Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




Elifli hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Elifli hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ağustos 2015 Cuma

Wave - BDK :)

Deniz karşımda olsaydı, ona doğru koşar ve ne yapacağını hiç düşünmeden ona sarılırdım. Bir müddet de öyle kalırdım.
Ankara'yı hala sevmiyor olmamda (13 yıldır) deniz eksikliğinin etkisi çok büyük. Oldukça çorak bir arazi ve yüzleri gülmeyen mesafeli insanlar da bu sevgisizliğimi arttırdı sanırım.
Yazın gelmesi demek benim için işin aslı denizi görmekten başka bir şey ifade etmiyor.
Yıllardır yapabildiğim tatiller sadece 5'er günlük olduğu için "yaşasın yaz geldi, tatile gidelim" havasında değilim. Hatta bugün iyice fark ettim ki ben "yaz insanı" değilim :)
Hayalimde güzel bir sonbahar havası var; dışarıda ince bir hırkalık serin hava, yürüyüş yapıp yine hülyalara dalmışım sonra da eve gelip bu hülyaları çalışma masama dökmüşüm. İçinde biraz sonbahar yaprakları biraz da yapmak istediklerim, baharat niyetine de yürüyüşte keşfettiklerim var.
Sonbahar bende çalışma ve üretme duygusu uyandırıyor. Yazın uzun ama verimsiz geçen günlerinin aksine sonbaharda bir huzur var sanki.
Bu yazının konusu sonbahar sevgim değil elbette, sonunda ve inşallah denize kavuşacak olmamız. 1 haftalık Mersin anane yazlığında konaklayıp, minik yeğenim Ayça balığını çokça mıncırıp denizi izlemek istiyorum. Denize ilişkin hayalimde "yüzmek" de yok. (tamam bir ara girerim de elbette) Ama önce denizle bir hasret gidereyim bakalım, 1 yılda neler yapmış, ben yokken neler neler olmuş oralarda :)
BDK'da Wave hakkında bir şeyler yazmıştım, okumak isteyen olursa buradan bakabilir. (Wave hakkında meğer önceden blogda da yazmışım :)
İçinde "deniz" geçen, benim şimdiye kadar okuduğum en güzel kitaptır kendisi. Denize olan özlemimi bu kitapla gideriyorum bile diyebilirim. İçinde yazı yok, ki böyle bir şeye gerek de yok. Çizen kişi Suzy Lee olunca (evet bir ara Suzy Lee'nin hayal dünyasıyla ilgili beyin kıvrımlarına dalma planı da yapmalıyım :)

Bizim yazlık hikayesini de inşallah dönüşte uzun uzun yazayım.
Geçen seneki hikayemiz de buradaymış, az önce okudum yeniden, son cümlede yer alan sözümüzü tutamamışız ama bu sene umarım ki bu sözü tutacağım(z), öyle değil mi kara balık :)

Devamını oku »

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Elif'in Kreş Günlüğü -3

Son yazıdan beri değişen şeyler oldu tabii ki.
"Ben kızımı geri istiyorum"dan sonraki gün kreşte kaldım ve uzaktan Elifi gözlemledim. Maşallah gayet de mutluydu. İçime su serpildi, keyfim yerine geldi.
Ertesi haftanın başında Elifin 2 yaşındaki iki çocuğu ısırdığını öğrendik. Bu da olabilir... Yarın Elif de ısırılabilir neticede.
Öğretmeni Elifin cesaretine hayran kaldığını kaydırak, salıncak, oyun alanı gibi şeylerde arkasına bakmadan her şeyi kendi yapmaya çalıştığını söyledi. O da güzel.
Kreşten beri normalde hiç yemediği muz ve domatesi yemeye, süt içmeye başladı. Şaşırdık. Öğretmeni "daha çok şaşıracaksınız" dedi :)
Ve geçen hafta hafif burun akıntısıyla başlayan ve yaklaşık 4 gün yoğun olarak ateşli geçen günlerden sonra anladım ki 16 aylık bir bebeği evde tek başına eylemek gittikçe zorlaşmış. Belki hasta olmasının da etkisiyle birkaç gün bir hayli zor geçti. Bu süreçte "ee çocuk büyütmek kolay değil" laflarını duyduk. Gülümsedim sadece ama inanın insan sadece "seni anlıyorum" cümlesini duymak istiyor o kadar. Geçici olduğunu ve durumumuza şükretmemiz gerektiğini biliyoruz zaten. Sadece o an, yani tam olarak "o an"larda, insan kendini yorgun, halsiz, uykusuz(belki çaresiz) hissettiğinde "seni anlıyorum", "çok yakında geçecek bu günler" cümlesi duymak kadar iç ferahlatıcı bir şey olamaz.
Elif son 1 aydır ciddi şekilde ağlama krizi, inatlaşma hareketleri gösteriyor. Kreşteki psikolog bunun gelişiminin bir parçası olduğunu söylüyor. Gerçekten bir sebep varsa önemseyin ama yoksa olayı sıradanlaştırın, dikkatini dağıtın diyor.
Kreş maşallah şimdilik iyi gidiyor. Doktoru, hemşiresi, psikologu ve öğretmeni bize güven veriyor, Elif de mutlulukla gidiyor kreşe.
İnşallah böyle devam eder.
Elifle daha az vakit geçirdiğim için üzüldüğüm zamanlarda aklıma "evde olsak, daha çok vakit geçirsek ama ben ona bu kadar sabırlı davranamasam" gibi zıt bir düşünce getiriyorum. Vicdan azabım oldukça hafifliyor.
Beni/bizi çok özlediğini görebiliyorum. Hatta dün iş yerinden biri "kreşe gitmesinin ve sizinle vakit geçirememesinin hüznünü ömür boyu yaşayacak" deyip kalbimin ortasına derin bir çizgi çekip yutkunmama sebep olsa da yaşadığımız olayın iyi taraflarına odaklanmaya ve bu durumdan keyif almaya çabalıyorum.
Kolay olmuyor ama deniyorum...

Bu şekil bir ağaç mı yoksa bir geyik mi :)



Devamını oku »

30 Temmuz 2015 Perşembe

Elif'in Kreş Günlüğü-2


Elif kreşte 7. haftasını bitiriyor yanlış hesaplamadıysam tabii ben :)
İlk yazıdan sonra neler değişti?
Ben kendi içimde bir takım aydınlanmalar yaşadım. Aslında ilk yazıda da bunu belirtmiştim. Yani hayalimdeki şey şuydu: ben işe dönmüyorum, evimizi yine de taşıyoruz daha merkezde bir yere, Elif haftada birkaç gün 2-3 saatlik oyun grubuna katılıyor, ben işe dönmüyorum. "İş" kısmını iki kere yazmış olmam da tesadüf değil bence. Sizce?
İlk 4-5 hafta boyunca itiraf etmem gerekirse çok rahatlamış hissettim. Çünkü fazla fazla bir aradaydık, molamız yoktu ve ikimiz için de değişik bir ortam iyi olacaktı. Oldu. Ama bu süre bitti. Şimdi ben kızımı geri istiyorum.
Elifin kreşte keyifli vakit geçirdiğini henüz konuşamasa da hareketlerinden anlayabiliyoruz. Araba park ederken bile kreşi görüp kollarını kaldırıyor "yaşasıın" şeklinde :)
Kreşe gidene kadar da bir şey yedirmiyoruz ki orada kahvaltısını daha güzel yapsın diye. Arabada şarkı, türkü, oyalama, dikkat dağıtma gibi şeylere zaten alışkınım.
Yalnız akşamları ben biraz kötü oluyorum. Bu ara özellikle Elifi almamız 6'yı geçe oluyor. Öğretmeni de geliş saatinizi biliyor, mümkünse 17.30da gelin dedi ama biz buna uyamıyoruz :/ Hatta geçen gün 18.20 gibi aldık, Elif iyiydi de ben ağladım iyi mi :/ Sabahları bırakırken etkilenmesin diye hemen bırakıp çıkıyoruz, durumu anlayamıyoruz işe yetişme telaşından. Öğleden sonra bende karıncalanma başlıyor zaten. Hep bir gidip görsem halim var, uzaktan tabii. Öğretmeni Elifin maşallah sınıfta en küçük olmasına rağmen gayet sosyal, uyumlu olduğunu söyledi. Ondan büyüklerle arasında 6-8 ay var. Akşamları bize koşuşundan bizi özlemiş olduğunu hissediyorum. Ama öğretmeniyle de çok gülerek ayrılıyorlar. El sallama, öpücük seansları oluyor :)
Sonrasında "vicdan" konuşmaya başlıyor: "Elif çok küçük değil mi?", "Acaba biraz daha evde dursa olmaz mıydı?" diye.
Elifin evde durabilmesinin benim gözümde tek yolu benim de evde durmam. Yani amacım çocuğu -ne olursa olsun- evde tutmak değil, benimle evde durmasıydı. Bakıcı, aile büyükleri -yine büyük konuşmuş olmayayım- seçenek değil bizim için. "İznim varken ben biraz daha baksaydım çocuğuma" cümlesini susturamıyorum. Mücadele etmezsem belki susar, bilmiyorum.
Tabii ki bunda her gün en az 3-5 kere duyduğum "hiii, küçücük çocuk kreşte mi?", "e nasıl bırakıyorsun, ağlamıyor mu?" cümlelerinin de etkisi oluyor. Söylediğim cevap hep aynı: "Biz vicdansız anne babayız". Konu kapanıyor. Bir de insanlar ısrarla Elifin ağladığını duymak istiyor gibi. "Ağlamıyor" deyince tuhaf bakışlar oluyor ve şu cümle geliyor arkasından "evde seninle sıkılmış demek". "Evet, çok sıktım ben çocuğu, tüm gün değil dışarı çıkarmak yatağından bile almıyordum dışarı" diyorum. Susuyorlar.
Neden böylesi bir laf ebeliği mücadelesi var? Gülüp geçtiğim zamanlarda daha çok konuşma hakkı elde ettiklerini düşündüklerinden bu cümlelerin dozu da kaçıyor, daha çok canım sıkılıyor.
Ama illa sıkılıyor sanırım, yazınca daha çok anladım. Hatta yazınca biraz daha rahatladım ki benim için blogun amacı da buydu. Yani buraya yazdıklarımı günlüğüme de yazabilirim-ki bir kısmını yazıyorum zaten- ancak bir etkileşim kuramam. Aslında sen sevgili okur, yorum yazdığında/hayatından bir şeyler paylaştığında/"ben de yaşadım, üzülme geçiyor" dediğinde insanın içine cidden su serpiliyor. Yeri gelmişken teşekkür edeyim :)
Bugünlerde Elifi bir iki saatliğine uzaktan izlemek gibi bir niyetle okuluna gideceğim. Öğretmeni yanlış anlamasın diye önceden sordum, böyle bir niyetim var, ne zaman geleyim dedim. "Bizim için hiç fark etmez, siz ne zaman uygunsanız" dedi. Zaten geçen gün onun yanında ağladığım için durumumu gayet net biliyor.
İlk yazımda demiştim ya, ben bazı şeyleri geç anlarım diye. İşte bu da onlardan biri. "Normal" insanlar ilk aylarda ağlar, sonra durulur. Ben ilk başta "cool" takılırım-neden bilmiyorum- sonra da patlar.
Geçen hafta sevdiğim bir arkadaşıma şu mesajı attığımı hatırlıyorum: "bende bir sorun var sanırım, ben Elifi özlemiyorum". Bu ikisi ne yaman çelişkidir aslında değil mi? O günden bugüne neler mi değişti yani 1 haftada.
Elif son zamanlarda oldukça fazla inat, ağlama krizi, bağırma krizi, gece terörü gibi şeyler yapmaya başladı. O kadar sabrım tükendi ki aylar önce çok bunalıp ona bağırdığım zamanlara döndüm. Bu da çarpı iki vicdan demek ne yazık ki :/ Bu hafta ise gelişim süreçleriyle ilgili bir şeyler okudum ve onu anlamaya çalıştım. Yaşadığı değişiklikler, diş süreçleri, bir anda tüm gün ayrılmamız vs. Hepsi için ona daha fazla sabır göstermeliyim. Bağırarak halledebileceğim bir şey yok. Tek yapmam gereken aslında onu biraz daha anlamaya, dinlemeye çalışmak. Kriz anlarını önceden görüp dikkatini dağıtmak. Bunu yapabilmem için de işe başlamadan önce güzel bir tatile gidebilseydik tam süper olacaktı ama olmadı. Elimizdekilerle yetinmesini ve şükretmeyi de bilmek gerek sanırım. Ben de bolca bir şeyler yazıyorum, çiziyorum, okuyorum. Zihnimi boşaltacak güzel bir fiziksel aktivite arıyorum ki aslında bunun yürüyüş olduğunu da biliyorum ama yap(a)mıyorum.
Kısacası Elifi çok özlüyorum.
Eski hayatımıza dönebilme imkanımız olsa pazarlık yapar, evi değiştirmek şartıyla, bu imkana balıklama atlardım.
Elif 11.5 aylık, Avusturya gezisinden
Bir de ağlayabilmek için tuvalete yetişebilme zorunluluğu olmasa iyi olurdu :/
Devamını oku »

24 Temmuz 2015 Cuma

Günün Mutluluk Sebebi-3

Günün mutluluk sebeplerini aynı gün yazamasam da mutlaka yazmaya çalışıyorum çünkü bu bakış açısını seviyorum.
Daha önce minicik bahsetmiştim, tatlı bir grubumuz olduğundan. Dünün mutluluk sebebi de işte o gruptan arkadaşım olan Balyanak Ailesinin "anne" kişisi :)
Yeni taşındığımız yer ile onların yeni taşındığı yer arası mesafe çok yakın, bu demektir ki sıklıkla görüşebileceğiz.
Balyanak Anne'nin sıcakkanlılığı, hoş sohbeti, pozitif enerjisi ve yanakları sıkılası 3 çocuğunun varlığı dünkü(ben yazıyı yayınlayana kadar gün geçti tabii)  mutluluk sebebim oldu.

