Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




31 Mayıs 2013 Cuma

Bugün Kral; Parktaki Ağaçlar ve Parklar :)

Öğlen -nedense- rotamı son anda kahve dükkanından parka çevirdim. Sanırım kapalı bir mekanda kalmak istemedim. Yanıma gözleme ve havuç suyu da aldım, her zaman oturduğum banka doğru yola koyuldum. Yanımda da Radikal Kitap eki vardı.
Çikolata köşesiyle Görkem Yeltan'ı önce okumak istedim çünkü bugün hakkında yazdığı kitabı çok severek okumuştum ve onun yorumlarını da merak ediyordum."Kral ile Deniz" çok yakında İki Balık Bir Kedi'de yer alabilir :)
Yeltan'ın son cümlesi: "Peki ya sizin bugünkü kralınız kim?" idi.
Aslında sadece ağaçlar olabileceğini düşünmüştüm çünkü çevremde çok güzel, yeşil, canlı ağaçlar vardı ancak sonradan fark ettim ki yalnızca onlar yoktu.
Yemeğime ortak olan kuşlar da vardı.
Hatta karınları doyup da tostoparlak olunca bana söyledikleri şarkılar bile vardı.
Bir de gazetede beni bekleyen güzel bir sürpriz vardı.
Bugün cuma.
Biliyorum gündem çok "canlı" değil ama fırsatınız olursa "Kral ile Deniz"i, olmadı Görkem Yeltan'ın Çikolata köşesini bir okuyun.
Bakalım "bugün sizin kralınız kim" olacak :)

Işık ve gölge :)

Yemeğime ortak olan kuşlar :)

Günün güzel sürprizi :)
HERKESE YEŞİLLİKLER İÇİNDE, ÇAYIRDA ÇİMENDE KEYİFLİ HAFTA SONLARI DİLERİM :)
Devamını oku »

30 Mayıs 2013 Perşembe

Bugünlerde...

Gündem yoğun.
Dünyanın, memleketin, benim, bizim.
Hepimizin işi çok, kafası meşgul.
Bu da kimi zaman asabiyete, saygısızlığa ve neticesinde de mutsuzluğa götürebiliyor.
İnternette dolaşırken denk geldiğim ve hoşuma giden resimlerden oluşan bir klasörüm var benim.
İçim sıkıldıkça bakarım onlara.
Birkaçını paylaşayım istedim.
Kaynak gösteremediğim için üzgünüm ama hatırlatan olursa hemen altına not olarak yazarım.
Bugünlerde;
Ankara'da hava puslu.
Biraz kafa dağıtmak için olsun bu ekler de...
Herkese berrak havalarda güneşli, sıhhatli, mutlu günler :)









Bazıları sanırım http://okuyankedi.blogspot.com/ http://renklikitap.blogspot.com/ http://www.euphoricblog.com/ sitelerindendi. Ama tam hatırlayamadım, kusura bakmasınlar olur mu :)
Devamını oku »

29 Mayıs 2013 Çarşamba

BUİKA Konseri :)

Hiç sormuyorsunuz, o kadar laf ettin de BUİKA konseri nasıl geçti diye :)
Son anlarda gitmesem mi acaba diye aklımdan geçirmişliğim olsa da konserden yaklaşık 1,5 saat önce konser mekanındaydık. Malum park yeri sorunu, bileti alma vs. uzun sürebilirdi ve tabii ki ben sabırsızdım :)
Konserin MEB Şura salonunda yapılmasının verdiği alakasızlık ve tuvaletlerin kadınlara yetmeyip benim erkekler tuvaletinde ihtiyacımı gidermem dışında konser SÜPERDİ.
Hatta İNANILMAZDI, BÜYÜLEYİCİYDİ, HARİKAYDI, MUHTEŞEMDİ  desem daha doğru olur.
Buika tam 1,5 saat sahnedeydi, ara vermeden söyledi.
Pardon "söyledi" mi dedim.
Yanlış söylemişim.
Buika şarkı söylemiyor.
Buika şarkıyı yaşıyor :)
Kaç şarkıyı "yaşadı" bilmiyorum ama ben ve salondakiler yalnızca 1 şarkısını biliyor olmamıza rağmen(yeni albümün tanıtımı olduğundan) yeni şarkılarını da pek sevdik.
Her şarkının sonunda "Teşekkürler" diyen Buika'nın sempatik tavırları, alçakgönüllü cümleleri ile keyifli bir akşam geçirdik.
"Hani bana" diyen de Lokum oldu tabii ki :)
Lokum ve Buika bakışı :)

Devamını oku »

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Kütüphaneden Neler Öğrendim :)

Kütüphaneleri çok sevdiğimi daha önce söylemiştim sanırım.
Geçen gün fark ettim ki kütüphanelerden çok şey öğrenmişim, farkında olmadan :)
Öyle paylaşayım istedim :
- Hani bazı kitaplara durup durup sarılasınız gelir;belki zaman geçer yeniden okuyasınız gelir. İşte onu yapamamayı öğrenmek. Kısaca;kitabı  "geri verme" durumu ile karşılaşma.
-Kitaba zarar verememe: Kendi kitaplarıma çok kötü davranmıyorum elbette ama çizmeden not almadan da okumuyorum. Çantamda gidip geliyorlar nereye gidersem. Oysaki ödünç alınan kitaplar bırak not almayı çantada bir şey olmasın diye poşette gidip geliyor -bazen-:)
- Kitap ödünç alınınca ve süresi de olunca ben panik oluyorum. Hatta bazen strese bile giriyorum;çünkü en fazla 1 kere süreyi uzatabiliyorsunuz ve kitabı okumadan da teslim etmek istemiyorum. Dolaysıyla kitapları daha kısa sürede okuma alışkanlığı kazandım :)
- Kütüphaneye sıklıkla gitme alışkanlığı kazanmış olmak insana keyif ve mutluluk veriyor. 
- Bazen insanın canı hiçbir şey yapmak istemeyebiliyor. Kütüphane ortamlarında  güzel bir etkileşim de oluyor.
Belki daha önce anlatmışımdır,kütüphaneye gittiğim bir gün amaçsızca etrafa bakınıyorum. Kitap okumaya değil de sanırım ders çalışmaya gitmiştim. Çooook yaşlı, neredeyse 85-90 yaşlarında başında beresi olan bir amca(dede) oturmuş ciddiyetle bir şeyler okuyor ve not alıyordu. Yazısı da o kadar güzel di ki... Utandım.
Ve ona gülümseyerek ders çalışmaya devam ettim...
İşte sırf bu yüzden bile güzel bence kütüphaneler...

Siz ne dersiniz?
Paylaşma, alışkanlık kazandırma vb. güzel duygular aşılamaz mı çocuklara?

Bu da ben :)
Kaynak: burada
HERKESE KEYİFLİ OKUMALAR, SAĞLIKLI GÜNLER :)

Devamını oku »

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Aklından Düşünceler Geçen Çocuk :)

