Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




Christine Nöstlinger etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Christine Nöstlinger etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mayıs 2016 Perşembe

Curcuna Evi / Christine Nöstlinger

Uzun zamandır bu kadar curcunalı bir hikaye okumamıştım.
Curcunanın sebebi çok fazla karakter olması da değil aslında, Mahir Ünsal Eriş'in "Dünya Bu Kadar" kitabı gibi.
Asıl sebep arka arkaya gelişen olaylar.
Tam "yok artık" dediğiniz yerde bambaşka bir şeyin patlaması :)
Nöstlinger'in bu kitabını Sima tavsiye etmemiş olsaydı belki daha uzun zaman kitaplığımda okunmayı beklerdi. İnsan daha önce kitaplıkta göz göze gelip bir şekilde okumadığı ama okuyunca da 'Tüh, neler kaçırmışım" dediği kitaplara karşı kendini biraz 'suçlu' mu hissediyor ne? Ya da belki sadece ben duyguyu hissediyorum.
Nöstlinger beni okuduğum her kitabında şaşırtmayı başarıyor. Evet klasik bir tarzı var ama her kitabında konu, olay örgüsü, kişiler ve onların özellikleri değişiyor.
Değişmeyen tek şeyi Günışığı Kitaplığı yazarın özgeçmişinde belirtmiş:
'...orta halli aile çocuklarının gündelik yaşamlarını ele aldığı kitaplarında, geleneksel aile yapısını ve okul kurumunu esprili bir üslupla eleştiriyor.'
Bu kitapta da gelenek bozulmamış ancak bu kez terazi sanki aileye doğru kaymış.

Marie, annesi, babası, halası, büyük dayısı ile beraber Henriette Konağı'nda yani büyükannesinin evinde yaşıyor. Anne ve babasının 'Frieda ve Fred' isimli kuaför dükkanları var.  Olli Hala bir şirkette sekreterlik yapıyor. Büyükdayı Albert ise tüm gün bahçedeki çiçekleriyle ilgileniyor ve işitme kaybından dolayı pek kimseyi duyduğu da yok.
Marie'nin en yakın arkadaşı bitişik evdeki Reserl gibi dursa da kitap boyunca ikilinin bir dargın bir barışık hallerine tanık oluyoruz.
Okuldan arkadaşları Konrad ve Stefan ise hikayenin aşk üçgeni pardon dörtgeninin başrol oyuncuları.
Nöstlinger'in okuyucunun 'olaylar bence bu şekilde gelişecek' öngörüsünü kitaplarında çoğu kez yerle bir ettiğini gördüm, tamam arada ağzımıza bal da çalmıyor değil.
Benzer bir hikayeyi Türk bir yazardan okusak, bir yerden sonra Yeşilçam filmi kokusu alırdık bence. Stefan ve Konrad'ın aşk mektuplarına Marie'nin yazdığı mektupları okuyunca ne demek istediğimi anlarsınız bence.(birini ekliyorum)
"Çok sevgili Konrad,
Mektubun ve ekleri için teşekkür ederim. Ancak yazdıklarını doğru dürüst okuyamadım, çünkü kargacık burgacık bir şeyler karalamışsın. Başına gelen bu geçici durumu çok büyütme. Sevgiler, Marie"
Anlatmaya arkadaşlarından başladım ama asıl hikaye (hatta bomba) Marie'nin büyükannesinde. . Yaşı büyüse de kendi akıllanmayan iyi kalpli yaramaz bir çocuk gibi Henriette. Kitapta en çok Marie ve büyükannesini sevmem de bu yüzden galiba.
Büyükannenin aklına 'kısa yoldan zengin olabilecekleri' şahane fikirler geliyor ve bunları hayata geçirmek için türlü yollar deniyor. (buraya kadar bir sorun yok) Ancak bu yolların içerisinde konağı ve evdekileri de tehlikeye attığı son bir tanesi var ki! İşte bomba biraz burada patlıyor.
Kitabın orijinal ismi: Villa Henriette. Türkçeye "Curcuna Evi" olarak çevrilmesi gerçekten çok iyi olmuş, içeriği tam olarak karşılamış.
Ben bu kitabı "metin" olarak değil de "tiyatro oyunu" okur gibi okudum.
Acaba Almanya'da veya Avusturya'da Nöstlinger'in eserleri çocuk oyun olarak sergilenmiş midir, bunu da merak ettim.
Bu neşeli aileyi kestane ağacının tam altında ziyaret etmek,genelde boş olan buzdolaplarına birkaç kutu süt ve ekmek götürmek istedim.
Kim bilir belki kahvaltılarına beni de dahil ederler :)

