Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




12 Şubat 2015 Perşembe

1 Kitap 1 Mektup: "Beyhan Kafası"nda Bir Alice :)

Beyhan'ı BDK sayesinde tanıdım, uzaktan uzaktan yaptığı işleri ve çizimlerini hayranlıkla takip ettim ve bir gün çekinerek "merhaba" dedim ona :) Alice, Yeni Okul, Dünyalı Dergi, annelik... Aklımda neler varsa sordum, kısaca  "Beyhan kafası"nın içine girdim biraz -ucundan- :)

Beyhan Merhaba,
“Beyhan kafası”nda harika çizimlerin var. Bu kafaların içini nasıl dolduruyorsun? Hayal gücünü nasıl besliyorsun?
Genelde ne çizeceğimi bilmeden başlıyorum. İlk "Beyhan kafası" da böyle ortaya çıktı. Şaşkın bakışlı bir surat çizdim sonra saçlarını çizeyim derken bir baktım bir kurt ve elinde sepetiyle kırmızı başlıklı kız çizmişim. Sonra aynı şekilde başlayıp Maurice Sendak’ın "Where The Wild Things Are" kitabından canavarlar ve onlara hükmeden Max'i tıkıştırdım bir başka kafaya. Böyle bir seri olmaya başlayınca biraz kurgu girdi işin içine bir kaç gece deli gibi çizdim sonra durdum tabi ki.. Şimdi, tekrar akışa ve rastlantıya bırakmam gerekiyor kendimi. Şimdiye kadar yaptığım kafalar masallardan izler taşıyor. Masalların hayal gücünü besleyen eşsiz bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Ki bunu  bir tek ben düşünmüyorum tabi ki.

Çizimlerden başlayınca oradan devam etmek istiyorum. Çizdiğin desenleri şimdilik sadece blogunda yayınlıyorsun galiba, başka mecralarda bir paylaşım düşünüyor musun? Bu kadar güzel şey 1 kitapta bir araya gelse keşke :)
Çizimlerimi blogdan çok sosyal ağlarda paylaşıyorum aslında çünkü orada daha hızlı bir iletişim var ve beni heyecanlandıran bir şey, paylaşmak. Bir şey buldum, başkasına da  bulaşsın gibi enteresan bir istek  beliriyor içimde paylaşım yaparken. Önceleri blogum daha aktifti  bir de Dipnot Tablet isimli bir dergide “beyhan’ın seyir defteri”  adlı köşemde yazıp çiziyordum. Sonra orada yazdıklarım bir Ipad kitaba dönüştü.  Şöyle dokunduğum, sayfalarını kokladığım kitabım olamadı der dururum ama yine de. Dünyalı dergi var neyse ki.  İçinde yazmaktan mest olduğum bir dergi.

Senin sevdiğin çizer, illüstratörler kimler?
Öyle çok ki. Kimi önce söylesem. Suzy Lee’den başlayım.Dalga, Ayna, Gölge üçlemesiyle vuruldum ona. 3 kitabı birbirine bağlayan,sayfaları da birbirine bağlayan (ya da ayıran) orta çizgisine yüklediğianlamlar etkiledi beni.  (*Wave'i sanırım ben de çok sevmiştim :) Bir de bu kitapları okurken sanki  Lewis Caroll’un Alice’ini görüyorsun ara ara. Alice’i çizmiş tüm çizerleri severim unutmadan araya sıkıştırayım.
Shel Silverstein var sonra. Şaka yapar gibi yazıp çiziyor. Hep bir muziplik. Bayılıyorum. Gençlerden Oliver Jeffers'a çok özenirim. Kendi de bir çizgi karaktermiş gibi geliyor bana. Bu üç çizer aynı zamanda yazıyorlar. Yazıp çizen biri daha geldi şimdi aklıma. Maira Kalman. Bitmedi. Sara Fanelli var mesela. Sara Fanelli’nin çizgisinden çok kafasının içine hayranım.
Ouentin Blake’i tek başına söylemek lazım. Çalakalem çizilmiş gibidir ya. Nasıl yapıyor bilmem ama o çizgilere bakıp mutlu olursun.
Yine genç kuşaktan (haha, orta yaşı geçince böyle konuşulur ya, bayıldım buna)   Eva Odriozolayı severim, Anna Emilia Laitanen var  bir de . Anna’nın bir kitabı çıkmamıştı henüz ben onu keşfettiğimde bloğunda karda çektiği fotoğrafları ve suluboya çiçek çizimlerini paylaşıyordu. Onun fotoğraflarından, resimlerinden mevsimleri izliyordum ben de. Bir ara Portekizli illüstratörler rüzgarına kapılmıştım, Ana Ventura, Joao Vaz de Carvalho, Ines Oliveira var o dönem dakikalarca işlerine baktıklarım arasında.
Sedat Girgin’i unutuyordum az daha. Onun da çizdiği her karakter çok etkileyici. Daha devam edebilirim ama diğer soruları merak ediyorum :)

