Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




31 Ocak 2018 Çarşamba

Rahatladım (Bugün)

Blogumdaki taslak yazılar bir kenarda dursun.
Ben unutmamak için çarçabuk yazıyı yazayım.Evet yine Kerem tavşan uykusunda ve Elifi almama çok az var.Böyle zamanlarda yaratıcılığım da artıyor :)
Bugün rahatladım blog.
Sorma neden.
Ya da sor ama ben sana cevap vermeyeyim.
Cevap vereyim ama ne olduğunu anlatmayayım.
Ne olduğundan bahsedeyim ama GERÇEKTE ne olmuş olabileceğini senin yorumuna bırakayım.
uzun zamandır kendimi böyle rahatlamış hissedemiyordum, aklımda hep bir "ama, belki, sonra" vardı. Bunları da ben yaratıyordum tabii ama var'lardı işte, varlıklarını yadsıyamazdım.
Son günlerde Salinger okuyor ve sadece okumakla kalmayıp hayat hikayesini araştırıyorum ama şimdi detaya girmeyeceğim çünkü onu ayrıca yazma niyetim var. (inşallah diyeyim)
Beklediğimi kendimin bile fark etmediği bir şey oldu.
Bir kırılma noktası sanırım ve o kırılmayla beraber bana, ruhuma, bedenime gerçek bir rahatlama yayıldı. Öyle ki Latin müziklerini çok severim ama kendimi rahat bırakamadığım için olsa gerek dans etmeyi pek beceremem; bugün müziği duymadan dans etmeye başladım. Ve iyi ya da güzel ya da doğru hareketleri yapıyor muyum diye bakmadan. Hoş sanki biliyorum hangisi doğru hangisi yanlış ehehehe :P
Bu rahatlama da biliyorum ki geçecek yani kalıcı değil hiçbir şey (bak bunun üzerine sağlam bir blog yazısı geliyor haberin olsun canım okuyucu, her şey keremin uyumasına bağlı :)
Ama işte şu an elimde olan bu his ve onu öyle çok sevdim ki; sarıp sarmalayıp yastığımın altına saklayasım var. Yok değil, bunu da istemiyorum çünkü o zaman yeniden gelme şansı kalmaz ve her an elinin altında olan şeyin kıymeti düşer. O yüzden işte şimdi ona kavuşmışken sımsıkı sarılıp onunla dans ediyorum.
Bu rahatlamayla beraber, yine yeni yollar ve rotalar çizdim kendime.(Rota derken Latin Amerika olsun ben de isterdim ama değil, tamamı mecazi :) Lohusalık bana yaramıyor diye düşünürken aslında tam da bu sebeple bu dipten çıkışın beni başka alanlarda beslediğini gördüm. geçen seferkinden güzel bir şey çıkmıştı ortaya, canım CKK :) Şimdi ise bambaşka ama içinde yine sevdiğim şeyler olan bir şeyler çıkacak bunu hissediyorum.
Bazen etrafını saran o kabuktan dışarıyı görmekte zorlanırsın ve kabuğu kırman gerektiğini düşünürsün; işin aslı olay öyle değildir, kabuk sadece senin yanılsamandır. (ghost in the shell mi dedi biri :P )
"I can do it" ikonu vardır ya hani; gelen hislerden biri de oydu. Yapabilirim, başarabilirim kadar insanı güçlendiren başka ne vardır bilmiyorum.
Dar alanda kısa paslaşmalar yaşıyorum çünkü vaktim hep az az ama bir şekilde onu yaratmaya çalışıyorum. Gece kalkıp uyanamadığım an'larda bile kendimi beslemenin yolunu keşfettim.
Keşfedemediğim daha bir sürü yol var elbette ama onlar değil şu an önümdeki tepside duranlar. her şey biraz daha sırayla.
Şimdi sırada bu his var, elimde avucumda yenidoğmuş bebek gibi narin seviyorum onu ve korumaya çalışacağım. Elbette ki yine takılıp kalmadan, çünkü ne demiştik (henüz yayınlamadığım yazı) yaşam kendi içinde bir döngüdür...
Bu kahveyi beraber içelim mi?

Şimdilik hoşça kal blog
yazmayı özlemişim.
Devamını oku »

24 Ocak 2018 Çarşamba

Neden (Bazen) Blog Yazıyorum?

