Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




26 Temmuz 2013 Cuma

"1 Kitap 1 Mektup" 2. Çekiliş Sonucu :)

Bir dolu güzel paylaşımdan ve açık ara "Kaş" önerisinden sonra güzel denizler keşfettik.
Kaş-Meis maraton 1. si Çağla kuzenime de -ki şu an tatilde olduğu için ayrıca kıskanıyorum onu- sevgiler ve teşekkürler :)
Katılan herkese çok sevgi bol öpücük :)
Kazanan 1 kişi oldu;
O da Hortumsuz Fil :)
Çekiliş aşamaları da burada;





Sevgili "Hortumsuz Fil"e sevgiler,adresini 2balik1kedi@gmail.com adresine en kısa sürede gönderebilirsen,biz de en kısa sürede 1 Kitap ve 1 Mektup'umuzu ulaştırmaya çalışırız :)

3. ETKİNLİK  SÜRPRİZ BİR İSİMLE YANİ ÇOK ÇOK SEVDİĞİNİZ BİR İSİMLE 
DEVAM EDECEK,AZ SONRA PARDON BAYRAMDAN SONRA :)

*Aklımdaki bir dolu güzel yazı şimdilik kaldı ama HERKESE MUTLU HAFTA SONLARI;ÇIKIN GEZİN,EĞLENİN,HAVANIN TADINI ÇIKARIN :)
Devamını oku »

25 Temmuz 2013 Perşembe

Kitaplık Kurdu 4. Yazı: Sakar Cadı Vini Denizin Altında :)

"1 Mektup 1 Kitap" etkinliğindeki ilk hediye kitabımız Sakar Cadı Vini'ydi.
Denizin Altında neler varmış, Vilbur ile neler yapmış bu kez yazıya döktük,Kitaplık Kurdu'ndaki "Çocuk Kitapları" köşesinde yayınlandı.
Yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz.

* Kurabiye ve çay de kitaba çok yakışıyor :)

HERKESE MUTLU GÜNLER & BOL GÜNEŞLER :)
Devamını oku »

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Paylaştıkça Artan Lezzetler :)

Aslında gün içerisinde farkında olduğumuz/olmadığımız bir dolu güzel şey (de) yaşanıyor.
O kadar "yoğun" geçiyor ki hayat hatta bazen dünya o kadar çok bizim çevremizde dönüyor ki geride kalan her şey bir anda yalan oluveriyor hatta önemsizleşiyor.
Ara ara aklıma gelmişken not aldığım şeyler var;bunlardan biri de "paylaştıkça mutlu olduklarımız" :)


Yağmur yağarken açıktaki yarının ıslanmasını göze alarak 1 şemsiyeye 2 kişi sığmaya çalışmak gibi,

Yemeğin sonu, hele ki açsanız, pek kıymetlidir ve herkes birbirine kibarlık yapar;"sen ye" diye,
Otobüsteyken bileti olmayan birine parasını almadan/alarak bilet vermek,
Küçükken herkesin cebindeki neyi varsa ortaya dökmesi ve onları paylaşmak,

Her gün havaya,suya,güneşe ortak olsak da bunu fark edemeyebiliyoruz elbette :)

Sanırım en keyiflisi de mutluluk ve hüzne ortak olmak.

Hiç tanımasanız da arkadaşınızın çok sevdiği bir şarkıcının konserine bilet bulabilmesi gibi,
Tatile çıkamayan tanıdıklarınız için denizden kum ve deniz suyu getirmek,
Tahlil sonucu istediği gibi olmayan biri için endişelenmek,üzülmek,
...
Aslında gerçekten farkında olmadan ne çok şeyi paylaşıyoruz..
Bunlar benim aklıma gelenler,
Sizin aklınıza neler geliyor :)


* Bir de benim gibi kitaplarını çok da paylaşamayan,birine verince içi gidenler var;gıcık bu tür tabii biraz :)
** Görseller deviantartdan, teşekkürler.



Devamını oku »

23 Temmuz 2013 Salı

İki Diyalog :)

Bugün yine yoğun, karışık, karmaşık bir gün ancak şu iki diyalogdan bahsetmeden geçmek istemedim.
Birine inanılmaz sinir oldum diğerine de çokça gülümsedim :)
1. Sinir Diyalog
Mekan: İşyeri
Saat: Öğleden hemen sonra
Diyalog Şekli: Telefon
Diyalog kurulan kişi: İşle alakalı biri-tanımıyorum-
Bana zaten halihazırda gelmiş olan bir dolu maile bakmaya çalışırken gördüm ki bu amca da aynılarını göndermiş (amcaya sadece bilgisi olsun diye gönderilmiş) dolayısıyla da benim neredeyse kotam dolmuş çifter gelen maillerden. ben de amcayı arayıp "bana zaten geliyor siz niye gönderiyorsunuz,siz sadece bilgi alacaksınız" diyeceğim ama sinirliyim ya çok sert (!) konuşacağım:
Ben: Merhaba Ahmet Beyle mi görüşüyorum?
A: Evet, benim.
Ben: Merhaba ben şu birimden Esra. Bana bir dolu mail göndermişsiniz;sanırım sistemde bir hata oldu (aman yarabbim ne kadar sert sordum;adam kırıldı kesin!!!)
A: Yoo hayır bir yanlışlık yok. O konu sizinle alakalı.
Ben: (gülerek) Yok ben biliyorum zaten konu benimle alakalı. O mailler bana geldi zaten, benim anlamadığım siz niye yeniden bana gönderdiniz,evraklar çifter oldu.
A: Bugün de çok çalışın, ne yapalım Esra Hanım.
Ben: Ha?! (hatta bir daha) Ha?!!! Çalışmak ya da çalışmamak değil benim demek istediğim. Sadece bana fazladan göndermişsiniz.
A: Bu evraklar size gelmemiş ki zaten.
Ben: (bir daha) Haaa??!! Bende var zaten.
A: Beni niye aramıştınız?
Ben: Bana göndermenizin özel bir sebebi var mıydı diye aramıştım.(yalancıı, yalancııı sana kimse inanmaz; güya sinirliydim..)
A: Bugün de böyle idare edin, ben size de geldiğini görmedim.
Ben: Anladım, peki, iyi günler. Yalnız rica etsem bana da geldiğini gördüğünüz evrakları yeniden bana yollamasanız?? (bir de kırıldım yani olaya bak)
A: Görürsem eğer olabilir...
...
Yukarıdaki diyalogtaki ben neden durup durup Semracan karikatürü gibiyim; yazarken fena değilim de (yani buraya da yazabildiğime göre az çok ifade edebiliyorum herhalde kendimi :) konuşurken tutuluveriyorum sanırım herkes anlamıştır :)

2. Gülümseten Diyalog
Mekan: İşyeri
Saat: Öğle-öğleden sonra
Diyalog Şekli: Mail
Diyalog kurulan kişi: Annem :)
Sanırım daha önce annemin maş.41 yıldan sonra emekli olan bir öğretmen olduğundan, Başak burcu olmasından vs. bahsetmiştim. Bizimle görüşebilmek, hava durumuna bakabilmek ve internette, gezmek istediği mekanları önceden araştırabilmek için (Matlisa gibi) bilgisayar kursuna gitti,laptop ve vınn aldı :) Şimdi de mail ile haberleşiyoruz :) Hatta öyle ki tüm imla kurallarına uyuluyor, doğum gününüz mü var yazının altına yıldızlar ve doğum günü pastası resmi falan ekleniyor;öyle şirin :)
Ben de geçenlerde -ki benim blogu hala söylememiş olabilirim,tamamen unutkanlıktan :P- Kitaplık Kurdu'ndaki "Masal Battaniyesi" ile ilgili yazımı göndermiştim, hani denk gelir de okur mu acaba diye,bir de Lokum'u özlemiştir diye :) Annem de bugün bana mail yazmış:
Annem: Lokum battaniyeler içinde hangi masalları anlatıyor doğrusu merak ediyorum...
Ben: ohoooo anne bir dolu masal anlatıyor :) gelince size de anlatsın :)
Annem: İNŞALLAH  görüştüğümüzde masalcı kızımızdan masal dinlemek keyif verir CANCAN....(burada cancan ben oluyorum :)
Ben: Masalcı kız sizi bekliyor o zaman :)

İşte böyle...
Belki çok alakasız bir yazı oldu ama gün ne kadar dolu geçiyor yahu :)
Bir diyalogla insan saç baş yolacak hale gelip bir şey diyemezken diğerinde de mutluluktan kocaman gülümsüyor,çevrendekiler de "hayırdır az önce çok sinirliydin" diyor :)

Siz ne dersiniz?


