Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




sohbet muhabbet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sohbet muhabbet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2015 Pazartesi

Bugün 21 Aralık ve 2. Doğa Günlüğü

Coğrafya derslerinde görüp ezberlediğimiz "hayat bilgisi"ni hayata geçirmeye karar verdim yavaş yavaş.
Annemin yıllardır "bugün en uzun gün esra", "bu gece en uzun gece, bugünden sonra geceler kısalıyor esra" cümlelerinin içi boş kalmamalı değil mi?
Bugün 21 Aralık.
Bazı günler güzeldir ama özel bir sebebi yoktur, 21 Aralık da benim için öyle.
Yıllardır severim, belki asal sayı diye diyecektim ki fark ettim 21, 3 ve 7'ye bölünebiliyor :) (Tangül, Pelin ve Selcen burada kafalarını duvara vurdular :)
Lafı uzatmayayım ama "21"i severim, "17"gibi (ki, o kesinlikle asal, eminim :)
Bugün iliklerime kadar soğuğu hissettiğim bir gün/bu senenin ilk günü olarak kayıtlara geçsin.
PTT'de sıra beklerken ilk defa sırtım üşüdü, demek ki kış sahiden gelmiş.
Gün dönümlerini Yıldızlı Sevgi kitabından hatırlıyorum, kitabı benim için unutulmaz yapan ögelerden biriydi gerçekten.
Doğa'ya biraz daha yakından bakmaya başladığımdan beri aslında değişimi fark ediyorum. Masamdaki kozalaklar ve yapraklar gibi. Geçen hafta kocaman bir yaprak bırakmıştım masama, Pazartesi işe geldiğimde 1/3'i kalmıştı geriye, o kadar büzülmüş ki. Masamdaki doğa dünyasını bu yüzden çok seviyorum, gözlem yapabiliyorum onlara bakarak.

Bu şeyin adını bilen var mı?
Bugüne özel değişik bir şey yapmaya karar verdim.
Şimdi aklıma gelmedi ama akşama kadar bulurum bir şey.
Yakınlarımda kıvırcık kuzenler olsa onlara masal anlatırdım.
Gerçi ben masal da bilmiyorum ama Elif'e anlattıklarım gibi uydururdum bir şeyler: "sonra kaplumbağa demiş ki, of başım başım..." Bu da karabalığın aslında. Kendi anlattıklarımdan bir şey hatırlayamadım yazarken. Neyse bir şekilde yakın olsaydık kıvırcıklarla veya 3 yavrulu kızıl saçlı ejderha sürücüsü olmak isteyen arkadaşımla - ki bence ona "büyücü" olmak daha çok yakışırdı- bir şeyler anlatırdım.
Çünkü bugün 21 Aralık.
En uzun gece.
Masallar anlatıldığını da buradan okudum, çok hoşuma gitti.
Oyunlar da oynanıyormuş aslında, en son ne zaman ne oynadığımı hatırlamıyorum ama ben, ne kötü.
Bugünden itibaren doğa günlüğüme- kış gözlemleri yazacağım sanırım.
Mesela şöyle:
"Bugün 21 Aralık. Yürürken nefes aldığımda burnumdan içeri giren soğuk hava ciğerlerime kadar gitti(başka nereye gidecektiyse), sanırım orada büyük bir dağ oluşturdular: soğuk duman dağı. Öğlen gözlem yapamadım çünkü üşüdüm. Diğer günler daha kalın giyinip dışarıda olmayı planlıyorum."
"Bu yazıyı yazarken çok utandım, hemen giyinip aşağıya inip en azından 10 dakika da olsa doğaya bakmaya gidiyorum. Tutmayın beni."
                                                                                   ***
Gittim, 15-20 dakika sanırım durdum dışarıda ve bolca güzellikle karşılaştım. Gezerken soğuğu hissetmedim ama döndüğümde hissettim, ne üşümüşüm meğerse :)
Hiç aklımda yokken 2. Doğa Günlüğünü de tutmuş oldum.
İlki buradaydı, orada topladıklarımı Semra ve oğlu Kağan ile değiş tokuş yapacağız bu hafta, yaşasın.
Bu gezinin ganimetlerini isteyen olursa yine haberleşelim :)
Bu sefer değişik bir şeylere de denk geldim.
Mesela at kestanesi ağacının yaprakları dökülmüş hali şöyleydi:

Bir de şu şekilde "yenmiş" meyveler vardı ama kim bir ısırık alıp bunları bıraktı anlayamadım. Böyle bir dolu vardı çevrede, ilginç.
Arı larvası demişlerdi bu yaprakların üzerindekilere daha önce, doğal yaşamı bozmayayım diye pek dokunmadım onlara:
Ve Gizli Bahçe:
Bugünün en güzel gelişmesi, "Doğa Arkadaşımın Kutusu" oyununa Elif adına katılmış olmam oldu :)
Çok heyecanlıyım, umarım güzel şeyler toplayabiliriz :)
Bugün 21 Aralık.
Hiçbir şey yapamasam da hayatım(ız)daki güzel şeyleri fark edip onlar için şükredebilirim.
Yapabilirim bence bunu :)



Devamını oku »

17 Aralık 2015 Perşembe

Sosyal Medya

Bu konu hakkındaki daha önceki yazılarıma baktım ve giriş aynı, bir şeyler yazmak istiyorum ama yazmaya çekiniyorum.
"Takılma bunlara" deyip geçmeye çalışıyorum ama bazen de yapamıyorum demek ki, neyse umarım kimseyi kırmadan bir şeyler yazıp içimde birikenleri doğruca anlatabilirim.
Sosyal medya konusunda hoşlanmadığım şey, samimiyetsizlik.
İnstagramı yoğun olarak takip ettiğim zamanlar, evde Elifle baş başa olduğumuz, dünyada neler yaşandığını merak ettiğim zamanlardı.
Benim için bir nevi değişiklik oluyordu.
İyiydi, hoştu ama herkes mi güzeldi, her şey mi yolundaydı, bilmiyordum.
Birine bir şey hediye edilmek istenirken asıl amacın hediyeyi vermek değil de, benim duyurumu yapın mantığı olduğunu da çok sonra öğrendim. (neden böyle yapıldığını anlayamıyordum, hala da anlamıyorum)
Zamanla anneliği, bir meslek olarak görenler olduğunu, yaptığı paylaşımlarda sadece iyiyi, güzeli, doğruyu paylaşarak hep anne tavsiyesi verdiklerini gördüm.
Bu yanılgıya zaman zaman kendim de düştüm, düşmüşüm, düşüyorum :)
(Geçen gün bir arkadaş sadece hamile olduğunu söyledi, ben de "bak miden kötü olursa gaviskon al" diye başladım, kız da şaşkınlıkla "yoo kötü değil" dedi. O an bir duraksadım, demek ki yanılgıya böyle düşülüyor :) Kız, benimle sadece mutluluğunu paylaşmış, bana bir soru sormamış etmemiş, hemen niye akıl vermeye çalışıyorsam. Kendime kızdım. Bir daha hamile görürsem o sormadan tavsiye vermek yok.)
Anne olmak bir insanı sadece kendi çocuğunun/çocuklarının uzmanı yapıyor bence;
illa her çocuğun uyku eğitimi alması, emziği bırakması, tuvalet iletişimi kurması(eğitimi dersek yandık :), evde sağlıklı besinler yemesi ve asla çikolata tüketmemesi mi lazım?
Neden?
Çünkü doğru olan bu. (Kime göre?)
Bu yanılgıdan çıkmayı, takip ettiğim anneleri "anne" yönünden ziyade "insan olma" yönüyle takip etmeye başladığımı yavaş yavaş fark ettim.
Öğrenen olmaya çalışırken aslında sadece parmak sallayan ve durmadan şikayet eden öğreten anneler/insanlar gördüm.
Acaba neden sadece kendi yolumuzda yürüyemiyoruz, merak ettim.
Cevabı hala bilmiyorum.
Sosyal medyada  anneliğin ötesinde durumlar da gördüm.
Bir insanı ve okuduğu kitapları seversiniz belki ama yaptığı paylaşımlar yoğun reklam içerikli ise bunlardan hoşlanmıyor olabilirsiniz. Bu, doğa değil mi?
Ve bir tercih yapıp "kitaplar güzel ama reklam pek sevmiyorum" deyip kişinin paylaşımlarını görmeyi bırakmanız halinde başınıza geleceklere de hazırlıklı olmanız gerektiğini sosyal medyada öğrendim: "Şok oldum, beni takip etmeyi nasıl bırakırsın? Sen zaten..."
                                                                               ***
Sosyal medyada yaşanılan bazı şeylerin mahalle baskısından farklı olmadığını düşünüyorum.
Bugün dark side'a geçiş günü, yoksa sen daha kutlamadın mı? A-aa!!!
                                                                               ***
Bazen instagrama bir şeyler yüklerken kararsız kalıyorum. "Bunu neden paylaşıyorum ki?" diye.
Bu sorgulama sanırım hiç bitmeyecek :)
Ben bu çekincedeyken farklı zaman aralıklarında baktığımda şunu da görüyorum: sosyal medyada yaşayanlar var :)
"Evleri yok mu acaba?" diye düşünmüştüm.
Sonra aklıma geldi, bir başkası da benim için aynı şeyi düşünüyor olamaz mı?
Olabilir :)