Sağdaki meraklı kişi de Elif

Bir diğeri de annemin yaptığı pirinçli börekti.
Göçmenlerde her bayram sabahı yapılan pirinçli börekten biz bu bayram mahrum kalınca bu hafta bizde olan annem ve teyzem bize bayram sabahı neşesi yarattılar :)

 Haberler, gelişmelerden dolayı canım çok sıkkın aslında bugün. Sadece "BALIK" kitabındaki gibi umudumumu kaybetmemek istiyorum. Hayat, biz çok üzülsek de çok sevinsek de geçiyor, zaman akıyor ve geçen zamanın geri dönüşü olmuyor.  Birileri üzülürken zil takıp oynamak istemiyorum elbette, sadece umudumu kaybetmemek ve kalbim sıkışmadan nefes alıp vermek istiyorum. Hayatımda olan/olmayan her şey için de şükrediyorum.
Günün mutluluk sebepleri bu açıdan benim çok işime yaradı/yarıyor, tavsiye ederim herkese.







Devamını oku »

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Elif'in Ek Gıda Süreci / Devam

"Biraz zaman geçsin istedim açıkçası bu yazıyı yazmak için. Çünkü bebekler büyüdükçe huylarıyla beraber yedikleri içtikleri de değişiyor. Tam "işte bunu çok seviyor" diyorsunuz ama ertesi gün bir de bakıyorsunuz ki o çok sevdiği şeyin yüzüne bakmamış. Anne kişisi şokta hatta panik halde. "Neeaaay, napacağım ben şimdi????" Hehehe yok yok, çok şükür henüz o kişi ben değilim. İlk satırlarda yazdıklarım Elif ama bak, onu kaçırmayalım.
Neyse ki şimdiye kadar "yemezsen yeme cicim" hallerimi bozmadım. İnsan bebeğini büyütürken hem kendi de büyürmüş hem de içindeki daha önce hiç görmediği yerleri keşfedermiş ya; işte o hesap bizimkisi. Elif büyüyor, ben büyüyorum. (ki tam buraya uygun bir parantezim var; yakında tammmm 30 yaşında olacağım yehuuu, yani Elif'in ilk yaşından daha önemli değil de ne :) Ve tabii ki keşfediyorum, nasıl bir anneyim acaba diye. Bu da düşünerek olmuyor. Olaylar karşısında verdiğin tepkilerle, kendini gözlemleyerek ve biraz da çevrenin "e sen şöyle şöyle bir annesin" demesinin harmanıyla bir şeyler şekilleniyor. Misal, Elif'in küçük düşme ve çarpmalarına "hadi canım, yoluna devam" dedim hep. Dün ise Elif ilk defa yataktan düştü :/ Yanında değildim ve o sesle beraber sanırım aklım, kalbim başka bir yerlere uçtuuuu sonra geri geldi ki bu 1 saati falan buldu. Hani nerde o "hadi canım, yoluna devam" annesi? Çok çükür bir şey olmadı ama resmen Allah korudu kızımızı. Eliften çok ağladığımı ve sonra Elif'in bana sarılıp sırtıma pışpış yaparak beni sakinleştirdiğini söylememe gerek var mı bilmiyorum...
Yemek işi de bundan farklı değil."
                                                                             ***
Yukarıdaki satırlar şubat ayında yani yaklaşık 5 ay önce yazılmış, yanlış hesap yapmadıysam. Oysa şimdi durum çok farklı, 30 yaşına girdim, Elif 1. yaş gününü geçti ve hatta 15.5 aylık oldu, kreşe başladı... Gelişmeler çok yani.
Ek gıda hakkında genel bir yazı yazmak hep aklımda olan bir şey, neler yaptım nelerden kaçındım arşivimde olsun istiyorum. Ek gıda sürecinin ilk yazısı burada
Ek gıdaya başlamadan önce okuduğum kaynaklar aklımı daha da karıştırmıştı, kimisi muhallebi diyor kimisi "o tabak bitmeyecek" diyor bazıları da rondoyu asla kullanmayın diye parmak sallıyordu. Bizim ek gıda maceramız nasıl olacaktı, meraktaydım çünkü tariflerde yazılan şeyleri anlayamıyordum. Basit bir sebze püresi bile gözümde büyüyordu.
Şimdi dönüp bakınca kendimi tebrik ettiğim konulardan biri de elifin ek gıda sürecinde kendi annelik hislerime güvenerek tamamen içimden geldiği gibi davranmış olmak diyebiliyorum. "de" eki fazla olmuş çünkü kendimi tebrik ettiğim başka bir konu yok. Uyku mu dediniz? Onu da yazacağım, orada ben başkalarını tebrik edeceğim zaten :)
6-8 ay: Ek Gıda Ne Demek, Tanışma & Kaynaşma
Elif 5.5 aylıkken yaşadığı çok yoğun ishalde -ki bence gerek yoktu ama- yoğurda başladık. Elifin yediği şeyleri her zaman önüne bırakmaya çalıştım. Yemeği bir oyun olarak görmesini, yemek sürecinden sıkılmamasını istedim. Başladığımızda hava şartlarından dolayı üstünde bir dolu şey de oluyordu ama ben sonrasında temizlik yapmayı daha pratik buldum hep.
Bu aylarda önerilen aslında 3 gün kuralı ile başlayıp patates, havuç, elma vs. yi rendelemek/haşlamak/püre yapmak gibi şeyler. İlk günlerde ne yapacağımı hiç bilmediğim için bir cam rende ile elmanın püresini verdim. patatesi haşladım, ezdim çatalla. havuç, brokoliyi buharda pişirip önüne koydum. Yemeklerden yarım saat öncesinde emzirmiş olduğum için neyi ne kadar yediğine hiç bakmadım. Sanırım baksaydım da anlamazdım. Bu iki ay biraz tanışma&kaynaşma evresi oldu. Kabakları parmak yiyecek kıvamında hazırlayıp önüne koydum, en çok onu sevdiğini hatırlıyorum.
Kahvaltı olarak yumurtanın sarısı, tuzsuz lor peyniri, biraz ekmek veriyordum.
İlk zamanlarda evde yoğurdu kendimiz yapmaya çalıştık. Pelin Hanım, Pelin Hanııım, uğraştık heralde :) Baktık olmadı, makinesini aldık. Makinedeki yoğurt da ayran kıvamında olunca 8. ayda bu işi bıraktık. Tuzsuz peynir yapmak çok daha kolaydı. Kaynayan süte biraz yoğurt atınca süt kesiliyor ve peynir kıvamına geliyor. Bu peynir işini biraz daha devam ettirdim.
"O tabak Bitecek mi?" kitabını ben biraz abartılı buldum. Çok keskin çizgilerle ayrılıyordu yiyecekler. Çocuğa kaşıkla bir şey vermek mi? Amanın ne kadar saçma, gibi. Ben biraz orta yolda aklıma yatanı yaptım. Yoğurda hep bulandı Elif. Hatta anneme göre çok da iyi beslenemedi :) Ama bence yeterince eğlendi :)
8-10. ay: Özgürlüklerin tadını yavaştan çıkarmaya başladığımız zamanlar. Bu dönemde önüne kuru fasülye, nohut, bezelye gibi taneli yiyecekler koymaya başladım. 8 aylıkken de diş çıkardı Elif.
Elifin öğürme ve böğürme reflekslerini öğrenirken panik olmamaya çalıştım. Neticede o da bu şekilde yutkunmayı öğrenecekti.
6-8 ay arası birkaç defa rondoyu kullandım, rondodaki kıvamı sevmedim. "öz"ü bulamadım açıkçası, bir de ben çok "çorbacı" biri değilim. O yüzden de yiyecekleri Elifin yiyebileceği kıvamda, bazen çatalla az ezerek bazen de ezmeden direk önüne koyarak verdim.
Rahat olmamın sırrı Elifin aç kalmayacağına olan inancımdı. Annesine çektiyse onda da hiç aç kalacak gözün olmayacağını biliyordum. Elif de benim gibi az yer sık yer. Az yediği için ananesi arada panik olur :) Bu aylarda Elife özel olarak yaptıklarımın oranı azaldı ve ortak yiyeceklerimiz arttı.
10-12. ay: Elif için ekstra bir şey hazırlamayı bıraktığım zaman dilimi. Elif az uyuyan bir bebek olduğundan işleri hep pratik olarak halletmeye çalışmamın da etkisi oldu.
Bu aylarda Elif önündeki yiyecekleri çoğunlukla yere atma, fırlatma halindeydi ki hala öyle. Eskiden masanın hemen altından toplayabiliyorduk yiyecekleri, şimdi uzun atma yarışında gibi mutfağın enn dip köşelerini hedef seçiyor kendine.
Bu aylarda kaşar peynirli, omletli kahvaltı, öğlen daha hafifçe bir şeyler, öğleden sonra atıştırmalık meyve ve akşam yemeği gibi bir menüsü vardı.
Atıştırmalık şeyler benim kafamda hala net değil, biraz ne bulursam ondan bundan gidiyor. "Asla yapmam" dediğim pek bir şey olmadı. Tuz ile de bu aylardan itibaren yavaş yavaş tanıştı. Şeker konusunda eskiden daha katıydım, şimdi daha esneğim. Karabalığa kalsa tabii çocuk nutellaya bulanarak büyüyecek :) Paketli, dondurulmuş, hazır gıdaların sağlığımıza ne kadar zararlı olduğunun farkında olarak orta yol bulmaya çalışıyorum.
1 yaş ve sonrası : Tralalala dönemi
Yasaklar tamamen ortadan kalkınca ben de rahatladım. Yumurtanın beyazı, bal, süt gibi yiyecekleri rahatça tüketmeye başladık. Elif hala kaynamış yumurta ise önündeki beyazını tercih eder. Sarısı bazen mideye gider bazen elinde hamur olup şekillenir olmadı yeri boylar. Süt konusu biraz değişik bizde. Ben geç verdim sanırım, aklıma yatmamıştı emzirirken inek sütü vermek. Elif de çok sevmedi zaten. Kreşten gelen notlarda hep "sütü az içti" yazar. Bir de sebze yemeklerinde seçicidir, onun notları da şöyle "tadına baktı/ az yedi/ hiç yemek istemedi" gibi. Normalde canım mı sıkılmalıydı bilmiyorum, her şeyden yememesine ben takılmıyorum. Benim mottom şu: "ekmek seven çocuk can'dır" :) "Sebze yemiyorsa ekmek-yoğurt yer" :)
İlk zamanlarda evde mutlaka yedekte bir şeyler tutuyordum, son aylarda bundan da vazgeçtim. Aç kalacak hali yok, elbet birinden yiyecek. Her öğünde çok dengeli beslenmesi iyi olurdu ama benim o "denge"yi hazırlayacak vaktim olmuyordu ki, zottirik hanım uyumadıklarından :) Kendime ayılmak için yaptığım kahvenin telvesinden veriyordum bir ara, bak ne kadar "denge"liymişim :)
Elif için yaptığım en iyi şey Makarna Lütfen'den aldığım sebzeli makarnalar, erişteler oldu sanırım. Son aylarda tabii ki beyaz un da yiyor, normal makarna da. Bana asıl denge buymuş gibi geliyor.
Kreşteki yemek listesine bakınca bizim karabalıkla klasik diyalogumuz şu : "gitsek bize de yemek verirler mi?" İlerleme kaydediyorum kendi mutfak deneyimlerimde ama her gün için 4 çeşitli muhteşem sofralar hazırlayamıyorum. Hatta yaz geldiği için bizim menü karpuz,peynir,ekmek üçlüsüne döndü. Elifin karpuzu önce eliyle sıkıp gücünü gösterdiği an'ın videosunu da bir yakalasam fena olmaz. Elif son birkaç aydır yemeklere böyle yaklaşıyor: güç gösterisi :) suyunu sıkmak, en uzağa fırlatmak, yüzümüze tükürmek falan. Arada da yiyor. Ki anneme kalsa çok az yiyor, biz yedirelim. Pilavını da Hintliler gibi yiyor Elif. Çatal, kaşık ve tabak onunkilerse yeri boyluyor, bizimkilerse çok kıymetli oluyor.
Uyku konusunda yapamadığım tüm o "cool" anne havalarımı yeme-içme işinde atabiliyorum. Havayı da başkasına değil kendime atıyorum bu arada :) İnsan bir yerde şunu hissetmek istiyor sanırım: oh rahatım, rahatladım.
"Elif yemek yiyor mu?" Aslında ne yediğine ve ne kadar yediğine takılmazsan bence yiyor. Normalde kesinlikle domates yemezdi, kreşten sonra masadaki domatesi gösterince biz ilk başta anlayamadık neyi istediğini :) Son zamanlarda Elif'in düzeni de şöyle: çabuk yiyor ve hemen masadan kalkmak istiyor. Yani biz daha ara sıcaklardayken Elif çoooktaaaan yemeğini yemiş, suyunu içmiş, kalkmaya hazırlanıyor.
Çok şükür şimdilerde "ek gıda" diye bir şeyimiz kalmadı, hepimiz evde ne pişiyorsa hatta pişmiyorsa paylaşıyoruz.
Israrcı olduğum bir konu Elifin mama sandalyesinde bir şeyler yemesi olmuştu, hala da öyle. Mutfaktan aşırıp kaçtığı bir şeyler yoksa elinde genel olarak İKEA mama sandalyesinin çok faydasını gördük diyebilirim. Çok pratik olduğundan anane-babaanneye giderken yanımıza alabiliyoruz.
Uzun bir süre yere poşet sermiştik. Boya yaparken serilenlerden. Her yemek sonrası onu kaldırıp atıyorduk. Şimdilerde Elif o poşedin sınırlarını çok aştığı için yerde halı dahil her şey kalktı, yemek sonrası ekmek,yoğurt vs ne varsa süpürülüp(basit bir çekçek) atılıyor.
Çorbadan bahsetmeyi unutmuşum. Bir ara ben içiriyordum ancak Elif kendisi yemeye o kadar alıştı ki elinde kaşık görünce parmağıyla önünü işaret ediyor,oraya koy diye. Şehriye çorbasının şehriyeleri, çorbaya konan ekmekler, minnak köfteler de böylece yenilebiliyor.
Görsel Elifin omleti olsun dedim ama omletin bu minnoş halini bir daha gören duyan olmadı, o yüzden özenip yaptığım arşivlik bir omlet kendisi :)