Kaynak: deviantart.com
* Bugünkü yazım da "taslak" olarak kaldı,iki diyalog o yazının önüne geçti. Neye niyet neye kısmet :)
** Bu arada "amca" hala mailleri göndermeye devam ediyor;halbuki ben çok sert konuşmamış mıydım :)

Devamını oku »

22 Temmuz 2013 Pazartesi

"1 Kitap 1 Mektup" Etkinliğinde 2. Kitap Hediye Çekilişi için Son Gün: 26 Temmuz :)

DUYDUK DUYMADIK DEMEYİİİİN; ÇEKİLİŞİN SON TARİHİ DEĞİŞTİİİİİİ :)

Kaş-Meis maratonunda 1.olan sevgili kuzen Çağla ile röportaj sonrasında "Sofie'nin Dünyası" kitabını hediye etmeye karar vermiştik ve size 1 soru sormuştuk: "En sevdiğiniz yüzme mekanı (deniz/havuz/koy) neresi?" 
Çok eğlenceli cevaplar geldi, biz de mutlu olduk.
Son tarih olarak 1 Ağustos demiştik ama tatil, bayram vs. derken çekiliş heyecanını kaçırmayalım istedik ve son tarihi 26 Temmuz'a çektik.

26 Temmuz 2013 tarihine kadar "En sevdiğiniz yüzme mekanı (deniz/havuz/koy) neresi?" (böyle bir yer yoksa onu da yazabilirsiniz :)  sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye Çağla'nın seçimiyle "Sofie'nin Dünyası" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.*
* Detaylı Bilgi: burada



HERKESE BOL ŞANS, GERİ SAYIM BAŞLADI :)

Devamını oku »

Bozcaada'ya Neden Gitmeli :)

Biraz erken bir yazı oldu farkındayım. İnsanlar tatil planlarını çoktan yaptı. Fotoğraflar geçen seneye ait olsa da "Bozcaada'ya Neden Gitmeli?" sorusuna dolu dolu cevap vereceğini düşündüm.
Uzun uzun notlar almamıştım; o yüzden rehber niteliğinde olmayabilir bu yazı.
Sadece, bu sene ya da önümüzdeki sene kalbi Ege'de atanlara tavsiyem;bir de Bozcaada'yı görün :)

Üzümler, bağcılık ve şarap Bozcaadanın tamamına yayılmış durumda. Sokaklarda gezmek bir o kadar keyifli


Seramik faaliyetleri oldukça yaygın. Bozcaada "boz" değil; yeşil ve mavi aslında :)

Güler Ada Reçellerine mutlaka uğrayın; domates reçellerinden alın :)


Maviyi seviyoruz ve özlüyoruz :)


Eyvah Eyvah-düğün sahnesinin çekildiği alan;inanılmaz güzeldi çünkü heybetli ağaçları vardı :)
Denizin güzel olduğu sahil-adını unuttum
Bu güzel manzaraya sahip birkaç lokanta/cafe var. Şimdi adını hatırlamasam da 1 tanesi -ki bizim de oturduğumuz- Ata Demirer ve eşinin sık uğradığı bir mekanmış dediler;doğru çünkü bizim yan masada köfte yiyorlardı(evet baktım ne yiyorlar diye :)
Doyasıya deniz...



Bunu yapsamak olmazdı:


Sahil kenarında çay bahçesinde mutlaka Türk kahvesi için; tadı harika :)



Benim için santralden öte rüzgar gülü onlar :)
 Ve ayrılma vakti:

Ege'yi, maviyi, yeşili, üzümü, domates reçelini, tarihe tanıklık etmiş 1 yaşayan müzeyi, sahil kenarında sohbet etmeyi,sade kahveyi, gezmeyi, eğlenmeyi seviyorsanız bence hiç durmayın koşun Bozcaada'ya ya da durun bu işte 1 gariplik olmasın, siz en iyisi en yakın feribota atlayın giderken de çay keyfi yapın :)

HERKESE MUTLU, KEYİFLİ, MAVİLİ, DENİZLİ TATİLLER :)

Devamını oku »

21 Temmuz 2013 Pazar

Pratik Tarifler: Limonlu Haşhaşlı Kurabiye

Uzun zamandır kurabiye yapmak istiyorduk ancak aklımıza yatan, hafif ve leziz bir tarif bulamıyorduk.
O yüzden kek yapıyorduk :)
Geçen gün inat edip "kurabiye yapalıııııım" deyince daha önce gözümüze çarpmayan bir tarifle kitapta göz göze geldik.
İşte size hem leziz hem hafif hem de elbette ki pratik bir kurabiye tarifi.
Kurabiyelerin hatırına makine de saklandığı yerden çıkıp pasını attı :)
Malzemeler:
2 su bardağı un
Yarım tatlı kaşığı kabartma tozu
1.5 tatlı kaşığı rendelenmiş limon kabuğu
2 tatlı kaşığı haşhaş
Yarım paket yumuşatılmış tereyağı
3/4 su bardağı toz şeker
1 yumurtanın sarısı
1 yumurta
1.5 tatlı kaşığı limon suyu
Yapılışı:
Tereyağı ve toz şekeri mikserle çırpın, krema haline getirin, içine yumurta sarısı, yumurta, limon suyunu ekleyip yumuşak kıvama gelene kadar karıştırın. Ayrı bir kapta un, kabartma tozu, rendelenmiş limon kabuğu ve haşhaşı karıştırın ve bu karışımı ilkine ekleyin ve düşük hızda mikserle karıştırın. Fırın tepsisine yağlı kağıt serin. Yemek kaşığı ile hamurdan parçalar alıp yağlı kağıt üzerine yuvarlak şekilde yerleştirin. Önceden ısıtılmış 180 dereceye ayarlı fırında 25 dakika pişirin, afiyet olsun :)

Hazırlanışı sırasında fotoğraf çekmek aklımıza gelmemişti o yüzden de piştikten sonra bolca fotoğrafladık.
Amatör çekimler oldu ama biz çok eğlendik :)


HERKESE KURABİYE TADINDA HAFTA SONLARI DİLERİZ :)
Devamını oku »

19 Temmuz 2013 Cuma

1 Hikaye: Çınar Ağacı ve Çeşme :)

Bazı yazılar kuru kuru okunursa hep bir tarafı eksik kalırmış... İşte tam da bu sebepten aşağıdaki parça da eşlik etsin bize:

Uzak uzak diyarlarda kocaman bir çınar ağacı ve onun yanı başında da suyu hiç bitmeyen bir çeşme varmış. Köydeki insanlar çeşme başına su almaya geldiklerinde çınar ağacının gölgesinde bazen soluklanır bazen de dertleşirmiş. Gel zaman git zaman bu heybetli ağaç insanların buluşma, sevgililerin bakışma noktası olmuş. 
Ne güzel sözler dinlemiş ne sırlara ortak olmuş bu koca çınar ve elbette çeşme.

