Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




YKY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YKY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2016 Salı

Özgürlük Saatleri /Dünyanın En Acayip Hayvanı / Guido Sgardoli

Dünkü yazıdan sonra kendimi maşallah çok daha iyi hissetmeye başladım.
Belki bu değişimin içinde olmak hoşuma gitti, bilmiyorum.
"yeni kitap almayacağım" sözümü yutalı çok oldu ve bir daha böyle bir söz vermemek için kendime söz verdim :)
Kitaptan bahsetmeden önce bugünden bahsetmem lazım, yoksa bu yazı eksik kalır.
Geçenlerde internet üzerinden kitap siparişim için sitede biraz dolanırken dikkatimi bir kapak çekti. Kitapçıda olsam kitabı elime alıp detaylıca incelerdim ancak öyle bir şansım olmayınca kitabı sepetime attım hemen. (tüketim toplumu olmanın bu yönünü gerçekten sevmiyorum. ama bazen de iyi oluyor. bu konuda kararsızım)
Siparişim büyük bir kutuda gelince çok heyecanlandım (unutkan ben). Sanırım en çok merak ettiğim kitaplardan biriydi "Dünyanın En Acayip Hayvanı". Kapaktaki kızın tek gözünü kırpmış, dili dışarıda hali beni resmen yaramazlığa davet ediyordu. Öğlen hemen okuyayım diye çantama attım.
Sabah iş yerime geldiğimde de şunu fark etmiştim: telefonum karabalıkla beraber gitti.
Hiç üzülmedim aksine bana bir rahatlama geldi.
Sanki tutsakmışım da bunun farkında değilmişim gibi.
Sorun şu ki whatsuptan haberleştiğim insanlar vardı. (1 gün haber alamazlarsa polise gidecekler sanki :P ) Aklıma hemen Feride geldi, bugün kargoya gidecek ve benden haber bekliyor, amanın. Neyse ki mail diye bir iletişim aracı var. Sabahtan niyetim öğle arası için simit ayran eşliğinde piknik-yürüyüş-kitap okuma aktivitesi vardı .
Öğlen iş yerinden çıktığımda değişik hissettim.

- Etkinlik detayları için Selcen'i arayacağım.
- Telefonum yok!

- Aa ne güzel bir ağaç, fotoğrafını çekeyim.
- Telefonum yok!

- Saat kaç oldu ki, işe geç kalmayayım.
- Telefonum yok! Saatim zaten yok!

İyi o zaman, dedim. Yoluna devam et, günün tadını çıkar, saati de unut. (erkenden dönmüşüm zaten peh :)

İşte bundan sonra keyifle kitabıma gömüldüm. (simit de Yasemen canın çekmesin ama fırından yeni çıkmıştı :)
Bu ara "Televizyona Düşen Çocuk Gip" okuyorum- ki araya kitap almaktan bitiremedim onu da- bir de ne göreyim Sgardoli de İtalyanmış. Bak şu işe! (ckk anladın sen onu :)
Kitaba başlamadan önce mutlaka yazarın özgeçmişini okurum. Sgardoli'nin veteriner olması bir hayli ilgimi çekti. "Hayvanlara duyduğu sevgiyi, sözcüklere ve onların oluşturdukları biçimlere olan tutkusuyla bütünleştirdi. Okumanın kendisine yetmediği zamanlarda da yazmaya koyuldu." Bu cümle çok hoşuma gitti. Yazarın dünyasını daha da araştırmalıyım diye notumu aldım ve ithaftaki "Gerçek Miriam'a" notuyla kitaba başladım. Kısacık resimli bir hikayeyi öğle arasının keyif zamanına bırakmakla ne kadar doğru bir şey yapmış olduğumu da anladım. (hatta sırf bunun için kendime yeniden sipariş listesi hazırlıyorum, bitirince paylaşabilirim, 1 solukta okunabilir çocuk kitapları diye)
"Dünyanın En Acayip Hayvanı" son sayfasına kadar heyecan ve merak dozunu hiç kaybetmeden ilerliyor. Miriam'ı zaten çok sevdim. Annesinin kardeşini emzirdiği bölümün resimlenmesini de açıkçası takdir ettim. (her ne kadar bu paylaşımın özel olduğunu düşünsem de bazı tabuları da yıkmak gerek)
Kitap, gecenin bir vakti iki atın çektiği bir arabayla şehir meydanına gelen adamın hikayesi ile başlıyor. Şehir meydanına ertesi gün sarı mavi çizgili koca bir çadır kuruyor ve içeride "Dünyanın En Acayip Hayvanı"nı sergiliyor.
Yalnız bu işte bir tuhaflık var çünkü bu sergiye insanlar birer birer girebiliyor ve dışarı çıkan herkes bu acayip hayvanı farklı tanımlıyor.
Kitabın bu bölümleri oldukça neşeli, her cümleden sonra kendimi tahmin yaparken buldum:
- Afrikadan mıymış? Fil mi?
- Kocaman mıymış? Ne olabilir ki?
- Eczacı da mı görmemiş? Çatlayacağım, ne ki bu hayvan?

Kitabın sonu ve Miriam'ın Dünyanın En Acayip Hayvanı'nı görme çabası bence gerçekten çok güzeldi. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle işe döndüm. Telefon yanımda olsa o an'ı blogumla paylaşabilirdim. Ama bu hali de çok güzel oldu çünkü o an "asla unutmaman gereken"ler bölümüne kaydedildi. "Sil Baştan" filminde bir karakter olsaydım, bu bölümü de korumaya alırdım  :)
Kitabı 7-8 yaşlarında bir çocuğun gözüyle yeniden okumaya çalıştım (ne kadar başarabildim tabii bilmiyorum) ve o haliyle de kitabı çok sevdim. İkinci okumada yine heyecanlandım :)
Yazarın diğer kitaplarını farkında olmadan sepetime atmış ama son anda vazgeçmişim. Şimdi bekle  bakalım Esoş diğer kargoyu :)
Hatta şu an aklıma geldi, ben bir yazar okuması yapayım Sgardoli'den, off ne heyecanlandım şimdi, kargo falan bekleyemeden ilk kitapçıya koşasım geldi.
Haydi sonra görüşürüz!
:)

Dünyanın En Acayip Hayvanı 
Özgün Adı: La piu straordinaria bestia del mondo
Yazan: Guıdo Sgardoli
Resimleyen: Roberto Lauciello
Çeviren: Filiz Özdem
Yaş grubu: 7+
YKY, 2016, 48 sayfa, karton kapak


Devamını oku »

21 Ocak 2016 Perşembe

Annem Gelince / Bu Kış Kimse Üşümeyecek :)

