettiğim kadar koooocaman şeyler değil ama ben onları olduklarından daha büyük yaşıyorum. (neyse bunun farkındayım)
Sevdiğim bir arkadaşımın bir süredir rahatsız olan görümcesi vefat etmiş. Hiç tanışmadım kendisiyle ama o kadar üzüldüm ki.
Bir taraftan yok yere aklımıza taktıklarımız, günümüzün kıymetini bilmeyişimiz diğer taraftan işte o var-yok arası bir yerlerde gezinme durumum beni şaşkına çevirdi.
İnsana bazen böyle haller de gerekli, bir durup düşünmek ve yeniden toparlanmak için.
Tobie Lolness'ı okuduğumdan beri de içimde bir şeyler çok farklı sanki daha yeşil mi desem bilmiyorum.
Bugünler de böyle olsun,
Umarım önümüz sağlıklı, huzurlu, neşeli, sevdiklerimizle güzel günlerle geçer.
Unutmadan, bu satırları okuman zor ama, Lokum seni sahiden özledim :/
Araya başka yazılar girse de Lokum hep aklımda. Bizimle olduğundan çok daha mutlu olduğunu fotoğraf ve videolardan görüyorum. Hem çok seviniyorum hem de dolu dolu ağlıyorum. Çok özledim onu. O gittikten sonra ev çok değişti. Evet "tüysüz"leşti ama sanki bir nefes de kayboldu gitti. kapıyı her açışımızda bilirdik ki Lokum hemen burnunu uzatacak, bacaklarımıza dolanacak.
Henüz onun gidişine alışamamışken Elif'in geçmeyen ishali ve benim acemilik hallerim, uykusuzluğum, bir şeylere yetişemem birbirine eklendi. Ben yine şükrediyorum çünkü yaşadıklarımız benim içimde hissettiğim kadar koooocaman şeyler değil ama ben onları olduklarından daha büyük yaşıyorum. (neyse bunun farkındayım)
Sevdiğim bir arkadaşımın bir süredir rahatsız olan görümcesi vefat etmiş. Hiç tanışmadım kendisiyle ama o kadar üzüldüm ki.
Bir taraftan yok yere aklımıza taktıklarımız, günümüzün kıymetini bilmeyişimiz diğer taraftan işte o var-yok arası bir yerlerde gezinme durumum beni şaşkına çevirdi.
İnsana bazen böyle haller de gerekli, bir durup düşünmek ve yeniden toparlanmak için.
Tobie Lolness'ı okuduğumdan beri de içimde bir şeyler çok farklı sanki daha yeşil mi desem bilmiyorum.
Bugünler de böyle olsun,
Umarım önümüz sağlıklı, huzurlu, neşeli, sevdiklerimizle güzel günlerle geçer.
Unutmadan, bu satırları okuman zor ama, Lokum seni sahiden özledim :/
Tobie Lolness; Bir Buçuk Milimetrelik Kahraman :)
Hani bazı insanlarla, hayatlarla, ailelerle tanışırsınız, kaynaşırsınız ve onlardan bir daha hiç kopamayacağınızı anlarsınız. "Acaba şimdi ne yapıyorlar" diye merak ettiğim böyle bir grup var sahiden benim hayatımda. Çoğu da kitap kahramanları. Gerçek hayatta bu kadar meraklı olduğumu söyleyemem. Ama bazı kitaplardaki bazı karakterler öyle çok içine alıyor ki beni bir müddet sonra onlardan biri oluyorum.
Bu kitaba daha önce başlamış birkaç sayfa sonra bırakmıştım. Geçen gün "ya sahi ne anlatıyor şu Tobie" diye kitabı tekrar elime aldığımda "Neden daha önce bırakmışım, vay ben ne salakmışım" dedim. Dedim gerçekten.
Bu kitabı okuduktan sonra yanından geçtiğim her ağaca bambaşka bir gözle bakmaya başladım.
Bizim dünyamıza çok benzeyen bir dünya var bu kitapta. Tek farkla; kahramanlarımız sadece 1,5 milimetre :) Ve bir ağaçta yaşıyorlar. (Bu kısım kıskanılası elbette)
Haberleri bilerek ve isteyerek hiç takip etmiyorum ama bu demek değil ki duyarsızım. Tam tersi bazı şeylere o kadar sinir oluyorum ki içim içime sığmıyor. En basit (ki o kadar da basit değil elbette) yaşama hakkımız olan temiz su içme, engelsiz bir yaşam, doğayla barışık bir çevre gibi kavramların içinin ne kadar boşaldığını gördükçe çok üzülüyorum. İşte bu iki kitap bana unuttuğum bazı değerleri hatırlattı: dostluk gibi mesela. Her şeyimiz "sanal" iken dostluğun tanımı da değişti haliyle. Birbirimizi "beğenerek" takip ediyoruz, "paylaştıkça" çoğalıyoruz... Elimdeki -şu an bu yazıyı yazmama vesile olan- bilgisayar ve internet bağlantısı da dahil her şeyi bırakıp Tobie'lerin yanına hatta mümkünse Ağaçsızların yanına gidip orada yaşayasım var.
Sahi Tobie'yi anlatacaktım.
Tobie Lolness ile kaçarken tanışıyoruz. Kimden neyden kaçıyor ve nereye gidiyor gibi soruları zamanla ve yavaş yavaş öğreniyoruz. Kitabın en başarılı tarafı kuşkusuz oldukça iyi işlenmiş kurgusu. İki kitapta ikişer bölüm ve 20'ye yakın ana karakter var ve hepsi hikayede öyle güzel serpiştirilmiş ki; sahneyi biri boşalttığı an diğeri dolduruyor. Yazarın bu kurnaz halini çok sevdim. Tam bir macera romanı. Her an yeni bir şeyler oluyor. "Buradan kurtulamazlar" dediğim an çoook önceden oraya yerleştirilmiş ama bizim unuttuğumuz bir figür çıkıveriyor. (sahneye bir silah konduysa,o mutlaka patlar değil mi?)
