Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




4 Mart 2014 Salı

Film Önerisi #6 : Gülen Gözler (Vecihi) :)

Enn sevdiğim Türk filmi desem Gülen Gözler için acaba abartmış olur muyum ya da unuttuğum başka bir film var mıdır bilmiyorum...
Ne zaman izlesem hem çok gülerim hem de sonlara doğru biraz ağlarım ama hep çok keyif alırım.
Bugün yine yeniden izledim bu filmi.
Adile Naşit'in zamanına pek yetişemedim yani onun masalcı teyze hallerine. Onun mimiklerini çok seviyorum, o kadar sıcakkanlı ki.
Bu filmde de 5 tane kızları var Münir Özkul ve Adile Naşit'in. Kızların her birinin de sevdiği/görüştüğü çocuklar var. Elbette ki benim favorim Vecihi yani Şener Şen.
Komik karakter deyince benim aklıma hep o gelir.
Bu filmde de o kadar güzel sahneleri var ki.."Veriyor musun" diye bir kendini sahneye atışı var ki.. Bir de uçakla geçerken elindeki gülü sevdiği kıza atmaya çalışması :)
Kaynak: burada
Sonlarında biraz ağlamış olsam da iyi ki yeniden izlemişim dedim.
Yanında da tabii ki patlamış mısır :)


Aklıma gelmişken o sabun köpüklerini her gördüğümde "ayy akıyor bunlar, durudun şunları" diye ben oturduğum yerden geriliyorum niyeyse.. Elime süpürge alıp yardım edesim geliyor herhalde :)
Bir de annelerinin yani Adile Naşit'in kızlarıyla olan süper diyalogları, "Baksana sen benim gözüme!", "Aa likör mü o, versene bana da!" :))
Kısacası, aile/dostluk/sevgi üzerine bence şahane bir film.
İçinizi sımsıcak yapıyor..
Kaynak: burada
Sizin sevdiğiniz Türk filmleri hangileri?
Turşucular da güzeldi sahi değil mi?

Devamını oku »

Hamileyken Evde Vakit Nasıl Geçer :)

Ohoo ondan kolayı mı var, yatarsın geçer :) demeyin... Öyle olmuyor.
Tüm hamileliğini evde geçirenler zaten kendilerince oturttukları düzene alışmışlardır ama belli bir haftadan sonra işten ayrılıp evde olanlar için durum biraz farklı.
Ki ben kariyer şöyle dursun işinden bir hayli hoşlanmayan bir insan(d)ım.
Hatta "32. hafta gelsin artık" diyerek son haftaları tamamladım desem yeridir.
32. hafta benim için bir milattı açıkçası.
Herkes bana "enayi" gözüyle bakadursun; o izinler sana sonrasında çok lazım olacak diyenleri duymamaya çalıştım ve hep "o izinler bize şimdi lazım" dedim...
İyi ki de öyle yapmışım.
3 haftadır evdeyim ve "neden iznimi erken aldım" diye bir saniye bile düşünmedim.
Ama yine de bir anda evde olduğum için kendimi hem iyi hissedecek hem de sıkmayacak aktiviteler aradım.
Evimiz merkeze biraz uzak olduğundan ve benim 15 dakikada bir tuvaletim geldiğinden otobüs/dolmuşla macera yaşama şansım olmadı.
Neyseki evi çok seven biriyim :)
-İlk hafta zaten "Elifin kıyafetlerini yıkayayım, ütüleyeyim ama ben bu işleri beceremiyor muyum"larla geçti.
-Bloga istediğim kadar vakit ayırmaya hatta bazen günde 2 yazı yazmaya başladım. Bu, sanırım beni oldukça rahatlatan/mutlu eden şeylerin başında geliyor. Okuduğumdan daha çok yazıyorum aslında ama pek paylaşmıyordum. Dolu dolu defterlerim olmuştu.Blogda bir şeyler yazmak, insanlarla buradan diyalog halinde olmak iyi geldi :) Teşekkürler...
-Bunu ayrı bir yazı olarak yazmayı düşünsem de buraya da ekleyeyim; yürüyüş...Spor, hayatımın merkezinde hiç olmadı ama yürüyüşü hep çok sevdim. hele ki zihnim bulanıksa ya da zihnimi aydınlatmak istiyorsam.
-Yemek yapmaya başladım diyemeceğim çünkü zaten işyerine öğlen yemeklerini de evden götürdüğüm için bir şekilde yemek yapıyordum. Ama şimdi evdeyken ilginçtir daha az yediğimi fark ettim. Meğerse işyerine "ne olur ne olmaz" diye yanıma bir dolu şey alıyor ve onları bitirmeye çalışıyormuşum :) Yani insanların "izne ayrılınca kendini yemeğe verirsin" tezini de çürüttüm.
- Hobi aktivitelerine bakıp bakıp "ahh" geçiriyordum. "Keşke ben de yapabilsem" diyordum ama yapmıyordum :)  Geçenlerde kendi çapımda bir kavanoz süslemesi yaptım, nasıl mutlu oldum anlatamam. Oldukça amatör işi biliyorum ama ben o işi yaparken keyif aldım, önemli olan da buydu :)

-Yediğim yemeklere/ara öğünlere (bunları da başka bir yazıda anlatayım) renk katmaya çalıştım:
- Uzuuuun zamandır ertelediğim işleri yapmaya başladım. Ev işleri, düzen, arkadaşlarla haberleşme vs.
- Olmazsa olmazım: Meyve salatası :))

- Keyif saatlerine de bolca vakit ayırdım:

- Notlar aldım ki unutmayayım... Yazayım ki zihnim açılsın :)
- "herkese gidebilir ama bana gelmez" dediğim deli kuvveti cidden son haftalarda iyice yerleşti bünyeme.. Elif'i düşünmesem tüm evi silip süpürüp tüm dolapları ayrı ayrı temizleyeceğim :) Ama yok yapmıyorum.. Erken doğumu tetiklemesin diye kibarca yapıyorum işlerimi ve kızımın "Anneeaa yeter yoruldum" sinyallerini dinliyorum :)
- Kitap okumayı saysam mı bilemedim çünkü o "zaten" hayatımızda olan bir şey/varlık/olgu...
- Eski fotoğrafları düzenleme/yerleştirme işi de oldukça keyifli aslında tabii duygusal olarak etkilenmemek kaydıyla...
- Çöpü kullanmak :) Bu da ne demekmiş demeyin.. İnsan bazen attıkça ve başkalarıyla paylaştıkça rahatlıyor. Bir ara buradan hediye mi etsem acaba dediğim bir dolu kitabı kütüphaneye, gıcır gıcır eşyaları paylaşım merkezine verdim, ohh nasıl rahatladım. Bazı şeyleri de elbette çöpe attık. İnsan cidden hafifliyor...
- Film izlemek de güzel aslında ama son zamanlarda çoook da keyifli bir şeyler bulamıyorum. Kriterim de şu; korkutmasın, germesin, ağlatmasın hatta üzerinde düşünmem bile gerekmesin...Yani sadece 2 saatlik keyifli bir vakit geçireyim. Böyle film önerileriniz varsa lütfen paylaşın olur mu?
- Örgü örmek de aslında oldukça rahatlatıcı bir aktivite ama ben çok fazla örmeyi bilmediğim için pek bulaşmıyorum. Sadece en kolay örme şekli dedikleri haroşadan atkı yapabilirim, o da başkası başlarsa :)
- Puzzle de iyi fikir aslında ama çok fazla parçası olanlarda benim içim sıkılıyor. Kendime çocuk boyu 250lik almıştım ama hala başlamadım :)
*Sizin var mı öneriniz başka başka??
                                                                               ***
İş hayatınızdan memnunsanız ve sağlık açısından bir sorun yoksa 37. hafta izne ayrılmak düşünülebilir elbette ama benim canımı burnuma getirmişti çalıştığım yer ve ben kesinlikle "hamile ayrımı" yapılmamasını istedim. (zaten yapan da yoktu :P )
Hamilelik sadece fiziksel olan bir süreç değil. Hatta hiç değil-miş bence.
Zihninizde o kadar çok şey oluyor ki.
Kafanın rahat olması demek, huzurlu olman demek ve bebeğin de içeride mutlu mesut olması demek-miş :)

Devamını oku »

3 Mart 2014 Pazartesi

Film Önerisi #5 : Frozen :)

Hani bazen boş vaktiniz vardır ve bir film izlemek istersiniz hatta mümkünse 1 animasyon...
İşte tam o an'lara denk gelebilecek, fazlası pek olmasa da patlamış mısırın yanında çok sırıtmayacak bir film.
Frozen:
Konusuna;
"Maceracı ve iyi kalpli bir kız olan Anna, kız kardeşi Prenses Elsa'yı bulup yaşadığı krallığa sonsuz kış getiren laneti sona erdirmesini sağlayarak, şehrinde yaşayan insanları eski güzel günlerine döndürmeye karar verir. Masalsı bir yolculuğa çıkan Anna'nın yol arkadaşı ise usta bir dağcı olan Kristoff ve sadık Ren geyiği Sven'dir. Ayrıca Olaf adlı bir başka yol arkadaşları daha olur. Mitolojik yaratıklar ve ürkütücü büyüler eşliğinde süren yolculuğun her dönemecinde ayrı bir tehlike ortaya çıkar. Yolculuğun asıl zor yanı ise zamanla yarışıyor oldukları gerçeğidir. " demiş sinemalar.com
Kaynak: burada
Troller ve Anna karakterinin küçüklüğü filmdeki en tatlı an'lardı.
Kardan adam da bana bir o kadar itici geldi,bir ara "erise ya bu" dediğim bile oldu, evet kötüyüm :)

Devamını oku »

Heyecanlı Bir "Çift Çizgi" Haberi Nasıl Paylaşılır?