Dün akşam annem geldi, evde bir bayram havası :)
Elif halinden çok memnun, her şeyini ananesiyle yapmak istiyor, saçını o tarasın tokasını o taksın, ayakkabısını o giydirsin, Elif de onu milyon kere öpsün, oh ne ala. Bizimle abartısız 1-1.5 saate ağlayarak uyuyan bebe, ananesiyle 5 dakika içinde ağlamadan uyudu ya! Bu ne arkadaş, bu ne nazmış bize böyle. Maşallah böyle giderse bizim tatilimiz başlamış demektir. Zaten tatilden anladığım, aşağı yukarı böyle bir şey.
Annem gelince,
- Evin havası bir anda değişti. Eve çok acayip leziz yiyecekler de gelmiş oldu, hangisinden yiyeceğimizi şaşırdık, ben birkaç farklı börekle sarmayı aynı anda ağzıma tepiyordum en son :)
- "Eşyaları kendi yerlerine koy Esra" İşte bu, yandığımın da resmi tabii. Temiz, titiz anneye sahipsen eşyaları rastgele etrafa atamıyorsun.
- Ertesi günün yemeğini düşünmemek ve eve geldiğinde sıcak bir sofrayla karşılaşmak ise bizim için paha biçilemez.
- Elifin ananesiyle oynamak için can atması ve annemin de zaten Elifi çok özlemiş olması, ballı lokma tatlısı değil de nedir? Elifin 2 adet minderi var, kırmızıyı kimseye vermez kendi oturur, yeşili de karşı tarafa koyar ve 8-9 tane arabasını gönderir, geri ister;bu oyunla bayağı oyalanıyor. (Kırmızı balonu da kimseye vermez, biz ancak mavi balonla oynayabiliyoruz :)
- Annemin gelmesi demek, bana göre çok normal olan yeleksiz ve çorapsız takılmanın Elif açısından bitmiş olması demek. Anneme çok itirazı yok gerçi, babasını peşinde sürüklüyor. Ben uzaktan izliyorum, "haydi kendin giy" dediğimde giyiyorsa giyiyordur, giymiyorsa üşümüyordur mantığım var.
- Evin genel düzeniyle ilgili annemin şahane zihni sinir projeleri oluyor. Eskiden çok acayip itiraz ederdim, tartışırdık, üzülürdük, annemin dediği olurdu :) Şimdi itiraz etmiyorum, uyguluyoruz, sevmezsek annem gidince değiştiriyoruz :) Böylece kimse kırılmamış oluyor. Bir dahaki gelişinde ortaya çıkan acı gerçekleri pek önemsemiyor neyse ki çünkü bizim evde her şeyin her an yeri değişebilir :)
- Annem gelince yeniden evin küçük kızı havasına geçiyorum, annemin yeme-içme-dinlenme vs. konularda beni şımartması çok hoşuma gidiyor.
Bu sene -uzun zamandan sonra- bir ilk olarak bana kitap hediye almış annem. Çok şaşırdım, genelde "sende olmayanı bulamam" deyip kitap almıyordu bana. Bu sene kitap fuarına gitmiş, son çıkan kitapları sormuş, bu kitabı beğenmiş ve bana almış. Satıcı "kızınız kaç yaşında" dese ne derdi acaba, "31 olacak ama biz onu 2 yaş gibi seviyoruz" mu derdi :)

Farenin cezerye ile ısınacağına inanan bir ben miyim :)
Kitap hakkında minnak bir yorum yapacak olursam, Feridun Oral'ı İstanbul Kitap Fuarında tanıyıp Lokum adına kitap imzalattığımdan beri seviyorum. Kitaplarının tarzı, naifliği de hoşuma gidiyor. Sadece bazı kitaplarının metinlerini kendime çok yakın bulmuyorum. Ancak resimleri beni her daim ısıtıyor. "Bu kış kimse üşümeyecek" kitabını okuyunca metinlere resimler kadar emek verilmediğini düşündüm, belki biraz daha şiirsel bir dil ve farklı/detaylı bir son ile daha da güzel olabilirmiş.
Banu da tesadüf bugün bu kitabı anlatmış, Elif de dün Tayga gibi ipinden kitabı çekiştiriyordu. Hikayede anlatılmak isteneni anladığını çok sanmıyorum ama bu kitaba böyle bir ipin konulmuş olması bence oldukça yerinde. İpimin ucuna neleri bağlayacağımı henüz bilmiyorum. Çalı çırpı yerine cezerye ile başladım. Geçen gün hatırladığım Selanik kökenim de bir anda silindi gitti sanki, "Adanalıyık, kebap yerik, şalgam içerik" havası esti içimde :)
Yarın inşallah kuzenler, kardeş ve en önemlisi teyzoşum Ayçişko ile ekip tamamlanacak, hepsini karda yuvarlayıp kar savaşıyla coşasım var.
E ne de olsa eve dönünce annem sıcak bir ıhlamur verir :)


Devamını oku »

7 Ocak 2016 Perşembe

Denizin Dibindeki Ev / YKY

Yeni yılda bitirdiğim ilk kitabın "Denizin Dibindeki Ev" olması beni çok şaşırttı çünkü heyecanla okuduğum başka kitaplar vardı. Derken bir gün postacı kapımızı çaldı ve 4YKK'nin bana kitap hediye gönderdiğini söyledi. Yaşasın!
Kitabın ön ve arka kapağına bakınca keyifli bir kitap okuyacağımı düşündüm.
Birkaç sayfa okudum ve "Aa ne güzelmiş" dedim.
Sonrası ise ...
Biraz değişik oldu :) (Kitabı okumadan yorumu okumayın!)

Fark ettim ki buraya sadece çok sevdiklerimi yazıyorum, az sevdiklerim/sevmediklerime vakit ayırmıyorum.
İşte bu kitap, bu serinin ilki olabilir, gerçi Arne'nin Adası da benim için hayal kırıklığıydı ama bu kitap daha da tuhaf.
Öncelikle bana hediye ettiği kitap hakkında kötü şeyler yazmama kırılmayacağını bildiğim için Tangül'e, çok teşekkür ederim, sebebini en sona yazacağım.
Turengde ve Google'da İtalyanca çeviri yapamadığım için kitabın orjinal adının (la casa in fonda al mare) tam çevirisinin "Denizin Dibindeki Ev" olduğundan emin olamadım. Böyle bir araştırmayı hemen her kitap için yaparım ancak bu kitabın farklı olan tarafı, çevirisinde kitap içerisinde de kendimce yanlışlıklar bulmam oldu. Yanlış demek aslında uygun değil, neticede İtalyanca bilmiyorum ama sanırım eksik demem daha doğru olacak.
Kitabı okurken farkında olmadan "yok artık" gibi hayret ibareleri kullanmışım, karabalık dedi, hatta "ne oldu" diye merak etti.
Ona şunu söyledim: "Kitabın sanırım basılmadan (birkaç kez) önceki taslak halini yanlışlıkla basmışlar"
Biraz daha butik bir yayınevinden basılmış olsaydı belki şaşırmaz, olabilir deyip geçerdim. Ancak kitabın yayınevi YKY olunca buraya da bir şeyler yazmak istedim.
Arka kapağına bakınca kitap sahiden de oldukça cezbedici görünüyor(benim için) Arada kalmışlığı ve farklı-öteki olmayı zaman zaman ben de yaşadım, yaşıyorum ve konusu çokça ilgimi çekti. Çok seveceğimi düşünerek-ki yazarın İtalyan olması benim için bir artı Nanetti'den dolayı)- heyecanla okumaya başladım kitabı.

