Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




tatil yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tatil yazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Çeşme ve Sonrası (2.5 ay)

Başlık için biraz kafa yordum ama ne yazsam içeriği tam anlatmayacaktı, o yüzden kısaca "Çeşme ve Sonrası" dedim :) Oysa içinde başka bir dolu dünya var, hepsini buraya yazmak niyetim.
Çeşmeye tatil için gitmedik hatta aklımızın ucundan geçmeyen ve de geçmeyecek bir tatil beldesi... Tatillerimizi daha çok pansiyonlarda Kazdağları civarında yapmış insanlarız. Ege turu yaptığımız yıllar öncesinde de Mordoğan'ı merak etmiş ancak Çeşme'ye gitmek aklımızın ucundan geçmemişti.
Hayat bizi 2 aylığına Çeşmeye götürene dek :)
Biraz mecburi biraz gönüllü bir görev olunca, ben de Elifle vakit geçirmeyi fırsat bilip kısa süreli ücretsiz izne ayrıldım ve 5 parasız ama çok daha mutluydum, yalan yok :)
Çeşme'nin ne kadar (gereksiz) pahalı olduğunu gitmeden duyup gözümüz korkmadı değil ama gidince (bir müddet sonra) anladık ki insan kıvamında yaşanabilir mekanlar da var. 50 kuruşluk bir sodaya 5 lira vermek koyuyor açıkçası :) Bu yazıyı da belki o bölgeye giden biri olur / biz de unutursak hatırlayalım diye yazıyorum. Oldukça karışık olacak ama kusura bakmayın, bolca foto ekleyip durumu dengeleyeyim :)
Öncelikle Çeşme'ye gitme niyetiniz varsa bu niyeti sorgulayın derim. Yani neden o kadar para vermek istiyorsunuz :) Ahahaha şaka bir yana gerçekten bilinçli bir şekilde tercih yapmak önemli, bunu gidince daha iyi anladım.
Çeşme'de Çiçek Apartta kaldık ve bizim ilk apart deneyimimizdi. Apartta kalmayı ilk haftalarda sevdik ancak sonra temizliğin yapılmaması, bulaşık makinesi olmaması gibi sebeplerle apartta kalmaktan soğuduk. O açıdan tatil yaptık diyemesem de işe gitmemek, her gün deniz görmek zaten başlı başına tatil benim için :)
Bolca dondurma yedik. Ya da şöyle diyeyim Elif ve karabalık yedi :) Benim dondurma ile hiç aram yok arada ayıp olmasın diye yedim.
Çeşme'nin ilk fotosu denizden gelsin o halde... Çok seviyorum kendisini. Anlayan anladı :)


Mayıs ve Haziran ayında Çeşme çok güzel, gelsenize :) Çünkü boş  :) Ancak rüzgarlı... Yani zaten azıcık tatilimiz var, onda da hemen kendimizi suya atalım derseniz pek emin olamadım. Yine de ben yazayım siz karar verin.

1. ÇEŞME MERKEZ

Rumeli Pastanesi:
Dondurma ve sakızlı muhallebi sevmeyen biri olmama rağmen sevdim burayı. Ve ilk defa şişirilmiş gelmedi bir mekan. Öyle, olduğu gibi geldi.


İlk defa bu kadar çok dondurma aldım ki yine hepsini bitiremedim ama sade ve karadut çok güzeldi.


Çeşme merkezi ilk gördüğümüzde "E bu muymuş?" dedik çünkü gidip görmeyenler için Çeşme o kadar şişirilmiş bir yer ki insanın beklentisi de haliyle fazla oluyor. Neyse uzun bir sahil şeridi var, Elif de son anda Semra'dan aldığımız scooter'ıyla çok şükür denize uçmadan gezinmeyi başardı.

Yüz ifadem çok belli olmasa da aslında burada mutluluğun resmini yaptım abidin :)

Burada da gittiğimiz ilk haftalardan birinde, sabah uyanıp "haydi deniz kenarında piknik tadında kahvaltı yapalım."dedik ama pek mümkün olmadı. O kadar çok rüzgar vardı ki, yediğimiz simitlerin susamları ağzımıza giremeden etraftaki kuşlara nasip oldu :)


Kale:
Kaleyi öyle sıkışık bir zamanda gezdik ki Elifle, ben kan ter içindeyken onun bir de kakasının gelmiş olması münasebetiyle kaleden hiçbir şey anlamadım. Ve 8 lira vermekten pek de mutlu olmadım :)
Kaleye çok yakın olmasa da Petit Coin'de yemek molası verebilirsiniz, hoş bir mekan. Hastag Kafeyi hiç sevmedik ama zevkler tartışılmaz tabii.

