Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




24 Nisan 2017 Pazartesi

Hafta Sonundan & Eliften...

Sevgili blog, yoğun geçen hafta sonumu anlatasım var.
Öncelikle baharın +20 derece ile hani olmadı en az +17 ile gelmesini umut ediyorum; yoksa soğuk memlekette olanlardan biri olarak isyan bayrağımı çıkartacağım: tez, güneş çıksın ve bizi ısıtsın.
Cumartesi ve pazar günü hava oldukça kapalı ve soğukken biz 2 gün de dışarı çıktık. Elifi hafta sonu evde gündüz vakti uyutmaya çalışıp kafayı sıyırma noktasına gelmemek için uykusunun geldiği saatte attık kendimizi sokağa. Eskiden arabada uyumayan çocuk son aylarda uyumaya başladı, o kadar mutluyum ki :) Elif arabada uyurken Migrostan 23 Nisan indirimini kurcaladım ve güzel şeylere denk gelebilmenin keyfine vardım. Çoğu için ise aynı şeyi söyleyemeyeceğim... Ardından Tunalı taraflarına geçtik ve Kuğulu Parka gittik.

 Yürürken YKY ve İş Bankası'na da uğradık. D&R'a sadece Sabit Fikir Dergisi'ni almak için girdim. İçeride ne nefes alabiliyorum ne de kitap seçebiliyorum. Dost'un hemen yanındaki daha önceden gözüme kestirdiğim Padam'dan kahve alıp çıktık, o kadar çok soru sordum ki barista çocuk "Ay bi git be kadın" diyecek diye korktum.


Merak eden olursa, 1 yıl önce açılmışlar ve kahvelerini Federal Coffee'den alıyorlarmış.
Ardından arkadaşımızın atölye arkadaşları ile ortaklaşa açtığı fotoğraf sergisine gittik.

Fotoğrafların çekilmesinde değil belki ama düzenlenmesi ve fikir verilmesi aşamalarında emeğim olduğu için merakla gitmiştim sergiye. İnsanların TV karşısında boş oturmakla kalmayıp dışarı çıkıp bir şeyler üretmesi hoşuma gidiyor. Bu dediğim arkadaş da hani bana Grano'da kahve ısmarlatan var ya işte o :)
Ertesi gün Cer Modern'deki "Çocuk Kitapları Şenliği"ne koşarak gideriz diyorduk ki sabah kar yağması ve Elifin heyheyli uyanması ile dışarı çıkmamız öğleden sonrayı buldu. Elif arabada uyurken ben Bedri Rahmi Eyüpoğlu ve Frida sergisini gezdim. Zira gerçekten şenlik adına ortada pek bir şey yoktu :(




Benim ilgimi en çok mektuplar ve çantası çekti. Kişinin "özel"ine olan ilgim beni bazen korkutmuyor değil :) Ama heyecan duyuyorum bir yazarın yıllar önce yazdığı mektubu okuyunca, ne yapayım...
Oradan sonra da KKK ve annesinin yanına gittik. İyi ki gitmişiz; hayatta en sevdiğim tatlı olan elmalı pasta vardı, oyy yanıma bile verdiler. Az sonra hapur hupur yicem valla :)
Buraya kadar çok neşesiz anlattığımı fark ettim.
Sebebi "annelik" mi yoksa benim "desperate" lığım mıdır bilmiyorum.
Adını "tükenmiş çaresizlik" koydum.
Şuraya azıcık ağlayayım da sonra kahvemi içip elmalı pastamı yiyeyim.
                                                                             ***
Allah sağlık ve huzur versin (amin) çok şükür keyfimiz yerinde, lakin bu çocuk gerçekten NEDEN bu kadar ÇOK ağlıyor? Ve bu İNAT neresinden geliyor ki sihirbazların içlerinden renkli fular çekip insanı şaşırtmaları gibi, inat da Elifin bir yerlerinden çıkıyor ancak sonu gelmiyor?!
Doğum günü yazısından hemen sonra bezini çıkarma kararı aldı(k). Olay nasıl gelişti bilmiyorum. Şu an alıştırma külodundayız. Bezini sadece kakası gelince takıyoruz (burada Şebocum seni andım :) Çişini bu kadar tutabildiğini bilmiyordum açıkçası ve dışarıda çocuğu çişe götürmenin neşeli olabileceğini. Devamında ne derim bilmiyorum ama "false alert"lerde bile eğlendim ya da vitesi boşa aldım artık bilmiyorum...
Lakin hafta sonu yaşadığımız inat ve ağlama krizlerinde akıl ve ruh sağlığımızı pek koruyamadık. Şimdiye kadar bizi az biraz idare eden tüm yöntemler sanırım bu kez çöktü. İçimden sadece "AAAAYYYHHHHH" diye bağırmak geldi, onu da yapmadım. Seçenek sunmanın adını "tehdit" saymazsak seçenek sundum diyebilirim ama bizim gerçekten en acil ve tez zamanda bahsettiğim psikologtan randevu almayı başarmamız lazım yoksa Elifi bir yere bırakıp karabalık ve ben gideceğiz psikologa. Durumumuz bu...
Bir de Elifi kısacık görüp "Aaa ne kadar sakin bir çocuk!" diyenler; ağlama krizlerinin kayıtlarını tutuyorum artık. İsteyene video, görüntü, ses kaydı ne isterse yollayabilirim. Çünkü bir yerden sonra kendimden şüphe etmeye başladım. "Ağlamıyor da acaba biz mi öyle duymaya başladık?" diye ama yok hani bariz bir şekilde "hiç bir şey yapmıyor olmamız" veya "ilgimizi doya doya göstermemiz" ya da "tam ortası" hallerimiz çocuğumuza batıyor. Yani batacak bir şey çıkıyor. Bazen gerçekten kendimi mayın tarlasında yürüyor hissediyorum. Her an -farkında olmadan- bir şey yapabilir veya söyleyebilir ve Elifin inat ve ağlama krizini tetikleyebilirim diye... (Mustafa Yolaşan'ın "Şans Yolu" programı ile büyümüş bir nesiliz ne de olsa...)

