Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




20 Kasım 2015 Cuma

1 Kitap 1 Mektup: Melek Özlem Sezer İle Kedilerin Peşine Takıldım :)

Bazı kitapları okurken kendimi kaybediyorum, çok gülüyorum, çok eğleniyorum ve bazen de kafama takılan yerleri yazarına sormak için can atıyorum.
"Çocukken okusaymışım" dediğim ama yine de geç kalmadığımı düşündüğüm bir kitap "Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri". Bu kitaptan sonra Melek Özlem Sezer'in diğer kitaplarını da okudum ve merakım iyice arttı, ben de kapısını çaldım: "Güldürme tozu yutmuş olabilir misiniz?" diye:
Görsel Kaynak: burada
Küçükken okuduğum kitaplarda ya hüzünlü ögeler vardı ya da bize dişimizi fırçalamamızı öğütleyen yetişkinler... Ben büyüdüm, çocuk edebiyatı değişti; güzelleşti ve çocuklara eğlenmelerini söyleyen hatta bunu nasıl yapacaklarını anlatan kitaplar yayınlanmaya başladı. Aradaki değişimi sağlayan sizce ne oldu?
Çocuk edebiyatının da her şeyden önce edebiyat olduğunun kabulü, pek çok özensizliğin önüne geçti. Alana kendini adamış, doğru pedagojik zeminde iyi edebiyat derdindeki Türkiyeli yazarların çoğalması kadar, Nöstlinger gibi çığır açıcı yazarların geç de olsa çevrilmesi de çıtaların yükselmesine sebep oldu. İçerik ve yaklaşıma gelince… “Sen çocuk mu kandırıyorsun?” nasıl da dilimize yerleşmiş bir söylem, değil mi? Bu laf, çocukla ilgili pek çok yanlışın nerede başladığını iyi özetliyor. Üstelik kimilerine, rastgele kitaplar çıkarma cesareti veriyor. “Aman işte çocuk sonuçta, önüne ne koysan yer.” yaklaşımı, ticari ya da bireysel çıkarların etiğin önüne geçmesi, kifayetsizlerin alanda at koşturması, hâlâ yaşadığımız sorunlardan. Ne ki selüloz ziyanları, iyi edebiyat ve profesyonel yayıncılığın baskısı altında gittikçe daha çok boğuluyor.

Geldiğimiz yer doyurucu mu peki?
Hayır, değil elbette. Metinlere sızan geleneksel kodlardan, özgür ve bağımsız bireylerin yetişmesine engel olarak bilinçsizce iktidar kurumlarına hizmet eden düşüncelerden ve yanlış toplumsal cinsiyet iletilerinden arınmamız için önümüzde uzun bir yol var. Bu yolda akıllı adımlarla ilerlememiz, gözbağlarımızı açmamız ve daha yüksek bir edebiyata kavuşmamız için eleştirinin gelişmesi elzem. Şu anda pek çok karmaşık, iç içe geçmiş nedenden ötürü bu pek mümkün görünmüyor. Ama ben en azından Haziran Çocukları’nın bir gün bu cesareti, birikimle birleştirerek göstereceğine inanıyorum.
Bense bu konudaki ihtiyacımı, yazar yazmaz metinlerimi arkadaşlarımla, öğretmenlerle, çocuklarla, iyi okuyucularla olduğu gibi hiç kitap okumayanlarla da paylaşarak gidermeye çalışıyorum.
Elbette çalıştığım yayın evleri, özellikle Can Çocuk Yayınları bana editoryal anlamda çok yol gösterici oluyor. Ama metin yayın evine ne kadar temiz giderse, daha ayrıntılı bir çalışmaya o kadar enerji kalıyor. Çünkü bir metinde çok hata varsa, dikkatimiz kurnazca, ta en diplere saklanmış hatalara yönelemiyor. Ve okuyan kişiyi de olabildiğince az yormanın, verimi yükselteceğine inanıyorum. Öte yandan bu profesyonel çalışmalar yetişkin dünyasında olup bitiyor. O nedenle çocukların eleştirilerine, önerilerine, neye ihtiyaç duyduklarının, neyi daha çok sevdiklerinin ya da nerede anlama sorunlarının oluştuğunun bilgisine daha önce ulaşmaya dikkat ediyorum. Asıl kılavuz hiç kuşkusuz çocuklar.

En çok merak ettiğim soru; farklı tarzlarda eserleriniz var ama hepsi de bence çok eğlenceli ve komik. Var mı bu işin bir sırrı? (Güldürme tozu falan yutmuş olabilir misiniz? :)
Onlar güldürme tozu değil, güneş tozları. Ben iki buçuk yaşındayken yandım. Üstelik çok ağır bir yanıktı. Ölmediysem, inadımdan, bir de hastanede derim kazınırken gözüm gün ışığına takıldığında direnç bulmamdan. Benim bu kadar neşeli olduğumu gören çok kişi ağzında gümüş kaşıkla doğmuş, dertsiz biri olduğumu sanıyor. Oysa çok kısa bir süre öncesine kadar oldukça zor bir hayatım oldu. Ne ki dirençliydim. Ve hayatın acıtan yerleri kadar mucizelerine de değer verdim. Hem de alabildiğine. Çünkü güneş tozu yutmuş biri gülmeye küsmüyor ve böylece güldürebileceği yerleri de yok etmiyor.
Gerçi yetişkin kitaplarımda, özellikle şiirde kimi zaman hüzün ağırlığını hissettirir ama çocuk kitaplarımı daha neşeli yanımla yazıyorum. Ve çocuk ya da değil, ne yazarsam yazayım insanı çaresiz hissettiren duygu ya da düşünce zemininden uzak durmaya çalışıyorum. Çünkü biz Arabesk Kültürle yetişen bir toplumuz ve o kadar ağır meselelerimiz var ki insanın eylem gücünü alan o kara hissiyattan kurtulamazsak, hiçbir şeyle baş edemeyiz. Kaldı ki ben “mutluluğu koşula bağlamamayı” öğrenecek kadar yaş aldım. Çocukluğumdan beri de bireyin kendi gücünü küçümsememesi, sorunların arkasındaki nedenleri değiştirmekle yükümlü olduğu fikrindeyim. Bunun en iyi yolu da mizah.
Öte yandan yazmak benim için yaşamak demek. En sevdiğim duygu sevinç olunca da, eğlenceli şeyler ruh rengimle daha çok uyum sağlıyor, kalemin mürekkebini o tarz bir yaşamak algısından çekmek istiyor. Ama tek bir cümleyle de yanıtlayabilirdim aslında bu soruyu: Ben mutluluğa yetenekli bir insanım.