Çocukların hayal dünyası inanılmazdır.
Biraz konuşursanız kurduğu cümlelere hayran kalırsınız çünkü o "saf"lık hiç bozulmamıştır-henüz-.
Büyüdükçe o "saf"lığı yitirdiğimizi ama içimizdeki çocuğu da sevmeye okşamaya devam ettiğimizi düşünüyorum.
Yoksa hayat çekilmezdi herhalde:)
Küçükken -bazı buluşmalar dışında- kardeşim de olmasına rağmen çoğunlukla tek büyüdüm daha doğrusu tek oynadım. Bu da gerek hayali arkadaşlar gerekse tek kişilik satranç gibi yaratıcı ve zorlayıcı oldu, olmak zorundaydı çünkü.
"Bazen bir kitap okursunuz ve 'hayatınız değişmez' çünkü o kitapta hayatınızı bulursunuz..."İşte benim için öyle oldu birazdan bahsedeceğim kitap.
Yeni aldığım karar neticesinde kütüphaneye elimde liste gitmiyorum, o an sevdiğim 3 kitabı alıp çıkıyorum. Dün sabah da öyle oldu. Günlerden Nöstlinger'di :)
Daha önce "Kim Takar Salatalık Kralı" ile ilgili bir yazım vardı, bulamadım :)
Şimdi buldum, yaşasın, işte burada
Nöstlinger, 1984 Hans Christian Andersen ve 2003 Astrid Lindgren Edebiyat ödülü gibi pek çok ödülün sahibi olsa da en güzel ödülünün çocuklara okumayı sevdirmek olduğunu düşünüyorum.
Alev Saçlı Kız kitabını da okumuş ve bir süre kendime gelememiştim.
Korkunç olduğundan falan değil, "bir insan bu kadar güzel nasıl yazabilir, neyle besleniyor" acaba demiştim :)
Hani geçen gün Behiç Ak'a çocuklar sormuştu ya, "Yazarken hangi duygu ile besleniyorsunuz" diye, işte onun gibi...
Aklından Düşünceler Geçen Çocuk, tıpkı her çocuk gibi olduğundan mı "başka bir niteleme"ye ihtiyaç duymamış, bilmiyorum.
Kaynak: burada
Kulağa sıradan gelen bir isim aslında ama o kadar sade kavramış ki çocukların aklından geçen düşünceleri.
Okuyan kişiyi çocukluğuna götürmemesi imkansız-bence-
İşte güzel/keyifli/muzip çocukluk anı'larımı bana hatırlattığı için bir öğle arasında sildim süpürdüm kitabı, geriye de "aklından düşünceler geçen Esra" kaldı :)
Arka Kapak'tan:
Rosalinde’nin yaşamı ona sürekli karışanlarla dolu: Annesi, babası, büyükannesi, büyükbabası, arkadaşı Fredi… Onu eleştirip öğütler veriyorlar. Oysa, Rosalinde’nin kafasının içindekileri, düşünce ve hayallerini kimsenin okumasına olanak yok! Ve Rosalinde mutlaka kaleci olmak istiyor Fredi’ye inat!..
Rosalinde adında okula giden ama kaç yaşında olduğunu bilmediğimiz bir kız çocuğu var. Annesi babası büyükannesi ve büyükbabası ile yaşıyor. Hikaye, büyükbabasının Rosalinde'nin aklından geçen düşünceleri okuyabildiğini söylemesiyle başlıyor. Ve Rosalinde de onu kandırmak için kötü bir şeyler düşünürken gülümseyip iyi bir şeyler düşündüğünde suratını asıyor :)
Bir olay örgüsünde geçmiyor aslında hikaye-ki benim sevdiğim taraflarından biri de bu- bir ailenin ve ailedeki küçük kızın yaşamından birkaç günlük bir kesit sunuyor.
Okurken Rosalinde'nin ve elbette çocukların hayal dünyasına hayran kalmamak mümkün değil.
Özellikle derslerden kendini ip cambazlığına götürme hikayesi inanılmaz.
Ancak elbette ki beni daha çok etkileyen bölüm; "beyindeki yanlış kıvrımlar" oldu.
"Rosalinde çok sinirlidir. Kendine kızdığı için iki kat daha sinirlidir. Sürekli bir şeyler unutmaktadır çünkü." 
Size kimi hatırlattı :) 
Evet,aynı ben...
Unutkanlıkları ile ilgili bir çözüm bulur "pembe ıhlamur" (adının anlamı imiş), gazete getirmeyi hatırlaması gerekiyorsa "gazete" kelimesini TAMAMEN unutacaktır, "gazete" DEMEYECEKTİR.Ve böylece "unutması gereken şey"i hatırlar :) Bunu kesinlikle ben de deneyeceğim. Keşke çok önce okusaydım bu kitabı, Behiç Ak'ın "Kim Kime Dum Duma" kitabını evde unutmazdım-herhalde-
Ama anlıyoruz ki unutkanlık da "beynin yanlış kıvrılması"ndan sebepmiş, kimse üzerime gelmesin yani :)
Diğer bir unutulmaz bölüm ise; "Pembe Ihlamur Ağacındaki Yuva" .
Rosalinde "Rosalinde" adının ona uyup uymadığını bulmaya çalışır. Rose, pembe; Linde ıhlamur Ağacı demek(miş). Rosalinde pembe bir ıhlamur ağacı  olduğunu düşünür, dalında da kuş yavrular vardır ve kedinin onu yemesine izin vermemelidir.
" Pembe bir ıhlamur ağacı, kedinin yavru kuşları yemesine izin vermez!" 
Nöstlinger "olması gereken"i değil de"olan"ı anlattığı için başarılı diye düşündüm özellikle bu kitabını da okuduktan sonra.
-Zorlama ve dayatma yok.
-"Sıradan" bir günden kesitler var.
-Rosalinde kaleci olmak istiyor çocuk doktoru ya da öğretmen değil.
-Derslerini pür dikkat dinlemiyor, hayallere dalıp gidiyor
-Sabahları her zaman mutlu uyanmıyor bazen sol ayağıyla uyanıyor ve kafasını askılığa çarpıyor ve huysuzlandığı için kimsenin onu sevmediğini düşünüyor.
Çocuğunuzun " başka kalıp"larda  büyümesi sizi daha mutlu edecekse, bence Nöstlinger ile tanıştırmayın.
Çocuğunuzun "kendi kalıbı" içinse Nöstlinger tam bir kaynak :)
Kitabın çevirisi Necdet Neydim'e ait. Yayınevi de Günışığı Kitaplığı.
Nöstlinger arşivi için onlara teşekkür borçluyuz sanırım.
Untmadan;
Bu kitapta hiç mi kötü/sevmediğim bir şey yoktu?
Evet vardı.
Çabuk bitti ve devamı yoktu...

HERKESE BUİKA DİNLEMELİ (Konser var bu akşam yaşasııın) SEVDİĞİ KİTABI OKUMALI, SÜTLÜ KAHVE TADINDA GÜNEŞLİ BİR HAFTA SONU DİLERİM.
* Doğum günü olanlar, piknik için bizi de bekleyin, salıncakta/ hamakta yer bırakın :)

Devamını oku »

24 Mayıs 2013 Cuma

Buika Konseri Öncesi :)

25 Mayıs 2013 yani yarın Buika konseri var.
Senede en fazla 1 kere konsere giden biri için heyecanlı bir durum tabii.
En son Aralık 2011'de İncesaz konserine gitmiştik.
Çok da güzeldi,
geçen gün de kuzen M.'nin önerisiyle Ayhan Sicimoğlu'nu dinlemeye gittik ama ben kim olduğunu ve ne çaldığını/söylediğini zaten orada öğrendiğim için konser istatistiğine bu amcayı koymadım. Ezgileri ve vokalleri keyifliydi.
Gelelim Buika'ya.
Ama önce benim müzik algımdan bahsedeyim ki "Neden Buika" diyip duruyor bu kız anlayın.
hemen her insanın müzikle bir algısı, bilgisi, sevgisi,ifade edişi vb. varken bende yok :)
Sanatın hemen her alanına el atmış, sevmiş, denemiş, sıkılmış bırakmış birisiyim ama müziğe ne ilgim var ne de bilgim.
Ama gel gör ki müziksiz çalışamam/kitap okuyamam.
İroniye geldik tabii burada :)
Çabuk sıkılan bir yapım da olduğundan radyo benim için en iyi çözüm iken Joy Fm'i keşfedene kadar kendime "karışık kaset" misali (evet, Uygar Şirin'e bir gönderme sayılabilir) bir liste oluşturmuştum.
İçinde yabancı rock, pop, MFÖ, Yenitürkü, İncesaz ve elbette vazgeçilmezim Björk ile..
Neticede teknoloji ilerledi ve biz radyoları "Karnaval" aracılığı ile dinleme başladık.(reklam oldu resmen:)
Ve ben orada "Buika" ile tanıştım.
Şarkılarını dinlerken-hemen her seferinde unutuyordum çünkü- "aa ne güzel şarkı kim söylemiş bunu" diyip bakıyordum ve karşıma Buika ablam çıkıyordu.
Adı tanıdıktı belki ama tanışma faslımız işte böyle oldu.
Bazı şarkılarını duyar duymaz gözlerim dolar olmuştu.
Sözlerini hala bilmiyorum ama onun sesi ve tınısı (sanırım müzikteki terminoloji böyle derdi) kalbimi ısıttı.
Bu kadar uzuuun bir giriş yapmamın sebebi de yarınki konser heyecanım.
Bu sefer tanışmak ve şaşkınlığımla ablayı şaşırtmak için çaba sarf etmeyeceğim- tabii kendisi sahneye birini çağırır ve ben kendimi atmazsam- :)
Sizi de konser öncesi hem popüler olan hem de benim sevdiğim şarkılarıyla baş başa bırakayım.
Dilerim yüzünüzde kocaman bir gülümsemeyle geçer hafta sonunuz,
Buika sonrası da burada buluşalım olur mu :)