Devamını oku »

10 Temmuz 2015 Cuma

Elif'in Kreş Günlüğü :)

Kreşte yaşananları sanki biliyormuşum gibi bir de buraya afilli bir başlık yazdım ya, tebrik ettim kendimi :)
Elifi kreşe vermeyi düşünürken birkaç anne ile görüşmek bana iyi gelmişti, ben de belki bu satırların birilerine faydası olur diye düşündüm. Hem de Elifin orada neler yaptığını, bizim neler yaptığımızı unutmayalım istedim.
Öncelikle benim işyerine dönmeme hakkım daha çok olduğu için bu kararı almak hiç kolay olmadı. Hatta bu teklif karabalıktan geldiğinde anneliğime hakaret saymıştım bu teklifi, itiraf edeyim :)
Tamam arada çok bunaldığım oluyordu ama ben kat'a ve asla işe dönmeyecek ve Elifi de kimselere bırakmayacaktım. Sonra olayın içinde bir "bırakma" eylemi olmadığı üzerinde konuştuk ki ben yine ikna olmadım. Elife çok bağlı/bağımlı değildim bana göre ama sanırım dışarıdan bakılınca biraz öyleydim. Bir yerde de mecburduk çünkü Ankarada Elifi emanet edip 1-2 saat bir yerlere gidebileceğimiz birileri yoktu. 2 kıvırcık kuzenim eminim seve seve Elif'e bakarlardı ama biz zaten uzaktayız, onlar zaten(bize göre) uzakta, hsonu herkesin işi var gücü var... Bir de Elif sadece oyun zamanlarında bir yerlere bırakılabilecek bir çocuk gibi geliyor bana. Uykusu zaten terelelli, yemeği desen sadece evde yapabilirmişiz gibi geliyor(du). Şöyle ki biz Elif'i mama sandalyesinde hep serbest bıraktık, gün geldi eliyle yedi gün geldi kafasını masaya dayayıp ağzıyla yalandı :) Kimseye zahmet vermek istemedik işin aslı. Bir yerden sonra bizim için ev değişikliği biraz şart oldu. Öyle olunca benim işe dönmem gerekli oldu. Hal böyleyken Elif'i tek başına evde bırakmaya da gönlümüz razı olmadı, bari kreşe gitsin dedik :) Bu tabii işin yumuşatılmış hali. Ama bu karara gelene ve bu kararı uygulayana kadar ohooo neler oldu neler. Aslında yalan atmış olmayayım, çok bir şey olmadı, sadece ben bolca ağladım :( Evi değiştirmek istiyor ancak Eliften ayrılmak istemiyordum. Hayatımda değişiklik olsun istiyor ancak bunun bu kadar büyük çaplı olmasını istemiyordum çünkü hazır değildim bence. Yani şöyle olabilseydi, evi değiştirsek Elifi de haftada birkaç gün birkaç saatliğine birine veya kreşe bıraksak ve benim işe dönmem gerekmese, ben iznimi yarıda kesmezdim. Bizim için mecburen "ya hep ya hiç" oldu her şey. Bu süre zarfında çokça da vazgeçtim ben, "yok, istemiyorum, burada devam edelim" dedim. Dedim ama karabalık bunu yemedi :)
Elif kreşe başlamak için çok küçük değil mi?
Bence çok küçük.
Demek ki hatırlamadığım bir zaman diliminde çocuğunu küçük yaşta kreşe veren birini farkında olmadan kınamışım ve kınadığım şeyi de kendim yapmışım, yaptım. (bu bile geldi yani aklıma)
Karar aşamasındayken 1-2 yer gezdik. 2. yeri sevdik ve olayı sürece bıraktık. Elifi kreşe verme işini de olabildiğince erteledik(birkaç hafta) ama zaman er geç karşımıza çıktı. İşe giderken Elifi bırakacağımız için yolumuzun üzerinde, trafikte bizi zorlamayacak bir yer olmasına dikkat ettik. 3. bir yere daha baktık bu şarta uyan. "Psikolog var mı" diyoruz, "var, iki haftada bir geliyor" dediler. Bir de bahçesi oldukça bakımsızdı ve kapısı da açıktı, arkamıza bakmadan uzaklaştık oradan. 1. baktığımız yeri de sevmiştik ancak uyku odaları bana havasız, kasvetli ve dar gelmişti. 2. baktığımız yer oldukça ferah, temiz, düzenli, hijyenik bir yer. Kreşte devamlı hemşire ve psikolog var(ki bu süreçte çok işimize yaradılar) Bahçesi çok güzel, kum havuzları var, kapıda güvenlik var, çocuklar da hep mutlu görünüyordu. En son gittiğimizde öğretmeniyle de tanıştık, Elif ay grubu içinde tek ve en küçük olacaktı(hala öyle) diğer çocuklarla aralarında 6 ay var, onlar da 6-7 kişi sanırım. Bizim öğretmenimiz S. ise Elif ile birebir ilgilenecekti. Anlaştık, karar verdik, sözleştik, pazartesi gittik.
Dırın dırın...
Evden çıkarken ben zaten gözlerim sulu çıktım.
Ki anneler hep şunu demişti: çocuğa asla yansıtma, onun yanında ağlama...
İlk hafta alışma süreci oldu.
1. gün 1,5 saat kaldı kreşte ve ben bekleme odasında mideme giren kramplar eşliğinde kendimi avutmaya çalıştım. Psikolog iki defa Elifi uzaktan gösterdi, gayet iyi görünüyordu :) O gün orada içtiğim nescafeyi ve okumaya çalıştığım kitabı hiçbir zama unutmayacağım sanırım.
2. gün yine 1,5 saat kaldı. O gün ben aşırı rahattım hatta "oturup kitap okumak ne iy geldi bana"" diye mesaj atmıştım.
Bu arada karabalık kreşteki herkese Elife değil sürece annesi alışacak, bem ondan korkuyorum, çok ağlayabilir demişti. Vay gıcık!
3. gün 2 saat kaldı, öğlen yemeğini de yedi. O gün ben kreşten gıcık kaptım ancak hiçbir düzgün sebep bulamadığım için "enerjimiz tutmadı, öğretmen de pek sevecen değil gibi" diye karabalığı da telaşlandırdım. Oh! :)
4. gün: Yasemenlerle buluştuk ama benim aklım Elifteydi, o gün ne olduğunu anlayamamıştım.
5. gün: kahvaltı-öğlen yemeği-uyku derken saat 3 civarı aldık. Kreşin yakınlarında bir yerde oturdum, bekledim, kurmayayım diye dolanmaya çalıştım, o ara canım Zeynep aradı beni(incirlikurabiye) ne iyi geldi onunla konuşmak :) Bir de üstüne annem arayınca, "hah iyi, rahatım artık" dedim. Çünkü annem başak burcu olup mantıklı insan olunması üzerine doktora tezi yazmış biridir, benim ağlaklığıma da hem kızar hem de beni normal hayata döndürür :)
arada hafta sonu oldu ve babaanneler gelmişti, onlar tabii ki kıyamadılar Elif'e. Pazar günü de elif hastalığını yumurtladı. Ondan da bana geçince;
2. haftanın başı birinci ve ikinci gün evde yattık. İkinci günün sonunda doktora gittik, çok makul biriydi(ilk defa gidiyoruz, bizim çocuk doktoru hikayemiz apayrı bir yazı olur ama düzenli gittiğimiz biri yok, devlet hastanesinde kime denk gelirsek ona derdimizi anlatıyoruz çünkü para verip özele gittiğimizde de aynı mameleyi görüyoruz :) hatta Elifle oynadı (bunu 15 ayda ilk defa bir çocuk doktorunda görüp ben şok oldum, genelde tiksinme ifadesi olanlara denk gelmiştik çünkü) ve dedi ki "dişler patlamış, kreşe başlamış, durumu gayet normal, bol sıvı verin, geçer, ateşi de takip edin" hemen yanı bizim kreş zaten. Gittik ki arkadaşları özlemiş bile zottiriği, "eliiif" diye atıldılar. Biz onlara bulaştırmayalım diye haftayı kapatsak mı diyorduk ki kreş benim durumumu bildiğinden "yarın gönderin siz, burada da bakarız Elif'e, acil bir durumda haberleşiriz" dediler. Aklıma yattı çünkü benim Elife bakacak halim hiç yoktu. Bence en temizi karabalığın izin alıp ikimize bakmasıydı :)
2. hafta 3. gün: Sabah 9 gibi baba-kız çıktılar evden, bende bir şaşkınlık hali, tek başına kahvaltı edebilme lüksü(bunu ayrıca yazacağım) derken bir telefon: kreş arıyor.
saat 11de hemşire aradı, "Elifin ateşi 38i geçti, bıraktığınız ilacı verelim mi, gelip almak ister misiniz, burada bakalım mı, ne dersiniz" diye. Bir beş saniye kadar donakaldıktan sonra ağzımdan çıkan şu sözlere ben bile inanamayacaktım: "Siz ilacı verin, izleyin, yarım saate düşer ateş, sonra da uyur; baktınız iyileşmedi yine haberleşelim ama şu an Elifi almayacağız, ben birkaç güne işe başlayacağım ve süreci bu halde bir görelim" Çok kibar ve tecrübeli bir hanım  zaten hemşire, "ilacı sizden habersiz veremem o yüzden aramıştım, nasıl derseniz" dedi. Tabii o an benim içimde bir şeyler koptu mu! "Vay sen ne vicdansız annesin" diye. Çok ağlamadım ama çok üzüldüm. Karabalığa söyledim, şok oldu "hemen gelip alıyoruz demedin yani" diye, "yok" dedim. "senden hiç beklemiyordum bu tepkiyi, iyi yapmışsın" dedi. Akşamüzeri Elifi almaya gitmeden önce tabii ki ben aradım kreşi, öğretmeni durumunu anlattı ve ben çok rahatladım.
4. gün: Ben işe başladım. Hastalığım tam iyileşmeden :/ Gerçi hala burnum aktığına göre beklememem iyi olmuş :)
5. gün: İlk 2 hafta Elifin yastğını götürmüştüm ve Öğretmeni Elifi düzeni bozulmasın diye ayağında sallıyordu ki... Bugün ilk defa yatağında uyuttuğunu söyledi. Ben şok!
3. hafta: Bu hafta da bitti. İletişim kartları sayesinde her gün ne yedi ne yaptı öğrenebiliyoruz. Dün piknik yaptılar mesela :) Ayy ben bir heyecan yap! Yanına hem meyve hem kurabiye verdim iki çeşit.
Psikologun bize demesiyle "siz çok sakin olduğunuz için Elif çabuk kaynaştı"
"Bahsettiğiniz kişi ben miyim?" deyince kız güldü ama ben espri yapmamıştım.
İlk günlerde Elif yolda da bir şeyler atıştırdığı için kreşteki kahvaltıya çok sıcak bakmamış, biz de taktik değiştirdik ve kreşe kadar (zaten 15 dakika) bir şey vermiyoruz. Tabii ki ısrarla "mama mama mama" diyor ve ben ısrarla "mama kreşte" diyorum. Son haftada ise şahane bir çözüm buldum: şarkı söylemek.
İnsanın evladının zayıf noktasını bilmesi kadar güzel bir şey olamaz :) Ali Babanın çiftliği geçerliliğini yitirince "pazara gidelim, 1 elma alalım, pazara gidip 1 elma alıp napalım, happur huppur yiyelim" şeklinde çeşitli meyve-sebze versiyonları olan şarkıyı durmadan söyleyince Elifin neşesi yerine geldi çünkü bazen pazardan nane alıyoruz, kısır yapmak için (şarkı gereği) Hatta bugün pancarı kaynattık, kayısıyı reçel yaptık, soğanı doğrayıp buzluğa attık sonra köftede kullanmak için :) Ona video açsam da susardı belki ama yanlışa yanlış bir uygulamayla son vermek istemedim. Video çocukların susturucu ise bunu cidden oldukça nadir zamanlarda kullanmaya çalışıyoruz. Hani hiç durmadığı zamanlarda mesela. Tv zaten olmadığından işimiz rahat.
Bugünlerde "nasılsın, çok ağlıyorsunuzdur ayrılırken" diye yazan çok kişi oldu. Ki hepsi de canım arkadaşlarım. Ya ben öncesinde çok ağladığım için kendimi iyice hazırladım ya Elifin kreşte bizden öğretmenine gülerek sevinerek gittiğini görüp içim rahatladı ya ben birkaç ay sonra patlayacağım daha olayı idrak edemedim ya da... Ben vicdansız biriyim. Bilmiyorum.
Elifin kreş süreci en çok işyerindeki abi-amcaları rahatsız etti. "15 aylık bebeği kreşe mi verdiniz" tepkisinin farklı tonlamalarda söylendiğini düşünün. İşte ben hepsine " evet verdik, ne kötüyüz değil mi? Bir deneyelim dedik belki Elif ilerde çok güçlü bir çocuk olur"diyorum. Sanırım bana daha da kızıyorlar.
Bir de arada psikolog bizi rahatlatmak için cümle içinde "küçük olduğu için" diyor ya... İşte ben o cümleyle rahatlayamıyor daha da endişeleniyorum :) Hele ilk gün... "Bu hafta alışamazsa üzülmeyin henüz çok küçük" dedi. Evet dedi bunu. O bir saniyede gittim geldim kıza sarılıp ağlamamak için. Tamam neyse ki ağlamadım.
Amma da yazdım ve lafı uzattım değil mi?
Şimdilerde bize verilen kreş çantasından çıkan günlük iletişim kağıdını okumak, çantaya temiz kıyafet koymak bizim evin heyecanı.
Öğretmeni birkaç gündür Elifi benim ona verdiğim hikaye kitaplarını okuyarak kendi yatağında uyutuyor, çok mutlu oluyoruz.
Bu yazıda belki kreş hayatını övmüş gibi oldum, bilmiyorum. Sadece bizim durumumuzda bize en uygun çözüm kreşti ve kreşin olumlu taraflarına odaklanıp kendimi ve Elifi stresten uzak tutmak istiyorum.
Bir de yazmazsam olmaz, Elifi kreşe vermeden bir gün önce babalar günüydü, kuzenimi aradım gününü kutlamak için. "yarın elif kreşe başlayacak böhüüü" de demiş olmalıyım ki bana şunu dedi "sen Amerikada olsaydın ve Elifi daha küçük yaşta kreşe verseydin  daha kötü bir anne olmazdın çünkü orada herkes öyle. Türkiyede anne-babaların çocuklarından kopamıyor olmaları, kreşe daha geç yaşta göndermeleri sen Elifi daha erken gönderdiğin için seni kötü gibi hissettiriyor. Farklı bir ülkede olsan bu vicdan azabını duymayacaktın" dedi. Bu cümle benim aklıma yattı mı, ki zaten aklıma yatacak cümlelere ihtiyacım vardı daha geceden ağlıyordum :/
İşyerimizin çok neşeli bir yer olduğunu söylemiş miydim? Bana şunu diyen oldu: "Hii, kreş mi? Arada baskın yapmalısın oraya, git ve kamera kayıtlarını izle, rehavete kapılmasınlar" Önce şaka yapıyor sandım ama baktım yok değil, gayet ciddi bir yüz ifadesi var. Şaşkınlıktan ben yine gülüvermişim... Cevap bile vermedim.
Kendi anneliğimi arada tartıp biçerken fark ediyorum ki oldukça ortalardayım yani ne çok pimpirikliyim ne de xxl olarak geziniyorum(ki anneme göre öyleyim :P ) Burnu aktığında ya da yemek yerken elimde peçeteyle çocuğu devamlı olarak silmeye/temizlemeye çalışmıyorum, son zamanlarda iştahı eskiye göre oldukça kapandı elimde kaşıkla gezmiyorum, düştüğünde paniklemiyorum(genelde, bazen de aklım çıkıyor) ve devamlı tertemiz giyinmesine dikkat etmiyorum hele ki uyum, kombin vs. bende hiç yok. Sanırım herkes içinden nasıl geliyorsa öyle davranıyor çocuğuna benim de kendi öz mayamda bunlar yokmuş demek ki. Ama aile mayamda var bak hatta annem bana deli oluyor kıhkıhkıh :)
Dün odaya biri -ki gerçekten muhabbetim yok- "esra hanım, başlamışsın hayırlı olsun, çocuğunuzu 15 aylıkken kreşe nasıl verebildiniz?" diyerek girdi gayet de yüksek bir ses tonuyla. "Ya tüh bak nasıl unuttuk sizden izin almayı" diyecektim ama demedim, onun yerine "Biz yeni nesil anne-babayız ve çok vicdansısız,o yüzden zor olmadı" dedim. Adam da bir şey diyemedi. Demek böyle olmak lazımmış, ben yeni yeni anlıyorum. Aklımdan geçen ilk cümleyi söyleyebilecek kıvama da gelirsem yani o kadar pişersem kendimi tebrik edeceğim :)
Sanırım şimdilik bu kadar yazacaklarım. "Aaa bak bunu yazmayı unutmuşum" dediklerimi de ikinci postaya yazarım artık.
3 haftamız aşağı yukarı böyle geçti.
Kreşte olması diğer seçeneklere göre aklıma daha çok yatıyor ancak ne olursa olsun bence imkan varsa sanki 2 yaşına kadar anne-bebiş bir arada olmalı diye düşünüyorum ben de.
Bir de sınıflarında Mira isminde bir kız var, ilk hafta ben de görmüştüm uzaktan, ailevi problemleri varmış ve çocuk hala alışamamış gibi duruyordu Elif başladığında, derken Elifin ona yakınlaşmalarının Miraya da iyi geldiğini duydum, gözlemledim, hani belki de dedim Elifin kreşe başlamasının da vardır bir sebebi...
*Görseli sonra ekleyeyim :)