Kaynak: burada

Lakin ayrılık vakti çok erken gelmiş. Köyünden, evinden, arkadaşlarından, ağacından, suyundan koparılmış bu insanlar bir "mübadele"ye katılmış. Gittikleri yer de belki anavatanmış, aynı toprakmış ama çınar ağaçları; dertleştikleri çınar ağacı değilmiş.. Dahası kuşların cıvıltısı, su sesi, komşular hepsi “geride” kalmış.
Uzun bir deniz yolculuğundan sonra kurumuş gözyaşları. Önlerinde onları bekleyen yepyeni bir hayat ve çınar ağaçları olmuş.
Ama hiç unutmamışlar gölgesinde serinledikleri heybetli ağacı ve suyu bitmeyen çeşmeyi; çünkü onlar hep orada, anılarda kalmış…
Ta ki… Geçenlerde bizimkiler toplaşıp bu anıları canlandırıncaya dek :)
Hüzünlü bir hikaye bu aslında ama tüm hüzünlü hikayeler gibi hüzünlü bir sonla bitmesi gerekmiyor,değil mi?
Ben ve bizim ailenin işte bu sebepten köyümüz yok. Ya da köyümüz uzaklarda demek daha doğru. Büyüklerimiz “Dedemin İnsanları” filmindeki gibi mübadele zamanında -1923’te- kayıklarla ve arkalarında bir dolu güzel anıyla gelmişler Türkiye’ye. Yabancı bir memleket değil elbette burası ama aniden gelmeleri ve geride bıraktıkları onları çok etkilemiş, hiç unutmamışlar.
      Anneannem, dedelerim ve birçok büyüğümüzü bu anıları 1. ağızdan dinleyemeden kaybettik. Babaannemi de hayal meyal hatırlıyorum. Yani çınar ağacı ve çeşme, oradan gelenlerin anlattığı ortak bir mekanmış ancak biz bunları hep 2. Kuşaktan yani anne ve babalarımızdan dinledik. Bana hep “neverland” gibi geliyordu. Ancak adları başkaydı; “Matlisa” ve “Poroy”: Selanik’e yakın iki kasaba (ya da köy)
       O yüzden de “nerelisin” sorusuna “Atatürkün memleketinden” cevabı vermiş olmam şaşırtıcı değil;ki şimdi böyle demiyorum :)
Sonra ne değişti?
Bizimkiler memleketlerini merak etti ve 50 kişilik bir otobüsle “çıkarma yaparak” çınar ağacını aramaya gittiler.
Sizce bulmuşlar mıdır?
2 tane bulmuşlar; ikisinin yanında da çeşme varmış :)
Ama yine anlatılanlara göre hangisinin dert dinleyen çınar ağacı olduğunu keşfetmeleri zor olmamış.
     Oradayken çok fazla konuşamadık zaten çoğu belli bir yaşın üstüydü ve cep telefonlarıyla uğraşacak vakitleri yoktu. İşte orada “zaman çok muydu yoksa yok muydu?” …
Sadece kuzenimin çektiği fotoğraflardan ve videolardan görme şansımız oldu.
Sınıra geldiklerinde annem “biz iyiyiz” diye telefon açtı; ben hemen –sabırsız insan- sordum tabii; “nasıldı oralar?” diye. Sonra derin bir sessizlik oldu.
Belli ki annemin kalbi orada kalmıştı
Kaynak: burada
     Yemyeşilmiş, suların ve kuşların sesi çok güçlüymüş,herkes gülümsermiş, mutluymuş bizim oralarda :)
Daha detaylı yazıyı kuzenimin anılarından okuyabilirsiniz aslında ben sadece 3. Kuşaktan bir dinleyiciyim.
          Kim bilir belki bir gün “2Balık 1Kedi” biz de gideriz; sohbet ederiz çınar ağacıyla, eskileri sorarız.

          Ne dersiniz, anlatır mı eski aşıkların sırlarını?

* Hatıralar için büyüklerimize, fotoğraf/videolar ve heyecan için kuzen M.'ye, sırlarımıza ortak olduğu için çınar ağacı ve çeşmeye teşekkürler :)
** Bekle bizi Matlisa ve Poroy :) -belki bir gün-

HERKESE KOOOOOCAMAN ÇINAR AĞAÇLARINDA YEMYEŞİL ORMANLARDA MASMAVİ SULARDA MUTLU TATİLLER DİLERİZ :)
Devamını oku »

18 Temmuz 2013 Perşembe

Kitaplık Kurdu 3. Yazı: Zaman Çok ve Zaman Yok :)

Aklımdan bir dolu konu geçiyor, notlar alıyorum, planlar yapıyorum, bunları blogda yazayım diyorum ama "zamanım yok" :)
Hayallere dalıyorum, okunacak kitaplarımı diziyorum, kahve koyuyorum kendime; "zaman çok" :)
Zaman çok mudur yoksa yok mudur tartışmaları sürer gider..
Ben bu kitabı da "zamanım yok"ken okudum ve yazdım(bu nasıl bir ironidir yahu :)
Bloga bir şeyler yazmak bana çok keyif veriyor ama her zaman aklımdakileri de yazamıyorum :( Size de oluyor mu öyle?

Bu kitabı okuyun,sonra yine konuşalım, ne de olsa "zaman çok" :)


Devamını oku »

17 Temmuz 2013 Çarşamba

İnsan İlişkileri : Kapalı Kutuda Açık Saha Maçı Mı?

Biri bir şey söylediğinde gözlerinizden alev, kulaklarınızdan duman çıkar da ağzınızdan 1 şey çıkmaz da "çıkmak istenen" yutulur ya; ben öyleyim-çoğu zaman-
İnsan ilişkilerinde zorlandığımı görebiliyorum.
Zaman zaman Semracan karikatürü gibiyim; iki lafı bir arayı getiremediğim çok oluyor. O yüzden de yazıyorum zaten :)
İnsan ilişkilerinin başlıkta da yer aldığı gibi "kapalı kutuda açık saha maç"" olduğunu düşünüyorum. Yani başlıkta soru gibi sorduğum şeyin aslında benim için çoktan verilmiş bir cevabı var.
Doyasıya bir mücadele, paslaşmalar, kazanan/kaybeden vs. var sanki; ki sanırım benim zorlandığım kısım da bu.
Paslaşmalar ve "mücadele" yalnızca "dostluk maçı" olarak kalsa istiyorum herhalde.
Ya da nedir bu mücadele, anlayamıyorum.
Çıkarlar çatışmadığı müddetçe herkes birbiriyle lokum gibi, ancak tersi bir durumda saklanan tüm sopalar ortaya dökülüyor.
Kendimi de ne lokumların ne de sopaların dışında tutamam, tutmam da.
Sadece ben kendimi konuşarak çok iyi ifade edemediğimi düşündüğümden olsa gerek - herkese de mektup yazacak halim yok :) - içime kapanıp duruyorum.
İş yerinde sıklıkla yaşadığım bu durum neticesinde keyifli öğle aralarım var ama bazen öyle durumlar oluyor ki ne diyeceğimi bilemediğimden herhalde kendi sesimi duymadan geçiyor gün (telefonlar hariç)
Bugün niyetim çok tatlı, çok gezgin bir kitabı paylaşmaktı ama aklım "açık saha maç"ta kalmış, belli.
Ben de sütten çıkma ak kaşık değilim ama bazı insan davranışlarına o kadar sinir oluyorum ki:
- Güven zedeleyen: Bir ilişkide "güven" temelde ise seninle paylaştığım bir konuyu neden koşarak başkalarıyla paylaşıyorsun? Hakikaten neden?
- Cümlesini çoğunlukla "anladın mı?" diye bitirenler size sesleniyorum; neden bu soruyu sorup onay beklediğinizi cidden anlayamıyorum.
- Benimle konuşmayıp dolaylı yoldan haber gönderenler: Tamam bazen çok alıngan ve sinirli olabiliyorum ama şimdiye kadar kimseyi yemedim, seni de yemem -herhalde-
- Okuduğum kitaplarla dalga geçenler; size zaten gülmekten başka bir şey yapamıyorum.
- Sürekli özel sorular sorup bunaltanlar; ben de sizi tenhada yakalayıp ıcık cıcık sormaz mıyım... (sormam ama olsun bu tehdit bile yeter :)
- Kendisiyle övünen tanıdıklarım; ne olur siz kendinizi övmeyin de bir izin verin başkaları sizi övsün.
- Bana "sen hep sakin misin?" diyenler; "değilim.. benim de dişlerim, tırnaklarım var sadece kullanmayı beceremiyorum)
- Ortak yaşam alanlarında sigara içmeye devam edip içmeyenleri de zehirleyenler; size diyecek lafım yok yani henüz bulamadım, kelimelerim kifayetsiz kaldı..