Devamını oku »

23 Mayıs 2013 Perşembe

Behiç Ak ve Lokum :)

Bir önceki yazıda belirttiğim gibi büyük bir heyecanla gittim imza gününe.
Hatta bir ara gitmemeyi bile düşündüm çünkü kendimi tanıyorum, kesin saçmalayacaktım..
Ve evet öyle de oldu.
Çocuklarla birlikte Behiç Ak'ı bekledik ve nihayet geldi gülümseyerek.
Etkinlik başlamadan kitabevinde dolandığını gördüm ve bir cesaret gittim yanına.
"Merhaba" dedim, elimi uzattım. O da gayet sıcak "merhaba" dedi. "Nasılsınız" dedim, "iyi" dedi ama benden soru bekler bir hali vardı.. Ben de bombayı patlattım ve aklıma gelen ilk soruyu sordum; "Sevim Ak nerede, onu hiç göremiyoruz etkinliklerde?".............
"Yok aslında Sevim geliyor sık sık etkinliklere" dediyse de ben kendimden emin "yok yok gelmiyor buralara" dedim ve daha fazla uzatmadan uzaklaştım ortamdan..
Halbuki sormak istediğim sorularım vardı :(
Derken etkinlik başladı.
Buradan kitabevine sesleniyorum; oturma düzeni/ses düzeni ile ilgili diğer etkinlikler için lütfen notlar alın, tek bir mikrofon bir yazarda bir çocuklarda gidip gelmesin..
"Behiç Ak" kısmının dışında dikkatimi çeken şey; devlet okulu öğrencilerinin daha bir laf dinler ve muhlis halleri oldu,onları pek sevdim.
Özel okul öğrencileri ve öğretmenleri birbirlerine bağırmaktan bir şey anladılar mı bilmiyorum..
Neticede hoş sorular vardı yazara yöneltilen;
* Severek mi yazıyorsunuz? Nasıl yazıyorsunuz? İnsanların beğenilerine göre mi yazıyorsunuz? Yazar olmaya ne zaman başladınız? Nasıl yazar oldunuz? Neden yazarlık mesleğini seçtiniz? Yazar olmak nereden aklınıza geldi? Siz neden kitap yazmak istediniz? Çocukları sevdiğiniz için mi çocuklar için yazıyorsunuz? 
B.A.: Aşağı yukarı hepsine benzer şeyler söyledi Behiç Ak, çocukluktan itibaren günlük tutmayı sevdiğini ve zamanla yazdığı/çizdiği şeylerin aslında "kitap" olduğunu fark ettiğini ve çocuklar için yazmanın ona mutluluk verdiğini..
* En sevdiğiniz kitap?
B.A.: En sevdiğim kitabım yok, eğer öyle olsaydı yazmaya devam edemezdim. Ama hepsini seviyorum.
* Kitap yazarken hangi duyguyu kullanıyorsunuz? (40 yıl düşünsem bu soru aklıma gelmezdi..)
B.A.: Tüm duyguları :)
* Konuları nereden düşündünüz? Yazdıklarınız gerçek mi yoksa uydurma mı? :)
B.A.: Gündelik hayattan esinlenmeler.
* Küçükken kitap okumayı sever miydiniz?
B.A.: Evet, çok.
* Sevim Ak sizin neyiniz oluyor?
B.A. : Küçük kardeşim.
* Yazarlığın en çok hangi yönünü seviyorsunuz?
B.A. : Yeni bir şeyler bulmak ve bunu edebiyatla buluşturmak. Kendi oluşturduğun dünyada yaşayabilmek.
* Kaç yaşındasınız?
B.A. : Söyler miyim :)
* Kitap yazmak size ne hissettiriyor?
B.A. : Mutluluk..

Evet, kitabımı Lokum için imzalattım
Zihnimde canlandırdığım Behiç Ak'a çok daha fazla gülümseme katan, çocukları olduğu kadar büyükleri de kahkahalara boğan ve hoş bir gün geçirmemi sağlayan  yazara ve bizi yazarla buluşturan kitabevine teşekkürler..

* Söyleşiden eksik/yanlış aktarmalar olmuşsa affola..
** Kedilerinin adını sordum Behiç Ak'a ama beni duymadı :)
*** Sırada bekleyemem diyen ben, kooocaman bir sıra bekledim Behiç Ak için :)

HERKESE KENDİ GÜLÜMSETEN ÖYKÜSÜ İÇİNDE MUTLULUKLAR DİLERİM :)
Devamını oku »

"Behiç Ak" ile Randevu :)

Herkesin kendisi için özel saydığı bazı yazarlar vardır, onlara hep torpil yapar. Yeni kitabı çıktığı an alınır, hakkında yazılan tüm yazılar okunur.
İşte onlardan biri de benim için Behiç Ak'tır.
Diğerinin de Sevim Ak olması şaşırtıcı değil elbette :)
Dün belli belirsiz uzaaaklardan bir "Behiç Ak" yazdığını gördüm, kitap tanıtımıdır dedim ama yaklaşınca gözlerime inanamadım çünkü duyuru imza günü ile ilgiliydi.

Önce kaçırdığımı düşündüm, hemen üzüldüm. (aceleciyim ya hemen peşin hüküm verdim:)
Ama fark ettim ki etkinlik yarın-yani bugün-mış :)
Bazı kitaplarını kütüphaneden okuduğum için üzülsem de elimde birkaç kitabıyla geldim bugün işyerine.
Heyecanla -ki muhtemelen- uçarak gideceğim Arkadaş Kitabevine ama "Merhaba"nın dışında bir şeyler diyebilecek miyim? Pek sanmıyorum..
Ankara'daysanız öyküleriyle gülümseten kedi sever-çizer-dostu Behiç Ak'la tanışma fırsatını kaçırmayın derim,
Köşede heyecandan kalbi duracak gibi bakan kırmızı suratlı kız var ya, işte o benim, hani gelip tanışmak isterseniz :)

Mutlu günler, sevgiler :)
Devamını oku »

21 Mayıs 2013 Salı

Kütüphane(miz)deki Aslan :)