Dünyalı Dergide ise bambaşka bir alanda ismini gördüm; gezi yazıların var. Sanırım gezmeyi çok seviyorsun? Şimdiye kadar nereleri gezdin, nereleri “henüz göremedim ama kesinlikle gitmeliyim” dedin/dersin?
Evet, birkaç sayı boyunca gezi köşesini hazırladım Dünyalı Dergide. Daha önce de gezi yazıları yazıyordum ama daha küçük yaş grubu için yazmak ilginç bir deneyim oldu. Gezmek değil de gitmek diyorum ben seyahatlerime. Sanki bir şeyler beni çağırıyor ben de o an elimde ne var ne yok bırakıp gitmek şeklinde gerçekleşiyor benim gezmeler. Ne kadar uzağa gidersem içimdeki gezme canavarı o kadar  memnun oluyor. İlk önce Avrupa’yı gezdim. Hevesli bir mimarcıktım o zamanlar ve ünlü mimarların eserlerini  görebileceğim bir rota peşinde dolandım durdum. Sonra iş nedeniyle de defalarca Avrupa’ya  gitmem gerekti. Bir iki ülke hariç her yerine gittim sanırım. Eski kıta güzel hoş tabi ki ama benim kendimi özgür hissettiğim yerler dünyanın  başka yerleri. Yoksul ama mutlu, koşturup durmayan anı yaşayan insanların yaşadıkları yerleri çok daha fazla seviyorum.  Vietnam, Kamboçya ve Tayland seyahati böyle bir seyahatti. Bir de yine alıp başımı gittiğim,  Bolivya, Peru gezilerim var. Yalnız başına seyahat etmek için biraz zor bir rota seçmişim gerçi ama şu özgür olma halini iliklerime kadar hissettiğim bir geziydi. Bambaşka bir dünyada kendinle baş başa, kafanın içinde sohbet ede ede gezmek, herkese önerdiğim bir gezme türü.Nereye kesinlikle gitmeliyim derim? Galiba Afrika kıtasını gezebildiğim kadar gezmek isterim.  Bir de bir daha gidebilsem başka türlü gezerim dediğim yerler var. Kamboçya’yı otobüsle değil de motor üstünde gezmek. Peru’ya bir daha gitmek ve MacchuPicchu’ya İnka Yolunu yürüyerek ulaşmak gibi şeyler. Mümkün olur mu bilmem ben isteyim yine de J

Sahiden de 1 sırt çantasıyla mı yolculuk yapıyorsun?
Evet. Sırtçantalılardan biriyim ben de. Uzun yolculuklarda o çanta tam bir işkenceye dönüşebiliyor ama yıllar geçtikçe kendimi bu konuda terbiye etmeyi başardım. Bir arkadaşımla yaptığımız Vietnam ve Kamboçya’ya seyahatimizde çok hafif bir yolculuk yaptık. Bir yerde okuyup mu yapmıştık bilmiyorum ama geride bırakacağımız kıyafetlerle yola çıkıp, her konakladığımız yerde bir eşyamızı bırakarak yolculuk ettik. Ben biraz abartmıştım hatta J  Her şeyimi dağıtıp  en son  üstümdeki ince bir elbise  ve  kopmak üzere olan bir terlikle kalmıştım. Aralık ayıydı. Havaalanından eve dönene kadar donmuştum J

