Üniversitedeyken bir yıl boyunca Veteriner Fakültesinin içindeki yurtta kaldığım için oda arkadaşlarım ve yurttaki arkadaşlarım veterinerdi. Bazılarının ilk senesiydi ve at, eşek, inek vb'nin tüm kemiklerinin Latincesini ezberlemeye çalışıyorlardı. En zor dersleri anatomiydi, şanslılarsa (ben değil tabii ki, kokusu fenaydı) kemik bulup odaya getirir ve yerinde inceleme yaparlardı. Tıp Fakültesi zor bir bölüm ama bana veteriner olmak daha da zor gelir tüm bu sebeplerle. Hayvanları sevmeyeyine pek denk gelmedim ama tüm hayvanları (istisnasız) böğrüne basmak isteyeni ile oda arkadaşı olmak da oldukça eğlenceli oldu aslında. Şimdi neler yapıyordur bilmiyorum, en son haber aldığımda tropik hayvanlarla ilgili doktora tezi yazıyordu Almanya'da. Sgardoli'nin hayat hikayesini okuyunca ve aslında veteriner olduğunu duyunca aklıma o yıllar ve oda arkadaşım Burcu geliyor.
Sgardoli'nin şimdiye kadar sadece 2 kitabını okumuş olsam da kendisini çok sevdim ve hiçbir kitabında hayal kırıklığı yaşamayacağımı hissettim, ikincisi de hikayelerinde hayvanları ele alış şekli çok hoşuma gitti. ("Böcekler İçin İlk Yardım Merkezi" kitabına dün gece başladım, bu yorumlarımı 3 kitaba genelleyebiliriz :)
"Dünyanın En Acayip Hayvanı"aslında Sgardoli'ye başlamak için pek doğru bir kitap değil, nicelik olarak pek bir şey vaat etmiyor, sadece 48 sayfa. O yüzden de ikinci kitap olarak gençlik romanını seçtim. Napoli Romanlarından hemen sonra okumam ise güzel denk geldi.
Napoli Romanlarında Lenu ve Lila vardı, iki kız arkadaş ve hikaye çoğunlukla Napoli'de geçiyordu.
"Var Mısın Yok Musun" kitabında ise Franz ve Gabri isminde 16 yaşında iki genç var ve hikaye Bologna'da başlasa da İtalya haritasını açıp merakla "neredeler" dedirtecek kadar yolda geçiyor :)
Kitap benim için yine çok verimli bir okuma sağladı. İçinde güzel alıntılar, altı çizilesi cümleler ve yer yer öyle komik sahneler/ifadeler var ki gerçekten kahkaha attım. Elif olsa "ne oldu anne" derdi :) (Ağlayınca veya çok gülünce merak edip soruyor)
İlk alıntı ile başlayayım:
"Arkadaş, hakkında bildikleri hoşuna gitmese de, seninle ilgili her şeyi bilendir." / Elbert Green Hubbard
Kitap boyunca iki arkadaşın yolda başlarına gelenleri okusak da aslında bu bir 'arkadaşlığın yolculuğu' hikayesi. Yaşananların onları zaman zaman Thorn Endeksi ile sıkıştırması veya bocce oynar gibi yuvarlaması mümkün olabiliyor.
Nasıl'ını anlatmadan önce iki karakterden biraz bahsedeyim:
Franz, yüzmeyi (tam 70 tur) ve matematiği çok seven biraz da içine kapanık bir çocuk. Baba Aristide de yalnızca ak ve kara düşünebilen bir adam ve anne de 'on' / 'off' konumunda evden dışarı çıkmadan dondurulmuş gıdalarla hayatını yaşayan bir kadın olarak resmedilmiş. (günümüz ebeveynlerine güzel göndermeler var)
Gabri ise Franco'nun tam zıttı. Ya da onların deyimiyle: toplandıklarında doksan dereceye ulaşarak birbirini bütünleyen açılar gibiyiz; farklı ancak aynı yöne akan.
Spiga Ailesi bol hayvanlı bol çocuklu bir aile, onlardan biri de bizim Gabri.
Gabri, Napoli Romanlarındaki Lila'ya çok benziyor. Başına buyruk ve Franz'ı peşinden sürüklüyor.
Arkadaşlık ilişkilerinde bu kadar dengesiz bir ilişki normalde beni rahatsız eder ama Franz (ve tabii Lenu) zaten buna gönüllü görünüyor.
Bir gün Gabri'nin aklına şahane bir fikir gelir, Jack Kerouac'ın 'Yolda' kitabındaki iki arkadaş gibi Franzla yola çıkmalı ve yalnız başlarına seyahat etmelidirler.