Devamını oku »

7 Temmuz 2015 Salı

Bu Aralar :)

Caaanıııım blog, seni ne kadar özledim bir bilsen...
Gel sana bir sarılayım önce :)
Geçtiğimiz 1 ayda o kadar çok şey oldu ki, hızımıza ben bile yetişemedim.
Ev değiştirdik yani taşındık,muhit değişikliği bize iyi geldi umarım da böyle devam eder. Eski komşularımı özlerim diyordum, yine özlüyorum ama neyse ki burada da kendime komşu buldum :) karşı komşumla tabak alış verişimiz var mesela, bir de kızları Elif'i çok seviyor.
İkincisi Elif kreşe başladı, 3. haftadayız, o da maşallah gayet iyi gidiyor. Hiç sektirmeden 2. haftanın başında hastalandı, klasik kreş virüsü mü diyorduk ki azı ve köpekler birlikte patladı, işin içine bir de diş olayı girdi.
Üçüncüsü ben işe başladım. Henüz yepyeni bir gelişme bu. Bu konuya az sonra gireyim.
Aslında sadece bu 3 değişiklik bile hayatımızdaki dengeleri oldukça değiştirdi.
İlk günlerde yani toplanma sırasında çok yorulduk, sonra dinleniriz dedik, olmadı. Yeni ev bize biraz fazla iş yükü çıkardı derken Elifi kreşe verdik. Sanırım bende hatlar biraz o ara koptu.
Kreş günlüğünü ayrıca yazmak istiyorum, buraya sıkıştırmadan. Öğretmenini biz sevdik, Elif de sevdi. Birbirlerine alışmış görünüyorlar. Bugün Öğretmeni "yatağına koydum, biraz kitap okudum ve uyudu" deyince sinirle karışık bir alt üst olma durumu yaşadım. şöyle diyecektim halbuki "neeaaayy, ben başaramadım, siz bu kadar kısa sürede nasıl başardınız bu işi hocam???!!"
Elifi 15 aylıkken kreşe verdiğimiz için oldukça uçlarda tepkiler aldık haliyle. "Aaa ne iyi yapmışsınız"lar bir tarafta "siz de anne-baba olacaksınız bir de, el kadar bebeği kreşe vermek de neymiş" ler diğer tarafta. Hatta bugün kreş çıkışı arabaya yürürken torununu almaya gelen bir teyze bizi küçümseyip "şuncacığı da mı kreşe veriyorlar" dedi. Zamanla daha çok alışacağım bu tepkilere ama içimden geçen ilk şey: "müsaitsen sen gel bak teyze" demek oldu, tabii ki gülümsedim geçtim. Böyle anlardaki gülümsemelerim çok yoğun sinir barındırsa da bunu sadece ben anlıyorum ne kötü değil mi? O halde gülümsemeyeyim, onu da beceremiyorum.
Veee gelelim iş yeri mevzusuna. 3 yıl önce çalıştığım yerden başka bir birime nakil olmuştum ve bu yeni yerde de çok zorlanmıştım, o sebepten oraya dönmek istemedim. Önceden bildiğim ama birlikte çalışma imkanımın olmadığı yepyeni bir yere geçtim şimdi. Eski birimim şokta, iş yoğunluğu çok çünkü(hsonları, tatiller ve izin zamanlarnda da çalışıp arada da nöbete geliyordum) gelmeyeceğimi duyunca üzüldüler ama bu üzüntünün kaynağı kara kaşlarım değil elbet :)
Kadınlar hep mi aynı olur yahu, her gören "kilo vermişsin/almışsın" diyor,ilk cümle bu. Demek ki birbirimizin gözünde kilo kadar değerimiz var, artıp azalıyor :) Erkekler daha çok "vaay Esra dönmüşsün" dedi :) Kadınların çoğunlukta olduğu başka bir birim ise kurumda çok gözde ve benim orayı neden tercih etmediğim çok soruluyor. Cevap basit: "Kadınların çok olduğu bir yerde çalışmak istemiyorum". Tercih ettiğim birimde birkaç kadın var sadece, bence çok daha güzel. Bir de eski birimimden neden ayrıldığımı manyak olup olmadığımı kariyerimi hiç mi düşünmediğimi soruyorlar. Valla gülüyorum.İş yerinde tuhaf kaçmasa şen kahkahalarımla güleceğim. "İş yoğunluğu değil sadece huzur istiyorum"diyorum. "Aman her şeyde önceliğin çocuk olmasın" diyor "kendince" tecrübeli anneler, "ben böyle iyiyim" diyorum. "Yeni iş pozisyonun seni tatmin edecek mi?" sorusu çok geldi hani zannedersin herkes nasada çalışıp uzay çalışması yapıyor :) işyerimuhabbetlerim benim hiç bitmez çünkü çok şenlikli bir yerde çalışıyorum. Yaptığım iş gereği de eskiden (halkla ilişkiler) herkesi tanıyorum, dolayısıyla bu günler biraz da herkesle çay çorba muhabbetle geçti. Rütbesi artanlardan değişik tavırda olanları görüp üzüldüm, onlar adına. Ne bileyim "öz" bu kadar "hafif" miymiş diye :)
Bu arada Şuşuöyküsü, bilgeveannesi, leylak dalı ve Yasemen ile tanıştım hatta leylak dalı Nurşen ablanın bize hediyesi bir kitap var ki!
Okuduktan sonra dayanamadım, kitabın üzerinden bir kez daha geçtim, çizelge çıkardım, kitabı irdeledim. Yazarın diline aşık oldum bir de. Hani böyle karşımda konuşsa da ben de iki satır kitap muhabbeti yapsam onunla dedim ki sonradan aklıma geldi, bu yazarla hayat üstüne de ne ala konuşulur :) (sanki babamın oğlu :) * yazarın kim olduğunu tahmin eden oldu mu? Genç bir yazar ve şimdilik ne yazık ki sadece 3 kitabı var. 2. kitabını da bitirmek üzereyim ve önünde kendimce saygıyla eğiliyorum. Keşke tanışma imkanımız olsa dediğim bir isim oldu. hadi bakalım evren, sen aldın mesajımı...
Dilim şiştiğine göre saatlerce yazabilirim ancak yazamam çünkü sıklıkla uyanan Eliftrişkomuz var bizim.
Bu süre zarfında 2 defa kendime yani sadece ben, kendim, bizzat kendim olarak vakit ayırabildiğim an'lar oldu, onları da yazacağım.umuyorum yani :)
Bir de ah yazmasam olmaz, canım pastanem Serender kapanmış :/ Öğle aralarımın kaçış mekanıydı halbuki. Kasadaki renkli gözlü amca Laz şivesiyle ne güzel "nasilsinuz" bile derdi... Çok üzüldüm bu işe, pastanenin gidişine
Bu ara harika ötesi kitaplar okudum ve hiçbirini yazamadım buraya,çok kötü hissediyorum.
Bir de -isim vermeyeyim- iyi kalpli bir anne oğlunun kitaplarından bir koli bizim kütüühanemiz için bağışladı. "Aaa bizim kütüphanemiz mi"dedim!? Evrenciğim,onu da arada hallediver olur mu? Neyse şimdilik yeni evdeki yeni kitaplığımızla yetineyim ben. O da doldu diyorum ama tam o ara karabalık "kuş mu geçiyor"demişim gibi havalara bakıyor :)))
Bak yazmadan geçecektim..neyse son anda hatırladım. Bu ara kitaplarımı internetten almadım, hepsini sahaftan aldım, çoğu da 2. el, onu da yazayım bir ara. benim için yeni kitap alma devri resmen bitti, off çokheyecanlıyım:) hatta geçen gün birkitabın içinde komik bir not vardı abisinden kardeşine "sevgili naz, nazlanmanı dert etmeyecek kişilerle karşılaşırsın hep umarım, iyi ki doğdun, 1998" diyordu :) işte bu muzır notları toplamayı seviyorum, bir de harika arşiv oluşturmaya başladım.Bazı kitapların tüm baskılarını ya da farklı kapak resimleri olanları toplamak gibi. Bayağı bildiğin koleksiyoner oldum kendi küçük dünyamda, aman ne neşe :)
* Tamam peki çatlatmayayım seni sevgili blog, bayıldığım yazar mahir ünsal eriş. DTCF'de okumuş, yıllar bile tutmuyor ama bence ben onu okulyıllarından tanıyorum ki ben DTCF'de bile okumadım :)
Bu arada çok özlemişim seni, canııım blog :)



Devamını oku »