Tobie, babası Sim, annesi Maia, Elisha, Isha, Asseldor Çiftliği,Kar ismindeki minik kız, Nils Amen, Jo Mitch, Kaplan, Ay Surat... Notlarıma bakmadan aklımda kalanlardan yazdığım isimler.
Bu iki kitap, Tobie ve ailesinin Alçak-Dallar'a sürgün hayatını, Elisha ile olan aşkını, Ağaçsızların yaşamlarını, Dorukların neye benzediğini, oduncuların iyi kalpliliğini yaklaşık 8 yıllık bir zaman diliminde anlatıyor.
Benim en sevdiğim karakter Sim Lolness ve Nils Amen oldu. Jo Mitch'i ve günümüzde temsil ettiği düzeni de bir kere daha nefretle andım. (kitap ve gazete yasaklanıyor bir ara; tanıdık geldi bana hayret!)
Ve bu kitapta çeviren kısmında "Elif" adını görünce duygulandım. Elif'in meslek olarak nasıl bir seçim yapacağını hiç düşünmemiştim ama günün birinde böyle harika bir kitapta adı geçerse ne kadar mutlu olacağımı hissettim. (Çeviri: Elif Gökteke bu arada)
Kitabı birkaç solukta okuduğum için aklım hep Ağaç'ta kaldı, rüyamda Asseldorlara misafir olup onlarla şarkı söylemişliğim bile var.
Kısacası bu kitaptan, hikayesinden çok etkilendim.
Tobie'nin Altair yıldızını ödünç almak istedim :)
" Her beynin kendi sırrı vardır. Benimkisi yatağım. Seninkisi tabağın. Düşünmeden önce yemek ye, yoksa iyi düşünemezsin."
"Eylem, düşünceyi özgürleştirir."
" ...tıpkı kar yağarken altına sığınılan bir kuş tüyü gibi o da bu hayallere sığınıyordu."
"Birisinin arkasından ağladığımızda bize vermediği şeylerden ötürü de ağlarız."
"Değişiklik boşuna olmaz."
" Özgürlüğün bir kokusu vardır, bir tadı vardır. Özgürlüğü bütün bedeninde hisseder insan."
"Gözlerinin derinliklerinde hala kıpırdamadan duran bir kuyrukluyıldız parlıyordu."
İlk kitap için inanılmaz bir başarı bence Tobie Lolness. 2006'da Saint-Exupery ve Tam-Tam, 2007'de Sorcieres Ödüllerini almış çünkü...
* Yazarın diğer bir kitabını meğerse önceden okumuş ve çok sevmişim, haberim yok :) YKY'den çıkan son kitabını da hemmen okumam lazım, karabalık bence sen mesajı aldın :)
Bu kitaba daha önce başlamış birkaç sayfa sonra bırakmıştım. Geçen gün "ya sahi ne anlatıyor şu Tobie" diye kitabı tekrar elime aldığımda "Neden daha önce bırakmışım, vay ben ne salakmışım" dedim. Dedim gerçekten.
Bu kitabı okuduktan sonra yanından geçtiğim her ağaca bambaşka bir gözle bakmaya başladım.
Bizim dünyamıza çok benzeyen bir dünya var bu kitapta. Tek farkla; kahramanlarımız sadece 1,5 milimetre :) Ve bir ağaçta yaşıyorlar. (Bu kısım kıskanılası elbette)
Haberleri bilerek ve isteyerek hiç takip etmiyorum ama bu demek değil ki duyarsızım. Tam tersi bazı şeylere o kadar sinir oluyorum ki içim içime sığmıyor. En basit (ki o kadar da basit değil elbette) yaşama hakkımız olan temiz su içme, engelsiz bir yaşam, doğayla barışık bir çevre gibi kavramların içinin ne kadar boşaldığını gördükçe çok üzülüyorum. İşte bu iki kitap bana unuttuğum bazı değerleri hatırlattı: dostluk gibi mesela. Her şeyimiz "sanal" iken dostluğun tanımı da değişti haliyle. Birbirimizi "beğenerek" takip ediyoruz, "paylaştıkça" çoğalıyoruz... Elimdeki -şu an bu yazıyı yazmama vesile olan- bilgisayar ve internet bağlantısı da dahil her şeyi bırakıp Tobie'lerin yanına hatta mümkünse Ağaçsızların yanına gidip orada yaşayasım var.
Sahi Tobie'yi anlatacaktım.
Tobie Lolness ile kaçarken tanışıyoruz. Kimden neyden kaçıyor ve nereye gidiyor gibi soruları zamanla ve yavaş yavaş öğreniyoruz. Kitabın en başarılı tarafı kuşkusuz oldukça iyi işlenmiş kurgusu. İki kitapta ikişer bölüm ve 20'ye yakın ana karakter var ve hepsi hikayede öyle güzel serpiştirilmiş ki; sahneyi biri boşalttığı an diğeri dolduruyor. Yazarın bu kurnaz halini çok sevdim. Tam bir macera romanı. Her an yeni bir şeyler oluyor. "Buradan kurtulamazlar" dediğim an çoook önceden oraya yerleştirilmiş ama bizim unuttuğumuz bir figür çıkıveriyor. (sahneye bir silah konduysa,o mutlaka patlar değil mi?)
Tobie, babası Sim, annesi Maia, Elisha, Isha, Asseldor Çiftliği,Kar ismindeki minik kız, Nils Amen, Jo Mitch, Kaplan, Ay Surat... Notlarıma bakmadan aklımda kalanlardan yazdığım isimler.
Bu iki kitap, Tobie ve ailesinin Alçak-Dallar'a sürgün hayatını, Elisha ile olan aşkını, Ağaçsızların yaşamlarını, Dorukların neye benzediğini, oduncuların iyi kalpliliğini yaklaşık 8 yıllık bir zaman diliminde anlatıyor.
Benim en sevdiğim karakter Sim Lolness ve Nils Amen oldu. Jo Mitch'i ve günümüzde temsil ettiği düzeni de bir kere daha nefretle andım. (kitap ve gazete yasaklanıyor bir ara; tanıdık geldi bana hayret!)