Devamını oku »

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Konuk Değil Baş Belası / Christine Nöstlinger

Nisan okumalarında biraz bahsetmiştim, Mayıs ayı için niyetim biraz daha Alman Edebiyatına yönelmekti. Steinhöfel'i yeniden okumaya geçmeden önce Farklı ile tanıştım, ardından Nöstlinger'in Curcuna Evi'ne konuk oldum. İkisini de çok sevmiştim.
Uzun zaman önce sahaftan aldığım "Konuk Değil Baş Belası"na ise yine Nöstlinger'den devam etmek istediğim için başladım.
Araya birkaç kitap daha alınca kitabı bitirmem 1 haftayı buldu ama hikaye hep aklımda kaldı. Bu ara kitaplarımı yoğun olarak Elif'i uyutmaya çalıştığım sırada oldukça karanlık bir ortamda okuyorum. Bir insan aynı anda iki şeyi sahiden de yapabiliyormuş, bunu gördüm. Elif'e hem o an istediği ninnileri söylüyor hem de kitabımı karanlıkta okuyabiliyorum. Hayatımın hiçbir döneminde kendimi bu kadar azimli görmemiştim :)


"Konuk Değil Baş Belası" kitabını kapağı ve konusundan dolayı çok cezbedici bulmamıştım ve ben de kitaptaki karakterler gibi ön yargılı bir şekilde bu "baş belası"nın hikayesine çok da sevimli yaklaşmadım. Ancak hikaye ilerledikçe "Baş Belası" Jasper'a benim de herkes gibi kanım kaynadı.
13 yaşındaki Ewald'ın yaz tatili için güzel hayalleri varken ailesi onun İngilizcesini geliştirmesi için İngiltereye kampa gitmesine karar verir. (ne de olsa onun hayalleri, ailesinin kararlarından büyük değildir! ) Ablası Billie sayesinde Ewald bu yolculuktan kurtulur ancak öğrenci değişim programıyla evlerine gelecek İngiliz Tom'dan kurtulamaz. Aksilik bu ya, "düzgün çocuk" Tom ayağını kırınca onun yerine "baş belası" Jasper uçaktan iner.
Ewald'ın annesinin Avusturyalı değil de Türk olduğundan şüphelenmedim değil! Ya da annelerin  titizlik, temizlik hastalığı evrensel bir olgu :)
Hikayeyi Ewald'dan dinlemek keyifli olsa da en dikkat çekici karakter Jasper ve Billie'ydi bence.
Billie'nin anne ve babasına haksızlık yaptığını zaman zaman ben de düşündüm ama çocuklarının yerine kararlar alan, ceza olarak onları eve kilitleyen katı anne baba figürlerini ben de sevimli bulmuyorum. Bu hikayeyi Nöstlinger yazmasaydı belki ak/kara daha kesin çizgilerle ayrılır, kötüler de cezalandırılırdı. Ancak neyse ki Nöstlinger böyle biri değil. Kimseye parmak sallamak gibi bir niyeti yok. Olayları sadece biraz(!) absürd bir şekilde anlatıyor ancak herkese 'eşit' davrandığını da söyleyebilirim.
Çocuklarını "çocuk" yerine koyup aslında onları hiç dinlemeyen anne babaların dile getirildiği güzel bir dönüşüm hikayesi.
Billie ve Ewald'ı kötü bulan ebeveynler Jasper ile tanışınca çocuklarının kıymetini anlar ancak hikaye burada bitmez.
"Jasper herkesin dediği gibi kötü bir çocuk mudur?"
Bu soruya ben de ilk başta "Evet evet" dedim ama ardından ne geleceğini çok da merak ettim.
"Jasper neden böyle davranıyor" kısmında anne babaların üzerine düşen, çocukları etkileyen sorumluluklar üzerinden güzel mesajlar var kitapta.
Sonu benim için biraz hayal kırıklığı oldu, belki zihnimdeki ile pek de uyuşmadığından.
"Kim Takar Salatalık Kralı"na da biraz benzettim aslında hikayedeki Jasper'ı.
Nöstlinger'in okuduğum kitapları arasında 'ortalama' olarak değerlendirsem de çocuk edebiyatına genel olarak baktığımda aslında, Nöstlinger'in ortalama bir kitabının bile (ki bu sadece benim düşüncem) çoğu Türk Çocuk Edebiyatından daha iyi olduğunu düşünüyorum.
Karşılaştırma yapmak elbette ne kadar doğrudur/yanlıştır bilmiyorum ama ben bu 'cesur' hikayeleri ve sözünü sakınmadan yazan yazarları seviyorum!
Jasper'ın taşları ile Riko'ya miras kalan taşlar arasında tatlı bir benzerlik yok mu sizce de?

