Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




yeni yıl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yeni yıl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2016 Çarşamba

2016 / Dönüşüm / 2017

Bu yazıyı her zamanki gibi 1 günde yazıp geçerek değil de ara ara yazarak tamamlamaya niyetliyim.
Aklımda uzun soluklu bir yazı var.
O yüzden sıkı durun ve hazır olun.
Ya da tam tersi rahat olun ve arkanıza yaslanın :)

demişim ve orada bırakmışım. Demek ki fazla rahatlık da iyi değil, o da bu da olsun'a takılıp ortaya hiçbir şey çıkarmamak da...

2016 için genel bir yazı yazmasam olmazdı, beni maazallah "blog dünyası"ndan atarlardı :) Hala en sevdiğim sosyal mecra burası sanırım ilk gözbebeğim olmasından da kaynaklanıyor, "kimse okumazsa ben okurum" rahatlığı da var tabii :) (Bu arada blogdaki anlaşılamayan istatistik yükselmesi devam ediyor, Polonya'dan beni takip eden kim var, lütfen söylesin, merak ettiğim bir ülke zaten, belki yanına gelirim. 2500 tıklanmayı geçiyorum bu ülkeden, hayırdır inşallah)

Madde madde gideyim yine, böyle daha rahat yazıyorum:

- Eliften başlayalım. Elif için apayrı bir yazım var ama onu tamamlayamadım, hazır yazıyorken içimdekileri döküleyim.
2016 yılı Elif için elbette ki büyüme dönemlerinden biri oldu. Bebeklikten çocukluğa geçti, akıcı ve anlaşılır konuşmaya başladı, boyu ve saçı uzadı (ki geçen hafta kestirdik, tatlı bir küt modeli oldu) Hala en sevdiği renk MAVİ, açık mavi hatta. Yeni kreşine alıştı (buraya yazdım mı hatırlayamadım, kreşini 3 ay önce değiştirmiştik), çok yerinde bir karar vermişiz eskisinden ayrılarak. Mama sandalyesini kaldıralı birkaç ay oldu, bizimle masada minder vb. de kullanmadan oturuyor. "Ben de kocaman çatalla yicem" evresindeyiz. Çok şükür yemeklerini kendi yemeye devam ediyor ama karabalık yine dayanamayıp arada kendi de yediriyor. Ben hala sanki bu çocuğun anası değilmişim gibiyim. "Ne kadar yiyorsa o" Görenler Elifin kilo verdiğini söylese de biz ana-baba olarak bunu "boyu uzadı" şeklinde yorumluyoruz :)
Tüm bunların haricinde klasik ve genel bir durum olan "yaş dönemi krizleri/inatları/ağlamalar" ile ilgili geçen haftalarda biraz zor bir süreç yaşadık. Sanırım tek bir krizden ziyade insanı birikim dediğimiz şey yıpratabiliyor. Elif, kolikle başlayan süreçte "kendini ağlayarak ifade eden" bir çocuk ve bunda bizim "aman ağlamasın" tavrımızın çok büyük katkısı oldu. Tutarlı davranılmaması, kreşe erken başladığı için kıyamama halleri de eklenince durum biraz-cık çığrından çıktı, biz de bu konuda destek almaya karar verdik. İsim arayışındayız, sonrasında belki burada yine yazarım.
Uyku konusunda gelişmeler yok diyemem ama sanırım insan hep daha fazlasını istemeye meyilli bir canlı. Ya da bize Elif'in hala 2.5 saatte ve ağlayarak uyuması normal gelmiyor diyebilirim.
Bu kadar kısa yazmamın sebebi konuya çok da hakim olmamam. Geçenlerde "Elifle aranız nasıl?" diyen birine "Birbirimize alıştık sanırım" deyince gülüşmüştük ama bir dönem gerçekten böyle geçti. Şimdi ise bu alışma evresini çay-kahve içebilecek samimiyette görüyorum :)
Revize: Geçen haftaki gelişmeden sonra bu hafta sanki hepimiz daha dinginiz, inşallah öyle devam eder. Harvey Krap'ı neredeyse 1.5 yıl önce okumuş ve taktiklerini unutmuştum, meğerse aklımdaymış. İnatlaşmaların tee en başında yakalayabilirsem durumu "Elif bu duruma/bana çok kızdın değil mi?" diye başlayan yansıtıcı ifadeler çok işe yarıyor-muş.
Birkaç gündür Elif ağlamadan önce "Bana öyle söylemene çok üzüldüm." diye kendini ifade etmeye başladı. Valla ben de sevinçten ağlayacaktım ahahaha :)
Tam bu noktada vaktim daha çok olsa sosyal medya hakkında düşüncelerime de geniş bir yer ayırırdım ama yapmayacağım, sadece insanların sosyal medyada "like"lanmak için çocuğunun bbg evinden farksız 24 saatlik hayatını paylaşmasını ama arada da "mahalle baskısı gereği" teröre lanet okumasını anlamamaya devam ediyorum diyelim, bitirelim.
                                                                           ***

