Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




9 Ekim 2015 Cuma

Demir Adam ve Demir Kadın

Uzun zamandır aklımda olan iki kitabı bugün(geçen hafta) okudum. Zihnimde canlanan olay örgüsü ile neredeyse hiç ilgisi yokmuş (arka kapağı özellikle okumadım,kendim fikir yürütmüştüm) öncelikle. "Demir Adam" deyince sizin zihninizde ne canlandı mesela? Ben kitapta bir adet demir adam olacağını ve onun başından geçen bir şey okuyacağımı düşünmüştüm. Kitapta bir adet demir adam var ancak hikayenin işlenişi oldukça değişik geldi bana. Sanırım bunda yazarın folklar ve antropolojiye olan ilgisinin ve kullandığı Yorkshire lehçesinin de etkisi var. Sade bir anlatım, içinde uzun tasvirler yok ancak kulağımızı uzun tarafından göstermek gibi bir tercihi var sanki yazarın. Hikayeden ziyade bu iki kitapta da aklımda en çok yazarın dili kalacak. Hatta keşke bununla ilgili bir dilbilimci yazı/yorum yazmış olsa ve ben onu okusam dedim.

Konusundan bahsedecek olursam, ki birinci bölümde Demir Adam'ın başına gelen şeyin (ne olduğunu yazmayayım) neden olduğu üzerine epey düşündüm. "Yazar neden böyle bir başlangıç yaptı, bunu neden tercih etti" kısmına kafa yordum ancak bulamadım. Bu kitabı okuyan varsa lütfen haberleşelim, kitap hakkında dolu dolu konuşasım var :) Alt metinleri anlamakta zorluk çektim, belki ben de biraz daha antropoloji veya mitoloji bilsem iyiydi.
Özetle, Demir Adam bir köye gelir,orada onu Hogarth isminde bir çocuk görür, Demir Adam köydeki herkesin arabasını, traktörünü, içinde metal geçen her şeyi yemeye başlayınca Demir Adam'dan kurtulmak isterler. Kısa bir süre sonra tüm dünya için farklı bir tehlike baş gösterir ve Demir Adam'dan bu tehlikeden insanoğlunu koruması istenir. Okumak isteyenler de olabileceği için tehlikenin ne olduğunu yazmayayım ama ben ikisinin "savaşma" şekline çok şaşırdım. Bu tehlike de Avustralyada ortaya çıkıyor bu arada. Bak şimdi. Daha da heyecanlandım. Hikayenin sonu kalbimi yumuşattı ve merakla "Demir Kadın"ı okumaya koyuldum.
Demir Kadın ve Demir Adam
"Demir Kadın" hikayesi "Demir Adam"ın devamı niteliğinde olmasa da içinde yine demir adam da geçtiğinden 2. kitap gözüyle bakabiliriz. "Susamuru Ziyafeti Köprüsü"nde değişik bir şeyler olduğunu fark eder Lucy çünkü bir yılanbalığı kıvrılıp bükülerek can çekişiyordur. Bu derede neden böyle şeyler yaşandığını anlamamız uzun sürmez çünkü kasabada atık dönüştürme fabrikası yer almaktadır. Çevreci kitaplara ben biraz mesafeli yaklaşırım açıkçası, çoğunda "çöpümüzü yere atmamalıyız" havası vardır ve bu beni sıkar. Bu kitap sıkmadığı gibi kitabı  heyecanla okudum. "Şimdi şöyle olacak" dediğim yerlerin çoğunda da yanıldım zaten :) Dedim ya yazar biraz ters köşe yaptırıyor gibi..
Hayvanların nasıl acı çektiğini insanlara gösterebilme şeklini çok sevdim kitapta. Çoğu zaman benim de kulaklarım çığlıklardan duymaz oldu. Zaten işin içinde balıklar olunca hikaye daha da ilgimi çekti. Sonundaki sürpriz şarkıya ise tabii ki eşlik ettim, ne de olsa ses çoook uzaklardan geliyordu.

Lucy, Demir Kadın'ı temizliyor.
Demir adam kitabında yer alan "kölelik" algısını anlayamadım. Neden böyle bir şeye gerek duydu? "Kölelik" yazmasa da hikaye yine istediğini verirdi çünkü, kölelik vurgusunu anlayamadım.
Demir kadında ise sadece fabrikada çalışanların cezalandırılması kısmı tuhaf geldi. Neticede kirliliği yaratan sadece onlar değil bence. (Bu kısım tartışılabilir)
Ted Hughes'in diğer kitaplarını da oldukça merak ettim.

