Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




23 Ağustos 2017 Çarşamba

Dün / Metro

Dün akşam iş çıkışında yine metroya binmem gerekti.
Eskiden bu duruma çok çok sevinirdim şimdi gözlerim tuvalet tabelası aradığı için çok rahat olamıyorum ama metro en sevdiğim ulaşım araçlarından biri olduğu için de keyfim yerinde.
Neticede elimde heyecanlı bir kitap var.
İş yerinden çıkıp tıngır mıngır durağa doğru ilerlerken son günlerde klasik hamile yürüyüşüne geçtiğimi gördüm, hafif paytak.
Metroyu ayakta bekleyecektim ama baktım bir amcanın yanı boş ona doğru yöneldim, o da "kızım burası ıslak" dedi, hakikaten ıslanmaktan demir paslanmış, teşekkür edip uzaklaştım ve tam o ara metro da geldi.
Bindiğin vagonun hep önemli olduğunu düşünmüşümdür. Hani bir film vardı adını unuttum, iki şekilde ilerliyordu kadının metroyu son saniyede kaçırdığı ve metroya son saniyede bindiği şekilde. Onunki kadar trajik bir şey olmasa da yine de uzun bir yolculuksa (30 dakika da çok kısa sayılmaz) vagon arkadaşları önemli. Bindim ve bindiğim gibi sırtımı rahat bir yere yasladım, az sonra da çantamdan kitabımı çıkartıp okuyacağım. Kimsenin beni fark etmesini ve göbeğimden dolayı yer vermesini de istemiyorum. Çok şükür iyiyim.
Tam o anda yanımdaki adam "Şuraya geçip otursanıza, hamilesiniz." dedi.
Ben de "Boş yer olduğunu görmedim, geçeyim, teşekkürler." dedim ama baktım ortada bir boşluk falan yok.
"Boş yer yok yalnız." dedim.
Adam da gayet sakin "Çocuklar oturuyor orada, onları kaldırın."dedi!
Şimdi ne alaka? Sanki çocuklar benden güçlü? Bunu da hiç anlamam. Çocuklar niye toplu taşıma araçlarında ayakta gidebilir küçük insan olarak görülürler?
Biz küçükken Adanadan tatillerde kuzenimin yanına Ankaraya geldiğimizde Eryamandan otobüsle merkeze gelmek tam bir saat sürerdi ve gerçek bir eziyetti o körüklü otobüsler. Annemler ne yapıp eder taksiye biner otobüsün ilk durağına gider ve mutlaka ikimize de kart basarak otobüse bindirirlerdi bizi. Tabii teyze ve amcalar bizi görür görmez "Kalk bakayım ordan, ben oturcam" diye tepemize gelir ve o ara bizimkilerden biriyle tartışırlardı. Çözümü artık benim Edanın kucağına oturmamda bulmuştuk ama bir keresinde ayakta giderken gerçek anlamda bayılmıştım da otobüstekiler beni kolonya ile ayıltmıştı. Dolayısıyla para versin veya vermesin çocukların ayağa kaldırılmasına inanılmaz gıcığım, hele böyle bir şeyin içinde olmaya hiç niyetim yok-tu.
Bahsettiğim çocuklar, ortalarında oturan anneleri ve hemen yanlarındaki dede, büyükanne hepsi Suriyeli ve Türkçeyi hiç bilmedikleri ortada. Dede ile büyükanne benim durumumu fark edip ortalarındaki diğer çocuğu kaldırıp bana yer açmaya çalıştılar ama mümkün değil oturmam diyerek çocuğu geri oturttum. O ara yanımdaki adam en az 2 vagonun daha duyacağı şekilde 2 çocuğun ortasında ortasında oturan Suriyeli anneye "Görmüyor musun, kadın hamile, çocukları kaldırıp yer versene?" demesin mi? Adama dönüp "olur mu öyle şey, sakın lütfen yapmayın." diyorum. Kadın bir taraftan "Sizi anlamıyorum." diye işaret ediyor, adam daha da ileri giderek eliyle kendi karnında hamile işaretleri yapıp beni gösteriyor. Benden o ara kaç kilo ter çıktı bilmiyorum. O kadar tatlı bir kadındı ki durumu anlayınca hemen kalkıp bana yerini verdi. Yani adam demese de verirdi. Lakin tüm vagondaki diğer kişiler ne yaptı? Öylece seyretti... Biri de çıkıp "Siz kalkmayın, ben yerimi veririm"demedi. (Hoş, en başında keşke kimse demeseydi :)
Ben tamamen kıpkırmızı olmuş suratım ve yer yarılsa içine girsem titrememle bu azaba dayanamayıp kendimi 2 çocuğun ortasına attım. Ve o an karar verdim, bir sonraki durakta inecek ve sonraki metroya binecektim. Sinirlerim öyle bozuldu ki, adamın iyi niyetle de olsa işime bu kadar karışmasına müsaade etmeme mi yanayım, oturan insanı yaygarayla kaldırdığıma mı bilemedim...
Tam o an sinir boşalmasından sanırım bana geldi mi bir gülme... Bıraksan kahkaha atacam, bakan eden olursa da "Bu bir film sahnesi, siz kameraya bakmayın yeter." diyeceğim.
Bana bitmek bilmeyen bir durak sonrasında tüm Suriyeli aile indi ve benim inmeme gerek kalmadı. İnsem yeni bir "buraya otur bacım" macerası yaşamaktan korktum. Bana yerini veren tatlı anneden başımla özür diledim (ne anladı bilmiyorum tabii) ve bir durak daha sonra kendime gelip kitabımı açtım.
Nerede kalmıştık?


