Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




25 Mart 2015 Çarşamba

Çöplük

Kitap siparişlerim geldiğinde resmen kendimle mücadele veriyorum ya da kitaplar kendi arasında tartışıyor bilmiyorum, "önce beni okuyacak", "haayııır, beni" şeklinde sesler duyuyorum :)
kendimce bir liste yapıyorum ve sonra okuyacaklarımı kitaplıktaki "sonra okunacaklar" rafına diziyorum keyifli oluyor. Çöplük de onlardan biriydi hatta elimde gayet de güzel bir kitabım vardı bile. Kitaplıktan geçerken "oku beniii" diye seslendiğini hep duymazdan geldim. Ama baktım olmuyor pes ettim. Kitap resmen beni mıknatıs gibi kendine çekti.
yazarın diline, zekasına, kurgu gücüne, hayal dünyasına hayran kaldım. Zihnimde o kadar net görüntüler oluşmuştu ki tam da o günlerde filminin olduğunu öğrendim. henüz izlemedim, hem merak ediyorum hem de "acaba kitap tadında mı bıraksam" diyorum.
Kitabın bence en çarpıcı tarafı benim gözümde "mucizevi" olan bir şeyi "soğukkanlılıkla" anlatmış olması ve benim kitabı okurken heyecandan kalp atışlarımı duymuş olmam. Güm! Güm Güm Güm! Gümmm! şeklindeydi sanki...
Kapağına bakınca "çöplükte yaşayan 3 oğlanın başından geçen bir hikayeye benziyor" diye düşünmüştüm. Kitabı okuyunca bu hikayeyi ne kadar küçümsediğimi fark edip utandım.
Kitap gerçekten de bir çöplükte başlıyordu ve hikayede 3 oğlan vardı. Burası doğru ama oldukça eksik.
Hikaye devamlı olarak farklı kişilerin ağzından anlatılıyor ve bunu o kadar güzel kurgulamış ki yazar hikayede hiçbir kopukluk yok.
Görmediğimiz, bilmediğimiz bir dünyada meğer neler yaşanıyormuş diye kalakaldım kitap boyunca.
Manila'daki bu çöplüğe gidecek olsam sanırım ben de aşık olur ve gönüllü olarak orada kalmak isterdim. peki bunu yapabilir miydim? Sanmıyorum.
Hikayenin ne kadarı gerçek bilmiyorum, yazarın son notunda aslında açıklayıcı bir bilgi var ama yine de kafam karışık.
Bundan sonra okuduğum kitaplarla ilgili yazacağım yazılar hakkında bir karar aldım:
vaktim olmadığı için detaylıca yazamayacağımdan burada birçoğunu paylaşmıyordum :/ Yani ya hep ya hiç demiş oluyordum. Şimdiyse şöyle bir orta yol buldum: Kitap biter bitmez aklımda kalanları, çoğunlukla duygularımı, azıcık da hikayeyi anlatıp ortadan kaybolacağım :) Çünkü buraya da yazmazsam iyice unutuyorum. En son okuduğum kitabı hala yazamadım "Mucizeleri Saymak".
O yüzden de "Çöplük" ne anlatıyor derseniz:
"Çöplükte ne bulacağınızı asla bilemezsiniz" cümlesiyle başlayan arka kapağından alıntı yapabilirim.
Raphael, Graco ve Jun-Jun çöplükte yaşayan 3 arkadaş. Bir gün çöplükte içi para dolu bir çanta bulurlar. O günden sonra hayatları değişir çünkü polis de bu çantanın peşindedir çünkü çantada sadece para yoktur, ülkenin kaderini değiştirecek bir harita ve anahtar da bu çantadadır.
Hikayenin başlarında çocuklarının devamlı olarak "kaka" bulmalarına çok üzülmüştüm. hele Jun-Jun'un farelerle yaşadığı yer tüylerimi ürpertmişti. meğerse çok daha çarpıcı hikayeler beni bekliyormuş.
Neredeyse her satırda heyecan, şaşırma, hüzün, inanamama(şaşırmadan farklı bir tür bu), isyan etme gibi değişik duyguları bir arada yaşadım.
En sevdiğim karakter Jun-Jun, Kahya ve Olivia oldu galiba.
Hikayenin sonunda kendimi sorguladım: "Ben böyle bir şeyi yapabilir miydim?" "Cesaret edebilir miydim?" Yok, yapamazdım :/ Ama bu cesarete sahip insanların var olduğunu bilmek (kurgu bile olsa ki bence değil) bana umut verdi.
Filmi izlemek konusunda hala kararsızım ama yazarın tüm kitaplarını okumazsam çatlayabilirim. "Okula Dönüş" ve "Yaşam Tehlikelidir" kitaplarının Roald Dahl "En komik kitap" ödülüne aday olduklarını okudum, kaçırmamam lazım :)


Künye:
Çöplük
Andy Mulligan
Çevirmen: Arif Cem Ünver
Tudem Yayınları, 216 sayfa 

Devamını oku »

21 Mart 2015 Cumartesi

"Where is my mind?" :)

Duyan, gören varsa haber versin :)
Radiohead ile ve o tarz gruplarla Çitos (ünideki oda ve ev arkadaşım) sayesinde tanışmıştım, o dönem çok da sevmiştim şimdi sanırım aklıma bile gelmiyorlar.
Yalnız bu ara sahiden o kadar çok unutma/şaşkınlık yaşıyorum ki "where is my mind" şarkısını hemen üzerime alabilirim.
Kafamda bir dolu şey var yani aslında çok katlı ve çok odalı bir apartmanın hem yöneticisi hem çalışanı gibiyim. Her bir katta ve odada beni bekleyen işler ve sorumluluklar var. Bir kısmını biraz ötelesem birkaç gün sonra daha da büyümüş olarak karşıma çıkıyor sanki. Belki bu satırları okuyan birçok anne böyledir, bilmiyorum. Bunların tek sebebi çocuklu hayat değil aslında çünkü öncesinde bu tuhaf durumu tecrübe ettiğimi hatırlıyorum. Sadece belki o zamanlar uykum bölünmeden uyuyabildiğim için ertesi güne kadar kendimi toparlayabiliyordum. Şimdiyse kendime çizdiğim rotada ilerlemeye çalışırken araya giren fırtınalara dayanmaya çalışıyor gibiyim. İlginçtir umutsuz değilim. Yani yaşadığım şey bu değil. Bir nevi anlam(landırma) karmaşası diyelim. Benzer duyguları 20lerimdeyken yaşadığımda fırtına daha çok girdap oluyordu. Belki 40larımda aynı fırtına bu kez rüzgar olur sadece :) E buna da şükür, bende gelişme var demek ki.
Yaklaşık 1 yıldır kesintisiz olarak uyuduğum en fazla süre -ki o da iki elimi toplasam belki olur- 4 saattir. uzmanlar yazıyor hani az uykunun insanı etkileyebileceğini, bu ara işte ben ondan oldum :) Elif doğmadan önce kendime vermeye çalıştığım bir söz vardı: şikayet etmeyecektim. Aslında genel olarak sadece durumumu paylaştığıma göre şikayet ediyorum denmemeli ya da bu sadece laf ebeliği.
Bu ara yaptıklarımdan aklımda kalanlara örnekler:
- Pilav yaparken şehriye yerine bulgur koydum.
- Mutfak havlusunu kirli olduğu için bulaşık makinesine teptim, bir de tabak gibi dizmeye kalksaydım da tam olsaydı :)
- Elife farklı renk çoraplar giydirmiş olduğumu karabalığın fark etmiş olması
- Altı yanan/tutan yemekler
- İğne düşse kendisine yer bulamayacak kadar dolu bir çalışma masası.(hatta iğne düşerken şöyle diyebilir: ayy düşüyorumm ama amanııın nereye, düşeceğim yer bile yok, kurtarın beni anacım)
- yakın arkadaşlarımın doğum gününü unuttum, çok mahçubum
- Elife bir şeyler aldığımız yerdeki satış görevlisinin "2 tane aynı renk almışsınız" diye beni uyarması
Unuttuklarım acaba nelerdi, hiç bilmiyorum.
Biri bir şey söylerken sanki bir bulutun arkasından konuşuyor gibi geliyor. "Nasıl?", "Anlayamadım?" bu ara sık kullandığım cümleler.
Yapmam gerekenleri yazdığım kağıtları/defterleri kaybediyorum evin içinde, yeniden yazıyorum ona da bakmayı unutuyorum.
Tüm bunların arasında karabalıkla ladese tutuştuk. Bilin bakalım kim kazandı? Benim şimdiye kadar ladesi kazandığım hiç görülmemiştir. Kişi dalgınsa ona lades yapmaya kıyamam en başta, içim acır. Kaybetmem çok normal yani. Neyse ya halley ya dondurma yiyeceğiz demektir bu :)
Geçen gün "İsminiz nedir?" diyen bir görevliye "Benim ismim mi, kızımın ismi mi?" dedim ki konu benimle ilgiliydi :)
"Hayatta her şey bizler için" annemin sevdiğim laflarından biri. Unutkanlık da öyle olmalı. Kiminde az kiminde çok.
Aklımın başımın üzerinde gezintiye çıktığı şu günlerde yaptığım ekstra unutkanlıklar da affola diyeyim.
Bu ara en büyük heyecanım ve beklentim Pera Günlüklerinin 4. kitabının çıkacak olması. Aynı gün okumam lazım yoksa çatlayacağım :)
Bir de bu satırları okuyan ÖTEKİ arkadaşlarıma selam göndereyim, iyi ki varsınız :)