Ben biraz dolmuşum sanki :) Canım sıkkın da değil aslında ama yazınca ne kadar çok şeye takılıp, zorlanıyormuşum ortaya döküldü..
İnce bir çizgide galiba "insan ilişkileri",
hatta o kadar ince ki ben bazen göremiyorum, üzerine basabiliyorum.

Bu yazı da böyle olsun.
Keşke Rose gibi "Ben, can sıkıştırıcılar tarafından canımın sıkıştırılmasından hiç hoşlanmam, dolayısıyla bağırdım: 'Çakılın! Yoksa arka yastıklarınıza tekmeyi basarım!" diyebilsem..
Ne güzel olurdu :)

Kaynak: deviantart
***Unutmadan, hakkını yemeyeyim, kırmızı kapaklı kitabı bulma "etkinliği" gibi insan ilişkilerini çok seviyorum. Yine yeniden teşekkürler herkese...
Devamını oku »

16 Temmuz 2013 Salı

3 Bilinmeyenli Bir Denklem: Kırmızı Kapaklı 1 Kitap :)

Bir süredir bir kitap arıyorum.
Bulamıyorum.
Neden mi?
Kitabın adını hatırlamıyorum.
Yazarın adını hatırlamıyorum.
Yayınevini hiç bilmiyorum.
Peki ben nasıl bir kitap arıyorum?
Kırmızı kapaklı :)
Bulamamam sanırım normal..

Kaynak: burada (orijinalininde oynama yapmak zorunda kaldım)
Geçen gün Sahaf Kitap'ta George Orwell'in bir kitabının tanıtım yazısına denk gelmiştim.
Orada yer alan son cümle sanırım beni anlatıyordu.
Sadece ben o kadar yaşlı değildim :)
"Sahafta çalışırken -eğer sahafta çalışmıyorsanız bu mekanı kafanızda çekici yaşlı beyefendilerin uçsuz bucaksız deri ciltli kitap sayfalarının arasında gezindiği bir tür cennet olarak canlandırmanız ne kadar da kolay- beni en çok etkileyen şey gerçek kitapseverlerin az bulunurluğu olmuştu. İlk baskı züppeleri, edebiyat sevdalılarından daha fazlaydı; ucuz ders kitapları için pazarlık yapan doğulu öğrenciler onlardan da çoktu; ama en çok yeğenleri için doğum günü hediyesi arayan kafası karışık kadınlar geliyordu. Örneğin 1897'de çok hoş bir kitap okumuş olan, kendisi için o kitabın bir nüshasını bulup bulamayacağınızı soran sevgili yaşlı hanımefendi. Ne yazık ki kitabın adını ya da yazarını hatırlamıyor, tıpkı hangi konuyla ilgili olduğunu da hatırlamadığı gibi; fakat kırmızı bir kapağının olduğunu unutmamış."

Yalnız olmadığıma sevinsem de bu yazının amacı size aklımda kalan birkaç parça anekdot ile birlikte kitabı tanıyıp tanımadığınızı sormak.
Şimdiye kadar bir dolu kitabevinde ve internette aradığımı sanırım söylememe gerek yok.
Aklıma gelen son şey ise bu kitabın sadece bir arayışta kalacağı ve gerçekten hatırlamaya çalıştığım kitabı bulamayacağım :)

Aklımda kalanlar:
- Kitabı okumadım.
- Kitabı geçen sene - muhtemelen yaz ayları gibi- kitap eklerinde görmüştüm (belki de kıştı)
- Polisiye/macera tarzında olduğunu anımsıyorum.
- İstanbul'da İstiklalde geçiyordu-sanırım-
- Baş karakter M. miydi Z. miydi sanırım öyle bir adı vardı(karıştırıyor olabilirim)
- Yazarı Türk'tü ve bir dolu kitabı yoktu -galiba-
- Kapağı kırmızıydı kesin.(ama artık bu bilgiden bile şüpheliyim)

Geçen senenin kitap eklerine, bu tarzdaki kitapların yer aldığı raflara ve hatta kırmızı kapaklı neredeyse tüm kitaplara baktım(Murat Menteş vb.)
Yok, bulamadım.

Hakikaten böyle bir kitap mı yok acaba :)

Ben bu kitabı neden arıyorum?
Ben bu tarz kitapları okumayı pek tercih etmem ancak kitap tanıtımlarında beni çeken birkaç nokta olmuştu(ki ne olduklarını da hatırlamıyorum) ve bu tarz (polisiye/macera vb.) kitapları seven bir arkadaşıma doğum günü hediyesi olarak verecektim. Ki doğum günü de geçen hafta geçti; ancak sonrasında da hediye edebilirim.

Bu çok bilinmeyenli denklemde kafasında bir şeyler canlanan, beni bir isme/yazara/kitaba yönlendirebilecek olan varsa lütfen yorum bıraksın ya da 2balik1kedi@gmail.com adresimize mail atsın.

Teşekkürler :)
Devamını oku »

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Rose :)