Kütüphaneleri ne çok sevdiğimi ve şansıma 3 kütüphaneye de yakın olduğumu ama aslında kitaplara dokunabildiklerimi sevdiğimi söylemiştim.
Bir gün yine kütüphanedeyken çok keyifli bir kitaba rastladım; "Kütüphanedeki Aslan" diye.
Kaynak: burada
Okudum, okudum, okudum.
Hayallere daldım gidiyordum ki "kütüphanedeki aslan" uyandırdı beni :)
Okuduğum kitaplarla ilgili çok detay bilgi vermemeye çalışıyorum ki okuyacak olanlara da içinde sürprizler kalsın.
Ama illa ki tüm hikayeyi öğrenmek isterim derseniz BDK'nın yazısına, başka kimler ne demiş derseniz de bu hoş iki yazıya ; buraya ve buraya bakabilirsiniz.
Kitap Tudem Yayınları'ndan çıkmış. Michelle Knudsen yazmış Kevin Hawkes da resimlerini yapmış.
***
Bir gün kütüphaneden içeri bir aslan girer ve hikaye böylece başlar. Aslan kimdir, nereden gelmektedir nereye gitmektedir, kütüphanede ne işi vardır; bu soruların cevabı yok. Dahası bu soruların önemi de yok. Çünkü aslan o kadar güzel bir şekilde kütüphaneye uyum sağlar ki çocuklar ve dahi biz ona hemen oracıkta sımsıkı sarılmak isteriz :)
Kütüphanedeki belli kuralları ben de önemsiyorum ama herhangi bir kuralın sorgulanmadan ve her durumda uygulanmaya çalışılmasına anlam veremiyorum.
Burada da "sessizlik" kuralı var ve Bayan Tatlıhava yani kütüphane müdürü bu kuralı çok önemsiyor. Ancak işler her zaman "olması gerektiği gibi" gitmeyebiliyor.
Bay Vızvız da bir hikayede olması gerektiği kadar gıcık/vızvız/sinir bozucu ki diğerlerinin tatlılığı daha bir ortaya çıkıyor. Ön yargıları aslında hepimizden farklı değil. Yani sevmediğimiz karakter özelliklerini -bazen- kendimizde de gözlemlediğimiz için de gıcık kapıyor olabiliriz değil mi?
Aslanın bir müddet ortalarda olmadığı an'lar var ki, çocuklar okurken ne düşünürler/hissederler bilmiyorum ama ben "nereye gitti, bak küstürdüler gitti, keşke hemen gelse" vb. duygusal an'lar yaşadım, itiraf edeyim.
Aslanın en çok hoşuma giden tarafı da çocuklara kitap okuması ve verilen işleri hiç gocunmadan yapması oldu.
Bir de şu cümle:
Aslana sarılmalık bir sahne daha :)
BDK'nın yazısında belirttiği bir  hususa katılıyorum; Bayan Tatlıhava'nın mizacına kol kırılması pek gitmemiş, ayağı kırılsa durumunu(kıpırdayammasını) daha iyi anlatabilirmiş.
Yine de "Kütüphanedeki Aslan" gerek çizimleri/resimleri gerekse tatlı hikesiyle birçok kez okunmayı hak ediyor.
Gerçekten de "Her kütüphaneye bir aslan lazım!" diyoruz ve bizim aslanla sizi baş başa bırakıyoruz :)
Gezgin Kedi Lokum :)
HERKESE KİTAPLI GÜNLER, MUTLU HAFTALAR :)
Devamını oku »

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Sabretmeyi Öğrenmek :)

Bir işi aklıma koyduğum zaman hemen olup bitmesini istemekten istifa ediyorum!
Tamam daha yumuşak olsun; istifa etmek istiyorum.
Hani bazı insanlar yerinde duramaz; aslında sakin görünümlüdür ama içinde ne fırtınalar kopar, işte onlardan biriyim ben de.
Sabırlı olmaya sabredemiyorum.
O yüzden de sabır gerektiren işleri yapmakta zorlanıyorum.
Kaynak: burada
*Origami mesela.
Bence inanılmaz sabır gerektiriyor ama gel gör ki ben kağıtları katlayıp bırakıyorum, yanına da not ekliyorum "bu bir kayık origamı çalışmasıdır ya da bu kağıt aslında bir şapka" vs. diye çünkü yaptıklarımın ne olduğunu kimse anlamıyor (bazen ben bile)
*Sıra(da) beklemek.
Özellikle mağaza/market gibi yerlerde -nedense- hiç tahammülüm yok.
Sıra varsa mağazayı gezmiyorum bile :)
*Sonuç beklemek: Herhangi bir sınavın, tahlilin ya da herhangi bir şeyin sonucunu beklemekle ilgili ciddi kaşıntılarım oluyor :)
* Acıkmışsam da HULK'a dönüşmeden önce yemek yemeyi beklemek, benim için tam bir işkence..
* Örgü, dikiş, nakış vb. süreçler.. Bunun sabretmeyle ne ilgisi var demeyin; ördüğüm halde uzamadığı için örmeyi bırakmışlığım var :) -burada canım kardeşime yaptırdığım tüm örgüleri sevgiyle anayım ve kardeşimle benim 180 derece desem yeterli olur mu bilemediğim zıt kutupluklarımızı başka bir yazıya bırakayım- :)
Kısaca galiba benim "bekleme" eylemine karşı bir gıcığım var.
Peki çözümü var mıdır, nedir?
Bunu da düşündüm.
Hatta uzun uzun kafa yordum.
Şimdilik 2 önerim var:
1. Yürüyüş (tempolu ve müzikli olanı tercih edilir)
2. Kafa dağıtıcı aktiviteler:
- İnternette gezinme
- Dergi karıştırmak
- Yeni yemekler keşfetme/yemek yapma
- Kediyi mıncırma /köpeği gezdirme olabilir
- Evdeki çiçeklerle sohbet
- Puzzle belki (sadece "belki")
Kaynak: burada
Peki siz sabır küpü müsünüz?
Sizin küpü çatlatan bir şeyler var mı?
Asıl soruya da gelecek olursam; "sabırlı olmak için çözüm öneriniz var mı" yoksa bu bir huy ve çıkmaz mı :)
Kaynak: burada
* Not olarak az önce annemin alakasız bir sebeple arayıp ben hiçbir şey demeden "tabii insan hayatta sabırlı olmalı.." cümlesini kurması da günün mesajıdır heralde :)

HERKESE MUTLU HAFTALAR, SABIRLI GÜNLER :)

Devamını oku »

17 Mayıs 2013 Cuma

"Wave" :)

Hani geçen günkü yazımda "sevinçten ağlamak"la ilgili bir anekdot düşmüştüm..
İşte o satırların sebebiydi bu kitap.
Ve dahası birçok şeyin.
Sabretmeyi öğrenmenin en çok da..
Yabancı dildeki kitapları takip etme şansım çok fazla olmuyor, bu kitaba da KABORÜKO'da denk gelmiştim ve çok merak etmiştim.
Suzy Lee ismi o saaten sonra da aklımdan çıkmadı.
Shadow, Mirror kısaca hep merak ettim bu çalışmaları ama en çok da Wave'i.

Kuzenime sipariş vermiştim yurtdışından bu kitabı.
İlk gelişinde unuttuğunu söyledi, üzüldüm ama önemsemedim.
İkincisinde de hayal kırıklığı yaşamamak için kendim sormadım kitaplar ne oldu diye..
Gitmesine az bir süre kala ve tam da yemek yerken gayet önemsiz bir cümle kuracakmış gibi "Bu arada senin Wave ve Shadow'u getirdim, Mirror'ı da bulamadım ama" dedi.. Soda içiyordum(tabii ki Beypazarı) boğazımda kaldı, yutkunamadım.
"Getirdin mi??!!!"
"Nerdeler???!!!"
Üst kattaki odayla ilgili bir şeyler söylerken ben merdivenleri tırmanıyordum bile..
Çıktığım odaya yabancıydım ama resmen kokuyu takip ettim bir "Lokum" kıvamında :)
Derken paketteki adımı gördüm ve heyecanla yırttım açtım ambalajını..
Sonra da oturdum sevinçten ağladım.
Neden mi?
Çünkü Wave'deki küçük kız bendim, küçüklüğüme kavuşmuştum :)
Birçok kişi bu kızı kendi çocukluğuyla kıyaslıyor olabilir ama Wave'deki kesinlikle bendim..
Hatta üzerine dalga yemiş halimden yara izim bile var, daha ne olsun :)
Wave; küçük bir kızın annesiyle birlikte deniz kenarına gelmesiyle başlar. Sonra da anneyi görmeyiz. Sayfalarda yalnızca küçük kız, deniz ve martılar vardır. Sevimli kız denizle ve dalgalarla oynadıktan onlara kafa tuttuktan sonra ıslanmış halde kalakalır; ancak kucağındaki deniz yıldızları tüm bunlara değmiştir :) Derken anne gelir ve eve dönerler ..
Yazısı olmayan bu kitabı defalarca "okudum".
"Neymiş bu kitap ki bu kadar heyecanlandın" diyen ev ahalisine de kitabı kendim "okudum" :)
Suzy Lee kim derseniz burada kendi sitesi var
Ben bu kitabı nereden bulacağım ki derseniz de youtube'daki bu video size kitabı "anlatıyor"
Ancak videodan ziyade kitabını şiddetle öneririm..