Bazen birinden önemli bir şey duyarsınız ve içiniz içinizde duramaz; taşmak ister.
Yani başkalarıyla paylaşmak...
İnsan sanırım mutluluğunu da acısını da paylaşınca kendini daha iyi hissediyor.
Bu konuda erkekler biraz ketum ama bence öyle olmaları daha iyi.
Kadınlar tarafındaysa bazen bakla ıslanmıyor, ne fenayız değil mi :)
Bir de kendi başımıza gelen güzel haberler var mesela hiç beklemediğin bir anda gördüğün çift çizgi gibi...
Kaynak: burada
Şimdi bu heyecanlı bir haber değil mi?
Hem de enn alasından!
Tabii ki emin olamama/ne yapacağını bilememe ve benim gibi şoka girme durumları da olabilir.
Peki böyle bir haber eşe dosta çevreye ne zaman/nasıl söylenir?
Elbette ki bu tamamen kişisel bir tercih yani doğrusu/yanlışı yok.
Kendi tecrübemizden yola çıkarak diyebilirim ki "en uygun zaman" diye bir şey de yok.
Ya pat diye söyleyeceksin ya da susacaksın :)
"Ben hamileyim"
"Biz bebek bekliyoruz"
"Sanki üç kişi mi oluyoruz ne?"
"(9 ay sonra falan) Anne olayım diyorum"
"Anneanne/babaanne/dede/teyze/hala/büyük büyük amca oluyorsun"lar var bir de...

Kaynak: burada
Diyelim paylaştınız.
İlk tepkilerin bazıları "şaşırma" şeklindeyse, çoğu "ben biliyordum zaten"lere bağlanıyor :)
"Son zamanlarda kilo almıştın sen"
"Yooo..."
                                                                    *
"Tipin bir değişti zaten, anlamıştım!"
"Daha dur ya, tipim değişecekse de şimdi biraz erken değil mi?"
                                                                    *
"Hıııı demek sigaradan o yüzden bu kadar rahatsız oluyordun!"(işyeri tabii ki bu)
"Nasıl yani??!! Hamile olmasam sigara dumanını içime mi çekmem lazım?"

Heyecanlı haberler nasıl paylaşılır tam olarak bilmiyorum ama "çift çizgili" bir heyecanlı haberi paylaşmanın binbir türlü yolu/şekli/cümlesi varsa karşılaşacağınız tepkilerin sayısının da bir o kadar binbir hali var :)
Bence en mantıklısı tüm dünyaya anons etmeden önce kendi içinizde bu haberi sindirmek, sevincini yaşamak...

Devamını oku »

1 Mart 2014 Cumartesi

Bazen Cesaret, Sırtında Yavrusuyla 1 Anne Panda ile Gelir :)

Daha önce "hazır mıydım" değil miydim kuru fasülye ile bir giriş yapmıştım aslında bu konuya.
Belirsizliklerin insanı korkutabileceğini ama ne hikmettir ki bazen de kendinden beklemediğin ölçüde "sakin" kalabildiğini düşünüyordum bir süredir.
Yazılarımı az çok okuduysanız zaten ödleğin teki olduğumu fark etmişsinizdir ya da şu an anladınız bile :)
Ama bazı konularda da -benim bile anlayamadığım- bir cesaret geliyor bu bünyeye.
Tabii ki bazı sebeplerle.
Doğum konusunda henüz ortada "karabalık" bile yokken "hani bir gün doğum yapacak olursam ve her şey yolunda giderse normal doğum yapayım" demişliğim var. Ve bunun kaynağı da tee üniversite yıllarına dayanıyor.
Bir akşam pek sevgili ev arkadaşım bakla yemeği yaptı ve ben hayatımda ilk defa bakla yedim. Ama o kadar sevmedim ki "daha da hayatta yemem" demiştim. O da beni sevmemiş olacak ki kısa bir süre sonra beni tuvalete mahkum bıraktı :) Tuvaletten çıktığımda yürüyemeden olduğum yerde kalakaldım ve yere çöktüm. Hemen ev arkadaşım Ç. Geldi. "Aman bu kadar mı sevmedin yemeği" diye şakalaşırken anladık ki benim şakalık halim yoktu. Taksiye atlayıp acile gittik. Ben karnımı tutup kıvranınca ya zehirlendin ya da gazın var dediler! Hasteneye gittiğimizde akşam saat 7 falandı galiba. Sabah saatlerinde eve geldiğimizde ve beni onca saat acıyla kıvrandırıp "ne olduğunu bulmadan ağrı kesici veremeyiz" dediklerinde ben çoktan küfrü basmıştım. Hatta acıdan çarşafı yırtmışım (bunu cidden hatırlamıyorum) ve kusmuşum (bunu hatırlıyorum çünkü ayakkabımın içine kusmuştum).
Ve sebep de gaz falan değilmiş.
Ben böbreğimden taş döküyormuşum...
Benzer bir hikayeyi yıllar sonra da yaşayacaktım, bu sefer de kum dökerek.
Ve bu iki acı hikayesinden sonra bana bir güç geldi, "normal doğumu haydı haydi yaparım" falan dedim :)
Ama işler öyle uzaktan atıp tutmayla olmuyor elbette.
Bunun içindir ki okudum da okudum...
Yazdım da yazdım...
Düşündüm de düşündüm...
Hiçbiri bana "sırtında yavrusunu taşıyan 1 panda anne" kadar cesaret vermedi.

Şimdi ona baktıkça mutlu oluyorum.
Her şeyde olduğu gibi doğumda da "hayırlısı olsun" diyorum. Doğum şekli ne olursa olsun biliyorum ki ben de inşallah Elifi böyle sırtımda keyifle taşıyacağım :)

Devamını oku »

"DÜNYALI"nın İlk Sayısı Çıkmııış,Tükenmeden Alın :)

Yeeepyeni bir dergiye kavuştuk :)
Bir Dolap Kitap'ın sesi bir süredir çıkmıyordu;bu demekti ki onlar bir işler çeviriyor!
Sonunda perşembe günü çeşitli ipuçları verdiler ve bakla ağzımızda ıslandı dediler. Benim aklıma hep bir mekan açacakları fikri gelmişti hatta dert bu ya mekan açılmış gibi "Ah ah İstanbulda açılır şimdi orası, Ankaraya yine pay düşmez" diye üzülmüştüm :)
Meğerse bu bakla uzaylı bir dergiymiş...
Ya da yanlış söylemiş olmayayım "Dünyalı" bir dergiymiş :)
Merhaba Dünyalı, biz dostuz" diyorlar hatta...
1 Martta sokağa koşacağımızı duyunca çok sevinmiştim,zihnimde sokağa koşar görüntüm canlandı 35 haftalık penguen halimle,bir daha güldüm.
Yani belki bugün ben koşamadım ama evdeki karabalığı koşturdum da aldık dergiyi.
Elime alır almaz çok sevdim.
Kendi adıma heyecanlandım çünkü sonunda "okunabilir" bir dergi olacaktı her ay önümde.(Bilim Çocuk alıyorum aslında ama o başka yazının konusu olsun) Ve de ta taaaam bir sürü hediyesi vardı! Evet tabii ki dergiden önce hediyelerine baktım,aklıma çocukluğum geldi yani o heyecanı hissettim.
Bir de BDK adına sevindim, onlar da hayallerini gerçekleştirmiş olmanın mutluluğu vardı. Hani bir şeyi yıllar boyu çok istersiniz ama bir türlü denk gelmez.Sonra bir gün kanlı canlı karşında duruverir ya,işte öyle bir şey olsa gerek dedim.
Gelelim "DÜNYALI"ya;