Ilıca Plajı:
Çeşme'de en sevdiğim yerlerden biri oldu. Yazın o kalabalık halini görsem muhtemelen soğurdum ama biz daha çok deniz, biz ve kahvemiz şeklinde kumlardaydık. Hatta ilk zaman ben hırkalı oturuyordum :) Büyük plaj halka açık ama park yeri sorunu vardı o yüzden ben Küçük Plajı tercih ettim. O işletmeyi de ayrıca sevdik, bu yazıya denk gelirlerse selam olsun :)



Bu amugurumi de Eda'nın geldiğinin kanıtı, kardeşim bu kadar yetenekli olmak zorunda mıydı? Böhüüü :)
Ilıca PLajı'ndaki kum gerçekten çok güzel ama su soğuktu. Ben diz kapaklarımdan öteye pek girmedim. Yaz aylarında belki bel çevresine kadar girerdim :)

Dalyan:
Çeşme merkeze tam mesafesini bilmiyorum ama 5-6 km. gibi sanırım. Güzel bir yerleşim yeri. Hemen kıyısında yer alan balıkçıların fırsatçılığı bizi soğutmuş olsa da orada harika bir kafe keşfettik, adını hatırlayınca yazayım. (Vriend ve Dikkie imiş)Kısaca ana caddenin bir arka sokağındaki bol kedili köpekli mekan diyeyim:) Bohem bir havada olsa da sahibi beyefendi Elifle öyle güzel ilgilendi ki, Elif hala oraya gitmek istiyor :)


Bu sadece kapısı kalmış evi de Dalyana giderken çektim. Bence hoş bir hikaye yazılabilir bu "ev" için :)

Ildır:
İki kez gittik ve Ildır'ı çok sevdik.



Mesela burada da, bir dizinin tecavüz sahnesinin çekimi ile meşhur olmuş bir mekan vardı ve girmedik tabii. Yani böyle saçma sapan "ün"ler bizim halkımızı neden tkiliyor cidden anlayamıyorum. Ildırda sokaklarda gezmek, dut ağacına rastlamak ve manzarayı izlemek yeterince güzel :)
Çiftlikköy:
Burası konusunda son derece bencil davranacağım. O kadar çok sevdim ki sadece kendime saklayasım var :) Çeşme merkeze 4 km. mesafedeki bu yerin Çeşme merkez ile hiç ilgisi yok, sanki gerçekten kendi halinde bir Ege sahil kasabası :) Orada bu sezon açılmış 3-4 masalık balıkçı ile de ahbap olduk, giderseniz kaçırmayın derim, Adana dürümcünün hemen yanı. (Adını hatırlayamadım)
Bir akşam balıkçıdan çıkmış arabaya doğru yürürken çoook yaşlı bir amcanın bebek arabasını sürdüğünü gördük, oldukça küçük bir bebeği uyutmaya çalışıyordu, fotoğrafını çekemediğime üzüldüğüm anlardan biri :) Amcaya (dedeye yani) gülümsedik, o da "ne yapayım yavrum, anne de baba da çalışıyor, ben de bunu uyutcam uyursa" dedi ama hali o kadar komikti ki :)

2. Alaçatı:
Alaçatı hakkında yazacaklarım ile ilgili kimse kusura bakmasın ama oldukça komik bir yer bence :) Bir grup İstanbullu düşünmüş taşınmış ve demiş ki, "Bizim paramız çok ama burada harcayamıyoruz, haydi gidip kendimize bir Ege sahil kasabası bulalım, orayı dekore edelim (ederken de biraz bozalım) ve bolca mekan açalım. Ben yeme-içme açayım, sen butik aç, Ayşe Hatun başka bir şey mesela. Yalnız fiyatlar sadece bizim ödeyebileceğimiz seviyede olsun ki marabalar zaten giremesin. Girenler de kendini "havalı" etiketlesin ve böylece para da yabancıya gitmesin. Sen bana yemek yemeye gel, ben sana bluz almaya geleyim. Anlaştık mı?" demişler ve Alaçatı köyü de böylece sosyetenin mekanı olmuş. Sokaklarında gezerken boş yere deniz aramayın çünkü denizi de yok :)
Eda geldiğinde herkes çok memnun ayrılmış diye "Köşe Kahve"ye gidelim dedik ki tam köşesinde Elif öyle güzel altına yaptı ki :) Normalde inadından kaynaklı olarak çişini tutar hele ki dışarıda asla altına yapmaz ama hem inat krizi ağlama krizi ile birleşmişti hem de bence "Ben böyle mekanın..." dedi ve koyverdi :) Ama o an benim gözleimdeki panik ile karabalığın rahatlığının tezatlığı kayıtlara geçti, kucağındaki bebe altına yapan adam dondurmasını yemeye devam etti, ahahaha :P
Köşe Kahve'de 18 liraya limonata var, içersen :) Ben içmedim hatta fiyatları görünce hiçbir şey sipariş vermedim. Eda kahve söyledi ve gelen kahvenin ne sunum ne de ikramlı olması (yanına bir çiçek veya başparmağım kadar kurabiye koymak zor olmasa gerek) bizi ekstra şaşırttı.