Birazdan o kadar güzel bir kitaptan ve o kitapta yer alan olmadıkolağanüstü tatlı bir kızdan bahsedeceğim ki sanırım önce sırıtmamı engellemem ve duygularımı bir kenara bırakıp düşüncelerimden de bahsetmem gerek-ki bu biraz zor :)
Colas Gutman ile daha önce "Çocuk" kitabıyla tanışmıştım ve üslubunu çok sevmiştim.
Rose ile de Dünya Kitap Eki'nde "Çocuk Gözü" köşesinin sahibi Sevgili Ayfer Gürdal Ünal sayesinde tanışmış ve BDK ile bu tanışıklık daha da bir meraka sarmıştı beni.
( O dönem yaptığım kitap siparişinde Rose'yi sipariş vermek isterken "Olga"yı istemişim. İnsan bazen bazı şeyleri karıştırabiliyor değil mi?*Bu da başka bir yazının konusu)
Neticede eve gelen siparişlerden kendini apayrı bir yere koyan bir Rose vardı karşımda. Bu "farklılık" benim onu daha da çok sevmemi sağlamıştı.
Kaynak: burada
             Rose, konuşma bozukluğu çektiği için sık sık okul değiştirmek zorunda kalıyor. Anne (vakum) ve babası (patates) ona anlayışlı davransalar da aslında bazen Rose'nin sağır olmadığını unutup onun hakkında dert yanabiliyorlar. Rose da onlar için ayakkabı bağcığından (ayak bağı) başka bir şey olmadığını düşünüyor.
Hatta "gulbayani bir söylenti, bense yaşayan bir efsaneyim" diyor.
             Daha önce anaokuluna ve kreşe neden gitmediğimi anlatmıştım. Ben de ilkokulu 3 sene bir okulda okuyup sonra daha kalabalık olan başka bir okula geçmiştim. Orada özellikle ilk senede yaşadıklarım, konuşma bozukluğu çekmesem de Rose'ninkinden farksız değildi. Okulda hayat gerçekten çok acımasızdı. Biri bana "tenefüste ip zıplayalım mı ya da istersen kutulu köprüde sıçrayabiliriz (seksek oynamak)" dese hemen kabul edebilirdim çünkü kovalamaca oynarken ayağıma çengel takan çocuklardan bıkmıştım.
           Sokak lambaları (yetişkinler) ve yarım sokak lambalarından (büyük sınıflar) uzak durmak gerektiğini bilse de "yalnızlar duvarı"na tek başına yaslanıp küçük sınıfların (bifteği) şefi olmayı engelleyemiyor.
"Ben, can sıkıştırıcılar tarafından canımın sıkıştırılmasından hiç hoşlanmam, dolayısıyla bağırdım: 'Çakılın! Yoksa arka yastıklarınıza tekmeyi basarım!" Okuldaki yarım sokak lambaları ile baş edebilmek için "Yalnızlar" grubunu kuruyorlar çünkü "yalnızlarla insan hiç yalnız kalmaz" :)
           Yarım sokak lambası- Hugo ya da Thomas- ile karşılaşınca fokur fokur kaynar ve mutluluktan içi dışına çıkar(içi içine sığamaz). Kendi kendine acaba kaşık (aşık) mıyım diye sormadan edemez.
           Yeni okulunda da yaşadığı sorunlar sebebiyle acaba yeniden taptışınacaklar (taşınacaklar) mıdır? Steve Rico, Helene ve Momo onunla gerçekten arkadaş olmuş mudur ya da insan gerçekten yalnızlar grubuyla hiç yalnız kalmaz mı?
                                                                         ***
            Kitap, yaklaşık 80 sayfası ile oldukça akıcı, eğlenceli, yer yer düşündürücü. Rose'nin ya da "farklı" özellikte olan bir çocuğun yerinde olsaydık bu kitabı yine böyle güle oynaya yazabilir miydik, bilmiyorum. Dramatik olabilecek bir olayı insanların yüzüne çaktırmadan vurabilen bir yanı var. Çünkü "farklılık" sadece küçükken zorlanılan bir durum değil. İnsan büyüyünce "farklılık"larından bir çırpıda kurtulmuyor ve sokak lambaları da bir anda hoşgörüye bürünmüyor ne yazık ki.
           Böyle bir kitabın çevirisi nasıl olur diye uzun uzun düşündüm; bulamadım. Ama sanırım Tuvana Gülcan bulmuş; kendisini ayrıca tebrik etmek istedim.
           Kitabın içinde şahane diyaloglar var; bizce kaçırmayın :)
           "O zaman size iyi güle; siz sağ biz alamet" :) 
Künye:
Rose
Özgün adı: Rose
Yazan: Colas Gutman
Çeviren: Tuvana Gülcan
Yaş grubu: 7+
İletişim Yayınevi,2012,76sayfa,karton kapak

HERKESE KENDİ FARKLILIĞINDA HOŞBEŞLER DİLERİZ :)

* Rose "keşke hiç bitmese" diyeceğiniz türde bir kitap 
Devamını oku »

Günün Şarkısı: Black Cadillac-No Blues :)

Herkese Kocaman güzel, neşeli, eğlenceli, deniz kokulu günler ve haftalar dilerken bir süredir Joy Fm'de dinlerken keyif aldığımız bir şarkıyı paylaşmak istedik:


HERKESE MUTLU GÜNLER & BOL GÜNEŞLER :)
Devamını oku »

14 Temmuz 2013 Pazar

Dikkat Dağınıklığı & Unutkanlık: Ne Yapma(ma)lı :)

Daha önce de bahsetmiştim sanırım yıllardır hatta kendimi bildim bileli şiddetli bir dikkat dağınıklığı ve unutkanlık halinde olduğumu.
Bu durumun sadece bana özgü olmadığını kafası bir dolu yerde olan çok fazla insanın benzer şikayetler yaşadığını düşünüyorum.
Peki, ne yapmalı?
Biliyorum başlığı görünce bi dolu çözüm önerisi getireceğimi sandınız.
Kelin ilacı olsa kendi başına sürermiş misali, inanın mucize yöntemler bilmiyorum ben de..
Sadece belki yaşadıklarımdan birkaç tavsiye verebilirim; hani ucundan kıyısından da olsa yardımı olur mu diye (size mi bu yardım bana mı olacak acaba :)
1. Bocalama evresinden sonra kabullendim ortada yolunda gitmeyen bir şeyin olduğunu
2. Bir uzmanla görüştüm ve tasdik etti bu "durum"u
3. Kişi kendinin uzmanıdır diye düşünüp, kendi uzmanlığımda devam ettim :)
4. Not defterleri, post-itler ve kalemlerle yani aldığım notlarla dost oldum (unutkanlık için)
5. Dikkatimi dağıtan şey çoğu kez sevmediğim bir işi yapmak ya da sevmediğim bir ortamda bulunmaksa -elimden geldiğince- yaptığım işi bıraktım ya da ortamı terk ettim.
6. "Aman ayaıp olur"u bir kenara koydum, yoksa bana ayıp olmaya başlamıştı :)
7. Origami, puzzle, maket, el işi vb. şeyleri yaparken çok keyif almak üzereyken çok sıkıldığımı fark edip onları da olduğu kadarıyla bırakıp yeniden başlayana kadar bıraktım. (anaokulu, kreş gibi yerlere gitmeyip küçük kaslarını geliştirmeyenlerin bu tarz aktivitelerde de iyi olmadığını kanıtladım-bu benim tezim tabii)
8. Girdiğim ortamlarda insanları önceden uyardım ve bir süre sonra da herkes alıştı bu halime, ben de rahatladım onlar da :)
9. Kalabalıklarda duramadım (hala da duramıyorum) biraz saklandım biraz kaçtım
10. "Şıpsevdilik"ten, daldan dala atlamaktan kendime düz bir çizgi çizemedim ama fark ettim ki ben zaten ne tek ne de düz çizgi peşindeydim; ben sadece zigzagda olsa o yolda eğlenmeliydim :)
11. Dikkat gerektiren bir işte çalışıyor olmanın zorluğunu yaşadım, yaşıyorum. sık aralar vererek toparlamaya çalışıyorum, başka da önerim yok :)
12. Bazı eşyaları her zaman aynı yere koymak unutkanlığın önüne geçmek için faydalı bir yöntem. (anahtarlar ya da kimlikler şu cepte gibi)
13. Şu an sıkılmadan yaptığım nadir şeylerden biri de kitap okumak hele ki çocuk kitapları. Bu an'ın tadını çıkarmaya doyamıyorum elbette ki. O yüzden de kahvemle kitaba gömülüp bir süre orada kalmak istiyorum-hala ve ısrarla-
14. Yürüyüş iyi geliyor aslında ama farkında olmadan arabanın önüne atlamış bulmayın kendinizi; ben yaptım siz yapmayın :)
15. Dikkat dağınıklığı ve unutkanlık dünyanın sonu hiç değil; hatta bazen daha önce yaşadığın şeyi yeniden farklı hislerle yaşamak hoş bile oluyor; o yüzden en mantıklısı ve güzeli an'ın tadına odaklanmak :)
16. Dikkatim dağınık ya da unutuyorum diye benimle bozuşmayacak arkadaşlarım var; o da önemli..
17. Kendime dertleşecek bir uğur böceği buldum; her gün yolda rastlıyorum ona :)