Ve bu kitapta çeviren kısmında "Elif" adını görünce duygulandım. Elif'in meslek olarak nasıl bir seçim yapacağını hiç düşünmemiştim ama günün birinde böyle harika bir kitapta adı geçerse ne kadar mutlu olacağımı hissettim. (Çeviri: Elif Gökteke bu arada)
Kitabı birkaç solukta okuduğum için aklım hep Ağaç'ta kaldı, rüyamda Asseldorlara misafir olup onlarla şarkı söylemişliğim bile var.
Kısacası bu kitaptan, hikayesinden çok etkilendim.
Tobie'nin Altair yıldızını ödünç almak istedim :)
" Her beynin kendi sırrı vardır. Benimkisi yatağım. Seninkisi tabağın. Düşünmeden önce yemek ye, yoksa iyi düşünemezsin."
"Eylem, düşünceyi özgürleştirir."
" ...tıpkı kar yağarken altına sığınılan bir kuş tüyü gibi o da bu hayallere sığınıyordu."
"Birisinin arkasından ağladığımızda bize vermediği şeylerden ötürü de ağlarız."
"Değişiklik boşuna olmaz."
" Özgürlüğün bir kokusu vardır, bir tadı vardır. Özgürlüğü bütün bedeninde hisseder insan."
"Gözlerinin derinliklerinde hala kıpırdamadan duran bir kuyrukluyıldız parlıyordu."
İlk kitap için inanılmaz bir başarı bence Tobie Lolness. 2006'da Saint-Exupery ve Tam-Tam, 2007'de Sorcieres Ödüllerini almış çünkü...
* Yazarın diğer bir kitabını meğerse önceden okumuş ve çok sevmişim, haberim yok :) YKY'den çıkan son kitabını da hemmen okumam lazım, karabalık bence sen mesajı aldın :)
Anne(lik) Sohbetleri: Semi (Mutlu Eller) & Kai Felix & Peer Ole :)
(Annelik sohbetlerine ara vermişiz gibi oldu sanırım bugünlerde. Soruların cevaplarını gönderip yayınlanmasını bekleyen annelerden kısaca özür dileyeyim buradan.)
Semi... Mutlu Eller :) Blog dünyasına girdiğimde (evet böyle bir dünya varmış sahiden; orta dünya gibi) karşıma çıkan ilk bloglardan biri. Semi ne yazsa ben ilgiyle takip ediyor, yazdıklarını okudukça mutlu oluyordum. Gezmeyi çok seven bir aile, pozitif ve sıcacık bir aile hayatı (maşallah diyeyim de) ve kahve sohbeti yapmak istediğim mutfakları :) (mutfağı nereden gördüysem hem değil mi :) Yolumuz böyle kesişti Semi ile. Blogunun adı "Mutlu Eller" olan birinden de daha sıcak bir sohbet düşünemezdim doğrusu:
Semi... Mutlu Eller :) Blog dünyasına girdiğimde (evet böyle bir dünya varmış sahiden; orta dünya gibi) karşıma çıkan ilk bloglardan biri. Semi ne yazsa ben ilgiyle takip ediyor, yazdıklarını okudukça mutlu oluyordum. Gezmeyi çok seven bir aile, pozitif ve sıcacık bir aile hayatı (maşallah diyeyim de) ve kahve sohbeti yapmak istediğim mutfakları :) (mutfağı nereden gördüysem hem değil mi :) Yolumuz böyle kesişti Semi ile. Blogunun adı "Mutlu Eller" olan birinden de daha sıcak bir sohbet düşünemezdim doğrusu:
Semi Merhaba,
Çok hoş bir tatilden yeni döndünüz. Önce oradan başlayalım;
tatiliz nasıldı, nereleri gezdiniz? Çocuklarla tatil için tüyoların var mı?
Bizim gibi kurtlu bir aile için
tatil her zaman biraz farklı. Hep böyleydi, bebeğimiz varken de sonrasında
da. Havuz başında ve açık büfede geçen
tatiller bize göre hiç değil. Tatil bizim için yeni keşifler, yeni yerler,
imkan varsa yeni kültür ve dolayısıyla yeni bir bakış açısı demek.
He yaz gittiğimiz gibi bu yaz da
Hamburg tatiliyle başladı, malum babaannemiz ve dedemiz orada yaşıyor.
Sonrasında aylar öncesinden planladığımız gibi İzlanda tatiliyle devam etti.
İzlanda`yı anlatmak zor, bizim gibi doğayı, yürümeyi
seven ve hava şartlarını kafaya takmayan bir aile için olağanüstü bir yer!
Devamını merak edenler bloguma bakabilirler.
Çocuklarla tatil için çok özel bir
sistemim yok. Biraz çocukların ilgi alanlarına ve karakterlerine göre zamanla
kendiliğinden taşlar yerine oturuyor. Bebekliklerinde de çok sıkıntıya girmedim
doğrusu. Peer Ole (ilk oğlum) ilk kez uçtuğunda 2,5 aylıktı ve sonrasında çok
kez karayolu veya havayoluyla seyahatlerimiz oldu. (o dönem Polonya`da
yaşadığımızdan uçak yolculukları, Türkiye ziyaretleri daha çoktu) Polonya`da
orman, park çok. Hafta sonları çok yürüyorduk. Peer Ole`yi içine
oturtabileceğimiz dağcı bir sırt çantamız vardı, her yere bizimle geldi bu
sayede.
Aslında bebekle/çocukla şu yapılmaz
veya zor yapılır diye düşündükçe işler daha da zorlaşıyor. Çok büyütmemek
lazım. Her şey yapılır, zamanı iyi ayarlamak lazım. Tabii ki iki kişilik
seyahat gibi olmuyor, her şey düşünülenden daha uzun sürüyor en basiti.
Arabayla 3-4 saatlik yol, sık verilen molalardan dolayı çocukla daha uzun
sürüyor mesela... Bunları göze almak lazım, sonuçta çocuğun da normal yaşama bir
şekilde alışması lazım, sürekli evde oturacak hali yok.
Senin annelik maceran nasıl başladı ve tabii devam etti?
Hamile kalmam maceralı olmadı.