My sister :)
Kırmızı Kedi Yayınevinin minik bir satış yeri vardı, hoş bir mekandı

Elif Çeşmede kedilere öyle güzel alıştı ki:

Alaçatının bence en güzel yeri pazar yeri. Onun haricinde ne içinde dondurma olmayan krema dondurmasının topuna 5 lira vermek ne de samimi olmayan mekanlarda cep yakan fiyatlarla can sıkmak. Alaçatı bize o açıdan pek anlamlı gelmedi ki yaz kalabalığını görmedik bile.
Sokakları gerçekten güzel evet ama o kadar çok mekanla doldurulmuş ki gerçek halini göremiyorsun, hep makyajlı olan biri gibi geldi bana :)

3. Urla:
Burası hakkında ne yazsam az kalacak çünkü mekandan ziyade oraya ulaşabilmem burası için taslakta kalmış ayrı bir yazının konusu. Kısaca özetleyeyim, normalde Ankarada arabayı hiç kullanmıyordum (nadir) ama Çeşmeye gelince kullanmaya başladım ve bir anda özgüvenim yükseldi. Arabayı bir kere kullandıktan sonra günlerden bir gün haydi markete gidelim, oradan da parka gideriz diye Elifle evden çıktık. (11 Mayıs Perşembe) Bi baktım normalde uyumayan çocuk uyuyakalmış ve tam karşımda o sırada Urla tabelası var. Haydi bre dedim; macera senin dostum! Meğerse gittiğim yol eski yolmuş ve ben yol boyu acayip terlemiştim ki sebebi klimanın kapalı olmasıymış. Yolda giderken Banuya sürpriz yapayım diye onun ev ve iş adreslerini google haritalara yazdım ve ona güvendim. Sanırım tek suçum buydu! Normalde bizi köy yollarından çıkarmayı başaran navigasyon kafayı yemesin mi? Tam o sırada Elif uyanmasın mı? Ben yeni kullanmaya başladığım araba ile kendimi dar sokaklarda bulmayayım mı? O ara döktüğüm ter ile zayıfladım valla. Banuya da ulaşamadım ve zar zor dönüş yolunu (en az 10 kişiye sorarak) buldum ki Banu aradı, "Esra geri dön, gel bekliyorum" dedi. O an ben yine ne cesaret geri döndüm ve Banuyu nasıl buldum gerçekten bilmiyorum. Urlaya gitmem 25 dakika, Banuya ulaşmam 1.5 saat falan olmuştu ki arabadan indiğimde bacaklarım hala titriyordu :) Hemen karabalığı aradım, iş çıkışı gel bizi al dedim ama sakin kocaya sahip olmak da zor anacım. Telaşını da kursağında bırakıyor. "Sen bir dinlen kendine gel, yine gelemeyecek gibi olursan o zaman gelirim ama bence halledersin." dedi. Bak şimdi! Neyse Kipa'nın altına park ettim. Bak bir de ondan önce az duraklayayım diye yaya yoluna duraksadığım an bir yaya bana çemkirmesin mi? Valla o gözü dönmüş yorgunlukla üste çıkmayı başardım :) Rüzgar Gülü Kitapçısında Yıldıray ve Banu ile ne konuştuk hatırlamıyorum ama tatlı sahibinin simit ikramını unutamadım. Sonra Banu'nun Cincüce dükkanına gittik. O kadar tatlı bir yer olmuş ki; Banunun yıllardır atölye hayaline kıyıdan köşeden ortak olan biri olarak atölyenin canlı halini görmek gözüme yaşları boca etti. Yolun açık olsun Banu! Urladan dönüşte Yıldıray'ın beni arabaya götürürken "Arabayı hangi kata park ettin?" sorusuna o kadar kendimden emin bir şekilde "Hiçbir fikrim yok" demişim ki Yıldıray epey güldü. Yani zaten park etmeyi başarmışım, bir de yerini mi hatırlayacağım... Peh! Çok şükür otobandan kısa sürede Çeşmeye vardım ve o günden sonra arabayı her gün kullandım hem de glimalı :)


Tayga ve Elif :)
Urla merkez eğlenceli ama denizi yok ki bizim baktığımız ilk şey deniz olduğu için Urlayı farklı bir gözle gezdik. Deniz kenarı olan yerleri açıkçası sevmedim. Samimi olmayan balıkçı mekanları ve bir de her şeyi ücretsiz vermiş olduğundan şüphelendiğim DenizAtı isimli mekan vardı (Yoksa Deniz Yıldızı mıydı?) ki sadece tuvaletini kullandık :)
Pazarı güzeldi, erikleri efsane :)
Ömre Bedel Yemekler'de ne olur yemek yiyin, sahibi çiftin nezaketini ve ortamın samimi havasını solumanız lazım. yemeklerini de çok sevik biz.