HERKESE MUTLU GÜNLER, KEYİFLİ HAFTA SONLARI DİLERİM HEM DE DALGA ŞİDDETİNDE :)
Devamını oku »

16 Mayıs 2013 Perşembe

Kare'de Buluşalım :)

Ankara'da Atakule civarında oturanlar ya da yolu oradan geçenler bilirler Kare Kitabevini.
Kapanalı da yine oldu birkaç yıl.
Yerinde önce oyuncakçı açılmıştı sonra da bir market.
O civarda oturmasam bile takip etmiştim akıbetini.
Çünkü orası benim kendi paramı kazandığım ilk yerdi :)
Üniversite bitmiş ama iş yok.
"Sevmediğim bir işi yapmam ben" diyecek kadar büyük konuşuyorum- bak o zamanlar da büyük konuşuyormuşum- :)
Bir arkadaşımın tavsiyesi ile "kitap danışmanlığı"na başvurdum.
Birkaç gün sonra da çalışmaya başladım.
Birkaç alakasızlık dışında hep çok sevdim orayı ve işe hep severek gittim.
Yerleri tahtaydı bir kere tam hayalimdeki kitabevi gibi..
"Satış danışmanlığı" değil de "kitap danışmanlığı" yapıyorduk..
Herkesin kendi ilgi alanına göre uzmanlaşmaya çalıştığı bir alanı vardı.
Benimkilerden bir tanesi de elbette çocuk kitaplarıydı.
Başladığımda biraz(!) karışıktı, kimse de gönüllü olmamıştı düzenlemeye.
Ben önce yayınevlerine göre dizdim, sonra yazara göre sonra konu başlıkları/çeşitliliğine göre..
Kısaca her aradığımı bulabilecek bir haldeydim ama işin kötüsü ben yoksam kimse aradığı kitabı bulamıyordu ki bu da kötü bir şeydi :)
Ben de sadece yayınevleri sırası yaptım :)
Sıklıkla yazarlarla imza günü düzenleniyordu, Cumartesi günleri.
Unutamadığım yazar, Ayla Kutlu olmuştu, (şimdi yazmayacağım) birkaç diyaloğumuza dayanarak.
Muzaffer İzgü'yü çocuklar hiç boş bırakmamıştı ki konuşalım :)
Çok küçükken okuduğum Kurt Seyt&Shura kitaplarının yazarı ile de orada tanışmıştım.
Feyza Hepçilingir ile konuşurken Türkçe'yi düzgün kullanmaya dikkat ettim.
Kısacası dolu dolu geçiyordu günler.
İki nokta vardı unutamadığım;
1. Garfield gibi olsa da her gördüğümde kaçtığım kapıdaki kedi (zaman zaman içeri de giriyordu) Tam bir kitaplık kedisiydi. Ama ben o kadar çok korkuyordum ki kedilerden kendimi hemen alt katta buluyordum :)
2. Çocuk kitaplarının müdavimi bir çocuk: Tek başına geliyor, büyük bir dikkatle bir gün önceden bıraktığı kitabı okuyor ve saati gelince de gidiyordu. Rahatsız etmek istemediğimden pek konuşamadık ama ilkokul 2 ya da 3. sınıfta okuyordu. Okul dönüşü de evde kimse olmadığından ailesini beklerken Kare'de vakit geçiriyordu :) Keşke adını da hatırlayabilsem ama unutmuşum.. "Ali" diyesim geldi :)

Kare sayesinde güzel arkadaşlıklar kadar güzel kitaplar da tanıdım. Okumasam da kitapların çoğunu/yayınevlerini hep bildim.
Kare sayesinde ya da yüzünden mi demeliyim; şu an neredeyse hiçbir kitabevini sev(e)miyorum..

İstanbul'da İyi Cüceler, Düşevi İzmir'de Hayal Kurdum kitabevlerini merak ediyorum, kim bilir belki onlarda aradığımı bulurum.
O zamana kadar biz en iyisi,
Kare'de buluşalım :)

Kaynak: Burada



Devamını oku »

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Kitap Alışverişleri ve Can Yayınları :)

Herkesin kitap okuma rutini farklıdır elbette ama konular tüm kitapseverler için ortaktır;
* Kitapsız yaşanmaz :)
* Herkesin sevebileceği bir kitap mutlaka vardır.
* Kitabın yanında çay&kahve iyi gider :)
* Yayında kitabın yoksa kendini -biraz- eksik hissedersin
* Kitap, en güzel hediyedir.
* Kitap alışverişi bir lüks değil bir ihtiyaçtır.
* Hiçbir kitapsever kitap almaya doyamaz.
* Kitap okumaya ayrılacak vakit her zaman vardır :)
* Tuvalet de dahil istenilen her mekanda kitap okunabilir
* Uzun otobüs yolculuklarında midesi tuttuğu için kitap okuyamayan kişiye "sesli kitap" önerilir :)
... Daha da uzar bu liste. Hatta siz de aklınıza gelenleri paylaşırsanız mutlu olurum :)

Kitap alışverişleri de apayrı bir rutin getirir beraberinde.
Kitabı dokunarak seçmek ayrı bir zevk iken bazen öyle indirimler olur ki internetten verilen siparişlerin ardı arkası kesilmez. Ve okunacaklar listesi uzar da uzar..
Keyiflidir neticede; istediğin bir kitabı getirecek postacıyı kapıda beklemek de yeni keşfettiğin bir kitaba hemen başlamak üzere kitabevinden ayrılmak da..
* Hatta unutmadan yazayım, Kaledibi Sokağı'nda belirttiğim "sevinçten ağlamak" örneği bu tarz bir şey anlatıyor ama onu başka yazıya saklıyorum, heyecanla :)
** Bir de büyük konuşmanın ne kadar komik bir şey olduğunu anlatmak istiyorum..
"Kitabevlerinden alışveriş yapacaksam kitaba kitap gibi yaklaşan bir yerden almak istiyorum kitaplarımı, D&R'lardan değil..." cümlesini Can Yayınlarının indirimleriyle birlikte bir süre önce yutmuş bulunmaktayım.
Duymayan kaldı mı bilmiyorum ama yaz boyunca tüm D&R'larda Can Yayınlarının 360a yakın kitabı 5 lira..
Ben de gördüğüm D&R'dan içeri dalıyorum ve biriktiriyorum bu seriyi.
Güzel bir kampanya olmuş..
Çocuk kitapları neden bu kampanyada bu kadar az derseniz, ben dedim, cevabı bulamadım :)

Lokum ve Can'lar :)
* Kitap satılan her yer güzeldir elbette ama Kare'yi gördükten sonra -ki o da başka bir yazının konusu olsun- insan kitabevlerinden farklı şeyler bekliyor; hoş bir müzik mesela, yerler tahta ve danıştığınız kişiler "satış" adı altında değil de "kitap" adı altında danışmanlık yapıyor :)

HERKESE İSTEDİĞİ KİTAPLARI SEVDİĞİ ORTAMLARDA OKUYABİLECEĞİ, "LOKUM" TADINDA GÜNLER DİLERİM :)
Devamını oku »

Tanıdığım en yaratıcı "kedi çizer": Ezgi Keles :)

Sosyal medya sayesinde tanıdım onu, birkaç çizimini çok sevdim, bazılarına bayıldım.
Çevremde kedi seven kimi tanıyorsam söyledim adını.
Sadece kedi çizimleri yok elbette Ezgi Keles'in ama benim dikkatimi en çok yaratıcı kedi çizimleri çekmiş :)
Sonra bir gün bu kedili kartların satışını da yapmaya başladığını duyunca hemen-elbette ki birkaç gün sonra:) - sipariş verdim.
Ve dün geldiler.
Merakla ve heyecanla bekliyordum zaten kargoyu ancak eve gidince görebildim onu :
Lokum benden daha çok sevmiş olacak ki pembe kurdelayla oynadı durdu :)


