1 Kitap 1 Mektup etkinliğini düzenlemeye başlamadan önce aklımda hep "çocuk kitapları" ile ilgili bir şeyler vardı. Zaman zaman bu alanın birazcık dışına çıktım çünkü merak ettiklerimi muhataplarına sormak/öğrenmek istiyordum. Onlardan biri de "Makarna Lütfen!" markasının kurucusu Tuğba Bayburtluoğluydu. Neden mi? Önce röportajımızı yayınlayayım, altına da aklımdan ve tabii midemden geçenleri ekleyeyim :)
Tuğba Merhaba,
İlk sorum tabii ki leziz makarnaların hakkında olacak. Sırrı
muhtemelen çokça sevgi ve bolca emek ama sahiden nasıl bu kadar güzel
makarnalar yapıyorsunuz? :)
Çok teşekkürler çok sevindim beğenmenize gerçekten. Bizim
makarnaların tadı esasında bizim için ikinci planda. Sebzesi bol olsun diye bir
annesel düşüncemiz var. Tatları da güzel oluyor ne mutlu ki, üstüne bal kaymak
işte:)
Aklımdaki sorular biraz “Makarna Lütfen”den biraz da annelik
üzerinden olunca, yoğun iş temposunda hem bir şeylere yetişmeyi hem de anneliği
bir arada nasıl yürüttüğünü merak ediyorum.
Yürüyor gibi gibi yani esasında çok parçalanıyorum. İşin ve
anneliğin hakkını veriyorum sanırım ama arada kendime bakamıyorum. Annem hep
derdi ne zaman geçti o kadar yıl diye, gerçekten ben de aynı şeyi hissediyorum.
Kredi ödemesi ya da saç boyamın dibi gelmese yani böyle her ay ödenecek,
ilgilenecek bişiler olmasa herhalde zamanın geçtiğini de anlamayacağım. Kızım
uyumlu bir kız. Eşim kaprisli biri değil, yemek varsa yer yoksa yapar yedirir.
Herkes biliyor artık ne kadar yoğun olduğumu bir de sanırım, yani anlayış
görüyorum.
Annelik maceran nasıl başladı? Doğum hikayeni anlatabilir
misin? İlk günlerde hangi konularda zorlanmıştın?
Biz geç bulduk eşimizle birbirimizi, evlendikten sonra yaş
da geçmesin diye istedik bir iki sene içinde çocuk sahibi olmak. Ben hayatı
boyunca kilolu biri olduğumdan önce zayıfladım biraz, tek zorlandığım konu bu
oldu zaten. Kilo almayayım dedim ama kör boğazımı da tutamadım. Gebelik
diyabetine kadar tabi, sonra frenledim kendimi. Doğuma yakın preklempsi olunca
normal olsun diye diretsem de sezaryena aldılar. Doktoruma çok güveniyordum,
sözünden çıkmadım. Sütüm de hemen geldi, zırladım mırladım işte çok ekstrem bir
hamilelik ya da doğum değildi. Sadece eşim çok şımarmayayım diye nazıma
niyazıma bakmadı. Bende bu ters tepti, adam çocuğu sevmeyecek sandım çok
korktum. Sonra sonra anlıyorum ki kendisi de abartmış. Bir daha hamile kalırsam
görür o gününü :)
“Makarna Lütfen”inhikayesini sosyal medyadan öğrenmiştim.
Sana yine de sormak istiyorum, cidden bu kadar leziz makarnaların bizimle
kavuşma sebebi Peri’nin sebze yememesi ama makarnayı çok sevmesi mi oldu?
(Öyleyse teşekkürler Peri :)
Yok Peri’den önce babası geliyor efenim. Eşim sebze
ırkçısıdır, ıspanağın kavurmasını yer böreğini bile sevmez, semizotu sadece
salatada olur, yok efendim karnabahara bozuk patates muamelesi yapar. Ona
kerevizdi brokoliydi yedireyim derken iş buralara geldi:)
İnsanlar artık daha bilinçli ve kimse sağlıksız, hazır
gıdalarla çocuğunu beslemek istemiyor. Sanırım hepimiz organiğin, tam buğdayın
peşindeyiz. Asıl sorun da piyasada “sahte üretici”lerin çok olması galiba.