4 Haziran 2015 Perşembe

Annelik İtirafları-1

Annelik sohbetlerine mi özendim acaba kim bilir, oldukça yorgunken yatmadan hemen önce birkaç itirafta bulunmak istedim sanırım. Başına "1" koydum ama bu başlığın "2"si ne zaman gelir tabii bilemiyorum :)
Teee en baştan başlayayım o halde daha açıklayıcı olur:
* Hamile kaldığımı öğrendiğimde içimdeki canlıyı korumak için pek de hareket etmemem gerektiğini düşünüyordum, sanki az hızlı yürüsem ona zarar verecektim. Bu his,zamanla geçti.Hatta son haftalarda Elif aşağı doğru insin diye epey hızlı yürüdüm de yine de bir işe yaramadı :)
*Ben hamileyken, etrafımdaki tüm kadınların hamile olduğunu sanmaya başlamıştım, yoksa o göbekler neydi öyle :) (zannedersin fit biriy(d)im :)
*Nasibimde normal doğum olduğuna çok inanmıştım ya da kendimi öyle şartlandırmıştım. Şimdi geriye dönüp baktığımda sezaryeni bana bu kadar "öcü" olarak gösteren şeyin okuduğum "bazı" bloglardaki "normal doğum yaparsanız iyi anne olursunuz" söylemlerinin olduğunu daha iyi anlıyorum.
* Kitaplardaki bilgileri okudukça gerçekten aydınlandım, kabul. Ancak bu bilgilerin "gerçek" olmadığını anlamam da ortalama yarım annelik ömrümü aldı.
* Kitaplar demişken, sanırım beni en çok bunalıma sokan kişi mükemmeliyetçi Tracy abla oldu.Kendisi bence başak burcuymuş, Allah rahmet eylesin. Annemden alıntılar gördüm onda :) "Ama şekerim doğumdan 3 hafta sonra bile pijamayla dolaşıyor olamazsınız"!!! 3 ay ve sonrasında da gayet pijamalıydım ki ben. Bu durumla gurur duymuyorum ama şartlarım böyleyken de kendimi kitaba uydurmam biraz tuhaf kaçardı herhalde.
*10.günden 4,5 aylık zamana kadar kolikli hayatımızda zamanın 16.55'de durmasını çok istedim ya da direk 23.05 olmasını...
*Kolik zamanı sığındığım bir cümle vardı: "Allahım Elife sağlıkla kavuştuğumuz için şükrediyorum." Sanırım bu cümle olmasa sığınamazdım bir yerlere.
* Koliğin hiç ama hiç geçmeyecek bir şey olduğuna inanmaya başlamıştım.
* Bence en takıntılı olduğum konu,uyku. Elif uyumadıkça uyku eğitimi, danışmanlık,parkta yorma, kucakta sallama,ayakta sallama, arabasında gezdirme, slingde denemeler şeklinde biraz (!) kendimi yıprattım. En büyük itirafım da bu olsun.
*"Normal"i nasıldır bu işlerin hiç bilmiyorum ama uyku saatlerine fazla mı uymaya çalışıp hayatı kendimize dar ediyoruz diye düşünüyorum bazen. Çünkü bazı günler hiç geri gelmiyor. Elif 5-6 aylıkken bir arkadaşımızın diş buğdayına gitmiştik, pastayı yemeden kalktık çünkü Elifin uyku saati gelmişti.Çok sevdiğim bir arkadaşım olunca, hala üzülürüm bu duruma, ne kadar ayıp ettik diye :/
* Uyku konusu hemen takıntılı olduğum hem üzerinde en çok uğraştığım hem de bir arpa boyu yol gitmişken geri yola düştüğüm bir handikap olarak bu itiraf bölümünde bulunsun.Annelik itiraflarımın incisi kendisi :)
* Kendimle ilgili o kadar çok şey keşfettim ki bu süreçte. Sabırsız bilirdim kendimi, o kadar da değilmişim. Dayanıksız bilirdim, sandığımdan daha dayanıklıymışım yahu, aferin bana :)
* Ek gıda sürecinde Elif aç kalacak diye endişeleniyordum çünkü gerçekten hiçbir bilgim yoktu. sebze püresi dendiğinde neyi kastediyorlar onu bile bilmiyordum,öğrendim.
* Her annenin belli konularda takıntılı olabileceğini keşfettim ve tabii ASLA hiçbir anneyi yargılamamayı...
* "Organik" yiyecekler konusu kafamda hala çok net  olmadığından Elif, biraz memleketten gelenler biraz da bildiğimiz marketlerden ne bulursak ondan yiyor. Yoğurdu mayalamayı denedik, uğraştık,makinesiyle bile kıvamı tutturamadık, şu hiç tavsiye edilmeyen market yoğurtlarından yiyoruz evcek.
*Yiyecek konusunda itirafım çok aslında, hepsini yazmayayım ama sınırlarımı çok genişlettiğimi gördüm. Ve itiraf ediyorum, rahatladım. Oh be!
* Temizlik, titizlik konusunda tam beklediğim gibiyim. Annem gördükçe deli oluyor :) Annem Elif'e bakarken kendi çocukluğuma bakıyorum sanki, nasıl mikropsuz bir ortamda büyüdüğümü ve doktorların "sizi fanusta mı büyütmüşler?" lafını anlayabiliyorum. Anlam veremediğim nokta ailemden nasıl bu kadar farklı olduğum? Elifin yemek süreci, etrafa fırlatmaları, kirli elleriyle bir şeyler yemesi, o elleri bir yerlere sürmesi vs beni hiç rahatsız etmiyor, sadece güldürüyor ne yapayım :)
* Etrafımda bu kadar çok "anne/arkadaş" olabileceğini hiç düşünmezdim. Çoğu sanal ortamdan tanıştığım insanlar ama ben onları hiç "sanal" hissetmiyorum. Çocuklarının sanki ablası/teyzesiyim gibi hissediyorum :)
* Elifin yaşadığı ilk şeyleri görebildiğim için binlerce şükrediyorum. Yürümeye başladı ve o gözlerindeki cesaret parıltısını fotoğraflayabilmek isterdim.
* Annelik "çok aşırı zor"zannediyordum ama değilmiş. Bazen bunun iki katı daha zorken bazen de o kadar eğlenceliymiş ki ortada zorluk falan kalmıyormuş,ne ilginç.
* Vicdan dediğimiz hissin en yoğun olarak annelikte yaşandığını iddia ediyorum! İnsan bir şeyi yapsa bir dert yapmasa ayrı vicdan
* Günümüzdeki annelik anlayışlarını sorguladığımda şunu gördüm: aşırı hassasiyet gereksiz bir pimpiriklilik var hepimizde. Ve bu yüzden de bir şeyleri koyverip yaşayamıyoruz o an'ı ve anneliğimizi. "Doğal"mı bağlanmalı yoksa dolambaçlı mı?Çocuğu kaç yaşına kadar nerede,nasıluyutmalı, 3 gün kuralına uymazsak zinhar olmaz, yogasına aktivitesine oyun grubuna da katılmalı,mümkünse tammm zamanında emzik/biberonu/emmeyi bırakmalı, hiç bir şey için geç kalmamalı ve tüm bunları yaparken de an'ın tadını çıkarmalıyız. Yok, bu kısmı atlayalım.Gerçekçi bile değil. Fırınları kirli olup çocukları mutlu olan annelerden olmak istiyoruz bence hepimiz. Ama işte hayat şartları! Anneliğini en "doğal" yaşayanların "fazla uyarıcıya maruz kalmayanlar" olduğunu düşünüyorum. Siz buna köydekiler deyin veya kasabadakiler. Etrafımızda o kadar çok "bunu yapmayın şunu yapın" diyen var ki bu savrulma haliyle daha ne kadar sürükleneceğiz bilmiyorum.
* Bulduğum oyunları, aktiviteleri bolca yaparız diye düşünmüştüm, şimdiye kadar pek yapamadım. Ama şu oldu: Elif birkaç kitabını kapıp kucağıma yerleşiyor ve okumamı işaret ediyor. Bu duyguyu sanırım hiçbir aktiviteye değişmem. Bir de park bahçede elleriyle keşfettiği şeylerdeki heyecanı...
* Elifin büyümesini ve birlikte resim yapmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Duvarlara neden çizim yapılamayacağını nasıl açıklayacağım acaba diye düşünürken geçen gün aklıma geldi, bu benim fikrim değildi ki en başından beri. O halde duvarlara birlikte el izi bırakmamızı ne engelliyordu? Bekle bizi boş koridorlar, duvarlar :)
* Anneliğimi tanımlayacak olsam sanırım "dağınık, rahat, uykusuz, keyifli bazen de kontrol çıkmış" derdim.

Siz de belki bir şeyler itiraf etmek isterseniz.
Şşşttt aramızda :)
Rahat anne eşittir mutlu bebek fotosu, Uşak, bir köy

Devamını oku »

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Bu Aralar: Biraz Temizlenme Vakti

Genelde bahar mevsimi gelince bana bir haller olur, yüklerimden kurtulmak isterim. Fazlalıklar, ağırlıklar gidince de rahatlarım.
Öncelikle kıyafetlerden başladım bu sene. 5 büyük boy poşet kıyafet ayırdım ve ihtiyaç sahiplerine verdim, mutlu oldum. Dolabıma bakınca şunu dedim: "Oh be, rahatladım." Zaten o kıyafetler varken de giymiyordum,topu topu 4-5 aynı kıyafet arasında dönüp duruyordum. Yenilerini almaya aslında hiç niyetim yoktu lakin olaylar pek öyle gelişmedi. Kıyafet alışverişinden inanılmaz derecede nefret eden ben, kendimi yengeçli rahat bir pantolon almış buldum :) Ama çok şirin...
Yakın zamanda evdeki kıvır zıvır vb şeylerden de gözüme gönlüme ağır gelenleri göndereceğim. O da aklımda.
Bir de blog vardı, son zamanlarda çok "yüklü"görünen gözüme. Biraz daha sadeleştirmeye çalışıyorum bu dönem. Tasarım canım Özlem'e ait, baktıkça gülüyorum ve çok seviyorum bu çizimi. Kategorilerimi azalttım. Çocuk kitaplarına alt kategori yapmak istiyordum, kod html vs anlamayınca yapamadım :) Eski yazılarımın da tek tek-vakit buldukça- üstünden gidiyorum. Güncelliyorum, taslağa kaldırıyorum veya siliyorum.Bir nevi yenilenme vakti yani blogum için.
Elifle ilgili ek gıda, uyku, 1. yaş vb yazılar için notlarımı güncelliyorum,umarım bir gün yayınlayabilirim :)
Bu ara zihnimi boşaltan şey yine okumak. Her fırsatta ve ne bulursam okumaya çalışıyorum. Kitap, dergi,blog bu listenin en başı tabii. Son okuduğum kitapları buraya yaz(a)mıyor olmaktan hala suçluluk duyuyorum. Dergi listemin ilk sırasında Dünyalı var. Araştırmacı Çocuk'u da seviyorum. Son dönemde Kafka Okur dergisi hoşuma gidiyor. Eskiden Penguen alırdım, Semracan için, fark ettim ki uzun zamandır almıyorum. Bir de kendime bile komik gelen bir şeyi itiraf etmiş olayım: Evim dergisi alıyorum 2 aydır. Baktım ki ev ile ilgili şeylerden ciddi anlamda anlamıyorum. (yani keşke biri benim yerime halı,perde vs seçse) Ben de fikir edinmek için bu dergiyi aldım. Bu dergiyi küçümsediğimden falan da değil olayın komikliği, beni tanıyanlar niye olduğunu anlamıştır, hani o kadar alakam yok ki ev ve düzen vs işleriyle. Elifin odasına, girdiğimiz ilk perdeciden kadının gösterdiği ilk seçeneği aldık mesela. perde dediğin şeyin biraz daha gezilerek alınması gerektiğini, çok renkli olursa odayı kalabalık gösterdiğini ve benim her baktığımda içimin dolduğunu vs yeni tecrübe ettim.Bir de terimleri öğrenmek için aldım "evim" dergisini işin aslı. Mağazaya gittiğimizde sorulan sorulara "o ne ki" demekten bıktım :) Örnek vermek istemiyorum şu an, "yuh esra"demeyin diye:) Hani bazı insanların doğuştan bir yeteneği olur, uyum renkler düzen uydurabilir...İşte hayranım ben o insanlara. "Ben niye yapamıyorum" diye düşündüm geçen gün. "Farkında bile değilim ki" diye cevap verdim kendime. Yani perdenin "stor" olanı, "zebra"olanı, çift ya da tek dikişlisi ya da teğellisini ben görmüyorum bile. Hani öküz erkekler vardır ya "saçım nasıl olmuş"dersin de "saçın da bir şey mi var"der... İşte ben bu ev, düzen, kıyafet konularında öyle olduğuma karar verdim. Ama bence kötü niyetli de değilim, sadece biraz dalgınım ve cidden görmüyorum çünkü aklım hep bambaşka yerlerde oluyor. Aslında bu da oldukça kötü bir şey, "an'ı yaşamak" olgusuna ters düşüyor. Sadece bulunduğum an'da olamama olgusu benim hep yaşadığım bir şey,o yüzden de artık garipsemiyorum.Neyse ki geçen hafta kardeşim Eda geldi de bana bir"ne neyle giyilir" turu yaptı :) Mesela şu meşhur yengeçli pantolonumu neşeli bir t-shirt ile giyersem "cool" oluyorum, düz bir body ile giyersem "yataktan az önce çıktım, bu pijamalarımı da çok seviyordum o yüzden bunlarla geldim" mesajı veriyorum. Bu ara görüştüğüm insanlar hep aynı şeyleri görecek yani üstümde, çok neşeli :) (Bir de ben kot pantolon dışında rahat bir pantolon grubunun da olduğunu-yaz için- bilmiyordum, ne ara üretilmişler,efil efil ne güzel :)

Ve gelelim asıl kaçmak istediğim konuya: annelik mevzusu. Bir taraftan kafam dolu dolu karmakarışığım diğer taraftan "bu yaşadıklarım herkesin başına geliyor, yalnız değilim, sadece anneyim" diyecek kadar rahatım. (Son zamanlarda okuduğum beni en çok rahatlatan yazılardan biri de bu) Bu yazının devamını anne olanlar okumasın çünkü yeni bir şey yazmayacağım, anne adayları da okumasın ki gözleri korkmasın, bekarlar sırf meraktan okuyabilir :)