- Bu sene kitap konusunda kendi rekorumu kırdım sanırım, Goodreads öyle diyor :) Önceki yıllarda Goodreads hesabım olmadığı için üzgün hissediyorum. Harika bir arşiv çünkü. Canım goodreadste 2016 için "70 kitap okurum" iddiasında bulunmuştum ama sanırım 100ü geçtim. Bu sene için de aklımdaki rakam yine 70 :) Çünkü kitap okumak için ayırdığım vakitlerden biraz çalmaya karar verdim. Sebebi az sonra aşağıda!
Best of'lara geçeyim,
Yetişkin kitabı olarak toplam 29 kitap okumuşum (gerçekten haberim yok desem inanır mısınız, bakınca anladım)
Aralarından 2 tanesi kişisel gelişim, 3 tanesi de ebeveyn kitapları olmuş.
İyi ki okumuşum dediklerim:

- İza'nın Şarkısı
- Eva Luna
- Acı Çikolata
- Sirk Müdürünün Kızı
- Ağaçların Özel Hayatı
- Elena Ferrante *4 kitap

Pek benim tarzım değilmiş/pek sevmedim dediklerim:
- Bayan Peregrine (çok abartılmış bence bu kitap, evet heyecanlı okunuyor ama kurguda öyle noksanlıklar var ki)
- Çocuk Yasası (belki yanlış zamanda okudum kim bilir, beni hiç etkilemedi)
- Denizkızı Olmak Çok Önemlidir (kitabı sevmeyen sanırım sadece benim :)
- Başka Zaman Kütüphaneleri (bir acayip kötüydü :)

Kalan 70 kitap da çocuk ve gençlik edebiyatından, onun detaylarını LÇK'de yazacağım ama bu yıla damgasına vuran kitapları yazayım:

- Farklı (Andreas Steinhöfel tamm olarak benim kafadan :)
- Şair Kısakulak (aşırı aşırı aşırı güldüm, çok çok çok sevdim.)
- Solucanlı Ay (hikayenin tamamı neredeyse hala aklımda, epey etkilenmişim)
- Babam Çalılığa Dönüşünce (savaşı anlatan en naif kitap olabilir)
- Parantez (enfes bir çizgi roman)

Bu oranı en azından yüzde 40'a yüzde 60'a çekmek hedeflerimden biri.Bunda Nurşen Abla'nın şahane önerilerinin payı büyük. (Saçında Gün Işığı ve Kuş Kadın kitaplarında ilk 5 sayfadan sonra ilerleyemedim ama tekrar tekrar deneyeceğim çünkü devamını seveceğimi düşünüyorum.)