Profilinde senden daha çok Alice var. Alice’in Harikalar Diyarını gezmeyi de çok seviyorsun sanırım :) Sormak istediğim şey, sende Alice’i çeken şeyin ne olduğu?
Başka bir dünya hayali sanırım. Alice’i ne zaman okusam ben de bir rüyadaymışım hissi oluşuyor. Özellikle ikinci kitapta  “aynanın diğer tarafı”  kendimi evimde hissediyorum. Hani Alice aynanın içinde geçer ya ve gittiği dünyada her şey terstir. Geri geri yürürler, dün yarındır , yarın dün işte bu tersliklerde kendimi buluyorum galiba.  Tanısız bir terslik var benim zihnimde. Sağımı solumu bilmem. Hangisiydi diye  düşünmeye kalksam başım döner. Solak olmadan solak olmak gibi bir şey. Kapıları açmayı beceremem. Üniversiteye kadar baktığım şeyin tersini çizdiğimin farkında bile değildim. Neyse işte böyle şeyler işte,  özetle benim dünyam aynanın öbür tarafında.
Bir de Alice’le bir geçmişimiz, bir hukukumuz var :) Alice çocukken okuduğum ilk kitaplardan biri. Pek çok çocuğun aksine ben çok beğenmiştim. Kitapta azıcık renksiz bir kaç resim vardı. Tam da Alice’in bahsettiği resimsiz kitaplar gibi sıkıcı olması gerekirdi ama okudukça kafamın içinde rengarenk resimler oluşuyordu.  Çay partisindeki çayın kokusunu aldığıma yemin edebilirim.  

İznin olursa Samirle ilgili de birkaç soru sormak isterim;Annelik nasıl gidiyor? Samirli hayattan neler öğrendin? Zorlandığın şeyler oldu mu?
Samir hakkında konuşunca susamayabilirim ama :) (Her anne gibi) 
Ben kendi bebek olduğum dönem dışında tüm hayatım boyunca çocuklarla ilgilendim. Mahallede doğacak çocukların listesini tuttuğumu ve ben bakabilirim diye kapılarını çaldığımı hatırlıyorum. Kendim de çocuktum ama bir çocukla ilgilenmek,  benim için dünyanın en keyifli oyunuydu. Büyüdükçe bu değişmedi hatta biraz daha fena bir hal aldı. En olmayacak an ve ortamlarda 3-5 çocuğu bir arada gördüğümde onların dünyalarına dalmak için yanım tutuşurdum. Dalardım da. Yaşsız olmayı dilek olarak günlüğüne yazmış bir çocuğum ben. Büyüdükçe çocukluktan sürülürsün ya ben ona sımsıkı tutunmaya çalıştım. Neyse ki ben lisedeyken ablalarım doğurmaya başladı. Ve  ne şanslıyım ki sürekli anne oldularJ Böylece istediğim gibi bol bol oynayacağım ve doğumları itibariyle elimde büyüyen bir sürü bebeğim oldu. Defalarca teyze  ve hala olduktan sonra bir gün bi baktım anne olmuşum.  
O “bir gün” çok da erken olmadı aslında. Çocuklukla vedalaşmamak, sonra insanın kendini unutacağı tempoda bir iş hayatının içinde debelenmek gibi türlü nedenlerle SuSamiri’nin gezegene gelmesi biraz gecikti.  İlk 3 ay  bir kedi yavrusu doğurduğuma emindim. Miskin, ağlamaya üşenen, badem gözlü bir kedicik.  O böyle sürekli uyurken ben, "ee ne zaman oynayacağız" diye sabırsızlanıyordum ki oyun dönemler geliverdi. Şimdilerde tıksırıncaya kadar oynuyoruz diyebilirim :)
Sadece oyun karın doyurmuyor tabi. Anneliğin daha doğrusu ebeveyn olmanın ağır yükleri de var. Ben o kısımda sınıfta kalıyorum işte. Zorlanıyorum, eşimin annesinin  sadece Samir’i değil hepimizi kanatlarının altına alması sayesinde bazı şeyler telafi oluyor ama  kendime biraz kızmıyor değilim ara ara. Keşke büyüseydim dediğim nadir durumlardan biri bu mevzular.