Annelik konusunda zaman zaman öyle tökezliyorum ki duvara çarpmış gibi kalakalıyorum. İşin ilginci yine kendi kendime çıkış yolu bulabiliyorum ve bundan da büyük mutluluk duyuyorum. Sanırım şunu kabullendim: annelik, ömür boyu sürecek bir kişisel gelişim süreci. Yani o kadar çok bilmediğim yönümle tanışıyorum ki "sen de mi burdaydın"diye gülümsüyorum çoğu kez. Bir şeyleri başardığımda yani sorunu halledebildiğimde de çok gurur duyuyorum kendimle. O yüzden de yolun inişli çıkışlı olmasına alıştım(sayılır) Tam yaş dönemecinden beri Elif de oldukça değişti. O değiştikçe biz de yeni hallerine ayak uydurmaya çabalıyoruz. Aslında her çocuk gibi yani çok "farklı"bir yanı yok. Uyku, iştah, keşfetme merakı, inat, öfke nöbetleri vb inişli çıkışlı gidiyor. Biz de kendi analık-babalık hallerimizi keşfediyoruz, olan bu :) Yani bu kadar basit. Bu, fotoğrafın üst çekimi. Biraz daha detay çekimlerde ise uykusuz kaldığı günlerde sabrı azaldığı için kendini oldukça kötü hisseden ve çocuğuna sert cümleler kurduğunda vicdan yapan bir acemi anne var. Tanıdınız mı? Bana benziyor sanki... Bazen de benzemiyor. Yani "amanın, o cümleleri ben mi kurdum, vay bana vahlar bana" diyorum. Oyun kurmayı çok beceremem belki ama oyun oynamayı ve çocuklarla vakit geçirmeyi severim. Geçen gün parkta Elifin 2,5 yaşındaki bir kız ile keyifle oynadığına tanık oldum,nasıl mutlu oldum anlatamam. "Merhaba, ben Seniha, sizin adınız ne?" diye yanıma gelen bu sarı-kıvırcık kıza Elif kendi dilinde anlaşarak kum verdi, Seniha da onları tencerede toplayarak bize makarna yaptı :) Çok şükür havalar ısındı da parkta bolca vakit geçirebiliyoruz, Elif istediği kadar debelebiliyor. Elif de kuşları çok seviyor. "Aa bak kuş gelmiş" dediğimde Seniha "Onlar kuş değil, güvercin" diyerek beni gülümsetti. Ama asıl bomba şuydu, yanındaki kovayı(içi de boştu) kafasına geçirip şapka yaptı ve o kadar tatlı oldu ki ben kahkaha attım.Uzaktaki bakıcısı da koşarak yanımıza gelip "Senihaaa, naapıyorsuuun" diyerek hemen o "pis" şeyi kafasından çıkardı. Bir de "doğal olarak" parkta koşmak isteyen çocuğa bakıcının "parkta sadece yaramaz çocuklar koşar" demesi cidden beni düşündürdü.Biliyorum çocuk emanet olunca işler farklı oluyor ama çocuk parkta da koşmayacaksa acaba nerede koşacak? (Bu yazıya sıkıştıramayacağım bir başka yazının konusu da eleştirmek... Bu ara bunu sık yapar olduğumu gözlemledim, kendime çeki düzen vermeliyim.Hem eleştirdiğim şeyi yaşamak zorunda kalmayayım da :)
Nereden başlayıp nereye geldiğimi okurken fark ettim, kafam yine dağılmış ya benim :) Etrafımda olan biteni görmediğimi bugün daha iyi anladım. Geçen gün sevdiğim bir arkadaşıma benim meşhur kurabiyeden yaptım, o gün bir şey fark etmedim. Bugün -ne hikmetse- canım tatlı çekti, Edadan basit bir yoğurt tatlısı tarifi aldım, yaptım."Bu mikser değişmiş sanki" dedim ama kullanırken sebebini anlayamadım. İşim bitip de mikserin ucunu temizlemeye çalışınca anladım ki mikserin ucundaki 2 adet yardımcı karıştırıcı "doğru" olanlar değilmiş!!! "Amanın bunlar ne ki" dedim. Sanırım mikserle uyumlu olan farklı uçlar ama kim bilsin ne işe yarıyorlar ve ne kadar süredir ben onları kullanıyorum??!!
Vaktim varken uyumak yerine bloga yazı yazıyorsam bil ki çok dolmuşum :) Allah sağlık versin, şükür sebepleri versin, gerisi boş aslında değil mi? Yazdığım şeyleri sonradan okuyunca "incir çekirdeği" olduklarını fark edip sevinmek için mi yazıyorum acaba, sahi ben neden blog yazıyordum? 
Onu da bir sonraki yazıda paylaşayım :)
*Rodari-Alis Masallarda kitabından sevdiğim bir görsel :)

Devamını oku »

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Avusturya-Mattighofen Tatili :)

En son "neredeyim" demiştim ve ortadan kaybolmuştum :)
Londrada değildim, Avustralyada ise hiç değildim.
Avusturya'nın Mattighofen isminde minnnacık bir kasabasında tatile gittik, "hala" tatiline.
Daha önce yurtdışına çıkmadığım için neler yaşarız, Elif durur mu uyur mu bir dolu soru vardı.
Oradayken de döndüğümüzde de şunu dedik:"İyi ki gitmişiz"
Yurtdışının benim gördüğüm kısmı gayet "normal"di yani çok acayip vurulduğum bir şey olmadı.
Ya da oldu mu yoksa?
Dur şimdi kafam karıştı yazarken :)
Etrafın yemmmyeşil olması, yolların düzenli/temiz olması, insanların saygılı olması gibi gibi şeyleri sayarsak -ki sanırım yurtdışına giden herkes hele ki Avrupaya gitmişse böyle hissetmiştir- dengeler değişiyor.
Elif küçük olduğundan aklımızda delice gezme planları yoktu. Sahiden de amacımız Elifin halasını ziyaret etmek ve kuzenleriyle bolca vakit geçirmesine imkan sağlamaktı.
Öyle de oldu.
Sağolsun fırtına "violet" seviyesine çıktı ve 2 gün sirenler çaldı "dikkat edin" diye.
Biz de dikkat ettik.
Ama en çok Elifin uyku saatlerine dikkat ettik diyebilirim :)
Bu oldukça kısıtlayıcı gibi görünse de aslında tam olarak değil. Saatlerini bilince çocuğun huysuz değil de mutlu gezmesi bence daha mühim.
2 yaşından 17 yaşına kadar bir dolu çocukla kaynaştı Elif. Kuzenleri, onların kuzenleri, arkadaşları vs derken bazı günler ortam kreş gibiydi ama Elif o kadar mutluydu ki...
Sanırım onu peşimize takıp uzak yollara gezmeye gitsek bu kadar mutlu olmazdı.
Neden? Çünkü arabayı sevmiyor.
Arabada Elifi oyalama timi vardı resmen :)
Evi otel olarak kullanan ve insanlarla temastan pek de haz etmeyen "kedi" isimli kediyi Elif pat pat emekleyerek kovaladı. Kedinin en son şu tercih arasında kaldığını gördüm: a)arkadan gelen tanımadığım bir minik var ama sanki beni mıncıracak gibi duruyor b) hava çok soğuk, dışarı çıkarsam çok üşüyeceğim. ne yapsam diye baktı baktı ama tercihini b şıkkından yana kullandı :) halbuki Elif ne sevinmişti onu gördüğüne.
Pretzel isimli simitlerinden bolca yedik, önce tuzlarını temizledik sonra bıraktık, bizden çok Elif sevmiş gibiydi.
Yazmayı unuttum ama bizim ek-gıda diye bir şeyimiz pek kalmadı, Elif -yüzde 95 oranında- biz ne yersek ondan yiyor. (kuruyemiş vb. hariç)
Elif orada azı dişlerinden 2 tanesini çıkarmaya karar verdiğini önceden söylese daha iyi olurdu tabii :)
Yukarıdaki bölümü yaklaşık 1 ay önce yazmışım...iyi ki yazmışım çünkü şimdi okuyunca ne dedim biliyor musunuz?
"Aaa biz bunları mı yaşamışız?"
Ve şimdi defotoğraflara baktım... ne güzel eğlenmişiz :) Mattighofen'e en yakın turtistik yer Salzburgmuş ama biz oraya da gitmedik daha önce yazdığım sebeplerden,Viyana zaten 3 saat mesafedeydi.
Bu küçük tatlı kasabadaki tüm kitapçıları doyasıya gezdim(zaten sayısı pek azdı :) Bolca tuzlu simitlerinden yedim, insanların sıraya girme konusundaki saygılı davranışlarını hayretle izledim, o çok meşhur şahane İngilizcemle de alışveriş yaptım :)
Elife sürprüz bir doğum günü partisi yaptı halası, o da çok keyifliydi.
Kısacası güzel, dolu dolu, biraz gezmeli çokça sakin ve dinlenmeli, keyifli bir tatil oldu bizim için.
Avusturyaya gideceklere verebileceğim tek tavsiye; simitlerinden yiyin gari! :)



Gelelim Elif konusuna;
Uçakta kendisini önce tanıttı, "merhaba ben elif, çeşitli ulaşım araçlarında ağlamam ile ünlüyümdür" dedi. Bir müddet sonra da kucağımda uyudu. İniş ve kalkışlarda yutkunmasına dikkat ettim. Avusturyada uyku saatlerinin çoğuna uyduk, ona göre hareket ettik diyebilirim. Bir dolu çocukla haşır neşir oldu ve anladık ki Elif sosyal bir çocuk ve bize bir bağımlılığı yok-muş.Bebekli tatilin kısıtlayıcı yönleri tabii ki var ama bir bebeğin olması tatile çıkmak için engel de değilmiş gibi geldi bize ki orada diş krizleri de yaşadık.
1 ay önce yazsam belki daha detay yazardım ama şimdilik aklımda bunlar kalmış, ne yapayım :) Balık mıyım neyim ya :)
Devamını oku »

21 Mart 2015 Cumartesi

"Where is my mind?" :)

Duyan, gören varsa haber versin :)
Radiohead ile ve o tarz gruplarla Çitos (ünideki oda ve ev arkadaşım) sayesinde tanışmıştım, o dönem çok da sevmiştim şimdi sanırım aklıma bile gelmiyorlar.
Yalnız bu ara sahiden o kadar çok unutma/şaşkınlık yaşıyorum ki "where is my mind" şarkısını hemen üzerime alabilirim.
Kafamda bir dolu şey var yani aslında çok katlı ve çok odalı bir apartmanın hem yöneticisi hem çalışanı gibiyim. Her bir katta ve odada beni bekleyen işler ve sorumluluklar var. Bir kısmını biraz ötelesem birkaç gün sonra daha da büyümüş olarak karşıma çıkıyor sanki. Belki bu satırları okuyan birçok anne böyledir, bilmiyorum. Bunların tek sebebi çocuklu hayat değil aslında çünkü öncesinde bu tuhaf durumu tecrübe ettiğimi hatırlıyorum. Sadece belki o zamanlar uykum bölünmeden uyuyabildiğim için ertesi güne kadar kendimi toparlayabiliyordum. Şimdiyse kendime çizdiğim rotada ilerlemeye çalışırken araya giren fırtınalara dayanmaya çalışıyor gibiyim. İlginçtir umutsuz değilim. Yani yaşadığım şey bu değil. Bir nevi anlam(landırma) karmaşası diyelim. Benzer duyguları 20lerimdeyken yaşadığımda fırtına daha çok girdap oluyordu. Belki 40larımda aynı fırtına bu kez rüzgar olur sadece :) E buna da şükür, bende gelişme var demek ki.
Yaklaşık 1 yıldır kesintisiz olarak uyuduğum en fazla süre -ki o da iki elimi toplasam belki olur- 4 saattir. uzmanlar yazıyor hani az uykunun insanı etkileyebileceğini, bu ara işte ben ondan oldum :) Elif doğmadan önce kendime vermeye çalıştığım bir söz vardı: şikayet etmeyecektim. Aslında genel olarak sadece durumumu paylaştığıma göre şikayet ediyorum denmemeli ya da bu sadece laf ebeliği.
Bu ara yaptıklarımdan aklımda kalanlara örnekler:
- Pilav yaparken şehriye yerine bulgur koydum.
- Mutfak havlusunu kirli olduğu için bulaşık makinesine teptim, bir de tabak gibi dizmeye kalksaydım da tam olsaydı :)
- Elife farklı renk çoraplar giydirmiş olduğumu karabalığın fark etmiş olması
- Altı yanan/tutan yemekler
- İğne düşse kendisine yer bulamayacak kadar dolu bir çalışma masası.(hatta iğne düşerken şöyle diyebilir: ayy düşüyorumm ama amanııın nereye, düşeceğim yer bile yok, kurtarın beni anacım)
- yakın arkadaşlarımın doğum gününü unuttum, çok mahçubum
- Elife bir şeyler aldığımız yerdeki satış görevlisinin "2 tane aynı renk almışsınız" diye beni uyarması
Unuttuklarım acaba nelerdi, hiç bilmiyorum.
Biri bir şey söylerken sanki bir bulutun arkasından konuşuyor gibi geliyor. "Nasıl?", "Anlayamadım?" bu ara sık kullandığım cümleler.
Yapmam gerekenleri yazdığım kağıtları/defterleri kaybediyorum evin içinde, yeniden yazıyorum ona da bakmayı unutuyorum.
Tüm bunların arasında karabalıkla ladese tutuştuk. Bilin bakalım kim kazandı? Benim şimdiye kadar ladesi kazandığım hiç görülmemiştir. Kişi dalgınsa ona lades yapmaya kıyamam en başta, içim acır. Kaybetmem çok normal yani. Neyse ya halley ya dondurma yiyeceğiz demektir bu :)
Geçen gün "İsminiz nedir?" diyen bir görevliye "Benim ismim mi, kızımın ismi mi?" dedim ki konu benimle ilgiliydi :)
"Hayatta her şey bizler için" annemin sevdiğim laflarından biri. Unutkanlık da öyle olmalı. Kiminde az kiminde çok.
Aklımın başımın üzerinde gezintiye çıktığı şu günlerde yaptığım ekstra unutkanlıklar da affola diyeyim.
Bu ara en büyük heyecanım ve beklentim Pera Günlüklerinin 4. kitabının çıkacak olması. Aynı gün okumam lazım yoksa çatlayacağım :)
Bir de bu satırları okuyan ÖTEKİ arkadaşlarıma selam göndereyim, iyi ki varsınız :)