İstediğimiz bir zamanda ve tam hazırken anne-baba olmaya karar verdik. İki hamileliğim
de gayet iyi geçti, sıkıntı yaşamadım. Hamileliğimin 6.ayında Bursa`dan
Polonya`ya, ikinci hamileliğimin 4.ayında Polonya`dan Bursa`ya taşındık. Hatta
blogumda şöyle yazmıştım bu durum için: “evet bizim ailede taşınmak için hamile
olmak birinci şart”
Doğumlarını Türkiye’de mi yaptın? Kısaca doğum hikayelerini
anlatabilir misin?
Birinci doğum Hamburg`da, ikincisi
Bursa`da gerçekleşti. İkisi de normal doğum. Hamileyken taşındığım Polonya`da,
dilini hiç bilmediğim yerde doğurmak yerine Hamburg`da doğurmayı tercih ettim.
Ufak bir ev kiraladım, doğum ve sonrasını birkaç ay tek başıma orda geçirdim.
(eşim bu arada Polonya`da çalışıyordu ve hafta sonları ziyarete geliyordu.)
Ailesi Hamburg`daydı tabii ama onlarla da arada görüşüyordum. Doğuma tek başıma
taksiye atlayıp gittim, eşim sonradan geldi ve yetişti. Doğum esnasında da
yanımdaydı.
İki doğum arasında çok fark var. Çok
detaya girmeyeyim ama bizim ülkemizde her şey hızlandırılmış film gibi
yaşanıyor. Kimsenin doğum sancısı bekleme gibi bir sabrı yok. Normal doğum
anlayışı bile “ver suni sancıyı, hızlandır doğumu” şeklinde. Eğer şanslıysan
normal doğum yaparsın bu ülkede. Gerekli durumları bilmem, tıp uzmanı değilim
sonuçta, ama bu sezaryen için gereken tüm durumlar her neyse sadece bizim
ülkemize özel anlaşılanJ Konu derin, benim ısrarımla ikinciyi de normal doğurdum
diyerek konuyu kapatayım.
Seni biraz eski günlere götürmüş olacağım ama doğumdan sonra
ilk günlerde yanında birileri var mıydı? Zorlandın mı?
Yukarıdaki cevabımda da biraz
anlattığım gibi ben yalnızdım. Biz ailelerinin yanında yaşayan insanlar değiliz. Ben ailemin yanından 19 yaşında
üniversite için ayrıldım ve bir daha da dönmedim. Dolayısıyla alışkınım
işlerimi kendim halletmeye. İyi ki de öyleJ
Bence doğumdan sonra anne ve bebek
yalnız bırakılmalı. Evet biraz yardım edilebilir elbette. Ama her kafadan ses
çıkan, gelenin gidenin her şeye karıştığı, ziyaretçilerinin eksik olmadığı bir
evde bir annenin bebeğini tanıması çok da kolay değil.
Ben bu yalnızlığımı şansa çevirdim.
Şans olarak gördüm bunu, karışan kimse yoktu. Bazı şeyleri okudum, bazı şeyleri
ebeye sordum. Peer Ole uyuduğunda uyudum, onunla uyandım. Misafir ağırlama
derdim olmadığımdan böylelikle dinlenebildim, birlikte bir ritim
oluşturabildik.
İki dil iki farklı kültürle çocuk büyütmek zor mu yoksa daha
kolay mı?
Nasıl algınlandığına bağlı. Kolay
olduğunu söyleyemem ancak biz fırsat olarak görüyoruz. Aidiyet, milliyetçilik,
din gibi konularda daha toleranslı olmak gerekiyor, ağzımızdan çıkana daha çok
dikkat ediyoruz. İster istemez yaşadıkça farklı kültürleri kıyaslama yoluna
gidiyorlar. Kıyaslama olabilir ancak
ince bir çizgi var, bir kültürün diğer kültürü ezmesine izin vermiyoruz.
Dil konusu ilginç. Daha önce iki
dilli çocuklarla ilgili uzunca bir yazı blogumda da yazmıştım. Onlar için çok
rahat bir konu aslında. Farkında bile olmadan öğreniyorlar. Ben 4 dille büyüyen
çocuklar bile gördüm! Zaman zaman komik şeyler de olmuyor değil. Karşılığını bulamadıkları bir kelimeyi
tercüme ettiklerinde meselaJ Mekanizma doğuştan farklı
çalıştığı için ileriki yaşlarda başka dilleri de öğrenme ihtimalleri yüksek.
KaiFelix ve Peer Ole J
Bildiğim kadarıyla aralarında çok fazla yaş farkı da yok. İki kardeşin arası
nasıl; birlikte neler yapıyorsunuz? (Mandala, Legolar, okumalar, pasta
pişirmeler bir dolu şey yapıyorsunuz değil mi J
Çocukları büyütürken her aşamada
onlarla yapacak yığınla şey buldum. Çok küçük yaşlarda başladım diyebilirim. Bu
konuda pek mütevazı olamam, el becerileri yaşıtlarına göre ikisinin de çok iyi
mesela. Okula başladıklarında daha eline makas almamış çocuklar vardı, çok
şaşırmıştımJ Çocuklar için artık Türkiye`de de çok güzel aktivite setleri
var bu konuda. Şart mı, asla değil. İnternet bir derya önümüzde. Üstelik
çocuklar basit malzemeleri daha çok seviyorlar. Karton bir makarna kutusunu
renkli renkli boyayıp ya da kaplayıp mesela bir kumbara yapmak çok mu zor! Ya
da bitmiş bir kağıt havlu rulosundan hayvanlar, dürbün vs. yapmak. Ev dediğimiz
yer atık malzeme cenneti! Benim mutfakta alttan iki çekmece çocukların atık
malzeme deposu, malzeme her an elimizin altında.
İki kardeşin arası 3 yaş. Birlikte
elbette bir şeyler yapıyorlar ancak kavga da ediyorlar. Bildiğimiz kardeşler
yaniJ Birlikte bir şeyler yapmak büyüdükçe biraz daha değişiyor,
eskiden aktiviteler çoktu ve keyifliydi. Şimdi birlikte fen deneyleri yapıyoruz,
Okey, Mandala turnuvası yapıyoruz, kutu oyunları oynuyoruz, Origami ve Lego
hayatımızda hep var zaten, mutfak da öyle...