Ve gelelim kitaplarla ilgili diğer bomba kararlarıma. Bu kararları almak ve uygulamaya başlamak için yeni yılı beklemedim, diyetler için pazartesiyi beklemek gibi geliyor bana yeni yıl kararları. O yüzden aldığım kararları sindirince hemen başladım uygulamaya. Yazıyorum, okuyunca şoka girmeyin:
-Başka hiçbir şeye vakit ayırmayıp delice ama gerçekten delice kitap okuduğumu fark ettiğimde şunu anladım- ben bir şeyden kaçıyorum! Bu kaçma işini de kitap okuyarak yapıyorum. Bu sebeple ne mektup yazıyor ne film izliyor ne de yemek yapıyorum. Kaçtığım şeyin kendim, zihnim vb olduğunu da daha sonra fark ettim. Bu sebeple DAHA SAKİN okumalar yapmaya karar verdim. Kana kana su içer gibi değil de yudum yudum tadına varır gibi okumak. Ve hayatı kitaplar haricinde de YAŞAMAK. Sinemaya gidemiyorsam da evde film izlemek, daha uzun ve sık mektuplar yazmak, oturup sadece müzik dinlemek gibi. Bunların neredeyse hiçbirini yapmamaya başladığımı (ajandamı bile nadiren yazar oldum) ve sadece kitap okuduğumu gördüm. Öyle olunca da duraksadım.
Tam da bu sebeple aşağıdaki kararları uygulamaya başladım:
- Öncelikle kitaplığımda 'okunmayı bekleyen'leri 'okumak istediklerim/istemediklerim' olarak ayırdım. İstediklerimi ayrı bir rafa dizdim.
- Batıkentteki Selene Kitapçısına gidince aklıma "Neden daha çok 2. el kitap almıyorum ki?" fikri geldi. Ve bunu "Neden daha da çok ödünç kitap almıyorum ki?" sorusu devam ettirdi.
- Son geldiğim noktada aylık kitap limitimi sadece 2 kitap olarak belirledim. Bunda az önce anlattığım "tüm zamanımı kitap okumaya ayırıyorum"un maddi hali olarak "tüm paramı kitap almaya harcıyorum" dan dolayı yaptım. Kendime en ufak bir şey aldığımda bu "kitap" olmadığından suçluluk duymaya başladığımı söylesem? Ne noktaya gelmişim yahu! :)
- Hediye alacağım kitapları da çoğunlukla sahaftan almaya karar verdim. Önceden olsa bunu utanç verici bulurdum, şu an hiç de öyle gelmiyor. Zengin bir memleket değiliz ama zengin-miş gibi yaşıyoruz. Paramız yok ama borcumuz çok. Arabalar, telefonlar, televizyonlar vb. hep lüks ve hep son model. Hediye aldığımız kitabın da "sıfır" ve gıcır gıcır olması tam da bu açıdan yani bu tüketim çılgınlığına kapılmamak adına çok mantıklı değil mi? Bunu sadece çok yakın arkadaşlarıma yapıyordum çünkü sahaftan aldığım kitapların kokusunun harika olduğunu onlar da benim gibi biliyor diye düşünüyordum. Şimdi bunu genele yaymaya karar verdim.
- Ödünç kitap alamam diyordum, çünkü o kitabın benim olması duygusu ve çizerek okuma hali olmazsa okuyamam sanıyordum. Şu an öyle düşünmüyorum. Hatta 53 numaralı posta kutusunun sahibi Selcen ile bu sistemi başarıyla götürüyoruz. İlla yüz yüze olmamıza da gerek yok yani, evlerimiz yakın, posta kutusuna kitapları koyarak ödünç kitap işini tamamlayabiliyoruz :) (maksat yüz yüze görüşmeyelim değil tabii :P )