“Yeni Okul” hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorum. Sadece İstanbulda olan bir okul galiba? Ve sen de okulda “Reggio Emilia Yaklaşımı Sorumlusu” olarak görünüyorsun. Bu yaklaşımın içeriğinden bahsedebilir misin? Klasik yöntemlerden oldukça farklı olduğu çektiğiniz videolardan bile anlaşılıyor. Çocuklar özgür ve mutlu görünüyor :)
Evet, Yeni Okul İstanbul’da Esentepe’de, Reggio ilhamlı bir ilkokul. Yapılandırmacı eğitim olarak da tanımlanıyor bu yaklaşım. Reggio Emilia Yaklaşımı bir model, sistem değil. Alınamıyor satılamıyor. İtalya’nın kuzeyinde Reggio Emilia kentin ortaya çıkmış bir eğitim felsefesi. Yeni bir şey de değil aslında. 2. Dünya savaşı sonrası, kentlerini onarmaya çalışan ve çocukları için yeni bir gelecek var etmeye çalışan anne babalar tarafından başlatılmış. Bu yaklaşım o hep bahsedilen ama bir türlü uygulanamayan çocuğun merkezde olduğu, çocuğun haklarına, fikirlerine saygı duyulan, merakı doğrultusunda öğrenmesi destekleyen bir eğitim kültürü. Çocuğun kendini ifade etmesi için birçok dili olduğunu ve katı bir eğitim sisteminde bu dillerin,  renklerin yok edildiğini söyleyen Çocuğun 100 dili metaforu her şeyi anlatıyor aslında. Her çocuk farklıdır ve her çocuğun öğrenme şekli de farklıdır. Klasik eğitim çocuğa bakmadan ona neleri öğreteceğine bakarken, bu yaklaşımda çocuğa bakılarak sadece neyi değil nasıl öğrendiği anlaşılmaya ve bu doğrultuda bilgisini arttırıp genişletebileceği çevre yapılandırılmaya çalışılıyor. 
Gelelim bana. Reggio Emilia Yaklaşımı sorumlusu olmam,  bana bir isim bulamamamızdan kaynaklanıyor :) Mimarlık eğitimi alıp uzun yıllar bu alanda çırpınmış bir kişi olarak hayatımın eğitim sektörüyle kesişmesi ancak Reggio Emilia Yaklaşımı gibi özgür ve yaratıcı bir ortamda gerçekleşebilirdi galiba. Ben Yeni Okul’da bir çeşit danışmanlık yapıyorum denilebilir. Öğretmenlerle yaratıcı bakış üzerine çalışıyorum. Projelerin öğrenme çevrelerini geliştirmeye çalışıyoruz hep birlikte.  Çalışıyoruz  diyorum çünkü bunu tek başıma yapmıyorum. Benim gibi farklı disiplinlerden gelen bir çok insan var Yeniokul’da. Başka neler yapıyoruz? Reggio Emilia yaklaşımında çocuğun nasıl öğrendiğini takip edebilmemiz için  sonuca değil sürece bakıyoruz ve süreç çeşitli yollarla dokümante ediliyor. Ses kayıtları, video , fotoğraf çekimleri , gözlem notları... Yani klasik bir eğitimde karnede göreceğiniz notun karşılığı bu  süreçte gerçekleşen şeylerin kayıtları diyebiliriz. Binlerce fotoğraf, yüzlerce video, notlar incelendiğinde (incelemek için oturduğumuz masada ben de oluyorum) öğrenmeleri de yakalayabiliyoruz. Almış olduğum eğitim bu yakaladığımız öğrenmelerin görünür hale getirmemizi destekliyor.
Çok mu karışık oldu :) Kısaca şöyle söyleyeyim. Ben çocukların öğrenme anlarını yakalamaya çalışıyorum. Yakaladığım noktada da bu öğrenmelerin görünür hale gelmesi için büyü yapıyorum. Ha işte şimdi oldu :)