Bir yorumda Alman sistemine göre uyku eğitimi verdiğini
söylemiştin. Ondan bahsedebilir misin?
Aslında Alman sistemi falan demeyelim,
aklın yolu bir diyelim. Benim etrafımda tanık olduğum örnekler daha çok Alman
bakış açısı olduğundan öyle kaldı. Yoksa pek çok Avrupa ülkesinde durum aynı.
Uyku dediğimiz şeyi de diğer şeyler gibi çocuğa öğretmemiz gerekiyor. Bir bebek
istisnadan zor anlar, dolayısıyla bebeği çanta gibi gezdirerek uyku saati
gelince hadi uyu bakalım demek ne kadar doğru olur. Bizim bebekler dışarda,
parkta, ormanda gezip temiz hava solumak yerine çoğu evlerde vakit geçiriyor.
Hele kışın en sık duyduğum şeydir “aman hasta olmasın, hava soğuk”. Bu konuda gene Almanların sevdiğim lafı
devreye girer “kötü hava yoktur, kötü kıyafet vardır”. Peer Ole`yi doğurduğumda
hastanedeki çocuk doktoru mutlaka her gün dışarı çıkarın tavsiyesinde
bulunmuştu. Temiz hava çocuğu daha rahatlatır, uyumasına yardımcı olur çünkü.
Peer Ole, Polonya`nın soğuğunda öğle uykularını genelde dışarda uyudu. Hatta
bıraksam birkaç saat uyurdu ama ben akşam normal saatinde uyusun diye
uyandırırdım. Her akşam aynı şeyleri yapardık, pijama giy, (ilk dişten sonra
diş fırçalama sıraya girdi) kitap okuma, şarkı söyleme ve öpüp koklayıp yatağa
bırakma. Böyle anlatınca ay ne kolaymış
diyesi geliyor insanınJ Yok bu kadar kolay değildi tabii, arada ağlamalar, uyumak
istememeler, diş çıkarma huzursuzlukları, burun tıkanmalar vs. oluyordu. Genelden
bahsettiğimde iki çocuğum için de uyku bizde sorun olmadı diyebiliyorum.
Bu konu da aslında bazı konular gibi
kültürden de kaynaklanıyor. Bizde çocuk ağlayınca kimse dayanamıyor. Araba
koltuğu için de aynı şey söz konusu. Yolda görünce dayanamıyorum bazen
söyleniyorum. Çünkü ufacık bebeği araç içinde kucakta görmek bana cinayet gibi
geliyor. Neden diye soruyorsun “ araba koltuğunda ağlıyor, durmuyor” deniyor.
Bazı şeylerin istisnası olamaz, güvenlik meselesi gibi çok ciddi konularda
hiç. Ya da başka bir cevap “zaten yakın
mesefe, uzak değil”. E tamam o halde, zaten kaza dediğimiz şey de gelmeden önce
haber veriyor nasıl olsa...
Ergenlik halleri sanırım sizde de başlamıştır. Çocuklarda
sahiden bir dönüm noktası olarak yaşanıyor değil mi? Sen neler gözlemliyorsun?
Ergenlik henüz çok yeni bizim için.
Birkaç sinyal aldık ancak başımıza tam olarak neler gelecek bilmiyoruzJ
“İyi ki yapmışım” dediğin neler var annelik hakkında?
Evet. İyi ki kendim büyütmüşüm
diyorum. Bebeklik, ilk adımlar, ilk heyecanlar...hepsine tanık oldum. Öncelikle
tek elden büyüttüğüm için kontrolü de kolay oldu. Zaman içinde birlikte çok şey
yaptık, bu onları çok iyi tanımamı sağladı. Bir annenin tüm gününü bu şekilde
geçirmesi elbette kolay değil, kafayı yer insanJ Ama eşler var neyse kiJ Ben bunaldığımı
hissettiğimde bir hafta sonu birkaç saatimi arkadaşlarımla kahve içerek, sohbet
ederek geçirebilmeliyim mesela...
Biz şimdi gazdır uykudur uğraşıyoruz ve bazen zorlanıyoruz.
Size bakınca “ohh rahatlamışlardır” diyorum J
Büyüyünce de daha farklı şeyler geliyor gündeme sanırım değil mi?
Çocuk büyütmenin hiçbir aşaması çok
kolay değil bence. Zorluğun derecesi biraz değişiyor belki. Büyüdüklerinde
kendi kendilerine hareket etme diye bir rahatlık var mesela. Bu da anne-baba
olarak kendimize daha çok zaman ayırmamızı sağlıyor. Arkadaşlarında geceleyebiliyorlar
ya da oynamaya gidiyorlar vs. Buradaki zorluk daha çok okulla birlikte
başlıyor. Doğru okul seçimi, arkadaşların seçimi gibi. Eğitim Türkiye`de bir
dert yumağı maalesef. Bunu da başka zaman anlatırızJ
Faydalandığın çocuk
eğitimi kitaplarını hatırlıyor musun?
Çok aşırı kitap okuduğumu
söyleyemem. İki dilli büyütmeyle ilgili kitaplar ve bebekken hafta hafta beni
nelerin beklediğini takip edebildiğim bir kitabım vardı. Almanca idi çoğu
okuduğum kitap. Haluk Yavuzer`in kitapları da kitaplığımda vardır mutlaka
tavsiye ederim.
İnanılmaz güzel çantalar yapıyorsun. Onlardan da bahsetmeden
geçmek istemiyorum. Ne kadar zaman oldu, nasıl başladın ve nelerden ilham
alıyorsun bu güzel çantaları yaparken?
Çok teşekkürlerJ Öncelikle dikiş hayatımda hep vardı. Annemden dolayı,
çocukken de dikerdim onun yanında. Gençlik ve üniversite yıllarımda dikmedim
elbette. Sonradan gene bir şekilde hayatıma girdiJ
Çanta fikri de kendiliğinden çıktı.