Herkese yine yeniden kocaman bir MERHABA!
En son yazımdan sonra resmen 2 çocuklu hayata başladım ve oradan sesleniyorum. Kerem her an uyanabilir tedirginliği de var üzerimde ama olsun Elifi kreşten alma saatim gelene kadar az biraz yazayım çünkü özledim blogumu.
Hamileyken evde olduğum zamanda buraya daha çok yazı yazacağımı düşünmüştüm ve planlamıştım. Olmadı, yaz(a)madım. Bir taraftan canım hiç istemedi. Hatta öyle bir aşamaya geldim ki; "Neden blog yazıyorum ki?" sorgulamasında buldum kendimi. Sahi neden?
Belki kısır bir döngüye girmiştim belki sebep çok başkaydı bilmiyorum, üstelemedim ve blogum hiç yokmuş gibi davrandım bir süre. Ancak yılların alışkanlığıyla "bir şey" olduğunda kaşınmaya başladım, "işte bunu bloguma yazmalıyım" hissinden kurtulamadım. Kurtulmak mı istedim? Sanırım biraz evet. Beni soğutan neydi onu kurcaladım ve sebebin tam burnumun dibinde olduğunu gördüm. Bloga fazla sıkışmıştım ve bence fazla ifşa olmuştum. "Ünlü" olmak anlamında değil bu, takipçi sayım 200lerde zaten ahaha ne ünü :) İnstagram hesabımın gizli olmasının ve çoğu kişiye takip izni vermeyişimin de sebebi bu zaten, güvenememe hali. Reklam kokan hareketler ve işin bazı noktalarda ucunun kaçmış olduğunu görmem. Nasılsa defterime bir şeyler yazıyorum bir de neden bloguma bir şeyler yazma ihtiyacı duyuyorum ki diye düşündüm ama bulamadım.
Ta ki...
Emzirme sürecindeki uykusuz anlarımda bazen uyumamak bazen de kafamı dağıtmak için blog okumaya başlayana kadar. Okuduğum blogların hiçbiri "Esra bak bunu senin için yazdık" demiyordu elbette ama bazıları öyle "bana hitaben" yazmıştı ki, beni gecenin bir vakti derin uykumdan uyandırdı.
İşte ben de TAM bu sebeple yazıyordum; PAYLAŞMAK İÇİN.
Mesele sadece senin içindekileri döküp gitmek değildi (yıllarca böyle düşünmem ne tuhaf) aynı zamanda farkında olsan da olmasan da bir etkileşim vardı.
Ki ben sanırım en kötü blog okurlarından-sahiplerinden biri olabilirim. Ne instagram hesabımda ne de burada yazılan yorumlara cevap veriyorum. Bir şeymi tutuyor beni gerçekten bilmiyorum, Buna rağmen ısrarla yazılarıma yorum yazan dostlar, gerçekten İYİ Kİ VARSINIZ.
Vakit buldukça buradayım artık.
Bu bir söz veya challenge değil.
Hatta hiçdeğil, sadece bir istek ve hatta umut.
Ama blogumu revize etmeye karar verdim.
Aklımda öncelikle sadeleşme var, mesela çocuk kitapları yazılarımın burada durmasına gerek yok artık, onu epeydir LÇK'de yazıyorum zaten :)


Hem bir ses vereyim dedim hem de bir şey sorayım; sizin benim blogumda okumaktan en çok keyif aldığınız yazılar hangileri? Ve siz neden blog yazıyor /okuyorsunuz?
Ve Esoş kaçar, 2 bebekli hayattan ilk SES'im de bu olsun.

Devamını oku »