--Öncelikle derginin sıcakkanlı tarzını sevdim.
--Ve gayet muzır çizimler var hatta bir yumurta deneyinin yanına "Dikkat! Bu etkinliği evde denersen annenle aranız bozulabilir, benden söylemesi" yazmışlar :)) Buna çok güldüm; cidden o annelerin suratı geldi aklıma (Dur yine çok gülmiim ben de ileride o annelerden biri ben de olabilirim :)
--İçinde ohooooo hatta ühüüüüü bir sürü konu var 1 solukta okuyunca "bilgi ve gülme yumağı" oldum :)
-Başlangıçta "Haberler" var.(izlandalıların Elflerinvarlığına inandığını bilmiyordum mesela)
-Şapşal Kuş Piyu pek tatlı bir çizim ve cidden şapşal!
-Bu ayın konusu "Demokrasi ve Seçimler" olmasına rağmen sıkılmadan okuyabildim çünkü çizimleri Ezgi Keleş yapmış (diğer yazı ve çizimlerin de hakkını yemeyeyim tabii)
- Piko...Dostum nedir bu tatlılık,aynı Cedric gibisin;seni çok sevdim :)
- Kent Kolajı hem de atık kağıtlarla... Tabii ki  cincücenin çalışması bu. Bir gün  denersem belki cesaret edip paylaşırım sizlerle.
- Spor bölümünde "Futbol" var ama daha önce hiç duymadığınız bilgilerle...
- Eko/Yaşam 'da "bahçeyi balkona taşıma" var ama bizim Lokum sağolasun bitkilerde sağlam diş izleri bıraktığından buna pek sıcak bakamadım. Yoksa ben de isterim dalından domates koparmak :)
- "En tuhaf Yemekler"de azıcık mide sallanması yaşadım yani bizim patlıcan musakka gözümde "mantı" gibi göründü desem yeridir...
- Güncel Sanat bölümünde küp şekerle neler yapılabilir şaşkınlıkla okudum. "Boş kağıt" sanat eseri mi acaba diye,düşündüm durdum...
- "Başka Gezegenin Çocukları" farklı bir çizim,tatlı  kızla karşılaşabilirsiniz
- Sırt Çantasıyla Vietnam! Hem de Beyhan İslam'ın sırtındaki çantayla :) (Tarzını çok sevdiğim bir isim, ne zaman baksam  Tim Burton görüyorum)
-Doğa, Hayvanlar Alemi, Çevre, Saksıyı Çalıştır, Sağlık, Acar Hafiye, Kültür Sanat,Kitaplık, Sudoku, Laboratuvar, Labirent, Tokaçcan da diğer bölümlerden.
Kısacası içinde "yok yok" bir dergi. 
Çeşitli yerlerinde de Uzaylılar var ve çok sevimliler. Benim favorim:
Bu espri de tüm sayfayı okursanız daha da bir komik geliyor :)
Çok fazla konu olması dikkati benim gibi çabuk dağılan yetişkin/çocuklar için gayet güzel,dergiyi sıkılmadan okuyabiliyorsunuz.
Kitap tanıtımlarının tema eşliğinde olması da ilginç olmuş ama kendi adıma acaba bu sayfalar 2'ye mi çıkarılsaydı diye düşünmeden edemedim.
İnsanların "çocuk dergisi" deyip geçmemelerini, içeriğindeki bilgilerin birçok yetişkinin de fazlasıyla ilgisini çekeceğini düşünüyorum.
Mesela ben anlayamadığım bir konuyu "çocuklar için" yazılmış bir kitapta bazen daha çabuk kavrıyorum :)
Bir sonraki sayılarda çocuklar posta pulu ile zarflayarak neler göndermiş olurlar, merak ettim. Hatta utanmasam ben bile bir şeyler yazacaktım :))
"Bu dergi nasıl bir şey acaba?" derseniz oldukça detaylı bir web siteleri var.
Bir de unutmadan içinde fasikül fasikül edebiyat da var,ilk sayısı "sarı maymun" da hediyelerden biri. Sonu çok heyecanlı olur diğer sayıya kadar çatlar mıyım meraktan bilemediğim için henüz okumadım açıkçası.
***(Birkaç gün sonra) "Yapmayacağım" dedim ama yaptım. Okudum "Sarı Maymun"u... Şimdi merakla bekle bakalım diğer sayıyı... :)
Yarın yani 2 Mart günü BDK'yı sabah 10.00'da Açık Radyoda dinlemeyi unutmayın, kim bilir belki " Hey Dünyalı, Biz Dostuz" falan derler :))
* Tudem yayın Grubuna da ayrıca teşekkürler...

HERKESE "DÜNYALI" İLE HOŞÇA VAKİTLER; AMAN DİKKAT BAĞIMLILIK FALAN YAPMASIN :)

Devamını oku »

28 Şubat 2014 Cuma

Kaplumbağa :)

Koca Sevimli Dev'den bahsederken aslında Roald Dahl'ı ne kadaaaaar çok sevdiğimi söylemiştim ve azıcık da kendime kızmıştım; buraya hiçbir şey yazmamışım diye.
İşte bugün de başka bir kitabı var önümde: Kaplumbağa :)
Tek kelimelik kitap isimlerini severim.
Ama bu kaplumbağa bildiğiniz kaplumbağalar gibi değil, o bir Alfie :)
Kitabın konusu kısaca şöyle;
"Zıpzıp Bey çiçeklerine ve alt komşusu Gümüş Hanıma aşıktır; Gümüş Hanımsa bizim Alfie'ye. Yalnız bu kaplumbağa hiç mi büyümüyordur nedir; acaba yok mudur bunun bir çaresi?"
Bu çareyi elbette ki Zıpzıp Bey bulur ve Gümüş Hanımın kalbini kazanır ama asıl önemli olan sonuç değil yaşanılan süreçtir.
"Bir insan aşkı için neler yapar?" gibi romantik bir temayı eğlenceli bir çocuk kitabına yedirmek pek kolay olmasa gerek.
Hele ki söz konusu kaplumbağalar bir büyüyor bir küçülüyorsa :))
*BDK'nın "Kaplumbağa" için yazdıklarını da okumak isteyebilirsiniz...


HERKESE MUTLU HAFTA SONLARIIIII :)
Devamını oku »

27 Şubat 2014 Perşembe

Bebekli Hayat Kitapları :)

Ne zamandır aklımdaydı bu süreçte okuduğum ve okumakta olduğum kitapları paylaşmak. Bugün hazır elime fotoğraf makinesini de almışken kitapların güzel fotolarını da çekeyim dedim ama Lokum galiba onu çekeceğimi sandı,geçti kitapların önüne poz vermeye başladı :)

Lokum'un "haberim yokmuş gibi çek panpa"pozu
Bazı kitapların yeri çok ayrı olduğundan detaylıca farklı yazılarda yer vermeyi düşünüyorum.
Bu bir sınav değil elbette ama ben kendimi "ne kadar çok şey bilirsem" o kadar daha iyi hissediyorum. Kesinlikle insanın kafasını karıştıran hususlar da oluyor hatta "bu kadar okumasa mıydım" dediğim zamanlar da oldu. Sonra baktım ki okudukça yerine oturuyor bazı şeyler. Hani kavanoza bir şeyler koyarsınız da doldu zannedersiniz ama onu biraz çalkalayınca kavanozdakiler iyice yerleşir ve daha bir dolu boş yer ortaya çıkar.. Sanırım bende de öyle oldu. "Aha doldum, taşıyorum, yeteeer" dedim bir ara :) Ve hiçbirinin kapağını açmadım. Ama bir şeyler beni gıdıklamaya devam etti. O gıdıkladıkça benim kavanozda yer açıldı...
Herkesin tarzı farklıdır elbette ama bebek düşünen/  hamile olanlara naçizane tavsiyemdir bu kitaplar.
Sizin de faydalandığınız başka kitaplar varsa yorum kısmına yazarsanız çok sevinirim..
Detaylı kitap yazılarında buluşmak üzere diyeyim şimdilik :)


"Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler" enn bir süper kitap,sanırım ilk olarak ondan bahsedeceğim :)
                                  
                                          HERKESE BOL KİTAPLI, PATİLİ GÜNLER :)

Devamını oku »

Masal Kahramanı Elif :)

Doğum günlerimiz yaklaşırken (17 Mart bendeniz, 18 Mart karabalık, Elif de canı ne zaman isterse 5 hafta içinde inşallah :)  hepimize toptan 1 hediye olsun istedim ama ne alacağımı bilemedim.
Instagram hesabından bir süredir takip ettiğim (ismi çok tatlı) ZEİNEPUU vardı.
Çalışmaları pek güzeldi, lakin biri daha da mı güzeldi ne :)
Yazışmalarımız neticesinde ortaya haaarika 1 ürün çıktı.
Karabalığa sürpriz oldu ama en çok da hepimizin ilk hediyesi olması açısından önem kazandı..
Teşekkürler Zeinepuu...
Kendisi gerçekten pek şirin şeylerin üreticisi :)


Elif'e "Hoşgeldin" demeye şimdiden doyamadık ama ne de olsa o bizim masalımızın kahramanı :))
Devamını oku »

25 Şubat 2014 Salı

Zihin Boşaltma Aracı Olarak; Ütü :)