İçinde "canavar" olan bir hikâye sizce ebeveynleri endişelendirmez mi? Günümüz ebeveynleri olarak -malum- her şeyden nem kapar olduk :) Aslında bu hikâyede canavar da çocuktan korkuyor. Herkes "gerçekte olan"dan değil de "kendi zihninde yarattığı imge"den korkuyor diyebilir miyiz? 
Tam olarak öyle.
Çocukken kışları ablamla soba yanan tek odadaki divanda birbirimize sokularak yatardık. O zamanlar hemen her evde ağaç gibi dallanan ve pek çok halkanın saksıları taşıdığı demir düzenekler vardı. Gece onun gölgesini canavara benzetirdik. Kurduğumuz oyuna göre ışığı açınca canavar yok olurdu. Yorganın her noktasını üzerimize kapadığımızda ise içeri giremezdi. İşin garip yanı, korkardık ama karanlıkta sürekli biçim değiştiren canavarlarla çok da haz verici bir oyundu.
İnsan zihninde canavarlar yaratmaya alışık. Karanlık korkusu ise göremediğinin yerine korkutucu şeyler koymakla başlıyor. Yani aslında korktuğun karanlık değil, kendi zihnin. Öyleyse o karanlığı bir sinema perdesi gibi istediğin türde, büyüleyici, hoş, eğlenceli şeylere zemin olması için de kullanabilirsin. Ki ben sanırım senaryo yazarlığına, çocukken divanın altındaki karanlığa sığınıp orada kendi filmlerimi çekmekle başladım. Gündüz divan altında çekilen filmlerde canavar olmazdı. Ama hayatım boyunca zihnime toplumun yerleştirdiği canavarlarla boğuştum. Bazılarıyla da arkadaş oldum.

“Dolapta kim var?” okul öncesi ve 1. 2. sınıflar için yazılmış bir kitap. Çocuk, zihninde yarattığı canavardan korkmakla kalmıyor, onu kendi kusurlarını, örneğin odasını toplamaktaki tembelliğini örtbas etmek, suçu birine atıp rahatlamak için de kullanıyor. Çocuk canavarı görünce “Ay, bir canavar!” diye çığlığı basıyor. Canavarsa “Ay bir çocuk, hem de çok korkunç!” diye bağırıyor. (Ki ben bu sahneye çok gülüyorum.) Böylece canavar ya da öteki diye bir kalıbın içine koyduğumuz ve o kalıbı boyayıp dururken içinde ne var diye bakmadıklarımızla söyleşmenin kapısı açılıyor.
Birine “düşman” dediğimizde, o yalnızca “düşman”dır. Ne onun kim olduğunu düşünürüz, ne de haklı olup olmadığını. Ben bu kitapta korku oyunlarını, önyargılarını, ötekileştirmeyi bırakıp diyalog yolunu açmanın hoşluklarını gösterme istedim.
Aynı şekilde “Benim Adım On Üç” de, On Üç adında, merdiven altında doğmuş bir kara kedinin ötekileştirmeye, önyargılara ve batıl inançlara karşı kendini ifade etmesini konu ediniyordu.
Çocuklar her iki kitabın mesajını da gayet iyi algıladı. Büyüklere gelince, onlar gerçekten korkutucu ve zalim canavarlar yaratıp saldılar bu dünyaya. Eğer bunca insanın katline sebep olan o canavarlardan korkmuyor, bunlara karşı mücadelede yer almıyorlarsa, kel kafasına diş fırçaları saplayarak süslenen bir canavarı korkutucu bulmaları komik olur. Traji-komik elbette.
Oysa hangi canavarı geldiği çamura gömeceğin, hangisine karşı ortak mücadele içine gireceğin, hangisinin bireyin özgürleşmemesi için uydurulmuş olduğunu gördüğün anda onu koluna takıp gezeceğin, şu yaşadığımız ortamda çok daha fazla önem kazandı. Canavarlarla ilişkimizi gözden geçirmeyi ihmal etmemiz, çocuklara devredecek karanlığı büyütecek diye düşünüyorum.