Ve anlamaya çalıştı çizimdekilerin kim olduğunu :)

Bize koooocaman bir de sürpriz göndermiş sevgili Ezgi Keles, utandık, mahçup olduk, çokça sevindik :)
Sağ üsttekinde neredeyse benim adım yazıyor :)
Ezgi Keles kim ki derseniz; http://ezgikeles.blogspot.com/
Facebook sayfası var mı derseniz; https://www.facebook.com/EzgiKelesIllustration
E peki nereden satın alabilirim derseniz de ; http://ezgikelesillustration.sopsy.com/

Sol üsttekinin adı -yanlış hatırlamıyorsam- "in a relationship" idi, aynı biz ve Lokum :)
"Empty bowl" ise tıpkısının aynısı bir Lokum. Hatta boş kaseye bakmakla kalmayıp çeşitli hareketlerle uyarıyor zaten :)

* Kartları çok sevdik ama kitap ayıraçları da olursa hemen alır -yine tabii birkaç gün sonra :)- kitaplar arası tura sokarız onları :)

Ezgi Keles'e sevgiyle yaptığı , bol emek harcadığı her halinden belli olan bu eserler ve hediye için çokça teşekkürler :)

HERKESE BOL KEDİLİ KARTLAR, MUTLU GÜNLER :)
Devamını oku »

14 Mayıs 2013 Salı

Mavi Gözlü Dev; Ahmet :)

Tanıdığım birkaç insan var, onların gülerek doğduklarına inanıyorum.
Cidden.
Ağlamayla ilgili bir refleks, kas sistemi oluşmamış, maşallah :)
Onlardan biri de Ahmet.
Eski iş yerimde çay ocağı çalışanlarından biriydi ama neredeyse tekti bile denebilir çünkü herkes çayını onun elinden içmek istiyordu.
Sanki onun getirdiği çay daha mı tatlıydı ne?
Meryem gibiydi onun hikayesi de.
Biz "beyaz yakalılar" işe neredeyse her gün ya somurtarak ya da dalgın olmadı uykulu giderken "mavi yakalılar"dan Ahmet son derece mutlu&pozitif&enerjik oluyordu.
Bazen bunu bile kıskandığımı söyleyebilirim :)
Odam çay ocağının hemen karşısında olduğundan gün boyu orada olanları gözlemleme şansım da oluyordu.
İşler ne kadar yoğunlaşırsa yoğunlaşsın Ahmet gülmeye devam ediyordu..
Açık söyleyeyim işe ilk başladığımda ben onu bekar sanıyordum.
Halbuki o da evli ve 2 çocuklu bir aile babasıydı ve eşi çalışmıyordu.
Küçük bir evde kalabalık bir aile olarak yaşıyorlardı.
Ama mutluydu hem de çok..
Sonra ben dayanamadım sordum;
"Ahmet sen nasıl bu kadar mutlu olabiliyorsun? Yok mu bir sıkıntın?" diye.
"Ohooo olmaz mı Esra Hanım. Maddiyatla ilgili sıkışıyoruz, malum çocuklar küçük, ihtiyaçları çok. Köyden gelenlerle idare ediyoruz. Bir şey alacağım zaman da iki kere düşünüyorum. Gerçekten ihtiyacım olmayan bir şeyi almıyorum. Hayat kısa zaten, niye ağlayayım ki?"
Bu konuşma farklı zamanlarda benzer şekillerde geçti, Ahmet hep mutluluğundan bahsetti ben de hep kafama taktığım küçük şeyler için utandım.
Midem kötü olduğunda bana sormadan nane limon kaynatıp önüme getirir, uykum geldiyse sade Türk kahvesiyle beni ayıltmaya çalışırdı.
Masmavi gözlerinin ardında gerçekten de denizi görebilirdiniz.
Tüm bunları niye yazdım?
Ne Meryem ne de Ahmet, niyetim kimsenin özel hayatını ifşa etmek değil, sadece mutluluğu küçük şeylerden yakalayabilmiş iyi insanların da olduğunu hatırla(t)mak istedim.
Çünkü geçen gün -yeni birimimde- uzaktan gördüm Ahmet'i, bana taa nerelerden "Esra Hanıııım" diye el salladı hem de kocaman gülerek, ben de mutlu oldum.
Çünkü "hayat kısa zaten, neden ağlayayım" :)
Kaynak*: http://pursuitofhappy.com/5-ways-to-be-happy-now/
* Fotoğrafın kaynağında yer alan sitede mutlu olmak için 5 neden sıralanmış; her gün şükrettiklerinin listesi, arkadaşlıklar,anlamlı etkinlikler, insanları affedebilme ve iyimser olma. İngilizcesi daha çok şey anlatıyor aslında :)

HERKESE BOL GÜNEŞLER, MUTLU GÜNLER :)
Devamını oku »

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Kaledibi Sokağı'nda bir Çapkın-Alim :)

Geçenlerde kütüphaneye hızlıca gidip kitap değişimini yapıp çıkmam gerekiyordu.
3 kitap verip yerine yine 3 kitap almaktı niyetim ve aradığım 2 kitabı bulup 3. yü bulamayınca karalar bağlamayıp elime gelen ilk kitabı aldım-neredeyse-çünkü bir an evvel işe gitmem gerekiyordu.
Ve bu 3. kitap da Bilgin Adalı'nın Kaledibi Sokağı idi..
İlk olarak bu kitaptan başlamamda önsözün büyüsü mü vardı bilmiyorum ama kendimi bir anda Kaledibi'nde buluverdim..
Ben "normal" bir roman okuyacağımı düşünürken karşıma yazarın çocukluğu çıkmıştı.. Hani tozlu sayfalarıyla bir günlük bulursunuz dolabın dibinde ve onu okumamanız gerektiğinizi bildiğiniz halde heyecanla okumaya devam edersiniz. İşte ben bu kitapta toz da olmamasına, kitap saklanmamış da olmasına rağmen böyle hissettim. Ondandır ki birkaç solukta okudum. Bitince de bir hayli üzüldüm. Yazarının yakın zamanda vefat etmiş olması da beni çok etkiledi ama sanırım hayatını dolu dolu yaşayabilmişti; hele ki çocukluğunu, onun adına sevindim ben de hemen :)
Bak yine kıskandım :)
Çocukluğunu o kadar güzel, sıcak, samimi bir ortamda çeşitli oyunlarla kah at üstünde kah bisiklet geçirmiş ki.. Kıskanmamak elde değil.
* Uçurtma hikayesini çok sevdim.
* Kaçan balığın büyük olduğunu gördüm :)
* Yanıklık ve Mermerli ile tanıştım.
* Anneannenin masallarını dinlemek istedim.
* Finikedeki muhtar ananın elinden keçi sütü içmek istedim..
* Çapkınla konuşmayan bisikletle ben de dertleşmek istedim.
* Tatlı limonu benden başka bilenlerin olmasına sevindim.
* Ciltçi babanın yaptığı deftere not almaya kıyabilir miydim bilemedim.
* Zerdalinin çekirdeğinin neden acı olduğunu deneyimleyerek öğrenmek istedim.
* Dede ile sohbet eden balıkçılara selam vermek istedim, belki bir acı kahve içerdim orada.
*Pabuçlar neden dama atılırmış :)

* O gün hiç büyümemeye karar verdim :)

Sevinçten ağlamak da neymiş :)
* Sevinçten ağlamanın ne olduğunu ve en son ne zaman sevinçten ağladığımı unuttuğumu fark ettiğim gün, kader midir kısmet mi sevinçten ağladım :) Ama o da başka bir yazının konusu olsun değil mi :)
* Bilgin Adalı'yı geç tanıdım ama çok sevdim. Ya da "geç" yok muydu hayatımızda, bilemedim :)
* Hiç büyümek istemeyen sevgili Peter Pan'a buradan tüm sevgimi gönderdim ..
** Bilgisayarımda gayet dik görünüp yazıya ekleyince yatay olan fotoğraflar için bir çözüm bulamadım, fikri olan varsa yardım etsin!!!
Kütüphanede aradığım kitap aslında Kaledibi Sokağı'ymış, okuyunca anladım :)
- Mustafa Delioğlu'na resimler için çokça teşekkürler, Çakıltaşı Yayınlarına da elbette..