Devamını oku »

22 Ağustos 2017 Salı

Sana İyi Gelen Şeyleri Daha Çok Yap / Grano :)

Grano'yu buraya ne kadar yazmışım diye blogu kurcalayınca epey yazıya denk geldim, ilki de buymuş :) Aradan geçen neredeyse 1 yılda tam bir Grano kahve bağımlısı oldum diyebilirim.
Karnımdaki bebe bile bunun farkında, çıktığında "anne süt" yerine "anne grano kahve" derse kimse şaşırmaz. Tabii ki her gün içmiyorum hatta evde yapılan french press kahvenin çoğunlukla sadece tadına bakıyor kokusunu içime çekiyorum (bu da can ama değil mi) Ama bazen de Grano'ya gitme bahaneleri yaratıyor ve orada bulunmanın tadını çıkarıyorum. O zamanlarda içtiğim şey sadece filtre kahve olmuyor, sanki bir garip mutluluğu da içime çekiyorum. Nasıl mı?
Sahiplerini az çok tanıdığım için kahveye ekstra mutluluk verici bir şey kattıklarından şüphelenmediğim için bana göre olan sebeplerden bahsedeyim.
Mesela canım sıkkınsa kesinlikle aklıma ilk gelen yer, Grano oluyor ki içerisinde kitap dahi olmayan bir yer.
Modum düşükse karabalığın bana gitmek için teklif ettiği ilk yer de Grano.
Öğle arası kaçamaklarımı yaptığım yer de burası. (kaçamak derken kitap okuma işte ehehe)
Ve sevdiğim insanlarla buluşmak için aklıma gelen ilk yer de burası.
Yazınca fark ettim ki, evim gibi bir şey olmuş yahu! :)
Bir de Granoya gittiğimde kendimle ilgili (uygulayamasam da bazen) önemli kararlar alıyorum. Sanki orada olmayı beklemişim gibi.
Geçen gün gittiğimde fark ettim ki, oradan mutlaka iyi/mutlu/huzurlu ayrılmamın da etkisi büyük.