- Ve ayrıca bunun için Goodreadste bir alt kategori bile oluşturdum. "Ödünç alabilirim dediğim kitaplar" diye. Sizde bu kitaplardan varsa Ptt Kargo ile bana karşıdan ödemeli gönderin (1 kitap için 3tl zaten) ben de okuyunca (en geç 1 ay içinde) geri göndereyim. Mantıklı değil mi?
- Geri gelmeyen kitaplarım için ağıt yakma boyutuna geliyordum. Şu an öyle hissetmiyorum. Elimde bir liste var, istediklerimi yeniden okuyabilirim. "Kalan sağlar bizimdir" :)
- Daha da yüzsüzlük yapıp Goodreadste "Bana hediye alabilirsiniz" bölümü yaptım :) Eskiden olsa değil bu kategoriyi oluşturmayı bunu cümle içinde kullanmayı bile kendime yediremzdim. Gururlu kadın, peh! Sonra şunu fark ettim, "Esra sana kitap almak çok zor, neyi okumadığını veya okumak istediğini bilmiyorum. Keşke söylesen!" diyenler o kadar çoktu ki... O halde bu kategori çok da "edepsiz" veya "ruhsuz" olamazdı :) Ama bunun haricinde kişiye özel seçilen kitapların yeri elbette ki bambaşka oluyor, canım Kumkurdu Mervecim son yolladığın ve kapağına dahi rastlamadığım kitap bir harika!
- Ve yine fark ettim ki hep benzer kitapları okuyorum. Yazar okumaları evet güzel ama her zaman gerekli bir şey de değil veya keyifli. O sebeple anı, mektup türü gibi zaten sevdiğim türlere daha çok yer açacağım. Ocak için aklımda neredeyse yıllardır almayı istediğim "Başın Öne Eğilmesin"kitabı var. Ocaktaki 2 kitaptan 1'i belli oldu o halde, bakalım diğeri ne olacak? :) (belki Kapı'yı alırım)
- Almak istediğim kitapları seçerken şunu soruyorum artık kendime: "Sadece indirimde gördüğün için mi alıyorsun?", "Hemen okumayı düşünüyor musun?", "Ödünç bulabileceğin bir yer var mı?"
- Bir de son bomba şu: Asla vazgeçemem dediğim bir çok şeyin vazgeçilebilir olduğunu keşfettikten sonra kitaplarımı da köy okullarına bağışlamaya başladım. Kütüphane projem için bana gelenler sağlamca duruyor çünkü onlar -henüz- benim değil, arafta yani kütüphane projesi için gönderilmiş olduklarından onlara elbette ki dokunmadım. Ancak yıllar boyu sahafta veya orda burda indirimde görüp veya 'bir gün okurum' diyerek aldığım onca kitapla yavaş yavaş vedalaşmaya başladım. Bu durum beni üzecek diye düşünüyorken tam tersi bir ferahlama yaşadım. ve yaşamaya devam ediyorum. Evrene mesajı doğru göndermiş olmalıyım ki tam o sırada Siirt ve Nevşehirden iki köy okulundan mesaj geldi ve doğru kitaplar doğru adreslere gitti. Onlar mutlu ben mutlu :)
- Ve de son olarak şunu söylemem gerek, bu kararları karabalığa söylediğimde "Asla yapamazsın" dedi. Ben de kendimden emin bir şekilde "gayet de güzel yaparım" dedim. Çünkü bu bir iddia/gaza gelme veya dış etkenli bir karar alma süreci değil; tamamen kendi gözlemim, hislerim, tecrübelerim ve dönüşümüm için yapmaya niyet ettiğim ve başladığım bir şey. Dolayısıyla kendimi baskı altına almıyorum.
Hala gayet keyifli bir şekilde kitapçıları geziyor, hoşuma giden kitaplardan notlar alıyorum ama ona "hemen" sahip olma konusunda bilinçli ve farkında davranıyorum :)
Kitap konusunda çok radikal görünen kararları NASIL aldığımı da yazmamı ister misiniz?
Bunun için bu yazının başlığında da yer alan "Dönüşüm" kısmına bakmamız gerekecek.
Ki asıl amacım onu yazmaktı ama zaten buraya kadar sıkılmadan okuduysanız devamını da okursunuz. Ama blog yazmaktaki asıl amacıma bakınca bunun daha ilk başta "okunmak" olmadığını gördüm, "yazmak istediğim için yazıyorum/ arşiv tutmak hoşuma gidiyor / yazmak beni rahatlatıyor ve yazarken farkına vardığım şeyler bana yol gösterici oluyor." diyebiliriz :)