                                                                              ***
Geçen günlerde de sosyal medyada gereğinden fazla vakit kaybettiğimi gördüm. "Timeline" dediğimiz şeyde gerçekten güzel şeyler oluyor, özellikle de yurtdışında çizim yapan bazı isimlerin paylaşımları beni çok mutlu ediyor.
Ancak bu durumun bir boşluk doldurma, sıkıntı giderme halini aldığını ve beni yapmam gereken/yapmak istediğim işlerden alıkoyduğunu üzülerek fark ettim.
Momo'daki Duman Adamlar, kesinlikle sosyal medyaya sızmış durumda.
"Momo" demişken de aklıma geldi.
Ne kadar çok anne kitap tavsiyesi veriyor :)
İlk başta bu durum benim çok hoşuma gidiyordu ve bilmediğim kitapları öğrenmeme vesile oluyordu, yaşasın.
Ancak şu an öyle değil, paylaşımlar arttıkça gördüğüm şey sadece ne yazık ki fazlaca tüketim oldu.
"Onu da okudum, bunu zaten okudum, şu harikaydı, o benim efsane yazarım" ile başlayan ve biten ifadeler beni yordu.
Kitapların içeriğinden/özünden çok, "ne kadar okuduk" ve "en son çıkanlardan kaç tane okuduk" kısmına takılıyoruz sanki.
"Bakın biz hep kitap okuruz, bakın biz hep doğadayız, aa ama baksanıza kime söylüyorum?" cümleleri duydum :)
O yüzden de ben ilk başlarda Elif ile okuduğum kitapları paylaşırken artık paylaşmıyorum instagramda.
Bunu yazarken de oğluyla/kızıyla "buakşambunlarıokuduk" etiketiyle paylaşım yapan anneleri kasettetmediğimi özellikle belirteyim ama asıl takip ettiğim şeyin kitaplardan ziyade tatlı yüzlü bebeleri olduğunu da yazayım :) Evet onlar kitaplardan çok daha tatlı :)
                                                                              ***
Bebek beklerken bence yaptığım yanlışlardan biri internete ve uzman annelere fazla bakmak olmuş. Bu uzmanlık hangi okulda veriliyor bilmiyorum ama hangi oto koltuğu iyi, hangi kitapları okumalıyız, çocuğumuzla nasıl konuşmalıyız, evde ne gibi aktiviteler yapmalıyız (aa yoksa siz aktivite-siz annelerden misiniz? :) konusunu en iyi onlar biliyordu.
Ben, karnı burnunda halimle mi bilecektim bunları? Peh! :)
Neyse ki Elif doğduktan ve bir zaman geçtikten sonra ben de Elif'in ve kendi anneliğimin uzmanı oldum. Yaşasın!
Bundan böyle aldığım oto koltuğunda, yaptığım yemekte, oynadığım oyunda ve okuduğum kitapta suçluluk duymayacaktım. Duymadım. Duymuyorum.
Bu farkındalığı yaşayabildiğim için çok şükür :)
                                                                            ***
İşin içinde sanallık olunca insanlar normalde söylemeyecekleri şeyleri orada söyleyebiliyor, ortada hiçbir şey yokken tartışabiliyor veya alınganlık gösterebiliyor.
Bazen düşünüyorum, kendimizi çok mu abartıyoruz acaba diye.
Amaç, keyif almak ve mutlu olmaksa en güzeli kendi dünyamızda kendi yolumuzda ve samimi arkadaşlarla olmak değil midir?
                                                                           ***
*Bu konuda şu yazıyı da okumanızı tavsiye ederim.