Hani hep deniyor ya "seni mutlu eden şeyleri daha çok yap" diye, benim için bu minik kahveci öyle galiba.
Ankaradan, iş hayatının sıkıcılığından ve deniz görememenin keyifsizliğinden beni kısa bir süreliğine uzaklaştıran tatlı bir liman gibi.
Belki bir gün bisikletimle (henüz yok ama) giderim buraya kim bilir.
Ya da daha iyisi ...
Onu da sonra yazayım :)

Devamını oku »

18 Ağustos 2017 Cuma

Bu Sabah / Metro

Aslında her şey benim bu sabah işe metroyla gitmek zorunda kalmam ile başladı.
Yani bu durum dünden biraz belliydi ama tam da değildi.
Çocuklarımızın aynı kreşe gittiği bir iş arkadaşım var, bazen denk geldikçe işe onunla gelip gidiyorum çünkü eşim artık vardiyalı çalışıyor ve beni her zaman işe bırakamıyor. Lakin bu sabah Elif iyice hasta uyanınca planlar değişti ve ben "tamam, bugün metroyla giderim" dedim. Ev-metro arası 10 km kadar, oraya eşim bıraktı, saat 8.12 gibi. Koru metrodan bindim ve Milli Kütüphane durağında ineceğim, kenarda güzel bir yere oturdum ve kitabımı açtım. Gözüm de gittiğimiz yeri işaret eden yerde çünkü dışarıyı zaten görmüyorum. İşitsel biri de olmadığım için geldiğimiz durağı bangır bangır söyleyen ablayı zaten duymuyorum. tek derdim inene kadar tuvaletimin gelmemesi ve önümde Starbucks kahvesiyle sallanıp duran ablanın kahvesinin üzerime dökülmemesi. Bu kadar çok şeye bakınırken kendimi kitaba nasıl kaptırmışım, gerçekten bilmiyorum. Eylül ayı gelmeden Pippi'yi okuyayım derken elime aldığım ilk kitabın çevirisinin beni hayretlere düşürmesi ve Pippi'nin başına gelenler öyle ilgimi çekmiş ki, sonra bir an geldi... O anı biri kameraya çekse youtube'da bolca izlenirdim heralde :)
Bir anda bir baktım herkes ayaklandı, benim gözüm durak işaretleyicisinde ve o da "MTA" yı gösteriyor. "Vay be" dedim, "Ne çok kişi MTA'da iniyor." Derken daha tuhaf bir şey oldu, bir hurra şeklinde metroya bindiler. Bu durak ne değişikmiş dedim, sanki Kızılay!
Neyse bananeyse deyip kitabıma geri döndüm.
Yanıma oturan kadın (YOK): "Siz hep burda mıydınız?" dedi.
Ben: "Evet?" (Hani nerede olacaktım edasıyla)
YOK: "Ama burası Kızılay"
Ben: "Nasıl Kızılay?"
YOK: "Siz inmeyecek miydiniz?"
Ben: (içimden: işe gidecem hanım hanım, inmemek ne demek?)
Dışımdan: Evet?!
YOK: "E hadi inin, bak son durak burası"
Ben: "Son mu? Burası mı?"
O ara bana bi la la la lala diye fon müziği geldi, havada kuşlar uçuştu
Derken kapılar da kapandı, iyi ki kapanmış yoksa bir de geri inecektim.
Panikle "Bu metro nereye gidiyor ki şimdi?" dedim, sanki metro beni kaçırıyor ahahaha
YOK ve yanındakiler: "Koru'ya geri dönüyor, sen nerde inecektin ki?"
Ben: "Hee iyi madem, 2 durak sonra ineyim."
O ara ayağa kalkmışım, çantalarım var ve 20 haftalık hamile göbeğim var.
3 kişi birden yer vermeye olmadı çantamı taşımaya çalıştı, yok dedim sağolun.
Bir müddet sonra YOK'a dönüp; "Ya siz beni iyi ki uyardınız, ben kitabıma dalmışım, yoksa Koru'ya geri dönerdim..." dedim. Koptu bir kahkaha
Metrodan indiğimde saat 8.57.
Üç dakikada işte olabilmem için uçmam lazım ama ben en fazla hızlı yürüyebildiğim için kendimi kasmadım. İşe gülerek geldim hala aklıma geldikçe gülüyorum, yani iyi ki kadın beni uyarmış ve iyi ki sadece 2 durak fark varmış.
Allah hamilelerin akıl ve ruh sağlığını korusun. Amin :)