DÖNÜŞÜM:
Nedir bu?
Mayıs ayından beri yaptığım bir çalışma aslında.
Bu çalışmanın asıl adı: Bilinçli Farkındalık.
Hayatımda hep bir "mutluluk" arayışındayken ve acıdan/korkudan kaçarken ama bu kaçma sürecinin dahi farkında değilken tanıştık Tüten* ile. Benim asıl amacım yerlerde gördüğüm özgüvenimi biraz yükseltmekti o kadar :) Başka da bir şeye karışmasını veya değiştirmesini istemiyordum. Hayatımdan memnundum bence. Saklandığım masa altı oldukça korunaklıydı ve benim o masa altından çıkmaya da niyetim yoktu. İşte bir Tüten geldi ve birçok şeyi altüst etti, ilk aylar "en fazla 1 ay daha yaparım ben bu çalışmayı" ve "bu kadın kim oluyor ki?" söylemleri ile geçti :) Yüzüne de söylediğim için buraya rahat yazıyorum, bazı günler o kadar sinirimi bozdu ki yazdıkları... Aslında tüm bunların kulağımı kapadıklarım olduğunu da sonradan gördüm.
Bu çalışmanın sevdiğim bir diğer tarafı "mutluluk pompası" olmaması. Yani "Kendinizi Mutlu Edecek 89654 Yöntemi Keşfedin" başlıklarına o kadar çok takılmışım ki, "Mutsuz OLmak" kitabında bahsettiği gibi "kötü" olarak adlandırdığım an'ları bir durup dinlememişim, onu anladım.
Bir de "yaptık/bitti" gibi bir çalışma değil, hayat boyu sürecek bir keşif. Bu kısmı çok hoşuma gitti.
İnsanlarla kurduğum iletişimde biraz daha "yetişkin" boyutuna geçtim. "Aman kimse üzülmesin" algım epey farklı bir boyuta geçti. Bu yüzden sanal veya gerçek dünyada yapmaktan/ söylemekten çekindiğim şeyler epey azaldı. Tam da bu noktada kendimi daha çok sevmeye ve saygı duymaya başladım :)
                                                                                       ***
Sadece kitap konusunda değil hayatımın genelinde bir sadeleşme hareketi başladı hem de öyle karar alıp uygulamaya başlayarak falan değil, kendiliğinden!
Buna fotoğraf çekme de dahil. Cep telefonlarında arka arkaya 15 pozun bir benzeri var ve bunlar biriktikçe sadece hafızalar doluyor, o yüzden yedekleme yaptığım fotoğrafları işyerinde zaman buldukça silmeye başladım.
İnstagram ve whatsup kullanımımı bazı günler sıfıra indirmeye başladım, internetin olmaması birçok şeye daha fazla vakit ayırmamıza sebep oluyor.
Kıyafetlerimin ve evdeki yatak örtüsü, nevresim vb şeyleri ihtiyaç sahiplerine bölüştürdüm. Birkaç basic bluz daha aldım mı ne giyeceğim derdim kalmayacak, toplam 40 parça ile mevsimi geçirebildiğimi gördüm çünkü. (basitvemutluyaşam'a buradan bir selam vereyim :) "Kapsül gardrop" dediğimiz şeyi yapıyormuşum galiba ama benimkiler oldukça "uyumsuz" olduğundan bana yine pek bir şeyim yokmuş gibi geliyordu, şimdi onları birbiri ile uyumlu hale getirmeye çalışıyorum. Bunun için illa yeni bir şey almaya da gerek yok aslında, "kesinlikle birlikte giyilmez" dediğim parçaları denesem yeterli, bazı kombinasyonlar meğerse cuk diye oluyormuş :)
Modadan anlamıyor olmayı seviyorum ama uyumsuz giyinmek konusunda kendime çok yükleniyordum. Şimdi çok daha şefkatliyim. :)
                                                                                      ***
Bu sene yemek konusunda da gelişme göstermeye başladım, devamı da gelecek gibi duruyor. Mutfak Sırları'nın tarifleri sayesinde gerçekten cuk oturan şeyler yapmaya başladım. Komik gelecek belki ama biri de tava böreği :) Tarif net olursa daha iyi yapıyorum, malzemelerden anlamadığım şeyleri (kakuleta gibi) henüz araştırmıyorum, çok gerekli değilse zaten koymuyorum ehehe:P Yalnız geçenlerde Serra'yı arayıp "bana elmalı kıtırlı mı pie mi crumble mı neyse tatlı olan bir tarif versene" dedim. Canım Serra da sesli mesaj atmış. "Sonra tereyağını ekle..." diye devam ediyor, en az 5 kere dinlesem de anlamadım, neyi nereye ne kadar koyacağımı bana yönergeler halinde söyleyin/yazın. Öyle kabalama şeyleri bilemiyorum ahahaha :P