Devamını oku »

17 Mart 2015 Salı

Hoş geldin 30 :)

İnanamıyorum, vay canına resmen 30 oldum :)
Yaşasın yuppi...
Kendimi daha "yaşlı" hissederim diye düşünüyordum 30 olduğumda ama öyle olmadı, belki bir olgunluk geldi(annelikle beraber) ama gerisi hep küçük çocuğun elinde gibi. belki sürekli çocuk kitapları okumamın da bunda bir payı vardır.
30. yaş bence birçok açıdan dönüm noktası. Bir "son" gibi değil elbette ki, bambaşka bir kapının aralanması gözüyle bakıyorum.
20 ve 30 arası nasıl geçmiş genel bir özetleme yapacak olursak,
17 yaşında üniversiteye başlamıştım.(Ankara İletişim)
18 yaşındayken babam aramızdan ayrıldı. Ben bu durumu anlamlandırabilmek ve bir yere koyabilmek için uzun yıllar uğraştım ki bu yaklaşık 5-6 sene yapıyor.
17-21 arası üniversitedeyken çeşitli yurtlarda çeşitli oda arkadaşlarıyla birlikte yaşadım ve sonunda 3 arkadaş bir eve çıktık. Bir tanesiyle şu an görüşmesek de diğer arkadaşımın hayatıma çok şey kattığını söyleyebilirim.(Çitos) Aklıma geldi de buraya yazmazsam olmaz, hayatımda ilk defa bakla yedim-çitos yapmıştı- yarım saat sonra acillik oldum, meğerse böbrek taşı döküyormuşum ama hastaneler yer yok diye beni içeri almamış, en sonunda birine girebilmişiz ama durum anlaşılana kadar bana ağrı kesici de vermiyorlar, bağırmalarımdan beni doğum yapıyor zannetmişlerdi, çitosun elini sımsıkı tutmuşum o sırada güvenlik geldi "refakatçi kalamaz" diye. Ağrının etkisiyle adama nasıl küfettiğimi hatırlamıyorum, "bu kız burada kalacak" diye :) Hatırladın mı çidem?
17-21 arası tam bir aileden kopuş, ayakların üzerinde durmaya çalışma, insanlardan gerçekten farklı olduğunu anlayıp ne yapacağını bilememe, yakın arkadaşım dediklerinden yenilen kazıklar gibi şeylerle beraber geçti ve ben üniversiteden mezun oldum. (Belki ben de kazık atmışımdır, hakkımı yemeyeyim :)
Hani her şey güllük gülistanlık olacaktı?
Üniversite -bence- bizi hayata ve iş ortamına hiç hazırlamadı, her şey hep "kuramsal" ilerledi, "teorik" dersler oldukça azdı ve kontenjanı hep sınırlıydı.Aklımda kalan 2 hoca var, biri Ali Hoca(senaryo), diğeri de Siyasaldan gelen Ayhan Hoca(dersleri bahçede işliyordu)
mezun olduktan sonra sudan çıkmış balık misaliydim. "Hiii, onca zamanı ben boşa harcamışım" dediğim zamanlar çok oldu. "Peki ben şimdi ne yapacağım?" süreci de yaklaşık 2 sene sürdü. Yapmak istediklerimin sanki Türkiyede bir karşılığı yoktu. mezun olduğum bölüm de -bence- bana çok fazla bir şey katmamıştı.
23 yaşında işe girdim ki aslında 24 olmama az bir süre kalmıştı. O zamandan beri de çok da sevmediğim ama kendimce bir düzen oturttuğum, ülke şartlarına bakacak olursak bir işim olduğu için şükrettiğim bir yerde çalışıyorum.
O arada sevdiğim adamla evlendim ve Eliftrişko doğdu yani ben anne oldum.
30 yaşımdan az önceki en büyük gelişme ise "teyzoş" olmuş olmam olabilir.
Yaklaşık 3 sene önce de bu blogu açtım. "Kahvenin yanında" idi o zamanki ismi, sadece "merhaba" deyip çıkmıştım. İlk yazılarım da haliyle şimdikilerden oldukça farklı. O yazılarda "ses" demeye korkuyormuşum sanki :) Şimdiyse canım ne istiyorsa yazıyorum. Blogun "okunurluk" ve "istatistiksel" değerlerine arada bakıp gülümsüyorum ama kim neyi ne kadar okuyor, bilmiyorum. Bilmek istediğim bir şey değil zaten, benim amacım sadece içimden geleni yazmak. Gerisi güzel bir etkileşim.
Blogda da yenilikler oldu, 1 Kitap 1 Mektup etkinlikleri düzenledim, Annelik sohbetleri ile sevdiğim annelerle muhabbet ettim(ne yazık ki hepsi sanal ortamda), farklı mecralarda yazılarım yayınlandı, çocuk kitaplarından ve Elifli hayattan bahsettim aslında genel olarak. Aralara da kendimi sıkıştırdım sanırım.(kaç kişi ile sohbet ettim, bir ara saymak istiyorum :)
Fiziksel olarak da bence çok değiştim. 20li yaşlarda daha kiloluyken işyerindeki stres ile 48 kiloya kadar düştüm, üfleseler uçabilirdim :) neyse çabuk toparlandım, hamilelik vs. derken de hala "fazla" kilom olsa da halimden çok şikayetçi değilim. Bu arada saçlarım bir acayip beyazladı. 20li yaşlarda ve üniversitedeyken bolca farklı renklere boyattım(kırmızı, mor, kızıl) ve sonunda şu an saçlarım beyazladı :) Karabalık ve birkaç kişi hariç herkes boyatmamı söylüyor hatta bu konuda ısrar ediyorlar, çok kötü görünüyor-muş diye. İşin aslı ben halimden gayet memnunum. Sadece insanlardan bu lafları duymaktan yoruldum ve sıkıldım. Keşke insanların ne söylediğinden bu kadar çok etkilenen bir yapım olmasaydı. Gerçi öyle olsa kendimi kuaförde bulmaz mıydım :) Bu ne yaman çelişki :) 20li yaşlarda daha sivilceliydim, şimdi onların izleri var sadece. Yani fiziksel olarak "çökmüş" diyemem kendime, değişmişim diyebilirim.
Ruhen de çok değiştim aslında. 20li yaşların başındaki esoş, daha karamsar biriydi ve özgüveni daha azdı. Şimdiyse çok daha aydınlık birini görüyorum aynaya bakınca. Arada darlandığım oluyor elbette ama neticede ben de insanım :)
Hala inanamadığım diğer bir şey de hayatıma bir adet kedinin girmiş olmasıydı. Kedi ve beni yan yana gören arkadaşlarım photosop yaptığımı sanmışlardı. Lokum gitti halbuki :/ Evde olsaydı Elifle ne kadar güzel oynarlardı diye hep aklıma geliyor. Hala konserve kutusu açarken koşup içeriden gelecek sanıyorum...
Kendime mektup yazsaymışım diyorum şimdi, açar okurdum. Ne söylerdim acaba o zamanlar 30. yaş günüm için? Hiç tahmin edemiyorum. Bunu 40. yaş günüm için düşünmeliyim sanki, 10 yıl sonraki Esoşa mektup yazmak, neşeli geldi kulağıma.
30. yaşıma az bir zaman kala Ö.T.E.K.İ'lerden biri olmak bana büyük mutluluk verdi. İçimde onun heyecanı var bolca :)
Yazıların hızına yetiştiğinden şüpheli olsam da bu yazıyı er ya da geç okuyacağını bildiğim sevgili karabalık, hayal arkadaşım, arada kaynadı zannetme, senin de yarın doğum günün. Biliyorum hala 25 yaşındasın ve yaş alan sadece benim :) İyi ki doğmuşsun, büyümüşsün, gezmişsin bir dolu ve sonra tanışmışız, arkadaş olmuşuz ve hayatımıza Elif girmiş. İyi ki varsın :)
Bu sene galiba en az kişiyle kutladığım doğum günüm olacak. Karabalık, eliftirişko ve ben :) yeter mi yeter aslında ama alışmışım hep aile ya da arkadaşlarla kutlamaya, annemden kart almaya. özlediğim insanlar var, burnumda tüten mink yeğenim var... Yok canım ağlamıyorum zaten.
"Sanal" da olsa -ki bana hiç öyle gelmiyor- çok güzel arkadaşlarım oldu, canım sıkıldığında ya da aklıma bir şey takıldığında "pist" diyip sorabiliyorum, paylaşabiliyorum. Ankarada olanlarla bir ara görüşmek de istiyorum aslında, anneleri unutup bebeleri sevmek için :))
Dolu dolu geçti son 30 yıl :) Hoş geldin sevgili 30.
Güzel şükür ve mutluluk sebepleri ver bana/bize, olur mu?
Birkaç yıl önce çektiğim ve sevdiğim bir fotoğraf; GÜLÜŞ (bence) :)
30. yaşıma not: Biraz yorgunum ve molaya ihtiyacım var gibi hissediyorum ama maş. genel olarak keyfim yerinde ve ailem için şükrediyorum.