Işığa giden yolda ben :)
* Dün bir de kreş çıkışında beni görüp tüm detayları öğrenen anane/babaannelerden biri felaket tellallığı ile ağzını açıp "Amaaan erkek çocuklar çok zor, sen kızdan sonra ayvayı yedin." dedi ya... Bak bunları yazmıyorum, özet geçtim, sen anla beni blog :)
Devamını oku »

8 Ağustos 2017 Salı

Vantilatör

Bu yazı azıcık hatıra içermektedir diye uyararak başlayayım önce.
İşin aslı hafızamı ne kadar zorlarsam zorlayayım hep aynı silik görüntülerden başka da bir şey gelmiyor aklıma.
Ben yine de yazayım, blogum 5 yıldır benim için hafıza deposu oldu zaten :)
Babam-Allah rahmet eylesin- daha önce söylemişimdir Adana sıcaklarında yüncülük yapan bir esnafmış ve hatta esnaftı.
Annemin esnaf olmaktan sinir olacağı kadar da çok borçlanmalar yaşamış ve belki bunlar neticesinde rahatsızlanmış biriydi. Benim hatırladığım kadarıyla yine de rahat ve mutluydu.
Özellikle benim ilkokul ve ortaokul zamanlarımda dükkanına gittiğimde dükkanında mutlaka misafiri olur ve onları o küçük dükkanda en iyi şekilde ağırlamaya çalışırdı. Ama neticede her yerde yünler merserizeler vb var ve 2 kişinin ancak oturabileceği bir alan kalıyor ortada. İşte o zamanların dahi demirbaşı bu vantilatördü. Tam tarihini bilmiyorum, ben 32 yaşındaysam ya benimle yaşıt ya benden yaşlıdır. Sonra nasıl olduysa Ankaraya benimle geldi ve yıllardır yaz aylarında bizi Ankara sıcağında serinletti. Her gören "Aa var mı artık bu vantilatörlerden?" dese de işlevini yapmaya devam etti. Geçen sene teklediğinde eşim tamir etti ama bu sene ömrü yetmedi Raks vantilatörümüzün.
Dün eve yeni bir vantilatör alındığını duyunca (annem ve karabalığın planı bu, benim haberim yok) gerçekten üzgün hissettim. Yani ne gerek vardı ki dedim... Sonra baktım asıl üzüldüğüm şey, vantilatörden ziyade onun bana hissettirdikleri ve babamdan anı kalan birkaç parça eşyadan biri olması. Kapının önüne koyduk, belki biri anlayıp tamirini yaptırıp kullanır belki sadece hurda olur bilmiyorum. Giderken vantilatöre sarılasım geldi. Yani aslında içeri geçip biraz ağlamış olabilirim. Zaten duygusalım bir de üstüne hamileyim :) O ara aklıma Ekşilina ve annesi için yaptığı Clara-müze geldi :) Müze için yerimiz olsa bile eşyaya fazla tutunmak iyi gelmiyor onu bildiğim için, vantilatöre yeni hayatında başarılar dileyip yoluma devam ettim. Özlersem buraya gelir bakarım.
Babamdan hatıra bir de sarı-kırmızı gömleğim var (GS'liyim diye almıştı bana) onu da başka zaman anlatırım artık.
Şimdi biraz serinleyelim...