Kitap tam da bu yolculuğu anlatıyor.
Okurken çoğu yerde ben de Franz gibi geri dönmeyi hatta Matilde'nin ananesinin evinde yaşlılarla beraber kalmayı düşündüm ancak Gabri'nin iteklemesiyle varılacak nokta olan Trasimero Gölü'ne bir şekilde varmayı başardım(k).
Yolda başlarına neler geldiğini yazmayayım ama o kadar çok"pişmiş tavuğun başına gelmeyecek" şeyler oluyor ki onlar adına üzülmüyor, çoğu yerde kahkahaları patlatıveriyorsunuz :)
"Üç kaz, bir kız, iki kader kurbanı ve bir köpek: roman konusu olabilecek iyi bir malzeme"
Var Mısın Yok Musun, özellikle iki konuda oldukça etkileyiciydi:
1. Arkadaşlık.
2. "İçeride olmak":
"Her birimiz için, az ya da çok uzak, az ya da çok gizemli bir 'içerisi' olduğunu düşünüyorum."
Sgardoli'nin oldukça akıcı bir dili var ve bu kitapla beraber İtalya hakkında yepyeni şeyler öğrendim. Bunda kesinlikle çevirinin ve çevirmen Nilüfer Uğur Dalay'ın başarısı var. (Bloga henüz yazamadım ama Kuyruklu Yıldız Eken Adam'ı okurken de benzer şeyler hissetmiştim.)
Bataklığın kaygan kumlarında başlayan bu arkadaşlık, yolculukla beraber bir imtihandan geçer, acaba bu iki arkadaşı bir arada tutmayı İbej Bebekleri başarabilecek midir?
Son zamanlarda nasıl ve neden bu kadar çok kitaba gömüldüğümü düşündüğümde cevabı bulamamıştım. (hayattan koptum biraz) meğer cevap da bu kitaptaymış:
" Kimi zaman, bizi çevreleyen gerçeklik hoşumuza gitmiyorsa, kitap her derdimize deva olabilir."
Bu hikayeyi Türk bir yazardan okusaydık bence Matilde yeniden sahneye çıkar, Gabri'nin çalışma hayatıyla ilgili söyledikleri biraz daha yumuşak anlatılır ve hikayenin sonu illa ki arkadaşlık vurgusuyla biterdi.
Öz eleştiri yapmak gerekirse yabancı yazarların konulara daha rahat yaklaşmalarını seviyorum. Andersen Ödüllü Sgardoli'nin peşini bırakmaya da niyetim yok :) Umarım ON8 Yayınevi Sgardoli ile bizi buluşturmaya devam eder.
Var Mısın Yok Musun
Özgün Adı: O sei dentro o sei fuori
Yazan: Guido Sgardoli
Çeviren: Nilüfer Uğur Dalay
Yaş grubu: 12+
ON8 Kitap, 2011, 253 sayfa, karton kapak
Devamını oku »
Sgardoli'nin şimdiye kadar sadece 2 kitabını okumuş olsam da kendisini çok sevdim ve hiçbir kitabında hayal kırıklığı yaşamayacağımı hissettim, ikincisi de hikayelerinde hayvanları ele alış şekli çok hoşuma gitti. ("Böcekler İçin İlk Yardım Merkezi" kitabına dün gece başladım, bu yorumlarımı 3 kitaba genelleyebiliriz :)
"Dünyanın En Acayip Hayvanı"aslında Sgardoli'ye başlamak için pek doğru bir kitap değil, nicelik olarak pek bir şey vaat etmiyor, sadece 48 sayfa. O yüzden de ikinci kitap olarak gençlik romanını seçtim. Napoli Romanlarından hemen sonra okumam ise güzel denk geldi.
Napoli Romanlarında Lenu ve Lila vardı, iki kız arkadaş ve hikaye çoğunlukla Napoli'de geçiyordu.
"Var Mısın Yok Musun" kitabında ise Franz ve Gabri isminde 16 yaşında iki genç var ve hikaye Bologna'da başlasa da İtalya haritasını açıp merakla "neredeler" dedirtecek kadar yolda geçiyor :)
Kitap benim için yine çok verimli bir okuma sağladı. İçinde güzel alıntılar, altı çizilesi cümleler ve yer yer öyle komik sahneler/ifadeler var ki gerçekten kahkaha attım. Elif olsa "ne oldu anne" derdi :) (Ağlayınca veya çok gülünce merak edip soruyor)
İlk alıntı ile başlayayım:
"Arkadaş, hakkında bildikleri hoşuna gitmese de, seninle ilgili her şeyi bilendir." / Elbert Green Hubbard
Kitap boyunca iki arkadaşın yolda başlarına gelenleri okusak da aslında bu bir 'arkadaşlığın yolculuğu' hikayesi. Yaşananların onları zaman zaman Thorn Endeksi ile sıkıştırması veya bocce oynar gibi yuvarlaması mümkün olabiliyor.