Devamını oku »

11 Mart 2015 Çarşamba

Anne(lik) Sohbetleri : Selcen & Çağla & Damla & Mehmet Efe :)

Başlığı yazarken bir an isimler hiç bitmeyecek gibi geldi :) Selcen ile aslında BDK'tan tanıyoruz birbirimizi ama sanırım bu durumun ikimiz de farkında değildik. Konu çocuk kitapları olunca er ya da geç karşılaşma ve kaynaşma oluyor elbette ki. Selcen'in instagram profiline bakarken "ne tatlı bir kızı var.", "galiba 2 iki kızı var.", "inanamıyorum, selcen'in 3 çocuğu var" diye giden cümleler kurmuştum. Hepsi de birbirinden tatlı gülümsüyordu ancak 3 çocuklu hayat acaba nasıldı, kafamda bir dolu soru ile Selcen'in kapısını çaldım.

Selcen Merhaba,
Biliyorum annelik hakkında konuşacaktık ama ilk sorum çocuk kitaplarından. Senin ennnn sevdiğin çocuk kitapları hangileri?
Hmmm zor bir soru :) hepsi desem :) kitapçıya gidipte çocuk kitapları bölümüne uğrayınca kendimden geçiyorum :) ama şöyle bir düşününce ilk aklıma gelenler; Küçük Prens, Büyük Sözcük Fabrikası, Yanlışlıkla Dünyanın Öbür Ucuna Uçan Çocuk, Harry Potter serisi, Kızıl Ağaç, Değirmenler Vadisi, Şuşu ve Üçtekeri  

Annelik maceraların nasıl başladı ve devam etti?
Annelik maceram 6 yıl önce Çağla'nın doğumu ile başladı. Şimdi düşününce nasıl da acemiydim. Talihsiz bir bakıcı deneyimimiz olmuştu. Sonra bakıcılara olan güvenimi kaybedince hayatımıza kreş girdi. Çağla 2 yaşına geldiğinde Damla aramıza katıldı. Damla'ya 4 ay ben baktım, 4 ay anneanne ve dede baktı sonra Damla'da ablası ile kreşe başladı. Tam düzenimizi oturttuk derken Mehmet Efe Bey aramıza katılmaya karar verdi. Damla'ya uygulanan formül Mehmet Efe'de de tekrar etti. Bir hafta sonra Mehmet Efe'de kreşe başlayacak şimdilik onun telaşı içindeyiz :)

Doğum hikayelerini anlatabilir misin?
Aslında doğumlarımın hepsinde (sonuncusu hariç) eğlendim diyebilirim :) bence çok farklı, keyifli deneyimlerdi. Yalnız geriye dönüp bakınca ben çok cahilmişim. Çağla'da iken çok okudum ama tek yönlü okumuşum. Modern tıbbın sunduğu hizmetleri sorgulamak hiç aklımdan geçmemiş. Tek bildiğim normal doğum yapmak istiyordum ama doğal doğum nedir hiçbir fikrim yoktu. Çağla'da 40. haftam dolduğunda doktorum bebeğin çok büyüdüğünü artık daha fazla beklemek istemediğini söyledi ben de tamam dedim. Tası tarağı topladık sabah 8'de gittik hastaneye, suni sancı takıldı, NST'ye bağlandım, arkadaşlarım geldi gitti, hatta çok yakın bir arkadaşım, eşim ve ben otururken hemşire beni kontrole gelmişti o sırada da karnım sertleşmişti ve NST'de 120'li rakamlar görünüyordu. Ben de bizimkilere dönüp "bakın Çağla poposunu dikince bu alette sayılar yükseliyor" demiştim. Hemşire bana bakıp "popo değil o doğum sancısı o rakam da sancının şiddeti" dediğinde hepimiz şaşırıp kalmıştık. Acı eşiğim biraz yüksekti, o yüzden epidural için kateteri taktılar ama ilacı vermediler. Dayanamazsam anestezi uzmanının hemen geleceğini söylediler. Ama bilmedikleri bişey vardı anestezi uzmanına ağzıma geleni saymıştım. Çünkü o kateter denen şeyden çok korkuyordum ve kadıncağıza bu doğumun en sevimsiz karakterinin o olduğunu söylemiştim. Zaman ilerledikçe sancılar dayanılmaz olmaya başladı, hemşire düzenli aralıklarla gelip kontrol ediyordu, annem, Ahmet hep yanımdaydılar. Sancılar dayanılmaz olduğunda anestezi uzmanı çağırıldı ama söylediklerimin etkisinden mi işi olduğundan mı bilmem bir saat geç geldi. Şimdi düşünüyorum da keşke hiç gelmeseymiş. Saat 4 civarında doktor artık ıkınmaya başlamamı söyledi ve gitti. Ahmet ile ben de bu işin nasıl olacağını bilmediğimizden kendimizce bir yöntem geliştirdik. NST'deki sancı 90'lara çıkıncaya kadar ben kendimi tutuyordum, sancı 90'ı geçince ıkınmaya çalışıyordum, ama bi terslik vardı bu iş böyle çok zor oluyordu, doktor gelince siz ne yapıyosunuz dedi yok öyle şeyler uydurmayın sancı başlayınca ıkınmaya başla dedi. Biz de halimize gülüp tamam dedik. Bir süre sonra doktor gelip tamam doğum başlıyor dedi, karanbolde annem de yanımda kaldı,tüm olaylar boyunca annem dibimde Ahmet ise karşımdaydı. Sanıyorum üçüncü ıkınmamda doktor ve Ahmet'in sakın bırakma geliyor diye bağırdıklarını hatırlıyorum ben de bi güç bırakmadım ve işte o an herşey bitti, inanılmaz bir rahatlama, bir ağlama sesi... Bu muymuş? Bu kadar mıymış? diye düşündüğümü hatırlıyorum. Çağla'nın ilk muayenesi yapıldı, üzeri giydirildi ve benim kucağıma verildi. Çağla emerken doktor da kendi işlerini tamamladı. Çağla 3900 gram doğdu, doktorum Çağla iri olduğu için epizyo uyguladığını söyledi. Hastanede 1 gün kaldıktan sonra eve geldik.
Damla'da ise 38. hafta bitiminde rutin kontrolümüze gittik, 13 dakikada bir sancım geliyordu. Doktor istersen hastanede kal sana belli olmaz dedi ama ben istemedim, daha Ahmet ile açık havada kahvaltı yapacak, kitapçı gezecektim. Kahvaltı yaparken sancılar belimden gelmeye başlayınca işkillendik, kitapçı gezmeyi iptal edip eve gittik. Hastane çantamızı hazırladık, sonra da açtık bir film izledik, sancılar hala 13 dakikada bir geliyordu ama sıkıntı vermiyordu tek hissettiğim karnımın şişip inmesiydi. Biz de ikinci bir film daha açtık, onu da izledik saati akşam üzeri 5 yaptık. Doktoru aradım gel artık dedi. Çağla'yı en yakın arkadaşlarımıza bırakacaktık ama doğum olur mu olmaz mı bilemediğimizden onlara da haber vermemiştik sadece ne olur olmaz Çağla'ya da bir sırt çantası hazırlamıştık. Kreşten Çağla'yı alıp hastaneye gittik hemşire NST'ye bağlayacaktı doktorum gerek yok dedi, muayene etti ve 4 cm açıklık var hemen doğum odasına gidiyorsun dedi. Ahmet alelacele Çağla'yı aldı arkadaşımızın evine bırakmaya gitti, ben de doğum odasına. Olaylar o kadar çabuk gelişmişti ki... Annemi aradım başladım ağlamaya, annem hemen otobüse biniyorum sabaha yanında olurum dedi ama doğum odasında tek başıma öyle bir korku sardı ki... Arkadaşımı aradım doğuruyorum yanıma gelir misin dedim. O da şaşkın eşi ile birlikte hemen geldiler... Bana yine suni sancı takıldı, yine kateter takıldı ve yine epidural verilmedi. Doktorumun hakkını yemeyeyim bence epiduralsiz yaparsın dedi ama ben cesaret edemedim. Kateteri takalım duruma bakarız dendi. Yakın arkadaşlarım yine yanıma koşmuşlardı, sağolsunlar hep yanımdaydılar, sancı çekerken yalnız değildim.  Akşam 8:30 civarı sancılar şiddetini arttırınca epidural verildi ben de rahatladım. Doktorum gece 12 gibi Damla gelir ben kafeteryaya gidiyorum dedi biz de televizyonu açtık Kavak Yelleri izliyoruz, saat 9 civarı karnımda bir gariplik aşşağı doğru inanılmaz bir baskı oldu, hemşireye söyledim doktorum geldi ve sakın ıkınma ortalığa doğuracaksın dedi. Yatak hemen doğum yatağına çevirildi, arkadaşım dışarı alındı, Ikınmaya başladım, ilk ıkınmamda doktor beş dakikaya doğar dediğinde inanmadım. İkinci ıkınmamda galiba yapamayacağım, bu sefer olmayacak derken yine Ahmet ve doktorumdan sakın bırakma sesleri yükselmeye başladı ve ben tam bu iş olmayacak derken Damla'da dünyaya merhaba dedi. Bu sefer epizyo yoktu, epidural son yarım saat takılmıştı.
Mehmet Efe'de ise durumlar farklı gelişti. Doktorum ile konuşmuştum ve herşeyi ile doğal doğum istiyordum, suni sancı, epidural, epizyo hiçbirisi olmayacaktı ama hayat benim için çok farklı bir senaryo hazırlamıştı. 35. hafta civarı Mehmet Efe'nin boynuna kordon dolandığını öğrendik. Her şeye rağmen belki çözülür diye 40. haftanın sonuna kadar bekledik ama olmadı. Mehmet Efe 4200 gram olmuştu boynunda da kordon vardı, doktorum ben risk almak istemiyorum dedi ben de tamam dedim sonuçta ilk iki çocuğumda yanımda olan doktorumdu ona güveniyordum. 40. hafta bitiminde sezeryane alındım ama o kadar çok korktum ki doğuma ayık girdim ama doğum sırasında tamamen uyutuldum. Ahmet'in anlattığına göre Mehmet Efe'nin boynuna kordon üç kez dolanmış. Bizim tosuncuk 4200 gram doğmuş.
Çenem düştü yalnız anlattıkça anlattım :) 