Hala içimde biraz Ekşimiklik yapmak var ama bir sıcak çikolata içersem bence düzelirim :)
Devamını oku »

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Sürpriz Yumurta Günlüğü :)

Ne kadar çok "günlük" yazmaya meraklıymışım meğerse değil mi?
Bu yazıyı uzun ama gerçekten uzun bir zamandır aklımda yazıyordum hatta noktalama işaretlerini bile koymuştum :) Kısmet bugüneymiş; yayınlayabilecek kadar yazı yazmaya vaktim olacak mı elbette bilmiyorum.
İşe başladım, malum Çeşme ve sonrası 3 aydan 1 hafta eksik tatil/izin durumundan sonra işe dönmek hala alışılabilir bir şey değil. Nereye baksam DENİZ arıyor gözlerim. Bulduğum en küçük MAVİ bile bana gerçekten umut veriyor, deniz kenarında olma ümidi :)
Neyse bu şiirsel girişten sonra 1 sürpriz yumurtanın haberini verebilirim sana sevgili blog.
(4 gün sonra)
Sürpriz haberini veremeden ortadan kayboldum.
Şimdi de sol elim egzamalı da olsa cayır cayır yansa da inat ettim yazacağım. Bu yazamama zincirini kıracağım :)
Çeşme'de iken öğrendiğimiz haber, canımın bu kadar çok erik çekmesinin sadece benim açgözlülük halimle ilgisi olmadığıymış. Kısaca hamileymişim, özetle Elifin abla olma durumu varmış.
Bunu öğrendiğimiz gün yaşadığım şoku kelimelerle ifade etmem zor. Emoji olsa gözleri ve ağzı kocaman olmuş bir şeye benzerdi.
"Sürpriz bebek olur mu? diyen de çok oldu. Bizim dışımızda ailelerden ve yakın çevremizden şaşıran pek olmayınca ortada öyle kalakaldık, meğer herkesin aklında "vakti gelmişti" durumu varmış.
Çeşmeye gitmeden önce daha Ankaradayken hematoloji tetkikleri için bilmeden ve "yok şüphem yok" rahatlığıyla girdiğim röntgen de işin cabası oldu. O dönem verdiğim kanlarda "hamile değilsiniz" demesi zaten ayrı bir rahatlık sebebiydi, belli ki malum gecikme sadece i-stresten olmuştu; bu da gayet makuldu. Sonra bir gün Çeşmede Elifle gayet laylaylomken bir anda sinir patlamaları yaşamaya başladım. O birkaç gün zirve yapınca hemen farkındalık boyutuna geçip bunu telafi etmeye çalıştım. (nasıl vicdan yapmışsam) Sonra bir de baktım ne yaparsam yapayım aşırı yoruluyorum ve dilim damağım kuruyor. Kahveyi çok severken bir anda kahve görünce tiksinmeye başladım ve canım nasıl erik yemek istiyor anlatamam. Havuzu olsa da girip içinde yüzsem diyorum. Geceleri tuvalete kalkıyorum ve tak bir gün ne fark ediyorum: benim midem bulanıyor. Ama ben hamile olabileceğimi o kadar düşünmüyorum ki hiçbir parçayı birbiriyle birleştirmiyorum. Derken o malum telafi gününde baktım cidden bende bir tuhaflık var; bir gülüyor bir ağlıyorum. Ve bu kadar kesişim kümesini en son Elife hamileyken yaşamıştım... Dırın dırın! Kendime gülerek eczaneye gittim, test aldım ve sonunda 3 bebeli insan Selceni aradım; "Ama bu testler yanlış da çıkıyordu değil mi?" diye, o da "pozitifin yanlışı olmuyor" dedi. Neredeyse o gündür gözlerimdeki şaşkınlık ve inanamama hali de geçmedi. İstemek/istememek değil bu; ciddi bir şaşırma... Manastırda rahibe değilim elbette ama :) Yani yine de şaşırma hakkım var değil mi?