Farklı dallarda çalışmalar yapmak zaman zaman zorlayıcı oluyor mu? Ya da dönemsel olarak biri mi ağırlık kazanıyor?
Önceki hayatımda (sanki yeni bir hayatta dirilmiş zombi konuşuyor gibi hissediyorum böyle söylediğimde :)  çok yoğun çalışan insanlardan biriydim ben. 7/24 iş insanı. Yani sahiden de bir zombi. İstifa etmeye karar verdiğimde benim bu halimi bilen insanlar bunu yapamayacağımı söyledi. Hayatının çok büyük bir bölümü iş olmuş onu çekince boşluğa düşeceksin dediler. Hayır yapacağım dedim o zaman. Haklılarmış.  Büyük bir boşluk oluştu. Kocaman bir boşluk. Biraz korktum o boşluktan.  Ve yeniden  doldurmaya başladım onu. İlk önce uzaklara giderek  rengarenk kültürler topladım ve onlarla doldurdum. Sonra çizdim, çizdim bir sürü defterde topladım çizdiklerimi. Hoop  attım onları da boşluktan içeri. Sonra yazıp insanlarla paylaşmaya başladım içimdeki boşluğu. Bir sürü insan boşluğu ziyaret etmek istedi. Nasıl olsa herkese yetecek kadar boşluk vardı davet ettim. İnanır mısın daha bir sürü yer var orada :)
Sanırım insan gerçekten istediği şeyi yaptığında yaptıklarını iş yoğunluğu olarak hissetmiyor. Şimdi saydım da sanırım ben düzenli olarak dört  farklı yerde çalışıyorum. Her birinde yirmi kadar insanla doğrudan iletişime geçiyorum, bu işlerin biri hariç hepsi Samir’i kucağıma alıp gidebileceğim ortamlar olduğu için kendimi Samir’den koparılmış da hissetmiyorum.  Şimdilik bir sıkıntı yok özetle ama bunlar dışında da yapmak istediğim o kadar çok şey var ki, ben bundan korkmaya başladım biraz.

Sevdiğin çocuk kitaplarını da merak ediyorum. Ö.T.E.K.İ. kitabını sende görmüştüm ve çok beğendim:)
Denizden babam çıksa yerim gibi bir durum var İletişim Çocuk yayınlarında. İletişim’in çocuk kitaplarının hemen hemen hepsini çok severim. Ö.T.E.K.İ’ye bayılmıştım. Rose, Kirazın Şarkısı, Miguel, Çocuk, Benim Bütün Ördeklerim, Ördek Ölüm ve Lale son olarak da Ev Canavarları  en en en sevdiklerim. Roald Dahl ne yazsa ona da bayılırım. (Bak bu yolla sevdiğim tüm kitaplar hemencecik aklıma geliyor.) Oliver Jeffers‘ın “Heart in the bottle” ,”Stuck” “ Lost and Found”. Sendak’ın Where the wild things are” ı. Daha bir sürü var ama en önemlileri  nasıl unuttum diye ah ah dersem,  yorumlara eklerim ben J

Çizim yaparken belli bir rutinin var mı? Müzik, kahve gibi?
Müzik ve kahveyi çok severim. Tek tek ve birlikte. Bazen de çizimle birlikte ama genel olarak aynı şekilde tekrarını sağlayabildiğim hiçbir ritüelim yok.Olsun çok istiyorum ama olamıyor bir türlü. En fantastik illüstrasyon ekonomi üzerine aldığım eğitimler sırasında ortaya çıkmıştı mesela. Çizmek için keyif almam gerekmiyor diye yorumluyorum bu durumu J

Yanından hiç ayırmadığın bir kalem var mı? Sihirli kalem gibi de düşünülebilir :)
Yok, ama genelde aynı tür  kalemlerle çizerim. Ağırlıklı siyah beyaz (kağıt beyaz değilde sararmış beyazsa daha çok severim.) çalışırım. Yanımdan kalem değilde defterlerimi ayırmıyorum galiba.