Nasıl'ını anlatmadan önce iki karakterden biraz bahsedeyim:
Franz, yüzmeyi (tam 70 tur) ve matematiği çok seven biraz da içine kapanık bir çocuk. Baba Aristide de yalnızca ak ve kara düşünebilen bir adam ve anne de 'on' / 'off' konumunda evden dışarı çıkmadan dondurulmuş gıdalarla hayatını yaşayan bir kadın olarak resmedilmiş. (günümüz ebeveynlerine güzel göndermeler var)
Gabri ise Franco'nun tam zıttı. Ya da onların deyimiyle: toplandıklarında doksan dereceye ulaşarak birbirini bütünleyen açılar gibiyiz; farklı ancak aynı yöne akan.
Spiga Ailesi bol hayvanlı bol çocuklu bir aile, onlardan biri de bizim Gabri.
Gabri, Napoli Romanlarındaki Lila'ya çok benziyor. Başına buyruk ve Franz'ı peşinden sürüklüyor.
Arkadaşlık ilişkilerinde bu kadar dengesiz bir ilişki normalde beni rahatsız eder ama Franz (ve tabii Lenu) zaten buna gönüllü görünüyor.
Bir gün Gabri'nin aklına şahane bir fikir gelir, Jack Kerouac'ın 'Yolda' kitabındaki iki arkadaş gibi Franzla yola çıkmalı ve yalnız başlarına seyahat etmelidirler.
Kitap tam da bu yolculuğu anlatıyor.
Okurken çoğu yerde ben de Franz gibi geri dönmeyi hatta Matilde'nin ananesinin evinde yaşlılarla beraber kalmayı düşündüm ancak Gabri'nin iteklemesiyle varılacak nokta olan Trasimero Gölü'ne bir şekilde varmayı başardım(k).
Yolda başlarına neler geldiğini yazmayayım ama o kadar çok"pişmiş tavuğun başına gelmeyecek" şeyler oluyor ki onlar adına üzülmüyor, çoğu yerde kahkahaları patlatıveriyorsunuz :)
"Üç kaz, bir kız, iki kader kurbanı ve bir köpek: roman konusu olabilecek iyi bir malzeme"
Var Mısın Yok Musun, özellikle iki konuda oldukça etkileyiciydi:
1. Arkadaşlık.
2. "İçeride olmak":
"Her birimiz için, az ya da çok uzak, az ya da çok gizemli bir 'içerisi' olduğunu düşünüyorum."
Sgardoli'nin oldukça akıcı bir dili var ve bu kitapla beraber İtalya hakkında yepyeni şeyler öğrendim. Bunda kesinlikle çevirinin ve çevirmen Nilüfer Uğur Dalay'ın başarısı var. (Bloga henüz yazamadım ama Kuyruklu Yıldız Eken Adam'ı okurken de benzer şeyler hissetmiştim.)
Bataklığın kaygan kumlarında başlayan bu arkadaşlık, yolculukla beraber bir imtihandan geçer, acaba bu iki arkadaşı bir arada tutmayı İbej Bebekleri başarabilecek midir?
Son zamanlarda nasıl ve neden bu kadar çok kitaba gömüldüğümü düşündüğümde cevabı bulamamıştım. (hayattan koptum biraz) meğer cevap da bu kitaptaymış:
" Kimi zaman, bizi çevreleyen gerçeklik hoşumuza gitmiyorsa, kitap her derdimize deva olabilir."
Bu hikayeyi Türk bir yazardan okusaydık bence Matilde yeniden sahneye çıkar, Gabri'nin çalışma hayatıyla ilgili söyledikleri biraz daha yumuşak anlatılır ve hikayenin sonu illa ki arkadaşlık vurgusuyla biterdi.
Öz eleştiri yapmak gerekirse yabancı yazarların konulara daha rahat yaklaşmalarını seviyorum. Andersen Ödüllü Sgardoli'nin peşini bırakmaya da niyetim yok :) Umarım ON8 Yayınevi Sgardoli ile bizi buluşturmaya devam eder.
Var Mısın Yok Musun
Özgün Adı: O sei dentro o sei fuori
Yazan: Guido Sgardoli
Çeviren: Nilüfer Uğur Dalay
Yaş grubu: 12+
ON8 Kitap, 2011, 253 sayfa, karton kapak