Görsel buradan
Sabah uyandığında boğazı oldukça kötüydü, kreşe bırakmaya kıyamayarak da olsa elbette ki bıraktık. Şu an dünya bu dünya, yapabileceğim bir şey yok...
Geçen gün bahsettiğim bir kitap vardı hani, işte orada geçen şeyleri yapmaya çalıştığımda daha iyi hissettim ama. Geçen hafta bu yazıyı yazmadıysam bir sebebi var yani.
"Öfke" ve "tükenmişlik" hissini fark edip ondan kaçmaya çalışmadım. Onların içimden geçmesine izin verdim. Bu güzel bir duyguydu...
Şimdi sırada Elif ağlarken yeni tanıştığım duygularım var. Onları da fark edip içlerinden geçebilirsem güzel bir yol kat etmiş olacağım.
Ya da aklına bir şey gelen varsa söylesin.
"Dönemsel" veya "Bu da geçer" haricinde olursa çok müteşekkir olurum :)


Devamını oku »

14 Nisan 2017 Cuma

Dün / Bugün: Keşif Zamanı

Hastalıkları atınca ve havayı da güzel görünce coştum iki gündür. Normalde daha "bilindik" ve aslında "güvenli" yerlerde seyre çıkar, çoğunlukla her zaman yaptığım şeyleri yapar sonra da dönerim. (öğlearasıesoş etiketinde bulabilirsiniz beni :) Ama son 2 gündür "güvenli" bölgede durmadım ve yürüdüm gitti :)


Yürüdüğüm ara yollar beni yeni açılmış güzel bir kafeye götürdü. Ben sadece "kahveci" olduğunu düşünüp girdim ama meğerse yemek seçenekleri de varmış. (Her şeyin olduğu bir kafe değil neyse ki) Benim için önemli olan açıkçası bulunduğum mekanda hissettiklerim. Yani orada iyi/özgür/keyifli hissediyorsam ve muhatap olduğum kişilere gıcık olmamışsam sipariş verdiğim şeyi sevmesem de olur. Ama tabii seversem de ballı lokma tatlısı. Bunun en güzel örneği elbette ki Grano. Ama Grano'ya alternatif de eklediğim için mutlu oldum. Konseptler neredeyse tamamıyla farklı ama henüz çok kalabalık olmadığı için dün ve bugün gittiğimde rahatlıkla sakince oturup kahvemi içip kitaplarıma gömülebildim.

Ve o ara yine ne yapacağını şaşıran ben, notlar da aldım. Bu notların bazılarını blogumda paylaşasım var :)
Kahvenin yanında 1 tane mavi renk çokomel vardı, ben de "Aa mavi, kızım çok sevinecek" dedim diye bir tane daha getirdiler hatta bugün gittiğimde direk 2 tane çokomel gelmişti :) Güzel bir detay bence, gülümsetti beni.
Mekan, yanlış anlamadıysam 5 arkadaşın ortaklaşa açtığı bir yermiş ve farklı bir şeyler yapmak istemişler. Bunun için çok da çaba harcanmış gibi durmadığı için ayrıca sevdim :) Bu manzaranın önünde bugün oturup canım Dilge'nin kitabını yeniden okudum, notlarımı aldım ve beni çocukluğuma götüren ne varsa hatırlamaya çalıştım.


Dün ve bugünü biraz karışık anlattım ve daha çok kafe tanıtımı gibi olsa da aslında orada bambaşka bir kitap daha okudum ve okuduğum her satır ile beraber yenilendim. İliklerime kadar mavi enerji ile doldum. Hangi kitap olduğunu tahmin eden oldu mu? O kitabı ayrıca yazacağım, Güneş sana buradan selam gönderiyorum


Okuduğum kitap ile beraber açıkçası "Değişim Güzeldir: Baş" kategorisinde epey yol ilerledim.

Hani bisikletinizle hem dengede durmaya çalışıp hem de etrafa bakmaya çalışırsınız ve aslında ikisini de TAM yapamazsınız. Sonra karşınıza bir papatya tarlası çıkar ve içinizde hissettiğiniz o tuhaf duygunun peşinden tarlaya biraz merak çokça da "acaba" ile girersiniz. Girdikten sonra tedirginlik yerini ferahlamaya ve daha önce hiç almadığın nefesleri almana bırakır. Önündeki yol ise sonunu görebileceğin kadar yakın ancak bitmesine izin vermeyebileceğin kadar uzundur. Çünkü o yolda olma halidir seni özgür hissettiren.
Daha az önce üzerinde dengede bile duramadığınız bisikletle bir anda bütünleşip papatyaların o muhteşem kokusunu (leylak da olurdu ama kokusu benim başımı ağrıtır :) da içinize çektiğinizde kenarlarından dumanlar çıkan bir kapı çıkar karşınıza. Hayda! Bu kapının ne işi var burada? Kapıdan geçip ilerlemek veya hep bulunduğunuz yerde kalmak elbette ki sizin elinizdedir. Belki tanıdık bir his ile yaklaştığınızda "evet o daha önce karşınıza çıkan" kapı olduğunu hissedersiniz; daha önce cesaret edip de geçmediğiniz o dumanlı ve buharlı kapı. (Psikolojik çözümlemelere girmeyelim ama evet kapı önemli bir simge) Gözünüze ilişen papatyaya ulaşabilmek için geçtiğiniz kapının ardında o beklediğiniz "bambaşka" hayat veya his yoktur. Sadece zaten hep içinizde olan "nokta" kabuktan çıkıp gerçek ÖZ ile buluşur. Ve bir bakmışsınız bisikletinizle hem dengede gidiyorsunuz hem de etraftaki güzellikleri kaçırmıyorsunuz çünkü hayat sadece deneyimlerden ibaret. "Yanlış" veya "eksik" yapılan bir şey de yok. Tam da olması gerektiği gibi :)
Bu kitabın bende uyandırdığı hislerin başlangıcı diyelim...
Devamı için kitabı bitirdiğimde uzun bir yazı yazma niyetim var.