Çağla’nın doğumunda belki daha yalnızdın (bilmiyorum) ama sanırım diğer doğumlarda yanında birileri olmuştur. İlk günlerde, aylarda en çok hangi konularda zorlandın?
Üç çocuğumda da üç haftadan sonra tek başımaydım diyebilirim. Çağla'da acemilik zorladı, Damla'da Çağla zorladı, Mehmet Efe'de ise sezaryen zorladı :)
Çağla (5,5 yaş), Damla(3,5 yaş) ve Mehmet Efe(6 aylık)’nin aynı anda bir şeyler istediği mutlaka oluyordur. Bu durumlarda ne yapıyorsun?
:)  Şimdilik annem, babam yanımda o yüzden bir şekilde hallediyoruz. İki hafta sonra gidiyorlar o zaman neler olacak yaşayıp göreceğiz :)

Bebeklerdeki gaz problemi mi yoksa 2 yaş krizleri mi :) Seçmen gerekse hangisini tercih ederdin? Ve yeri gelmişken tecrübelerinden faydalanmak isterim. 2 yaş civarı bizi neler bekliyor, neler yapsak bu süreç daha az hasarlı geçer?
2 yaş krizini tercih ederim sanırım. Gaz problemini Mehmet Efe'de tecrübe ettim pek fena bir şeymiş. Küçücük bebek morarırcasına ağlıyor hiç bişey yapamıyorsunuz pek fena... İki yaş krizi de kötü elbet ama gaz daha bir fena... Çağla'da iki yaş krizi ile Damla'nın bebekliği çakıştığından mı bilmem daha fenaydı ama Damla'nın iki yaş krizi pek olmadı ya da ablasının 4 yaş krizinin yanında güme gitti bilemiyorum :) 2 yaş civarı krizlerde pek mümkün olamasa da anne babanın sabırlı ve sakin kalması işe yarıyor sanırım. Bir de çocuğun üstüne gitmemek, ağlamak istiyorsa ne yaşamak istiyorsa o duyguyu yaşamasına biraz izin vermek... Tabi kastım burada çocuğu bırakalım sabaha kadar ağlasın değil ama az bir süre, 5 dakika mesela çocuğa izin vermek. Şu hep söylenen çocuğa seçenek sunun o seçsin muhabbeti de her zaman olmasa da işe yarıyor... Korkutmak gibi olmasın ama ben en çok 4 yaştan çektim bu arada :)) her çocuk farklı tabi :)

Seninle yolumuz BDK ve çocuk kitapları sayesinde kesişmişti. Çocuklara kitap okumaya ne zaman başladın? Şimdi ne sıklıkta kitap okuyorsun? Ve kızların favori kitapları hangileri?
Çağla ile 14-15 aylıkken başladık, Damla ile 2 yaş civarı, Mehmet Efe ile şimdilerde başladık ama ne olur nasıl devam eder, eder mi bilemiyorum...Kızlarla  genelde her akşam uyku öncesi okumaya çalışıyoruz, hafta sonları gündüzleri de okuyoruz, onun dışında kızlar yatmadan önce yataklarında kitapları ile kendileri de vakit geçiriyorlar. Kızların favorileri sürekli değişiyor Damla bu ara Minik Tohum'a takmış durumda, Çağla bana benim sevdiğim kitapları okuturken babasına klasik masalları okutuyor, canım çok sıkkınsa mesela Shaun Tan'ın kitaplarını seçiyor falan :) Favori kitaplarını yatağının başucuna ayırıyor ve bu kitaplar hep değişiyor :)

Kardeş kıskançlığı sizin eve de uğradı mı? O durumlarda neler yapmıştın, yapıyorsun?
Oyyy uğramaz olur mu? Şimdilerde Damla'yı esir almış durumda mesela :) Mehmet Efe'yi deli gibi kıskanıyor... Ne yapıyoruz? Mehmet Efe'nin her işine onu dahil ediyoruz, bezini getiriyor, alt değiştirme bezini seriyor, kremini sürüyor falan, onun dışında da çocuğun elinden tüm oyuncakları alıyor içimiz gitse de ses etmiyoruz olabildiğince... Çağla artık kıskançlığını sesli olarak dile getiriyor beni de sev diyor gidip seviyoruz :) Bi kucağımda Mehmet Efe emerken diğerinde de kızlar oluyor onları kucaklıyorum. Şu anda evde dengeler değişik, Çağla'nın Mehmet Efe ile arası çok iyi ama Damla'yı kıskanıyor, Damla ablasına hayran ama Mehmet Efe'ye kıl falan :)

Bildiğim kadarıyla iş hayatına da döndün. Bu kararı vermek zor oldu mu? Çocuklar kreşe mi gidiyor? Mehmet Efe’yi slingde görmüştüm bir ara. Onu da sen mi işe götürüyorsun :)
Üç çocukta da 4 ay sonra işe döndüm. Hem hepsine aynı davranmak istedim hem çalışmam gerekiyordu hem evde olsam daha az mutlu olurdum. Süt izinlerimi öğle yemeği tatili ile birleştirip çocuklarımla öğle arasında 2,5-3 saate yakın birlikte oluyorum iyi geliyor hem onlara hem de bana. Hem iş yerinde verimimi de arttırıyor. Çocuklar kreşe gidiyor, Mehmet Efe'de bir hafta sonra başlayacak. Sling benim artık vazgeçilmezim :) üç çocukla baş edebilmek için birini kendime bağlamam gerekiyor :) eee evde yemek, çamaşır, bulaşık gibi işleri de yapmak lazım :)

Çalışmıyor olmayı tercih eder miydin?
Bilemiyorum, bazen çok içim gidiyor, bazen de yok diyorum benim için çalışmak daha iyi.