İlk 3 bölümde (7-15 sayfa) yaklaşık 8 yaşındaki (tam sayıyı suda zaman hiç geçmediği için bilemiyoruz) Stella'nın deniz altındaki yaşamını kendi dilinden okuyoruz. (gayet keyifliydi bence)
4. bölüm ile birlikte 3. tekil şahıs anlatımına geçiyor kitap ve yazı karakterini de değiştiriyor. İlk başta bunu tuhaf buldum ancak ayrımı bu şekilde göstermek istedilerse saygı duymak gerek diye not aldım hatta.
İlerleyen sayfalarda yine Stella'nın ağzından yaşadıklarını okuyacağımızı düşünürken kitap 4. bölümdeki anlatım şekliyle devam etti. (istisna 6. bölüm ve 7. bölümün yarısı)
7. bölümün yarısında anlatım dili değişiyor ve ortaya gerçek bir anlam belirsizliği çıkıyor.
"... Bir gün büyük bir yapı keşfettim..." diye başlayan bölümün orta yeri "...Amir ona bakıp güldü..." ile devam ediyor :)
Denizdeki yakın arkadaşları mürekkepbalığı Billi ile yunus Elia.
Billi karakterini ilk başta muzır bir çocuğa benzettim ama çok kısa sürede Billi'nin dikkat çekmeye çalışan kötü niyetli biri olduğunu gördüm.
Elia Stella'nın yakın arkadaşı ve hikaye içerisinde güzel bir yan karakter rolü varken birden "sen benim çocuğumsun" cümlesini kuruyor. (böyle bir şey yok, tek demek istediği 'seni önemsiyorum ve üzüldüğünü görmek istemiyorum' çocuklar okuduğunda kafaları karışabilir.) Sayfa 92'de Elia bir anda yunus olarak çıkıyor karşımıza, ki bu da başka bir kafa karıştırıcı :)
Hikayenin ana konusu olan iki dünya arasında seçim yapma (deniz ve kara) ve farklı-öteki olma halini sevdim. Sadece işlenişini biraz zayıf buldum. Gereksiz ayrıntılarla ve karakterlerle sayfalar doldurulmuştu sanki.
Hikayeye neden dahil olduğunu bilemediğim dondurma arkadaşı Mirco var mesela. Kara hayatında olan bir çocuk ve Stella'nın denizde yaşadığını bilmiyor.
Stella'nın babası zamanında kara hayatını seçmiş-hatta orada kendine başka bir hayat kurmuş, evli ve 2 çocuğu var- annesi ise denizde yaşıyor. Stella da zaman zaman su üstüne çıkarak bazı kara çocukları ile iletişim kuruyor Mirco ve Roberto gibi.
Bu hikaye için bence sadece Roberto yeterliymiş oysa.
Denizde yaşayan Amir ise iyi mi kötü mü ben anlayamadım :)
Stella tüm bu çocuklarla ayrı ayrı vakit geçirmeyi, onlarla eğlenmeyi seviyor ve hepsini de yeri gelince öpüyor. (bu kısmı da anlayamadım ama üzerinde çok durmadım)
Babası Stella'yı karada yaşamaya ikna etmeye çalışırken kullandığı gereksiz ve sert üslupta yazarın kendi babasına duyduğu kırılganlıkları okudum.
O yüzden de bu kitabın babaya olan kırgınlıkların bir hikaye üzerinden anlatımı olarak görülmesi belki daha gerçekçi bir bakış açısı olur. (arka kapakta da yazdığı gibi)
Sayfa 121'de babasının Stella'ya "Sersem sersem konuşma" dediği ifadeye açıkçası üzüldüm. "O kadar da değil artık" diyerek Stella'ya sarılmak istedim. (ki sonrasında kızına elini kaldıran adama bayağı kızdım) Belli ki Stella'nın kafası çok karışmıştı ve haklıydı. Annesi ise çok daha tutarlı bir karakter, onu sevdim.
Kitap hakkında çok şey yazdım biliyorum ama sonunu yazmayacağım elbette :) (bir o kaldı yazmadığım gerçi)
Kitapta yer alan televizyon ise gerçekten olmaması gereken bir obje idi. Yazarın gel gitlerini açıkça okuyabildiğimiz (kara-deniz) ancak yine de doğal olanı tercih ettiğini satır aralarından okuduğumuz bu hikaye için televizyon biraz fazla tüketimi çağrıştırdı bana.
Yazar kitabı babasına kırgınlığını hatırladığı bir an yazmış, yayın evi basmış, YKY ise biraz özensiz olarak yayınlamış gibi hissettim.
Çok mu sert bir eleştiri oldu acaba bilmiyorum.
Yazarın ve çeviren Filiz Özdem'in emeğine haksızlık yapmak istemem ama kitabın bütününe baktığımda taslaklarda yer alan bir metni nasıl basmışlar acaba diye düşündüm.
Metne çok odaklandığımdan resimleri hakkında yorum yapamadım. Benim tarzım değil sadece onu diyebilirim.
Kitaptan:
" Hepimiz nasıl yaşayacağımızı seçmekte özgürüz..."

Tangül'e çok özel teşekkürlerimle, kitapların hep tam, bitmiş, harika hallerini okuyordum, bu kitap ve Stella'nın hikayesi ile kendimi geliştirme imkanı buldum (ukalalık gibi olmasın lütfen) daha iyi nasıl olabilirdi diye üzerinde notlar aldım. İyi ki varsın kıvırcık :)

*Kitabı okuyan varsa lütfen yorum yazsın, belki de ben yanıldım ya da bazı şeyleri gözden kaçırdım :)
** Deniz yaşamıyla ilgili kitap önerilerini de yazabilirseniz sevinirim, çok sevdiğim bir konu kendisi :)

Denizin Dibindeki Ev
Özgün adı: la casa in fonda al mare
Yazan: Lucia Tumiati
Resimleyen: Alessandra Roberti
Çeviren: Filiz Özdem
Yaş grubu: 8+
YKY, 2013, 159 sayfa, karton kapak




Devamını oku »

10 Kasım 2015 Salı

Kürk Mantolu Madonna

Bu kitabı okumadan çok önceki düşüncem:
"Herkes okumuş, okuyor, merak ediyorum ama emin değilim nasıl olduğundan, sever miyim acaba, yok ben kesin yarıda bırakırım, fazla "edebi" eser sevmiyorum, yanında kahveli fotoğrafının 5 liraya verildiği karikatürden sonra kapağın yüzü eskidi bende."
Yavaş yavaş kitabı merak edip almaya niyetlendiğimdeki düşüncem:
"Sanırım vakti geldi, Kürk Mantolu Madonna'yı kitaplığıma koymalı ve yakın bir zamanda okumalıyım. Merak ediyorum."
Biraz zaman geçer...
"Tam alacaktım ki başka kitaplar araya girdi."
Derken, günlerden bir gün siparişime "evet" dememe tam olarak 1 adım kala durakladım ve akşam Elif ile buluşacağımız aklıma geldi. Nedense ondan güzel bir kitap önerisi duyacağımı düşündüm. Akşam buluştuk ve konu tabii ki kitaplara geldik. Bu ara neler okuyorduk, bizi hangi kitaplar çok etkilemişti vs. Elif birden gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir ışıkla "Kürk Mantolu Madonna" dedi. "Okudun mu, ben de merak ediyordum" dedim. "Beni en çok etkileyen kitaptır, ben böyle bir aşk hikayesi okumadım hiç." dedi. Aynı ışık bana da geçmişti. Gecenin 10unda nöbetçi kitapçı bulsam kitabı alacaktım. Ertesi gün siparişimi tamamlarken daha önce başıma hiç gelmemiş bir şey yaşadım. "Kürk Mantolu Madonna"yı sepetime ekliyor fakat alışveriş listemde adını göremiyordum. Başka bilgisayarlarda bile denedim, olmadı. O an şunu hissettim: Yapı Kredi Yayınlarının dükkanından kitaba dokunarak bu kitabı almalıydım!
Geçtiğimiz hafta iyileştikten sonra kalan 1 günde kendimi "YKY"de buldum. Kitapların yerini artık ezberlediğim için doğruca Sabahattin Ali rafına gittim ve elim titreyerek kitabı aldım. Neden elim titredi bilmiyorum. Çok heyecanlanmıştım.
Kitabı alıp çantamda taşırkenki düşüncem:
"Çok değerli bir hazine var çantamda, hemen mi okusam yoksa uygun bir an mı beklesem?"
O akşam kitaba başladım, ertesi gün yarısındaydım, diğer gün(dün gece) de bitirmiştim. Bölüntülü okumak resmen sinir sahibi yaptı beni. Arabada normalde asla kitap okumam, midem bulanır. Dün sabah eşime kızdım, kırmızı ışıkta hemen geçme, az bekle diye :) Dün gün boyu okuyamayınca da Elif'i uyutup yatağa uzandığımda saat 12yi geçiyordu. Çok uykum vardı ancak hiçbir uyku beni bu kitaptan mahrum bırakamaz diye düşünerek kitabı açtım ve kapattığımda saat tam 2ydi. (Saat 2 = Şirin)
Kitabı okurkenki düşüncem:
"Bir insan evladı(ben) ön yargıları sebebiyle (yok herkes okumuş yok kapağın yüzü eskimiş vs.) böylesi bir hazineyi kaçırıyor ya, ben daha ne diyeyim kendime..."
"Aman Tanrım, bu adam nasıl yazmış böyle?"
"Ben bu kadar sürükleyici bir aşk romanı, bu kadar içinde yaşadığım derinlikli bir aşk hikayesi okumadım."
Kitabı okuduktan sonra (ve son sayfalarda):
(Bolca ağıt) "Birini aramam lazım ama saat 2. Kitabı okuyan birileriyle konuşmam lazım. Ama saat 2. Elif'e çok borçlandım. Kitaba resmen onun sayesinde başladım. Elif'i arasam? Ama saat 2. Sabahattin Ali'yi kim sever? Özlem tabii ki! Özleeeemmm böhüüüüü"
O ara Özlemle mesajlaştık, yanımda olsa kesin sarılırdım. Ben bir ağla ağla.Ki bu satırlarda bile ağlıyorum  :(
Sabah sabah karabalıktan yorum: "Sen bu kitaptan çok etkilendin."
Benden cevap: "Hadi canım! Nasıl anladın?"  (Bu erkekler biraz saf mı oluyor ne?)
Bu arada kitabın yarısına geldiğimde bir de şunu hissetmiştim. Bu kitabı tüm sevdiklerime armağan etmeliyim. Bu amaçla sevdiğim arkadaşlarıma mesaj attım, Kürk Mantolu Madonna'yı okudun mu diye. Ve fark ettim ki dünya üzerinde okumamış olan bir ben kalmışım.(tamam biri daha var, ismini vermeyeyim, neyse ki birini buldum) Bu sefer de o arkadaşlarıma kızdım mı: "Neeeaaay, okudunuz, sevdiniz ve beni uyarmadınız mı? Yahu insan bir kaş gözle bu kitabı mutlaka oku yoksa geçen zaman aleyhine işliyor vs." demez mi? Demediler :)
Bak bir de şöyle bir şey olmuştu, onu yazmayı unuttum. Nilayla telefonda film, dizi sektöründen bahsediyoruz(ki ben sadece "hee" diyebiliyorum, konudan aşırı uzaktayım) Bana dedi ki "Kürk Mantolu Madonna"yı filme çekmeye çalıştılar ama olmadı. O derinliği veremezler zaten..." Yaklaşık 1 sene önceki bu bilgi, kitabı okuduğum her an aklımdaydı. (Sanırım filme yine de çekilecekmiş ama ben izler miyim bilmiyorum, Filiz sana sevgilerimle)
Kitabı hiç okumamış birileri bu satırlara kadar gelebildiyse tebrikler, kitaptan bahsetmeye şimdi başlayabileceğim :)

"Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır." Kitap bu cümleyle başlıyor ve tek bir cümleyle beni içine almaya yetiyor. (Ön yargılarım: Hani bu kitap "edebi", "sıkıcı" olacaktı?) Bu cümleden sonra kitap nasıl ilerledi, ben kitabı okudum mu yoksa su gibi içtim mi anlayamadım. Yeniden tekrar okumak isterim kesinlikle. İşte o ara Raif Efendi ve Maria ile tanıştığımı hatırlıyorum. Raif Efendi'yi en baştan itibaren çok sevdim. O ürkek, içe kapanık, çekingen halini kendime çok benzettim. Hikayenin kurgusu da beni çok etkiledi. Dil ve üslup ise gerçekten duvara çarptırdı. Evet ön yargılarımdaki gibi "edebi" bir metindi ancak asla sıkıcı değildi. Okudukça kalbimden içeri doğru bir şeyler aktığını hissettim. Uzun zamandır böyle bir hikaye okumamıştım. Karşılaştırma yapmak ne kadar doğru olur bilmiyorum ama orta okuldayken annemin bir arkadaşı bana Kurt Seyt ve Shura kitabını vermişti. En son oradaki aşktan bu kadar etkilendiğimi hatırlıyorum. (tabii bunda benim yetişkin edebiyatından bir hayli uzak kalmış olmamın da etkisi var...)
İnsanlar hakkındaki yorumları bence çok güzeldi:
"Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karmaşık bir ruha maliktir."
"Demek ki insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor."
"Kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilmeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu."
"Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim..."(aynı ben)
"Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya-ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu." (En sevdiğim bölüm)
"Bir kelime ile, ona yakın olacaktım."
"İkimiz de birer insan arıyoruz, kendi insanımızı..."
" Evden çıktıktan sonra bir şey unuttuğunu fark ederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet, ümidi kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibi üzüntülüydüm." (yazarın bu tasviri nasıl yazmış olabileceği hakkında üzerinde çokça düşündüğüm bir cümle)
"Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde "Bu öyle olmayabilirdi!" düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır." (Çok doğru olduğunu hissettim)
"İnanacak adam"- (Bu ifade...)
Kitap bittikten sonra ağlamalarım arasında bir de kendime "ahmaksın sen" dediğimi hatırlıyorum :) Ön yargılarım sebebiyle kendimden uzak tuttuğum bu kitap meğerse kalbimin derinliklerinin önemli bir hazinesini saklıyormuş. Bazı kitapların farklı kapak tasarımlarını, eski baskılarını topladığımı ve onları aramaktan mutluluk duyduğumu söylemiştim sanırım. "Kürk Mantolu Madonna" da benim için onlardan biri oldu. Nadir kitaptaki uçuk fiyatlara aldırmadan hislerime güvenerek eski baskıların, kitapla ilgili notların peşine düşeceğim. Normalde paylaşmıyorum ama sanki bir insan bana güvenerek kendini en ince ayrıntısına kadar anlatmış gibi hissettiğim için, bu kitap için bir istisna yapıp, okuduktan sonra kitaba yazdığım notu paylaşacağım.

Sabahattin Ali'nin tüm eserlerini bir an evvel okuma isteği duydum, "geç kalmadım" sanırım, belki de "tam vakti"... Ne dersiniz?
*Sabahattin Ali'nin hayat hikayesini okuyabileceğim kitap önerisi olan var mı?
** 9 sene önce Sinop Cezaevinden çok etkilenmiştim ama şimdi anlıyorum ki "içim boş" etkilenmişim. Yeniden gidip görmek lazım belki.

Dışarda azgın dalgalar
Gelir duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma






Devamını oku »

16 Eylül 2014 Salı

Tobie Lolness; Bir Buçuk Milimetrelik Kahraman :)

Hani bazı insanlarla, hayatlarla, ailelerle tanışırsınız, kaynaşırsınız ve onlardan bir daha hiç kopamayacağınızı anlarsınız. "Acaba şimdi ne yapıyorlar" diye merak ettiğim böyle bir grup var sahiden benim hayatımda. Çoğu da kitap kahramanları. Gerçek hayatta bu kadar meraklı olduğumu söyleyemem. Ama bazı kitaplardaki bazı karakterler öyle çok içine alıyor ki beni bir müddet sonra onlardan biri oluyorum.
Bu kitaba daha önce başlamış birkaç sayfa sonra bırakmıştım. Geçen gün "ya sahi ne anlatıyor şu Tobie" diye kitabı tekrar elime aldığımda "Neden daha önce bırakmışım, vay ben ne salakmışım" dedim. Dedim gerçekten.
Bu kitabı okuduktan sonra yanından geçtiğim her ağaca bambaşka bir gözle bakmaya başladım.
Bizim dünyamıza çok benzeyen bir dünya var bu kitapta. Tek farkla; kahramanlarımız sadece 1,5 milimetre :) Ve bir ağaçta yaşıyorlar. (Bu kısım kıskanılası elbette)
Haberleri bilerek ve isteyerek hiç takip etmiyorum ama bu demek değil ki duyarsızım. Tam tersi bazı şeylere o kadar sinir oluyorum ki içim içime sığmıyor. En basit (ki o kadar da basit değil elbette) yaşama hakkımız olan temiz su içme, engelsiz bir yaşam, doğayla barışık bir çevre gibi kavramların içinin ne kadar boşaldığını gördükçe çok üzülüyorum. İşte bu iki kitap bana unuttuğum bazı değerleri hatırlattı: dostluk gibi mesela. Her şeyimiz "sanal" iken dostluğun tanımı da değişti haliyle. Birbirimizi "beğenerek" takip ediyoruz, "paylaştıkça" çoğalıyoruz... Elimdeki -şu an bu yazıyı yazmama vesile olan- bilgisayar ve internet bağlantısı da dahil her şeyi bırakıp Tobie'lerin yanına hatta mümkünse Ağaçsızların yanına gidip orada yaşayasım var.
Sahi Tobie'yi anlatacaktım.
Tobie Lolness ile kaçarken tanışıyoruz. Kimden neyden kaçıyor ve nereye gidiyor gibi soruları zamanla ve yavaş yavaş öğreniyoruz. Kitabın en başarılı tarafı kuşkusuz oldukça iyi işlenmiş kurgusu. İki kitapta ikişer bölüm ve 20'ye yakın ana karakter var ve hepsi hikayede öyle güzel serpiştirilmiş ki; sahneyi biri boşalttığı an diğeri dolduruyor. Yazarın bu kurnaz halini çok sevdim. Tam bir macera romanı. Her an yeni bir şeyler oluyor. "Buradan kurtulamazlar" dediğim an çoook önceden oraya yerleştirilmiş ama bizim unuttuğumuz bir figür çıkıveriyor. (sahneye bir silah konduysa,o mutlaka patlar değil mi?)
Tobie, babası Sim, annesi Maia, Elisha, Isha, Asseldor Çiftliği,Kar ismindeki minik kız,  Nils Amen, Jo Mitch, Kaplan, Ay Surat... Notlarıma bakmadan aklımda kalanlardan yazdığım isimler.
Bu iki kitap, Tobie ve ailesinin Alçak-Dallar'a sürgün hayatını, Elisha ile olan aşkını, Ağaçsızların yaşamlarını, Dorukların neye benzediğini, oduncuların iyi kalpliliğini yaklaşık 8 yıllık bir zaman diliminde anlatıyor.
Benim en sevdiğim karakter Sim Lolness ve Nils Amen oldu. Jo Mitch'i ve günümüzde temsil ettiği düzeni de bir kere daha nefretle andım. (kitap ve gazete yasaklanıyor bir ara; tanıdık geldi bana hayret!)
Ve bu kitapta çeviren kısmında "Elif" adını görünce duygulandım. Elif'in meslek olarak nasıl bir seçim yapacağını hiç düşünmemiştim ama günün birinde böyle harika bir kitapta adı geçerse ne kadar mutlu olacağımı hissettim. (Çeviri: Elif Gökteke bu arada)
Kitabı birkaç solukta okuduğum için aklım hep Ağaç'ta kaldı, rüyamda Asseldorlara misafir olup onlarla şarkı söylemişliğim bile var.
Kısacası bu kitaptan, hikayesinden çok etkilendim.
Tobie'nin Altair yıldızını ödünç almak istedim :)