Elif'e hamileliğim o kadar planlıydı ki, her şeyin günü ayı yılı belirli bir düzende gitmişti, şaşırdığım tek nokta çocuğumu normal doğuramamak olmuştu.
Bu sefer hani nasıl derler, ne olduğumu şaşırdım... Erken miydi yoksa istemiyor muydun veya hazır mı hissetmiyordum? Sanırım 3.sü. Elbette ki aklımın bir köşesinde "kardeş güzel şey" tohumu vardı ama o kadar uykusuz kalmıştık ki gerçekten uyumak istiyordum sanırım. Şimdi geriye dönüp bakınca aslında kendimi belki de hiçbir zaman hazır hissedemeyeceğimi anladım. Öyle bir an hiç gelmeyecekti ve ben hep erteleyecektim. O yüzden bu kararın bana/bize bırakılmamış olmasından evet açıkçası mutluluk ve rahatlama duydum :)
Süreç çok şükür keyifli ilerliyor, bulantı ve halsizliğim Eliftekine göre çarpı en az 2 olsa da bebişin tekmelerini hissetmek
(ara-revire gidiyorum)
Ben bu yazıyı yayınlamak için inat ettikçe araya bir şeyler giriyor, cuma günü elimdeki egzama fena kaşınıp yanarken yazmıştım bu kadar hızlıca ama yazarken bile dünyanın belirli bir kısmı dönüyordu. Ben bunu sahiden dinlenmek için bir uyarı olarak -HALA- görmüyorum; sonlara doğru revire nasıl gittim ve o yatağa nasıl uzandım gerçekten pek az hatırlıyorum. Tansiyonum 9-6 oluyor ve en önemlisi baş dönmesine eşlik eden halsizlikle ayakta mümkün değil duramayacak hale geliyorum ki otururken bile başımı sabitlemekte zorlanıyorum.
(yine ara)
Bu sefer umarım yazımı tamamlayabilirim yoksa cidden o haliyle "yayınla" tuşuna basıp kaçacağım :) Bir üst paragrafı okuyunca nerede kaldığımı hatırladım yoksa gerçekten "hamile hafıza kaybı" artı "balık hafıza" eklenince adımı sorsan düşünecek haldeyim. Hamilelikte bu iyi bir şeymiş, yani her şeyi hatırlamamak, ne güzel bünyemiz var bak bir de şikayet ediyoruz.
Neyse kısacası ilk aylarda geçen "Hamileliğim sanki aynı geçiyor." durumunun üzerini çizeli çok oldu. Sabah ve yemekten sonra bulantılarım geçmedi (neyse ki beyaz leblebi var), başımı gerçekten sabitleyemiyorum. Mesela bu yazıyı yazarken de kaymalar yaşıyorum ama inat ettim YAZACAM! Elife hamileyken her öğlen ve akşam 30+30 muhakkak yürürdüm ve yorulmazdım. Bunda ise öğlen gerçekten sadece yan bloktaki yemekhaneye nasıl yürüyeceğimi düşünüyorum. Demir takviyesi öncesi bu durum tuvalete nasıl giderime kadar düşmüştü, o yüzden çok şükür.
Hamilelikte veya çocukla ilgili bir durumda hatta hayatın genelinde hala temel prensibim, şükretmek. Bunu Elifin o çok ağladığı zamanlarda daha çok hissetmiştim. Yani o "kötü" olduğunu düşündüğün an şükretmek. Bana iyi geliyor :)
Şimdi nasıl geçti anlamadım, 18 haftalık oldu bile bebiş. Hareketlerini hissetmek bana hamileliği özlediğimi anımsattı. Farklı bir mekanizma yani bir anda sen ve o idrak halin devreden çıkıyor, otomatik pilot koltuğa oturuyor ve beni idare ediyor gibi geliyor. Çünkü o şaşkınlık ve unutkanlıkla yola devam edebilmem kendi idrakimle biraz zor :)