Ütü yapmayı sever misiniz bilmiyorum ama benim kendisiyle ilişkim pek bir sınırlı-idi.
Yani hala teknolojinin geldiği yeri sorgulayıp (sanki biliyormuş gibi) "ütüleme makinesinin" icadının benim çağıma yetişmemesine hayıflanıyorum.
"Ütü gerektirmeyen kıyafetler" elbette ki favorim ama durum sadece bundan ibaret değil.
Ütü ne yazık ki hayatımızın bir parçası.
Benim "ne yazık ki" dememin sebebi aslında hala sorguluyor olmam. Yani neden kıyafetlerimizi ütülüyoruz ki??? Kimse ütülemese ortada bir "garip"lik de olmayacak.
Annem bunları okusa "Aman Esraaa;böyle düşündüğün yetmedi bir de yazdın mı??" diye bayağı bir kızardı. Annemle %100 farklı düşündüğümüz konulardan biri de bu çünkü. Ona kalsa her şey- ama neredeyse her şey- ütülenmeli ve böylece göze güzel görünmelidir! İyi de o kıyafetler benim gözüme ya "ütüsüz de" güzel görünüyorsa??Yoo böyle bir şey mümkün değil-dir.
Ben yıllar yılı ütüyle yapardın-yapmazdın diye mücadele vereyim minicik haliyle Elif Hanım bana oralardan sağlam bir ders versin, vay be... Şimdiki nesil çabuk büyüyor :)
Daha önce okuduğum bir kitapta, adını hatırlamıyorum ama "İçgüdüsel Doğum" olabilir; 'Evde yaptığınız işleri "iş" olarak görmeyin;onlardan keyif almaya bakın.' yazıyordu. ben de okurken bile bir "puff" demiştim. Ev işlerinden çoook da uzak değilim aslında. Sadece tüm gıcığım ütüye :)
Derken Elif için aldığımız kıyafetleri ve çarşaf/nevresimleri yıkayıp ütüleme vakti geldi çattı.
Ben acayiip keyif alırım ki bu işten ne de olsa Elif'in minileri diyor(d)um.
İşte o ara ütüyle göz göze geliyoruz.
Tam 1 hafta boyunca sabahtan akşama durmadan yıkayıp ütülüyorum.
Minik kızım da benimle gurur duyduğunu belirtircesine göbeğimde sallanıp duruyor.
Fark ettim ki ben;
1) ütü yapmayı bilmiyorum!!! 
2) Ütülediğim şeyi nasıl katlayacağımı bilmiyorum !!!
3) Ütüye su koymayı unutuyorum!!!
4) Ütünün 'buhar' diye bir fonksiyonu olduğunu neden kimse söylemedi!!!
Kaynak: burada
Bu ne utanç yarabbim; böyle biri nasıl iyi anne olabilir ki diye ağla da ağla :) Ohh tam rahatladım derken bu kez minicik eldivenler,patikler gözlerde soğan etkisi yaratmasın mı? Onlara da ağla-ağla-ağla :)
O hafta ütü mü yaptım gözlerimdeki pası mı attım anlamadım ama hiç bu kadar duygusal bir ütü seansım olmamıştı...
Sonra aklıma geldi kitaptaki o cümle (son günlerdeydi ama olsun) "keyif almaya bakın" diye...
Ve zihnimde babam canlandı.
Pazar günleri babamın ütü günüydü. Radyoyu açar ve büyük bir dikkatle ütü yapardı. yıllaaaar sonra anladım ki işin sırrını o bulmuştu; yaptığı işten keyif alıyordu :)
Kaynak: burada
İşin en komiği de son gün tam işim bitti ve yüzümde harikalar ötesi iş bitirmenin gülümsemesi ütüyü fişten çekiyorum; fiş bildiğin elimde patlayıp tüm sigortayı attırdı. Sanırım arkasından söylediğim onca lafı duydu :) Neyse sağolsun intikamını almak için işimin bitmesini beklemişti :)
Diyeceğim o ki son gün yaptığım ütülerde zihnimi boşalltığını, pek bir şey düşünmediğimi anladım.
Bundan sonra "yogaya mı başlasam" demeyip kendimi ütüye vermeyi düşünüyorum, tabii suyu ve buharını unutmadan :)

HERKESE TATLI GÜNLER&BOL GÜNEŞLER :)
Devamını oku »

24 Şubat 2014 Pazartesi

Brigitte Abla Geliyoooor-muş :)

Çocuk kitaplarını sevmek apayrı güzel ama yazarlarla kendince "arkadaş" olmak da ayrı bir zevk.
Öyle çok "arkadaş" olmuşluğumuz yok henüz ya da benim sevdiğim yazarlar bunun farkında değil;çünkü bu tek taraflı da olsa harika bir ilişki :)
Arkadaşım olanları yazsam bitiremem ama İstanbul Kitap Fuarında bazılarından çekinerek de olsa imza aldığımı söylemiştim. Sohbet etmek mi??? Yoo dostum, henüz o kadar değil :)
Mesela çizer Ayşe İnan Alican'la keyifli bir röportajımız olmuştu,
Sevgili Behiç Ak'a soracağım bir dolu soru varken "Sevim Ak nerelerde?" demiştim, 
Hatta Bir Dolap Kitap ile "tanışamama" hikayemi bile anlatmıştım.
Kısacası ben tam 1 "uzaktan sevebilme" insanı iken çok büyük hayranı olduğum Brigitte Labbe'nin Türkiyeye gelişine neden bu sevindim bilmiyorum.
"Ankarada olsa kesiiiin giderdim" dedim :) Hatta şahane İngilizcemle ona müthiş sorular sorardım diye bile düşündüm. Hayal bu ya :)
Brigitte Abla :)
Ne yazık ki bu seferki etkinlik İstanbuldaymış.
Ve ben yine anlamadığım bir şekilde Brigitte Ablanın sadece 1 kitabını yazmışım.. Seriyi tamamlayıp burada detaylıca yer vermek istiyorum kendisine.
Ama önce Günışığı Kitaplığının " Brigitte Labbe Eğitimde Edebiyat semineri için Türkiye'ye geliyor" başlıklı basın bültenine yer vereyim:
"Günışığı Kitaplığı tarafından 1 Mart’ta yedincisi düzenlenen
Eğitimde Edebiyat Seminerleri’ne tüm dünyada fenomen olan
“Çıtır Çıtır Felsefe” dizisinin yazarı Brigitte Labbé katılıyor.
 Öğretmen, kütüphaneci, eğitim yöneticisi ve ilgili akademisyenlerin
katıldığı ve konularında uzman kişilerin konuşmacı olduğu seminerde,
Labbé, çocuk ve felsefe arasındaki hassas ilişkiyi anlatacak.


Çağdaş çocuk ve gençlik edebiyatının öncü yayınevi Günışığı Kitaplığı’nın düzenlediği Eğitimde Edebiyat Semineri’nin yedincisi 1 Mart’ta Özel Şişli Terakki Ortaokulu’nun katkılarıyla gerçekleşecek. Kapanış konuşmasını, çocuk kitaplarında fenomen olan “Çıtır Çıtır Felsefe” dizisinin yaratıcısı Brigitte Labbé’nin yapacağı ücretsiz seminere öğretmenler, kütüphaneciler, eğitim yöneticileri ve ilgili akademisyenler katılabilecek.
Edebiyatın ve akademinin önemli isimlerinin konuşmacı olacağı seminerde, çocuk ve gençlik edebiyatının ana başlıkları, eğitim ve edebiyatın buluşma noktaları, kütüphanelerin eğitimde yaratıcı kullanılması gibi önemli konular paylaşılacak. Prof. Dr. Bülent Yılmaz, Doç. Dr. Nermin Yazıcı, yazar Mine Soysal, eğitimci Mehmet Aksoy ve edebiyatın usta ismi Turgay Fişekçi birikimleriyle eğitimcilere yol gösterecek.
Doç. Dr. Nermin Yazıcı, edebiyatın eğitimde nasıl konumlanabileceğine ilişkin yeni yaklaşımları paylaşırken; şair, yazar, çevirmen ve yayıncı Turgay Fişekçi, eğitimcinin öğrencilerini edebiyatla dönüştürme gücü üzerine konuşacak. Yazar Mine Soysal ve eğitimci Mehmet Aksoy, eğitimin edebiyatla temas ettiği noktaların üzerinden geçerek “eğitimin edebiyat karnesi”ni değerlendirecekler; Prof. Dr. Bülent Yılmaz ise konuşmasında öğretmen ve kütüphanecinin işbirliğini ve yenilikçi uygulamaları ele alacak. Seminerde öğrencileriyle yaratıcı okuma uygulamaları gerçekleştiren öğretmenler de özel sunumlar yaparak, yöntem ve kazanımlarını meslektaşlarıyla paylaşacaklar.
Değişik illerden gelen 400’e yakın eğitimcinin ücretsiz katılacağı seminerin yapılacağı Özel Şişli Terakki Ortaokulu’na Bakırköy, Levent ve Beşiktaş’tan servisler kaldırılacak.

Bilgi için: İletişim Yöneticisi Meltem İge  meltemige@gunisigikitapligi.com

Günışığı Kitaplığı 7. Eğitimde Edebiyat Semineri
1 Mart 2014 Cumartesi

PROGRAM

08:30    Kayıt ve ikram

09:30    Açılış

09:45    Doç. Dr. Nermin Yazıcı
             Edebiyat Eğitimde Ne İşe Yarar?