Devamını oku »

9 Mart 2015 Pazartesi

11. Ay :)

Yavaş yavaş 1 yılın muhasebesini yapmaya başlayacağım sanırım ama o işi önümüzdeki aya bırakayım. Çünkü henüz Elif'in 1. yaşı dolmadı.
Geçtiğimiz 1 ayın en önemli gelişmesi Ayça'nın aramıza katılması oldu. Elif'in de anne tarafından bir kuzeni var yani artık. Bence ileride çok yakın iki arkadaş olacaklar, öyle hissediyorum.
Geçtiğimiz ay gittiğimiz doktor kontrolü ve geniz eti şüphesinden sonra KBB doktoruna gittik ve hiç öyle bir şey olmadığını ve alerji ilacına gerek olmadığını söyledi ki biz sadece 3 gün vermiştik bu ilacı. Elif'i gözlemledim ve içime sinmeyen birşeyler olduğunu anladım, ilacı o yüzden kestik. Peki Elif neden hala çoğunlukla ağzından nefes alıyor sorusunun cevabı ise yok. Takip edelim dedi KBB doktoru, peki dedik çıktık. O kadar.
Bu ay daha da özgürleşti sanki Elif, emeklemesi hızlandı, bir yere tutunup ayağa kalması ve koltuklar arasında yürümesi gelişme gösterdi. Bizim elimizden tutunup yürümüyor. Açıkçası hangi ayda neler yapıyor bebekler ortalama olarak son aylarda takibini bıraktım. Elif mutlu ve iyi görünüyor çok şükür. Yapmadıklarına değil de yaptıklarına odaklanmak daha iyi geliyor bana.
Bir de ısrarla ben bir şeyler öğretmek istemiyorum. Neden böyle hissediyorum onu bilmiyorum. Sanki kendisi keşfederse daha kıymetli olacak gibi geliyor. Kitapların içinde geçen cümlelerden ve benim canlandırmalarımdan sonra ayının ve arının burnu ile kendi burnunu keşfetti. Parmağıyla burnunu göstermesi oldukça neşeli oluyor bizim için.
Dil gelişimi bu ay atak yaptı diyebilirim. dede, mama, baba, anni gibi kelimelere meme, bi (bir), bej (beş), ditti/gitti, bitti, gel, al gibi yeni kelimeler eklendi. Favorisi de "beybi" yani bebek :) Minik hayvanlara ve kendince bazı nesenelere "be(y)bi" diyor.
Kelimeleri yerinde söylemesi en büyük gelişim bence. "ha-di" diyor o komik oluyor :) Bir şey gittiğinde ya da bittiğinde gitti-bitti diyor, o da neşeli.
Remzi Kitabevinin resimli ansiklopedisini almıştık, onu çok sevdi. Oradaki kelimeleri sorduğumuzda gösterme gibi bir durumu yok. Kendince isimler söyleyip onlara gülüyor. En çok da çocuklara "bebi" demeyi seviyor.
Öpücük atması bence en güzeli hem de biz bir şey demeden. Hele ki sabahları ve her yürüyüşten sonra beni ya omzumdan ya da yanağımdan öpüyor. O ara eriyorum tabii ki :)
Elif'e doğum günü için hazırladığım tek ve en özel şey "anı kutusu". İleride daha da anlam kazanacak sanırım bu kutu.
Salıncağı, parkı, çocukları, sosyalleşmeyi, iletişim kurmayı çok seviyor. Yoldan geçenleri çeviriyor seslenerek.
Sevdiği yemeklerde değişiklikler oldu. Bence hala tam olarak rayına oturmadı yani anlayamadı neyi sevip sevmediğini. Ya da tam tersi; gurmelikte oldukça ilerledi ve hangi yemeği nasıl pişerse sevdiğini keşfetti. Mesela patatesi öyle sade çok sevmedi de fırında baharatlı olunca yiyip yuttu. Baharatları genelde kullandığım için o da alıştı. Tadını en çok bildiği ise kekik elbette ki çünkü benim favori baharatım kendisi :) Kaşık ve çatal aldık, önüne de koyuyoruz ama sanki eliyle yemesi daha keyifli. ben de olsam öyle yapardım. Bu konuda ısrarcı olmak mı gerekiyor bilmiyorum ama kendi yemeğini kendisinin yemesi benim/bizim için şimdilik yeterli.
Su içmesi konusunda büyük bir atılım oldu. Önceden sadece yemeklerden sonra kahve fincanı ile ben içiriyordum çünkü biberonu bilmediği için alıştırma bardaklarını da plastiğinden dolayı reddetmişti. Fincandan suyu içiyordu ama işi bitince oyuna geçip fincanı elimden kapıyordu :) Şimdi susadığında "buu" diye su istiyor ve önceden sevmediği alıştırma bardağından suyunu içmeye başladı. Dışarıda özellikle büyük kolaylık oldu bizim için. Fincan yine devam tabii.
Uyku konusunda yine tam olarak 2 ileri 1 geri hatta bazen 3 geri 1 ileri yaşantımız aynen devam etti. Bu durum oldukça yorucu ama uyku eğitimi denilen şeyi de farklı kitaplar ve danışmanlarla uygulamaya çalıştığımıza göre kendi adıma "ödevimi yaptım" diyebilirim. Yani tüm derslere katıldım, ödevlerimi yaptım, tekrar yaptım, arkadaşlarımla(karabalıkla) çalışma yaptım ancak sınavdan geçemedim. Çünkü "hoca"nın sordukları kitapta yazmıyordu ve benim günlük annelik tecrübem bu soruyu yanıtlamaya yetmiyordu. O yüzden de "ah vah" demeyeceğim burada. Nasılsa kendi içimde bunu bolca diyorum :)
Elif bolca gıdıklanıyordu ki beni de gıdıklamayı keşfettiğinden beri evde gülücük bombası atılmış gibi oluyoruz. boynumun altından gıdıklıyor bir de sıpa.
En sevdiği oyun hala kaçma-kovalamaca... Kaçarken arkasına dönüp bakıyor tabii ki geliyor muyuz acaba diye.
Salıncak keyfi güzel oluyor. Sığsam hemen yanına ben de sallanacağım ama o renkli minik salıncaklara sığamıyorum :/
Evdeki kitaplar çoğunlukla yerde  ve dağınık bir şekilde duruyor. Sayfaları yırtmasına -elimden geldiğince- izin vermemeye çalışsam da bazen mümkün olmuyor. kitap ve dergilerin sayfalarını çevirmeyi ise çok seviyor.
Ben telefondayken Elif de sesini duyurmaya çalışıyor, o yüzden de karşı taraf muhtemelen benim ne dediğimi duyamamış oluyor.
Havaların ısınmasıyla birlikte daha da çok dışarıda olalım gibi bir planım var, umarım gerçekleştirebiliriz.
Bu ay sanki 1. yaşın gölgesinde kaldı gibi :)
Yaş günü ile ilgili muhtemelen bir şey yazmayacağım ama aylık gelişimleri  -sanıyorum ki- yazmaya devam ederim.
"Çocuklar çabuk büyüyor" dediklerinde ne demek istediklerini yavaş yavaş da olsa anlamaya başladım. İlk 6 ay çok çabuk geçmedi belki ama 6-11 ay arası sahiden de hızlıydı.
Aklımda bir dolu yazı var ancak o kadar bölüntülü oturuyorum ki bilgisayar başına, taslaklarım iyice kabardı.

Bu kahve de benden tüm uykusuz annelere gelsin :)

Devamını oku »

13 Şubat 2015 Cuma

Kedi mi Diş mi :)

Buraya "normal" yazılar yazıyorum diye işler de "normal" gidiyor sanmayın :)
Aslında çok şükür gayet normal (Elif tarafında) ancak bizim tarafta azıcık yamuk.
Yani biz yamulduk, daha doğrusu belim tutmaz oldu ben iyice yamuldum :)
Bu çizim de 3 hafta önceden. Bu ara çizim yapamıyorum çünkü vaktim pek az hem de dinlenmek için sadece uzanmak istiyorum, oturmak değil.
Daha önce "tipik bir anne hastalığı" dediğim bel ağrısı oldukça şiddetlendi, dün yanma ve bacaklarımda ağrı hissettim. Bir doktora gitme vakti gelmiş mi bilmiyorum. Doktor olan arkadaşlar alınmasın ama doktorlara çok sinir oluyorum. Olayı detaylıca anlayıp dinlemeden hemen yaz ilacı gönder hastayı yüzüne bile bakma... Bu nasıl bir iş böyle! Tenzih ederek konuşuyorum tabii ki, oldukça ilgili olanları da var ama ben ona pek denk gelmedim :/
Elif'in "diş mi geniz eti mi yoksa büyüme atağı mı nedir bilmiyoruz ama kısa sürede geçse iyi olur" evresindeyiz :)
Biliyorum bu da geçer, Elif büyür, belim düzelir. Sonra Elif yürümeye koşmaya başlar, ohooo bizi neler bekliyor neler.
Bazen karamsarlığa düşüyorum- ki bunda kapalı havanın ve salıncağa binemememizin de etkisi var, yani o salıncakları az daha büyük yapsalar ben de sığardım :) - ama sonra Elif gelip bir sarılıyor ya da hiç ummadığım bir hareket yapıyor, sanki her şey siliniyor. Bel ağrısı hariç :) o yerleşti sanki :/


Keşke daha güzel çizebilsem, mesela Elif'i sakalsız çizmeyi öğrensem :) Beyhan'dan ders mi alsam ki :)
Bu ara en büyük heyecanım yeğenime kavuşmak... İnşallah kavuşmaya az kaldı, kalbim pır pır.
Herkese mutlu cumalar ve güzel tatiller, Annelik Sohbetlerini özleyenlere de güzel haberlerim var.
Devamını oku »

11 Şubat 2015 Çarşamba

Pratik Ev İşleri :)

Neredeyse "tembelliğin tarihi"ni yazacağım az sonra, inanamıyorum. (Neyse ki annem okumuyor :)
1. Yemek:
Ev işleri deyince ilk sırada Maslow amcanın da piramidinde olan "beslenme" geliyor bence. Çünkü yemek yemek zorundayız. Bu konu birçok ev gibi bizim evde de "bu akşam ne pişirsek" sorunsalı olarak karşımıza çıkıyordu. Eskiden daha merkezdeydik ve gelsin dürümler gitsin pideler diyebiliyorduk. Şu ara bize yakın sadece bir pizzacı ve hazır burgerci var. Çok eskiden olsa mutlu olabilirdim ama midemdeki rahatsızlıklardan beri mecburi sağlıklı yaşama geçmiş bulunuyorum(z). yani yemek işinden kaçmanın yöntemi eve sipariş değil, hatta hiç değil. Bir defa hem mideye hem bütçeye zarar. En büyük yardımcımız, canımız gibi sevmemiz gereken şey buzluğumuz :) Bizim buzluğa sağolsun anneler geldikçe yemek koyar gider. O yüzden de dolabın o köşesini çok severiz ama bu sadece "yedek" olması açısından önemli. Yani her gün de buzluktan yemek yenmez değil mi? Son zamanlarda yapmaya çalıştığımız şey de haftalık yemek listesine uymak oldu. haftanın hangi günü ne yiyeceğimizi et mi sebze mi balık mı yoksa tavuk mu, biliyoruz ve haftalık alışveriş de ona göre yapılıyor. Şu ara hayatımdaki en hazır yemek sanırım balık :) somon için ekstra hiçbir şey gerekmiyor, fırına koy ve pişmesini bekle. Yanına da mutlaka baharatlı patates küpleri. Elif de bu yemeğe ortak olduğundan beri patates tüketimi arttı bizim evde :) Diyeceğim o ki, yemek yapmaktan kaçınılmaz ama yemek yapmak size de bana/bize olduğu gibi zor geliyorsa işin pratiğine kaçmalı. Mesela geceden 1 bardak (hatta yarım da olur) kurufasülye sıcak suya konur, ertesi gün fasülye, salça, az su, az yağ ve 1 tüm soğan ile düdüklüde 40 dakikada pişirilir. işte sana mis gibi yemek :) düdüklü tencereyi son birkaç yıldır kullanabiliyorum ve diyorum ki "o ne kolaylık o" :) bir de annemin meşhur bir lafı var: "bir evde patates her zaman olacak"... o kadar çeşitli bir şeyler hazırlanabiliyor ki kendisinden. Ben sadece 2-3 çeşit yapabiliyorum.
yemek tariflerinde 3 farklı kaplarda bir şeyler hazırlanacak sonra onlar uygun ısıda birleşecek gibi şeyler yazıyorsa o tarifi okumam bile :) yani ördek yatağında tavuk sosuyla hazırlanmış mantarlı kestaneli dana rosto da yemeyivereyim :) eğer böyle bir yemek varsa :))
2. Temizlik: Eskiden ne güzeldi, etraftaki kirleri hiç görmezdim. şimdiyse Elifle beraber yerde emeklerken görüyorum ki Elif'in şıp diye ağzına atabileceği bir dolu şey mevcut. Amanın! Ennn büyük ve detaylı temizlik için iki abladan yardım alıyorum, onu yazmazsam olmaz. Bu çok ekonomik değil kabul ediyorum ama ayda bir bizim evin böyle bir silkelenmeye kesinlikle ihtiyacı oluyor. Onun haricinde çok zeki olduğumuz için salon ve koridor halılarını değiştirmek için Elif'in emeklemeye başlamasını bekledik!!! Sadece öyle denk geldi tabii ama o ne toz o! Aman yarabbi... Bu ara mecburen iki günde bir süpürge/vileda ile takılıyoruz. Ama normalinde yani halılardan kaynaklı toz olmasa haftada 1 süpürge/toz alma/ vileda benim için yeter de artar bir temizlik :) Kısacası "görmüyorum/duymuyorum". Lokum evde varken de rahattık çünkü tüm tozu/tüyü onun üzerine atıyorduk. Lokum gitti ve anladık ki canım tüylüm bizden temizmiş :)
3. Ütü: Hala en sevmediğim ev işlerinden biridir kendisi. Ütü ile ilgili daha önce bir yazı yazmıştım burada, bir nevi rahatlama/kafa dağıtma aracı olarak düşünülebilir. Mi? :) Bazen evet bazense değil. O gün çok yorgunsam hiçbir ütüyü gözüm görmez benim. Bu arada sadece Elif'in çamaşırlarını (yumuşak olsun diye) ve gömlek gibi cidden ütü isteyen şeyleri ütülüyoruz. Yani nevresim, çorap, çarşaf vb. şeyler benim gözümde "ütülenmeli" kategorisine hiç girmedi. Annem ziyaretlerinde ne bulduysa ütülüyor gerçi :) Hep diyorum bu temiz/titiz annenin evladı böyle olmamalıydı :)
Çamaşır, bulaşık ve evin genel toparlanması tamamen kişiye özel. Bulaşık makinesini de "tık" sesi duyduğum an boşaltmam, önce bir buharı çıksın ve ben müsait olayım değil mi :)
Kısacası ben -biliyorum ki- birçoğunuza göre daha az düzenli ve temizim ama benim de elimden gelen bu. Yerdeki her şeyi, dolaplardaki her lekeyi görürsem -ki ben cidden görmüyorum, kafam çok dolu ondan mı acaba?- ortada ne çizimler kalır ne blog ve tabii ne de ben.
"Mutlu anne" olalım değil mi ama?
Şu lafı da kim demişse kendisini öpesim geldi, bu lafı hatırlayınca rahatlıyorum :)
* Başka ev işi var mıydı hatırlayamadım, demek ki yapmıyorum :)
** Son okuduğum kitabı-çizgi/roman yazmak için sabırsızlanıyorum ancak Elif -yeniden mi diş sürecinde yoksa geniz etinden mi bilmiyorum- gündüzleri oldukça zor ve az uyuyor; bu da geçer elbet. Ankara oldukça karlı, karı normalde severim ama Elif'in kar tulumu küçüldüğü için dışarı çıkışlarımız bundan etkilenecekse şimdilik karı daha az seviyorum :)