Demir Adam
Özgün Adı: The Iron Man
Yazan: Ted Hughes
Resimleyen: Kutlay Sındırgı
Çeviren: Güven Turan
Yaş grubu: 8+
Can Çocuk, 2015, karton kapak, 57 sayfa

Demir Kadın
Özgün Adı: The Iron Woman
Yazan: Ted Hughes
Resimleyen: Kutlay Sındırgı
Çeviren: Güven Turan
Yaş grubu: 10+
Can Çocuk, 2015, karton kapak, 122 sayfa
Devamını oku »

8 Ekim 2015 Perşembe

Elif 1.5 yaşında :)

Elif ile ilgili en son "11 aylık" yazısı yazmışım, gerisi yok. Ne ayıp bana.
O zamandan beri kuzum büyüdü. Yaşını doldurmadan Avusturya gezisine gittik.
1. yaş kutlamaları ana-baba-bebe şeklinde geçecekti ama buna anane ve babaanne razı gelmeyince onlar da katıldı aramıza. Daha önce dediğim gibi beni "tema" deyince kaşıntı tutuyor. O yüzden bizimkisi "casual" diyebileceğimiz türden bir partiydi. Abim de gelmişti(kuzenim) ve biz oldukça minik bir toplulukla Elif'in mumunu üfledik :)  Bir sürü balonu vardı ve Elif onlarla coştu, mutlu oldu. Elif arıları çok sevdiği için pastasını son dakika kararı ile birine yaptırdık ve cidden hayatımda yediğim en güzel (ve en değişik) yaş pastayı yedim.

