Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




19 Temmuz 2014 Cumartesi

Anne(lik) Sohbetleri: Pelin (Anne Gazetesi) & Ege

Pelin'i ilk olarak Blogcu Anne'deki gebelik günlüğünden tanıdım; çok sevdim. Derken "1 Kitap 1 Mektup" etkinliğinde "21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi" kitabını kazandı ve biz haberleşmeye başladık. "Ege nasıl, Elif ne yapıyor" derken yüzyüze hiç görüşmediğimiz bu tatlı anneyle dost olduk :) Sağlıklı yemeklere düşkünlüğü ve hazırlama çabukluğu ile bende şaşkınlıklar yarattı.Hayata karşı pozitifliği ile "imdaaat" dediğim zamanlarda "yalnız değilsin esoşçum" demesi bile yetti :)
Sadece bunu bilmek bile güzelken; birinin size kendinizi iyi hissettirmesi de ayrı bir keyif.
Ege taptaze 1 yaşını kutlamış bir delikanlı :) Hem yaşını kutlayalım hem de güzel bir sohbet yapalım istedim:


Pelin Merhaba,
Öncelikle annelik maceran nasıl başladı?
Merhaba Esra. Annelik maceram çok şükür kolay başladı. Gebelikten söz ediyorum elbette, bebeğimiz bizi hiç bekletmeden geldi. Çok uğraşmış, çok beklemiş, bir sürü zor aşamadan geçmiş, tedaviler olmuş öyle çok insan duyuyorum ki, çok şükür diyorum. Üstelik 34 yaşındaydım ben evlendiğimizde, riskli gruba girmek üzereydim yani.

Kısaca doğum hikayeni anlatır mısın? Ege’yi kucağına ilk aldığında neler hissettin?
Ben gebelikten önce bile “normal doğum yapabilirim ben canım, acı eşiğim yüksek ben dayanırım bişey olmaz” diye düşünen bir insandım. Ama kısmet, sezaryen oldum. Kesinlikle bir şey için zorlamamalı, kendini şartlamamalı insan, onu çok hissettim ben gebeyken. Ablam da doktor ve anne olduğu için beni hep o şekilde yönlendirdi. Normal doğum yapacağım diye kendini zorlama, hayal kırıklığına uğrama, o anda ne iyi olacaksa doktorun senin için onu yapar dedi hep. Ben de son ana kadar bekledim, “ne zaman, nasıl doğuracaksın?” diye her sorana, “Ege ne zaman ve nasıl gelmek isterse” diye cevap verdim hep.
Sonunda sezaryene karar verdi doktorum, sol kalçamdaki ameliyatlarımdan ötürü normal doğumda çok büyük risk olur, bu riski alamayız dedi. Ben de itiraz etmedim. Tam 39+0’da geldi Ege. O kadar ama o kadar çok heyecanlandım ki, sanırım hayatımda hiç bu kadar heyecanlanmamıştım! Bir yandan gözlerimde yaşlar, diğer yandan ağzımda kocaman bir gülüş (32 dişim görülmüştür herhalde!), bebeğimi kucağıma aldığımdaki kadar çok mutlu olduğumu hiç hatırlamıyorum. Bu çok bambaşka bir duyguymuş. Allah isteyen herkese nasip etsin inşallah.

İlk günler nasıl geçti? İzmir’in yaz sıcağından çok etkilendin(iz) mi?
Sezaryen oldum ama açıkçası çok güzel geçti. İlk günden itibaren ayaklandığım için Ege’yi emzirdim, altını değiştirdim, kucağımda pışpışladım… Annemle ablam yanımdaydılar. Onlar bana baktı, ben de bebeğime. İnsanın yardımcısı olunca lohusalık daha rahat geçiyor. Çok şanslıyım bu konuda.
Ege 15 Temmuz doğumlu. Yazın göbeği yani, İzmir’in en en sıcak olduğu zamanlar. Doktordan da aldığımız onayla bir pencere açık olmak kaydıyla sürekli klima açıktı bizim evde. Üzerine üflemediği sürece klimayı açın dedi doktor zaten, çünkü pişik ya da isilik olmaması gerekiyor dedi, biz de sözünü dinledik. O 45 derece sıcakta bebeği kat kat kıyafetler, çoraplar battaniyelerle boğmadık açıkçası. Bu konuda annem dahil olmak üzere çevredeki büyüklerden gelen tüm baskılara direndim.  Bir çıtçıtlı badi ile geçirdi günlerini Ege.