HERKESE MUTLU HAFTALAR, SEVİNÇTEN AĞLAMALAR :)
Devamını oku »

10 Mayıs 2013 Cuma

Kıskanmak ya da Başkaları Adına Mutlu Olmak :)

İnsan olmanın öz'ünde sadece iyi huylar olduğuna çok da katılmıyorum.
Neden?
"Kötü" olmadan "iyi"yi görebilmenin, onu seçebilmenin ve varlığına şükredebilmenin güçlüğünden.
O yüzden de her insanda biraz -minicik de olsa- "kötü" diyebileceğimiz huylar vardır -bence-.
Başkası hakkında kötü düşünmemek/ başkasının kötülüğünü istememek/başkasını kıskanmamak vs. güzel şeylerdir de gerçek hayatta yeri nedir bilmiyorum.
Böyle yazıyorum ki az sonra içimdeki "kötü"leri dökünce kendimi savunacak bir şeyim olsun elimde :)
Hem öyle hem değil aslında..
Birkaç zamandır kafamı meşgul eden bir konu vardı; kıskanmak.
Geniş bir kavram elbette ki bu da ama burada bahsettiğim eşi/sevgiliyi duygusal olarak kıskanmaktan ziyade bir başkasını-kim olursa- herhangi bir konu hakkında kıskanmak. Maddiyata dayalı şeyler de değil bunlar.
Bilmece gibi konuşmaya başladığımı fark ettim..
Sanki tabu kelimeler varmış da ben o yüzden böyle yarım yamalak anlatıyormuşum gibi oldu :)
Daha açık konuşmak gerekirse son zamanlarda bazı konularda bazı insanları kıskandığımı fark ettim.
İlk etapta reddettim bu duyguyu, "ben kötü biri değilim" dedim, "kıskanmam ben"..
Yoo, ben bal gibi de kıskanıyordum.
Bunun için elbette kendime kızdım "ne kadar kötü birisin" diye, "başkasını kıskanmak da neymiş" .. (az önce kötü biri olmadığını savunan aynı kişi değil sanki :)
Bir süre bastırdım hatta bu duyguyu..
Sonra baktım hala benimle bari tanışayım dedim onunla, hazır buralara kadar gelmişken :)
Bana anlattıklarından sonra "çok da kötü biri" olmadığıma "insansı" taraflarımın olabildiğine karar verdim. Kendimi mi kandırdım bilmiyorum :)
En çok neleri kimleri ve neden kıskandığımı düşündüm.
Sorguladım.
Bir daha düşündüm.
Süzgeçten geçirdim.
Ortaya kabaca şöyle bir tablo çıktı;
- Maddiyatla ilgili bir şeyleri kıskandığım yok-muş, çok şükür. Şunun evi bunun arabası demiyormuşum hatta pek de önemsemiyormuşum, sevindim :)
- Sevdiklerimin sevgisini başkasıyla paylaşmak bana azıcık, birazcık dokunuyormuş. İlgiyi değil de sevgiyi ve sevginin gösterilmesini, önem verilmeyi seviyormuşum :)
- Ama en çok da sevdiği işi yapanları kıskanıyormuşum... Bu hususta çok iyi cümleler kuramayacağım. Hatta işini severek yapanlara da gıcığım :) Bir şeyleri değiştirmek kendi elimde değilmiş gibi davranıp aslında kendi elimde olduğunu ama cesaretimin az olduğunu fark ettiğimden beridir kendime de gıcığım.. Emek vermek isterken nereden başlayacağını bilememek, en azından bir yerlerinden başlayamamak, mikemmel yapacağım derken ortaya hiçbir şey çıkaramamak.. Evet işte dertliyim bu konularda. Bu hususları bir yudum su gibi yapabilenleri en azından benim gibi emeklemeden koşmaya çalışmamalarını minik de olsa adım atabilmelerini kıskanıyormuşum, bak söyledim rahatladım :)
- Bir sebepten görüşmediğim arkadaşlarımın iyi haberlerini alınca onlar adına mutlu da olabiliyormuşum.. Bu duyguyu hissetmek de güzel bence.
Kısaca; kendimle mücadele verdiğim, beni "kötü" insan yaptığını düşündüğüm kıskançlık duygusuyla da tanıştım, anlattıklarını dinledim, kimine hak verdim kimine içerledim ama bastırmadım-şimdilik-
"Kıskanmak" ya da "başkasının adına mutlu olabilmek" iki uç değil-miş, onu gördüm.
İnsan bir başkasını iyi huylu da kıskanabilirmiş,
Hayatta her şey bizim için var-mış,
Çünkü öz'ünde İnsanmışız :)
İnsanız :)
Kaynak: burada
* Kısa bir anekdot;
Üniversitede 1. sınıftayken sağlık sebebi nedeniyle sınavımın kötü geçtiği bir hocaya mail atmıştım, durumumu anlatıp bir konuda yardım istemiştim(not değil) ama uzun süre cevap gelmedi hocadan. Neticede benim için kötü olan bir sonuç oldu, hocayla ilgili de kötü düşüncelere kapılmıştım ki.. Bana uzun süredir hastanede yattığını, ameliyat olduğunu, bir şeyler yapmak için geç kaldıysa çok üzgün olduğunu belirten bir mail göndermişti. Kafamdan aşağı inen sıcak suyu hala hatırlıyorum.. Sonrasında da hocanın yanına gidip - en azından bu maili için- teşekkür etmek istedim ama gidemedim, gitmedim, olmadı.. 4. sınıftayken bir akşam vakti yokuş yukarı tırmandığım sırada - ve de lapa lapa kar yağıyordu- bu hocayı gördüm, yavaş yavaş aşağıya iniyordu. Benim kalbim küt küt atmaya başladı. Konuşmak istiyordum ama nereden başlayacağımı bilmiyorum. Derken bir cesaret yanına gidip durumumu hatırlattım ve teşekkür ettim maili için. Bana sadece gülümsedi ve dönüp gitti. Giderken de şu cümleleri fısıldadı; "İnsanız hala, çok şükür" ...

Bu "insanız hala " lafını  da şükretmeyi de hiç unutmadım..
Şimdi kıskanmayla ilgili bir şeyler düşünürken de aklımda bu anekdot var.

HERKESE, BAŞKALARI ADINA DA MUTLU OLABİLECEĞİ, ADI KISKANMAK DA OLSA İNSANSI DUYGULARIYLA BARIŞABİLECEĞİ, ŞÜKÜR DOLU GÜNLER/ HAFTA SONLARI DİLİYORUM :)

Devamını oku »

9 Mayıs 2013 Perşembe

Orhan Veli ile "Hoşgör Köftecisi"nde Geçen Bir Öğlen :)

Daha geçen gün kardeşime üstüne basa basa eskiden çok kitap ödünç verdiğimi ve hiçbirinin geri gelmediğini, bu saatten sonra ASLA kimseye kendi kitabımı ödünç vermeyeceğimi, gerekirse kişiye kitabı hediye edebileceğimi söyledim. Ve ekledim; kimseden de kitap ödünç alamam, çizerek okurum ben!
Ertesi gün  de serviste çok iyi tanımadığım birine henüz bitirdiğim ve içerisinde notlarımın olduğu kitabımı ödünç verdim :)
Nasıl?
Büyük konuşmak işte böyle dönüyor-muş :)
O da bana karşılığında bir şeyler vermek istedi herhalde ki yeni aldığı kitabını verdi. Ben henüz "yok ben kitap ödünç alamam, çizerek okurum ben" diyemeden kendimi kitabı incelerken buldum.
Orhan Veli'nin Hoşgör Köftecisi ile de böylece tanıştım..
Orhan Veli'nin -bildiğim kadarıyla- tek öykü kitabı.
Çeşitli dergilerde yayınlanmış 6 öyküsü, Amerikalı bir yazarın öyküsünün kendi "serbest" çevirisiyle olan bir de finali var. En sonunda da Orhan Veli ile edebiyat ve şiir üzerine yapılmış "anket" yer alıyor ..
Orhan Veli'yi hakkında uzun uzadıya yazacak kadar tanımasam da küçüklüğümden beri sevmişimdir.
Biraz serseri ama kendine güvenli tarzını..
Öykülerini de çok sevdim.
Kitabı daha yarılayamadan gittim kendime de aldım ve ödünç aldığım kitabı bir kenara koydum. Umarım yakın zamanda ben de Kofi'me kavuşurum :)