4. Kuşadası:
Ne alaka demeyin, 1 geceliğine Kuşadasına gittik Pelinlerle. Yine benim copilotluğumda gittiğimiz için eski yoldan gittik ve zorlandık. Kaldığımız otel Ephesius Oteldi. Hem görüşmüş olalım hem de çocuklar havuza girsin niyetiyle gittik ve başarıya ulaştık. 2 gece kalmaya da gerek olmadığını gördük. Daha çok minnak, butik, pansiyon kıvamlı yerlerde kalınca "her şey dahil" bir konsepte ayak uydurmak zor oldu. Yani bu kadar aç insan olduğunu bilmiyorduk :)
İzmir ve civarında oturan çocuklu aileler için 1 gece kalmak için düşünülebilir bir yer :


Kuşadası Merkezi o kadar sevmedik ki hızlıca gezip ilçeden ayrıldık. Efese önceden gittiğimiz için uğramadık ama Şirinceye gitmemek içimde kaldı :)


5. İzmir:
Koca şehri araya nasıl sıkıştırdım yalnız :) İzmire yıllar önce iş için gitmiştim ama pek bilmiyordum. Üçkuyulardan feribota binip Bostanlı tarafında indik, sahilde biraz turladık ve sonra Karşıyakaya gittik ve kalabalığından başımız dönüp çıktık. Pişisi güzeldi :) Karşıyakanın nesi bu kadar seviliyor anlayamadık ama tek bir yerine bakıp ön yargılı olmak da doğru değil. Belki biz kalabalık ve büyük şehirden bezdiğimiz için öyle gelmiştir bilmiyorum.
Alsancak tarafında Elif arabada uyuykalınca ben inip sahaf gezdim ve Kabuk Kitabevine gittim. O kısımlar güzeldi.
6. Foça:
Saat 6 gibi arabaya geri döndüm ve Çeşmeye geri döneceğimizi düşünüyordum ki, karabalık "Haydi Foçaya gidelim" demesin mi? O ne be? Valla gittik :) 7 gibi oradaydık, gece 10 gibi de ayrıldık. Foçaya aşık olacağımı düşünmüştüm anlatılanlardan sonra ama öyle olmadı.
Aman Esra sen de hiçbir şey beğenmiyorsun diyeceksiniz :)
Evet güzel bir sahil kasabası ama aşık olacak etkiyi yaratmadı bende.
Veya benim aşkım Küçükkuyu olduğundan gözüm başkasını görmüyor diyelim :)
Her yerde 5 liraya satılan ve pek de güzel olmayan mısırlardan sonra 6 liraya satılan ama dönüp 2.yi aldığımız mısırcı teyzeyi keşfedebilirsiniz.
Lakin dondurma için aynı şeyi diyemem. Ününü duyup yapışkan sivrisineklerine rağmen sırada bekledik ve farklı çeşitlerde dondurma aldık buradan ve sonuç... Çeşmedeki Rumeli Pastanesi çok çok çok daha iyi... Gerçi dondurmayı zaten sevmeyen ben, gurmelik yapmayayım :)


Foçada olsam kitap kulübüne katılırdım, güzel bir etkinlik grubu gibi duruyor :)

7. Mordoğan / Karaburun:
Yıllar önce Çeşmeye gitmeyip Mordoğan'a gittiğimiz o tatilde Mordoğanı bir acayip sevmiştik, o ne tatlı yerdi öyle... Eda gelince haydi o tarafa yeniden gidelim dedik. Deyim yerindeyse bin pişman olduk :) Mordoğan yolu düzeltilmiş evet ama Mordoğanın kendisi akalablıklaşmış ve bozulmuş... Üzüldüm hatta keşke eski hali zihnimizde kalsaydı dedik. Karaburun kesin süper olacak diye yola devam ettik ki yol yapım çalışması bitmeden ne olur gaza gelip o yola çıkmayın. Hepimizin midesi altüst oldu. Ve gittiğimize değecek bir şey göremedik. Koylarına gitmedik (belki fikrimiz değişirdi bilmiyorum) ama merkezi ve çeşitli mekanlarını görmek için o kadar yolu gitmek, çok gereksiz geldi.
Yine de illa gideceğim derseniz Nergis Kafe'ye uğrayabilirsiniz. Hoş bir mekan gerçekten.