19 Aralık 2017 Salı

2017'nin Son Yazısı / Derleme Toplama

Sevgili ve canım blog,
Seni bu sene epey ihmal ettim biliyorum.
Öyle çok şey oldu ki 2017'de aslında.
Buraya hepsini dolu dolu yazmak istedim ama yazmadım, elim gitmedi bir türlü.
Küslük, kırgınlık, vakit bulamama hali değil bu; sadece yazmak istemedim.
Bir de bu sene temmuz ayı gibi "sevgili günlük" yazılarıma yeniden başladım. Çok tatlı bir defterim var ve ona yazmak beni öyle rahatlattı ki buraya sansür mü koyayım lafı mı dolandırayım bilemediğim için yazmadım. Bu bir itiraf mı olur bilmiyorum ama zaten kimse bloga en "saf"halini koymuyordur sanırım :)
Bu sene Çeşme macerası, iş yerindeki krizler ve gelgitler, yeni bir eve taşınmamız, elifin kreş değişikliği (ona uyum süreci) derken hayat öyle hızlı geçti ki.
Bir de üzerine dedemin vefatıyla epey sarsıldım.
İdrak ettim diyorum sonra bir bakıyorum o hayatta gibi şeyler düşünüyorum... Zaman işte buna deniyor sanırım.
Bu süreçte beni iyileştiren birkaç şey oldu:
1) Çocuk kitabı okumak ve onlarla ilgili yazmak
2) Kız arkadaşlarımla uzakta bile olsalar bolca yazışmak,sohbet etmek
3) Kahve içmek
4) Çalışma masam.

Bu sene hayatımdan çok değer verdiğim biri çıktı. hem de aniden...
Neden çıktığını sormayın, ben de bilmiyorum ama bu olayı atlatmam, algılamam epey zaman aldı.
Sonra bir gün geldi ve dedim ki "Ben artık buna üzülmek istemiyorum ve sebep ne olursa olsun sayfayı kapatıyorum." Bunu demekle sayfa kapanmadı elbette ki ama bendeki "durum"sakinleşti. "Ama neden, ben ne yaptım ki?" sorusunu bıraktım. Öyle üzülmüş ve ağlamıştım ki, onları da bıraktım. O açıdan da rahatladım.

Yarın kısmet olursa bebeğimiz doğacak.
Heyecanlıyım ve vaktim şu an çok az ama yine de iki satır da olsa yazmak istedim.

Herkese sağlık, huzur, mutluluk, neşe, sevgi, hoş görü dolu kocaman mutlu yıllar.
Seneye daha uzun yazılarda görüşmek ümidiyle :)


Devamını oku »