Ege, bildiğim kadarıyla gündüzleri bakıcı ablasıyla beraber ve gayet de iyi anlaşıyorlar. Bakıcı konusunda karar vermek zor oldu mu? Bakıcı ablayı seçerken nelere dikkat etmiştin?
Evet doğrusu o süreç çok zordu. Ben tüm analık izinlerini birleştirip toplu kullandım, üzerine biriktirdiğim yıllık izinlerimi aldım ve 6 ay Ege’nin yanında olabildim. Şirketimizde ücretsiz izne pek sıcak bakmıyorlar açıkçası. Sonuçta özel sektör. O yüzden kalabileceğimin en fazlasını kaldım oğlumun yanında. Ama mecburen ayrılık günü gelecekti. Ben yokken bebeğime benim kadar iyi kimse bakamaz bunu biliyorum ama yine de ona gözü gibi bakacak, benim isteklerimi uygulayacak birini aradım. Kriterlerim arasında hareketli biri olması ilk sıradaydı, çünkü bugünlerin geleceğini biliyordum, Ege şu anda bir saniye durmuyor sürekli yürütülmek istiyor ve biz de o uyanık olduğu süre boyunca onun peşinden ayrılamıyoruz. “Ay belim, yok sırtım, aman fıtığım” demeyecek, şişman ve yaşlı olmayan biri lazım bu kadar küçük bebeğe bakmak için.Bebeklerin gelişimi oyunla oluyor, sürekli oyun oynatabilecek, yaratıcı ve bundan sıkılmayacak biri lazım. Bir de “ben kaç çocuk büyüttüm biliyon mu sen, ohoo sen gelirken biz dönüyodukçocuk öyle değil böyle büyütülür” ukalalığı yapmayacak birini istedim. Yaşı büyük olan ve çok deneyimli bakıcılarda böyle bir sorun olabiliyor maalesef genelde. Neyseki karşıma tam da istediğim gibi biri çıktı, bakıcımız 27 yaşında, taze evli, çocukları çook seven bir abla. Ege’yi kendi çocuğu gibi seviyor. Ben ne istersem, ne dersem tamam diyor ve istediğim gibi yapıyor. Telefonda anında mesajlaşma uygulamalarının birinden sık sık yazışıyoruz her gelişmeyi bana haber veriyor. Ege bütün gün ne zaman ne yapıyor biliyor oluyorum. Ayrıca fotoğrafını veya videosunu da çekip gönderiyor. Benim de içim rahat ediyor.

- En sevdiğim yönlerinden biri de gayet sağlıklı beslenmen. Ege doğduktan sonra mı daha dikkatli oldun besin seçimi konusunda?
Teşekkür ederim JAslında ben kendimi bildim bileli sağlıklı beslenme konusunda dikkat ederim. Annem hipertansiyon  hastası olduğundan bizim evde yemekler hep sağlıklı pişerdi. Ben de 5 yaşından beri alerjik sinüzit ve rinit hastasıyım. Alerjim olan besin ise ne biliyor musun, katkı maddeleri! Çocukken bir sakız bile çiğneyemedim o yüzden. Kaldı ki şeker, çikolata, hazır bisküvi, cips, kola hatta pamuk şeker! Bir çocuk için çok zor dayanması ama bu sebeple mecburen sağlıklı gıdalar yemiş oldum çocukluktan beri.
Ege’ye hamile olduğumu anladığım anda da zaten dikkat ettiğim beslenmeme daha çok dikkat eder oldum. Yani tabii ki çok katı değilim hiçbir zaman, arada benim de kola içtiğim çikolata yediğim oluyor, veya hazır kızarmış tavuk  ya da kızartma yapabiliyorum evde. Ama mesela en son ne zaman cips yedim hiç hatırlamıyorum. Kendimi zorlayarak yapmıyorum ama bunu, sağlıksız olduğunu öğrendiğim bişeyden tiksinme geliyor, canım istemiyor yemeyi-içmeyi. Mesela çok ilginç, gebelikten önce her kadın gibi en sevdiğim şeylerden biriydi xxtella yemek falan, ama gebelikte çikolatadan bile midem bulanıyordu, 9 aydan fazla çikolata yiyemedim.
Benim düşüncem, eğer bir şeyi evde yapabiliyorsam neden katkı maddeli olarak dışardan alayım? Bu mottoyla yaşıyoruz karı-koca.

