Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




ankara avm işleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ankara avm işleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Şubat 2015 Pazar

"Hayat Pahalı!" mı?

Bu sorunun cevabını sahiden bilmiyorum. Sanırım kişiye, yere, zamana göre değişebiliyor cevap. Maddiyatla ilgili bir şeyler yazmayı hiç istemesem de aklıma geliyor ara ara bu soru, ben de yazarken sesli düşünmüş olurum diye, buraya not almak istedim.
İlk olarak aklıma şu geliyor; önemli olan ne kadar kazandığın değil, ne kadar giderinin olduğu. Yani 1000 lira kazanan kişi de geçinemiyor, 15000 lira kazanan kişi de geçinemeyebiliyor. Yaşam şartları bunu etkiliyor galiba. Kimimiz 2000 model bir arabaya biniyor bazılarımız da 2015 modele :) Araba ne yazık ki bir ihtiyaç oluyor, hele ki büyük şehirde yaşanıyorsa, onu anladım. (Adanada yaşayıp klimayı bir zorunluluk olarak görmek gibi, otobüs durakları bile kapalı ve klimalı olduğuna göre, siz düşünün gerisini :)
Şu da geliyor aklıma: almanın yani tüketmenin sonu yok. "Tüketim toplumu" diye Foucault mu demişti şimdi hatırlayamadım ama sahiden son zamanlarda yaşadığımız şey de bu sanki. Değil mi? cep telefonumuz hala çalışıyorken gidip ennn son model telefon almak gibi. Ne tuhaf aslında, yazarken bile garipsedim. Hadi bunu yapmıyorum diye garipsedim. Peki hiç mi ihtiyacımız olmayan şeyler almıyoruz? Ohoooo...
Bizim mecburi AVM gezmelerimiz şöyle oluyor: ihtiyaçlar ve dükkanlar belirleniyor, gidiliyor (en az kalabalık saatte) ihtiyaç alınıp çıkılıyor. Bunu yapmaya da mecburuz çünkü 1. her şeyi internetten alamıyoruz. 2. kitapçı gezebilmek istiyoruz. Ankarada Kızılay'a açıkçası hafta sonu gitmeye gönlüm hiç razı değil. Tunalı bize gerçekten oldukça ters kalıyor. Yine en iyisi Arkadaş Kitapevi... Çocuk kitapları bölümü oldukça kapsamlı, kafesi keyifli (insanları satranç oynarken görebiliyorsunuz), ortamı "kitap sever" bir havada. Kısacası Arkadaş Kitapevi için AVM'ye mecbri gidişlerimiz oluyor. Geçtiğimiz haftalarda kitapçıdan çıktığımızda gözlerimize inanamadık. Meğerse orada korunaklı bölgedeymişiz. Dışarıda nasıl bir kalabalık var, anlatmam mümkün değil. yemek yiyecek olsanız oturacak bir tane masa ve sandalye yok. Biz genelde dışarıda yemiyoruz neyse ki. Ama insan bir durup düşünüyor: hayat pahalıysa bu kadar insan bu kadar alışverişi, tüketimi nasıl yapıyor? Taksitle mi? Bilmiyorum. Resmen koşarak uzaklaştık oradan. Kalabalıktan üçümüz de hoşlanmıyoruz ve cidden nefes almakta güçlük çekiyoruz ya da sadece ben öyleyim :) Bence en kötüsü de ne yaptığının farkında olmayan o koca yığının gözleriydi. Çok boş bakıyorlardı. Belki de günde 8 saat televizyon izleyip hipnotize olmuşlardı, bilmiyorum. Niyetim kimseyi küçük görmek değil. Sadece şunu anladım ki kimimiz daha az kimimiz daha çok ama neticede hepimiz uyuyoruz. Gözlerimiz kapalı olarak alışveriş yapıp ay sonu geldiğinde de "hayat pahalı" diyoruz.