13 Kasım 2017 Pazartesi

Dedemin Çiçekleri

Hafta sonu Eda gelip gitti ve içimizde bir burukluk kalmıştı ki, tesadüfen bir haber duydum. Dedem ölmüş... Bana bunu söyleyen kuzenimin kızının da şokta olduğunu düşünecek olursak, ben de epey şoktaydım sanırım hala öyleyim ama buraya yazmak istedim çünkü dedem öyle biriydi, yazdıkça anlayacaksınız.
Öz dedelerim 1905 doğumlularmış ve 70li yıllarda vefat etmişler, doğduğumda zaten teyzemlerle alt-üst oturuyormuşuz ve teyzemin kocasına (1931 doğumlu) Dede demişiz Edayla. Hani denir ya, doğuran kişiye mi anne denir yoksa bakan kişiye mi sana o sevgiyi hissettirene mi? Bizimkisi tam öyle bir durum. Dedem benim için hep dedem oldu, aksini hiç düşünmedim. Çünkü bize öyle güzel dedelik yaptı ki...
Biraz anlatayım,
- Bizimkilerin aksine dedemin ailesi Selanikten değil Arnavutluktan gelmiş ve inanılmaz Arnavut damarı vardı.
- Anne babasını küçük yaşta kaybetmiş ve kardeşleriyle beraber (hayatta kalan son kişi kendisiydi) hayata tutunmaya çalışmışlar.
- Liseyi bitirmiş (o zaman lise demek çok önemli bir şeymiş) ve Devlet Demiryollarında işe başlamış, muhasebeci olarak. Adanada garın çaprazında kocaman bir Atatürk resmi vardır, işte tam onun altındaymış ofisi. Bununla gurur duyardı çünkü Atatürk demek onun için kan, can, her şey demekti...
- Askerliğini nerede yapmış hatırlamıyorum ama Zeki Mürenle beraber yapmışlar ve Zeki Müren çok sevdiği için aşçı tulumba tatlısı yaptığında Zeki Müren dedeme de verirmiş, çünkü onun sohbetini çok severmiş.
- Buraya ağlayarak da olsa bir şeyler yazıyorsam işte tam da sebebi bu. Yas tutulmasını hiç sevmezdi ve sohbeti çok severdi. Ben üniversite için Ankaraya gelene kadar olan sürede balkon sohbetlerinde dedem anılarını anlatırdı ve ben her seferinde "dede bir kağıt kalem alayım da yazayım." derdim, "gazeteci mi olacan, otur şuraya da dinle, sonra yazarsın." diye kızardı. Ben hiç yazamadım ve o anıların da çoğunu unuttum.
- Çocukluk anılarımın iyi olarak hatırladıklarımın yüzde 90ında dedem var, onları da anlatmam lazım.
- Bizim hiç arabamız olmadı ama dedemlerin steyşın bir arabaları vardı beyaz, arkasında kocaman bordo renkli bir minder, ona doluşur ve pikniğe giderdik. Çok eğlenirdik.
- Dedemin akrabaları Sakaryadaydı ve onların yöresel düğünlerine gitmiştik, Arnavut düğünü çok ilginçti, hala Arnavutça hatırlayıp konuşmaları da.
- Şeker hastasıydı ama bir o kadar inatçıydı ve tatlıya dayanamazdı, beni de suçlarına ortak etmeye çalıştığını şimdi gülerek hatırlıyorum.
- Oğlu kuzenim (ona da abi diyorum) Ankarada Eryamanda otururken bir yaz tatilinde üşenmeyip bisikletlerimizi de otobüse koyup bize Eryamanda bisiklet binmeyi öğretmişti. Onun bu azmini ve çabasını hiç unutmicam. "Arkamda mısın dedeee?" dediğimde hep arkamda olurdu, bazen de beni korkuturdu yokuş aşağı bırakarak ama eğlenirdik.
- İnanılmaz iyi bir yüzücüycü, madalyaları vardı ve bana yüzme öğretmek için de epey uğraştı ama pek olmadı çünkü sert bir hocaydı :)
- Demiryollarının yılda 1 sefer yurtdışı seyahat hakkı varmış o dönem, Avrupada öyle çok gezmiş ki, anıları pek çoktu, en çok Hollandayı severdi.
- Eda'yı çıtkırıldım bulur, benim sporcu olacağımı düşünürdü. Çünkü daha "erkeksi"ydim ve dedemle damda öyle çok şey yapardık ki...Kocaman bir dam düşünün, yarısı asma yarısı değil. Orayı beraber yıkardık hortumla ve asmadan üzüm toplardık, onun asistanı gibiydim.
- Çocukken kümes yapmıştı biz taze yumurta yiyelim diye, ben her sabah o yumurtaları alırdım, ne büyük zevkti.
- Sonra bir gün ortaokuldayken beni de çağırdı ve bir tavuğu kestik. Yani dedem kesti ama iç organlarının tamamını bana çıkarttırdı, bu kalbi bu bağırsağı diye 7.sınıftaki halimi hiç unutmuyorum. Eve gittiğimde üstümdeki lekelere annem çok kızmıştı çünkü başka formam yoktu. O tavuktan yiyemediğim için de dedem kızmıştı. "Hayat böyle kızım!" derdi.
- Elif doğduğunda da çok sevinmişti ve neyse ki kayıtlarda var, Elif türküsünü söylüyordu onu her gördüğünde.
- Dedem yıllarca memuriyet yaptığı için onu emekli olduğunda da takım elbisesiz göremezdiniz, çiçeklerini sularken bile kravat takan bir insandı.

Perşembe günü sol tarafına felç gelmiş ama yine kendinde olduğundan hemşireye çatmış, insanlarla İngilizce konuşmuş ve cool bir şekilde "İnsan doğar, yaşar ve ölür." demiş. İşte bu tam dedem.
Tatlı, tontik, yumuşak bir dede değil; hayatı dolu dolu yaşamış, aksilikleri çok ama kalbi tertemiz bir insan. Sözlerinde (biraz fazla) dobra ama çok da merhametli biri.

Ardından hepimiz ağlıyoruz elbette ama ağlayıp üzülmeme çok kızacağını da biliyorum, ne var yani derdi; beni böyle mi anacaksın? Haydi yaz bir şeyler...
Onu hatırlamak için çiçeklerine bakmak yeterli.
Dedem demek çiçek demekti çünkü.
"Dede bunların adı ne?" diye sormuştum da, "Adını napacaksın, hepsi çiçek işte, sen seveceksin onları." demişti.