Neredeyse tüm kitaplarınızın çizeri farklı isimler. Çizim ve hikâye bir bütün olduğunda çok daha güzel oluyor. Yazar olarak hikâyelerin çizimlerinin nasıl olacağına dair fikir belirtme şansınız oluyor mu yoksa kitap tamamlandığında çizimler size de sürpriz mi oluyor?
Bazen öyle, bazen hayır. İkisinin de farklı kolaylıkları ve zorlukları var. Türkiye’de çocuk yayıncılığının en can alıcı sorunlarından biri, yayın ekibindeki eksiklikler. Yeterince iyi, bu alanda uzman editörün, yayın koordinatörünün ve ressamın olmayışı, bazen bunaltıcı olabiliyor.
Elbette örneğin Mustafa Delioğlu gibi metni çok iyi okuyan, yorumlayan ve insana hiçbir sıkıntı yaşatmayan, usta ressamlarla çalışmak huzur verici ve çok da kolay. Ama alana yeni ressamlar da katılmalı. Ben bunun için çok çaba harcadım. Resim editörlüğünü yaptığım kitaplar oldu ki, bir kitabın resimlenmesi için harcadığım zaman ve emekle rahatlıkla iki üç kitap yazardım. Yeni ressamlarda temel sorunlar şunlar: Kitap okumamaları, bu nedenle resimleyecekleri kitapları da doğru algılamamaları, iş etiğinden yoksunluğun yarattığı akıl almaz aksaklıklar,  kayıplar, kibir, kapris ve coşkunun kitaba değil, yalnızca bu kitabı ben resimledim demenin ya da kazanılacak paranın hesabına yönelik olması.
Durum o kadar feci ki bir ressamın şunu söylediğine şahit oldum: “Ya internetin, sinemanın bu kadar geliştiği bir zamanda, kitap okumak artık çok lüzumsuz, çağdışı bir şey.” Cahillerden daha katlanılmaz bir şey varsa, o da cahilliğiyle böbürlenenler.
Yeni ressamların alana girmesi için doğrusu ya elimden geleni ardıma koymadım. Ama örneğin bir yıl önce dördüncü kitabının basılması gereken seri, ressamının iş ahlâkından yoksun olması nedeniyle ilk kitapta kaldı. Ben de artık enerjimi en azından bir süreliğine yeni ressamlara destek olmakla perişan etmeyip kitaplarımı profesyonel editörün gözetiminde, profesyonel ressamlara bırakma yolunu seçtim. Ama içimde hep yeni, genç, alanda kalıcı olacak ressamlara olan özlemle ve tabii umutla.

Eldivenlerinin sol tekini kaybeden Moli'nin hikâyesindeki fare gibi ince düşünceli ve tatlı bir arkadaşım olsun isterdim açıkçası. Bu hikâyede yer alan eldiven ağacı yoksa gerçek mi?
Moli’nin hayatında gerçek. Şimdi bu sorunun açtığı zihin patikasında benim hayatımda da –Moli’ninkinden farklı olsa da- böyle bir eldiven ağacı olduğunu anlıyorum. Biz, tek eldivenini kaybetmiş ya da o eldiven olup eşini bulamamış insanların yoksunluk duygusuyla büyüdük. Ama çok şükür ki dostlarım ve etkinliklerde bana olağanüstü duygular yaşatan çocuklar, benim için bir eldiven ağacı oldu. Farklı yerlerde örülmüş, bazen kaybolmuş, bazen açığa çıkmış, kimi zaman kaçan ilmeğine üzülmüş ama sonra o kaçan ilmeklerin açtığı patikaların güzelliğini fark etmiş eldivenler benim ağacımda birleşti. Ne zaman kedere kapılsam, o gülücüklerle dolu eldiven ağacının altına uzanırım. Bir de rüzgâr çağırırım ki eldivenler salınsın ve bana hayatta şükran duyacağım ne çok şey olduğunu hatırlatsın.

İtiraf etmem gerek, benim favori kitabım "Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri". Çok hazır cevap biri olmadığım için biri bana bir şey söylediğinde sadece gülümseyip geçerdim ama söyleyeceklerim boğazımda düğümlenirdi; bu kitaptan sonra ise farkında bile olmadan dilimden dökülmeye başladılar :) Farklı, akla çok kolay gelmeyecek tarzda olan bu kitabın özel bir yazılış hikâyesi ya da sebebi var mı?
Ben çocukken bir defter tutardım: Büyüyünce yapmayacağım şeyler. Çevremdeki yetişkinler çocukluklarından söz ederken deli olduklarını söylediklerini neden şimdi çocuk olanlara yapıyor anlamazdım. Onlar gibi bir yetişkin olmaktan ve bir gün çocukları anlamamaktan korktuğum, ayrıca bir gün mutlaka çocuk haklarıyla ilgili bir şey yapmak istediğim için tutardım bu defteri. O defter sonra ne oldu hatırlamıyorum ama sözümü hiç unutmadım.
Tüm kitaplarımın içinde çocukken zihnime kazıdıklarımı en çok Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri taşır. Tabii yalnızca bir tek kişinin çocuk geçmişine dayanmak doğru olmazdı. O nedenle kitaptaki konuların bir kısmını, yetişkinler ve çocuklar arasında yaptığım anketler sonucunda seçtim. Farklı kuşaklardan farklı sosyal kesimlerden insanlar aynı yerlerde incitilmişti. Ben de bu zincirin en iyi çocukluk zamanında algıların açılmasıyla kırılabileceğini düşündüm. Aslında işlenen konular ağır, kederli bir dille de işlenebilecek şeyler. İstense, zırıl zırıl ağlatır her bir başlık. Ama o zaman ağladığımızla kalırız. Buradaki meseleler zaten fazlasıyla ağır zaten, bir de hicranı eklemek doğru değil bence. Oysa asıl ihtiyacımız olan, bunlara sebep olan toplumsal öğretileri kavramak ve onları değiştirmek. Bunun için de enerjiye ihtiyaç var. Yani mizah çok iyi ve doğru bir zemin. Öte yandan aslında bizi yara bere içinde bırakan tüm bu işleyiş gerçekten de o kadar saçma, o kadar komik ki. Bu saçmalığı fark edemediğimiz için bizi ağlatan bir hayata sürüklenmişiz. O ağlamalar hiçbir işimize yaramamış. E bari bir de gülmeyi deneyelim, değil mi ama?
“Orantısız güç kullanımı” yetişkinler ve çocuklar arasındaki ilişki için de doğru. O nedenle çocuğun gücü baskılanıyor, dilimizdeki lafları yutuyoruz ve onlar içimizde bir yerde kalıyor. Yetişkinler de çocukluk acılarını hâlâ dillendirmiyor mu? Ama işte çözümsüzlük de burada zaten. Acılardan söz edip durmak yerine, onları değiştirmek için eyleme geçmemek. Tabii insanın önce kendi acılarını yıkması lazım ki söz dilde kıvranıp kalmasın.