Devamını oku »

9 Şubat 2015 Pazartesi

10. ay :)

Her ay bu cümleyi kurmazsam olmaz: "Vay be maşallah bize, 10 ayı devirdik" :) Bize diyorum, Elif tek başına büyüyor sanmayın; biz Eliften daha çok büyüyoruz. Hatta -yine yazayım- mart ayında 30 oluyorum, yaşasın :)
10. ayda da yenilikler, değişiklikler, güzellikler oldu çok şükür. "Uyku?" Biri uykuyu mu sordu? Yok ben duymadım, bence Elif de duymamıştır.
Bu ay için "diş ayı" diyebiliriz. Bolca diş çıkardı Elif. Kimi zaman huysuzlaştı kiminde mızıldandı bazen ağladı bazen durgunlaştı ama neticede dişlerini çıkardı, oh :)
gelelim kötü habere; beni ısırmaya başladı. Babasını ya da bir başkasını ısırmıyor ancak benim ellerim kollarım Elif'in diş dövmeleriyle dolu. Tadım mı güzel babasına kıyamıyor mu bilmiyorum. O kadar iştahlı yaklaşıyor ki yanıma, bazen korkuyorum :) Pek geri çevirmek istemedim açıkçası-canım yansa da- bugünleri geri gelmeyecek diye. Bu ara Elifle alakalı bir şeyler kafama takıldığında aklıma bunu getiriyorum: "Bu günler geri gelmeyecek"
Geçen ay Elif emeklemeye başlamıştı, bu ay ise bolca tırmanıyor ve kısa kısa sıralanıyor. Tırmanmasını teşvik eden şey ise kitaplıkta düzgün düzgün kendi halinde duran kitaplar. Vay o kitaplar niye öyle duruyor diyerek onları genelde 3er 5er yere indiriyor. Şu aşamada sadece gülüyoruz, onu engellemek aklımın ucundan geçmedi. Keşfetmezse nasıl eğlenecek ya da belki öğrenecek? "Öğrenmek" demişken fark ediyorum ki ben ona bir şeyler öğretmiyorum. Öğretmeli miyim onu da bilmiyorum gerçi. Beraber olmak sanırım ikimize de yetiyor. Aklıma gelmişken ve unutmadan Banu'nun şu yazısını okumanızı tavsiye ederim. Bir de sevgili Pelin "kaliteli zaman" hakkında bir şeyler yazmış, bu yazıyı da çok sevdim. Lafı uzatmış olmayayım ama bazen beni bile strese sokuyor çocuğuyla devamlı etkinlik yapan anneler. Okurken ben sıkılıyorum. Yanlış yapıyorlar demiyorum yani ortada bir doğru/yanlış meselesi yok ama insan "bu koşturmaca neden" diye de sorgulamıyor değil. Banyosu, tırnak kesmesi, yemek vakti, kitap okunması, yürüyüşler, salıncakta sallanma yeterli değil mi? Kime göre neye göre :) Bu konu uzar gider ama benim böyle devamlı etkinlik yapacak ne yüreğim var ne de isteğim. Güzel oyunlar elbette ki oynanır (hatta bu konuda da yazacaklarım var) ama bunun devamlı devamlı olması gerekli mi? Bence değil. Azıcık da sıkılsınlar yahu :)
Bu fotoğraftaki ana temayı bulun :)
Elif son 3-4 gündür öpücük atıyor. Bunu nereden kimden gördü de hafızasına kaydetti, bilmiyorum. Gerçekten bu bebeler ne görseler kapıyorlar demek ki. Hem iyi hem kötü :) İlk olarak bir sabah uyandı ve babasını öptü. Neaaay??!! Anne kişisi dururken hem de. Neyse dedim, ikinci olayım. Ama o da ne? İkinci olarak tavşanını öptü. Bak sen... Sonra sonra beni de durup durup öpmeye başladı da barıştık :) Bu ara hemen her şeyi öpüyor, o komik oldu: yediği köfteyi, vişneyi, oyuncaklarını, sevdiği kitapları (hepsini değil), ve benim terliklerimi...
Doğduğu günden beri-hatta daha öncesinden de- bizi anladığını düşünüyorduk ama son günlerde bizi anladığından iyice emin olduk, bu da mutluluk verici elbette ki. "Hayır"ı da anlıyor ancak sadece işine gelirse yapıyor sıpa. Şu ara "hayır" dediğim tek şey, kendisini mama sandalyesinden kaldırmaya yönelik ve hatta aşağı sarkmaya yönelik yaptığı hamleler.
Son 10-15 gündür de sahte ağlamayı öğrendi. Ay ne komik oluyor, babasıyla ben çok gülüyoruz. Uzman kişilere göre bu davranışına da gülmememiz mi gerekiyordu, bilmiyorum ama cidden komik oluyor.
İyice "minik gurme" oldu bu ay. Bazı yiyeceklere bakıp "bunu mu verdin sen bana?" bakışı atıyor. "Elif bunu çok sever" dediğim şeyleri yemediği oluyor, orada da bakış şöyle "sevdiysek hep yiyecek değiliz herhalde!" Ben de ortaya karışık bir şeyler hazırlamaya çalışıyorum. Çoğunlukla aynı tencereden yiyoruz. Çok uyanığım ya ona göre ayarlıyorum. Yemeklerin salçasını az koyarım ben, bir de tuzu cidden hep unuturdum, şimdi aklıma bile gelmiyor. Gerekirse biz tabağımızda tuz ekliyoruz yemeğe. En sevdiği yiyecekler: mandalina, yoğurt ekmek, bamya, köfte, siyez bulguru, baharatlı patates (sadesi eh işte), sebzeli makarna (Makarna Lütfen sağolsun), üzüm olsa yerdi :)
Su içme konusu hala meşakkatli. Doktora sordum, günde 4-5 çiş yapıyorsa yeterli sıvı alıyor demektir dedi. Onu da yapıyor ancak kahve fincanın su içmeyi tam kavrayamadı. Bazen çok güze içiyor bazen ağzında tutup yere püskürüp gülüyor bazen de fincanı kapıp ellerini içinde yıkıyor :) Alıştırma bardaklarına hiç alışamadı. O kısım da öyle. Yemeklerden sonra veriyordum sadece ama şimdi hareketlendiğine göre arada da vermeliyim sanki değil mi? (Keşke unutmasam :/ )
Bir bebek  yemek sofrasına dahil olmalı dediklerinde tam kavrayamamışım ne yazdığını. Elif şu ara biz sohbet ederken gülüyorsak kendisi de bize bakıp kahkaha atıyor, yiyeceklerimizden yemek istiyor kısacası her şeyimize ortak :) Keyifli oldu bu durum maşallah diyeyim.
Geçtiğimiz günlerde -rutin olmayan- doktor kontrolüne gittik. Elif bir süredir ağzından nefes alıyordu. O da "erken geniz eti büyümesi" dedi ve alerji şurubunun bu durumu engelleyeceğini söyledi. İnternette araştırmadım açıkçası, ciddi bir şey midir, alerji şurubu çözüm müdür sanırım yaşadıkça göreceğiz. Bu konuda bilgisi olan var mı, buradan sormuş olayım.
Önümüzdeki günlerde kuzen Ayça ile inşallah tanışacağız, çok heyecanlıyız. "Acaba nasıl bir teyze olacağım?" diyip duruyorum ben de. keşke aynı şehirde olsaydık... Salıncakta sallardım ben onu ve booolllca kitap okurdum :) Sağlıkla kavuşalım da gerisi teferruat...
1 yaşına 2 ay kaldı, şimdiden "kutlamalar nerede, nasıl" mesajları almaya başladık ki bu durum beni korkutmuyor değil. Ben de mi tuhaflık var diye kendimi sorguladım. Evet var, yani "tuhaflık" kısmı doğru :) Ancak Elif'in 1. yaşını büyük bir organizasyonla kutlamayacağımızı henüz kimseye diyemedik. anane ve babaannegiller bu duruma çok üzülecekler biliyorum ama anne-baba-Elif ve ev yapımı bir pasta ile birkaç balon ile kutlamak daha keyifli değil mi? Elif'e 1. yaş günü için kıyafet almak isteseydim bu kesinlikle bir mandalina olurdu :) (mandalinayı çok sevdiği için) Kıyafeti kendim dikebilseydim okuduğumuz kitap kahramanlarından birini dikerdim. Tütü dediğimiz şey nedir, nasıl giydirilir, ne yapılır ben bilmiyorum. Elif'in lacivert pantolonlu fotoğrafını gören biri kızımı erkek sandı. Ben de "haklısınız, Elif zaten erkek gibidir" dedim :) Elbise giydirebilsem daha "kız" olacak sanırım. Evin içindeyken en rahat ne varsa -doğal olarak- onu giyiyor, dışarıda da öyle. yani salıncakta sallanırken bilmiyorum gerek var mı elbiseye. yapabilen anneleri takdir ediyorum ancak ben bu kombin vs. işlerini beceremiyorum. Kendim de öyleyim. Geçen gün markete gittiğimizde benim eşofmanın bir cebi dışarıdaydı çünkü o cep henüz kurumamıştı ama ben o eşofmanımı giymek istiyordum çünkü onunla rahattım. Böyleyken böyle :)
Kelime hazinesinde "dede,baba,annee, mama, ditti (gitti)" var bu ara.
En çok da çorabını çıkarıp ya da mama sandalyesinden yemeklerini aşağı atıp yüzünde şaşırmış muzip ifadeyle "ditti" demeyi seviyor.
Bir de gel-gel, alkış yapmayı seviyor. Babası eve girdiği anda da iki eliyle büyük bir coşkuyla ona el sallayıp "babuu, babaa" diyerek ona doğru gidiyor. Ben de "olleey" diyorum tabii. "Esoş için dinlenme vakti" demek bu çünkü. (İnstagramda "Gökçe Yavaş" isimli çizerin bununla ilgili çok güzel bir görseli var, önce izin alayım, olur derse buraya eklerim, tammm bizi anlatıyor yani evde tüm gün bebesiyle olup baba kişisi gelince "olleey" diyenler :)
Park maceralarımızdan biraz olsun şurada bahsetmiştim , her bebek gibi Elif de parkı çok seviyor. Maşallah mı diyeyim ne diyeyim bilmiyorum ama çok çok sosyal bir bebek. Bizimle ilgisi olmadığını söylemiş miydim? :)
Elif'in kitaplığı genişlemeye devam ediyor, bu da beni çok mutlu ediyor. Doğum gününde büyükler hediye almak isterler ya işte onlara "hediye almayın, kitap alın" diyelim biz en iyisi :) Araya kendi kitaplarımdan da sıkıştırsam anlarlar mı acaba? Son okuduğum "Kıyıya Vuran Kız" kitabını çok sevdim, Elif uyuduğunda niyetim çizimlerine başlamak... Yaşasın bir şeyler üretmek.(Bu kitabın son 50 sayfasını Elif de heyecanla dinledi :)
*Bu ay neler yaptığımızı daha önce burada da biraz yazmıştım, okumak isterseniz.
** Bir daha olmamasını dileyerek bu ay ilk defa Elif'in düştüğünü de yazayım. O kadar alakasız bir düşüş ki resmen Allah korudu diyebilirim. Normalde biraz daha "olabilir böyle şeyler" diyebilen biriyken bu düşüşü beni çok etkiledi, Eliften çok ağladım :) O da sustu ve bana sarıldı "ben iyiyim" diye...
Kitaplı, salıncaklı, bol dişli, az uykulu, çok maceralı, keşfetmeli, tırmanmalı, yemeli-içmeli bir ay oldu, çok şükür ne diyeyim...
Yine bir sürprizim var ama bu kez ne olduğunu yazayım :) "1 Kitap 1 Mektup" etkinliği çok tatlı biriyle geri dönüyor. Harika bir kitap hediyesiyle hem de...


Devamını oku »