"Özünde iyi, kaçınılmaz olarak kusurlu varlıklarız, buna güvenebiliriz." 






Devamını oku »

13 Nisan 2017 Perşembe

Ghost in The Shell / Rumuz Goncagül :)

Birbirinden bu kadar farklı konuları aynı başlık altında toplamayı nasıl başardım bilmiyorum.
Hepsini ayrı ayrı da yazabilirdim aslında ama birleştirmek istedim.
Öncelik Kabuktaki Hayalet filminde.
Yine fragmanını izlediğimden beri merak ettiğim bir filmdi. Ne yazık ki animesini izlememiştim ki üniversite zamanında anime sever bir arkadaşımın "anime buluşmaları"na katılıp boş gözlerle onları dinlemişliğim var. "Ghost in the shell" o zamandan beri hafızamda :)
Öyle hasta ve kötü bir günde izledik ki filmi, şartlar öyle gelişmişti ve ben geri adım atmadım. İyi ki atmamışım. Tek izlesem belki korkardım. Korkacak bir şey olduğundan değil de en ufak bir ani gelişen sahnede hoplayan ve hiç tanımadığı bir insanın (One Missed Call filminde sene 2008, hala neden izlediğimi bilmediğim korku filmi, ıyy) koluna yapışacak kadar heyecanlı bir tip olduğumdan olabilir :)
Ghost ne the shell, fragmanı ile bende oluşturduğu dünyayı veremedi ama sanırım bana çok daha farklı ve özel bir şey hissettirdi: Sen neredesin ve ruhun nerede? Scarlett Ablayı zaten severim ama filmde rol için "yeterince" robot-insan olmadığını düşündüm. Sorun oyunculuk da değil, yönetmenin o rolü işleyişindeki eksiklik hatta belki senaryoda eksik kalan bir şeyler. Olayın bilim-kurgu-macera kısmı da epey ortalama. Kısacası "ortalama" bir film, genele bakarsanız. Ancak işin "felsefesi" noktasında bende epey farklı noktalara dokundu. Kabuğum nerede, kabuğumdaki hayalet nerede ve BEN neredeyim. Gibi gibi...
Filmden çıkınca da kahve kazandım. Nasıl mı?
Karabalıkla girdiğimiz iddiayı kazandığım için.
"Scarlett Abla ve Woody Allen da birlikte epey film yaptılar." dedim. Film üstadı (!) koca kişisi "Ne alakası var, en fazla bir filmde beraberdirler." dedi. Ben de "En az 3 film hatta sayabilirim." dememe rağmen, sonuç Grano'da filtre kahve iddiasına döndü. Ve elbette ki Google Amca da beni yanıltmadı ve ben o kahveyi kazandım. Hani filmleri izlemesem bile sinema konusunda benimle iddiaya girmesen mi canım karabalıkçım :)


Geçtiğimiz günlerde de RUMUZ GONCAGÜL oyununa gittik. Aslında niyetimiz Carmen'i izlemekti operada ama bilet yoktu. Annem de sağolsun Elife bakınca, attık kendimizi Şinasi'ye :) Oyun kötü ise yarıda çıkıp biraz eğlenip eve öyle geçeriz diyorduk ki (iyi çakallık :P ) oyun bence gerçekten iyi çıktı. Şöyle ki inanılmaz güldük. Canlı performansta bu kadar gülebilmek de insana ayrı bir haz veriyor açıkçası...Benim tiyatrodan beklentim de bu kadar. İyi oyunculuk ve keyif alma. Onun haricinde "sanatsal" kısmını çok da yorumlayabilecek potansiyelim yok :) Bu da bana yetiyor.

Vee gelelim diğer konuya diyecektim ki...
Onu burada ayırdım ve "Bugün" başlığına ekledim.
Buyrun oradan devam edelim.
Sanatsal aktivite sayfamız şimdilik burada bitti.
Annem de iki gün sonra gideceğine göre sezonu kapatmış sayılır mıyız bilmiyorum.
Belki ben müzik ve film festivalleri için kaçamak yaparım.
Bekleyin beni festivaller :)
Devamını oku »

12 Nisan 2017 Çarşamba

Elif 3 Yaşında! :)

Sarı papatyam 3 yaşında :)
Vay be! Değil mi?
Bu yazıyı geçtiğimiz haftalarda uzunca yazacaktım ama malum hastalık sebebiyle vakit bulamadım. 9 Nisan saat 11.30'da doğdu minik kuzum.
14.5 ay beraber evdeydik ve sonrasında Elif bir anda tam zamanlı kreşe başladı. Ağustos ayından beri 2. kreşine gidiyor ve çok şükür mutlu. Öğretmeni hamile, sanırım Mayıs sonu gibi ayrılacakmış, 2-3 ay sonra (bence Eylül olsa ve bebeğiyle daha keyifle ilgilense daha güzel olur) dönmeyi düşünüyormuş ama o arada hangi hoca bakacak bilmiyorum açıkçası. Hem merak ediyor hem de etmiyorum yani açıkta bırakacak halleri olmadığına göre, hakkımızda hayırlısı diyorum.
Hala en sevdiği renk MAVİ. Hem de açık mavi.
O yüzden de partisinde bolca mavi renk vardı, kreşteki partiye bir de Elsa eklemişler ama onunla bizim alakamız yoktu, görünce şaşırdım.
Tam 3 kutlama yapıldı 3 yaşında olduğu için :)
Şubat ayında geniz etini alınmış ve iki kulağına tüp takılmıştı. Horlama ve ağızdan nefes hali direk kesilse de yeşil burun akıntısı hala devam ettiği için Kbb-Çocuk Alerji doktorlarını ziyaret ediyoruz. Önceki ihmallerimizi yapmamaya çalışıyoruz diyelim.
Resim yapmayı da seviyor ama bence Elifin olayı müzik ve dans. Daha küçükken arabadaki melodinin Mozart olmasına farklı tepki verdiğini gözlemlemiştik; şimdi ise favorisi Pop 80'ler :) Karnaval Radyoda başka bir kanal açılınca muhakkak değiştiriyor, müziğin sesini açıp dans ediyor. İçinde bir 80ler ruhu var sanırım...