Çeşmeden sonra Uşak'a geçtik, oradan Adanaya, oradan da Mersin-Erdemli'ye. Yarın buradan da ayrılıp Angaraya dönüyoruz ki zaten 15 gündür karabalığımız da yanımızda yok :(
Bu 2.5 ayda aklında ne kaldı derseniz;
- Elifle bazen kaliteli bazen kalitesiz ama hep beraber vakit geçirmek. Kreşe başlayınca Elif koşarak gidecek belki ama ben çok üzüleceğim. Onunla beraber olmaya öyle çok alıştım ki...
- İş yerinden uzak kalmak çok iyi geldi, istediğim saatte uyanıp uyanmak ve kafana göre takılmak ne güzel bir lüksmüş.
- Her gün denizi görmek. Uşak ve Adana hariç tabii :) Sanki denizden beslenen bir canlıyım. Etrafımda deniz varsa nefes alabiliyorum, deniz yoksa soluyorum...
- Pazar yerlerini çok sevdiğimi anladım.
- 6.3'lük depremde Elifi duşta yıkıyordum ve deprem anında yıkamaya devam ettim. Ya su kesilirse dedim. Ahahaha zihnim nasıl çalışıyorsa artık, gerisi yorumsuz yani.
- Wonder Woman ve Transformers izleme şansımız oldu ailelerin yanındayken, Wonder Woman iyiydi, diğeri berbat, uyumuşum zaten :)
- Mersine gidecek olursanız MEMOŞ TANTUNİ'de tantuni yiyin anacım, daha da bir şey demiyorum.
- Çeşmede Kumrucu Şevki'de kumru yemeyin. Ya da yiyin ve bu tecrübeyi de yaşayın :) Ama açsanız yemeyin ya valla yazık...








Çeşmede bir haber öğrendik ve epey şaşırdık, onu da sonra anlatayım.
Buraya kadar okumayı başarmış olanlara selam sevgi öpücük :)
Şimdi Çeşme'ye gitmeye hazırsınız işte :)
Bu yazıyı 2 bebeli evde ve bir haydi zor şartlarla yazdım, ben de bir öpücüğü hak ettim bak :)
Haftaya işe başladığımda farklı yazı başlıkları ile karşınızda olurum... Bekleyin beni anacım.


Devamını oku »

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Mini Tatil- Erdemli :)

Başlıkta "mini" yazmış olmam sizi yanıltmasın, kooocaman bir haftalık bir tatildi bizimkisi hem de Elif ile baş başa. Karabalık iş ve izin işlerini ayarlayamayınca, biz de atladık uçağa gittik anane yanına yazlığa, Mersin-Erdemli'ye.
Babası yokken ne yaparım, çok yorulur muyum diyordum ama sağ olsun annem gece nöbetlerinde çok yardımcı oldu. "Tatil" dediysem ben tabii ki dinlenemedim ama ailecek bol bol vakit geçirmiş olduk, deniz havası aldık, bunlar da yeterli.
Annem, teyzem, Eda, ben, Elif ve tatlışko yeğenim bir balık Ayça ile güzel bir hafta geçirdik. Ara ara kuzenler de eklenince tatilimiz çok neşeli oldu.
Tatilden minik notlar da yazayım, inşallah sonraki tatillerimizde dönüp okur faydalanırım bu yazıdan.
- Ana-kız olarak bir orta boy bavula sığdık. Aslında küçüğe de sığardık ama oradan neler alırım bilemediğim için tam dolu olmasa da orta boy valizle gittik geldik.
- Uçakta Elif kesinlikle uyumadı hatta içi bile geçmedi :)
- Giderken daha rahattık, rötarsız olarak gündüz vakti kitap okuyup bir şeyler kemirerek 1 saati tamamladık. Dönüş yolculuğumuz apayrı bir yazı konusu bile olurdu ama lafı uzatmış, olayı abartmış olmayayım, 2 saat son dakika rötarıyla gecenin bir vakti eve geldik ve Elif uçakta yine uyumadı :) Adana havalimanı oldukça küçük, birkaç uçak birden rötar yapınca oturup bekleyecek yeri zor buldum. Elif sağa sola doğal olarak koşturmak istiyorken neyse ki yanımıza çocuklu birileri oturdu. Sol tarafımızda 3 yaşında bir erkek çocuğu, sağ tarafımızda 5 yaşında bir kız çocuğu, karşımızda -pek konuşmasa da- 3 yaşında bir kız çocuğu ile 2 saati tamamladık. Oh çok şükür. İlk başta gecikmenin ne kadar olacağı da söylenmedi. 1 saatin sonunda açıklama yaptılar. Duruma hiç şaşırmadım, işin aslı kızmadım da sadece biraz yoruldum. Yanımızdaki 1minik paket balık krakerin bu kadar bereketli olup 4 çocuğa yetebileceğini öğrenmiş oldum mesela. (her biri yaşı kadar kraker istiyordu da :P ) Uçaktaki gecikmeyi görüp üzülmüştüm ama sonra şunu düşündüm: 1. her şerde vardır bir hayır, 2. geç olsun güç olmasın (atasözlerimiz boşa söylenmemiştir herhalde), 3. durumdan keyif almaya bak. Eve geldiğimizde 01.30du, yattığımda saat 02.30du, bayılmışım tabii ki.
- Elif, minik kuşum Ayça'yı (6 aylık) bayağı kıskandı. Benim kucağımdayken Ayça, Elif hırçın davrandı. İkisini kucağıma alıp sevdiğimde Ayça'yı itti. Bir de Ayça ne yerse -püre vs- Elif de istedi, verdik :) Severken de illa ki gözüne parmağını soktu. Ama bence ilerde süper kanka olurlar, neticede aralarında 1 yaş bile yok.
-Elif için birkaç farklı mayo almıştım. Koruyuculu olan mayosunu giydirdim daha çok, güneş kremi de çok fazla  sürmedim. Bizim sahil pek kumluk olmadığından kovasıyla pek oynayamadı ama yine de denizi çok sevdi.