Süsleri Eda, aylaaar önceden göndermişti :)
Elif'in 1. yaşının ardından zaman o kadar hızlı aktı ki, 6 ay nasıl geçti sahiden pek bir şey anlamadım. Öncelikle ev değişikliği yaptık. Bebekle beraber taşınmanın ne kadar zor olduğunu görmüş olduk. Haziran sonu gibi yani Elif 14,5 aylıkken kreşe başladı. Onunla beraber hastalıklar, ilk ateşler, ne yapacağını şaşırmalar da geldi :)
Kuzeni Ayça ile tanıştıktan sonra tatilde onu biraz sıkıştırdı ama bence ileride çok iyi arkadaş olacaklar :)
Kreş sürecinde uzun bir süre "Elif bugün kaç kişiyi ısırdı" durumunu yaşadık. Hala "Peri" deyince çocuk kolunu ısırıyor, biz öpüyoruz.
13 Eylül gibi yani tam 17 aylıkken "Anne" demeye başladı. O gün bugündür devamlı "an-ne" diyor, pek şeker.
Elif'in doğduğu günden beri favorisi baba kişisi. Ortamda o varsa başka kimlerin olduğunun pek önemi yok. Babasıyla oynarken beni de sormaz zaten. Hani acıkırsa o vakit :)
Elif, son birkaç haftada dil atağı yaşıyor galiba. Konuştuğumuz her şeyi anladığını fark ediyorduk ama arka arkaya kelimeler kuracağını beklemiyorduk. İşin aslı ben Elif biraz daha geç konuşur diye düşünmüştüm, neden bilmiyorum. Gerçi bunlara konuşmak deniyor mu, o konuda bilgim yok ama Elif "anne al", "üt(süt) bitti", "pişi pişi(kedi) gitti" gibi cümleler kuruyor. Bir de arada bir şeyden korkunca  "kogktum" diyor, çok komik oluyor.
Yürümeye başladığı andan itibaren (13.5 aylık) kesinlikle arabasına oturmuyor. O arabayı neden aldığımızı hala düşünüyorum. Çocukları pusetlerinde gezerken görünce cidden çok imreniyorum. Bizimki her yere saldıran bir pozisyonda olunca birimiz sadece (baba) Elifle oluyor, kalan kişi de (ben) alacakları apar topar alıp çıkıyoruz bulunduğumuz yerden.
Ek gıda konusu çok şükür sandığımdan kolay oldu, bunda belki dişlerin tek tek gelmeyip mısır patlağı gibi patlamasının da etkisi oldu, bilmiyorum. (Devamını da burada yazmıştım)
Geçen gün iş yerinden biri durduk yere "Elif için üzülüyorum" dedi. "Hayırdır" dedim. "Evde televizyonunuz yok" dedi. Yorum bile yapamadım valla,güldüm. Yorum yapacak olsam "üzülmeyin, muhtemelen sizden iyi halde" derdim. Televizyon yok ama kurtarıcı müziği "mini mini" var, bence fazla izliyor ama napalım :/
Ek gıdaya güzel geçtik ama Elif'in yemek yeme alışkanlığı biraz tuhaflaştı.Kreşle beraber çatal ve kaşıksız yemek yemez oldu ki bu benim hiç işime gelmese de bir açıdan da rahat. Döküp saçması şimdiye kadar hiç sorun olmamıştı, şimdi de hiç sorun değil. Sadece sofradaki her şeyin tadına yer döşemesi bakmak istemiş miydi, soran yok :) Neyse ki halımız falan yok. "Normal" standartlarda Elif aslında oldukça az yiyor ama sıklıkla yediği için bunu tolere edebiliyor galiba. (Bu arada ben hala yoğurdu evde yapmıyorum,Pelin'ime sevgilerimi göndereyim :)