10:30    Uygulama sunumu - Nergis Devrim, Derya İlhan, Özel Şişli Terakki Ortaokulu
             Hazırlıksız için bir hazırlık yolculuğu

11:15    Kahve molası

11:35    Uygulama sunumu - Feyzullah Coşkun, Melih İsfendiyar İlkokulu
             Öğrencilerimle İki Kentin Arasında:  Lataşiba

12:20    Mine Soysal, Mehmet Aksoy
             Eğitimin Edebiyat Karnesi

13:00    Öğle yemeği

14:00    Turgay Fişekçi
             Bir Ustanın Gözünden Edebiyatın Eğitimdeki Yansımaları 

14:45    Prof. Dr. Bülent Yılmaz
             Öğretmen ve Kütüphane: İşbirliği ve Yeni Yaklaşımlar  

15:30    Brigitte Labbé
             “Çıtır Çıtır Felsefe” Dizisinin Yazarı Eğitimcilerle Buluşuyor (Ardıl çeviri yapılacaktır.)                                                                            
16:30    Kapanış



Kayıt                        
E seminer@gunisigikitapligi.com •  T 0212 212 99 73  • F 0212 217 91 74  • İletişim Merve Özcan

Seminer Yeri
Özel Şişli Terakki Ortaokulu  •  K1 Konferans Salonu
Ebulula Mardin Cad. Öztürk Sok. 2 Levent 34335  İstanbul  •  www.terakki.org.tr/OrtaOkul/

Servisler
Okula ulaşım için aşağıda belirtilen noktalardan ücretsiz servis sağlanacaktır.
Bakırköy  İncirli metrobüs durağı      08:00
Beşiktaş  Üsküdar motor iskelesi       08:30
Levent  metro durağından ring seferler          08:00-09:30
  


Çıtır Çıtır Felsefe serisi günlük hayatta karşılaştığımız konulara, sorulara, sorunlara o kadar güzel bir bakış açısıyla yaklaşıyor ki... Cevaplar veriyor diyemem zaten böyle bir niyeti/iddiası olduğunu da sanmam.
Ama şaka bir yana Brigitte Ablayla sohbet edebilmeyi çok isterdim.
Belki bir gün o da olur...
Kim bilir :)

HERKESE ÇITIR ÇITIR FELSEFE KIVAMINDA, TADINA DOYULMAZ KİTAPLARLA DOLU HAFTALAR DİLERİM(Z)
Devamını oku »

Hazır Mıy (d) ım? :)

İnsanın hiç bilmediği bir şeye karşı kendini "hazır" hissetmesi zaten biraz tuhaf olmaz mıydı :)
Yani vizelere hazırlanırken bile tanımadığın bir hocanın sınavıysa bir dolu şeye çalışırsın ve hoca tek bir soru sorabilir yoruma açık ve sen "ee ben çok çalışmıştım" diyebilirsin ama "hazırmışım/değilmişim" diyemezsin.
Vizeler deyince aklıma geldi, okulda bir İrfan Hocamız vardı;namı sınav sorularından derslerde sakız çiğneyip elma yemesinden gelirdi.(yazınca bana da tuhaf geldi ama o zaman alışmıştık) Üst sınıflar bizi soruların acayipliğinden ötürü korkutuyordu ve hiçbir zaman sınavlarına "hazır olunamayacağından" bahsediyorlardı. Demek ki bu adam hayatın içinden bir şeyler soruyor demiştim. Zaten de çok çalışmamıştım ilk sınavlarına (1. sınıfta 3 derse birden giriyordu) Bendeki cahil cesaretinin bir yerde patlayacağını düşünmüştüm ama çok da öyle olmadı. "Kuru fasülye ile yedikten sonra çıkan gaz arasındaki ilişki 'iletişim' olur mu?" demişti soruların birinde. Soruyu görünce şaka yapıyor zannetmiştik ama yoo adam gayet ciddiydi. Demek ki ciddi bir cevap bekliyordu. Tam olarak ne yazdığımı hatırlamıyorum ama uzuun bir sayfa dolusu içinde "kuru fasülye" ve "gaz" olan cevap vermiştim. Hem ben kuru fasülyeyi pek severdim ki :) Geçer not aldığıma ve o hocanın dersinden hiç kalmadığıma göre bu gaz ilişkisini anlamıştım demek ki...
Gelelim Elifli hayatımıza hazır olmaya...
Anneler bu konuda daha gerçekçi yorum yapabilir sanırım. Neticede benimki sadece "tahmin".
o ilk çift çizgiden sonra ne hayaller kurulur, çocuk neredeyse üniversiteye bile gönderilir.
Ve hemen akıllara gelir: "Hazır mıyım" acaba diye. Belki bir işaret beklenir evrenden ya da sağlam bir gaz koca kişisinden "aslansın sen yaparsın" diye.Ama kendine de itiraf edemediğin o "çocuksu hallerin" belki "iniş-çıkışların" hep düşündürmektedir.
Evrenin bana ilk mesajı Noni'nin kitap teklifi olmuştu ya da ben öyle yorumladım.
Sonrasında da hep düşündüm durdum. Sanki düşünce gücüyle ulaşabileceğim bir kapı vardı,onu aradım. Bulamadım. Ben de kendimi ööylece olayların akışına bıraktım. Neticede hayatta her şey benim kontrolümde olamazdı (evet bu saf bir düşünceydi)
35. haftaya geldik çok şükür.
Şimdi de "doğuma", "doğum sonrası"na hazır mıyımlar başladı?
E tabii boşlukların bir şekilde dolması gerekiyor değil mi :)
Beni/bizi tam olarak neyin beklediğini bilmemenin iç gıdıklayıcı bir heyecanı var,onu seviyorum.
kendimi tamamen koy verip gitmeden önce okuduklarım var ki çoğunu unuttuğumu düşünüyorum.
Sınava hazırlanan bebeler gibi "şurayı okumadım, sendeki notları da alayım" modundaydım bir ara. (uzun bir ara belki)
Kaynak: deviantart
Sonra aklıma kuru fasülye geldi.
O "zaten" hep hayatımdaydı; gaz çıkarmayı da en az herkes kadar bilirdim neyse ki! (biraz tuhaf oldu ama öyle)
Ben de kendime "hazır mıyım/değil miyim?" sormayı bıraktım.
Bazı şeylere hazır olunmazdı sanki.
Sen elinden geleni yapardın; canının istediklerini okuyup/ birilerine danışıp vs. sonra da koyverip bırakırdın. Su da akıp yolunu bulurdu.
Öyle değil mi?
Arada Elifle dertleşiyoruz işte böyle, o da tanısın bizi değil mi :)
* Bir sonraki yazılarda göreceğiniz "okuduğum kitaplar"dan bölümünün aslında bu "koyvermeye" nasıl güzel katkısı olduğunu; "bilginin bir nevi 'güç' olduğunu keşfettiğimi de göreceksiniz,şaşırmayın :)
**Bir de asıl güzel cümlelerimi "bunlar iyi günlerincilere" saklıyorum.. Bak o da çok eğlenceli :)
*** Kim bilir, yıllaaaar yıllaaar sonra (yani etkisi hemen olmazsa diye) bu yazıyı okuyan biri kendini "hazır" hisseder hayatındaki kafasını kurcalayan 1 şeye; kim bilir :)

HERKESE MUTLU HAFTALAR, KURU FASÜLYELİ GÜNLER :))

Devamını oku »

Günün Şarkısı: Indila / Derniere Danse :)

Haftaya güzel bir şarkıyla başlamak sanırım fena olmaz..
Joy Fm sayesinde tanıştığım & sevdiğim bir şarkı:
* Daha güzel klipli olan videoda sorun yaşayınca alttakini ekledim;dinleyin yeter :)




Devamını oku »

22 Şubat 2014 Cumartesi

Son Zamanlarda Lokum :)

Daha önce Lokum'dan bir dolu bahsetmiş ve cidden bu kediler pek akıllı diyerek onları ne kadar kıskandığımı söylemiştim.
Lokum son zamanlarda değişik huylar geliştirdi. "Unuttu herhalde" dediğimiz günlerde bile bizi şaşırttı ve kendince oluşturduğu rutinini uyguladı.
-Dolabın üstüne çıkma:
Anladık ki Lokum'un gözü artık yükseklerde :) Günde 1 defa uygun gördüğü dolabın üstüne çıkıp orada bir güzel uyuyor. Bazen de aşağıyı izleyip bize nanik yapıyor :)

- Banyo kapısında bekleme:
Lokum kendince farklı su kaynakları bulmaya çalışıyor. Evde kendi kabında her gün yenilenen taze su ilgisini çekmiyor demek ki! Dışarıdan eve geldiğimizde bizi kapıda karşılayan kedinin ikinci durağı banyo kapısı oluyor. Sonraki durak da duş teknesinin önü... İçeride fazla su olmadığını sezmişse bizim el,yüz, ayak yıkamamızı bekleyip orada fazladan su olmasına dikkat ediyor.Böyle bir manyak böyle bir deli :))

- Banyoda kapalı kalma:
Sen misin banyoda bizi bekleyen..Geçen gün banyonun kaloriferinde yatmış,uzanmış Lokum. Biz de bunu fark etmeyip çamaşır makinesini çalıştırmış ve sesi gelmesin diye kapıyı kapatmıştık. İçeride başka işlerle meşgulken -çooook sonra- kapıyı açmaya çalışma patileri duyduk. Kendin niye açmaya çalışıyorsun bari iki miyavla değil mi? Yok illa her şeyi kendi başına yapacak. Tabii biz bunu fark edene kadar makinenin sonuna gelmişti. Lokum kapalı banyoda çamaşır makinesinin sesiyle yaklaşık 20-25 dakika başbaşa kaldıktan sonra bayağı bir sarsılmıştı. Kara Balık'a bir sarıldı ki onu oradan bir müddet ayıramadık. Kalbinin küt küt sesini ben bile uzaktan duydum. Korkusu geçince de başladı kızmaya:"beni niye orada bıraktınız mır mır mır...hiç mi sesimi duymadınız..mrr mır mıırrr..nerede olduğumu merak etmediniz mi..hırr mırr mıııırrr" şeklinde bir şeylerdi :) Güldüğüme bakmayın cidden üzüldüm. Bu an'ı da unutmamıza imkan yok;zira Lokum çıkma çalışmaları sırasında kapı arkasındaki bornozuma sağlam pati izleri bırakmış bile :)

- Denizi biz de özledik ama resmin önüne geçip poz yapmıyoruz değil mi :)