Katı gıdaya geçiş maceranız nasıl olmuştu? Bizimle birkaç minik tarif paylaşır mısın?
Katı gıdaya yoğurtla başladık. Ege zaten bizim elimizde gördüğü her şeye sarkıyordu, illa alıp ağzına götürmek istiyordu. Bunu bilinçli yapmıyordu elbette, sadece diş kaşımak için ya da refleksten. Ama yine de altıncı aydan önce hiçbir şey vermedim, sonra da hep onun yiyebileceği, vücuduna uygun gıdaları verdim, yoğurt, sebze ve meyve püreleri gibi. Kimi anneler kendi yemeklerine ekmek banıp veriyorlar ama ben bunu doğru bulmuyorum. Özellikle 1 yaşından önce böbrekleri henüz tamamen gelişimlerini tamamlamadığı için tuzla tanışması sakıncalı. Bizim yemeklerimizde de tuz, salça, bebeğin bünyesinin kaldıramayacağı ne varsa mevcut. Tabii her anne kendi bebeği için doğru kararı kendi verir. Bu benim tercihim.
Mesela ilk zamanlarında Ege’ye sıkça yaptığım bir tarif, havuç, patates ve balkabağını az bulgurla çok az suda pişirdikten sonra tel süzgeçten geçirip 1 tatlı kaşığı has zeytinyağı ekleyerek veriyordum. Turuncu çorba diyordum buna, kıvamı bayağı katı olacak ama, çorba gibi olmasın ki boşuna minik midesi suyla dolmasın dimi?

Uyku eğitimi verdin mi?
Ağlatarak vermedim ama Ege hazır olduğunda yumuşak formüllerle bunu başardık. Aslına bakarsan ben kıyamıyordum eğitim vermeye, Ege kucağımda, emzirirken uyuyordu hep. Bu da benim çook hoşuma gidiyordu. “Daha ne kadar böyle uyuyacak ki?” diye düşünüp erteliyordum eğitim işini (şimdi iyi ki öyle düşünmüşüm diyorum). Ama bir gün Ege emerken uyumadı. Kucağımda pışpışladım, ayakta dolaştım, salladım uyumadı. 1 saat uğraştım. Sonunda yıldım ve yatağına bırakıp odasından çıktım. Açlıktan gözüm dönmüştü, biraz yemek yedim, döndüğümde uyumuştu. Kendi kendine uyuma macerası böyle başladı. Sonrasında da Uyku Meleği’nin kitabını okumuştum, oradaki kuralları yumuşatarak ve Ege’ye ve bana uyarlayarak uyguladım. Ege neredeyse 3 aydır kendi kendine uyuyor.