İhtiyaçtan yaniJ Plastik poşet sevgisizliğimdenJ Önce bizim ev için her boy diktim, sonra diktiğimi yakınlarıma hediye
etmeye başladım. Ben uzun yıllardır markete bez çantayla giderim, yolculuklarda
arabada mutlaka bez çanta içinde kitap, oyuncak vs. olur, çocukların kendi
çantaları var zaten. Bez çanta hem çevreci, hem daha sağlam.
Anne adaylarına ve benim gibi taze(cik) annelere neler
tavsiye edersin?
Çok bilmiş gibi davranmak istemem
ancak mutlaka bir şey söylemem gerekirse bebeklerinizle/çocuklarınızla mümkün
olduğu kadar vakit geçirin, onları birey olarak önemseyin derim. Sevginizi
belli edin ve yaptıklarına, düşüncelerine saygı duyun mutlaka ki o da
büyüdüğünde size saygı duysun. Duygularının
ciddiye alındığından, önemsendiğinden emin olan bir çocuk size karşı güven
duygusuyla büyür, sevgi besler.
Katıldığın için çok teşekkür ederim J
Ben teşekkür ederim, çok güzel
hazırlanmış sorulardı
Semiyle sohbetimizi kahveler eşliğinde yapsaydık sanırım buraya sığdıramazdım. Ona soracak daha bir dolu sorum var-dı. Herkesin annelik tarzı farklı elbette ama Semi'nin tarzını çok seviyorum. Tatlı-sert ama disiplinli, sıcakkanlı olduğu kadar olayları soğukkanlı bir şekilde göğüsleyebilen, yenilikçi... Daha da uzatmak istemem ama katıldığın için sahiden bir dolu teşekkürler Semi; iyi ki kesişmiş yolumuz :)
* Kediniz için de çok ama çok üzgünüm :/
** Bir sonraki sohbet tee Amerikalardan hem de çok Can'lı :)
12 Eylül 2014 Cuma
5. Ay :)
1 ay daha geçmiş ve ben yine bir önceki ayda söylediklerimi bir güzel yalamış yutmuşum.
İnsan hayatında minik bir zaman dilimi belki ama bebekler için kooocaman bir atılım sanırım.
"Biz artık şunu yapıyoruz; ötekiler geride kaldı yaşasın"ların her zaman eklenerek değişeceğini çok güzel öğrendim. "Onu asla yapmam" dediğim şeylerden bazılarını yaptım. "Düzenimiz artık böyle" dediğimde ters köşe oldum. (Zaten bahsettiğim şey düzensizlikti...) Yani yine kısaca dolu dolu 1 ay geçirdik.
- Elif maşallah diyeyim her bebek gibi kıpır kıpır. Bize çok hareketli geliyor ama muhtemelen sadece Elifi gördüğümüz için böyle düşünüyoruz. Yani yerinde duran bebek yok sanırım.
- Çoraplarını illa ki çıkartıyor. O çorap kesinlikle ayakta durmayacak; onun yeri ağzın içi :)
- Ah o benim sırma saçlarımdan eser yok şimdi :) (arabesk bir şarkıyı mırıldanır gibi oldum) Tamam abartmayayım saçlarım hiçbir zaman kooocaaamaan değildi ama bana yetiyordu; iyiydik yani. Biraz kişiliksizdi. Tarandıktan hemen sonra bile annem "saçlarını tara" derdi çünkü tarandığı anlaşılmazdı, öyle karışık karmaşıktı ama ben seviyordum onları. Ta ki bir çoğunu kafamda değil de yastığımda yerde Elif'in elinde omzumda vs. görene kadar! Bir acayip dökülüyorlar ve yeni çıkanlar beyaz çıkıyor. Bu senenin modası Storm gibi bir şey olmazsa yandım :) Neyse şimdi bir şampuana başladım, 1 hafta oldu, fayda görürsem onu da yazarım.
- Elif son 2 haftadır ishal. Ve genel keyfinin iyi olması + İhmalkarlığımız sebebiyle doktora daha yeni gittik. Ankarada da şahane bir salgın varmış. Ama çok şükür tahlil iyi çıktı. Peki Elif neden ishal? Başka bir çocuk doktoruna daha gittik. Ona göre de Elif ishal değil. Diş mi dedik? Yok. Ben kendimden şüphelendim. Bu ara ayaklarım hiç ama hiç ısınmıyor. Bu sıcaklarda ısınmayacaksa ne zaman ısınır? Ayağımda çorap üstü yün patik var :)
- Şok Şok Şok!!! Elif kendi kendine uyumayı öğrendi... Hahaha yazınca bile güldüm :) İnşallah o da olur bir gün ama geçen aya göre uyku konusunda ilerlediğimiz tek şey Elif'in gündüz uykularının ayağımda sallamaya geçince azıcık iyiye gitmesi. Genelde 30 dakika sonra uyanıyor ama ayağımdan hiç bırakmadığım için uykusu açılmadan yeniden uyutuyorum. (geçen ayki "sanki o daha mı iyi" dediğim ayakta sallamanın ne iyi bir şey olduğunu anladım; sebebi bir sonraki satırda.)
- Veeee bu ayın en en en güzel gelişmesi neredeyse her güne 1 kitap okumuş olmam oldu. Henüz çoğunun yazısını bloga ekleyemedim ama bazılarını zaten unutmam mümkün değil. (Uyandığımda "Ağacın kalbine gidiyorum" dediğime göre...) Elif'e bu ay pek fazla kitap okuyamadım, bolca kukla oynattım ama... Kukla hikayeleri uydurdum ki bence bu daha eğlenceliydi :) Ve Elif nedense tavşanı çok sevdi :)
- Elif ilk defa kahvaltı masasından kendi elleriyle yürüttüğü biberi damakladı :) Dişledi desem olmaz, dişi çıkmadı çünkü.
- Bu ayın en üzücü gelişmesi de, az önce Lokum için yediğim balıktan ayırmam oldu :/ Son aylarda onunla neredeyse hiç ilgilenememiş olmanın verdiği vicdan azabı zaten yeterince oturdu içime.