* Suzan Gerdönmez çevirisi olmayan Almanca kitapları bundan sonra okuyamam herhalde :)

Konuk Değil Baş Belası
Özgün Adı: Das Austauschkind
Yazan: Christine Nöstlinger
Çeviren: Suzan Geridönmez
Yaş Grubu: +9
Günışı Kitaplığı, 2003, 166 sayfa, karton kapak
Devamını oku »

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Aklından Düşünceler Geçen Çocuk :)

Çocukların hayal dünyası inanılmazdır.
Biraz konuşursanız kurduğu cümlelere hayran kalırsınız çünkü o "saf"lık hiç bozulmamıştır-henüz-.
Büyüdükçe o "saf"lığı yitirdiğimizi ama içimizdeki çocuğu da sevmeye okşamaya devam ettiğimizi düşünüyorum.
Yoksa hayat çekilmezdi herhalde:)
Küçükken -bazı buluşmalar dışında- kardeşim de olmasına rağmen çoğunlukla tek büyüdüm daha doğrusu tek oynadım. Bu da gerek hayali arkadaşlar gerekse tek kişilik satranç gibi yaratıcı ve zorlayıcı oldu, olmak zorundaydı çünkü.
"Bazen bir kitap okursunuz ve 'hayatınız değişmez' çünkü o kitapta hayatınızı bulursunuz..."İşte benim için öyle oldu birazdan bahsedeceğim kitap.
Yeni aldığım karar neticesinde kütüphaneye elimde liste gitmiyorum, o an sevdiğim 3 kitabı alıp çıkıyorum. Dün sabah da öyle oldu. Günlerden Nöstlinger'di :)
Daha önce "Kim Takar Salatalık Kralı" ile ilgili bir yazım vardı, bulamadım :)
Şimdi buldum, yaşasın, işte burada
Nöstlinger, 1984 Hans Christian Andersen ve 2003 Astrid Lindgren Edebiyat ödülü gibi pek çok ödülün sahibi olsa da en güzel ödülünün çocuklara okumayı sevdirmek olduğunu düşünüyorum.
Alev Saçlı Kız kitabını da okumuş ve bir süre kendime gelememiştim.
Korkunç olduğundan falan değil, "bir insan bu kadar güzel nasıl yazabilir, neyle besleniyor" acaba demiştim :)
Hani geçen gün Behiç Ak'a çocuklar sormuştu ya, "Yazarken hangi duygu ile besleniyorsunuz" diye, işte onun gibi...
Aklından Düşünceler Geçen Çocuk, tıpkı her çocuk gibi olduğundan mı "başka bir niteleme"ye ihtiyaç duymamış, bilmiyorum.
Kaynak: burada
Kulağa sıradan gelen bir isim aslında ama o kadar sade kavramış ki çocukların aklından geçen düşünceleri.
Okuyan kişiyi çocukluğuna götürmemesi imkansız-bence-
İşte güzel/keyifli/muzip çocukluk anı'larımı bana hatırlattığı için bir öğle arasında sildim süpürdüm kitabı, geriye de "aklından düşünceler geçen Esra" kaldı :)
Arka Kapak'tan:
Rosalinde’nin yaşamı ona sürekli karışanlarla dolu: Annesi, babası, büyükannesi, büyükbabası, arkadaşı Fredi… Onu eleştirip öğütler veriyorlar. Oysa, Rosalinde’nin kafasının içindekileri, düşünce ve hayallerini kimsenin okumasına olanak yok! Ve Rosalinde mutlaka kaleci olmak istiyor Fredi’ye inat!..
Rosalinde adında okula giden ama kaç yaşında olduğunu bilmediğimiz bir kız çocuğu var. Annesi babası büyükannesi ve büyükbabası ile yaşıyor. Hikaye, büyükbabasının Rosalinde'nin aklından geçen düşünceleri okuyabildiğini söylemesiyle başlıyor. Ve Rosalinde de onu kandırmak için kötü bir şeyler düşünürken gülümseyip iyi bir şeyler düşündüğünde suratını asıyor :)
Bir olay örgüsünde geçmiyor aslında hikaye-ki benim sevdiğim taraflarından biri de bu- bir ailenin ve ailedeki küçük kızın yaşamından birkaç günlük bir kesit sunuyor.