Evlatlar arasında sevgi/ilgi ayrımı yapamaz anneler, derler. Diğer taraftan da ilk göz ağrıları hep olmuştur. Ne dersin?
İlk göz ağrım yok gerçekten :) yani annenin yeni bir çocuğu olunca sevme kapasitesi de katlanıyor sanırım :) çocuklarımı kesinlikle eşit sevmiyorum ama şu çocuğumu daha çok seviyorum da diyemem hepsini farklı seviyorum, Çağla'ya olan sevgim farklı, Damla'ya olan farklı, Mehmet Efe farklı karşılaştırılabilir bir şey değil sanırım :)

Bebek bakımı hakkında kitaplar okudun mu, okuyor musun? Önerebileceğin kitaplar var mı?
Uzun zamandır okumadım, okumak isterdim ama kısıtlı olan kitap okuma zamanımda öncelik hep başka kitapların oluyor :) çocuklarımı okumaya çalışıyorum bir de diğer blogger annelerin yazdıklarını :)

Üçüncü çocukta anne/baba çok daha rahat davranıyor, diyorlar. Bu söze katılıyor musun?
Evet, kesinlikle. Çağla'nın her şeyini problem ederdik yemedi, uyumadı, çiş yapmadı. Oysa ki su akıp yolunu buluyor bazen tek gereken çocuğa biraz zaman tanımak oluyor...

Üç çocuklu hayatta evde otorite kurmak zor oluyor mu?
Olmaz mı? Mehmet Efe ilk doğduğunda evde bir otorite boşluğu oluştu ve kızlar dibine kadar faydalandılar bu durumdan. Şimdilerde yeniden olayları kontrol altına almaya çalışıyoruz :)

Dışarı çıkarken ya da tatile giderken yanınızda kaç çanta oluyor :)
Geçen sene 7 aylık hamileyken sadece hafta sonu kalmak üzere çadır kampına gittik ve arabanın bagajı ağzına kadar doldu :) ya hava sıcak olursa ya çok soğursa derken derken valiz sayısı artıyor...

Gerçekten de merak ettiğim bir soru: kendine vakit ayırabiliyor musun?
Eh diyelim :) bakış açımı değiştirdim biraz :) mesela kızlarla kitap okurken ya da bale gösterisine gitmişsek bu zamanları kendime vakit ayırmış sayıyorum :) ya da bir parkta kızlar oyun oynarken kocamın omzuna beş dakika yaslanmışsam bu da kendime ayırdığım vakit oluyor :)

Uyku konusunda zorlandığınız zamanlar oldu mu? Uyku eğitimini gerektirecek bir "uykusuzluk" yaşadınız mı :)
Anneler belki bana kızacak ama Çağla'yı ayağımda sallayarak uyutuyordum sonra 1 yaş civarı Çağla istemedi bu durumu, bir süre sırtına masaj yaparak, bir süre şarkı söyleyerek uyuttum sonra da dedim uyku eğitimine başlamalı, 2 ay uğraştım, her akşam belli bir rutin denedim, kitabını okudum biraz elini tuttum, ışığını kapatıp çıktım, başlarda çok ağladı sabretmeye çalıştım, 2 ayın sonunda belli bir gelişme kaydettik sonra Çağla çok hasta oldu, geceleri ateşi çıktı ben de ayrı odalarda yatmaya korktum, ateşi yükselir ve ben farketmezsem diye yanımda yatırdım, kaydettiğimiz bütün gelişme sıfırlandı,sonra 2. hamilelik derken yok ya dedim uyku eğitimi falan vermiyorum zaten kardeş de geliyor, her akşam kitabımızı okuduk sonra da sarılıp uyuduk. Damla doğduğunda Çağla babası ile uyumaya başladı. Çağla 3 yaşına geldiğinde evin en büyük odasında babasının liseden kalma genç odasını Çağla için süsledik, babasının bütün eşyalarını çıkarttık, Çağla'nın kitaplarını yerleştirdik, dolap kapaklarına ve çekmecelere Çağla'nın seveceği sticker'lardan yapıştırdık en son da Çağla ile gidip yatak örtüsü beğendik. Yatak örtüsünü de yatağına örttüğümüzde dedik bu oda artık senin ve sen artık kendi başına yatacak kadar büyüdün. Geçiş çok kolay oldu, Çağla odasını çok sevdi ve her akşam kitabını okuyup ışığı kapatıp çıktık :)
Damla ise ablasına göre çok farklı bir çocuk, daha inat ve hacıyatmaz denen türden :) 1.5 yaşına kadar o uyuyana kadar yanında yatıyordum ve tabiki ben de onunla birlikte uyuyakalıyordum. Hayat kalitem baya düşmüştü. Çağla kendi odasında yatmaya başlayınca Damla'yı da alıştıralım dedik. Önce Damla'nın yanında yatmak yerine o uyuyuncaya kadar yanında oturmaya başladım çok itiraz ettiyse de kararlı durmaya çalıştım, yanında oturmama alışınca odanın başka yerinde oturmaya başladım, yavaş yavaş odanın dışına çıkmaya çalıştım bi ara o uyuyuncaya kadar koridorda yürüyordum :) sonra zamanla o da tek başına uyumaya alıştı. Ama hala uyku konusunda çok başarılı değiliz. Damla uyumamak için her yolu deniyor. Önce su içiyor sonra çiş diyor sonra öpücem diyor sonra yarın ne günü diye soruyor sonra tekrar başa dönüp su diyor... Bazı akşamlar Damla'yı dokuzda yatağa gönderiyoruz ama uyuduğu saat gece onbir buçuğu bulabiliyor. Damla'yı uyutmak için çelik gibi sinirlere sahip olmanız lazım :) çocuk uykuyu sevmiyor...

Tuvalet iletişimi/eğitimi (bu konu bana henüz yabancı olduğundan, adını tam koyamıyorum) hakkında bilgi ve tecrübelerini paylaşabilir misin?
Tuvalet eğitimine iki kızımda da 2 yaşını bitirdikten sonra başladım, kreşe gittikleri için kreş ile birlikte başladık. Çağla'da tuvalet eğitimine başlamaya biz karar verdik, bezi çıkarttık 1 hafta içerisinde de gündüz tuvalet olayını çözdük, geceleri kuru kalkma olayını halletmemiz ise 3-4 ayı buldu. Damla 2 yaşını doldurduğunda ise bezi kendisi takmak istemeyerek eğitimini başlatmış oldu. Damla'nın da gündüzlerini halletmek kolay oldu ama geceleri kuru kalkmada zorlandık. Gece bez takmaya devam ettik, sabahları da "aaaa kim takmış bu bezi ah babası" diyerek suçu babasına atıp bezi çıkardık. Geceleri bez kuru kalana kadar bu yöntemle devam ettik sonra bezi de bıraktık. Mehmet Efe'yi yaşayıp göreceğiz :)

“Yemedi, uyumadı, düştü, hastalandı” vs. hangi aşamadan sonra daha rahat karşılanmaya başlanıyor?
İkinci çocuktan sonra :) ilkinde her şey ilk kez yaşandığı için onun her şeyi hep sizin için yeni oluyor ve panik havası devam ediyor :)

İkinci/üçüncü çocuğu düşünen/planlayan annelere neler tavsiye edersin? Tabii acemi annelere ve anne adaylarına da önerilerin varsa, mutlaka yaz :)
Bir çocuk bir çocuk iki çocuk çok çocuk demişler ya çok doğru cidden :) iki, üç çocuk kolay değil insana kafayı yedirtiyor, sadece çocuklarla değil aralarındaki ilişkilerle de uğraşıyorsunuz ama diğer taraftan da çok keyifli. İnanılmaz bir emek veriyorsunuz zaman zaman yeteri kadar ilgilenemediğiniz için kendinize kızıyorsunuz ama sevgisi, tadı da çok ayrı bambaşka :)
Annelik bambaşka insana farklı bir bakış açısı getiriyor, çocukluğunda hesaplaşamadığı yönleri ile barışmasını sağlıyor, büyütüyor ama küçültüyor da :) içindeki çocuğa daha bir korkmadan sahip çıkmasına olanak sağlıyor, ne biliyim bence çok güzel bir şey baksanıza üç çocuk doğurduğuma göre :)

Katıldığın için çok teşekkürler.
Ben çok teşekkür ederim :)