- Babaanne ve anneanne ziyaretleri evimizde büyük bir neşe ile karşılandı. Sahiden iyi ki var'lar. Bir de minik teyzoş ziyaretimiz oldu :) Keşke her ay olsa... Onun gidişine de alışamadım. Yok ben sahiden ayrılıkların insanı değilim :/ Ah Lokum ah...
- Bebek bakımı ve gelişimiyle ilgili okuduğum satırları azalttım. Gına geldi resmen. "Tatlım yoksa sen hala pijamanla mı geziyorsun" denilmesini de sevemedim. Evet ya evet, bazen akşama kadar pijamamla geziyorum ve mutluyum. Oh!
- Elif ilk mektubunu ananesine yazdı. O da bir hayli duygulandı. Ah şu ananeler :)
- Elif uykuyu hala ve ısrarla sevmiyor. Ama uyuyunca da rahatlıyor. Uyanırken de öyle hafifçe değil de ya deriiiin bir ağlamayla ya da birden gözlerini açıp "ee ne kaçırdım uyurken" bakışıyla açıyor. Uyurken çok da bir şey kaçırmadığına hala inandıramadık.
- Az uykudan ara ara gündüz hülyaları görmeye başladığımı düşünüyorum :)
- Karabalıkla anlaştık bir gün sinemaya gideceğiz. İlk yarıyı ben izleyeceğim, ikinciyi de o izleyecek. Böylece hem tasarruf edeceğiz (tek biletle) hem de birlikte sinemaya gitmiş gibi birbirimize olayları anlatacağız.
- Elif, ilk kez bir düğüne katıldı. 7'de başlayacak düğün için 6.30'da yola çıktık ve düğün salonunu şiddetli yağmurun da etkisiyle 8.30'da bulduk çünkü yolda kaybolduk. Gelin ve damat 8.40ta içeri girince pek keyiflendik doğrusu; hiçbir şey kaçırmamıştık :) İşte o kır düğününde tanıştım bu kurtlu elmalarla.
- Biliyorum ki artık sesim inanılmaz güzel olmasa da Elif'i uyutmada çok işe yarıyor. "Bir Başkadır Benim Memleketim" şarkısının "laylay laylay laylay laylay"lı versiyonunu uyduruktan birkaç söyledim, hani nereden aklıma geldiyse, şimdi bu şarkıyla uyuyuyor :)
- Bazen İnişli çıkışlı da olsa Elif'e her baktığımda "iyi ki gelmişsin hayatımıza" diyoruz. Karabalığın Elif ağlarken "çok tatlı ağlamıyor mu" deyişi de bunun kanıtı herhalde. Babalar ve kızları :) Biz de şöyle anası ve kızı olabiliriz:
-Daha geniş yer verene kadar kısaca "Biricik Dünyam" sitesinde konuk yazar oldum diyeyim :) Becerebilir miyim bilmiyorum çünkü bu blog benim kendi yağımda kavrulduğum yer :) Bu güzel anılar için Biricik'e ve tabii ki Tanla'ya çok teşekkürler :) (ilk yazımı okumak isterseniz burada)
- Elif, gözlükten ve gözlüklülerden hoşlanmadığını açıkça belli etti bu ay :) Çünkü bence kendisi "haydutsporun başkanı" lakabını cidden hak ediyor :)
Bu ay da bu kadarmış yaşadıklarımız. Hala çocuk doktorumuzu sevmeyip neden yola onunla devam ettiğimizi sorguluyoruz. Ve Elif hala ona bir yumruk atmadı, yüzüne kusmadı, eline çiş yapmadı ama onu görünce ağladı ve onun da kafası şişti :) (evet kötü anneyim :)
Önümüzde kısmetse Kurban Bayramı ve babaannee/dedee ziyareti var. Oradan da bolca güzellik biriktireceğimizi düşünüyorum.
*Aslında bir gelişme daha var ama o Elifle doğrudan ilgili değil; onu da başka bir yazıda kutlayayım pardon yazayım :)
Ne dersiniz, Lokum beni/bizi bir nebze olsun affetmiş midir?
Bizi özlüyor mudur?
İnsan hayatında minik bir zaman dilimi belki ama bebekler için kooocaman bir atılım sanırım.
"Biz artık şunu yapıyoruz; ötekiler geride kaldı yaşasın"ların her zaman eklenerek değişeceğini çok güzel öğrendim. "Onu asla yapmam" dediğim şeylerden bazılarını yaptım. "Düzenimiz artık böyle" dediğimde ters köşe oldum. (Zaten bahsettiğim şey düzensizlikti...) Yani yine kısaca dolu dolu 1 ay geçirdik.
- Elif maşallah diyeyim her bebek gibi kıpır kıpır. Bize çok hareketli geliyor ama muhtemelen sadece Elifi gördüğümüz için böyle düşünüyoruz. Yani yerinde duran bebek yok sanırım.
- Çoraplarını illa ki çıkartıyor. O çorap kesinlikle ayakta durmayacak; onun yeri ağzın içi :)
- Ah o benim sırma saçlarımdan eser yok şimdi :) (arabesk bir şarkıyı mırıldanır gibi oldum) Tamam abartmayayım saçlarım hiçbir zaman kooocaaamaan değildi ama bana yetiyordu; iyiydik yani. Biraz kişiliksizdi. Tarandıktan hemen sonra bile annem "saçlarını tara" derdi çünkü tarandığı anlaşılmazdı, öyle karışık karmaşıktı ama ben seviyordum onları. Ta ki bir çoğunu kafamda değil de yastığımda yerde Elif'in elinde omzumda vs. görene kadar! Bir acayip dökülüyorlar ve yeni çıkanlar beyaz çıkıyor. Bu senenin modası Storm gibi bir şey olmazsa yandım :) Neyse şimdi bir şampuana başladım, 1 hafta oldu, fayda görürsem onu da yazarım.