" Her beynin kendi sırrı vardır. Benimkisi yatağım. Seninkisi tabağın. Düşünmeden önce yemek ye, yoksa iyi düşünemezsin."
"Eylem, düşünceyi özgürleştirir."
" ...tıpkı kar yağarken altına sığınılan bir kuş tüyü gibi o da bu hayallere sığınıyordu."
"Birisinin arkasından ağladığımızda bize vermediği şeylerden ötürü de ağlarız."
"Değişiklik boşuna olmaz."
" Özgürlüğün bir kokusu vardır, bir tadı vardır. Özgürlüğü bütün bedeninde hisseder insan."
"Gözlerinin derinliklerinde hala kıpırdamadan duran bir kuyrukluyıldız parlıyordu."

İlk kitap için inanılmaz bir başarı bence Tobie Lolness. 2006'da Saint-Exupery ve Tam-Tam, 2007'de Sorcieres Ödüllerini almış çünkü...

* Yazarın diğer bir kitabını meğerse önceden okumuş ve çok sevmişim, haberim yok :) YKY'den çıkan son kitabını da hemmen okumam lazım, karabalık bence sen mesajı aldın :)



Devamını oku »

1 Temmuz 2014 Salı

1 Kitap 1 Mektup Etkinliğinde "Şirin Şeyler Üreticisi" Zeinepuu var; Sahi "Benekli Fareyi Gördünüz Mü?" :)

Hediye konusunda inanılmaz bocalarım. Doğum günü mü özel bir gün mü yoksa rastgele bir seçim mi; buradan başlarım. Bazen "ihtiyacı olan bir şeyi alayım" derim ama en güzeli bir şey görüp "işte bunu x çok sevecek" diye sepete atmaktır.
Geçen doğumgünümüzde de -ki neredeyse aynı gün doğmuşuz- özel bir şey olsun ama içinde Elif de olsun dedim. Patik de örebilirdim ama bunu öğrenmem ve yapmam birkaç sene sürerdi; vazgeçtim :)
O ara karşıma Zeinepuu çıktı instagram hesabından. (ismi çok güzel; Miyazaki karakteri gibi "zeynepuuu" diye okuyorum ben :)
Düğün fotoğraflarımızı gönderip "piksel piksel aşk"a mı düşelim derken karşıma o masalsı görüntü çıktı. "Aaa bu aynı Elif" dedim; o daha doğmadan. Ve Zeynep'e mail attım. Ben ona genel bir şablon çizip detayları kendisinin belirlemesini istesem de her aşamayı bana tek tek sordu. Sormana gerek yok;sana güveniyorum dedim. O yine sordu.

Hepimiz için erken doğum günü hediyesi oldu. Zira bizim planlarımıza göre Elif bizim gibi Mart ayında doğacak; kendi halinde 1 balık olacaktı. Böylece "3 balık" olarak hayatımıza devam edecektik. Tabii ki Elifin de kendi planları varmış. "Ben bu balıkları bir hizaya getireyim" demiş olacak ki 9 Nisanda Koç burcu olarak hayatına başladı :)
İşini sevgiyle ve özveriyle yapan insan karşısında saygıyla eğilir; gülümsemesi bol yanaklarından öperim.
İşte Zeynep ve hikayesi:

Sevgili Zeynep; "şirin şeyler üreticisi" olmaya nasıl karar verdin? Bu süreç nasıl gelişti?
Gözlerimi kapatıp bir düşündüm. Nasıl oldu sahiden diye :) 
sevdiğim insanlara ellerimle yaptığım küçük şeyleri hediye etmeyi her zaman çok sevdim. Bu yüzden bambaşka işlerde çalışıyorken bile evimin bir köşesi her zaman kurdelelere, dantellere , iplere , iğnelere , boyalara kısacası hep şirin bir şeylere aitti. 
düşünüp, tasarlayıp en sonu somut hale gelen o küçük şeyleri fotoğraflamaya başladım. 
işte galiba he rşey burada başladı. 
öyle çok sevildi, beğenildi , talep gördü ki ... bir yerden sonra sessiz kalamadım. 
şirin şeyler üretmeye mutlulukla devam ettim :)

Piksel piksel ask temasını yaparken nelere dikkat ediyorsun? Ayrıntılarda kişileri bu kadar güzel resmetmeyi nasıl başarıyorsun ;)
Bu biraz detaycılıkla ilgili sanırım. Günlük hayatımda da böyle miyim ki diye bir soru geçti zihnimden ama , sanmıyorum :)
İşime verdiğim önem , gösterdiğim özen bu ince detaylarda saklı aslında. Bu temada aile panoları , gelin-damat panoları daha çok yer alıyor. Semaları çıkarabilmek için istediğim fotoğrafları incelerken pikselleşiyor bakışlarım sanki , bu detayı kareleştirmek mümkün algısıyla kravat iğnesine kadar detaya inebiliyorum :) 



Son zamanlarda yenidoğanlara yönelik çalışmaların arttı sanırım?
Evet :) Bu da beni çoook mutlu ediyor.
Yine instagramdan tanıdığım , cok sevdiğim fotografçı bir anne ile yaptığım ilk çalışmaydı doğum panosu. Oğlunun odası için aklındaki panoyu anlatmıştı ve bunu kanaviçeleştirmek konusunda bana çok güvendi. Öyle güzel oldu ki ilk doğum panosu , sonra ardı arkası kesilmedi.
boylarını , kilolarını işlerken her çarpıda seviyorum onları parmağımın ucuyla !  :) 


Seni mutlu eden/heyecanlandıran/kalbinde özel bir yeri olan çalışma(lar) var mi ? 
Olmaz mı :)
İlk doğum panom  Zafer Alp , ablamlar için yıldönümlerinde yaptığım Happy House panosu - enişteciğimin dövmesine kadar detaya indiğim doğrudur :) - , Tuva Yayıncılığa ait olan Kanaviçe dergisinin 32. sayısına bir sema tasarlayıp , işlemiştim. Sweet Life panosu da benim için çok özeldir :) , sonra Rengin ve Atakan*ın Just Married panosu ( detayları şimdi düşünürken bile gülümsüyorum .) , Pınar ve Salih için yaptığım çift panolar ve tabiki heyecanla beklenen Elif için Hoşgeldin Elif panosu .. :) Unicornuyla geldi Elif değil mi annesi  :) 
*Valla aynen öyle oldu :P

Bir günün nasıl geçiyor ? 
Çoğu zaman erken uyanıyorum. Erken kahvaltı yapıp güne erkenden başlamak bana çok iyi geliyor.
İşlerin yoğunluğuyla şekilleniyor günüm , evden çalışmak keyifli ve rahat olsa da zorlukları da var . O hiç bitmeyen ve maalesef tüm gün uğraşsan da görünmeyen ev işleri nedeniyle programsız çalışmak mümkün olmuyor. :)
Çok yoğunsam tüm gün evde kanaviçeyle ilgilenebiliyorum ama belli bir saatten sonra elime almamaya özen gösteriyorum.
Pek tatili olan bir iş değil , zaten yarım bir iş yanında durduğunda ' hadi beni eline al'  bakışları atıyor :) 
onun dışında dışarıdaysam bol bol  yürüyerek , mutlaka ağacı , yeşili bol yerlerde vakit geçirmeye çalışarak geçiyorum günümü.