- Kedi, köpek ve kuşun bol olduğu bir yerdi, her birine ayrı çığlıklarla tezahürat yaptı Elif de.
- Tantuni, kebap ve sıkma yedim; yaşasın. Şimdi yazarken fark ettim ki bici biciyi unutmuşum. Anneme söylesem dert olur, paketleyip göndermeye kalkar :)

Adana Kebap, pilavsız olur :)

Domates ezmesi nasıl desem? Bir harikaydı mmmm :)

Sıkmalar :)
- Birtakım projelerim için taş topladım. Boyamak için değil. Daha geçen seneki taşlarım duruyor öylece. Bu senekiler minik çakıl taşlarıydı. Sebebi bu yazıda saklı. Yapabilirsem onu da yazarım buraya.
- "Elif ve uyku" konu başlığını burada açmayayım ama kısaca Elifin pek az ve zorlukla uyuduğunu, sıklıkla uyandığını, benim genelde sersem dolaştığımı yazmadan da geçemem. Yok yapamam bunu :)
- Denizi çoooook ama çooooook özlemişim. Şu herkesin kafasının bir köşesindeki emeklilik hayali olan "sahil kasabası" fikrini neden önce yap(a)madığını sorgulamaya başladım. Aklıma "Balık Tutma Dersleri" kitabı geldi. Hani şu bildik hikaye, sandalında balık tutarken mutlu bir amca var, yanına bir iş adamı geliyor ve ona bol para kazanmanın yollarını anlatıyor. En sonunda balıkçı "peki sonra ne yapacağım" dediğinde "kendine minik bir sandal alıp keyifle balık tutarsın" diyor ve balıkçı da "e zaten ben onu şimdi yapıyorum" diyor ya... Bizimkisi cidden o hesap. Sandalda balık tut,mutlu yaşa ne oluyor sanki büyük şehirde trafik strestinde cebelleşiyorken, bilmiyorum ki...
Bu yazıyı yazmaya sabah başlamıştım, fırsat buldukça yazdım ve fark ettim ki bugün en az 5 kişiye "Sana Elif'in tatil fotoğraflarını göstermiş miydim?" diyerek kızımla çaktırmadan hasret giderdim :)
Bir de bu tatilde dikkatimi çeken şeylerden biri de benim "temizlik" anlayışım ile "genel" ahalinin temizlik anlayışının pek uymaması oldu. Havaalanında Elif yere oturdu, yeri elledi, milletin oturduğu yerlere tırmandı, sandalye başlarını yaladı ve sonra aynı elleriyle balık kraker yedi. Bu beni 1 gram rahatsız etmedi. Çevredeki anneler müdahale etmeye kalkınca ben onlara müdahale ettim, "bırakınız yapsınlar" diyerek. Çocuğu yeri ellediği her seferden sonra çocuğunun ellerini ıslak mendille silen anne gördüm. Eleştirmiyorum, demek ki yüreği var. Bir de olmazsa olmaz "ayyy daha çok küçük, kreşe mi gidiyor, kış için Allah güç versin çok hasta oluyor"cular vardı. Bu türü her alanda yetişebilen bir sebzeye benzetmek istesem sanırım bu, maydanoz olurdu :)
Bu tatil de böyle geçti, güzeldi, hoştu, eğlenceliydi, Ayçalıydı, anneliydi, denizliydi...
Çok şükür :)
Devamını oku »

