Gürgen Sokağı'nda balığı Bill ile birlikte yaşayan Bilodo yürümekten, kaçıp gitmekten, temiz havayı ciğerlerine doldurup kimse başında dikilip ne yapacağını söylemeksizin sabah saatlerinde yeni bir günü renklendiren kokuların tadını çıkarmaktan keyif alıyor.
Bilodo, mahalle hayatının bir parçası olduğunu, dikkat çekmeyen ama hayati bir rol oynayan bir işi olduğunu düşünüyordu çünkü o 5 yıldır postacıydı. Milyonlar verseler bile kimseyle yer değiştirmek istemezdi; belki ancak başka bir postacıyla :)
Sıra dışı ve çalışkan bir postacıydı ama 1 kusuru vardı; fazla meraklıydı ve gelen mektupları sahiplerine ulaştırmadan önce okuyor, kendine fotokopisini alıp renkli dosyalarına onları sıralıyordu. Kendisi hiç mektup almadığı için üzülse de yalnızlığını kaligrafi ile uğraşarak ve hayallere dalarak geçiriyordu. Sanırım en çok da Segolene'den gelen mektuplarla heyecanlanıyor, genç kadın ile sanki kendi mektuplaşıyor gibi onun mektuplarını bekliyordu. Yalnız bu mektupların içerisinde öyle uzun uzun anlatılan hikayeler yoktu, sadece 3 satırlık şiirler vardı. Bu 3 satırlık şiirler onu alıp bambaşka diyarlara götürmeye yetiyordu. Ta ki bir gün Segolene ile mektuplaşan Gaston Grandpe Bilodo'nun gözlerinin önünde trafik kazasında ölene dek.
O günden sonra Bilodo'nun hayatında yepyeni bir dönem açılır çünkü Segolene'den mektup almaya devam etmek ister ancak Grandpe'nin ona ne yazdığını bilmemektedir. Bu üç satırlık mektuplar da nedir? Bilodo çok geçmeden Haiku ile tanışır ve Segolene'i hayal kırıklığına uğratmamak için araştırmalar yapar, izleri sürmeye çalışır.
Ancak Haiku hakkında bilgi sahibi olmak Haiku yazabilmek için yeterli midir?
Sanırım daha önce Haiku ile nasıl tanıştığımdan ve ilk Haiku denememden bahsetmiştim :)
Geçen haftalarda bir kitap ekinde Postacının Aşkı'nın tanıtım yazısını okuyunca kitap dikkatimi çekmişti. Her ne kadar ben yukarıda kitaptan cımbızla bahsetmiş olsam da aslında kitabın içinde yani o minicik 126 sayfada bir dolu olay var.
İçinde Haiku olmasaydı böyle bir hikaye ilgimi çeker miydi bilmiyorum ama Enso, Tanka, Başo gibi isimler ve ustalar ile tanışma imkanım oldu.
Kitabın orijinal adı yani "The Postman's Round" sanki daha uygun bir isimmiş; "Postacının Aşkı" kitabın içeriğine biraz hafif kalmış gibi geldi.
İnanılmaz keyifliydi diyemem çünkü keyfin yerinde heyecan vardı; "Aaaa şimdi ne olacak"larım çoktu ama bir daha kitap eklerindeki kitap tanıtım yazılarını tüm detayı ile okumamaya da özen göstereceğim yoksa heyecan dozu azalabiliyor.
Sırada Şengül Karaca'nın Haiku adlı Can Çocuk yayınlarından çıkan kitabı var.
Siz hiç okudunuz mu Haiku ile ilgili kitaplar?
Bu yazıyı bitirmeden ben de 1 deneme yapayım :)
Devamını oku »
Bilodo, mahalle hayatının bir parçası olduğunu, dikkat çekmeyen ama hayati bir rol oynayan bir işi olduğunu düşünüyordu çünkü o 5 yıldır postacıydı. Milyonlar verseler bile kimseyle yer değiştirmek istemezdi; belki ancak başka bir postacıyla :)
Sıra dışı ve çalışkan bir postacıydı ama 1 kusuru vardı; fazla meraklıydı ve gelen mektupları sahiplerine ulaştırmadan önce okuyor, kendine fotokopisini alıp renkli dosyalarına onları sıralıyordu. Kendisi hiç mektup almadığı için üzülse de yalnızlığını kaligrafi ile uğraşarak ve hayallere dalarak geçiriyordu. Sanırım en çok da Segolene'den gelen mektuplarla heyecanlanıyor, genç kadın ile sanki kendi mektuplaşıyor gibi onun mektuplarını bekliyordu. Yalnız bu mektupların içerisinde öyle uzun uzun anlatılan hikayeler yoktu, sadece 3 satırlık şiirler vardı. Bu 3 satırlık şiirler onu alıp bambaşka diyarlara götürmeye yetiyordu. Ta ki bir gün Segolene ile mektuplaşan Gaston Grandpe Bilodo'nun gözlerinin önünde trafik kazasında ölene dek.
O günden sonra Bilodo'nun hayatında yepyeni bir dönem açılır çünkü Segolene'den mektup almaya devam etmek ister ancak Grandpe'nin ona ne yazdığını bilmemektedir. Bu üç satırlık mektuplar da nedir? Bilodo çok geçmeden Haiku ile tanışır ve Segolene'i hayal kırıklığına uğratmamak için araştırmalar yapar, izleri sürmeye çalışır.
Ancak Haiku hakkında bilgi sahibi olmak Haiku yazabilmek için yeterli midir?
Mavi gökyüzü
Küskünlüğüdür
Bembeyaz bulutların
Doğan güneşcik
Esniyor balkonumda
Camlara doğru
Sert bir kayaya
Çarpan su gibi
Kendine döner zaman*(kitaptan)
Sanırım daha önce Haiku ile nasıl tanıştığımdan ve ilk Haiku denememden bahsetmiştim :)
Geçen haftalarda bir kitap ekinde Postacının Aşkı'nın tanıtım yazısını okuyunca kitap dikkatimi çekmişti. Her ne kadar ben yukarıda kitaptan cımbızla bahsetmiş olsam da aslında kitabın içinde yani o minicik 126 sayfada bir dolu olay var.
İçinde Haiku olmasaydı böyle bir hikaye ilgimi çeker miydi bilmiyorum ama Enso, Tanka, Başo gibi isimler ve ustalar ile tanışma imkanım oldu.
Kitabın orijinal adı yani "The Postman's Round" sanki daha uygun bir isimmiş; "Postacının Aşkı" kitabın içeriğine biraz hafif kalmış gibi geldi.
İnanılmaz keyifliydi diyemem çünkü keyfin yerinde heyecan vardı; "Aaaa şimdi ne olacak"larım çoktu ama bir daha kitap eklerindeki kitap tanıtım yazılarını tüm detayı ile okumamaya da özen göstereceğim yoksa heyecan dozu azalabiliyor.
Sırada Şengül Karaca'nın Haiku adlı Can Çocuk yayınlarından çıkan kitabı var.
Siz hiç okudunuz mu Haiku ile ilgili kitaplar?
Bu yazıyı bitirmeden ben de 1 deneme yapayım :)
Heyecanlı bir kitaptı
Postacının Aşkı
Elimden bırakamadığım :)
HERKESE KENDİ HAİKU'SUNDA PES ETMEYEN TAVUK HİLDA AZMİNDE KOCAMAN MUTLU HAFTA SONLARI :)