Okurken Rosalinde'nin ve elbette çocukların hayal dünyasına hayran kalmamak mümkün değil.
Özellikle derslerden kendini ip cambazlığına götürme hikayesi inanılmaz.
Ancak elbette ki beni daha çok etkileyen bölüm; "beyindeki yanlış kıvrımlar" oldu.
"Rosalinde çok sinirlidir. Kendine kızdığı için iki kat daha sinirlidir. Sürekli bir şeyler unutmaktadır çünkü." 
Size kimi hatırlattı :) 
Evet,aynı ben...
Unutkanlıkları ile ilgili bir çözüm bulur "pembe ıhlamur" (adının anlamı imiş), gazete getirmeyi hatırlaması gerekiyorsa "gazete" kelimesini TAMAMEN unutacaktır, "gazete" DEMEYECEKTİR.Ve böylece "unutması gereken şey"i hatırlar :) Bunu kesinlikle ben de deneyeceğim. Keşke çok önce okusaydım bu kitabı, Behiç Ak'ın "Kim Kime Dum Duma" kitabını evde unutmazdım-herhalde-
Ama anlıyoruz ki unutkanlık da "beynin yanlış kıvrılması"ndan sebepmiş, kimse üzerime gelmesin yani :)
Diğer bir unutulmaz bölüm ise; "Pembe Ihlamur Ağacındaki Yuva" .
Rosalinde "Rosalinde" adının ona uyup uymadığını bulmaya çalışır. Rose, pembe; Linde ıhlamur Ağacı demek(miş). Rosalinde pembe bir ıhlamur ağacı  olduğunu düşünür, dalında da kuş yavrular vardır ve kedinin onu yemesine izin vermemelidir.
" Pembe bir ıhlamur ağacı, kedinin yavru kuşları yemesine izin vermez!" 
Nöstlinger "olması gereken"i değil de"olan"ı anlattığı için başarılı diye düşündüm özellikle bu kitabını da okuduktan sonra.
-Zorlama ve dayatma yok.
-"Sıradan" bir günden kesitler var.
-Rosalinde kaleci olmak istiyor çocuk doktoru ya da öğretmen değil.
-Derslerini pür dikkat dinlemiyor, hayallere dalıp gidiyor
-Sabahları her zaman mutlu uyanmıyor bazen sol ayağıyla uyanıyor ve kafasını askılığa çarpıyor ve huysuzlandığı için kimsenin onu sevmediğini düşünüyor.
Çocuğunuzun " başka kalıp"larda  büyümesi sizi daha mutlu edecekse, bence Nöstlinger ile tanıştırmayın.
Çocuğunuzun "kendi kalıbı" içinse Nöstlinger tam bir kaynak :)
Kitabın çevirisi Necdet Neydim'e ait. Yayınevi de Günışığı Kitaplığı.
Nöstlinger arşivi için onlara teşekkür borçluyuz sanırım.
Untmadan;
Bu kitapta hiç mi kötü/sevmediğim bir şey yoktu?
Evet vardı.
Çabuk bitti ve devamı yoktu...

HERKESE BUİKA DİNLEMELİ (Konser var bu akşam yaşasııın) SEVDİĞİ KİTABI OKUMALI, SÜTLÜ KAHVE TADINDA GÜNEŞLİ BİR HAFTA SONU DİLERİM.
* Doğum günü olanlar, piknik için bizi de bekleyin, salıncakta/ hamakta yer bırakın :)

Devamını oku »

27 Eylül 2012 Perşembe

"Kim Takar Salatalık Kralı'ı"; Ben de Takmam :)

Bazı tanışmalar ne kadar geç olsa da "tam zamanıdır" dedirtiyor insana.
Hep gözüme çarpıyordu ama bir türlü okumak için elime almamıştım.Ta ki sevdiğim bir yazarın tavsiyesini görene dek..
O zaman derhal alındı ve okundu, sanki bunu beklermiş gibi :)
Benim zihnimde canlanan o "saf" haliyle hiçbir alakası olmayan bu kitabı bir kere herkese tavsiye ederim.
Bakış açısındaki farklılık ruhuma bir neşe getirdi cidden.
yazarı Christine Nöstlinger'in erkek olduğunu düşünmemin sebebini de şimdi bakınca hiç anlayamadım acaba ad-soyadları zihnimde yer mi değiştirmiştim ya da aklımdan neler geçiyordu?