Kitaptan;
* Dükkanın havasına enikonu ısındığımı hissettiğim bir anda bu sevimli kadının ismini öğrenmek istedim: 
- İsmim bana bile lazım değil, sen ne yapacaksın? dedi.
* Bütün ıstıraplar aşktan doğuyor. Oysaki öte yandan milyonların, milyarların ıstırabı var. Ama ne yazık ki biz o insanı tanımıyoruz.
*Kediler baharı insanlardan evvel duyuyor demek.
* Böyle bir vaka gerçekten olabilirdi, değil mi? Öyle ya, olur olur! Niçin olmasın? Olmadı halbuki. Hepsini kendim uydurdum.
* - Ama biz, aramızda çalışan kadınlara kötü gözle bakmayız...
... Bu "kötü göz" lafı beni düşündürmeye başladı. Öyle ya, ben bu kambur kızdan hoşlanmışsam, onu sevmişsem neden ona kötü gözle bakmış olayım? Büsbütün tersine, iyi gözle bakmışım ki sevmişim...
* Bütün rahatsızlıklar, insanların kendi dünyalarının dışında kalmalarından geliyor.
* Bu beş lirayla pekala karnımı doyurabilir, ısınabilir, giyinebilir, dünyanın parasız olan bütün nimetlerinden faydalanabilirim. Gökyüzünün parlaklığı, denizin mavisi, ağaçların yeşilliği, toprağın sıcaklığı, suların sesi, havada uçan kuşlar, rüzgarın getirdiği çiçek kokuları... Nasıl vazgeçerim bunlardan? Hayır, ölmek istemiyorum...

YKY'den çıkan bu kitabı bir öğle arasında keyifle okudum, notlar aldım, paylaştım :)
Aranızda okuyanınız olursa yorumlarını merakla beklerim..
*Ödünç kitap konusunda yediğim büyük lafları da unutmadım :)

HERKESE KEYİFLİ KİTAP OKUMALAR, MUTLU GÜNLER :)


Devamını oku »

"Bademli" Köy, Meryem ve Mutluluk Sebebi :)

Geçen yazımda belirtmiştim buralarda yoksam bilin ki bademli köyde badem toplamaya gidiyorum diye :) Gittik ve geldik, sağlimen.. Ben köy hayatını sadece ağaçlar, kuşlar, böcekler, güzel yemekler olarak düşünürken karşıma bir de tek öğretmenli okulu, öğrencileri ve okul annesi Meryem çıktı.
Daha önceki Semracan karikatüründe de yazdığım gibi karşılaşmalarda ve tanışmalarda ben hep tutulurum bir şeyler çıkmaz boğazımdan, sadece gülümserim ki o da refleks sayılabilir :)
Kardeşimin-görümcem- okuluydu ziyarete gittiğimiz, tek öğretmenli bir köy okulu. Ama son derece sıcak, temiz ve bakımlı bir ortam yaratmışlar hep birlikte öğrencilere. Birleştirilmiş sınıf olduğu için de 1,2,3 ve 4'ler aynı sınıfta ders görüyorlar.

Bir köşede müze bile var :)
Ailedeki öğretmen kotasının dolmuş olmasından mı yoksa benim sabrı ancak kendine yeter biri olmamdan mı kaynaklanır bilinmez stajını da yapmış ama öğretmenliği istememiş biriyim. Belki branşımın ilköğretim değil de lise olması da bu kararımda etkilidir..
Bademli köydeki okulu  ve dahası öğrencileri görünce köy öğretmeni olmak istedim. Bana da her gün çiçekler getirsin öğrencilerim hem de karşılıksız. Onlara bir şey öğretirken gözlerinden çıkan mutlulukla gerçekten ne kadar doğru bir iş yaptığımı anlayayım. Zorlukları da olsun elbette; tek öğretmen olacağım sonuçta o okulda ama her öğlen bir velinin konuk ettiği sofrada yenen yemeğin,paylaşımın da unutulmaz olduğunu bilerek. Kabul, biraz bencillikle istedim köy öğretmeni olmayı. Ama onların mutluluğu o kadar "saf" geldi ki heralde bir parçasında da ben olmak istedim :)
Kaç farklı ağaçtan kaç poşet badem topladık bilmiyorum çünkü ben badem mi toplayayım koyunları mı seveyim fotoğraf mı çekeyim çocuklarla sohbet mi edeyim derken zihnim iyice bulanmıştı :)
Bademin bir kısmı :)
Pamuk vardı bir de orada, kalbi küt küt atan bir kıvırcık kuzu :)
Bir de Meryem vardı.. Aslında en çok Meryem kaldı aklımda. Okul annesi aynı zamanda ama köydeki/okuldaki birçok şeye o koşuyor, buluyor buluşturuyor ama sanırım en çok da gülüyor :)
İki tane harika kızı var; Saadet ve Serap, onlar da hep gülüyor :)
Evlerine davet etmişlerdi bizi, kahve pişirdik mutfakta. O kahve pişiminin hiç bitmemesini istedim; sanki Meryem bana başka bir yerde bulamayacağım hayat dersleri veriyordu, hem de hiç farkında bile olmayarak..
"Evimiz, eşyalarımız eski kusura bakmayın. Ama biliyor musun biz çok mutluyuz bu şekilde.. Az çanak çömleğim var benim, çoğu da kırık dökük ama mutluluk onlarda değil ki.. Sorun etmek istesem sebep çok.. Kayınvalidemle yaşıyoruz biz.Onu sorun etsem ederim.. Ya da paramız az derim, eşyalarım kırık derim. Ama demiyorum. Beyimle çocukların gülümsemesi bana her şeye değer.Mutluluğu kendin yaratacaksın hocaanım (bana öyle diyordu) Mutluluk bir bakmışsın kaçıp gitmiş. Sen yaratacaksın sebeplerini. Ondan ben hep mutluyum. Geçen gün benimki doğum günümü unuttu diye ilk başta küsmüştüm ama baktım iş güç derdinde ama beni çok seviyor, hemen gittim ben aldım gönlünü. Severek evlendik biz. 6 sene konuştuk sonra evlendik. Çocuklar da bizden dolayı mutlu. Sen mutsuz ol bak onlar da mutlu olabiliyor mu..Şehre gitsem ben yapamam hocaanım, ben burada çok mutluyum. Belki sen şehirde bizden mutlusundur amma ben oradakilerle mutlu olamam, toprakla mutluyum ben.." dedi ve kahve pişti .. Ben de ona ara ara kafa sallamak ve gülümsemek dışında pek bir şey diyemedim;" İnan ben senden daha mutlu değilim şehirde" diye fısıldamak dışında ...
Mutlu olmak için sebepleri kendimiz yaratırız belki mutsuz olmak için de sebepleri kendimiz yaratıyoruzdur, bilmiyorum.
Ben de köyden ayrılmadan kendime birkaç mutluluk sebebi yarattım ;
Keyifle yenen bir yemek :)
Köydeki en küçük Çağla'cı :)

Annemin verdiği çiçek :)

Dönüş yolunda dinlenen bir müzik :)
"Bademli" köy ve Meryem benim için unutulmaz hatıralar arasına girdi.
Mutluluk sebeplerim şehre gelince azalsa da aklıma Meryem'i getiriyorum..
Sahi sizin mutluluk sebepleriniz ne?
Bir kuş cıvıltısı da olsa paylaşın :)

HERKESE "MUTLULUK SEBEPLERİNİ" ARAMAYI HİÇ BIRAKMAYACAĞI GÜNLER DİLERİM :)
Devamını oku »