Banyosu konusunda da en büyük sıkıntı banyonun bitmiş olabileceğini anlayamıyor olması. "Bitmeyen banyo yapsınlar arkadaş!" mottosu bizim kapıda yazılı mesela :)
Lafı daha ne kadar döndürebilirim bilmiyorum, uykuya gelmemek için. Allah sağlık versin ama bence biz Elif'in doğduğu ilk aylarda -kolik hariç- daha iyi uyuyorduk. Kolik haricinde çünkü tek ağlama sebebi açlık oluyordu. "Şimdi neye ağlıyorsun gülüm balım?" diyorum ve çoğunda onunla beraber ağlıyorum da ama beni sallayıp cevap veren olmuyor. Farklı uyku metodları denedik, olmadı. Şimdi yer yatağında, saç kurutma makinesiyle,bazen ayağımızda bazen de kucağımızda uyuyor. Son haftalarda uykuya geçtiği saat 2.5,3,4,5 gibi şahane rakamlar ki kendileri "a.m."denilen sabahın bir körüne denk geliyor. "Diş, büyüme atağı, gaz, acıkma, kötü rüya,üşüme/terleme, geniz eti şüphesi, alerji" gibi şeylere baktık ama yok sanırım Elif gülmek kadar ağlamayı da seviyor. Sadece uyumuyor olsa sanırım kendimi daha az kötü hissederdim. Lakin bu kadar çığlıklarla ağlayan ve ne yapsak durmayan bir bebeğe dua edip sevgi göstermeye çalışmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden. Kaçta yatarsa yatsın sabah uyandığı saat değişmiyor. Sabah da hiçbir şey olmamış gibi uyanıyor. "Gece boyu ağlayan zaten komşunun çocuğu" diyorum ben bazen.
1,5 yaş yazısında biraz serzeniş de oldu ama gerçekler bunlar. Hep diyorum Allah önce sağlık versin. Ama şu uyku(suzluk) işine de bir çözüm olsa... Aslında düşününce uyuması değil de beni doğduğundan beri fazla fazla ağlıyor oluşu üzüyor.
Şu yazıma denk geldim az önce, böyle bir şey yazdığımdan bile haberim yok.Hani google'da denk gelse "aa ne iyi bak biri iyi bir şey yazmış"diyeceğim.
Kim bilir belki de bu yazının ikincisini yazmamın vakti gelmiştir.
Bu arada "iki yaşına gelince geçiyor" denilen hiçbir şeye inanmıyorum. Tüm çocuklar ve gelişimleri öyle farklı ki...Elif şimdiye kadar o kalıpların hiçbirine girmedi.
Biraz zottirik bir kız sanırım bizimki :)
Elifle beraber yürümeyi, koşmayı, parkta dolanmayı, onu serbest bırakmayı, ona "hayır" dememeyi, onunla kitap okumayı, okuduğumuz kitapları canlandırmayı seviyorum.
Doğduğu an'ı hatırlıyorum da gözlerimin ta içine bakmıştı o ıslak haliyle,o an anlamalıydım onun uykuyu hiç sevmeyeceğini değil mi :)
Varlığı en büyük şükür sebebimiz,iyi ki doğmuş ve bizi gıdıklamış minik bal peteğim & sarı papatyam :)



* Ayın 9'unu bekleyemeden yayınlıyorum yazıyı da, unutmayayım diye :)
**Elif kreşte nasıl uyuyor peki sorusuna istinaden cevap veriyorum, hazır mısınız? Öğretmeni Elif'i yatağına koyuyor, kitap okuyor, saçını okşuyor ve Elif çoğunlukla aralıksız olarak uyuyor. Öğretmeni bunu ara ara söylüyor ve ben her seferinde ağlamak istiyorum... :)