Yemek konusunda eskisi kadar rahat yemiyor. Yani sadece ve çoğunlukla kreşte düzenli besleniyor ancak evde mutlaka bir şeyler buluyor, dolanıyor, en sevdiği yemek de olsa yemek istemiyor. Çok alternatif üretmiyoruz aslında çünkü zaten hepimizin ortak sevdiği yemekleri yapmaya vaktim oluyor. Her seferinde Elife özel bir şeyler düşünmüyorum. Buna alışmasını da istemem, oldukça yorucu. O yüzden biraz neyi ne kadar istiyorsa yiyor. Çoğunlukla pek bir şey yemediği için babası takviye yapıyor ama ben hala "yerse yer yemezse yemez" diyorum ve kreşte aldığı besinin yeterli olabileceğini düşünüyorum. O yüzden de en sevdiği yemekler diye ayrıca bir şey yazamam ama hani sarma, yoğurt, pilav ve köfteyi genel olarak seviyor; bazen onları da yemiyor. Yemediği şeyler çoğunlukta aslında.
Uyku konusunda göreceli bir yol kat ettik yani uyku saatlerini vs anlatınca insanlar "aa olmaz öyle" diyorlar ama bizim için o önemli bir yol alma, o yüzden Elif'i kendi içinde değerlendirecek olursam, +1 her zaman 0'dan büyüktür felsefesi ve matematiğine tutunurum ve orada kalırım :)
Elif'in pek geçmek bilmeyen "olayı" aslında, ağlama krizleri. "Malum, dönem gereği, yaşı itibariyle" falan demeyeceğim çünkü Elifin doğduğu andan itibaren olan bir şey olduğundan buna başka bir isim vermek gerekiyor: "Kronikleşmiş kendini ağlayarak ifade etme" hali! Bu halden muzdarip olanlar birleşelim ama bana ne olur şunlarla gelmeyin olur mu, o kadar çok duydum ki, söyleyenlere kaplan bakışımla cevap veriyorum artık:
- Aaa ama Elif çok sessiz ve sakin bir çocuk. Ağladığını da hiç görmedim. Siz yanlış yorumluyor olabilir misiniz?
- Bizimki çok hareketli ve haylaz, bak sizinki ne kadar sakin ve sessiz. (1. ile neredeyse aynı duruyor ama değil, ton farkı var, bunu kaçırmayalım)
- Sen öyle diyorsun ama inan bizimki de öyle, önünden bir şey alınınca hep ağlıyor, krize giriyor ve yere atıyor kendini. (O ara gözümü devirerek bunun ne kadar sürdüğünü soruyorum: 'Tam 15 dakika' diyenlerle ilişkimi kesiyorum. ahahahaha)
- E ama bu yaş dönemi böyle napacan, geçiyor merak etme!
- Fazla bir aradasınız, biraz dışarı çıkın Elif olmadan...

Her birine ayrı ayrı ve dolu dolu verecek yanıtım var çok şükür ama olay atar yapmak değil, sakince durumu değerlendirmek. Hazır mısınız?

Her şey yağmurlu bir Ankara gecesinde minik siyah saçlı bir bebeğin (o zamanlar sarı olmasından eser yoktu) ömrünün 10. akşamında bir anda sarılıktan çıkıp kendini "oyyy doğmuşum ben oyyy" diye fark etmesiyle başlar; yaklaşık 4.5 ay kadar "kolik" denilen ağlamaları şaşmadan tekrarlar çünkü evde saat yoktur, dolayısıyla anne ve babanın saatin tam 17.00 olduğunu bilme imkanları kalmamıştır; iyi ki her gün tekrarlanan bu ağıtlar vardır.
Kucağa alınmaya alışan bebek kişisi çeşitli duygu sömürüleri yardımıyla anne ve babası ama en çok babasını kendine esir eder ve yaş büyüdükçe çeşitli şirinlikler ile bu ağlamaları gizlemeyi başarır. Her şeyin çok önceden farkında olan anne kişisi ise tam zamanlı kreşe bıraktığı ve özlediği yavrusu için vicdan azabı hissederek yapılan ağlama ve krizleri göğsüne pas alarak yavaşlatıp o haliyle evin içine almaya başlar, zamanla bu pas alan kişinin yeri değişmeye ve göğsü en kuvvetli kişi baba kişisi olmaya başlar. Çünkü nedir, "babalık, kız çocuğunun bir bakışıyla erimektir." Ve bu süreç öyle bir gelişir ki sonunda yumurta mı tavuktan yoksa tavuk mu yumurtadan noktasına gelirler. Neticede ortada bir yumurta da olsa onu yiyebilen yoktur, herkes sadece aval aval ona bakmakta, bazen etrafında dolanmakta ama asıl sorun şu ki NE YAPACAĞINI BİLEMEMEKTEDİR. Gelinen noktada ağlamanın çeşitli formları tecrübe edilmiş, sıvı-gaz-katı formülleri görülmüş, ağlamanın geçirdiği evrim ile birlikte "kusmasız ağlama", "bayılmalı ağlama", "2 saati geçen ağlama", "30 dakikalık ağlamaya ağlama bile demem ağlaması" gibi kategoriler bu ailenin hayatına sinsice girmiş ve hatta oraya yerleşmiştir. Etraflarındaki hemen herkesin yaptığı "uzman" yorumlara kulak tıkayalı çok olmuş, mümkünse gerçek bir "uzman" arayışına girilmiş ve ne şanslılar ki o kişiden randevu alabilmişlerdir hem de maaşlarının yarısını bırakmaları gerekmeden! Lakin kader ağlarını örmüş ve anne kişisinin iş yerindeki belirsizlik sebebiyle o randevuya gidilememiş ve şu an bebek kişisinin her ağlamasına uzun süredir yaptıkları gibi donuk bir ifadeyle bakılmaya başlanmış veya bebek kişisi ağlaması bitene kadar odasına gönderilmiştir. Bunların hiçbiri "kalıcı çözüm" olmamış ve elbette sarmal daha da katlanarak ilerlemiştir. Hayatta hiçbir şey çözümsüz değildir felsefesine ve sağlığımız yerinde çok şükür cümlesine inanarak yollarına devam eden bu aile için bu masal da -şimdilik- burada bitmiş :)