Gölgesini kaybeden Hacivat ve Karagöz ile klasik tarzda bir anlatım yerine eğlenceli bir "gülmece" okuyoruz. "Hacivat ve Karagöz bir gün yola çıktılar ve yolda gölgelerini kaybettiler" diye başlayan bir cümle yerine kendimizi bir anda gölgenin peşinde ve hikayenin tam içinde buluyoruz. Bu tarz ile okuma kültüründe pasif okuyuculuktan çıkıyoruz diyebilir miyiz?
Ben özellikle çocuk edebiyatında birlikte yola çıkılıp yaşanan maceralardan hoşlanıyorum. Öte yandan Karagöz ve Hacivat zaten “biz” anlamına geliyor. Bizim derdimizi anlattığımız, bizim mizahımızı yarattığımız ve bizimle değişen bir kültürel miras. Gerçi gelenekten alınan öğeler için tutucu bir anlayış söz konusu nedense. Zamanı durdurma çabası, edebi zevklerin önüne geçiyor. Oysa bence, değişip gelişmekten mahrum ettiğin şeyi ölüme mahkûm ediyorsun demektir. O nedenle ben Karagöz ve Hacivat’ı modern bir öykülemeyle, bugünün çocuklarına uygun bir macerayla anlatmak istedim. İlk kitap olan “Karagöz’ün Gölgesini Kim Çaldı?”nın ardından gelen “Eyvah, Gölgeler Değişiyor!” ise tutkuyla bağlı olduğum masal kültürünü de metne sızdırma amacıyla birleşti.

"Sakız Çiğneyen Kedi" kitabında çok güzel şiirler var. Ama ilgimi en çok "kedilerden korkanlara" şiiri çekti. Uzun yıllar kedi fobisiyleyaşayıp sonra hayatıma Lokum Hanım'ı alınca kedilerin hiç de korkulacak biryanı olmadıklarını görmüştüm. 
"İşte şimdi sen de oldun bir kedi/ Söylesene, korkunç buldun mu kendini?" Kitaplarınızda kediler sıklıkla yer alınca merak ettim, kedilerle olan diyalogunuz nereden geliyor? 
Oldum olası kedileri ve kargaları çok severim. Kediler içimi ısıtır, kargalara ise büyük hayranlığım var. O şiirlerde –şu anda beni tek koluyla kaldıracak kadar büyümüş olan yeğenim Derin Deniz’in ve onun kedileriyle köpeği Yulaf’ın etkisi ağırlıkta. Çocukken şöyle demişti: “Bunları sen yazıyor olabilirsin ama ilhamını benden aldığını unutma!” Yıllar sonra şiirler kitaplaştığında ne kadar haklı olduğunu gördüm.

Çocuk edebiyatında unutamadığınız, sizi çok etkileyen, dönüp dönüp yine okuduğunuz kitaplar hangileri?
Heidi’ye olan hayranlığım hiçbir şeyle karşılaştırılamaz.

Son zamanlarda okurken sizi çok eğlendiren, güldüren kitaplar var mı?
Rodari bazen beni çok güldürüyor. Ama en çok okul öncesi kitaplarını seviyor ve onlarla gülüyorum.
Semih Erelvanlı’nın -çocuk kitapları olmasa da çocuk karakterlerinin çok güçlü olduğu- öykü kitabı Bebek Arabasında Ayvalar’da beni kırk kere de okusam kahkahadan yerlere yıkan öyküler var. Özellikle Çişli Ayşe ve Arkadaşları’na çok gülüyorum. Bazı öyküleri ise fena ağlatıyor. Aynı şekilde onun minimal öykü kitabı Tahtakurularının Evreni de çok güldürüp çok ağlatıyor beni.
Belki çok gülmediğim, hatta fena ağladığım çocukları konu edinen hitlerimi de paylaşmak isterim. Çünkü çok aşığım bu kitaplara:
Bir Avuç Yıldız, Rafik Schami
Bülbülü Öldürmek, Harper Lee
Uçurtma Avcıları, Khalid Hüseyni

Çocuklar için yazdığınız kitaplarda kullandığınız dile daha mı çok dikkat ediyorsunuz ya da böyle bir ayrım yapmak doğru mu?
Edebiyat, edebiyattır ve yazdığın her şeye karşı sorumlusundur. Yalnızca her bir alanda dikkatin biçimi değişiyor.