Ürünlerin teslimi ne kadar vaktini alıyor?
İş yoğunluğuna göre değişebiliyor . normal şartlarda 5 gün içinde teslim ediyorum , daha erken ve daha geç teslimat durumları da mümkün olabiliyor. 

Tatildeyken nasıl yapıyorsun? Ya da zaten işinden keyif aldığın için tatile de işini götürüyor musun ;)
Bu biraz tatilde geçireceğim gün sayısı ile alakalı :) kısa bir tatilse tüm mailleşmelerimi yaparım ve  iğne, iplik ve kasnaklarımla da vedalaşırım :) Zira omuzlarım ve boynum buna çok mutlu olabilirler :)
ama beni uzun bir tatil bekliyorsa onları da alırım yanıma. güzel hava kahvaltıları , akşamüzeri pikniklerinde olduğu gibi tatilde de keyifle işlerim ben panolarımı :) 

(bilmedigim icin soruyorum) Yaptığın işin tam olarak adi nedir;kanaviçe mi?
Evet , çarpı işi , kanaviçe gibi isimleri var. 

İlham aldığın kisiler/siteler var mi?
Var tabii ki.
Pinterest özellikle font seçenekleri konusunda oldukça zengin . 
birde Lucky Jackson*ın kasnak işlerine hayranım , henüz o teknikle tanışamasam da onun işlerine iç çekerek bakıyorum :) 

Sanırım seni taklit etmeye çalışanlar da oluyordur değil mi?
Maalesef . 
Bu konu sebebiyle yaşadığım her olay bana insan çeşitliliğini hatırlatıyor . 

Sosyal medyada gördüğüm kadarıyla kanaviçe haricinde bolca yürüyüş yapıp kahve içip kitap okuyorsun ;)) ne tarz kitapları seviyorsun?
Ah evet ne harika bir gözlem :) 
Kitaplar konusunda kuralsızım diyebilirim. merak ettiğim her kitabı okuyabilirim. şu sıralar turk edebiyatı daha çok ilgimi çekiyor , onun dışında fantastik ve mitolojik romanları seviyorum. 
dünya edebiyatı romanlarında sürekli takip ettiğim ve her kitabını okumaya özen gösterdiğim yazarlarla da kitaplığım şekilleniyor diyebilirim. 
Ba-yıl-dım bu kitaplığa :)
Çalışırken "olmazsa olmaz" bir müziğin bir içeceğin ya da bir rutinin var mı?
Çalışırken iki fincan kahve , bir fincan bitki çayım sanırım rutine dönmüş durumda.
müzik dinliyorsam rock fm ve bana ait bir playlist işimi görüyor.
altyazılı olmamak şartıyla film izlerken de çalışmak beni hızlandırıyor. 


Kanaviçeyle nasıl tanıştın?
Pinterest sağolsun :) 
Her şeye başlama sebebim olan o üç yaka iğnesini orada görmüştüm. "I can do it" mottosuyla yola çıkılan işlerin zamanla nasıl hale geldiğinin güzel bir örneği olabilirim :) 

Benim gibi bu isi hiç bilmeyenlere neler tavsiye edersin/nereden başlanmalı/hangi dükkana gidip ne almalı ;)) (evet konuyu o kadar bilmiyorum ;)
Kanaviçe , aslında seni çok dinlendiren , zihin boşaltma konusunda oldukça başarılı olan bir hobi bence. 
özenen ve başlamaktan çekinen herkesin yapabileceğini düşünüyorum , vakit kaybetmesinler :)
malzemeleri kısaca özetlemem gerekirse ; 
etamin kumaşı , kasnak , iğne ve iplikler. iplik ve kumaş oldukça seçeneği olan iki malzeme. Burada tercihleri ve seçtikleri şema ile de belirlenebilir. 
ben tüm ürünlerimi dmc markasından seçiyorum ve tavsiye ediyorum . 

Kendin için de "piksel piksel ask" tablosu yaptın mı ;)
Evet yaptım :)
Biri yılbaşı , biri yıldönümü temalı iki adet pikselpikselaşk panom var evimde.
ama sanırım bu işe başladıktan yaklaşık bir sene sonra :) 

Taşlar ve güller harika değil mi bu arada :)
Elif için yaptığın tablo;dillere destan oldu.beni tanıyanlar "sen mi yaptın" bile demiyor zaten;"kim yaptı" diyorlar ;)) çok teşekkür ederiz.
Harika bir masal kahramanı oldu sayende Elif. Etkinliğimize katıldığın için teşekkür ederiiiiz ♥

Ben teşekkür ederim :) Bloguna davet ettiğin için ve beni Elif*in masal ablası yaptığın için :) 

*Bonus Soru: En sevdiğin çocuk kitabı hangisi?
Seçemedim aslında :) Çocuk kalbi ve Fedor Amca diyeyim :)

1 Kitap 1 Mektup etkinliği olur da hediye kitap olmaz mı? 
Çocuk kitapları seven birinin kokusunu aramızda kilometreler de olsa alırım :)
Zeytin'in benekli faresi kaybolmuştur ve onu aramaya ormana gider. Orada az önce dedesi ve büyükannesinin anlattığı masallardaki kahramanlarla karşılaşır.

18 Temmuz 2014* tarihine kadar "Zeytin'in benekli faresinin hangi masal kahramanı ile birlikte olabileceğini"  bu yazının altına yorum bırakabilirsiniz. Yapacağımız çekilişle 1 kişiye "Benekli Faremi Gördünüz mü?" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.
* Katılmak için başka şartımız yok :))
**"Doğru cevap" diye bir şey de yok bu arada; cevap sadece sizin hayalgücünüz :)


HERKESE  PİKSEL PİKSEL AŞK TADINDA KENDİ MASAL KAHRAMANI İLE MUTLU GÜNLER DİLERİZ :)


Devamını oku »

10 Eylül 2013 Salı

"Annemin Çantası" :)

Kadınların çantası hem çok özeldir hem de oldukça ağır. İçerisinden nelerin çıkabileceğini kimse tahmin edemez. Bazen ben de çantamdakileri azaltsam, kas gücümü başka aktivitelerle geliştirsem daha iyi olmaz mı diyorum ama bu dileğim hiç gerçekleşemiyor. Tabii bu hususta çanta seçimi de oldukça önemli. Avuç içi çantalarla gün geçirebilenlere hayran olsam da yapamayacağım bir şey için başkasına özenmek de yersiz kalıyor.
Çantanın olmazsa olmazları diye bir sıralama yapacak olursak:
- Su
- Güneş Gözlüğü
- Peçete, ıslak mendil
- Kalem, kağıt
- Ajanda, not defteri, günlük benzeri defterler
- En az 1 kitap (gidilecek yere göre sayısı 4'e kadar çıkabilir)
- Anahtarlar
- Atıştırmalıklar (çubuk kraker vb.)
- Özel eşyaların olduğu minik çanta
- Cüzdan
- Eşin çantaya verdiği diğer malzemeler :)
Ekstradan:
- Çorap (ne zaman nerede üşüyeceğimi bilemiyorum ama ayaklarım hep üşüyor)
- Fazla poşet
- Sade sodamı açmak için açacak
- metre, mezru vb. bir şey