“Organik” adı altında satılan ürünlerde sadece fiyat farkı görüyoruz ama içerik
sıfır. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Organik pazarın alıcısı esasında çok araştırmacı ve
sorgulayıcı insanlar. Ben seviniyorum
her geçen gün bu benim kafamda insanların artmasına. Ama tabi bir de her
sektörün kendine göre kötü insanları var, az paraya çok pahalı mal satıp rant
sağlama peşinde olan. Gıda sektöründe de var bu insanlar. Her ay mutlaka bir
eposta bir telefon alıyorum “Bizim ürünler çok güzel çok organik kendi
köyümüzden kasabamızdan” diye. Bir sertifika bir izin vb. sorduğunuzda fısss ses
yok. Bırakın organik sertifikayı daha Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı’nın
kontrolünde bir üretici filan bile değil. Bir de tonlarca ürün satmış olmanın
havasını basıyor. Bu insanlar hep olacak, her zaman olacak. Önemli olan
tüketicinin aldanmaması. Organik ürünün üzerinde Bakanlığın logosu oluyor.
Etiketinde bir sürü bilgi oluyor. Her sakallıya dede dememek lazım yani
kısacası.
Özellikle ek gıda sürecinde annelerin kafası çok karışık
oluyor. Eskiler hemen püre/muhallebi/çorba ver diyor, doktorlar belirli
yasaklar koyuyor, kitaplarsa “çocuğunuz kendi yesin” diyor. Tam da bu noktada
“Makarna Lütfen”in ürünleri hayat kurtarıyor aslında. İçinde besleyici çorbalık
karışımlar, tuzsuz köfte harcı, sebzeli makarnalar var. Bu konuda danıştığın
doktorlar/anneler oldu mu, oluyor mu? Peri’nin ek gıda ile tanışma sürecinde
neler yapmıştın hatırlıyor musun?
Olmaz mı devamlı bir öğrenme-danışma halindeyim. Ek gıda ve
çocuk beslenmesi ile Türkiye’de yayınlanmış tüm kitaplara uğraşma çabam daha
yeni başladı. Meraklıyımdır, zaten çok da soru geliyor. Özellikle anne ve çocuk beslenmesi üzerine
olan kongreleri kaçırmamaya çalışıyorum.
Çevremdeki tüm çocuk doktoru, diyetisyen, hemşire filan kim varsa
sıkıştırıyorum, bunaltıyorum sorularımla.
Bilim gelişiyor. Takip etmek gerek kesinlikle. Peri’nin ek gıda
geçişinde ise kendi halinde bir anne idim, bu kadar bilgim yoktu. Ama yine de
birkaç badire atlattık mesela kıymaya alerjik reaksiyon verdi, tatildeydik çok
korkmuştum. Allahtan bir haftada geçti.
Sosyal medyayı özellikle de instagramı çok etkin ve etkili
kullandığını düşünüyorum. “Üretimden kareler” yayınlayıp ürünleri nasıl
hazırladığınızı da yayınlıyorsun, sebzeli makarnaları hüpletirken videosu
çekilen tatlı bebekleri de :) Belki de işin sırrı “reklam yapmaya ihtiyaç
duymamak”tır, samimi olmaktır. Ne dersin?