Klasik masallarda bulunan birçok ögenin çocuklar için uygun olmadığı konusunda verdiğiniz çok güzel örnekler var, “Pamuk Prenses” masalı gibi. Son dönemde yazılan çağdaş masallar hakkında ve bu masallardaki “toplumsal cinsiyet”in işlenişi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Masallar ve Toplumsal Cinsiyet’te eleştirdiğim masallar klasik masallardı. Taklitleri de öncüleri gibi aynı ileti sorunlarını yaşıyor ama onlardaki lezzet de yok. Öte yandan harika modern masallar ve masal ögelerini çok başarılı kullanan, tuzaklara düşmediği gibi gözbağlarını açan kitaplar da var.

Tamamlanmak üzere olan projelerden minik tüyolar alabilir miyim? ("Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri" kitabının ikincisi çıksa diye heyecanlanıyorum mesela ben :)
Ama Büyüklere Mektuplar çıktı. Tamam, bu kitap o kadar da mizaha yaslanmıyor ama benzer sorunlara farklı bir yerden bakıyor. Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri’nin ikincisini ise umarım yazmam. İlki geçmişte ve bugün yaşanan sorunları konu ediniyordu. Gelecekte çocukların başına sarmaya yeni dertler icat edilirse, yazarım. Ki bunun fikri bile çok üzücü.
Gelelim, şu anda tezgâhta olanlara. Son günlerde harıl harıl düzeltme yapıp duruyorum. Şiir masallar ve yetişkinler için bir şiir kitabı yayına hazırlanıyor. Bir de muzip bir karşı masal serisi var. Ayrıca çocuklar için şiir ve masal kılavuzları.

Yazma rutininiz var mı? Roald Dahl gibi minik bir kulübede sarı bloknotlarınıza kurşun kalemle mi yazıyorsunuz yoksa :)
Yazmaya sekiz yaşımda başladım ve birkaç yıl öncesine kadar tatiller dâhil çalışmadığım tek bir gün olmadı. Ama öyle minik kulübe gibi bir şansım hiç olmadı. Onun için her zaman, her yerde çalışabilmeyi öğrendim. Şu anda çatlamış serçe parmağıma, bandajdan çıkar çıkmaz üstüne komik bir resim yapma sözü verip, ayağımı masanın üzerine atarak yazıyorum. Aklım da hep ona gidiyor. Sanki bir şey söyleyecek gibi, canı gıdıklanmak istiyor gibi… Yazık diyorum, kalem tutamaz, bilgisayar tuşlarına basamaz. İleride ayak serçe parmaklarının da yazı yazabileceği bir çalışma bahçesi yapacağım.

Teknoloji çağında olmayı ve bir şeyleri çabucak tüketmeyi sevmiyorum (ne yazık ki) ancak yine teknoloji çağında olup yazılarını/kitaplarını çok sevdiğim yazarlarla tanışma fırsatım olduğuna da seviniyorum (neyse ki) Söyleşiye katıldığınız ve gül(dür)me tozu yutup yutmadığınız merakınızdan beni kurtardığınız için çok teşekkür ederim J
Ben teşekkür ederim. Çünkü sorularınızda müthiş bir enerji, içtenlik ve samimiyet vardı. Bu nedenle de çok zevk aldım. Serçe parmağımdan herkese selamlar…
                                                                                 ***

Bu söyleşiyi öncelikle mail üzerinden yaptık, çünkü ben Melek Hanım'ın Ankara'da yaşadığını bilmiyordum. Derken bir gün buluştuk ve sohbet etme şansımız oldu. Orada konuştuğumuz şeyleri düşününce bu söyleşi biraz "az bile" kaldı :) Birlikte geçirdiğimiz yaklaşık 4 saatin sonunda ayaklarımın yerden kesildiğini yanlış metroya bindiğimde fark ettim. O kadar "masal gibi" geçmişti ki o saatler, hayatım boyunca hep hatırlayacağım.
Sorduğum sorulara uzun uzun emek vererek yazan bu tatlı yazar peki kitapları haricinde "nasıl biri?" derseniz;

Balık ekmek seven, kahvesini az şekerli içen, kedilerle sohbet eden, karga görebilmek için kalbi atan, devamlı olarak gülümseyen (kendisi gülmese gözlerinin içi muziplikle gülen), son derece mütevazi, konuşması şiir gibi gelen, "koşma düşersin" laflarına aldırmadan içindeki çocuğu besleyen tatlı mı tatlı biri.
Kahvemizi içerken Melek Hanım'ın arkasındaki büyük rüzgar gülünün akşam güneşinde salınışını hiç unutamayacağım. (öncesi de burada)
                                                                             ***
Kocaeli kitap fuarında tanıştıkları Saliha, Melek Hanım'ın sıcakkanlı tavrını çok sevdiğini  ve ona bu çizimle sürpriz yapmak istediğini söyledi :) (Annesi Feride'ye sevgilerimle)

"Bu kitap öyle tatlı ki içim sevinçle doluyor."

                                                                                       ***
6 Aralık 2015 Pazar akşamına kadar "Ben çocukken..."cümlesinin devamını yazan 1 kişiye imzalı "Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri" kitabı Elif'in minnak ellerinin çekeceği çekilişle gidecek, ben de yanına 1 mektup koyacağım :)




"Daha dünkü çocuksun...

Bugün de çocuğum, ne hoş değil mi?"