- Göbeğime mırıldanma:
Bebiş olayı ve Lokumu ayrıca yazmaya niyetim var ama unutmadan "Lokum Halleri"ne de ekleyeyim. Başka hayvanları bilmiyorum ama (köpekleri de test ettik,onlar da öyle) kediler 1 canlıyı kesiiinkez hissediyor. Başlarda aniden karnıma atlamayı kesmesi bile beni bu duruma ikna etmişti. (yoksa Lokum paldır küldür kafama bile olsa atlar) Sonrasında da göbeğime yatıp tatlı tatlı mırlayışını hiç unutamam :)

Şimdilik Lokum köşesinde olanlar bunlar. O bizi nasıl görüyor acaba merak ediyoruz.
Yalnız ikimiz de Lokum'un bir gün bizimle ciddi ciddi konuşacağını düşünüyoruz (anlamlı dinleyişlerinden) :))

HERKESE TATLI PATİLİ, MUSMUTLU, KEYİFLİ HAFTA SONLARI :)
Devamını oku »

21 Şubat 2014 Cuma

Sevgili Elif :)

"Nasılsın?
Fark ediyorum ki maşallah kımıl kımılsın.
Kendine yer mi açıyorsun yoksa benimle oynamaya mı başladın;henüz o kısmı çözemedim ama sen yine de tüm bu tekmelere, Meksika dalgalarına devam et olur mu?
O kadar keyifli ki...
Kendimi bir süredir kanguru gibi hissediyorum; seni de güvenli kesemde taşıyorum.
İnsanlar hamileliğin sonlarında bambaşka duygular yaşayabiliyormuş;daha duygusal olabiliyorlarmış.
Benim daha da duygusal halim olabilir mi,bilmiyorum ama bu ara hep seninle konuşuyorum(z)
Öncelikle canın neee zaman gelmek isterse o zaman sağlıkla gel bu dünyaya..Bizim acelemiz yok.
İleride nasıl biri olursun diye düşünmeden edemiyorum.
Kime/kimlere benzersin?
Elbette sadece kendine de benzeyebilirsin :)
Bizim babanla "yok yok bu bebiş bana benziyor" atışmalarımıza sen hiç aldırma (nasılsa baban duymasın da bana benzeyeceksin kıhkıhkh :P )
Daha şimdiden seni tanıyorum ve seni özlüyorum.
Ki bu özleme kısmı da bir tuhaf;sanki sen hep hayatımızdaymışsın gibi bir his.
Ben bu satırları yazarken bile "Anneeee ben burdayıııım" diyorsun ya sana hem gülümsüyorum hem de bazen ne yapacağımı bilemiyorum.
Neleri sevdiğini biliyorum: kalsiyum içeren tüm yiyecek ve içecekler  hele ki süt ve ayran :)
Mozart dinlerken ona eşlik eden tepkilerinden o amcayı da sevdiğini anlıyorum.
Babanın "Eliiif pabucu yarııım, çık dışarıya oynayalııım" demesine karşılık attığın tepiklerden evdeki kara balıkla oynamaya can attığını görebiliyorum(z)
Kitap okunmasını,yürüyüşte sallanmayı, suda olmayı, yemeyi seviyorsun o çok net.
Seninle vakit geçirmeyi seviyorum(z) zaten tüm gün 24 saat birlikteyiz.
Sana söylemek istediğim birkaç şey olduğunu fark ettim:
Kafanda nasıl bir "anne"/"baba" modeli var bilmiyorum.
Düşündüm ki bu modeller hep zamanla ve birlikte şekillenecek.
Bana sorarsan "sen nasıl bir anne olursun/olmak istersin" diye: (ya da sen nasıl bir "elif"sin aklımda)
Öncelikle hep yanında olduğumu bil isterim;zaman/şartlar vs. ne olursa olsun.
Sevdiğin işi yapman için seni canı gönülden desteklemek isterim; hatta "mühendis" olmak istiyorum dersen şaşırıp "marangoz" olmak istiyorum dersen sevinebilirim :)
İnsanların ne giydikleri/nerede yemek yediklerinden daha çok nasıl sohbet ettiklerine odaklanmanı  isterim elbette;yoksa o etiketler koparılıp gider.
Konu/kişi ne olursa olsun önce "öz"e bakabilmeni; olayları büyük resimde yorumlayabilmeni isterim.
Pazardan alacağımız kıyafetlere yeni bir şeyler ekleyip/dikip (o zamana kadar dikişi de öğrenmem lazım!) bununla babana enn havalı moda defilesi yapman da çok hoşuma gider.
Ben de çok bilmiyorum ama beraber şekilli kurabiyeler pişirsek ve karşılıklı sütümüzü tokuşturarak onları yesek ne harika olur değil mi?
Birlikte okuduğumuz bir kitabın devam kitabı çıktığında aynı coşkuyla sevinelim, gözlerimiz aynı ışıldasın isteyebilirim tabii :)
matematikle fizikle kimyayla ilgili bir şey sorduğunda (ki bu kişi kesinlikle baban olacak yavrum, buna alış) benim de seninle beraber yeni bir şeyler öğreneceğimi unutma..
Yeni yerler görmeye gitmeden önce çantamıza atacağımız ilk şeyin fotoğraf makinesi olacağını hayal ediyorum.
"Olmayana" değil de "olana" odaklanmanı ve hayatta hep şükretmeni görmek bizi çok mutlu eder.
Bazen babanla karıncaların yollarını izlemeye gidersiniz bazen uçurtma uçurmaya.
Umarım hep güzellikler çıkar karşına.
Sağlıkla gel güzel kızım :)"
Kaynak: deviantart
İnsan bazen duygularını yoğun yaşıyor galiba. Halbuki buraya yazmak için not aldığım bir dolu başka konu var ama önce unutmadan minicik mektubumu paylaşayım istedim. İçinde anlam kaymaları ve bozuklukları biraz fazla olmuş olabilir :)
* Ne çok şey istemişim yahu minicik bebeden :P

HERKESE MUTLU HAFTA SONLARI, SEVGİLER :)
Devamını oku »

16 Şubat 2014 Pazar

Tatlı Bir Melodinin Adı: Elif :)

Yeeepyeni bir döneme girdiğimizden bahsetmiştim.
Peki bu dönem nasıl gelişti, neler oldu neler bitti?
Yaz ortasındaki sıcaklarda tatil hazırlığı yaparken bir "çift çizgi" çıktı karşımıza. 
Ben böyle bir haberi acayiip salya sümük karşılayacağımı düşünürdüm, neticede büyük bir haber.
Yok, olmadı.
Ben bildiğin şoka girdim, girmişim.

Kaynak: burada
Neyseki evdeki kara balık benim yerime de sevindi, hopladı, zıpladı, havalara uçtu.
Bende yine tık yok.
Şaşırıyorum çünkü ben daha miniğim kendi gözümde.(ufalayım da cebinize gireyim,1 ay sonra 29'u bitiriyorum :)
Sonra aklıma "e birlikte büyürüz" gibi bir şey geliyor. Hemen arkasından da "gerçek midir ki bu test" gibi bir ciddiyet.
İlk aklıma gelen komiktir ki hangi kitapları ona öncelikle okuyacağım oldu.
Peki ya tatil, yaz, sıcaklar ve bizi bekleyen aile ziyaretleri???
Kafam allak bullak hadi normal; mideme ne oluyor?
Bir çift çizgi gördün diye hemen şartlanmış gibi niye bulanmaya başladın?
Yok canım benim sahiden şuraya bir uzanmam lazım, başım falan dönüyor.
E ben bugün su da az içmiştim.
Dur hemen uzanmayayım da sen bana 1 bardak su ver.. Hatta 1 şişe ver, ancak yeter :)
Peki şimdi ne yapmalı?
Gelmesini çok istiyorduk ama ne zaman geleceğini de bilmiyorduk.
Hazır mıydık?
Hele ben...
"Mutlu anne, mutlu bebek"ti ya; ben mutlu muydum peki?
Hay benim şaşkın kafam.. Tabii ki mutluydum, hatta daha ne istiyordum?
E işyeri???
Orada çok mutsuzum bak, hele bir de sigara içiyorlar!!!
Dur ben şimdi bunları düşünmeyeyim de su içmeye devam edeyim.
Tuvalete daha mı sık gider oldum ne? (O kadar suyun da bir şekilde çıkması gerekiyor tabii)
İlk kime söylemeli?
Ya da söylemeli mi?
1 çift çizgi ile yollara dökülür mü?
Neyse ki dökülmedik.
Bekledik, bekledik.
Beklerken bir dolu sancı çektik, içinde bolca uçan kelebek olan :)
Bu arada annem ısrarla bizi yazlığa bekliyor, yıllardır gitmediğim için bana hafif kızgın,bu sefer başka bir mazeret daha kabul etmeyecek.
De...
Ben nasıl gideceğim o kadar yolu?
Yol sanki bir anda Ankara'dan Mersine değil de Kuzey kutbundan Güney kutbuna uzandı.
Midem fena, ne yesem bulanıyor.
Her şey ve herkes birden kokmaya başlıyor hem de çöplük gibi.
hele ki ben.
Duştan çıktığımda bile kokuyorum, aman yarabbi!
Bir cesaret aradım annemi. Ondan hazırlıkların son durumunu öğrendim, içimde bir sıkıntı nasıl söyleyeceğim diye,birden : "Biz galiba gelemeyeceğiz" dedim. (Bu arada ertesi gün orada olmamız gerekiyor plana göre)
Annemden derin bir sessizliği takip eden sert bir soru: "neden!!!???"
Yüzyüze mi olsak daha kolay-dı yoksa telefonda mı?
"Galiba anneanne oluyorsun" deyiverdim.
Galiba mı?? O ne yahu?
Annemin ses tonu, sesi,muhtemelen yüzü bir anda değişti. "Aaaaa gerçekten miii?" :))
Gitmediğimizi bu kez bozulmadı çünkü ortada bir çift çizgi ve ona eşlik eden şiddetli mide bulantıları vardı.
Sonra gelsin "teyze oluyorsun, hala oluyorsun, babaanne oluyorsun.." konuşmaları.
Kısaca ilkini atlattıktan sonra gerisi daha kolay-dı.
                                                                                ***
Aradan geçen zamanı da belli kategoriler altında anlatmaya niyetim var ama bu yazının başlığına da konu olan melodiyi ayrıca paylaşmam gerek...
Allah nasip ederse;
Kızımızın adı Elif olacak :)
Kaynak: BİZ :)
Ona o kadar çok ismiyle hitap edip bir şeyler anlatıyoruz ki doğduğunda "Elif" dediğimizde dönüp bakmazsa bozulacağız ha :)
2 Balık hayatımıza "1 Ana Balık/ 1 Kara Balık" olarak devam etmeye niyetliyiz,bakalım.
Merak edenlere.. Lokum da hala bizimle.