14 Aralık 2014 Pazar

Adana Gezisi ve "Eda'nın Ayça'sı Geliyor" Partisi :)

Resmen 3 günlüğüne Adana'ya gittik, geldik :)
Adana ile ilişkim aslında oldukça karmaşık. Adanada doğdum, büyüdüm ve 17 yaşıma kadar oradaydım, tüm akrabalarımız da Adanada ama ben nedense kendimi pek Adanalı gibi hissetmiyorum. Yani akrabaları oradan alsak, "kebabı da güzel bir memleketti" diye hatırlayacağım sadece. Neden böyle ben de bilmiyorum. Ya da biliyorumdur da bilincimin aşağılarına itmişimdir kim bilir :) Kökenimizde bir çınar ağacı hikayesi var ya, belki de ruhum da hala oralardadır.
Çok sevgili kardeşim ne güzel Ankara'dayken ve biz sıklıkla görüşebiliyorken, evlendi ve Adanaya taşındı :/ Şimdi 2-3 ayda bir görüşebiliyoruz :/ Bebek olunca haydi atladım uçağa, bir gittim bir geldim de olmuyor. Çooook öncesinden plan yaparak Edoş'un "bebeğim geliyor" ve "bu arada da ben doğdum" partisine gitmeye niyetlendik. Nereye gidersek gidelim beni bir kaşıntıdır alıyor çünkü Elif arabada neredeyse hiç durmuyor ve bu da beni sahiden yoruyor.
Neyse bu yazının amacı bunlar değil.
Bu yazının amacı, ultra süper şahane geçen 3 günü blogda paylaşmak :)
Tuz Gölü'nü hep çok sevmişimdir. Bu yolculuk da oradan başladı haliyle.

İlk gün Elif neredeyse sızdı hatta çok yakınımızdaki ezan sesine bile uyanmaması yolda ne kadar yorulduğunu gösterdi bize. Zaten sonraki günler ezana direk uyandı. (Ankarada ezandan çok önce uyanıyor da :)
İlk olarak Ankara'da kargoya/postaya verilemeyen kartlar için PTT'ye gidildi. Yani size gelen kartlardaki Ankara adresine karşılık Adana damga pulu görürseniz şaşırmayın :)
Veee kebapçıya koşarak gidildi,ellerde sodalarla çıkıldı :) Kebabı seviyorum ama yedikten sonraki 24 saat midem cidden "error" veriyor. Unutmadan, başka şehirlerde, özellikle Ankarada, "Adana kebap" adı altında verilenler genelde köftevari şeyler oluyor. Yanında pilav veriliyorsa bilin ki o kebap "Adana" değil :) Bizde mezeler daha ön planda olur, alttaki de humus bu arada :)



Kebaptan sonra annemle Ayça'yı görmeye gittik.
Ayça da kim?
Elif'in kuzeni :) Yani inşallah diyelim.
Ayy nasıl heyecanlandım anlatamam. Ultrasonda bir minik var ve o benim yeğenim. Tralala lalalalala :) Çok mutlu oldum kiiii...
Oradan sonra bence Adana için büyük bir nimet olan Pak Fırın'a uğradık. Ankarada neden yok böyle bir mekan diye düşündüm. Çok sıcak bir kahve evi ve harika pastaları var. Benim içeri girip bir şeyler almam ve çıkmam arasında sadece 3 dakika olduğundan daha güzel fotoğraflarını çekemedim. Bir dahaki Adana ziyareti için planlara yazıldı ama :)

Adanaya giderseniz Büyük Saat'in oraları gezin ve havayı koklayın. İşte o koku sizi tarihe götürecek. Midenizde gurultu olursa yollarda neredeyse her köşe başında bulunan dürümcülerden kebap yiyin, hediyelik almak isterseniz de Yeni Uğur'dan cezerye alabilirsiniz.