Annelik sohbetlerine katılan diğer anneler bozulmasınlar ama 3 çocuklu hayatı -bence- başarıyla götüren sevgili Selcen, "kahramanımsın" :) Bu sohbetten aklımda kalan en önemli şey "çok fazla takılmamak"  gerektiği, sanırım bu da zamanla oluyor. İnsan daha önce yaşamadığı bir konuda "rahat" olamayabiliyor. Hele ki söz konusu olan çocuklarımızsa.
Maşallah diyeyim öncelikle, Selcen'in 3 çocuklu hayatı depresif cümlelerle anlatmaması, yaşadıklarını olduğu gibi anlatması ve gözlerinin içinin gülmesi bana mutluluk verdi. Zor günler yaşayabiliriz elbette ama bunu nasıl göğüslediğimiz (de) oldukça önemli.
Buraya yazmazsam da çatlarım, sevgili Selcen, belki Eymirde belki Arkadaş Kitabevinde ama inanıyorum bir gün tanışacağız ve o gün için şimdiden özür diliyorum; Çağla, Damla ve Mehmet Efe'yi görüp seni unutabilirim :)
Ne diyeyim, iyi ki BDK var :)
Devamını oku »

9 Mart 2015 Pazartesi

11. Ay :)

Yavaş yavaş 1 yılın muhasebesini yapmaya başlayacağım sanırım ama o işi önümüzdeki aya bırakayım. Çünkü henüz Elif'in 1. yaşı dolmadı.
Geçtiğimiz 1 ayın en önemli gelişmesi Ayça'nın aramıza katılması oldu. Elif'in de anne tarafından bir kuzeni var yani artık. Bence ileride çok yakın iki arkadaş olacaklar, öyle hissediyorum.
Geçtiğimiz ay gittiğimiz doktor kontrolü ve geniz eti şüphesinden sonra KBB doktoruna gittik ve hiç öyle bir şey olmadığını ve alerji ilacına gerek olmadığını söyledi ki biz sadece 3 gün vermiştik bu ilacı. Elif'i gözlemledim ve içime sinmeyen birşeyler olduğunu anladım, ilacı o yüzden kestik. Peki Elif neden hala çoğunlukla ağzından nefes alıyor sorusunun cevabı ise yok. Takip edelim dedi KBB doktoru, peki dedik çıktık. O kadar.
Bu ay daha da özgürleşti sanki Elif, emeklemesi hızlandı, bir yere tutunup ayağa kalması ve koltuklar arasında yürümesi gelişme gösterdi. Bizim elimizden tutunup yürümüyor. Açıkçası hangi ayda neler yapıyor bebekler ortalama olarak son aylarda takibini bıraktım. Elif mutlu ve iyi görünüyor çok şükür. Yapmadıklarına değil de yaptıklarına odaklanmak daha iyi geliyor bana.
Bir de ısrarla ben bir şeyler öğretmek istemiyorum. Neden böyle hissediyorum onu bilmiyorum. Sanki kendisi keşfederse daha kıymetli olacak gibi geliyor. Kitapların içinde geçen cümlelerden ve benim canlandırmalarımdan sonra ayının ve arının burnu ile kendi burnunu keşfetti. Parmağıyla burnunu göstermesi oldukça neşeli oluyor bizim için.
Dil gelişimi bu ay atak yaptı diyebilirim. dede, mama, baba, anni gibi kelimelere meme, bi (bir), bej (beş), ditti/gitti, bitti, gel, al gibi yeni kelimeler eklendi. Favorisi de "beybi" yani bebek :) Minik hayvanlara ve kendince bazı nesenelere "be(y)bi" diyor.
Kelimeleri yerinde söylemesi en büyük gelişim bence. "ha-di" diyor o komik oluyor :) Bir şey gittiğinde ya da bittiğinde gitti-bitti diyor, o da neşeli.
Remzi Kitabevinin resimli ansiklopedisini almıştık, onu çok sevdi. Oradaki kelimeleri sorduğumuzda gösterme gibi bir durumu yok. Kendince isimler söyleyip onlara gülüyor. En çok da çocuklara "bebi" demeyi seviyor.
Öpücük atması bence en güzeli hem de biz bir şey demeden. Hele ki sabahları ve her yürüyüşten sonra beni ya omzumdan ya da yanağımdan öpüyor. O ara eriyorum tabii ki :)
Elif'e doğum günü için hazırladığım tek ve en özel şey "anı kutusu". İleride daha da anlam kazanacak sanırım bu kutu.
Salıncağı, parkı, çocukları, sosyalleşmeyi, iletişim kurmayı çok seviyor. Yoldan geçenleri çeviriyor seslenerek.
Sevdiği yemeklerde değişiklikler oldu. Bence hala tam olarak rayına oturmadı yani anlayamadı neyi sevip sevmediğini. Ya da tam tersi; gurmelikte oldukça ilerledi ve hangi yemeği nasıl pişerse sevdiğini keşfetti. Mesela patatesi öyle sade çok sevmedi de fırında baharatlı olunca yiyip yuttu. Baharatları genelde kullandığım için o da alıştı. Tadını en çok bildiği ise kekik elbette ki çünkü benim favori baharatım kendisi :) Kaşık ve çatal aldık, önüne de koyuyoruz ama sanki eliyle yemesi daha keyifli. ben de olsam öyle yapardım. Bu konuda ısrarcı olmak mı gerekiyor bilmiyorum ama kendi yemeğini kendisinin yemesi benim/bizim için şimdilik yeterli.
Su içmesi konusunda büyük bir atılım oldu. Önceden sadece yemeklerden sonra kahve fincanı ile ben içiriyordum çünkü biberonu bilmediği için alıştırma bardaklarını da plastiğinden dolayı reddetmişti. Fincandan suyu içiyordu ama işi bitince oyuna geçip fincanı elimden kapıyordu :) Şimdi susadığında "buu" diye su istiyor ve önceden sevmediği alıştırma bardağından suyunu içmeye başladı. Dışarıda özellikle büyük kolaylık oldu bizim için. Fincan yine devam tabii.
Uyku konusunda yine tam olarak 2 ileri 1 geri hatta bazen 3 geri 1 ileri yaşantımız aynen devam etti. Bu durum oldukça yorucu ama uyku eğitimi denilen şeyi de farklı kitaplar ve danışmanlarla uygulamaya çalıştığımıza göre kendi adıma "ödevimi yaptım" diyebilirim. Yani tüm derslere katıldım, ödevlerimi yaptım, tekrar yaptım, arkadaşlarımla(karabalıkla) çalışma yaptım ancak sınavdan geçemedim. Çünkü "hoca"nın sordukları kitapta yazmıyordu ve benim günlük annelik tecrübem bu soruyu yanıtlamaya yetmiyordu. O yüzden de "ah vah" demeyeceğim burada. Nasılsa kendi içimde bunu bolca diyorum :)
Elif bolca gıdıklanıyordu ki beni de gıdıklamayı keşfettiğinden beri evde gülücük bombası atılmış gibi oluyoruz. boynumun altından gıdıklıyor bir de sıpa.
En sevdiği oyun hala kaçma-kovalamaca... Kaçarken arkasına dönüp bakıyor tabii ki geliyor muyuz acaba diye.
Salıncak keyfi güzel oluyor. Sığsam hemen yanına ben de sallanacağım ama o renkli minik salıncaklara sığamıyorum :/
Evdeki kitaplar çoğunlukla yerde  ve dağınık bir şekilde duruyor. Sayfaları yırtmasına -elimden geldiğince- izin vermemeye çalışsam da bazen mümkün olmuyor. kitap ve dergilerin sayfalarını çevirmeyi ise çok seviyor.
Ben telefondayken Elif de sesini duyurmaya çalışıyor, o yüzden de karşı taraf muhtemelen benim ne dediğimi duyamamış oluyor.
Havaların ısınmasıyla birlikte daha da çok dışarıda olalım gibi bir planım var, umarım gerçekleştirebiliriz.
Bu ay sanki 1. yaşın gölgesinde kaldı gibi :)
Yaş günü ile ilgili muhtemelen bir şey yazmayacağım ama aylık gelişimleri  -sanıyorum ki- yazmaya devam ederim.
"Çocuklar çabuk büyüyor" dediklerinde ne demek istediklerini yavaş yavaş da olsa anlamaya başladım. İlk 6 ay çok çabuk geçmedi belki ama 6-11 ay arası sahiden de hızlıydı.
Aklımda bir dolu yazı var ancak o kadar bölüntülü oturuyorum ki bilgisayar başına, taslaklarım iyice kabardı.