Belki çok detaya giremedim, yaptıklarımızı/yapmadıklarımızı yazamadım ama açıkçası Elifin "dönemsel" bir ağlama hali yok. Geniz eti sıkıntısı sebebiyle olabileceği yönündeki söylentiler son 2 ayda yani geniz eti operasyonundan sonra da geçmeyince sadece gülümsetti bizi.
Sorunun NEYDEN kaynaklanabileceğine dair elbette ki bir fikrimiz var veya ÇÖZÜM ÖNERİLERİ geliştirebiliyoruz çok şükür. Ama bundan Elifin haberi olmuyor veya bunu reddediyor.
Olayın özünde, anne ve babanın farklı hareket etmesi, babaya aşırı bağımlılık, babanın kızına aşırı düşkünlüğü ile beraber gelen şımartma hali,elbette ki dönemsel ve yaşa bağlı faktörler, anne-baba-çocuk üçlüsünün çoğunlukla bir arada olma hali ve anne ile babanın beraber bir şeylere gidip bu sarmaldan çıkamamaları vb. etkenler var.
Çözüm yolu olarak işin aslı Harvey Krap abinin "mağara adamı" yöntemi gibi şeyleri denedik ama benim en sevdiğim ve bence en etkili olan yöntem şu oldu. Ağlama/inat krizi gibi bir şeyin hemen başlangıcındaysak ve şiddetin artacağını hissetmişsek ilgiyi başka bir şeye yönlendirme yöntemini uyguluyoruz ama yaş ilerledikçe çok da etkili olamıyor. Benim asıl sevdiğim, önce derin bir nefes alıp Elifin seviyesine inip, durumu sakince açıklayıp göz kontağı kurmak. Bazen beraber karar almaya çalışmak bazen alternatif bulmak. İnatla yaptığı herhangi bir şeyde ise "3'e kadar sayıyorum" yöntemi çok sık kullanmadığımız için inanılmaz işe yarıyor. Diyelim ellerini yıkıyor ve zaten aradan belli bir süre geçmiş, (üst baş ıslanmış, ona alışkınız, sorun değil) ve o musluk ısrarla kapanmıyor... "Elif 3'e kadar sayıyorum...1...2..." dediğimde yüzde 90 olarak "3" dememi beklemeden o işi yapıyor. 3 dediğim an, benim yapacağımı biliyor ve bunu pek riske atmıyor. yüzde 10luk dilimdeysek ve onun yapmak istediği şeyi ben yapmışsam işte o zaman DANS başlıyor, o dans da Elifte en az 50 dakika sürüyor.
Elifin nasıl davrandığından daha çok ilgilendiğim şey ise, bizim NASIL davrandığımız ve NE hissettiğimiz. Uzunca bir süre (Tütenle çalışmadan önce) inanılmaz suçlu/kötü hissettim. Durumu iyi yönetemediğim için böyle olduğuna kendimi inandırdım ve dolayısıyla anne-baba çatışmaları da kaçınılmaz oldu. Nasıl olmasın ki o uykusuzluk ve gerginlikte...
Son dönemde Elif'e "ağlaman bitmeden odandan çıkma/ ağlaman bitince odandan çıkabilirsin" yöntemi uyguladık. İlk başta çok etkiliydi. Odasında ağlayıp, ağlaması bitince "anne bitti ağlamam hadi sarılalım" diyordu. İçim yine cız etse de ona kocaman sarılıp ağladığı için odasında olma "ceza"sını kendimce hafifletiyordum. Ki şu an bu yöntem öyle ters tepti ki, "Beni yalnız başıma bırakmayıııın"lara döndü. Aklıma Özgür Bolat'ın kitabındaki cümleler geliyor ve ne zaman ödül/ceza verecek olsam önce bir durup düşünüyorum. Ama uygulama kısmında elbette ki çok zorlanıyorum(z) çünkü hala bütünlük sağlayabilmiş değiliz.
İnsan gerçekten anne ve babalıkta hem kendini yeniden keşfediyor hem büyüyor hem sabır sınırlarının genişliğini görüyor hem de öyle bir an geliyor ki "ne olur biri bana yardım etsin ve şu an ne yapmam/söylemem gerektiğini söylesin." diyor.
Biliyorum bunları az veya çok, şimdi veya sonra ama hepimiz yaşıyoruz.
Yalnız olmadığımı bilmek bile bana güç veriyor.
O yüzden de annelikle ilgili kişisel tecrübelerini paylaşan bloggerları (tanıtım, reklam, abartı içermeyen) seviyorum. Hani buluşalım da sohbet edelim desek, yapamayız.
Böyle olunca biliyorum ki "tadımlık" da olsa birbirimize destek oluyoruz.
Yeri gelmişken teşekkür edeyim :)