Gelelim 13 Aralık'a yani kardeşimin doğum gününe... Aynı gün "Eda'nın Ayça'sı Geliyooooor" partisi de vardı. Söylemiş miydim bilmiyorum biz Edayla siyah ve beyaz kadar farklı iki kardeşiz, tipimiz de huyumuz da hiç benzemez ama birbirimizi de çok severiz :) İşte masadaki gördüğünüz birçok şeyi yapan marifetli insan da ta kendisi :)




Fotoğraflamayı unutmuşum ama partinin sonunda oynanan oyunlardan (göbek ölçüsü) da bir tane hediye kazandım. Yaşasıııın, ev'cek çok mutlu olduk :)
Gerçekten çok keyifli bir gündü. O gün için karabalığın hakkını da yemeyeyim, Elifle neredeyse tüm gün o ilgilendi. (babası, tabii ki ilgilenecek :) Ve fark ettim ki bu baba-kız vakitleri ikisi için de çok neşeli geçiyor. İşte tam bu noktada aklıma, 5 gün sonra vizyona girecek olan Hobbit geldi. Bak sen tesadüfe :) Hani baba-kız vakitleri kıymetli ya, e ben de o arada boş kalmamış olurum :P
Adana'dan  3 önemli şey getirdim.
1. Eda'nın Elif için yaptığı kapı süsü :) Çok sevdim kendisini ve hemmen asmak için sabırsızlanıyordum ki Elif uyudu...

2. Eda'nın Elif için yaptırdığı "Elif" yazılı tabela :) Aynısının Ayça'sı da var :)

3. Bunu yazarken ağlamam/ağlamayacam/ağlayan kim diyordum ki ağladım. Bu yastığı da babam kuzenimin çocuklarına doğum günlerinde almış, onlar da bu yastığı saklamış. Şimdi de Elif'e hediye ettiler :) Sanki biraz Pambekleri andırmıyor mu? Elif'in resmen dedesinden aldığı bir hediyesi oldu, inanamıyorum...

Kuzenimin çocukları demişken... Kendileri de benim elime doğdu :) Biri 14 diğeri 16 yaşında iki tane pırlanta kız. İkisi de voleybolcu ikisi de benden uzun :/ İrem (16) ve Çiğdem (14) ara ara kapışmalarıyla bana Edayla olan o yaşlardaki hallerimizi hatırlatıyor. Neyse ki büyüyünce kavgalar bitiyor yerine harika bir dostluk kalıyor. İkisi de Elif'i çoook ama çoook sevdiği için Adanada kaldığımız süre boyunca Elif'in eğlenmesi, alt değişimi vb. şeyleri ben hiç yapmadım. Hatta İrem ve Çiğdem arabada Elif'in yanına oturabilmek için kavga ederken ben gülerek ön koltuğun tadını çıkartıyordum. Bu satırları okur musunuz bilmiyorum kızlar ama size ne kadar teşekkür etsem az.
Bana "E sen anne olmamış gibisin, hala komiksin ve espri yapıyorsun" dediler :) Anne olunca sormurtmam mı lazımdı yahu :) Bir de şunu söylediler ki hiç farkında bile değilim: "Elif mutluyken, rahat uyuduğunda senin de keyfin yerinde; o mutsuzsa senin de yüzün düşüyor..." Hiç fark etmemiştim. Ben de onların yaşındayken onları eğlerdim. Hatta İrem'in ağzında muhallebi varken yüzüme hapşurduğu o an'ı hala hatırlarım :) İşte bu elimde büyüyen sıpalarla bir de şöyle bir diyalog yaşadık. Spora başlamak istediğimi, göbeğimde biraz hareket istediğimi söyledim. Malum, sporcular ya. "mekik çek" dediler. Sanki çok kolay bir şey. (benim için değil...) İrem'e sen kaç mekik çekiyorsun, dedim. "250" dedi... "Peki, ben kaç çekeyim" dedim.(Benim nasıl bir mücadelede olduğumu görünce) "Sen şimdilik 10'la başlasan yeter" dedi... :) Bazı bünyeler de spora yatkın olmuyor yani ne yapalım :P
Adana gezisi kısacıktı ama dolu dolu geçti. Yapımda ve yayında emeği geçen herkese çok teşekkürler. Bir de yol kenarlarındaki turunçlar sahiden güzel hele ki lahmacunun içinde :)
Bir de bana bolca "zayıflanmışsın" dediler, yaşasıııın :)
Annemin geçen sefer geldiğinde yanında götürdüğü ve her sabah/akşam kokladığı Elif'in kirli badisini yenisiyle değiştirdik, koku tazelendi. Hatta İrem ve Çiğdem için de 1 tane bıraktık :) Elif'in kokusu Adanada kaldı yani :)
Koku demişken...
Elif'in yolda yaptığı kakayı değiştirmek için durduğumuzda yanımıza gelip "bu koku nedir yarebbim" diyen "Dost" ismini koyduğumuz köpekle bu yazıyı sonlandırayım.
 Yazıyı bitiremedim. Karşımızdaki simit fırınının sıcacık mis kokulu simitlerini özledim şimdiden :)

* Bir de eve geldiğimde posta kutusunda haaarika bir yeni yıl kartı bulmayayım mı? Bu tatil, tadından yenmedi vallahi :) (Kebapları, simitleri götürdüm tabii :)

Devamını oku »