Bu kahve de benden tüm uykusuz annelere gelsin :)

Devamını oku »

4 Mart 2015 Çarşamba

Anne(lik) Sohbetleri : Elvan & Yağız Erk :)

Bazı annelerin sıcaklığını, samimiyetini yazılarından ve paylaşımlarından hemen hissediyorum. Onlardan biri de Elvan. Blog sayesinde yolumuz kesişti, tatlı oğlunu takip ediyordum ama tecrübeli bir anneden güzel notlar da almak isteyince çaldım kapısını :)

Elvan Merhaba,
Öncelikle “davşan”ları sormak istiyorum. Fotoğraflardan pek neşeli görünüyorlar, kaç yıldır “harikalar atölyesi”nde üretim yapıyorsun ve nasıl gelişti bu süreç?
Esracığım merhaba;
Şu sıralarda tembel bir anneyim. Sorulara çok geç yanıt verebildiğim için beni affetJ
2011 yılında blogumu  isim annesi sevgili “senin bebeklerin” Dilek'in  desteği ile açtım.  Her ne kadar şuanda hiç yazmıyor olsam da blogumun yeri çok ayrı.  Bir gün ona tüm benliğim ile döneceğim inşallah.
“Harikalar Atölyesi “ ile blog ismi ile başladığımız yola 1 yıldır tescilli markam olarak devam ediyoruz.  Bu yıl logomuda yaptık, artık sırada ufak ufak şirketleşme adımları var.
Davşanlarımı çok zevk ile yapıyorum, sanıyorum bu yüzden  hepsi ayrı bir güzel J) Severek yapılan aş ve iş hep bereketli ve güzel olurmuş. Davşanlar sadece dağın bir yüzü .Benim Harikalar Atölyem de  runner, bebek şekeri, bebek battaniyesi, gelincik panolar,cüzdan, bez çanta, ayakkabı çantası, aplike duvar panoları, lavanta keseleri, taçlar, tokalar,keçe bardak altlıkları, vb..el yapımı bir çok ürün var. Bütün bunları yaparken en büyük destekçilerim eşim ve oğlum. Oğlum da ticaret aşkı çok fazla, ben yapayım o satsın J İnşallah önümüzdeki  günlerde ufak bir şirket olacağım, o vakit işin başına eminim 9 yaşında patron Yağız Erk geçecekJ





Annelik maceran nasıl başladı?
Benim annelik maceram evliliğimin 7. Yılında başladı.  31 yaşında anne oldum.  Hem de her şeyden ümidimi kesmiş benim çocuğum olmuyor demişken. Yapılan hiçbir şey  olumlu sonuçlanmamışken, doktorum artık yapılacak bir şey yok demişken, ben kendimi bu fikre alıştırmaya başlamışken bir sabah kalktım ve adetimin geciktiğini anladım. Hem de baya bir gecikmişti, kullandığım ilaçlardan olabilecek bir düzensizliğe hazır olmamı söylemişti doktor ama bu kadar imkansız gibi geldi bana. Hemen kalktım ve evde bir yerler de duran bir test buldum ve şok... Hemen üzerimi giyinip hastaneye gittim, bütün yol boyunca, test sırasında , sonuç alınıncaya kadar  hep dualar ettim içimden ne olur yanlış olmasın diye.  Ve 7. Yılda ben artık hamileydim… 
Hamileliğim sıkıntısız geçti, doktorum bana ilk gördüğü gün itibari ile sürekli konuş onunla dedi ve ben bebeğim ile sürekli konuştum. Cinsiyet belli oluncaya kadar bebeğim diyerek, cinsiyeti belli olunca oğlum diyerek sürekli işledim onu J
-Oğlum annesini hiç üzmeyecek
-Oğlum geceleri hiç ağlamayacak,
-Oğlum hiç gaz sorunu yaşamayacak J
-Oğlum yemeklerini hep yiyecek……..
Hiç aşermedim ve hiç ağrım sızım olmadı. Doktorum her ay beslenme tablosu ve veriyordu ve ben o kriterlere göre beslendim.


 Doğum hikayeni anlatabilir misin?
 36. haftaya girdiğimizde artık yavaş yavaş eşyaları tamamlanmaya başlamıştı, odasının boyanması ve yerleşmesi kalmıştı.  17:30 da doktor kontrolümüz vardı ve babaanne ve dedemiz ile doktorumuzu gittik. Doktor daha ultrasona bakar bakmaz bana sancım olup olmadığını sordu . ben de kasılma bile yoktu . Bir daha NST ye aldı ve yine aynı soru geldi “sancı azda olsa yok mu?” “Hayır , yok”. Terslik olduğunu anladım ama sormaya korkuyorum. En sonunda doktorum  “doğum başlamış neredeyse , kafası görünüyor “dedi. Olduğum yerde kaskatı kesildim, oda hazır değil, ben çantamıhazırlamadım, ben ondan nasıl ayrılacağım?   Kafam karmakarışık olmuştu. Sonra doktorum eve dönmeme izin verdi, eğer sabaha kadar bir sancı olmazsa sabah hemen doğuma alınacağımı söyledi. Gece eşim ve kız kardeşi odayı boyayıp yerleştirdiler. Zaten uzun süre benim odamda kalacağı için odasını yeni boyalı olmasının sakıncası yoktu.  Ben ise sabaha kadar sürekli  konuştum oğlum ile, ama içimde çok büyük korku oldu ya onu koruyamazsam, ya ona mutlu bir hayat veremezsem…
Sabah hastaneye gittim, sezaryen ile doğum oldu. Sabah bir bardak çay içtiğim için benim doğum öğlene kaldı ve 12:44 de 3,680 kg 42 cm .büyüklüğünde bebeğim dünyaya geldi. Doktorum süperdi. Ben ne kadar baygın kalacağımı sorduğumda bana doğumdan hemen sonra ayılabileceğimi azda olsa oğlumu göstereceğini söyledi. Gerçekten de öyle oldu, doğduğu an gördüm ve tekrar bir süre sonra gözlerim kapandı.
13:15 gibi odadaydık ve ben ayık bir vaziyette oğlumu bekliyordum, prensim ile ilk kavuşmamız , ilk saniyelerimiz anlatılamaz. Odanın kapısında 3 metre yatağa mesafe varken bana 300 km gibi geldi, Allahım yavaşlatılmış film gibi yürüyordu bebek arabasını getiren hemşire. Kucağıma verdiklerinde, siyah saçlı, kıpkırmızı suratlı bir can bana bakıyordu. Sağ yanağında ip gibi bir et beni ve etrafında belli belirsiz 3 tüy vardı.Fazla vitaminden kaynaklı olmuş, ama sabaha minik ben düşmüştü.  İlk gecemiz hiç sıkıntısız geçti. Taburcu olup eve geldik , bebeğimi aldım babaanne , dede, halası  ile beraber yaşadığımız evimizi her odasına kadar gezdirdim anlattım.  Sonra odamıza gittik ve evimizin minik canı artık bizimle diye Allahıma hep şükrettim.


İlk günlerde yanında birileri var mıydı? En çok hangi konularda zorlandın? 
Biz evde 5 kişiydik zaten,  sezaryen olmasına karşın ne bir ağrım ne bir sızım vardı, eve geldiğimiz yani doğumun 2. Günü itibariyle ben hep kendi işimi kendim gördüm. Evde büyükler vardı ama hiçbir zaman işime karışmadılar, buda iki taraf içinde işleri kolaylaştırdı tabii. Hani demiştim ya oğlum ile sürekli konuştum diye işte ben onun faydasını sanırım çok gördüm, çünkü bebeklik döneminde hiç zorlanmadım.  Sadece baştan beri tek bir şey söylememişim “oğlum annesini emecek” , hiç emmedi L İçimde kalan en büyük ukde, en büyük sızı budur. Çok istedim çok uğraştım ama hiçbir şey fayda etmedi. 6 ay boyunca damla damlada olsa vermeye çalıştım. Ama bu altı aylık süre normalde sürekli emen bir bebeğin 1 aylık emdiği süte ancak denk gelir…

Ne kadar zaman Yağız Erk ile birlikte evde vakit geçirebildin? İşe dönme süreci zor oldu mu? O dönemde tatlı oğluna kim baktı? 
Yağız Erk 6 aylıkken ben çalışma hayatına döndüm, zaten büyükler ile beraber olduğumuz için bakıcı yada kim bakar derdim yoktu. Tek sorunum oğlumu küçücük bırakmış olmamdı. İlk iş günümün akşamında eve döndüm  Yağız Erk’ imi kucağıma aldım, ama çocuk benim yüzüme bakmıyor, “oğlum” diyorum kafayı çeviriyor, ben ağlamaya başladım sarıldım ama hiç tepki yok, altı aylık bir bebek bana kızmış yüzüme bakmıyordu.  İlk gece çok ağladım, çok üzüldüm ama Alahıma şükür ettim hep. Bebeğim güvenilir ellerde iyi bakılıyordu.  Akşamları gelince sadece ve sadece onunla ilgilendim hep, hala da öyleyiz. Evi dağıtması, oyuncakları yayması, koltukları çizmesi benim için hiç sorun değildi, gerçi hala değil J