- Elif son 2 haftadır ishal. Ve genel keyfinin iyi olması + İhmalkarlığımız sebebiyle doktora daha yeni gittik. Ankarada da şahane bir salgın varmış. Ama çok şükür tahlil iyi çıktı. Peki Elif neden ishal? Başka bir çocuk doktoruna daha gittik. Ona göre de Elif ishal değil. Diş mi dedik? Yok. Ben kendimden şüphelendim. Bu ara ayaklarım hiç ama hiç ısınmıyor. Bu sıcaklarda ısınmayacaksa ne zaman ısınır? Ayağımda çorap üstü yün patik var :)
- Şok Şok Şok!!! Elif kendi kendine uyumayı öğrendi... Hahaha yazınca bile güldüm :) İnşallah o da olur bir gün ama geçen aya göre uyku konusunda ilerlediğimiz tek şey Elif'in gündüz uykularının ayağımda sallamaya geçince azıcık iyiye gitmesi. Genelde 30 dakika sonra uyanıyor ama ayağımdan hiç bırakmadığım için uykusu açılmadan yeniden uyutuyorum. (geçen ayki "sanki o daha mı iyi" dediğim ayakta sallamanın ne iyi bir şey olduğunu anladım; sebebi bir sonraki satırda.)
- Veeee bu ayın en en en güzel gelişmesi neredeyse her güne 1 kitap okumuş olmam oldu. Henüz çoğunun yazısını bloga ekleyemedim ama bazılarını zaten unutmam mümkün değil. (Uyandığımda "Ağacın kalbine gidiyorum" dediğime göre...) Elif'e bu ay pek fazla kitap okuyamadım, bolca kukla oynattım ama... Kukla hikayeleri uydurdum ki bence bu daha eğlenceliydi :) Ve Elif nedense tavşanı çok sevdi :)
- Elif ilk defa kahvaltı masasından kendi elleriyle yürüttüğü biberi damakladı :) Dişledi desem olmaz, dişi çıkmadı çünkü.
- Bu ayın en üzücü gelişmesi de, az önce Lokum için yediğim balıktan ayırmam oldu :/ Son aylarda onunla neredeyse hiç ilgilenememiş olmanın verdiği vicdan azabı zaten yeterince oturdu içime.
- Babaanne ve anneanne ziyaretleri evimizde büyük bir neşe ile karşılandı. Sahiden iyi ki var'lar. Bir de minik teyzoş ziyaretimiz oldu :) Keşke her ay olsa... Onun gidişine de alışamadım. Yok ben sahiden ayrılıkların insanı değilim :/ Ah Lokum ah...
- Bebek bakımı ve gelişimiyle ilgili okuduğum satırları azalttım. Gına geldi resmen. "Tatlım yoksa sen hala pijamanla mı geziyorsun" denilmesini de sevemedim. Evet ya evet, bazen akşama kadar pijamamla geziyorum ve mutluyum. Oh!
- Elif ilk mektubunu ananesine yazdı. O da bir hayli duygulandı. Ah şu ananeler :)
- Elif uykuyu hala ve ısrarla sevmiyor. Ama uyuyunca da rahatlıyor. Uyanırken de öyle hafifçe değil de ya deriiiin bir ağlamayla ya da birden gözlerini açıp "ee ne kaçırdım uyurken" bakışıyla açıyor. Uyurken çok da bir şey kaçırmadığına hala inandıramadık.
- Az uykudan ara ara gündüz hülyaları görmeye başladığımı düşünüyorum :)
- Karabalıkla anlaştık bir gün sinemaya gideceğiz. İlk yarıyı ben izleyeceğim, ikinciyi de o izleyecek. Böylece hem tasarruf edeceğiz (tek biletle) hem de birlikte sinemaya gitmiş gibi birbirimize olayları anlatacağız.
- Elif, ilk kez bir düğüne katıldı. 7'de başlayacak düğün için 6.30'da yola çıktık ve düğün salonunu şiddetli yağmurun da etkisiyle 8.30'da bulduk çünkü yolda kaybolduk. Gelin ve damat 8.40ta içeri girince pek keyiflendik doğrusu; hiçbir şey kaçırmamıştık :) İşte o kır düğününde tanıştım bu kurtlu elmalarla.
- Biliyorum ki artık sesim inanılmaz güzel olmasa da Elif'i uyutmada çok işe yarıyor. "Bir Başkadır Benim Memleketim" şarkısının "laylay laylay laylay laylay"lı versiyonunu uyduruktan birkaç söyledim, hani nereden aklıma geldiyse, şimdi bu şarkıyla uyuyuyor :)
- Bazen İnişli çıkışlı da olsa Elif'e her baktığımda "iyi ki gelmişsin hayatımıza" diyoruz. Karabalığın Elif ağlarken "çok tatlı ağlamıyor mu" deyişi de bunun kanıtı herhalde. Babalar ve kızları :) Biz de şöyle anası ve kızı olabiliriz:
-Daha geniş yer verene kadar kısaca "Biricik Dünyam" sitesinde konuk yazar oldum diyeyim :) Becerebilir miyim bilmiyorum çünkü bu blog benim kendi yağımda kavrulduğum yer :) Bu güzel anılar için Biricik'e ve tabii ki Tanla'ya çok teşekkürler :) (ilk yazımı okumak isterseniz burada)
- Elif, gözlükten ve gözlüklülerden hoşlanmadığını açıkça belli etti bu ay :) Çünkü bence kendisi "haydutsporun başkanı" lakabını cidden hak ediyor :)
Bu ay da bu kadarmış yaşadıklarımız. Hala çocuk doktorumuzu sevmeyip neden yola onunla devam ettiğimizi sorguluyoruz. Ve Elif hala ona bir yumruk atmadı, yüzüne kusmadı, eline çiş yapmadı ama onu görünce ağladı ve onun da kafası şişti :) (evet kötü anneyim :)
Önümüzde kısmetse Kurban Bayramı ve babaannee/dedee ziyareti var. Oradan da bolca güzellik biriktireceğimizi düşünüyorum.
*Aslında bir gelişme daha var ama o Elifle doğrudan ilgili değil; onu da başka bir yazıda kutlayayım pardon yazayım :)
Ne dersiniz, Lokum beni/bizi bir nebze olsun affetmiş midir?
Bizi özlüyor mudur?