Tam bir formül veremem ama sanırım samimiyet önemli çok
önemli. Yani üzerinde bir reklam ajansının fikir üretip ortaya çıkardığı bir
proje değil bizimkisi. Daha önce böyle projelerde bulundum. Meslekte hem üretim
hem marka yaratma adına belirli bir tecrübem var. Ama en önemlisi hep müşteri
tarafına geçip bakıyorum. Bir eposta yanıtladığımda, bir post yazdığımda dönüp
okuyorum sorular soruyorum: Sivri bir tarafı çıkmış mı? Akıcı bir şekilde
anlatabilmiş miyim derdimi? Sade yazmış mıyım? Eğlenceli ve bilgi veriyor mu? Ben
takipçi olsaydım bunu okur muydum? Bu son sorunun varyasyonları çok önemli. Ben
müşteri olsam bu ürünü alır mıydım? Sanırım kılı kırk yaran huysuz bir gıda
mühendisi anne olmamın çok önemi var bu soruyu cevaplarken. Bir Türk annesi
köfte yaparken illa ki ekmek içi kullanır mesela ama piyasadaki köfte harç
firmaları maliyeti arttıracağı için göz ardı ederler. Ben göz ardı etmedim bir
de üstüne arttırdım. Her ekmek olmasın kaliteli bir ekmek olsun. Ekşi mayalı tam
buğday ekmeğinin galeta unu olsun içinde dedim.
Akşam eve geldin ama evde çok az malzeme var. Vakit de
kısıtlı, evdekiler de aç. Hemen hazırlanabilir tariflerden neler yaparsın böyle
bir durumda :)
Makarnaaaa :))) Gerçekten bir tencere makarna pişirirken ben
sosunu da hazırlarım salatasını da. Bol domatesli kıymalı bir makarnanın
yanında salata ve belki azıcık portakal suyu ne kadar güzel, sade ve besleyici
bir öğün değil mi?
Küçük bir şehirde üretici olmak belki körpe kabaklara daha
rahat ulaşabilmeni sağlıyordur ama çocuk büyütmek için küçük bir yerde olmak
avantaj mı yoksa dezavantaj mı sence?
Çocuğuna bağlı esasında. Eğer ekstrem bir eğitim seçerse
sanat gibi spor gibi büyük şehirde olmak lazım. Onun dışında küçük şehir
esasında rahat. Biz hem İstanbul’da hem Kırklareli’nde yaşıyor gibiyiz ama çok
gidip geliyoruz; Peri yolda büyüyor:)
Birlikte çalıştığınız kadınların da çoğu anne sanırım ve
güzel bir ekipsiniz. İşler çok yoğunken çocuğu için izin isteyen bir çalışanına
izin verirken ya da belki o an veremezken neler hissediyorsun?
Biz toplam 8 kadınız ve bugün esprisini yaptım, 7 karılı Hürmüz’üm
ben diye:))) Bizim ekipte herkesin işi önemli, herkesin işi acildir, başımın
etini çok yerler yani. Hani çok klişe olacak belki ama daha iyi iş çıkarmak
için ortaya birbirlerine tatlı tatlı takılmayı da ihmal etmezler. İşlerimiz her
zaman yoğun, hamdolsun büyüyoruz ama şimdiye kadar hiçbir çalışma arkadaşıma
“Hayır işimiz var kalıyorsun” demedim. Çünkü onlar mutlaka ortak çıkarımızı
korurlar, işlerini hakkıyla yaparlar ve izin alacaklarsa işlerini bitirdikten
sonra alırlar. Hatta bir ablamız bugün biraz rahatsız işe gelmişti. Zorla ben
doktora gönderdim. Doktor şaşırmış. Bir arkadaşımız şimdi doğum izninde, o geri
gelince ofise minik bir beşik atarız bebişini de alır gelir, beraber çalışırız
hayalleri kuruyorum şimdiden. Biz bir
bebek daha yapsak kesin üretimde büyütürüm dizimin dibinde:)))
“Makarna Lütfen” tanındı, sevildi ve daha da gelişiyor.
Hayalindeki tepe noktası neresi ya da var mı öyle bir “son”? Yoksa hep üretimin
içinde olmak yeterince tatmin edici mi?
Herkes atadan dededen kalma çiftlikten satışa filan başlıyor
ya ben işte oraya ulaşabilir miyim görücez. Şu anda kiracıyım üretimhanede.