Devamını oku »

6 Ekim 2015 Salı

Ekim Kitapları

Normalde canım hangi kitabı isterse onu okurum ancak kitap okumalarımı biraz daha düzenli yapabilmek için aylık kitap seçimi yaptım. Daha şimdiden bu listede olmayan bir kitabı aldım ve okumaya başladım bile ama olsun :)
Not alma alışkanlığım ne yazık ki çok düşük çünkü hep kaçarak göçerek okuyorum. Not olarak sadece ne zaman okudum, okuduktan sonra ne hissettim ilk sayfalara onu yazıyorum. Son sayfalara da kitaptaki imla hatalarını yazıyorum. Keşke biraz daha irdeleyebilsem...
Ekim ayı için seçtiğim kitaplar da şöyle:


Demir Adam ve Demir Kadın hafta sonu bitmişti.
Sevdalı Bulut'u arada okuyorum.
Bekçi Amos'u Elifle okuyoruz.
Çantamdaki sürprizli kitabı da yazmayayım. O sürpriz :)

* Burnum fena aktığı için kitabı havaya kaldırıp okuyorum, o da zormuş ya :)
Devamını oku »

5 Ekim 2015 Pazartesi

Hafta Sonu

Okurken en çok cuma günlerini severdim. Ne tatlı ne güzel geçerdi o günler, bir su gibi :) İşe başladığımda da en çok cuma günlerini sevdim. İlk çalıştığım yerde çoğunlukla hafta sonları (bir görev yoksa) sadece bana kalıyordu ve ben pazartesi günleri işe gelip "dinlenen" ablaları anlayamıyordum :) İkinci çalıştığım birimde hafta sonları da çalışıyor gibi bir şeydim çünkü işler hiç bitmiyordu :/ Şimdi ise çok şükür ki hafta sonuna sarkan bir işim yok ancak evde ciddi bir mesai var. Elifle beraber evde olduğumuz zamanlardan daha çok yoruluyor değilim aslında. Tabii bu "yorgunluk katsayısı" nasıl ölçülür bilmiyorum. O zaman daha çok yemeğe odaklanmıştım. Şimdi ise ütüye odaklandım. Bu ara çoğu cumartesi karabalık iş ile ilgili bir yerlere gittiği için de evle ilgili işler pazar gününe kalıyor, ben de winzip olarak hepsini yetiştirmeye çabalıyorum. kendime bu hafta sonu için yaptığım "to do list" fazla abartılıymış meğerse, aklımdakilerin 1/3'ü ancak bitti. Gece 10da ben hala ütü yapıyordum ki ben çarşaf, ev kıyafeti vs. gibi şeyleri hiç ütülemem. Ama dün yazlık/kışlık ayrımının, verileceklerin ayrılmasının, eksiklerin bulunmasının ilk adımı atıldı. Elimden gelse odamızdaki 5 kapılı dolabı 3 kapılıya çevirirdim. O kadar rahatladık :) Fark ettim ki yazı 2,5 pantolon (yarım çünkü paçası açıldı ve ben onu terziye götüremedim), 1 etek, 4-5 bluz, 2 ayakkabı ve 1 adet çantayla tamamlamışım. Oh be :) Kış ayı için de benzer bir şeyler ayarladım. Pantolonlarım olmaz zannediyordum ama oldu çoğu. Bluzları da yaz başlangıcında oldukça indirimli fiyattan almıştım birkaç hırka ile. Kalan eksikleri de tamamlarsam kışa gardırop olarak hazırım.
Hafta sonu dinlenemiyor olmamızdaki en temel sebep sanırım "uyku" ve "suzluk" eki :) "Neden"leri ve "nasıl"ları üzerine kafa yormak bile istemiyorum artık. Belki de alıştım(k) yarı uykulu yarı uyurgezer halimize. Pazar günü soğuk algınlığı başladı Elifte, umarım az hasarla geçer gider. Malum geçiş mevsimi, kreş süreci, hastalık çok normal.
Bu kadar koşuntunun arasında Demir Adam ve Demir Kadın kitaplarını bitirdim.Onlarla ilgili yazıya başlamışım ancak elbette ki taslaklarda kalmış. Yazarın dili oldukça farklıydı. Adını koyabilecek kadar edebiyat bilmiyor oluşuma üzüldüm ama nasıl desem... Yazar karşımda konuşuyor olsaydı kafam karışır ve "dur bir dakika, kaçırdım ne dediğini" diyebilirdim. (Ki karışık bir dil değil demek istediğim)
En başa yazmam gerekiyordu ama unutmuşum, cuma günü doğum günümü kutladık. Ay böyle yazınca gülesim geldi ama öyle. 17 Mart olan doğum günümü 2 Ekimde kutladık. Karabalığın 18 Mart doğum gününü de Aralıkta kutlamayı düşünüyoruz çünkü Star Wars o zaman vizyona giriyor. Üç yavrulu kıvırcık kuzenim Tangül'ün bize doğum günü hediyesi; Elifle zaman geçirmekti. Çok anlamlı ve unutulmaz bir hediye olduğunu düşünüyorum. Ben aslında minimoylara gitmek istiyordum ama seans bulamayınca Küçük Prens'e gittik. Belki de önyargılarımdan ötürüdür bilmiyorum ama filmin müzikleri ve filmdeki tatlı kızın haricinde neredeyse hiçbir şeyini sevmedim. Çok "eğreti" geldi bana. Kitabın işlenişini ikinci yarıya kadar sevdim ancak Küçük Prens'in ikinci yarıda (daha doğru bir tabir bulamadım) "eblek" konuşması kulaklarımı tırmaladı :/ Sosyal medyada insanların "çok acayip sevdiklerini" yazdıkları şey neydi acaba? Müziklerdir belki de. Onlar güzeldi :)
"Önceliklerim" arasında olan bir çok şeyi bitirebildiğim, Elif'in çantasının hazır olduğu, bizim haftalık kıyafetlerimizin ütülü olduğu, çamaşırların bittiği ve 2 kap yemek de yapabildiğim bir hafta sonu bence "başarılı" bir hafta sonudur.
Pazartesi geldiğine göre dinlenebilirim; sanırım bu durumu amirime de söylesem iyi olur :)
Kedi dediysem, bizim Lokum :)
Elif kedileri çok seviyor, parkta hep "pişi pişi" peşindeyiz. Hal böyle olunca evinde 2 kedi ve bir köpek bulunan Tangül, Elif'e bakmakta zorlanmadı (sanırım :)