Dedemin çiçekleri,
Yaklaşık 90 yıllık dolu dolu geçmiş bir hayat.
Mekanı cennet olsun, bunları yazmama da sevinmiştir bu arada...
Tüm güzel çocukluk anılarım için ben de sana teşekkür ederim dede,
"See you soon..."


Devamını oku »

7 Kasım 2017 Salı

Papatya Falı ve Yeni Sonbahar!

Canım blog, hep aklımdasın ve unutmayayım diye pek güzel notlar alıyorum senin için.
Çünkü buraya yazmayı GERÇEKTEN çok seviyorum, minik bir yuva bana sanki :)
nerede kalmıştık?
O kadar çok şey oldu ki, her birini ayrı başlıkta yazacağım ama özetle son 2 haftada taşındık, elifin kreşi değişti ve ben çok şükür doktorumu 31. haftada buldum!
Papatya Falında "seviyor, sevmiyor." diyoruz ya hani; iş yerindeki durumumuz da tam bu duruma dönmüştü; "Oldu, Olmadı!" derken ve tam "Oldu!" aşamasındayken son gün ve son dakikada "Olmadı!" Üzüldüm mü? Evet. Ama olmamasından ziyade süreçte yaşadıklarımıza, umutlarımıza üzüldüm sanırım. En çok sevindiğim taraf, insanları tanımamıza epey katkısının olmuş olması oldu. (hamile kafası 3 "ol-mak" yan yana getirebilir :P ) Bu hayal kırıklığı ile biz ne yaptık? Taşındık! hem de çok kısa bir sürede hem de 7.5 aylık hamileyken! Bana da çok çılgın göründü ama öyle gelişti olaylar ve biz de akışa bıraktık diyelim.
yeni evimizden uzun uzun bahsederim artık yazılarımda çünkü çok sevdim. Ormanın içinde gibi yani her yerde adını hiç bilmediğim bir dolu ağaç var ve son baharda öyle güzeller ki!
Yeni evimiz öyle farklı imkanlar getirdi ki bize, her şeyin hayırlısı dediğimiz için iyi hissettik kendimizi.


32. hafta izniyle beraber evdeyim, daha sık görüşeceğiz canım blog!
Devamını oku »

11 Ekim 2017 Çarşamba

İnsanları Tanımak / Anlamak?