- Hem iş hem ev hem bebek J Kendine vakit ayırabiliyor musun?
Gerçekten zor bir kombinasyon. Hele de benim gibi sabah 7 akşam 7 çalışanlar için. Şehir değiştiriyorum, o yüzden ha deyince 1 saatlik falan izin alamıyorum. Ya yarım gün/tam gün, ya da hiç. Bu da beni zorluyor. İşim çok yoğun ve stresli. Ama Ege doğduğundan beri kendime işi ve insanları daha az dert etmeye başladım. Stres olmuyorum desem yalan olur ama daha az stres olmaya başladım. Çünkü artık biliyorum, hayatta en önemli şey bebeğim ve sağlığımız. Kalan herşey geçici.
Eve gelince Ege uyuyana kadar tek işim o. Oyun oynuyoruz, yürüyoruz. Yaz geldiğinden beri hava geç karardığı için erken uyumak istemiyor genelde dokuzu buluyor uyuması. O yüzden çoğu akşam dışarı çıkıyoruz. Ya sahile gidip köpeklerle oynuyoruz, ya da parka gidip salıncak ve kaydırakta oynuyoruz, bazen de arkadaş edinmeye çalışıyoruz.
Eve dönünce yemeğini yediriyorum ve banyo günüyse yıkıyorum. Ege su dolu küvette oynamaya bayılıyor. Bir süre kendi kendine oynaması için bırakıyorum. Çırpınıyor etrafa su sıçratıyor ve bundan çok keyif alıyor. Sonra kurulayıp kremleyip yatırıyorum. Genelde 21.00-21.30’u buluyor bunlar. O saatten sonra yemek yiyorum (işte sağlıksız yaptığım bir şey J ) Açıkçası blog yazmaya bile çok zor zaman buluyorum. Ertesi günün yemeği, Ege’ye yoğurt-kefir yapılması gerekiyorsa onlar, ekmeği, bisküvisi bitmişse onlar (genelde bunları çok yapıp buzluğa atıyorum 1 hafta-10 gün yetiyor) derken koltuğa oturur oturmaz sızıyorum. E haftasonu da Ege’yle dolu dolu geçtiği için kendime pek zaman ayıramıyorum. Ama şu sıralar şikayetçi değilim, nasıl olsa bu da bir dönem, Ege büyüyünce bugünleri özleyeceğim. O zaman o arkadaşlarıyla oynamak isteyip beni istemediğinde ben de kendime bolca vakit ayırabilirim diye düşünüyorum.

Çalışmıyor olmayı tercih eder miydin?
Bu soruya kesinlikle evet diye cevap vereceğim. Eğer yarım gün çalıştığım ya da evime en fazla 20 dk’lık veya tek vesaitle ulaşabileceğim kadar yakın bir işte çalışıyor olsaydım çalışmak isterdim. Ama evden 12 saat ayrı ve çok uzakta olmak hem fiziken hem mental olarak çok yoruyor beni. Ne kadar değer? Bilemiyorum. Sırf maddi sebeplerden ötürü çalışıyorum açıkçası. Ege’ye daha iyi bir gelecek sunabilmek adına.

Annelik konusunda en çok hangi konularda zorlandın?
Aslında öyle “ööffpöff” dediğim pek bir şey olmadı. Çünkü bu yaşıma kadar örnek aldığım anneleri çok iyi gözlemlemiştim ve bir gün anne olursam başıma nelerin geleceğini çok iyi biliyordum (emzirme, yaralar, uykusuzluk, kolik işkencesi, yemek yedirememe vs daha neler neler). Bir de kendimi bildim bileli çocukları çook ama çok severim, uzaktan sevmek değil ama, yeğenime, kuzenime çok bakmışlığım vardır. Saatlerce oyun oynamaktan sıkılmam.
Bu sorunun cevabı belki de ne kadar hazırlıklı olduğunla alakalı. Gebelikte bulduğum pek çok kaynağı okudum, uzman görüşlerini, makaleleri, anne tecrübelerini yani blogları, kim neler yaşamış neler yapmış, başımıza öyle bir şey gelirse ne yapabiliriz gibi pek çok şeyi hatmettim. Daha Ege doğmadan mesela kolik nedir, neler yapılabilir, nasıl başa çıkılır, ne aşamaya kadar gaz sancısıdır nereden sonra kolik denir falan biliyordum. Gece saat başı uyanmayı beklediğimden 2 saat uyursam hoşuma gidiyordu aferin oğluma annesini tam 2 saat kesintisiz uyuttu diye seviniyordum.
En zorlandığım konu deyince aklıma 11 aydır bilfiil uğraştığım şey geliyor, o da anne sütü. İlk günden beri emdi Ege çok şükür ama benim sütüm çok azdı damla damla geliyordu ve yetmedi. O sütü artırmak için nasıl uğraştığımı bir ben bilirim bir Allah. Kanallarım sanırım yapısal olarak çok dar, tam 8 kere süt kanalları tıkanması yaşadım çok acılıydı ama neyseki hiç biri mastit aşamasına gelmedi, Ege’nin emmesi ve çokça sağmam kanalları açtı hep. Ege 11 aylıktı ben hala süt artırıcı besinler yiyor içiyordum her gün 3-4 litre su içiyordum, sürekli aklım sütümdeydi. Bebeğime yetebilecek miyim endişesi, belki de en çok yoran.