Bunun yanında cidden "pahalı" olduğunu düşündüğüm şeyler de var: meyve ve sebze gibi. Küçük yerlerde yaşayanlara çok uçuk rakamlar gibi gelecek ama inanın burada geçen hafta kabağın (bildiğimiz yeşil, uzun, sebze olan) kilosu 7 liraydı. 4 kişilik bir aile ne yiyip ne içiyor, bazen dertleniyorum. Asgari ücret alan insanlar ay sonunu nasıl denk getiriyor, olmayan matematiğimle hesap yapıyorum. Bundan çıkış yolu var mı ya da çözümü nedir bu işin biraz da onun üzerine sesli düşüneyim bari :)
Aklıma ilk gelen şey; farkındalığın artması. Yani bu kadar çok reklama maruz kalınca insanların dışarıda bu markalara saldırması çok da tuhaf değil. "Bilinçli tüketici" olabilmek için de ihtiyaçlarımızı yazarak alışverişe gitmek, 2. sırada gelebilir. Listenin dışına çok acayip bir indirim olmadıkça çıkmamaya çalışmak güzel olur. 3. markete kesinlikle tok karna gidilmeli :) 4. "marka" kurbanı olmamak için alacağımız ürünün etiketini kapatıp şöööyle bir bakalım, ben genelde kıyas yaparım "pazarda bulsaydım acaba alır mıydım" diye :) Marka takıntısı apayrı bir şey sanırım. Benim aklım, hayalim, mantığım, zihnim, algım (neyim varsa artık) bu durumu anlayamasa da insanlar bir çantaya 2000 lira vb. para verebiliyor. Komik gelmiyor mu size de?
Biraz da kitaplardan bahsedeyim. Kitaplar pahalı mı? Hem evet hem hayır. Kitaba verilen paraya ben asla acımam. Öğrenciyken harçlıklarımla "Dünya Sinema Tarihi" kitabını 80 liraya almıştım da kimse kapmasın diye Dost'tan yurda gidene kadar sarılmıştım kitaba :) İşin içinde telif hakları vb. şeyler de girince çeviri kitapların bazıları sahiden pahalı oluyor, 35 lira mesela. Ama cidden ürüne göre fiyatı çok çok ucuz dediğim kitaplar da var. Örnek vermeyeyim diyordum ama aklıma gelince yazmadan edemedim, Hayykitap'ın çocuk kitapları öyle mesela. Çok güzel kitaplar ve bence fiyatları hiç abartılı değil, gayet ulaşılabilir rakamlar. Bir de şu meşhur: "Kitap okumuyorum çünkü çok pahalı ya da korsan kitap alıyorum" diyenlere ben çok kızıyorum. Korsan kitap demek emek hırsızlığı demek değil mi? Neyse bu konuya girersem çıkamam şimdi. Kitaplara pahalı deniyor ama elde son model cep telefonuyla geziliyor. Bir de okumak isteyen kütüphaneden de okur, bahane değil yani pahalılık. İnternet alışverişi çıktı mertlik bozuldu :) Eskiden Dost Kitapevi'nde hesabım vardı benim...Vay be, ne günlerdi. Şimdi giriyorsun babil, idefix, kitapyurdu adreslerine ve kitapları en az yüzde 25 az ödeyerek alıyorsun. Adil mi? Bilmiyorum. Hiçbiri kitapçıda gezerken keşfettiğin ve elinden bırakamadığın kitabın tadı gibi olamaz.O kesin. Ama diğer yandan... Ah işte o diğer yan :/
Nereden nereye geldim yine. Bu satırları kimler okur, okurken ne düşünür acaba? "Kafası karışmış bu kızın" derler mi? Der misiniz yani :)
Size de sorayım: Hayat sizce pahalı mı?
Annesi-yavrusu fındığımla görselimi kapatayım :)
* Geçinmek demişken benim çok önemsediğim diğer bir şey de "bereket". Bir evin, paranın bereketi olacak en başta. İşte o zaman ne kadar kazandığın önemli olmuyor. Gelen, çoğalıyor çünkü :) Nar gibi...
Devamını oku »