*4 Ekim Hayvanları Koruma&Sevme&Onlarla Bakışma Günü de kutlu olsun.
** Sabah resmen "suzluk" (uyku) eki sayesinde güllere kafa attım yürürken. Saçlarımdan dikenler çıktı. E napalım, gülü seven dikenine katlanır değil mi :)



Devamını oku »

2 Ekim 2015 Cuma

Kaplumbağa

Momo'yu yeniden okuma vaktim gelmiş sanırım, bu ara aklım hep onda çünkü.
"Küçük Joe"nun şu yazısındaki kaplumbağa da eklenince, aydınlanmalarım biraz arttı.
Sorun belki de "her şeyi" ve "hemen" yapmaya çalışmakta.
O yüzden de "sırayla" ve "zamanla" yapma kısmına geçmek lazım.
Kitap okuma konusunda fazla heyecanlıyım. Bu tarafı törpülemek için bir şeyler yapmaya başladım.
Yavaş yavaş da olsa ilerlemenin hiç ilerlememekten çok daha fazla yol aldığını ben de yeni yeni anlıyorum :)

"Ne kadar yavaş, o kadar hızlı." :)
Devamını oku »

1 Ekim 2015 Perşembe

Ayın Dilekleri: Ekim

Eylül ayının yazısını okudum şimdi. Eh fena sayılmam. Ortada bir iyi niyet var en azından. Belki gidiş yoluma da puan verilir :) (Of matematik ya, burada da karşıma çıktı :P )
-Roald Dahl Okuma Şenliğini tamamlamış olmanın haklı grurunu yaşıyorum aslında. Mesele "tüm kitapları okumuş olmak" değil, RD'nin hayal dünyasına dalabilmiş olmaktı. Çok keyif aldım bu süreçten. Biyografilerini okumasam bir hayli eksik kalırmış RD hayatım. Kitaplarıyla ilgili detaylı bir yazı hazırladığımı da belirteyim :)
- Sağlıklı yaşam için kendimce limonu arttıracaktım, onu da başardım denilebilir. Önemli olan devamlılığı tabi.
- Yemek ve tatlı tariflerinin yakınından bile geçemedim, dolaba fasülye koydum ama sayılır mı :)
- Yürüyüşü tek bir gün bile yapamadım :( Bu konuda kendimi kötü hissediyorum. İş çıkışı ya da hafta sonu değil yürüyüş yapmaya bazen aynaya bakmaya vaktim kalmıyor. Öğle aralarının da çoğunda kitap okuyorum ya da blogda yazı yazıyorum. Bu konuda biraz tembellik yaptım, kabul :(
- Geçen ay aldığım Atlas dergisini hala okuyamadığım için bu ay Dünyalı hariç dergi almasam mı acaba diye düşündüm. Aklımda Milliyet Sanat var, konularını seversem onu alabilirim.
- "çocuk kitabı harici bir kitap" kategorisinde sanırım sadece "Canım Aliye Ruhum Filiz" kitabını okudum.
Veee gelelim Ekim ayına:
-Eylül, yazın bitmeye başladığını kulağımıza fısıldarken Ekim, bu fısıldamayı melodilere döker. En çok da yaprakların hışırtısı güzeldir. Ara ara yağan yağmurlar, fırsat varsa yapılabilen kahveler ve sanal da olsa görüşülen dostlar bu ay daha bir kıymetlidir sanki. Kasım bu açıdan çok arada kalıyor. ("kış geldi diyeceğim ama diyemiyorum" diyor gibi)


1) Kitaplar: Ekim ayı için aklımda sadece bolca kitap okumak olduğunu gördüm. 2015'te ve daha öncesinde okuduğum çocuk kitaplarını toparlamaya çalışıyorum, Roald Dahl kitapları hakkında detaylı bir yazı üzerinde çalışıyorum, 2016'da okumak istediklerime şöyle bir göz atıyorum, bir de RD ile başlayan "yazar okuması" işine el atıyorum. Keşke gün boyu kitap okusam ve kitaplarla ilgili bir şeyler yazsam, çizsem diyorum. Sahi çizim işine çok ara verdim. Bunda biraz koşturmacalı vakitlerin de payı var. Saat 22den sonra cidden uykum geliyor ve ben okumaya zor vakit ayırabiliyorum, çizim şimdilik hayal :(
2) Blog: Blogda yapmak isteyip yapamadığım şeyler için çaba sarf edip blogu "istediğim kıvama" getirmeyi planlıyorum. Böylece yazılarımı kaybetmeyeceğim :) Bu ara "ne yapıyorsun?" diye soranlara "kitap okuyup blog yazıyorum" diyorum, söylemesi bile keyifli değil mi?
3) Fotoğraf : Bu yazıdan ve gelen yorumlardan sonra aldım gazı ve ilk hedef olarak fotoğraf makinemi bulacağım. Ve sonra da "D90 köşesi" yapacağım blogda şayet makinemi bulabilirsem tabii, ilk şart o)
4) Kendin için bir şey yap: Elma yemek, kahve içmek, dergi karıştırmak adı ne olursa olsun gün içerisinde en azından bir şeyi "kendim için" yapmak istiyorum. Kahveyi kendim için içiyorum elbette ama o an'da olmadan içip geçiyorum. Karabalık bu işi çok güzel yapar, hayranım kendisine. İŞler yığılıdır ama kendisine bir kahve yapar, onu keyifle içer ve işlere devam eder. Ben ne yaparım? İş yaparken kahve içerim. Bak şimdi! E ne anlamı kaldı ki o kahvenin?
5) Uyku: Bu konuyu keşke Elif ile konuşabilseydik. Ona şöyle derdim sanırım: "Canım kızım, geceleri oyun oynamak varken neden seni uyumaya zorladığımızı merak ediyor olabilirsin. İnan ben de senin neden geceleri sıklıkla(bazen saat başı) uyandığını ve bazen sadece ağlayarak/tepinerek kendini ifade edip geri uyuyamadığını merak ediyorum." Bu kadar uzun bir cümleye gerek yok aslında. Şu da yeterli "bu uyku işini nasıl çözebiliriz yavrucağım, cancağızım?" Neden kısmını geçtim artık. Allah'a çok şükür sağlıklısın, bizim tatlı kızımızsın... Lakin bu uyku işini lütfen bir çözelim :) (Elif'in dün uyuduğu saat -gerçek anlamda- sabah 5 suları, uyandığı saat de 7.20. Bilin bakalım biz kaç saat uyumuşuz :)

Ekim ayından da umutluyum. Umutlu olmak istiyorum. Mezun olduğum okulun tam karşısında az önce bir trafik kazası olmuş, canım çok sıkıldı. Hala ve ısrarla umuda inanmak istiyorum. Yoksa bu ülke gündeminde nefes almak bile güç...



Devamını oku »