İzmir; çocuk büyütmek için gayet uygun/ferah bir yere benziyor. Ev dışında ne gibi aktiviteleriniz oluyor Ege’yle?
Daha “çocuk” aşamasına gelemediğimiz için bilemiyorum, aktiviteler açısından ne durumda İzmir. Şimdilik diğer şehirlerden sadece havanın yaz-kış güzel olması konusunda bir farkı olmadı. Ama tabii ki bu da yadsınamaz bir güzellik çünkü Ege çok az hasta oldu havalar iyi olduğu için.
Kış boyunca hafta içi hep evde olduğu için haftasonu mutlaka dışarı çıkardık Ege’yi. Hiç avm’ye kapalı ve kalabalık alanlara götürmedim açıkçası. Hep sahilde gezdik, Foça’ya, İnciraltı’na gittik ya da akrabalara ziyaretlere gittik. Şimdilerde ise haftaiçi akşamları da mutlaka sahile ya da parka çıkıyoruz az önce dediğim gibi. Güzel bir sandalet aldık Ege’ye, artık çimenlerde kendisi yürümek istiyor çünkü.

Anne adaylarına neler tavsiye edersin?
İnsan başına neler geleceğini bilince, hazırlıklı olunca hem daha az korkuyor, hem de bildiği için kendine daha çok güveniyor, güvenli olunca daha soğukkanlı oluyor ve daha rahat çözümler bulabiliyor. Lohusalık sendromunu böylece daha kolay atlatabiliyor. Mesela ben lohusalık sendromunda yaşanan hissiyatın bir hormondan ileri geldiğini okuduğumda çok şaşırmış, bunu az da olsa azaltabilmenin yolunun “balık yemekten” geçtiğini öğrendiğimden lohusalıkta sık sık balık yemiştim. Etkisi oldu mu olmadı mı bilmiyorum ama en azından psikolojik olarak “balık yedim, kendimi iyi hissedeceğim” diye şartlanmışımdır, o yüzden de iyi hissetmiş olabilirim. Sebebi önemli değil ama bunu bilmek bile rahatlatmıştı beni.
O yüzden gebelikte çok okusunlar, çevrelerindeki arkadaşlarından dinlesinler, annelerine sorsunlar, artık kime neye ulaşabiliyorlarsa. Ama birden çok kaynağa ulaşsınlar. Ben öyle çok rahat ettim. O yüzden bunu tavsiye edebilirim.
Çok teşekkür ederim benim gibi geveze bir anneyi bloğunda ağırladığın için J

Aaaa ben teşekkür ederim asıl :) Keşke imkan olsa ve bu sohbetleri yüzyüze yapabilsek :) Ama yine de bu haliyle bile çok mutlu oldum. Bu röportajda da en çok "an'ı yaşayalım, nasılsa bugünleri bir daha yaşayamayacağız" felsefesini çok sevdim.
* Kim bilir belki bir sonraki röportajda minik bir balık olur :)

1 yorum:

  1. Bizim hikayemize çok benzettim:) Keyifle okudum ve Pelin ile Ege'yi tanıdığıma sevindim:)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...