Bir diğer konu başlığımız da "tuvalet alışkanlığı". Elif için bu süreç henüz tamamlanmadı, bezini çok seviyor ve bezindeki fazla kaka/çiş vs. onu rahatsız etmiyor. Yaz başındayken yani Elif 2 yaş 3 aylık gibiyken denediğimiz bez çıkarma halinin olumsuz etkisini hala yaşıyoruz desem inanır mısınız? Elif yaşadığı bir şeyi ASLA unutmayan bir çocuk. Bu yaş grubu nasıldır gerçekten bilmiyorum ama Elif doğduğundan beri öyle. Ona söylenen bir şeyi, oyuncaklarını, yapılan bir tartışmayı veya o yoldan daha önce geçip geçmediğini, o yolda yaşadığı herhangi bir olayı... asla unutmuyor.
Tecrübesizlik kaynaklı olarak (ve evet biraz da gaza gelerek) annemin yazlığındayken Elifin bezini çıkartıp külot giydirmiş ve "Ta taa artık bez yok" demiştik. Elif de bacağına sıcak çişler gelince korkmuş ve bir müddet kendine gelememişti. Bunda altyapı eksikliğimiz vardı. Kendimi suçlamasam da teknik hatalarımız olduğunu şimdi bakınca görebiliyorum. Ağustos ayında kreşini değiştirdiğimizde sınıfındaki çocukların yarısı bezliydi ancak zaman ilerledikçe sınıfta sadece 2 çocuk bezli kaldı. Bu durum Elifte "olumlu" veya "gaza gelici" bir etki yaratmadı.
Sticker yöntemi de oldukça kısa süreli işe yaradı.
Tuvalet adaptörü ile başlamıştık ve kısa sürede ondan korkmamayı öğrenmişti, bezli de olsa bezini çıkarttırıp çişini ve hatta kakasını tuvalete yaptığı bir dönem de oldu. (Kasım-Aralık gibi) Ancak o dönemde bile külot giymek istemiyordu ki oldukça sevimli külotlar aldık, onları çok sevdi ve hep "büyüyünce" giyeceğini söyledi. Benimle beraber doğduğundan beri tuvalete girdiğinden "model alma" yöntemini de uygulamış olduk diyebilirim. Bebekleri üzerinde de uygulamalı çalışmalar yaptık. Derken adaptörden lazımlığa geçtik, biraz daha kendi boyuna uygun ve MAVİ bir renk sandalye tipi bir şey seçtik ve Elif onu da sevdi. Yani zaten en başından beri "şimdi çişimi yapıyorum." veya "anne ben çişimi tuvalete yapacağım." diyen bir çocuk-tu ama ASLA bezini de çıkarmak istemiyordu. Kaka konusunda oldukça keskin bir geri adım attı ve bezini hep kakasına yapmak istedi. Geçtiğimiz haftalarda bir blogda beze yapılan kakanın da tuvalete atılıp sifonun çekilmesinin etkili bir yöntem olduğunu okumuştum. Onu deniyoruz. Ve gösterdiği tepkiler ilk başta "Ama o benim parçam, ayrılmak istemiyorum." tepkisiydi şimdi alıştı sanırım. Aslında böyle "normal" tepkiler verdiği için seviniyorum da :) Çünkü daha önce hiçbir yerde okumadığım "sorun"lar değil bunlar. Şu an bezini tuvalete yaptığında okuduğumuz kitapların etkisi oldu elbette, kakalarını "bay bay kakalar, ailene selam söyle" diyerek uğurluyor ama hala bezine yapmak istiyor.
Kreşte öğretmeniyle konuştuk ve hatta farklı aralıklarla alıştırma külodu ile acaba geçiş yapabilir miyiz diye denedik. Birkaç sefer söylüyor çişini sonra elbette ki unutuyor ve o duygudan hiç hoşlanmıyor ve anında geri kaçıyor: ben bezimi istiyorum. bez eşittir güvenli bölge. Bunu benimsemiş olduğunu gördüm. Çünkü birkaç defa evde de "ben bezimi istemiyorum" dediğinde benzer şeyler yaşadık ve birkaç saat sonunda "bezimi istiyoruuumm"dedi. Ben de hiç inatlaşmadım. Hatta annem "ama siz hep seçenek sundunuz" diyor. Belki haklı, sadece inada eğilimi olan bir çocuğa böylesi özel bir konu için gerginlik yaşatmak istemedim. Kısacası dışsal bir motivasyon değil de hep içsel bir motivasyon oluşturmak istedik, onun için de yavaş ve sakin bir yol izledik ama acaba çok mu yavaş kaldık :)