Çizim yapmaya ne zaman başladın?
İlkokula başlamadan önce çizmeye başladım.  Bol miktarda abla abi durumlarından ötürü evimiz karnaval alanı gibiydi, resim ise kendi kendime kalabildiğim kurtarılmış bölge. Şimdi yaptığım desenler gibi desenler çizdiğimi hatırlıyorum. 

Biliyorum tekrar bir soru olacak ama nasıl bu kadar harika şeyler çiziyorsun?
Teşekkür ederim :) Ben, çizimlerimden ötürü böyle yorum ve tepkiler aldıkça öyle mutlu oluyorum ki. Bu röportaj için de çok çok teşekkür ederim. Çok keyif aldım yanıtlarken. Ne kadar geveze olduğumu bir kez daha anladım.
Sevgiler,
Beyhan
Katıldığın için asıl ben teşekkür ederim sevgili Beyhan :)

"Ben Alice olsam..." diye aklınıza gelen ne varsa -mesela "Ben Alice olsam uyanmayı hiç istemezdim" gibi- yazın ve 14 Mart 2015'i bekleyin.
Çekiliş sonucuna göre 1 kişinin kapısını elinde mektubuyla Alice çalabilir.
Demedi demeyin :)



13 yorum:

  1. tabi ki de unuttuğum bir sürü kitap var. Samir sayesinde ne güzel bir kitap olduğunu anladığım, Goodnight moon'u unutmuşum M. Wise. Brown yazarı/ Celement Hurd çizeri (bu arada yazısı yok :) .. Emily Gravett i unutmuşum sonra. Onun bütün kitaplarını severim..

    YanıtlaSil
  2. Ben Alice olsam sağ cebime sarımsak sol cebime soğan koyardım :) yönleri şaşırmazdım. diye saçma bir şey dilime geldi yazmasam olmazdı :))
    Beyhan' a başarılar harika çizimlerinin daha da harikalaşmasını diliyorum. ve meleğiyle sağlıklı bir ömür diliyorum.

    YanıtlaSil
  3. Ayyyyyy!!! Çok mutluyum , ne harika, ne dolu, ne şahane bir röpörtaj olmuş bu! Önce hızlıca göz gezdirdim , sonra sindire sindire , linklere tıklaya tıklaya birkaç kez daha okuyacağım, sağol Esra, günümü aydınlattın:)

    Beyhan seni ilk kez Deli Anneden duymuştum, sen ne enteresan ne hoş bir kadınsın. Takipteyim:)

    YanıtlaSil
  4. Ben Alice olsam hep okur , hep yazar, kalbimi pır pır ettiren insanların peşinden koşardım bir de çocuklarımı kanguru gibi kesemde taşırdım !

    YanıtlaSil
  5. Ben Alice olsam beş çaylarını hep Beyhan ile içmek isterdim :)

    YanıtlaSil
  6. Her yönüyle farklı olan canım dostum Beyhan' ın röpörtajını keyifle okudum, içindeki yaratıcıyı mütevazi bir şekilde ifade etmiş. Enerjisinin ve yaratıcılığının devam etmesi dileğiyle, sevgiler
    Esra Kışlal Beçin

    YanıtlaSil
  7. Esracım harika bir röportaj olmuş eline sağlık bir çırpıda okudum:)

    YanıtlaSil
  8. Ben Alice olsam, bulutların üstünde sekerek yürümek oğlumla bir o yana bir bu yana yuvarlana yuvarlana gülmek isterdim. Tamam şimdi de oluyor ama bulutların üstünde sekmiyoruz :)

    YanıtlaSil
  9. Ben Alice olsam Beyhan'la seyahat etmek isterdim :) sevgiler..

    YanıtlaSil
  10. Ben Alice olsam her şeyin ters olduğu bir dünya da olmanın tadını çıkarırdım. Bu sohbet çok güzel olmuş.

    YanıtlaSil
  11. Ben Alice olsam, harikalar ülkesinden hiç çıkmazdım. Bu sohbet çok güzel olmuş. Elinize, yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  12. Çekilişte hediye kitap"nehir sevimli"ye çıktı. iletişim bilgilerinizi 2balik1kedi@gmail.com adresine bekliyorum.
    Katılım için herkese çok teşekkürler...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...