*20 Kasım "Dünya Çocuk Hakları Günü"nüz kutlu olsun, büyüklerle dalga geçmeyi unutmayın :)
** Önceki "1 Kitap 1 Mektup" etkinlikleri de tam olarak burada :)

17 yorum:

  1. Bir ilk olarak kendim de yorum yazmak istedim(soruyu sevince), çekilişe katılmıyorum ama :)
    "Ben çocukken..." safmışım, -ekşi sözlükte dalga geçildiğini bilmeden- sarışınmışım, ürkekmişim, sokakta oynamama izin verilmediği için damımız tüm oyun alanımmış ve ben orayı "gizli bahçe"sanmışım :)
    Top oynamayı çok severdim, bir de bir şey itiraf edeyim, kkk(küçük kıvırcık kuzen) 'nin bizde unuttu sandığı lacivert fotoğraf makinesine aslında ben el koymuştum çok sevdim diye ama annem fark edince çok kızmıştı, hemen geri verdik, çok üzülmüştüm :)
    Büyüdüğümde çok "özgür" olacağımı, istediğimi istediğim zaman yapabileceğimi sanırdım, Avustralyaya bile sırt çantamla gidecektim yani :)
    Ben çocukken... büyüklerle dalga geçme fikri aklımın ucundan bile geçmezdi ama belki Melek Hanım'ın kitabıyla tanışsam daha özgüvenli biri olurdum, bir acayip dalga geçerdim bana "büyüyünce ne olacaksın?" diyenlerle belki de..."Siz büyüdünüz ne oldunuz" derdim kitaptan bir replikle :)
    Siz de yazın, yorumlarınızı heyecanla ve merakla bekliyorum...

    YanıtlaSil
  2. Ben çocukken duvarlarla konuşurmuşum. Bebekleri konuştururmuşum. O zamandan geveze olacağım belliymiş. Yatarken yastıkların altına kafamı sokar yüzermişim.her ortamda herkesi neşelendirmeye çalışırmışım..çocukken de mutlu etmeye uğraşırmışım kendimi unutup... köpekden ezan sesinden öğle uykusundan korkardım. evde fare vardı ondan da çok korkardım. Eve hırsız girecek diye de çok korkardım... yani ben korkak bir çocuktum. kaygılı korkak ama yine de neşe vermeye çalışan bir çocuk..... büyüklerle dalga geçmek...lafı bile olmaz.. ben hep büyüklerden tırsarak büyütüldüm...

    YanıtlaSil
  3. Ben çocykken bir masalın içinde yaşıyordum ve dünya köyün sonunda bitiyor sanıyordum.

    YanıtlaSil
  4. Nefis nefis bir söyleşi. Melek'e bayıldım, bittim, öldüm :)

    ''Türkiye’de çocuk yayıncılığının en can alıcı sorunlarından biri, yayın ekibindeki eksiklikler. Yeterince iyi, bu alanda uzman editörün, yayın koordinatörünün ve ressamın olmayışı, bazen bunaltıcı olabiliyor. '' demiş ya Esra, işte sana yeni bir kariyer alanı, yürü arkandayız:)

    Mutluluğa yetenekli olma kısmını çok ama çok kıskandım, o kadar önemli ki o, çünkü çoğumuz mutsuz olmaya yetenekliyiz :((

    İkinize de çok teşekkürler. Harikasınız.

    YanıtlaSil
  5. Ben cocukken gerçekten benmisim. İcim baska disim baska konusmazmis insanlar ne dusunur diye. Ben cocukken cok hareketliymisim. İp atlar top oynar arkadaslarimla evcilik oynarmisim. En yusege atlayacagim diye sag kolumu bile yarmisim. Her evcilik oyununda hep benim istediklerim olsun diye ugrasir olmayinca da kuser eve gelirmisim.ertesi gun yine hicbir sey olmamis gibi oynamaya devam edermisim. Ben cocukken evimizin arka sokagindaki lisenin ogrencileri dagilinca siniflardan tebesir calarmisim. Sonra da seksek icin alan cizer oynarmisim. Teyzemin cocuklarindan kalma kiyafetleri giyer yine onlardan kalma Almanyadan gelme kontra bisiklete binermisim. Tehlikeli oldugunu bile bile ellerimi salarmisim kullanirken. Erkek kardesimle tekme tokat kavga eder sonra dayak yememek icin ananemden kacarmisim. Akşam ezani okununca evde olmak zorundaymisim. Yatalak dedem seslenince yanina gider yatiyorsa kolundan ceker oturturmusum yine seslenirse yatiri ya da su verirmisim.Ben cocukken okuldaki kiatplari okurmusum. Cunku bizim evimizde hic kitap yokmus.ilk kitabimi orta2. Sinifta ogretmenimiz odev verince almislar. Halide Ediple bu sekilde tanışmışım.
    Teşekkür ederim cocuklugum hep huzun verir bana ama nuraya yazdiklarim keyiflendirdi. Su an hem bu yorumu yaziyorum hem de kizimi sallıyorum inşallah evlatlarimiz cok cok mutlu cocukluk gecirirler.

    YanıtlaSil
  6. Mutluluğa yetenekli insan, ne güzel tanımlamış kendisini, serçe parmağına kadar mutlu insan kaç tane var ??
    Çok keyif aldım, sorular çok çok güzeldi, yanıtları okumak da ayrı...
    Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri çok merak ettiğim bir kitap.