İşin bir de bizim açımızdan yaşananlarına bakacak olursak, insanlar çocuğunun bezini neden çıkartmak istiyor anlayabilmiş değilim. Yani bir çocuk 18 aylıkken de bezinden rahatsız olup bezini kendi isteğiyle çıkartabilir, bu çok normal bir şey ama (2 yaş 3 aylıkken gaza gelip bizim de yaptığımız gibi) "vakti geldi" diye neden bezi çıkartmaya çalışır? Bez oldukça büyük bir kolaylıkken :) Ve bizim en başta reddettiğimiz diğer husus, gece ile gündüz aynı anda uygulanmalı yöntemi..."Yok ya!" demiştik ilk okuduğumuzdan beri. Zaten kuş kadar uyuyoruz, bir de Elifi gece belirli aralıklarla uyandırıp üzerindeki tulumu da çıkartıp çişe oturtacağız. Buna gerçekten ne bedenen ne de zihinsel olarak hazır değildik. Hala değiliz bence. Gece en erken 23.30da uyuyan bir çocuğunuz varsa -şanslıysanız o gece uyanmamış veya ağlamamışsa- sizin en erken uyuduğunuz saat zaten 12 veya 12.30 oluyor. Sabah alarm da 06.30'da çalmaya başlıyorsa, insan bütünlüğünün devam edebilmesi için ben değil Elifi çişe kaldırmak odasına girmem gerekirse parmak ucunda ilerliyorum. Evet seste uyumaya falan alışmadı çünkü zaten uyumaya alışmadı ahahaha :P
Bunun haricinde karabalık zaten (tipik erkek tepkisi gibi geliyor bana) "Vakti gelince bir anda Elifin bezini kendisinin çıkartacağı" rahatlığında. Haksız sayılmaz, Elifin ani geçişleri oluyor ve sizi şaşırtabiliyor.
Ve ben de kendi açımdan şunu soruyorum. "Elifin bezini çıkartması senin için önemli mi? Önemliyse neden önemli?"
Sanırım bunda ne yazık ki toplumsal bir baskı var. Çünkü "3 mü aa ne kadar geç kalmışsınız." dediklerinde çoğunlukla şaşırıyor ve yüzde 10luk bir dilimde de olsa üzülüp "geç miii?" diye panik yapabiliyorum. Ama bir an durup düşünüyorum: neye geç kalmış olabiliriz? Yani gelişim evrelerinden birini tamamlamaya çalışan bir bireye bunu yapması için izin vermek ve olanak tanımak, çok yavaş bir hareket mi? Amacımız tabii ki tamamen salıvermiş veya boşvermiş bir şekilde "olur yeaa" demek değil. Bu süreçte işin aslı kitap-sohbet-oyunlaştırma-ödül-motivasyon vb yöntemleri denediğimiz için aklıma "akışına bırakmak"tan başka bir şey gelmiyor. Hani klasik bir laf var ya, "hangi çocuk bezli kalmış ki?" diye :) Sadece bu konu için değil genel olarak inatlaşmaya meyilli bir çocuğu böylesi önemli bir konuda soğutmadan veya ürkütmeden sakince, gözlem yaparak ve tabii saygı duyarak ilerlemeye çalışıyorum. Annemin dediği gibi seçenek sunuyorum ki bu acaba yanlış mı bilmiyorum. "Anne ben kaka yapacağım/yapıyorum" dediğinde "Tuvalete yapmak ister misin?" diye soruyorum ve cevabı her seferinde "Hayır" oluyor. Böyle olunca üstelemiyorum(z). Oyunlaştırdığımızda öğrendiğimiz ve zaten gözlemlediğimiz şey ise Elifin tuvaletten veya bezi haricinde bir şeye tuvaletini yapmaktan KORKUYOR olması. Bunu bilinçdışı bir şekilde mi geliştirdi açıkçası bilmiyorum çünkü beni tuvaletimi yaparken hep gülümserken gördü :) Daha ne diyeyim yani ahahaha :) KORKU demişken, o konunun daha da uzun olduğundan bahsedeyim, belki buraya sıkıştırmamak daha mantıklı... Ama Elif korku duygusunu sıklıkla hisseden ve hissettiren bir çocuk. Belki de bu yüzden tüm fiziksel şartları "tamam" ve "uygun" olsa bile Elifte travmatik bir etki yaratmak istemediğimiz için "gözlemci" ve "seçenek yaratıcı" pozisyondayız.
Dolayısıyla tecrübeli annelerden benzer deneyim yaşamış olanlara sorabilirim çünkü bu bloga yorum yazanlarda çok şükür şimdiye kadar kimse ahkam kesici veya yargılayıcı bir boyutta bir şey yazmadı. Hep yapıcı yorumlar aldım. Bunun için ayrıca çok çok teşekkür ederim :)
Aklıma gelenler şöyle:
- Mevcut bezi Prima'nın beyaz olanı, dolayısıyla yaptığı çişi çok da rahatsız etmeden tutuyor. İlk aşamada çişten rahatsızlık duyabileceği bir beze geçerek deneme yapılabilir.
- Kademeli olarak, mesela eve geldiğinde yatana kadar "şimdi free time" denebilir, bunu da kabul edebilir aslında ama bacağına gelen çişlerin sıcaklığı Elifi çok ürkütüyor. Emin olamadım.
- Diğer bir seçenek, yukarıda bahsettiğim gibi "akışına bırakmak" olabilir. Şu aşamada çünkü bunu "geç kaldık" veya bir "sorun" gibi algılamıyorken doğal bir süreçte devam edebiliriz. (mevcut durum)
- Afilli tuvalet alınıp özendirilebilir? İlk olarak Potete'den almıştık. Şimdi İkea'nın sade modeli (hem adaptörü hem lazımlığı) ve mavi sandalye şeklinde lazımlığı var. En çok onu seviyor ve canı istediğinde veya banyo süreçlerinde zaten ona yapıp çişini tuvalete döküp sifonu çekip elini yıkıyor :) Dolayısıyla afilli tuvalete gerek var mı? Bilemedim.