Önümüzdeki 3.5 senede kredim var ödenecek. Belki ondan sonra bir başka krediye
girer bir üretimhane yaparız. Her bölümünde ayrı bir şey üretirim. Kocaman bir
laboratuarım olur, her şeyin analizini kendim yaparım, kontrol ederim. Organik
üretimi kendi organik tarımım ile desteklerim aaahhh hayaller:)))))
Eğer sakıncası yoksa, hangi makarna çeşidinin en çok satın
alındığını öğrenebilir miyim?
Karışıklar çok beğeniliyor. Sanırım Cem Yılmaz’ın deyimiyle
“everythinglittlelittle in tothemiddle”cıyız gerçekten:))
Sebzeli makarnaları pişirmek için özel bir yöntem var mı? Az
suda ve suyunu süzmeden pişirmek yeterli mi?
Az su, kısık ateş ve ilgi. Çok hassas bizim makarnalar,
çünkü çok sebze içeriyorlar. Başında beklemek gerekiyor.
Bence alanında çok başarılısın ve örnek alınacak bir
hikayen, cesaretin var.“Girişimci anneler”e neler tavsiye edersin diye de
sormazsam olmaz o yüzden :)
Estağfurullah çok teşekkür ederim. Ben küçük bir şehirde
işsiz kalmasaydım belki bu kadar cesur olamazdım. Başka çarem yoktu gibi
geliyor bazen. Ama çok ölçtüm biçtim, çok çok düşündüm her hareket hakkında,
çok içime döndüm, çok bilenlere danıştım. İyi ölçüp
biçmek gerekiyor kesinlikle.
Yemek yapmayı seven, bilen, bu işten anlayan biri değilim.
Ama kızıma sağlıklı bir şeyler yedirebilmenin mutluluğunu sayende yaşıyorum. Güzel
ürünlerin, sıcaklığın, samimiyetin, vakit ayırıp bloguma katıldığın için çok
teşekkürler.
Küçükken sorarlardı: "En sevdiğin yemek hangisi?" diye, benim cevabım hiç değişmezdi: "Makarna, makarna, makarna" derdim hep. Sonra üniversiteye geldiğimde su ısıtıcısında makarna pişirebilmeyi öğrendim :) Derken hayatımın vazgeçilmezi bir sos katıldı makarnama: domates. Kısaca "DM" yani "domatesli makarna" Hani bazılarının canı döner, iskender, hamburger çeker; benim canım da hep makarna çeker.
Makarnayı bu kadar çok sevince "Makarna Lütfen" ile karşılaşmamamız mümkün değildi zaten. Elif'in ek gıdaya başlama sürecinde de kafamda bir dolu soru vardı işin aslı. Çünkü yemek yapmayı sahiden bilen/seven biri değilim. İşte o ara "ruşeym", "sebzeli makarna", "bebek tarhanası" gibi şeylerle tanıştım. Elif de-nedendir bilinmez :P- makarnayı çok seviyor.
Hal böyle olunca instagram hesabındaki paylaşımlardan sıcaklığını hissettiğim Tuğba Hanımın kapısını çaldım. İtiraf ediyorum ürkerek :) Bu kadar yoğun çalışırken bana vakit ayıramayacağını düşünmüştüm ama sağolsun sorularımı en kısa sürede yanıtladı.
Bu röportajı "sade" olarak da yayınlayabilirdim ama içime sinmedi. Hediye etmek için "everythinglittlelittle in tothemiddle" makarna almıştım ama o da bu etkinlikle uyuşmazdı.
Derken aklıma şahane bir fikir geldi: Makarnayı sevdiren bir kitap!Neden olmasın?
Bu yazıda bahsetmiştim Günışığı Kitaplığının Abur Cubur serisi gerçekten çok güzel.
Sanırım "Çubuk Makarna Düğümü" de "Makarna Lütfen" röportajında hediye etmek için oldukça uygun bir kitap, ne dersiniz?
1 Mayıs 2015 tarihine kadar en sevdiğiniz makarna çeşidini/sosunu yorum olarak yazarak çekilişe katılabilirsiniz.
Herkese bol şans!
Herkese bol şans!