Grano'yu buraya ne kadar yazmışım diye blogu kurcalayınca epey yazıya denk geldim, ilki de buymuş :) Aradan geçen neredeyse 1 yılda tam bir Grano kahve bağımlısı oldum diyebilirim.
Karnımdaki bebe bile bunun farkında, çıktığında "anne süt" yerine "anne grano kahve" derse kimse şaşırmaz. Tabii ki her gün içmiyorum hatta evde yapılan french press kahvenin çoğunlukla sadece tadına bakıyor kokusunu içime çekiyorum (bu da can ama değil mi) Ama bazen de Grano'ya gitme bahaneleri yaratıyor ve orada bulunmanın tadını çıkarıyorum. O zamanlarda içtiğim şey sadece filtre kahve olmuyor, sanki bir garip mutluluğu da içime çekiyorum. Nasıl mı?
Sahiplerini az çok tanıdığım için kahveye ekstra mutluluk verici bir şey kattıklarından şüphelenmediğim için bana göre olan sebeplerden bahsedeyim.
Mesela canım sıkkınsa kesinlikle aklıma ilk gelen yer, Grano oluyor ki içerisinde kitap dahi olmayan bir yer.
Modum düşükse karabalığın bana gitmek için teklif ettiği ilk yer de Grano.
Öğle arası kaçamaklarımı yaptığım yer de burası. (kaçamak derken kitap okuma işte ehehe)
Ve sevdiğim insanlarla buluşmak için aklıma gelen ilk yer de burası.
Yazınca fark ettim ki, evim gibi bir şey olmuş yahu! :)
Bir de Granoya gittiğimde kendimle ilgili (uygulayamasam da bazen) önemli kararlar alıyorum. Sanki orada olmayı beklemişim gibi.
Geçen gün gittiğimde fark ettim ki, oradan mutlaka iyi/mutlu/huzurlu ayrılmamın da etkisi büyük.
Hani hep deniyor ya "seni mutlu eden şeyleri daha çok yap" diye, benim için bu minik kahveci öyle galiba.
Ankaradan, iş hayatının sıkıcılığından ve deniz görememenin keyifsizliğinden beni kısa bir süreliğine uzaklaştıran tatlı bir liman gibi.
Belki bir gün bisikletimle (henüz yok ama) giderim buraya kim bilir.
Ya da daha iyisi ...
Onu da sonra yazayım :)
Ben de anlattığınız yerin İstanbul'da olduğunu zannetmiştim. Anlatım tarzınız etkileyici idi. Mutlu olmak adına ambiansı güzel yerlere gitmek gerek sanırım.
YanıtlaSilNe güzel böyle özel bir mekanının olması..
YanıtlaSil