    Ben çocukken hareketliymişim, zormuşum, yemek yemezmişim, çok hasta olurmuşum. Ben çocukken kitap çocuğuymuşum, annem kitaplara göre büyütmüş, alerjik bünyeliymişim, yasak sakızları çikolataları almak için lojmanın parmaklıklarından kaçıp tembihlenmemiş bakkal ararmışım, dedemin inik göz kapaklarına bakıp neden karanlık baktığını sorarmışım.
    Ben çocukken kreşte tiksindiğim için yıllarca bulgur pilavı yemedim, balerinlere hayrandım, anneme uydurduğum opera eserleri seslendirip ilerde opera sanatçısı olacağım derdim, Ahmet Buhan ve beden eğitimi dersi yerine problem yazdıran öğretmenim yüzünden matematikten nefret ettim, penisilin iğnelerinden nefret ettim, bisiklet sürebilmek için hafta sonu parka götürüldüğümüz ve annemin izinli olup okul dönüşü beni evde beklediği günleri iple çektim.

    Ne kadar doğru bir alanda ilerliyorsun Esra, haydi devam:)

    YanıtlaSil
  7. Yine cok guzel yazmissin esracim. Bu kitaptan daha once de bahsetmistin almaya firsatim olmadi. Simdi ilk firsatta alicagim:) neyse belki ben cekiliste cikarim. O zamana kadar bekleyeyim.
    ben cocukken cok yalnizdim hep canim sikilirdi. Annemle babam beni buyuturken cok yiprandiklari icin (yakinlarda pek akrabamizda yokmus) bana cok istememe ragmen kardeşte yapmadilar. Ben de önceleri cok istememe ragmen sonradan istememeye basladim kardes meslesini. Hatta bi ara beni evlatlik mi aldilar diye dusundum;) anneme sordugum da sen evlatlik olsaydin bebeklik fotograflarin olmazdi bak bir suru var demişti:))) gercektende vardi. Ben 10 yaşindayken bir anda kardesim oldu. Cok tuhaf bir duyguydu, herseyin o kadar farkindaydim ki sanki kucuk bir anneydim....

    Yazilarinin devamin ibekliyorum
    Ben cocukken

    YanıtlaSil
  8. Harika bir soylesi olmus oncelikle keyifle okudum.Ben cocukken dünyada sadece belli sayida insan oldugunu benim gidecegim yere benden once onlarin gonderildiklerini sanirdim,heralde ufacik bi kasabada cok azsayida insanla birlikte buyumekten dolayi.Sonra insanlari hic olmez,hatta buyumez sanirdim.Cok utangactim bildigim sorularda bile parmagimi kaldiramaz,ogretmenlerimi cok sever ama korkardim.Sayelerinde matematikten nefrette ettim,ilginc meraklarda edindim gerci o ayri ;)

    YanıtlaSil
  9. ben çocukken oyuncak bebeklerimin abisi olurdum arkadaşlarımın abisi var diye heralde özenirdim. Şimdi Sumru 'ben abi oldum' diyor hahahahha çok gülüyorum. Patenlerimi erkek çocukların kaykayı ile değiş tokuş yapardım. Küçülen eşyalarımı,evde kapağından hoşlanmadığım kitapları satardım. Haaaaa bi de minik minik şişelere su doldurup içine biraz annemin parfümünden damlatıp sulu boya ile de renklendirerek, siparişle parfüm satardım :))) Atmasyonca şarkı söyleyip tap dans yapmağı hep çok sevdim hala severim ;)

    YanıtlaSil
  10. çok ara verdim ben yaa nasıl da güzellikler olmuş bloğunda,bu röportajın da harikaydı, yeni bir yazar tanıdım sayende ilk siparişimde alacağım kitaplarından birini :)
    ben çocukken çok uslu bir çocukmuşum, annem hep çok kolay bir bebek,çocuk olduğumu söyler, benim çocukluğumdan en canlı hatıralarım hep sokakta oynayışlarım dan ibaret,bir de babamın hafta sonları gezmeye götürüşleri ,
    güzel günlerdi...
    sevgiler kocaman :)

    YanıtlaSil
  11. Öncelikle şimdiye kadar okuduğum en keyifli söyleşi olduğunu belirterek başlamak istiyorum. Hem sorular hem de cevaplar içimi ısıttı. Ayrıca bu konuda gün be gün gün daha iyi oluyorsun bence. İleride bir gazete-dergi ya da başka yerde senin söyleşilerini okur muyuz acaba? Ya da bir çocuk kitabı yazsan mesela? :) Olur mu olur, bu yazıdan sonra direkt aklıma böyle şeyler geldi. :)
    Ben çocukken... 'e gelince.
    Ben çocukken -çoğu kez şımarıklıktan ya da sakarlıktan- başıma gelmeyen kalmadı. Ağız dolusu kahkahalar atarken boğazımda akide şekeri kaldı, az kalsın boğuluyordum ama o anları kuzenimin ayaklarımdan tutup beni havada silkeleyişini gülerek hatırlıyoruz şimdi. Ben çocukken çok zayıfmışım hatta bacaklarım ince gözüktüğü için utanır 2-3 kat çorap giyermişim. :) Ben çocukken çok çalışkanmışım. (mışım diyorum ama bu zamanları hatırlamadığımdan değil daha kafiyeli geldiğinden hehe) O kadar çalışkanmışım ki soğuk kış günlerinde, evimizde kömür sobasının olduğu günlerde, sırf ders çalışmak istediğim için sobasız olan odamda kalın eldiven bere montla ders çalışırmışım. Büyüdükçe nasıl oldu da tembelleştim acaba? Ben çocukken çok ilginç bir olay yaşadım hala da gizemini çözebilmiş değiliz. Bu saçma olayı da anlatarak yorumumu sonlandırıyorum. Bir gün kuzenim ben ve kardeşim "tasolarla" oynuyorduk evimizin koridorunda. (pokemonların büyük sükse yaptığı zamanlardan 90'lardan bahsediyorum.) Nasıl oldu bilmiyoruum o sırada hepimiz de yerdeki tasolara bakıyorduk ve birden "pika pi" diye bir ses duyduk bildiğimiz pikaçunun sesi ama. Tabi biz şok olduk, birbirimize şaşkın gözlerle bakakaldık. evin her yanına çevreye baktık filan ne düşünceyle bilmiyorum ama hala o olayın gizemini çözebilmiş değiliz hahah :)