Bu amatör balık çizimi bana ait :)
Geçen gün kütüphanede uzun zamandır aradığım bir kitabı buldum ve sevinçle getirdim eve onu. Okumaya başladım lakin altını çizmek istediğim o kadar çok yer vardı ki... Kitabı satın alırım, devam etmeyeyim diyerek masama bıraktığımda kitaplığımda aynı kitabı gördüm. Şaşırdım önce yanlış gördüm sandım. Elime alıp sayfaları karıştırınca daha önceden okuduğumu fark ettim. Uzun zamandır aradığım ve kütüphanede bulunca sevindiğim kitap meğerse evdeki kitaplığımda okunanlar rafındaymış :)

Belki sizin de bana önerebileceğiniz hususlar vardır ve paylaşmak istersiniz belki; kim bilir :)
Devamını oku »

12 Temmuz 2013 Cuma

1 Hikaye: Tilki ve Leylek

Biraz sonra size anlatacağım hikayedeki beyaz yavru tilki ve beyaz leylek hiç tanışmamış olmalarına rağmen bizce çok iyi arkadaşlar; bu hikayeyi de bu bilgiyi hatırlayarak okuyun olur mu :)
           Dün gece yani bugün sabaha karşı yani oldukça karanlık bir saatte misafirlerimizi havaalanına götürmek üzere arabamız ile yola çıkmıştık. Bir müddet sonra - ki bu demek oluyor ki ben aslında hala uyuyorum- önümüzdeki arabanın dörtlüleri açarak kenara çektiğini fark ettik. Çok hızlı gitmediğimizden biz de her ihtimale karşı yavaşlamıştık. Sonra ben yani biz yolun sol tarafında kendi etrafında dönen beyaz bir şey gördük ama ilk anda ne olduğunu anlayamadık. Kedi, tavşan vs. bir boyuttaydı ama kar gibi beyazdı ve kooocaman kuyruğu vardı. Ya da aslında ben hala uyuyordum ve rüya görüyordum. Ancak arabadakiler de beni onaylayınca silkelendim ve kendi etrafında dönen "şey"e odaklandım. Amanın bu bir tilkiydi. Hatta daha da ötesi tilki yavrusuydu... Kendi etrafında dönüyordu çünkü sanırım önümüzdeki araba ona çarpmıştı ve o da sersemlemişti. Havaalanı, misafirler,araba, yol derken içgüdüsel olarak arabadan inmeye niyetlendik. Ve o an tilki yolunu bulup ya da korkup kaçtı. İnsek ve yanına gitsek ne yapardık bilmiyorum. "Korkma, sana yardım etmeye geldik." diyebilir miydik? Şaşkınlık ve üzüntüyle yolumuza devam ettik ama aklım yavru tilkide kalmıştı; ne de tatlı kuyruğu vardı :)
            Dönüş yolunda iken hava oldukça aydınlanmıştı. Gecenin gizemi falan da kalmamıştı :) Biz de tini mini ilerlerken önümüze yine beyaz bir "şey" çıktı ancak bu seferki uçuyordu. Bence o bir martıydı çünkü minicikti ve beyazdı. Martılara dair pek fazla anım olmasa ve İstanbul martıları kadar simit yemiş gibi şişmiş durmasa da 1 martıyı poposundan tanıyabilirdim herhalde. Ancak eşim ısrarla onun bir leylek olduğunu söyledi. Ben de -ki hala uyanamamış olduğum buradan da anlaşılabilir- leyleklerin daha kooocaman olduğunu hatta pembe ağızlı olduğunu falan söyledim (tamam sadece aklımdan geçti).Galiba o an gözümde canlanan  bir flamingoydu :) Neticede biz yaklaştıkça uçan beyaz popo daha da büyüdü ve ağzında yiyecek taşıdığı çok belli olan bir leylek olarak karşımıza çıktı.(neyse ki iddiaya girmemiştik :)
Leylek, tilkiye doğru uçuyordu.
Belki de onu çok iyi tanıyordu.
Yok yok kesin çok iyi arkadaştılar.
Hatta leylek onun zor durumda olduğunu anlamış,ona yiyecek götürüyordu :)

Bu hikayenin sonunda leylek tilkiyi kurtardı,
Benim hayvanları hiç tanımadığım ortaya çıktı,
Neyse ki arabayı benim kullanmadığıma şükredildi,
Bu hikaye bir düş müydü, o da okuyanlara kaldı :)

               
Kaynak: burada
               
HERKESE HAVADA GÖRÜLEN LEYLEKLERE EŞLİK EDEN TATLI TATİLLER DİLERİZ :)





Devamını oku »

Bugün Adım Kaktüs Benim :)

Her zaman "papatya" değiliz sanırım; bazen "kahkahaçiçeği" bazen "küstümotu" bazen de "kaktüs" oluruz :)
Çiçek'in hikayesini okurken aklıma kendi çocukluğum geldi.
Nasıl gelmesin ki; ben de -hatırladığım kadarıyla- en az 1 gün "papatya" isem diğer gün "kaktüs" olabiliyordum :)
Büyüyünce unutuyoruz aslında küçükken neler yaşadığımızı ve hissettiklerimizi.
Bize ne kadar da önemli gelen bazı şeylerin büyükler tarafından pek de önemsenmediğini,
Sonra biz büyüyoruz ve biz önemsememeye başlıyoruz "küçük"leri...
Bu kitapta aslında önemsenmeyen bir çocuktan bahsedilmiyor yani sizi giriş kısmıyla biraz kandırdım :)
Aslında tam da kandırmış sayılmam çünkü bu kitabı okurken aklıma bunlar gelmişti.
Çiçek, yeni abla olmuş ve büyümesini yüzünde çıkacak sivilceye bağlayan, en yakın arkadaşı Defne ile tartışan tatlı mı tatlı bir kız.

Sevinince "Şıkıdım kere şıkıdım" deyişi var ki; ben gülmekten kırıldım.
Hikayesini de kendisi anlattığı için oldukça doğal bir anlatımı var.
1. tekil şahıstan yazılan çocuk hikayelerini/romanlarını daha çok sevsem de yazarın "usta"sı sanırım burada biraz daha fazla kendini belli ediyor.
Nitekim etrafta gördüğü her şeyi bir çocuğun gözünden bakarak yazmak sanırım kolay olmasa gerek.
Hikaye kısa bir zaman diliminde gün içerisinde Çiçek'in yaşadıklarını ve çevresindekilere olan duygusal tepkilerini anlatıyor.
Kardeşini kıskanıyorama aynı zamanda kardeşi hastalanınca dünyası başına yıkılıyor,
Dedesiyle "büyüme" üzerine parkta sohbet ediyor,
Evdeki (H)ediye Abla'ya takılıyor,
Anne ve babasını özlüyor,
Düşler kuruyor,
At koşturuyor,
Defne ile küsüyor ama sonra dayanamayıp barışıyor,
Hemen her gün de farklı bir "çiçek" oluyor,
Hatta gün geliyor, derdini "banyo dolabı"na kilitliyor :)
Günışığı Kitaplığı'ndan çıkan Hacer Kılcıoğlu'nun yazdığı "Bugün Adım Kaktüs Benim" tatlı bir kızın hikayesini anlatıyor.
Sürekli iyilik yapıp etrafa gülücükler saçan karakterler ne kadar yapmacık geliyorsa Çiçek gibi bazen "kaktüs" de oluveren karakterler bana o kadar "sıcak" geliyor.