Geçen hamilelikte haftalık tutulan günlükler ve çekilen fotolar yerini "gerektikçe" ve "zaman oldukça"ya bıraktı. Evet bu açıdan 2. hamilelik rahat denebilir.
Birkaç yerde "Kararsızım çünkü ilk çocuğuma haksızlık yapacağımı düşünüyorum." gibi şeyler okumuştum. İtiraf edeyim ne demek istediğini anlayamamıştım. Hatta Elifi "o kadar da" sevmiyorum mu ki acaba?lara kadar gitmiştim... (İnsanın kendine eziyetinin sonu yok tabii) Geçen haftaya kadar laylaylom giderken ve kimseye haksızlık yapmadığıma zaten inanıyorken birden şunu fark ettim: Önümde gerçekten 2 çocuklu bir hayat tablosu var (Allah nasip ederse inşallah diyeyim)
Buna geçmeden önce şunu da açıklamak gerek tabii, hamile olduğumu algılamam ve buna sevinmem de 1-2 hafta almıştı ama 10 haftadan sonra şunu anlayabilmiştim: Eve bir bebek daha geliyor!
Buraya kadar okuyan olduysa tam burda bir kahkahayı patlatmıştır, ne diyorsun sen, ne içtiysen söyle biz de içelim diye :P İnanmıyorsanız bunu paylaştığım Şirine sorun :) Şirin hamileliğimin neredeyse başından beri şaşkınlığımın zirvesinde benimle dalga geçmeden beni dinleyen biri oldu. Bir de Züleyha var elbette. "Hamileymişim tamam ama yani bir de bebek olacakmış!" falan dediğimde ne demek istediğimi anlamışlardı. Hala arkadaşız evet :)
Sonra sıra geldi bebeğin cinsiyetini öğrenmeye... Gayet cool yazdığım şu cümleyi aynen aktarıyorum (günlüğüme): "Yarın dr kontrolü var, bebeğin cinsiyetini öğrenebiliriz ama aslında öğrenmesek de olur benim için. Şaşırmayacağım ve sağlıklı olsun zaten yeter."
Oysa ertesi gün şunlar yazıyor: "Hala inanamıyorum. Şaşırmam derken bilinçaltımda hep kız varmış ve ben o yüzde 50 ihtimali göz ardı etmişim. Cinsiyetin erkek olduğunu duyduğumdan beri yeniden bir şok dalgasına tutuldum."
ve bu arada erkek olduğunu bilmem kaç kere rüyamda görmüş ve hissetmiş olmama rağmen :)
Kız olursa "sorular bildiğim yerden gelir" mi dedim acaba?
Ama asıl sebebi de yazıp kaçacağım, devamını sonraya saklıyorum, hazır mısınız?
Yıllar boyu (en az 8 yıl) erkek annelerinin evlatlarına fazla, aşırı düşkünlükleri ile dalga geçmiş olan ben yine yıllar boyu eşim tarafından tehdit ediliyordum: "Çok dalga geçiyorsun, kesin bir gün oğlun olacak ve tüm bu laflarını yutacaksın." diye... Bebeğin cinsiyetini öğrendiğimiz o an eşimin gözündeki parlayan ışıltı kesinlikle bundan kaynaklıydı, benim girdiğim şokun da bundan kaynaklı olması muhtemel.
Ülkü ben lafı uzatınca kızıyor diye burada kesiyorum :) Canım Ülkü ile bu sene yüz yüze görüştük sonunda, "amma uzun yazıyon haa" dedi korkuttu beni :P
Tüm detaylar bir tarafa ve şaşkınlık boyutumu da silgi ile silersek geriye şükür ve mutluluk kalıyor, bir de heyecan tabii. Allah isteyen herkese nasip etsin. Amin.

Görsel bile bulamadım iyi mi şaşkınlıktan :)
* Arkası yarında "erkek anları" başlığı olabilir, bunu unutmazsam yazayım. Nasılsa arkadaşlarımın büyük bir çoğunluğu erkek anası, ama tabii lafım meclisten dışarı canııım :P
** Önceki hamilelik günlüğüm Tanlanın sitesindeydi :)
Devamını oku »