    YanıtlaSil
  12. Ben çocukken. ..çamurdan Tandır ocak yapıp ekmeklerimi pişirirdim.gece yarılarına kadar mahallenin haytalarıyla beraber saklambaç oynardım. Ellerine ekmek arası salatalık tutusturulup sokağa salınan çocukların yanında dolaşır,salatalığın kokusunu içime çekerken, sokakta yemek yememe karşı çıkan anneme kızardım.Sokak sokak gezer bisikletimle tur atmalari karşılığında kızlardan koleksiyonum için peçete toplardım. Bisikletimle çok yokuş indim,duran arabaya çarptım. Nice köpek kovaladı, nice kedi tırmaladı.Ablam, canım ablamla bahçede voleybol oynardım, sonra yıllarca kulüplerde. ..ilkokulda aşık olduğum müdürün oğluna bakarken burnumu kırdım.
    ben çocukken dünya benim oyun bahçemdi.
    ( Sevgili Esra, aylardır süren tembelliğimden kurtulmak istedim hem de çok. Yazar, karalardim birseyler...şimdi Çocukluğumun anılarını yazdıkça daha çok animsadim, daha çok özledim. Önce sahaf merakımı kamçıladın şimdi de kalemimi dürün ;) lütfen birgün tanışalım.sevgiyle...

    YanıtlaSil
  13. Ben çocukken bir çocuğun isteyebileceği neredeyse herşeyi yaşadım.
    Benim çocuklar ülkem kocaman bir bahçe ve ağaçlar içerisinde çocuklar ile dolu bir ülkeydi. Keşke o günler şimd her çocuk yaşayabilse. Ağaçların üzerinde evcilik oynayan , yapraklardan dolma yapıp misafirlerine ikram eden, haydi pikniğe diyerek bahçenin aşağısına gidip kilim seren ve piknik yapan muhteşem çocuklardık.
    Benim oyuncak bebeğim hiç olmadı ama zaten hiç isteme ihtiyacı hissetmedim. Ona vakit yoktu, vakit yanımdaki arkadaşlarımla muhteşem geçiyordu zaten. Karda parmak uçlarımız sızlayana kadar oynar, sonra sobanın arkasında büzülerek uyuya kalırdık, uyanınca hemen cama koşar bakardık kar dahada yükselmiş mi daha çokkk oynamaya fırsatımız olacak mı? Yaz mevsimini sadece okullar tatil olduğu için hatırlıyorum yoksa bayıltıcı sıcaklar yaşamadık biz. Yazın güneş bizi çok kavurmazdı asla, çünkü yüzlerce ağacın verdiği serinlik vardı bizim evimizde. Hep ağaç gölgesinde, ağacın dallarında , ağacın nimetleri ile geçti muhteşem günlerim.
    Evimizin kapısında asla anahtar olmadı bizim, hep kapı sonuna kadar açık olurdu. Bir yere giderken çekerdik kilitlenmezdi bile, oda kapısı gibi öylece kapanırdı.
    Biz özgür çocuklardık, sınırlarını işlen , sınırlarını içerinde sınırsız eğlenen....

    YanıtlaSil
  14. Ben çocukken her şey beni korkuturdu.insanlardan korkardım.Benden büyük olan çocuklardan korkardım.Sonra büyüdüm.Baktım ki korkularımın sebebi karşımdakiler den sadece fiziksel olarak küçük olmammış.Yoksa onlar çok güçlü,çok akıllı yada çok bilgili oldukları için değilmiş.Ben onlara sadece aşağıdan baktığım için onlar gözümde büyümüş ve güçlenmişler.Şimdi ben hiç kimseyi korkutmamaya çalışıyorum.Hatalarım oluyor ama özür dilemeyi biliyorum.Kimseye yukarıdan bakmamaya çalışıyorum. Bir çocukla konuşurken eğilip gözünün içine bakıyor ve onu dinliyorum...

    YanıtlaSil
  15. Salinger Gönülçelen'de şöyle der: "Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keske
    çok yakın bir arkadasım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konusabilseydim diyorsanız,
    o kitap bence gerçekten iyidir." Ben çocukken çok sevdiğimiz yazarlara ulaşmak bir rüyaydı. Şimdi ne mutlu ki Salinger'in sayfalarında yazdığı gibi yakınız böyle güzel kitapları yazan yazarlara.

    YanıtlaSil
  16. Ağaçlar daha bir yeşil, gökyüzü daha bir maviydi.kağıttan yaptığımız uçurtmaları uçururduk mahallede. Düşerdik dizimiz kanardı ama geçerdi işte.

    Dondurma daha lezzetliydi ben çocukken... televizyon daha bir keyifliydi... kavgalar bile güzeldi önce tartışırdık acıdırdık başkasının canını sonra özür diler barışırdık

    Herşey saftı ben çocukken hatta ben bile saftım. Ben çocukken herşey çok ama çok güzeldi....

    YanıtlaSil
  17. Kitabı kazanan Elif Sarı olmuştu, yazmayı unutmuşum, paket yolda :)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...