Bu konuya nereden geldiğimi söylemeden bu yazıyı da bitirmesem iyi olur tabii :) Bizim pek sevgili ablamız Ayşe İnan Alican'ın resimlediği, çok sevdiğimiz Sara Şahinkanat'ın yazdığı (evet tersten söyledim) son kitap YKY'den çıkmış. Adı da "Annemin Çantası" imiş. Henüz okumadığım için yorum yapamam elbette ama konusu hakkında yayınevi şöyle bir ipucu vermiş:
"Kadınların Koca Çantalarının İçinde Neler Var Neler?
Sara Şahinkanat’ın yazdığı, Ayşe İnan Alican’ın muhteşem resimlerle hayat kazandırdığı Annemin Çantası, her zaman alay ya da merak konusu olan bir konuya açıklık getiriyor. Kadınların çantasında neler var neler? Böyle bir kitap, iki duyarlı kadının ortak ürünü olunca, ortaya müthiş bir sonuç çıkıyor. Aslolan çanta değil, çantalarında taşıdıkları “hayat”la kadınlar çünkü… Bir çocuğun gözünden kaleme alınan Annemin Çantası, yazar ile çizerin ortak kitapları Beyoğlu Macerası – Bilgi Avcıları Gizli Görevde ve Üç Kedi, Bir Dilek kitapları gibi, yine çok sevilecek." 
Annemin çantasının içerisinde neler var-dı bilmiyorum, hatırlamıyorum ama onun çantasının da büyük olduğunu ve neye ihtiyacım olsa oradan çıktığını hatırlıyorum :)

Sizin çantanızda size özel neler var?
Devamını oku »

14 Ağustos 2013 Çarşamba

"1 Kitap 1 Mektup" Etkinliğinde Çooook Sevdiğimiz Bir İllüstratör "Ayşe İnan Alican" var ve tabii 3 Kedi 1 Dilek :)


Nerde kalmıştık :) "1 Kitap 1 Mektup" etkinliğinin 3.sünü bayramdan sonra yapacağımızı duyurmuştuk sanırım. Bayram öncesi pes etmeyen tavuk Hilda ile tanışmıştık,o hala aklımda :)
Şimdi sırada 3. etkinlik ve çoooook sevdiğimiz illüstratör Ayşe Abla ile (Lokum'un deyişiyle) röportaj var :)
Bir de tabii 3 Kedi ile 1 Dilek :)

Sevgili Ayşe İnan Alican,
İstanbul Kitap Fuarı’nda tanışmıştık sizinle ve Lokum adına kitap imzalayıp çizmiştiniz. O günden sonra da çizimlerinizin takipçisi olduk ve şimdi de blogumuzdaki “1 Kitap 1 Mektup” etkinliğine katılarak bizi çok mutlu ettiniz.
Hemen belirteyim ki merak ettiğimiz bir dolu soru var;
Öncelikle yaptığınız işin adı illüstratör/çizer/grafiker mi? Bu meslek adlarını birbirlerinin yerine kullanmak doğru mu yanlış mı?
Bir metni veya iletilmek istenen mesajı canlandırıyor ve yorumluyorum, resimle aktarıyorum bu yüzden, illüstratörüm. Gazetede karikatür çizerken karikatürist veya çizerdim, reklam sektöründe tasarım yaparken grafik tasarımcı.
Kaynak: http://www.cizeriz.biz/iletisim.php
Daha çok çocuklara yönelik çizimler yapmanızın bir nedeni var mı?
Masal düşkünlüğümün yanı sıra resimli kitapların çocukluğumdan beri beni büyülemesi, çocukların sıcak ve sahici dünyalarında resimlerle buluşuyoruz duygusu, bir çeşit oyun oynuyorum aslında, onlarla. Yaptığım işin kalıcılığı da iyi yanlarından.

Bildiğimiz kadarıyla Hacettepe Üniversitesi Grafik Ana Sanat Dalı’ndan mezunsunuz. Mezun olduktan sonra önünüzde hangi kapılar açıldı ve sizi şu an bulunduğunuz yere nasıl getirdi?
H.Ü. mezuniyet tezi olarak tutkumun ilk parçası olan “Elma Kelebeği” adlı öyküyü resimlemiştim. Tesadüfen görülen eskiz defterimle mezun olur olmaz günlük bir gazetede karikatür çizerek ardından da 9 yıl ders kitabı resimleyerek geçirdiğim zaman asıl yapmak istediğim şeyi geç de olsa hatırlattı. Serbest çalışmaya tezimin tasarımını da yaparak büyük bir heyecanla başladım. Bu uzun süreci bir yandan da dergi, afiş, ambalaj, takvim, bilimsel ve teknik illüstrasyon ve tasarım çalışmaları takip etti. Bu arada “Elma Kelebeği” de basıldı. Fakat her detayını yazar ve editörle paylaştığım benim için ilk diyebileceğim “Kim Korkar Kırmızı Başlıklı Kız’dan” adlı resimli kitapla hayalim başlamış oldu.

Önünüze gelen yeni bir projeden bahsedecek olursak, hangi kriterlere göre o projeye dahil olmayı kabul ediyorsunuz?
İlk okuduğumdaki duyduğum heyecan en etkili seçim nedenim. Özgün, yaratıcı, evrensel, sahici, çocuğu erken büyütmeyen, çocuğun bir dahi olduğunu düşünerek yazılan metinler beni büyülüyor ve çocuksu bir coşkuyla projeye dahil oluyorum.

Muhtemelen birçok değişkeni var ama bir kitabın çizimi ne kadar sürede tamamlanıyor?
Ortalama 5 ayda orijinaller bitmiş oluyor. “Beyoğlu Macerası” istisna diyelim. Resimlemesi 8 ay sürdü.

Okuduğunuz bir metinden hangi parçalara çizim yapılması gerektiğine nasıl karar veriyorsunuz? Çünkü gerçekten iyi bir resimli kitapta –sanırım- yazıları okumadan hikayeyi anlayabilmek gerekiyor.
Metindeki duyguları, dildeki renkleri, oyunları en iyi yansıtabilecek kareyi seçerken; acemi karalamalardan emin olana kadar devam ediyorum. Çocukları içine çekebilecek sahne ve detaylar eklemeden de yapamıyorum.
Çocuğun düş gücünü kısıtlayan tüm ipuçlarını veren resimler iyidir dersek yanlış ve eksik olur sanırım. 
Resmin metindeki duyguyu verebilmesi, çocuğa canlandırılan dünyaya katılma hissi vermesi ve bu sayede metni okumak istemesi daha iyi diye düşünüyorum.

Karakterlerin ne giyeceği, bakışlarının nasıl olacağı vs. eğer ki metinde yazmıyorsa nasıl belirliyorsunuz?
Metindeki duygu ön planda olarak defalarca çizerken bunca zamandır biriktirdiğim görsel ve düşsel hafızamdan karaladığım karakterlerden birisiymiş bakışıyla, minik çizgi hareketlerinin bazen tesadüf dercesine birleşmesiyle ortaya çıkıyor.

Metnin yazarına hangi aşamalarda çizimlerden gösteriyorsunuz? Ya da tüm çizimler bitince mi yazar da görebiliyor :)
Eskizler bittiğinde yazar ve editör ile tüm detayları gözden geçiriyoruz. Metni aynı dilde renk ve oyunlarla yansıtmaya çalışırken kurduğunuz dostluk, kimya, sihir ve paylaşım çok önemli.

Çizim –en azından bizim için- oldukça zor bir iş. Gerçekten yetenek midir bu işin temeli yoksa asıl eğitim mi büyük ölçüde şekillendirir kişiyi?
Biraz görsel belleği konusunda yeteneği olanlar.Ustalaşmak yoktur aslında, arzunuza biraz daha ulaşmak     çabası, daima acemi bir ruhla bu alanda meraklı, araştırmacı, sabırlı, kararlı çaba sarf etmek.