*Kitabın adını ısrarla "Bugün Kaktüs Benim Adım" şeklinde söylüyorum; sonra aklıma takıldı acaba benim gibi yanlış söyleyenler oluyor mudur diye :)
** Yazarın "Perşembeleri çok severim" kitabını da merak ediyorum; umarım yakında yollarımız kesişir.
*** Radikal KABORÜKO da Çiçek ile tanışmış :)
Künye:
Bugün Adım Kaktüs Benim
Yazan: Hacer Kılcıoğlu
Editör: Müren Beykan
Yaş grubu: 8+
Günışığı Kitaplığı, 2011, 123 sayfa

HERKESE GÜNEŞLİ, ÇİÇEKLİ, KEYİFLİ HAFTA SONLARI :)
Devamını oku »

11 Temmuz 2013 Perşembe

Kitaplık Kurdu 2. Yazı: Masal Battaniyesi :)

Çok çok çok uzun zamandır çok  çok çok severek ve defalarca okuduğum bir kitap; Masal Battaniyesi.
Kitaplık Kurdu'ndaki ilk yazım "Çocuk" üzerineydi.
İkinci yazı da sıcacık Masal Battaniyesi ile ilgili.
Yeniden teşekkürler Kitaplık Kurdu :)


* Masal Battaniyesi ile ilgili Bir Kitap Lütfen'in ve BDK Yıldıray'ın yazılarını da okumak isteyebilirsiniz :)
Devamını oku »

Yazarı Tanımadan

"Daha az bilgi daha çok mutluluk mu?"
Bazen bu soruyu düşünüyorum.
Biri bana sorduğundan değil; sadece an gelir kendime sorarım bunu.
Bazen "bilmek" sizi daha mutlu yapmaz hatta tersine mutsuzluğa sürükleyebilir.
"Daha az bilgi"den kastım "daha az düşünmek" hiç değil.
Sadece bazen bir konuyu çok kurcalarız, hakkında her şeyi bilmek/duymak/görmek isteriz ama sonuca varmadan yaşanılan hayal kırıklığı bizi pek bir yere götürmez.
Niye bu kadar uzun bir giriş yaptım bir fikrim yok ama galiba ben uzun girişleri ve lafı dolandırarak söylemeyi seviyorum.
Bu blogda yazarken kendimle ilgili 1 şey daha keşfettim.. (diğerlerini de aklıma geldikçe yazayım)
Beni bu yazıyı yazmaya iten sebep; yani hakkında daha çok bilgiye sahip olup da beni hayal kırıklığına sürükleyen şey; yazarlar...
Kaynak: burada
Ben sadece basit bir okuyucuyum neticede ve herkesin hayatı da elbette ki kendine...
Ancak kitaplarını okuyup çokça sevip bağrıma bastığım yazarların sosyal medyada yer alan paylaşımlarındaki "farklılık/gariplik" beni düşündürüyor.
Neticede herkesin bir özel alanı olmalı ve sosyal paylaşımları da yazarın özel alanı yani "yazar alanı" değil, bunun farkındayım.
Ancak gel gelelim hayal kırıklığını engelleyemiyorum.
Bir kısmını bu yüzden takip etmiyorum/edemiyorum çünkü kitaplarını okumaya devam edebilmek istiyorum.
Bu durumda da ortaya "görelilik" kavramı çıkıyor. (ya da o hep orada duruyor bilmiyorum)
Çünkü yazdıkları ya da paylaşımları "bana göre" "farklı" ya da "garip"...
Elbette, yazar şunu yapar, oraya gider, bunu giyer, şöyle düşünür diyemeyiz, dememeliyiz, demeyiz :)
Yani niyetim kimseyi ayıplamak  değil, hatta hiç değil...
Sadece ben böyle bir şey hissediyorum, acaba sizde de benzer duygular oluşuyor mu onu merak ediyorum.
Çünkü bahsettiğim şey siyaset falan değil, bu konuyu özellikle yazmak istedim.
Hani okuduğunuz yazarı gözünüzde KOOOOOCAMAAAAAAN düşünürsünüz ancak onu "kitabın dışında" görünce "1 garip" olursunuz ya, işte tam da ondan bahsediyorum...
Bazen de tam tersi yazarla yapılan bir röportajı okursunuz ve onu daha da seversiniz.
Sanırım ben fazla duygusal yaklaşıyorum.
Yazar; yazar...
Ben okur olarak sadece okurum...
Sevme ya da sevmeme gibi duygusal bir bağa gerek yok (heralde)
Tam çözememişim bu ilişkiyi :)
Dediğim gibi ben basit bir okuyucuyum ve kimseyi eleştirmek haddim değil ya da kimseyi incitmek/kırmak hiç istemem...
Sadece merak ettim; 1 ben miyim böyle garip hisseden?
"Yazarı tanımadan" kitabını okumak daha mı mutlu eder bizi?
Ne dersiniz?
* Aklıma takıldığı için sordum öylesine, umarım kimseyi kırmamıştır bu yazı :)





Devamını oku »

9 Temmuz 2013 Salı

"Herkes Bir Şeylerden Korkar" : Cesaret ve Korku :)

"Herkes Bir Şeylerden Korkar"...
Herhangi bir şeyden korkmayan var mıdır, bilmiyorum.
Henüz denk gelmedim.
Ben de korkak tiplerden biriy(miş)im, itiraf edeyim.
Brigitte ablayı zaten çok severdim, bu kitaptan sonra daha da bir kanım kaynadı.
"Çıtır Çıtır Felsefe" serisini okurken karşımda beni olumsuz yönlerimle de kabullenmiş, anlamaya/dinlemeye çalışan, kafama takılanlara cevaplar bulmasa da bana doğru sorular soran 1 abla canlanıyor gözümde; bu Brigitte Abla tabii ki :)
Serinin bazı kitaplarını çok önceden okumuş, unutmuş, yeniden okumuştum.
Bu kitabını da okuduysam da hatırlamadığımdan kütüphaneden geçen gün sevinerek aldım.
Niye sevindim bilmiyorum; çıtır çıtır felesefe insana bunu yapıyor sanırım :)
Yanlış hatırlamıyorsam toplamda 23 kitaplık bir seri, zaten herhangi birini okuyunca diğerleri de sizi mıknatıs gibi kendine çekiyor. ( Bu da demek oluyor ki Brigitte Abla sık sık konuğumuz olacak :)

Kapak resmini çok sevdim :)
                                                                     ***
"Herkes bir şeylerden korkar" diye başlar kitap ve örnekler veriyor; ölüm, örümcek, karanlıkta uyuyamama, sevilmeme, dönmedolaba binme, bir kızı/oğlanı öpme, büyüme korkusu vs.
Kitapta kanlı canlı örnekler var; dolayısıyla bahsedilen örneklerdeki Sonya ya da Ali siz de olabilirsiniz. Ya da bu kitabı okuyan her kimse.
Benim de isim vermeyeyim bazı örneklerle birebir benzerliğim var.
Ancak kitaptan sonra -hatta kitabı okurken de- uzun süre düşündüm ben nelerden korkuyorum diye.
Biliyorum okuyunca bazılarına güleceksiniz ama ben yine de az özel olanlarından paylaşmak istedim; belki benzer şeyleri hissedenler vardır ve kendilerini yalnız hissetmezler :)
- Ormanda kaybolmak (biliyorum kırmızı başlıklı kız değilim her gün ormanda anneanneme yemek götürmüyorum:)
- Denizde iken kocaman bir balık tarafından ısırılmak (2 balık'ız dedik ama büyük balık ısırıklarından korkmayız demedik :)
- Trafikte "gerçek" araba kullandığını unutmak (çarpışan arabaları çok seviyorum ve bazen insanın gerçek trafikte de kafası karışabiliyor.)
- Sevdiğim/sevmediğim hatta tanıdığım/tanımadığım birini kırmaktan/üzmekten çok korkarım. (iyi kalpli olduğumdan falan değil ya bencillikten tamamen onun vicdan azabını düşünürüm yani :)
- Karınca ezmek... (küçükken -çok acayip küçükken-  karıncaların "canlı" olduğunu düşünmez,özellikle üzerlerine basardım; şimdiyse onun vicdan azabıyla, değil üzerline basmak yollarını şaşırtmayayım diye ödüm kopuyor.
- Teknoloji kazığı yemek: Bilgisayarın, telefonun bozulması ve içindeki evraklarıma ulaşamamak
- Birinden bir şey istemek: Kalemini isteyecek olsam sanki kolunu bacağını istiyormuşum gibi geliyor bazen.
- Birine bir şey sormak: Korkmak değil de belki çekinmek denebilir; kimsenin özel alanına girmek istemem.
Kitapta " Korkunun çocukları", "anne, ışığı açık bırak", "ben korkağın tekiyim", "dolapta biri var", "cesur insanlar korkar","korkuyla oynamak" gibi başlıklara ayrılmış toplam 21 mini bölüm var. Hepsinde de korkan kişinin neler hissedebileceği üzerine örnekler var.
"Dolapta biri var" bölümü çok keyifliydi; Kaan uyuyamıyor, tuhaf gıcırtılar duyuyor. Odasındaki dolabın içinde birilerinin olduğundan emin. Babasını çağırıyor. Babası Kaanla dalga geçmek yerine Kaan'ın oyuncak kutusundan aldığı kılıç ile dolabın kapağını yavaşça açıyor ve canavar olmadığını görüyorlar; Kaan kendini güvende hissederek uyuyor.

