‘Bahçeli bir evde yaşasaydım ve günün birinde damdan bir martı yavrusu bahçeye düşseydi, neler yapardım acaba?’
1) Bahçeli bir evde yaşasaydım: Alarmın “uyan dedim sanaa” sesiyle değil, bahçedeki ağaçlara konan kuşların cıvıltısıyla uyanırdım muhtemelen. Veya evdeki köpeğin (ismi Tatlım olsun) suratımı yalaması (ki bundan hoşlanacağımı sanmıyorum) ya da hayal bu ya, Elif’in uykusunu almış “anne bak bahçede ne buldum” diyen ellerine bakarak uyanırdım. Elif'in elinde onun için pek kıymetli görünen ama bana yetişkin zihniyle ‘sıradan’ görünen bir taş olurdu belki de. Bahçemiz varsa umarım kümesimiz de vardır, tavuklarımızdan sabahları taze yumurta alabiliriz. Çok büyük bir bahçemiz olmasa da içinde birkaç meyve ağacı ve dalından domates, salatalık yiyebileceğimiz toprak bir alan illa olmalı. Sevdiğimiz çiçekler de bizimle olmaktan mutlu bir şekilde gülümsüyor olsunlar. Acelemiz zaten olmadığı için evden çıkmak için kapıya dikilip “haydi” diyen bir gardiyan (o benim) da yok. Onu silgi ile sildik zihnimizden. Elbisesinin desenleri çiçeklere karışan, kahvaltıyı hazırlamadan önce mutlaka radyonun sesini açan yüzünde kocaman bir gülümsemeyle çıtır salatalıkları doğrayan bir anne var. İşe ‘mecburen’ gitmesi gerekmiyor, o zaten sevdiği işi yapıyor: çocuk kütüphanesi var. Elif de henüz ilkokula başlamadığı için bazı günler annesiyle kütüphaneye gelip canı istediğinde kütüphaneye yakın anaokuluna gidiyor. Benimle geldiği zamanlar beraber sadece kitap okumuyoruz. Rafların tozunu alıp, kitapları ait oldukları yere yerleştiriyor, kedimiz Lokum’dan yer kalmışsa bahçedeki hamakta biraz kestiriyoruz. Sonra kapıdaki rüzgar gülü şıngırdıyor ve biz okuldan çıkan çocukların eve gitmeden önce bize hem ‘merhaba’ demek hem de ‘bu akşam ne okusam’ diye kütüphanede dolanmalarına bakıyor oluyoruz. Elif, muhtemelen gelen tüm çocukların peşinde onları oyununa davet ederken ben de tahta sandalyeme yaslanıp batmakta olan güneşin gözüme girdiği haliyle tüm bu resme, Elife çocuklara Lokum’a ve kütüphaneme gülümseyip şükrediyorum. Tam o anda karabalığın bisikletinin sesini duyuyorum ve tüm çocukları saklambaç oynamak için dışarı çağırıyorum.
Yani sadece 1 bahçe ile tüm bu güzelliklere kavuşabilir, akşam da denizden gelen hafif rüzgarın sesiyle kağıdıma bu satırları yazabilirim :)
“Davetsiz Misafir Neboş”un hikayesini birkaç kez okudum ve ‘ben olsam ne yapardım’ hissiyle kitabın kapağını kapattım. Yazar Sedef Özge kurgulu bir hikaye yazmamış, başından geçen bir hikayeyi hem de pek tatlı fotoğraflarıyla anlatmış. Daha önce bu tarzda bir eser okuduğumu hatırlamıyorum, belki bu 'tür'de yazılan ilk eserdir. Yazarın dili o kadar sohbet eder gibi ki, 'kitap' okuduğumu bilmesem Sedef Özge bana yazdığı mektupta başından geçen bir hikayeyi anlatmış diyebilirdim.
Evdeki köpek Pide’nin poposunu gagalayan Neboş’u unutamayacağım.
Hayvanları seven (sevmeyeni bence yoktur ama) tüm çocukların ilgisini çekeceğini düşünüyorum bu hikayenin.
Hayykitap’ın “Yaşasın Çocuklar” dizisinden tanıdık başka bir kitap da burada :)
Bu hikaye bana Banu'nun Pazartesi ile Salı'sını hatırlattı...
* Kitapla beni buluşturan canım Leylak Dalı Nurşen Abla'ma da ayrıca teşekkürler :)
Neboş Davetsiz Misafir
Yazan: Sedef Özge
Fotoğraflar: Sedef Özge
Yaş grubu: 3+
Hayykitap, 2016, 28 sayfa, karton kapak
Başından geçen bir olayı böyle kitaplaştırmak, ilginç bir fikirmiş :)
YanıtlaSilKütüphanenin bahçe çanını duyar gibi oldum, ne güzel anlatmışsın...
Oyy ben teşekkür ederim. Ayrıca beğenmene çoook sevindim, hepinize mucuksss :)
YanıtlaSilGözlerim doldu nedense bu yazında esra..
YanıtlaSil