Bu kısırı ben yapmadım. 2017 veya belki 2018 için "sulanmayan kısır" yapmak hedefim var. Olmadı marul tarafından çekerim fotoyu kimse anlamaz :P
Elifle kek ve kurabiye yapmaya başladık bir de, o anları gerçekten çok seviyorum. Aramızdaki bağı güçlendirdiğini hissediyorum. Anne-kız olmak böyle an'larda daha da keyifli 💙 Tarif verirseniz şöyle kolayından, kargoyla size bile yollarım :)

                                                                                   ***
2016'ya genel olarak baktığımda hiç hoş hadiseler görmesem de "haydi bitsin bu yıl" ve "hoş geldin yeni yıl" diyemiyorum hatta bu yaklaşım bana şu açıdan saçma geliyor. Yılın suçu ne? :) Bu beklentide olduğumuzda yaşanan en ufak olumsuzlukları "bak bu yıl da kötü başladı" diye yorumlama eğiliminde olacağız. Dolayısıyla kendi açımdan kovaladığım veya dört gözle beklediğim bir yıl yok. Olaya biraz geniş çerçeveden bakınca sadece "yaşananlar ve bizim onlara gösterdiğimiz tepkiler" var. Tek tek saymayacağım ama ülke olarak yaşadığımız onca "kötü" olaya karşı 24 saat haber başında durmak da elimizde farklı tepkiler geliştirmek de. Kötü enerjinin bu açıdan kimseye faydası olduğunu da sanmıyorum hatta tam bu noktada Serra'nın şu alıntısını da paylaşmadan geçemeyeceğim.
"İnsanlar veremi 5 bin yıl lanetledi, bir şey değişmedi. Çözüm aşıydı çünkü."

Dolayısıyla bu sene geçen sene yaptığım gibi yoğun  bir 2017 dilek listesi hazırlamadım sanırım buna ihtiyaç duymadım.
Aklımda zaten var olan kitap, film, gezi, tiyatro vb şeyler için minik notlar alıp akışına bıraktım. Bu da "teslim oluyorum" demek değil, sadece "gözlemci" kalmayı deneyimlemeyi seçiyorum.
Ve evet yine her şeyden önce SAĞLIK, HUZUR ve KEŞİF dolu bir yıl geçirmeyi dilerim.
yeğenim Ayça: bence hayatın anlamını çözmüş :)

*Tüten kimdir ve nasıl çalışır diye merak eden varsa bana mail yazabilir :)
** Geçen seneki kitap günlüğüm de buradaymış.

Yazdığım enn uzun yazı bu mu oldu acaba? Buraya kadar okuyan oldu mu sahiden? Onları ayrıca öperim :)
Devamını oku »