Önünüzde bembeyaz bir sayfa varken –ya da bilgisayar/tablet ekranı- hayal gücünüz ne ile beslenir?
Genellikle çocuk yüzleri, özellikle gözleri, merak, arzu, heyecan, mutluluk, mutsuzluk, sevinç ya da üzüntü ifadesinin dolaysız hallerini yansıtıyorlar ve ipucu veriyorlar. İmge düzeyinde hala canlı kalan çocukluğumdan, bitmez tükenmez doğa düşkünlüğümden, yaşadığım çirkin ya da güzel olan her şeyden etkilenerek doğadaki doku ve desenlerle cisimlere, kağıda, boyaya bulaşarak bembeyaz kağıdı kirletiyorum.

Her çizerin yaptığı çizimin şekli bir çeşit imza mıdır? Çünkü bir süre sonra isme bakmadan da –özellikle de Bilim Çocuk dergisinde- “bu çizim Ayşe İnan Alican’ın,aa şu çizim Pino’nun ya da Bengi Gençer’in” diyebiliyoruz.
Renk ve desenleri kullanırken sizi besleyen unsurları kullanmaktaki tercihleriniz, oyunlarınız ister istemez ele verir kendini.

Sizi sosyal medyada çok fazla göremiyoruz ya da biz bulamadık :) Bu tercihin özel bir nedeni var mıdır?
Beni nasıl buldunuz :) E-posta yoluyla bu alanla ilgili tüm soruları cevaplandırmaya çalışıyorum. Çocuklarla yaptığım gibi birebir paylaşımlar ve etkinlikler öncelikli tercihlerimden. 7 yaşındaki kızım, etkinlikler, dergiler ve kitaplar...güne biraz zor sığıyor.

Yabancı çizerlerden kimleri seviyorsunuz ve yaptıkları çizimleri nasıl takip ediyorsunuz?
Yerli , yabancı Sarah Dyer,  Peter McCarty, Shaun Tan, Celia Chauffrey, Colin Thompson, Eugenia Nobati, Gustavo Aimar, Holly Clifton, Can Göknil, Behiç Ak, Ferudun Oral, Selçuk Demirel, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Mustafa Delioğlu ... birçok usta sanatçı var. Zaman bulursam web sitelerinden fakat daha çok basılı kitaplarını tercih ediyorum.

Çok sevdiğiniz çocuk kitapları hangileri?
André Neves - Bulutların Arasında
Simla Sunay- Çeşme ve Rüzgar son zamanlarda sevdiklerimden.

Çalışırken “olmazsa olmaz”larınız var mı? Çay, kahve,ışık, kalem vs.?
Hayal gücü.

Son soru da Lokum’dan; siz olsaydınız “3 kedi 1 dilek”teki bir hikayede ne dilek tutardınız :)
Soru Lokum’dansa çatısında dolaşabildiği binalar, mahallenin balıkçısı- kasabı- bakkalı, sokakta- parklarda oynayabilen çocuklarıyla yemyeşil mahalleleri eksik olmasın”’ı dilerdim.
Lokum’a ve Çilli’ye kucak dolusu sevgilerimle...

Sevgili Ayşe İnan Alican, biz sizi pek sevdik, hele ki Lokum :)
Etkinliğimize katıldığınız ve bu keyifli röportajda aklımızdaki bir dolu soruya cevap verdiğiniz için çok teşekkürler.Başarılarınızın devamını dileriz.

Ev'cek çoooook sevdiğimiz ve durup durup okuduğumuz bir kitap var: 3 Kedi 1 Dilek. İnanılmaz keyifli hikayesi için Sara Şahinkanat'a, çokça gülümseten ve iç ısıtan çizimler için de Ayşe Ablamıza kocaman teşekkürler :)
Bir de Lokum, Yağmur'a çooook selam & sevgi gönderiyormuş :)

7 Eylül 2013 tarihine kadar "1 Dilek hakkınız olsaydı; ne dilerdiniz?"  sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye Lokum'un seçimiyle 
"3 Kedi 1 Dilek " kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.


* Bu çekiliş haberini kendi blogunda/facebook ve twitter hesabında duyurmak zorunlu değil; sadece gönüllüdür :)


HERKESE PİTİ, PATİ VE PUS'UN SICACIK ARKADAŞLIĞINDAN LOKUM TADINDA OKUMALAR DİLERİZ :)
Devamını oku »

9 Mayıs 2013 Perşembe

Orhan Veli ile "Hoşgör Köftecisi"nde Geçen Bir Öğlen :)

Daha geçen gün kardeşime üstüne basa basa eskiden çok kitap ödünç verdiğimi ve hiçbirinin geri gelmediğini, bu saatten sonra ASLA kimseye kendi kitabımı ödünç vermeyeceğimi, gerekirse kişiye kitabı hediye edebileceğimi söyledim. Ve ekledim; kimseden de kitap ödünç alamam, çizerek okurum ben!
Ertesi gün  de serviste çok iyi tanımadığım birine henüz bitirdiğim ve içerisinde notlarımın olduğu kitabımı ödünç verdim :)
Nasıl?
Büyük konuşmak işte böyle dönüyor-muş :)
O da bana karşılığında bir şeyler vermek istedi herhalde ki yeni aldığı kitabını verdi. Ben henüz "yok ben kitap ödünç alamam, çizerek okurum ben" diyemeden kendimi kitabı incelerken buldum.
Orhan Veli'nin Hoşgör Köftecisi ile de böylece tanıştım..
Orhan Veli'nin -bildiğim kadarıyla- tek öykü kitabı.
Çeşitli dergilerde yayınlanmış 6 öyküsü, Amerikalı bir yazarın öyküsünün kendi "serbest" çevirisiyle olan bir de finali var. En sonunda da Orhan Veli ile edebiyat ve şiir üzerine yapılmış "anket" yer alıyor ..
Orhan Veli'yi hakkında uzun uzadıya yazacak kadar tanımasam da küçüklüğümden beri sevmişimdir.
Biraz serseri ama kendine güvenli tarzını..
Öykülerini de çok sevdim.
Kitabı daha yarılayamadan gittim kendime de aldım ve ödünç aldığım kitabı bir kenara koydum. Umarım yakın zamanda ben de Kofi'me kavuşurum :)


Kitaptan;
* Dükkanın havasına enikonu ısındığımı hissettiğim bir anda bu sevimli kadının ismini öğrenmek istedim: 
- İsmim bana bile lazım değil, sen ne yapacaksın? dedi.
* Bütün ıstıraplar aşktan doğuyor. Oysaki öte yandan milyonların, milyarların ıstırabı var. Ama ne yazık ki biz o insanı tanımıyoruz.
*Kediler baharı insanlardan evvel duyuyor demek.
* Böyle bir vaka gerçekten olabilirdi, değil mi? Öyle ya, olur olur! Niçin olmasın? Olmadı halbuki. Hepsini kendim uydurdum.
* - Ama biz, aramızda çalışan kadınlara kötü gözle bakmayız...
... Bu "kötü göz" lafı beni düşündürmeye başladı. Öyle ya, ben bu kambur kızdan hoşlanmışsam, onu sevmişsem neden ona kötü gözle bakmış olayım? Büsbütün tersine, iyi gözle bakmışım ki sevmişim...
* Bütün rahatsızlıklar, insanların kendi dünyalarının dışında kalmalarından geliyor.
* Bu beş lirayla pekala karnımı doyurabilir, ısınabilir, giyinebilir, dünyanın parasız olan bütün nimetlerinden faydalanabilirim. Gökyüzünün parlaklığı, denizin mavisi, ağaçların yeşilliği, toprağın sıcaklığı, suların sesi, havada uçan kuşlar, rüzgarın getirdiği çiçek kokuları... Nasıl vazgeçerim bunlardan? Hayır, ölmek istemiyorum...

YKY'den çıkan bu kitabı bir öğle arasında keyifle okudum, notlar aldım, paylaştım :)
Aranızda okuyanınız olursa yorumlarını merakla beklerim..
*Ödünç kitap konusunda yediğim büyük lafları da unutmadım :)

HERKESE KEYİFLİ KİTAP OKUMALAR, MUTLU GÜNLER :)


Devamını oku »