İlkokul 3. Sınıf demek sanırım “henüz sınavlar başlamadı ama ödevler yine de çok” demek değil mi? :) 
İlkokula 5,5 yaşında başladı şimdi ilkokul 3. Sınıfa gidiyor, hala annesinin tontişi (ki zayıf bir çocuk), hala bebeği sanırım hep öyle kalacak. Sabah 08.30 da evden çıkıp akşam 17:00 de eve giriyor benim oğlum, bir nevi benim gibi mesai yapıyor. Dedesi onu eve getiriyor yarım saat bir saat sonra ben evde oluyorum, e tabii ödevler başlıyor. Zaman bizim zamanımız değil biz okuldan gelir hemen ödev yapar atardık kendimizi kapı önlerine. Maalesef benim oğlumun o şansı yok, müstakil bir ev ve etrafta arkadaşı olabilecek kimse olmayınca o zevkten mahrum kaldı. Ders çalış ,kitap oku,  bir bakıyorsunuz zaman geçmiş. Bu çocuğun oyuna ihtiyacı var, eğlenmeye ihtiyacı var. Tüm gün okul eve gel ödevler, testler robotlaştırıyoruz neslimizi. Ben elimden geldiğince yapmaya çalışıyor olsam da asla yaşıtı bir arkadaşının yerini tutamam. Evde saklambaç oynamak serbest, futbol oynamak serbest, koşmak zıplamak serbest, müziğin sesini sonuna kadar açmak serbest.   Eğer benim davşanlarım ve / veya diğer siparişlerim var ise kuruluyoruz salonda basanın birer uçlarına, o ders çalışıyor ben el işi yapıyorum.  Odasında çalışma masası sadece arabalarına otopark olarak kullanılıyor. Onu mutlu edecek olan ile onu şımartmayacak olanı ne isterse yapmaya çalışıyorum. İstiyorum ki hep güzelliklerle çocukluğunu ansın.  Çadır isterse çadır kurup, yer yatağı istediğinde yer yatağı yapıp, hatta “yer sofrasında yemek çok güzel olmalı “ düşüncesine yer sofrası kurarak mutlu etmeye çalışıyorum.  Elime test kitabı alıp “hadi gel parkta test çözelim” talebimi asla “öff yine mi ders” diyerek reddetmedi, evde test dediğim zaman ayağa kalkan çocuk parkta test dediğimde  uçarak yapıyor J

 Zaten genel olarak asla huysuz , uyumsuz bir çocuk değildir, doğru bildiğinden asla şaşmaz sonuna kadar direnir.  Bana her konuda yardımcıdır, hatta arkadaşlarının hiçbirinin olamadığı kadar annesine  yardımcı bir çocuk. Paylaşmayı sever ama malının kıymetini  çok iyi bilir.  Çok hisli, çok duyarlı bir çocuktur. Bütün bu özellikleri alma sebebini  hiçbir zaman sorduğu soruya başımdan atmak için geçici cevap vermediğim , hiç sıkılmadan her şeyi ona anlayabileceği şekilde anlattığım için , en çokta empatiyi ona aşılamaya çalışmama bağlıyorum.

Yağız Erk’ten önceki hayatını hatırlıyor musun :)
Yağız Erk’ ten önceki hayatım benim için gerçekten fluHer şey Onun ile netleşti. Ben 7 yıl boyunca  yılda 2 defa yaptığım o ultra lüks tatillerin hiçbirini hatırlamıyorum, hiçbir gezmemi net aklıma getiremiyorum. Bana hangi oteli tavsiye edersin diye sorduklarında şu anda Yağız Erk in en mutlu olduğu yeri tavsiye ederim J Bugüne kadar yaşadığın mutlu bir an dediklerinde direk Onun ile olan bir şeyleri düşünüyorum, Rabbime bin şükür…


İstanbul gibi bir büyük şehirde çocuk büyütmek sence avantaj mı dezavantaj mı? 
Aslında bu devirde çocuk yetiştirmek zor iken İstanbul gibi bir şehirde olmak hem çok zor, hem avantajlı.  Küçük bir şehirde büyümüş bir anne olarak evladını büyük şehirde yetiştirmek zor.  İşten çıkıyorsun ulaşım seni mahvediyor saatlerin yollarda geçiyor.  Gidiyorsun yorgun argın, bütün gün seni bekleyen evladına 2-3 saati zor ayırıyorsun. Diğer yönden bakarsak sosyal aktivite küçük şehre göre çok çok fazla. İstesen her daim bir tiyatro, bir eğlence bir çocuk organizasyonu bulabiliyorsun. Aslında bu bence büyük şehir olayından çok çalışan anne - ev hanımı anne olarak  kıyaslanabilecek bir durum L



Çocuk yetiştirme konusunda faydalandığın kaynaklar oldu mu? 
Çocuk yetiştirme konusunda faydalandığım kaynak çoğunlukla internet oldu. O da yalnızca hikaye kitaplarını araştırma, evde çocukla yapılabilecek aktivitelere bakmak ile kaldı.  Yoksa ateşi çıkınca ne olur, şu nedir bu nedir hiç araştırmadım. Yaşayıp öğrenmek daha kalıcı fikirler veriyor insana.



Yağız Erk ile ilgili ne gibi hayallerin var?
Yağız Erk ile ilgili hayalim değil de dualarım var, inşallah dinine, vatanına, ailesine bağlı, hep şükretmeyi bilen , attığı adımlarından  emin olan ve mutlu olduğu işi yapan, mutlu olduğu insanlarla yaşayan, çevresine huzur veren bir insan olsun . Bugüne kadar hiç doktor olsun, pilot olsun, polis olsun vb.. diye hiç hayal kurmadım gerçekten.



Biz küçükken teknolojik aletler bu kadar çok yoktu, şanslıydık sanki. Şimdi ise televizyonlar, cep telefonları, tabletler… Bir çocuğun bu kadar çok uyarana maruz kalması hakkında ne düşünüyorsun? Yağız Erk’in teknlojiyle ilişkisi nasıl? 
Şimdi ki çocuklara çok üzülüyorum. Asosyal çocuk görmek beni çok üzüyor, biraz öncede bahsettiğim gibi ben sosyal bir birey yetiştirmek için kendimce çok çabalıyorum.  Evde “al ipad i yeter ki sus”, “aç tv'yi oyalansın” mantığını sevmiyorum.  Tv de seyrediyor, ipad ile de oynuyor bu engellenemiyor ama önemli olan bunların hayatında vazgeçilmez olduğunu düşenmesini engellemek.   Bahçede çizmelerini giyip dedesine yardım etmesini çok istiyordum bu yıl başladı ufak ufak. Üstü kirlensin yırtılsın ama zevk alsın.  Bir bayram sevincini yaşamayı bilmeli çocuk, her bayram muhakkak yeni kıyafetlerini özellikle onun istediklerini alırım ki bayramın tadı farklı olsun onun için. Bayramda erken kalkmalı, büyüklerinin ellerini sırayla öpmeli ve bütün aile bir arada kahvaltı masasında olmayı anlamalı diye hepsini yapıyoruz beraber. Ben hala onu sırtıma alıp deli gibi zıplayarak dans ediyorum evin ortasında, biliyorum çok zevk alıyor “komik dans”tan.  Babasının misketleri hala duruyor ve oğlum onlarla oynadı, belki sokaklarda arkadaşları ile değil ama evde bizimle oynadı. Kızma birader, tombala hala bizim evde sık sık oynanır. Ne kadar ortak paylaşımlı zaman geçerse o kadar uzak oluyorlar teknolojiden.  Belki de bizler itiyoruz evlatlarımızı teknolojik cihazlara, daha  minnacık bir çocuk için “ay sanki büyük insan gibi çat çat oyun oynuyor maşallah telefonda” diyerek böbürleniyoruz.




Anne adaylarına ve acemi annelere neler tavsiye edersin? 
Anne adaylarına ve acemi annelere tavsiyem,  size yapılan tüm tavsiyeleri dinleyin, belki o gün değil ama bir gün lazım olur.  Ama sınırınızı siz çizin ve kimsenin geçmesine izin vermeyin J  Mutlu bir çocuk için sizde çocuk olmalısınız. Çocuğunuzun telefon, tv, pc gibi teknolojiden çok anne babaya ve sevgiye ihtiyacı olduğunu unutmayalım...



 Elvan "harikalar atölyesi"nde harikalar yaratsa da bunu resmen fısıltıyla söylüyor, buna şaşırıyorum. Güzel işleri daha da duyurmalı bence. Yağız Erk gönlünce koşabildiği, çocukluğunu rahatça yaşayabildiği bir ortama sahip olduğu içinse çok şanslı. Bu sohbetten sonra aklımda en çok "şükretmek" ile ilgili bir şeyler kaldı ve tabii Yağız Erk'in elindeki güzelim erikler :) Çok teşekkürler Elvan katıldığın için, iyi ki tanışmışız seninle...














Devamını oku »