"Başkalarının korkularımıza saygı duyması ve bize salakmışız gibi davranmaması ne kadar da rahatlatıcıdır." :)
Korku bazen- ne yazık ki- bulaşıcı da olabiliyor. Etrafa yayılan 1 haber ile herkes korkuya kapılabiliyor...
:)
"Başkalarının korkuları önümüzü tıkayabilir. Kendimize olan güvenimizi yitirmemize neden olur ve sonunda da, bizi yeteneksiz olduğumuza inandırır."

Benim hoşuma giden diğer bir bölüm de;


 "Cesur olmak, bütün "rağmen"lere rağmen harekete geçmektir." :)

Kitap küçük cesaret alıştırmaları ile bitiyor.
"Cesaret olduğu sürece korkuların gerekli olduğu" cümlesi kalıyor aklınızda.
                                                                                ***

Anaokulu ve kreşe "korku" yüzünden gitmemiş, 5.5 yaşında okula başlamış ve derslerde uyuyakalmış biriyim. Anaokulunun ilk günü gerçekten çok kocaman bir kız vardı ve beni köşeye sıkıştırmıştı, çok korkmuştum. Anaokuluna gitmekten böylelikle kurtuldum derken ilkokulda daha ezeli bir düşmanla, matematikle, karşılaşacağımı bilmiyordum, orada da pes etmiştim.
Bizim zamanımızda olsaydı Çıtır Çıtır Felsefe serisi ben o kocaman kızı cesaretimle döver, matematikte çarpım tablosunu elimle toplama yapmadan çözebilirdim :)
Ama siz geç kalmadınız,
Çocuğunuz veya siz (itiraf edin bu kitapları ilk önce kendinize düşündünüz:) Brigitte abla ile tanışın ve tüm "rağmen"lere rağmen harekete geçin :)

Künye:
“Çıtır Çıtır Felsefe” dizisi
“Cesaret ve Korku”
Yazan: Brigitte Labbe
Resimleyen: Jacques Azam
Editör: Müren Beykan
Çeviren:Azade Aslan
Yaş grubu: 8+
Günışığı Kitaplığı, 2008, 40 sayfa

HERKESE KENDİ KORKULARINDA BOĞULMADAN 
MAVİ DENİZLERDE YÜZME CESARETİ DİLERİZ* :)
*Büyük balıklara aman dikkat :)

Devamını oku »

7 Temmuz 2013 Pazar

Çubuk Makarna Düğümü :)

Biz makarnayı pek severiz. Çubuğu, fiyonklusu, burgusu arasında pek seçim de yapmayız.
Makarna; makarnadır.
Hele bir de domates soslu olursa :)
Onun adı ezelden beri: DM'dir; Domatesli Makarna :)
Belki kurtarıcı bir yemektir bilmiyorum ama makarnanın bizim evde yeri apayrıdır.
Kütüphanede iken "Çubuk Makarna Düğümü" ile kısa sürede tanışmam ve evimize konuk olması da bu sebepten.

Kitap; "Bir zamanlar hiç makarna yememiş iki çocuk vardı" diye başlıyor.
Bu ancak masallarda olabilir diye düşünüyorum çünkü daha önce böyle bir "durum"la hiç karşılaşmamıştım.
Tom ve kızkardeşi Niki teyzeleri Rebeka ile yaşamaktadır çünkü anne babaları yanardağ araştırmaları için çok uzaktadırlar. Rebeka teyze de iyi biridir ancak biraz gariptir de. Karşısında biri varmış gibi salonun ortasında dans etmekte ve sürekli çiğ soğan yemektedir. (benim için garipten de öte "ıyyy" bir durum :)
Aslında daha çok suyosunu ve lahana yemekte ve sağlıklı beslenmeye çalışmaktadır ancak Tom ve Niki bu durumdan pek de memnun değildir.
Hayatlarında ilk defa makarna yedikleri yer bir lokantadır; çünkü paraları sadece ona yeter.
Derken bir gün gazetede Pipelli Makarna Fabrikası'nın "makarna sosları" ile ilgili yarışmasına katılırlar ve Bay Pipelli ile tanışırlar.
Orada geçirdikleri günün sonunda eve zeytinyağına bulanmış, çubuk makarnaya dolanmış halde dönünce Rebeka Teyze bu duruma sinirlenir ve Makarna Fabrikasına gider; orada hiç beklemediği bir durumla karşılaşır:
Bay Pipelli'nin kıvırcık siyah saçları, ışıldayan gözleri ve yüzünü ikiye bölen gülümsemesi vardır :)
                                                                             ***
Detaya girmeyeyim derken neredeyse tüm hikayeyi anlattım :)
Günışığı Kitaplığı'ndan çıkan bu kitap, "Abur Cubur Peşinde" serisinden bir kitap.
Diğer kitapları da okumak için sabırsızlanıyorum.
Bay Pipelli karakterini çok sevdim.
Keşke gerçek hayatta da böyle yüzünü ikiye bölen gülümsemesi olan insanlar -hele ki makarna fabrikası olanlar- olsa ve bizi makarna yemeye davet edip önümüze 6 çeşit makarna koysa...
Hepsini yerim ki ben :)
Size tavsiyem "Çubuk Makarna Düğümü"nü okuduktan hemen sonra uyumayın yoksa rüyanızda kendinizi Bay Pipelli'nin fabrikasında midye makarna yaparken bulabilir, Rebeka Teyze kızmasın diye de yanına sebze yemeği yapmak zorunda kalabilirsiniz :)

"Çubuk Makarna Düğümü"nü okuduktan hemen sonra :)
* Abur Cubur Serisi ile ilgili Hint Cevizi'nin  ve BDK'nın yazılarını da okuyabilirsiniz :)

Künye:
“Abur Cubur Peşinde” dizisi
“Çubuk Makarna Düğümü”
Özgün Adı: The Spaghetti Tangle
Yazan: Alexander McCall Smith
Resimleyen: Ian Bilbey
Çeviren:Nazlı Tancı
Yaş grubu: 7+
Günışığı Kitaplığı, 2009, karton kapak,80 sayfa

HERKESE KENDİ ÇUBUK MAKARNASINDA DOMATES SOSLU YEMEKLER, 
LEZİZ TARİFLER DİLERİZ :)

Devamını oku »