Christine Nöstlinger :)
Kitap: Kim Takar Salatalık Kralı
Yazar: Nöstlinger
Yayınevi: Günışığı Kitaplığı

Kitaptan: 

" Kumi-Ori Kralını tam düşecekken tuttum; yoksa uykuya daldığı için az kalsın masadan düşecekti. Çok tuhaf bir histi-tıpkı naylon torbadaki hamur gibiydi. tüylerim diken diken oldu. Uyuyan Kumi-Ori'yi bebek arabasına yatırdım; annem de onu bulaşık beziyle örttü. Değerli taşlarla süslü tacı da derin dondurucuya koydu.Nedense bu hiçbirimize tuhaf gelmedi. Hepimizin ne kadar şaşkın olduğunu gösterir bu." :)

"Babam benim yaşımda bir çocuğun korkmaması gerektiğini söyler. Oysa büyükbabam yalnızca aptalların hiç korkmadığını söyler. Annem örümceklerden, hamamböceklerinden, henüz ödenmemiş faturalardan ve elektrik tellerinden çok korkar. Nik gece tuvalete gittiğinde, çıkarttığı sesten korktuğu için sifonu çekmeye cesaret edemez. Martina da eğer yanında yetişkin biri yoksa, geceleri karanlık bir sokakta yürümekten çok korkar. Büyükbabam ise, bir felç daha geçirip dilinin tutulmasından, hiç yürüyememekten ya da ölmekten korkuyor.
    Babama gelince,o da korkar. bunu kabul etmiyor ama ben fark ettim. Örneğin,bir arabayı solladığında karşı yönden bir araba geliyor ve babam da, dolu olduğu için sağ şeride giremiyorsa..."



"...Ama gene de yanımda ne kadar korktuğumu gören birinin bulunmamasına seviniyordum. oysa yanımda biri olsaydı, herhalde korkmayacaktım;bu yüzden keşke yanımda biri olsaydı diye geçirdim içimden.."

"... Annem kızmaya başladı. kendisinin iyi bir anne olduğunu, bu yüzden ona işin gerçeğini anlatmamız gerektiğini söyledi. biz de ona gerçekten iyi bir anne olduğunu, ama işte bu nedenle ona her şeyi anlatmamızın gerekmediğini söyledik. annem, iyi bir anne olduğu için bizi anladı." :)

Yazarın diğer kitaplarını da kitaplığıma acilen katmayı ve sonra ilk okunacaklara eklemeyi düşünüyorum, yazarın kitaplarını okuyanlardan da yorum yazan olursa memnun olurum :)

Bu arada "Anti-Terbiyeci bir yazar" başlığıyla Radikal Kitap ekinde 25 Mart 2011'de Suzan Geridönmez'in kaleminden bir de yazı yazılmış Nöstlingerle ilgili:
"1984 Andersen ödülüyle onurlandırıldığında 'Bu ödülü aldığıma sevinmedim ama almasaydım çok içerleyecektim.' diye bir cevap vermiş." :)

Bu kadar şey yazıp da konusundan bahsetmemek olmaz elbette:

3 çocuk,anne, baba ve dededen oluşan bir aile bir gün mutfaklarında Salatalık Kralıyla karşılaşırlar ve sonra olanlar olur :) süper özetledim değil mi :)
Kitapla ilgili sevdiklerim:
1. didaktik olmaması
2. oldukça farklı bir bakış açısı ve yaratıcılıkla yazılmış olması
3. eğlenceli olması
4. her bölümün başında bölümü özetleyen cümleler
5. karakterlerin hepsinin bir anda hem iyi hem de kötü olarak gösterilebilmesi
6. öğretmen olan karakterin iç dünyasını da çarpıcı bir şekilde verebilmiş olması


İşte bu da ben :) (kaynak: deviantart.com/Nabhan)



Devamını oku »