Tuvalet işi de böyle. Geleyim, tüm bunları kapsayan diğer minik başlığa. Elif için değil ama Elife nasıl davranacağımızı öğrenebilmek için bir çocuk psikologuna gideceğiz inşallah.
Elif 3 yaşında diye farklı şeylerden de bahsedebilirdim belki ama ben bunları yazmak istedim. hem de azıcık gecikmiş bir iç dökme de oldu, bak rahatladım :)

Minik kuzum, sarı papatyam çok şükür, 3 yaşında 💙


En sevdiği şeylerden biri, müzik açıp dans etmek, oyun hamurlarıyla oynamak ve tabii ki puzzle yapmak. 24lük büyük boy puzzle'ları genelde tek başına yapabiliyor bazen yardım da istiyor. Bu puzzle 60 parça, hediye gelmişti doğum gününde, babasıyla yaptılar.
Bir de kitap okunmasını sevdiği kadar (hatta belki daha çok) masal dinlemeyi seviyor. Ama çok çok çok seviyor. Siparişli masallar anlatıyoruz.
"Masal anlat anne."
"İçinde ne olsun Elif?"
"ımmmm... Mavi, ayakkabı, balık, göz, yıldız olsun"
"Heeee, tamam. Bir varmış bir yokmu..."

İşte böyle Elif cephesinden haberler de.
Kuzular sağlıklı olsun yeter, değil mi?
Çok şükür 💓







Devamını oku »

7 Nisan 2017 Cuma

Teyzeler :)

Geçen hafta Pazartesi öğleden sonra "üşüme" ile başlayan rahatsızlık sürecim, 2 haftanın sonunda farklı bir yere doğru evrildi. Arada geçen zamanda üşüme-titreme-duvara 15 kere çarpılmış ardından da üzerinden kamyonla geçilmiş hissi-öksürüğe eşlik eden migren-relpax ile de geçmeyen migren-acile gitme iğne vurulma-aa dur ben gelmemiştim, ben de geleyim burun akıntısı-olmadı koyu yeşil burun akıntısı-haydi tekrardan çarpıyoruz duvara- yine acil yine iğneler- geçmeyen burun akıntısı ve sonunda sağ burunun tıkanması- onu açmak için çeşitli yöntemler... derken bugüne geldik. Bunun adı sinüzit mi her ne ise, alnımı ve gözlerimi ağrıttı, kronik sinüzit olanlara Allah kolaylık versin. Tüm bunları tetikleyen değil ama tüm bunlara eşlik eden iş yeri gerginliği. Hani her zaman olanından da değil; farklı bir türde olanından. Bu hafta pazartesi gününü azıcık anlatayım: pazar gece acilde olup "işe gitmem lazım bana serum verin" dediğim doktor "sen ayakta duramıyorsun, 2 gün rapor verecem" deyince beni aldı bir gülme. Geçen hafta da dinleneyim diye raporum olsun istemiştim ama olmamıştı :) Neyse pazartesi sabahı değil yataktan çıkmak yattığım pozisyonu değiştirebilecek halde değildim. O gün onları yaşayan ben değildim. Şimdi bakınca başka biri yaşamış gibi geliyor. Her kimse o günü hayatı boyunca unutamaz bence. Neredeyse kendi kusmuğunda boğulup gidecekti garibim. Yazık ya üzüldüm kadına... Sabah evden çıkarken karabalığı duyuyorum; mutfakta bir şeyler var, ısıtıp yersin diyor. Bense tuvalete gitmem gerekmesin diye su içmeye korkuyorum. Ama ondan önce pozisyon değiştirip suya nasıl uzandım ve ilaçlarımı aldım, onlar da sadece muz ile duran mideyi nasıl bulandırdı bilmiyorum işte. Isıtacağım yemeklere uzanmayı bırak şunu hesapladım, yataktan bir şekilde çıksam mutfağa kadar nasıl yürürüm, kaç adım atmam gerekir, yerde sürünsem geri dönebilir miyim ve MUTFAK NEDEN BU KADAR UZAK!!! Sonunda öğle arası karabalık geri geldi ve besledi beni, kendisinden Allah razı olsun. O gün kabusumda beni boş asansöre atan şahsiyetlere de ayrıca hala kılım, belirteyim. Hatta pazartesi günü şu sesi bile duydum. Hani güreş yapıyorsundur veya boks neyse ve öyle bir darbe almışsındır ki nakavt olursun ve başında saymaya başlarlar: 1-hareket yok-2- hareket yok-3- hareket yok ve sonunda hafif melodili bir dans müziği başlar: La la la la la...La lalala lala la...Bu sesleri gerçekten duydum ama bak yemin etmiyorum.
Çarşamba günü işe geldiğimde beni gören 2 kişi irkildi ve gördükleri o "beyaz" şeyin sadece benim hasta suratım olduğunu 3 saniye sonra anladılar. Buna "valla" derim çünkü gerçekten yaşandı. Neticede 3 gündür de iş yerinde sürünerek de olsa mesaimi tamamladım. Sonuç, migren geçti bin şükür; grip (halsizlik, üşüme, burun akıntısı ve tıkanıklığı kaynaklı baş ağrısı) devam ediyor. Şimdi baktım da tırnaklarımda morarma var, titremeye geçmeden önce yazımı inşallah bitireceğim. Size söz! Bu akşam kardeşcağızım ve Ayçovski yeğenim geliyor, hastayım falan demeyip yalayıp yutacam kendisini ehehehe. (yok kız kıyamam, bebeler hasta olmasın, amin)
Peki bu başlık ne?
"Teyzeler" kim?
Geçen hafta fiziksel ve ruhsal olarak çöktüğüm bir anda eşimin beni tantuni yemeye götürdüğü bir an kafamı kaldırdığımda gördüğüm görüntü: Teyzeler!


Fotoğrafın hiçbir yerini özellikle kesmedim. Yüzlerini flulaştırmadığım için özür dilerim ama cidden yüzleri belli olmadığından ekledim fotolarını.
Kendilerine KESİNLİKLE bayıldım.
Yeni idolüm işte bu teyzeler.
Orada olduğumuz yaklaşık 1 saat boyunca birbirleriyle dahi konuşmadılar, sadece sessizce sayfa çevirip gazetelerini okudular. Kim olduklarına dair senaryolarım hazır, rol vermemi isteyen olursa mail yazsın. O derece keyifli hikayeler oldular, kafamda kurduğum için ekleyemiyorum, yoksa eklerdim. (Maybe one day-işte bunlar hep grip)
Hava güzel ama onlar üşüyorlar, kalın çoraplarının hastası oldum.
Etraf kalabalık ve gürültülü hatta curcunalı ama teyzeler son derece konsantre gazete okuyorlar.
Bir an şunu düşündüm: İşte hayatın anlamı bu!
Teyzeler, o gün ve sonrasında bilmeseler de bana hayat enerjisi verdiler, Allah razı olsun.
Ne zaman canım sıkılsa aklıma onların bu tatlı görüntüsünü getiriyorum ve işte "Her şey geçiyor be gülüm, biz yaşadığımız an'a bakalım" modu geliyor bana.
Meğerse tüm ihtiyacım olan buymuş.
Bir de bu kalın çoraplar.
Hani olmaz da olursa canım teyzeler, bu yazıya denk gelirseniz; öncelikle izinsiz fotoğraf çekimi ve paylaşımı için özür dilerim, hayatıma kattıklarınız için ayrıca teşekkür eder ve size sıkıca sarılırım.
O zaman hepimiz ısınırız belki, ne dersiniz?

* İç ısıtan önerilerinizi yazın, 17 nisanda hematologumla randevum var, sanırım 1 yıldır yanına gitmemek için ondan kaçtığımı öğrendiğinde azıcık kızacak, şimdiden iç ısıtan önerileri alayım, üzümle başlayalım :)
Devamını oku »