İş yerine geldim ve gözümden uyku akarken kaç gündür aklımda olan satırları yazmak istedim.Yazmasaydım içimde patlayacaktı durumu kısacası :) Kahvemi de söyledim, oh mis!
Bu başlık nereden çıktı onu özet geçeyim; iş yerinde eşimle ikimizin beklediği bir durum var ve onun bir türlü olmama hali var. (Buraya kadar her şey normal) Yalnız bu "olmama" hali de bir türlü kesinlik kazanmıyor yani olay bir "oluyor" sonra bir bakmışsın ki "olmuyor" hale geliyor. Bu gelgitler de haliyle bizi yıpratıyor. Her şeyin hayırlısı olsun demekten ve beklemekten başka yapacak bir şey yok... Diye düşünürken bu süreçte insanları biraz daha tanıdığımı fark ettim. Nasıl mı? Cevap alt satırlarda. Önce biraz kendimden bahsedeyim :)
Başkasını tanıyabilmek ve anlayabilmek için sanırım önce insan biraz da olsa kendini tanıyabilmeli, otomatik olarak yapılan davranışları neden yaptığını çözümlemek mesela veya kendine biraz dışarıdan bakabilmek, farkında olmak ve sonunda da (Tüten'i anayım burada) kendine özşefkat gösterebilmek. Eskiden yani blogda bahsettiğim gibi Tütenle çalışmadan önce olaylara-kişilere daha farklı yaklaşırdım, kendimi de başka bir yere koyardım (bazen iyi bazen kötü) ama şimdi biraz daha hırpalamadan ve objektij yorumlar yapmaya başladım, bu da insana kendini başlı başına iyi hissettiriyor-muş :) Bir de sosyal psikolojide başladığım yüksek lisansımı bitirseydim tutmayın beni derdim ahahaha. Ama yok, bu işin okumayla o kadar da ilintili olmadığını kanıtlayan örnekler varken oraya hiç girmeyeyim.
Gelelim insanları tanımak kısmına...
Hani derler ya birini tanımak için onunla tatile gideceksin veya yemek yiyeceksin diye. Belki eskiden böyleymiş ama şimdilerde (hele ki işyerinde) bir insanı tanımak için farklı şeyler gerekiyor. Mesela çıkarlarının çatışması veya aynı projede çalışmak...Bizim şu anki durumumuzda ise bahsettiğim "olma/olmama" halinin zaten duyulması üzerine yapılan yorumlardan ve insanlardan bir şey istediğinizde verdikleri cevaplardan öyle kendini belli ediyor ki.
Bu sürecin bana /bize en büyük katkısı o yüzden insanları tanımak oldu diyebilirim. Öncesinde 2.5 yıl kadar aynı odayı paylaştığım birinin bir şey sorduğumda cevap olarak "Aa arkadaşım beni bekliyor, hadi görüşürüz." dediğine de tanık oldum, "Bir şeye ihtiyacın olduğunda bana söylemezsen darılırım" diyen birine yine bir şey sorduğumda "el elin eşeğini türkü söyleyerek ararmış" misali ilgilendiğine de şahit oldum. Bazılarında gerçekten hayal kırıklığı yaşadım bazılarına şaşırmadım ama çok şükür ki olayları ve yaşadıklarımızı içselleştirmedim. Sadece insanları tanıdığımı fark ettim. Sadece sohbet ettiğin biri zaten hep "iyi"dir ve bu durum herhangi bir şeyi genellemez.
Diğer bir taraftan kendi adına üzülse bile senin sevineceğini bildiği için can-ı gönülden bizim için sevinenler de oldu. Ve çok alakasız olacak ama geçen gün canım çekti diye bir şoför abi koşarak nar aldı, ayıkladı ve getirdi bana. Bu açıdan bakınca hayat "denge"sini kuruyor.
Pema Chödrön'un kitabında sıklıkla aklıma gelen ifade zaten, "iyi" veya "kötü" diye bir şeyin olmamasıydı. Yani yaşanan şey sadece "olan", ona etiketi biz takıyoruz. Kişi bazında düşünecek olursak da "bana kötülük yaptı" diyemiyorum. Olan'ı olduğu haliyle izlemeye çalışıyorum. Bunu yapmak, o kadar kolay değil. Çünkü yılların alışkanlığı var. Son aylarda bu sebeple hamilelik süreci haricinde bu gelgitle de uğraştığımızdan olsa gerek kendimi biraz zihin yorgunu hissediyorum. Neyse ki beni sadece "olduğu haliyle" dinleyecek tatlı arkadaşlarım var ve sıklıkla bana uzaktan da olsa sarıldığını hissettiğim insanlar. Bu enerji öyle güzel toparlama yaşatıyor ki insana.
Normalde, yaşadığım olaylara tepkim daha çok "Allaha havale etmek" şeklinde olsa da geçen gün ilk defa bir olay sonrasında "Hakkımı helal etmiyorum." dedim. Nasıl canım yanmışsa... Bir taraftan üzgün hissediyorum ve dolu dolu ağlamak istiyorum; diğer tarafta ailem ve şu an en çok karnımdaki tatlı bebiş için kendimi toparlamaya çalışıyorum. O ara hissettiklerimin tarifini yapmam zor. Ama bunu da yaşamak gerekiyor aslında değil mi? Yani hayat, tüm bu AN'ların toplamından oluşmuyor mu? "Shenpa'dan kaçmak istiyoruz" bu ifadeyi de çok seviyorum, kitaptan aklımda kalanları bir toparlasam iyi olacak sanırım :)


Birkaç gündür aklımda olanlar ile buraya yazdıklarım biraz farklı oldu. Yazı dili gerçekten bambaşka. Ben de yazarken kendimi tanıyor ve zihnimi temize çekiyorum :)
Kısacası, olan bitene bir etiket yapıştırmazsak ve girdaba kapılıp gitmezsek; hayat sadece olduğu haliyle ve belki de sadece olması gerektiği gibi AKIYOR. İçindeki balıkları görmek ve onlara gülümsemek de bize kalıyor.
Kendimizi ve insanları tanımak da bir SÜREÇ; tek bir doğru da yok. Resmin bütünü sanırım daha çok şey anlatıyor...
Bunları unutursam arada bana hatırlatın olur mu :)
Devamını oku »