Diğer Elifli yazılarda buluşmak üzere...
Herkese mutlu hafta sonları :)


Devamını oku »

15 Şubat 2014 Cumartesi

Koca Sevimli Dev :)

Ne zaman ki bir kitabı okumaya niyetleniyorum;o kitap kalıyor... Öyle garip bir durumum var.
Ama ne zaman ki canım bir kitap çekiyor ve kitaplıkta dolanıyorum;işte o an gözgöze geldiğimiz kitap "şimdi zamanı" diyor.
Kısaca benim için her kitabın belli bir zamanı var. O yüzden yani kitaplıkta bir dolu okunmayı bekleyen kitap var :)
Bugün de öyle oldu. Bambaşka işler yaparken sıkıldığımı fark ettim. Canım tam anlamıyla güzel bir çocuk kitabı okumak istiyordu.
Ve bu kez karşıma Roald Dahl amca çıktı. Onu bu kadar çooook sevmeme rağmen hakkında galiba hiç yazı yazmadım, tuhaf.
İngilizcesi kısaca BFG (Big Friendly Giant) olan kitabın Türkçede de kısaltması KSG :) Tüm kitap boyunca "Koca Sevimli Dev" diyemezlerdi herhalde.
1 kez Roald Dahl okumuş ve sevmiş olmak demek bence istisnasız tüm kitaplarını sevecek olmak demek aslında.
Lafı bu kadar dolandırdığıma göre yine çok sevmişim kitabı :)

Kitabın hikayesinden kısaca bahsedip daha çok ben nerelerini sevdim,bayıldım oralara geçeyim.
Sophie isminde yetimhanede kalan minik bir kız var. Bir gece uyumaya çalışırken dışarıda garip bir sessizlik olduğunu fark eder. Yataklarından tuvalet için bile kalkmaları yasaktır ama o dışarıda ne olduğunu çok merak etmektedir. Perdenin ucundan dışarıyı gözetler ve o anda kocaman bir devin karşı evdeki bir çocuğa borazanıyla bir şeyler üflediğini görür. Ama o da ne! Dev de onu görmüştür...
Koca dev onu kaçırır ve kendi yaşadığı yere götürür. Sophie dev tarafından çiğ olarak ya da belki haşlama bilemedin kızartma şeklinde yenilmeyi beklerken bu devin insan yemediğini öğrenir :)
Yaşadığı yerin hemen dışındaki ondan daha da büyük tam 9 dev vardır ve onlar insan etinden pek hoşlanmaktadır. Her gece farklı ülkelere gidip insanları gece vakti kaçırarak bir güzel mideye indirmektedirler. (Ama Danimarkalılar hariç; onların eti lezzetli değilmiş...)
Sophie ve dev bu durumdan rahatsızdır ancak akıllarına bir şey gelmemektedir.
Derken bir gün koca kulaklı sevimli devin yaptığı rüya kavanozlarını kullanarak bu kötü kalpli 9 devi insanlardan uzak tutacak bir plan gelir aklına minik kızın. Bunun için İngiltere Kraliçesine küçük bir ziyaret gerekmektedir. Ama nasıl? :))
                                                                      ***
Çocuk kitaplarına belki bir alt sınır koymak gerekebilir ama üst sınıra gerek yok sanki. Yani bu kitap için "uygun görülen" yaş 9-12 imiş. 13 yaşındaki bir çocuğun, 23 yaşındaki bir gencin... ve daha bir dolu insanın Roald Dahl'ı bayılarak okuyacaklarına eminim.
Kitabın İngilizcesi de elimde var ancak cesaret edip okuyamadım acaba sıkılır mıyım anlamadığım yerler çok olursa diye. Matildayı sadece İngilizcesinden okumuş ve gayet güzel anlamıştım ama bu kitapta inanılmaz farklı bir durum var; o da KSD'nin konuşma şekli. Okula gitmediği için konuşması oldukça bozuk ve bir çok şeyi karıştırarak söylüyor. İyi ki de öyle yapıyor. Kitabın hikayesinin dışında çok hoş bir orjinallik katmış bu durum.
Minik kızın ara ara bu konuşmaları düzeltmesine KSD sinir oluyor ama Sophie'nin ona "bayılıyorum senin bu konuşmana" demesiyle de mest olup, çocuklar gibi seviniyor.
Sadece konuşma şekli değil, olaylara yaklaşımı da bir hayli sevimli :)
Kitapta hiç unutamayacağım bir bölüm ise kısa bir süreliğine ayrıldıklarında Koca Sevimli Devin Sophie'nin yanağına tatlı öpücük bırakması ve kızın gözünden süzülen gözyaşı oldu...
Oldukça keyifli, bol gülmeceli, ara ara mesajlı ("insanoğlu kendi türünü öldüren tek hayvan" denmesi gibi) harika bir Dahl kitabı.
En sevdiğim Matilda diyordum ama bu sevimli dev de hiç fena değil :) Ben de Sophie gibi o koca kulaklarında yumuşacık bir yolculuk yapmak isterdim...
Kaynak: burada
Bu kitabın filmi çekilse nasıl olurdu diye kıvrandım okurken. Muhtemelen ve mecburen bazı yerler eksik kalırdı. Ben zihnimde canlandırdığım Sophie ve KSD ile yetineyim şimdilik :) (Çizgifilmini de BDK bulmuş; merak edenler buradan izleyebilir)

HERKESE BOL GAGOZ VE ZARTZURTLU GÜNLER DİLERİM(Z) :))
Devamını oku »

14 Şubat 2014 Cuma

Sosyal Medya, Instagram ve "2balik" :)

Sosyal medya nasıl da hayatımızın tamm ortasına geldi yerleşti..fena mı oldu bilmiyorum ama bu sayede dünya biraz daha küçüldü ve normal şartlarda tanışmamıza imkan olmayan insanlarla tanıştık/kaynaştık hatta sohbetleşir olduk. Bu açıdan güzel aslında.
Sorun şu ki bir garip bağımlılık da yarattı sanki, yanılıyor muyum?
En sevdiğim sosyal medya elbette ki blog alemi :) Buraya bir şeyler yazmayınca kendimi dilim şişmiş gibi hissediyorum,o kadar yani :)
Herkes kendi zevkine, ihtiyacına göre farklı mecraları kullanıyor. Bir insanla pastanede buluşup saatlerce sohbet etsek bu kadar tanıyamayız herhalde birbirimizi.
Bir de "gerçek hayat"ta tanınmamak var ya. Sanırım o kısım biraz daha rahatlatıyor bizleri. Yoksa bilsek ki bunları aileden yakın çevreden birileri okuyor;ohoo o zaman kas kendini kasabildiğin kadar.
Ama güzeli de rahatça yazmak değil mi ki?
Misal burayı annem okusa hakkında o kadar yazı yazamazdım değil mi :)) (yazı 1, yazı 2 ve yazı 3) (sevgili anne, blogumu keşfettin ve bu satırları okuyorsan..hala bilmiyormuş gibi yapmaya devam et olur mu :)
Facebook hesabımı kapatalı çok oldu çünkü oradaki paylaşımlardan hoşlanmamaya başlamıştım. Sanırım oradaki arkadaşlık mantığını hiçbir zaman çözemeyeceğim. Ortaokul arkadaşımın arkadaşının kuzeni benimle niye "arkadaş" olmak ister ki değil mi? Bir de kaç tane "arkadaşın" varsa o kadar popülersin :)) bu da komik geliyor-du.
Twitter da yeni keşfettiğim mecralardan biri. Hatta geçenlerde -isim vermeyeyim- birine özel mesaj gönderdim. O da spam olduğundan şüphelenmiş ve mail atmış; demiş ki "DM göndermişsin,sen misin?" Tabii ben bu DM'nin ne olduğunu anlayana kadaaaaar... Ben de saf saf "DM ne bilmiyorum ama ben özel mesaj attım"dedim :) (benim gibi bilmeyenler için not: "DM" direk mesaj anlamına geliyor-muş. Ben ona kendi içimde "özel mesaj" diyordum halbuki :)
Pinteresti hala ve ısrarla çözmeye çalışıyorum. Neden bazı yerleri Türkçe bazıları İngilizce onu mesela anlayamadım. İngilizcesi benim gibi çok şahane olmayanları düşünüp hepiciğini Türkçe yapsalarmış daha mı iyi olurmuş ne :)
Whatsup dediğimiz şey, bir nevi sosyal medya sayılıyor mu bilmiyorum ama ben onu çok seviyorum. hele ki çıkamadığım alışverişlerde bana görüntü gönderen 1 kardeşim ve 1 kara balığım olduğu için çok şanslıyım :)
Veee gelelim Instagrama...
Onu ennn sona sakladım, neden bilmiyorum ama :)
Instagramın en sevdiğim tarafı çoğunlukla pozitif ve güzel şeylerin paylaşılması.
Evet ben de biliyorum memlekette ve tabii dünyada hiiç hoş olmayan şeyler de oluyor (hatta onlar nedense çoğunlukta) ama yine de insanın güzele, iyiye odaklanması da mümkün. Sanmayın ki çok Poliyanayım..Değilim aslında ama insanın kendini mutlu eden şeyleri bulması da zor değil; bu bir fincan kahve ya da 1 kupa süt olabilir :)
Instagram hesabımız merak edenler için: 2balik
Profilimiz gizli çünkü orada da çok gereksiz reklamcılar var;onlardan hoşlanmıyorum(z).
Hesabı gerçek olan herkese profilimiz açık... Bizden çok Lokum sultanın fotoğrafları var ama :)
Orada da görüşmek üzere der, sizleri bir acayip yaratıcı çalışmamla başbaşa bırakayım:

Instagrama gelirseniz, bizi böyle de tanıyabilirsiniz :)
HERKESE KOOOCAMAN GÜLMELİ, MUSMUTLU HAFTA SONLARI :)
Devamını oku »

13 Şubat 2014 Perşembe

Yeeepyeni Bir Hayat :)

Merhaba sevgili okur,
Bir önceki yazıda kısaca hayatımızdaki değişiklikten bahsedeceğimi söylemiştim ve eklemiştim "becerebilirsem" diye...
Nasıl desem.
Böyle minik bir şey girdi hayatımıza. Henüz biz de tanışmadık kendisiyle ama attığı güçlü tekmelerden kendini hissettiriyor :)

Şimdi maşallah 33 haftalık olduk :) Aklımda ühüüüü bir dolu yazı/konu var, paylaşmak istediğim. Sanırım konularına göre bir sıra yapıp yazacağım. Bilgi kirliliği de çok fazla internette ama güzel/özenli yazıların ben çok faydasını görmüştüm. Kim bilir belki bu satırları okuyan bir kişiye benim de faydam dokunur hem de okuduklarımı yazarak not almış olurum :)
Çok sevdiğim(!) işime gitmiyorum,doğum iznine erkenden ayrıldım.
Bir dolu harika çocuk kitabı tarafından da kuşatıldım, yaşasın... Onları da burada daha fazla paylaşmak istiyorum.
Şimdilik yazacaklarım bu kadar.
Hayretler olsun lafı dolandırmadan 1 kerede diyeceğimi dedim :)
Sen de heyecandan ben diyeyim şaşkınlıktan :)
* Bir sonraki yazı; Bıdışla tanışma hikayemiz olsun o zaman...

MUTLU GÜNLER OLSUN HERKESE:)
Devamını oku »

10 Şubat 2014 Pazartesi

Günün Şarkısı: Beautiful That Way / Noa

Bir süredir bloga uğramıyordum. Bu şarkı hem kötü gündeme inat olsun hem de haftaya güzel bir başlangıç:
*Bir sonraki yazıda "neredeydim"i yazmaya çalışacağım,becerebilirsem :)




Gerçekten insana mutluluk veren bir şarkı.. Her gün 1 doz dinlenebilir :)
Devamını oku »

19 Ocak 2014 Pazar

İyi Geceler, Julia :)

Yeni yıl gelmiş hatta Ocak ayının yarısı geçmiş bile ama biz neler olup bittiğini yazmamışız,ne ayıp. Ayıp dediysem bu elbette kendime... Aldığım notlar, taslakta duran yazılar hepsi gözümün içine bakarken ben az biraz soğukalgınlığıyla gözümü açamayıp sallanıp yatınca, bir şeyler de aksadı haliyle. Yeniyılın ilk yazısı için aklımda bambaşka bir yazı vardı ama gel gör ki yazı kendi kendini seçti ve Julia'ya torpil yapmazsam olmazdı. Daha önce okuduğum kitaplar hakkında bir yazı yazdım yazdım sonraya kaldı mı unutuyorum demiştim ya...Aslında bu kitabı unut(a)mam herhalde ama ben hala içim sıcakken yazayım :) Hala biraz ateşim olduğundan mıdır uzun süredir bu kadar sıcak bir karakterle karşılaşmadığımdan mıdır bilinmez bu sıcaklık...
Kafamı toplayıp bir şeylere odaklanamıyorken kendimi kütüphanenin önünde buldum; illa da Julia'yı aradım(daha önce hakkında güzel yazılar okumuştum). Bir pazar klasiği olarak bol köpüklü muzlu sütümü de aldım yanıma(kahve diyeceğimi sandınız değil mi :P )
Kitaplar konusunda ne yazık ki çok ama çok seçici olduğumdan bahsetmiştim sanırım. Çok korkacağım ya da üzüleceğim çocuk kitaplarını da okuyamıyorum. Hoş, artık okuduğum kitapları "yetişkin kitapları" ya da "çocuk kitapları" diye ayırmıyorum;onlar benim için sadece "sevdiğim kitaplarım".
Hala okuduğum kitabı anlatmaya geçmediğime ve lafı dolandırdığıma göre bu kitabı çok ama çok sevmiş olmalıyım (kendime ipucu)

Julia bir süredir hastanede yatan minik bir kız çocuğu. Hastalığının ne olduğunu bilmesek de odasından dışarı çıkmasına kesinlikle izin verilmediğini biliyoruz. Bu aşamaya gelmeden önce hastane koridorunda tanıştığı mavi eşofmanlı ve fularlı Bruno isminde bir arkadaşı var. Hastaneden çıktıklarında Bruno'nun evinin bahçesindeki meyvelerden toplayıp pazarda satacaklar :) (bu hayali çok sevdim) ve yeni meyve ağaçları dikecekler. Julia'nın harika ötesi tatlı mı tatlı bir büyükbabası var, ona kağıttan uçaklar, kutular, zıplayan kurbağalar yapmayı öğretiyor. Babasının hep acil işleri olduğundan vaktinin çoğunu büyükbabasıyla geçiriyor. Annesi çok sık gelemiyor çünkü evde ikiz kardeşlerine bakması gerekiyor. Kitabın en sevdiğim kısmı hastanede olan bir çocuğun kaybetmediği heyecanı...Son günlerde hastanede olmasam da ben de yatarak vakit geçirdiğim için olsa gerek ayrı bir sempati duydum Julia'ya :)
Hasta odasında yalnız başına sıkılırken bir anda harika bir arkadaş edinir; Pofuduk Yastık! Gündüzleri  Pofuduk uyuduğundan ancak geceleri rüyalarda buluşmaya başlarlar. Sevgili Arkadaşı Bruno'dan ise bir süredir ses çıkmamakta mektuplara cevap gelmemektedir. En son annesiyle gönderdiği mektupta hastanenin haritası ve odaları arasındaki yolu kırmızı kalemle çizmiş hatta 181 numaralı (sondan da aynı okunduğuna göre şanslı bir oda numarası bu) odaya hazine sandığı çizmiştir;yoksa o hazine Julia mıdır :)
Julia sonunda Pofuduk'u da kandırır ve yakalanmayı göze alarak Bruno'nun odasına ziyarette bulunmaya karar verir. Niyeti kendi yaptığı kutunun içindeki 2 tane kiraz çekirdeğini vermektir...
"Çocuk aklı" deyip geçiyoruz ya bazen. O akılda saflık ve iyiniyetten başka bir şey yok halbuki. İki tane kiraz çekirdeği için neleri göze alıyor bu sevimli kız.
Yazar bu kitabı "Büyükannem Teressa'ya ve daha mutlu olmayı hayal eden tüm çocuklara" adamış. Kitaptaki harika hemşire Teressa aynı adı taşıyan büyükannesi demek ki.
Julia ve Bruno nerede karşılaşır, neler yapar, kiraz çekirdekleri ağaç olur mu; buraları anlatmayacağım. Merak eden olursa kitabın heyecanını bozmak istemem.
Normalde de bol aksiyonlu rüyalar gören biri (benim gibi) için hastayken enteresan yolculuklar yapmak oldukça keyifli aslında.
Ben de kendi pofuduk yastığıma bir daha bakayım;belki o benimle konuşuyordur da ben büyüdüğüm için onu duymuyorumdur;kimbilir :)
*Hastalara acil şifa, memlekete biraz yağmur ...
** Kitapla ilgili sevgili Hintcevizinin ve Bir Kitap Lütfen'in de yazılarını okumak isteyebilirsiniz.

HERKESE GÜZEL GÜNLER, TADI DAMAĞINIZDA MUTLU PAZARLAR :)
Devamını oku »