Devamını oku »

16 Aralık 2015 Çarşamba

Yeni Yıl Kartları - 2015

2013 ve 2014teki kartlarıma bakınca zamanın nasıl da çabuk geçtiğini, ne tatlı arkadaşlar edindiğimi ve kart konusunda (yalan yok) kendimi geliştirdiğimi gördüm :)
Kesimlerin hemen hiçbiri hala benim değil, bizde o işlere karabalık bakar, santim şaşırtmaz. Bana kalsa ters ve yamuklarla o kağıdı mundar ederim.
Bu sene de olay şöyle başladı, tee Ekim ayıydı ve ben "nasılsa hızlı yapamıyorum, Aralık'a kadar ancak yetiştiririm, şimdiden başlayayım yapmaya" dedim.
Karabalık dedi ki:
"Aklında nasıl bir şey var ve kaç kişiye göndereceksin?"
Hmmm,
Plan insanı olmak böyle olsa gerek.
Listem çok değişti, eklemeler oldu ama sonunda bizim mahalledeki kırtasiyecide istediğim kartonları buldum.
Oradaki amcayı, oranın havasını, Elifin ne zaman girsek çok mutlu olmasını seviyorum.
Birkaç seferin sonunda amca dayanamadı zaten:

"Kızım siz öğretmen misiniz?"
"Yok"

"Kartpostalları hani hep çocuklar ödev için alıyor da"
"Yok ben onları yurt dışına gönderiyorum."

"Bu kartonlarla kızınıza bir etkinlik mi yapacaksınız?"
"Yok, arkadaşlarıma yıl başı kartı hazırlayacağım"

Bir daha bir şey sorduğunda sırf üzülmesin diye "evet aynen öyle" diyesim var :)
Birkaç seferin sonunda topladığım kartonları uygun ebatta kestik.
Aklımda yaprak toplamak vardı.
Topladım.
Ben onları yapıştırıncaya kadar (doğal olarak) kurudular.
Bir daha yaprak toplayana kadar yağmur yağdı.
Bekledim.
Yaprakları topladım, ki işyerinden bana yardım eden arkadaşlarım oldu :)
Onları kurumadan yapıştırdım.
Ve kartları oluşturmaya başladım.
Herkesin kartı aşağı yukarı aynı olsa da yaprağı farklı oldu :)
"Benim yaprağım"ı da kimseye vermeye kıyamadım.
Bu yaprak beni anlatıyor gibi geldi :)
Renk değişimleri çok güzel ve "mükemmel" ya da "eksiksiz" değil ama bu durum "bütün"e zarar vermiyor. O da benim kendime yeni yıl kartım oldu :)




4 seferde kargolarımı hallettim, annemler burada olmasa 10 seferde ancak yapardım :)
En çok adres toplamakta ve onları doğru yazmakta zorlandım.
Umarım yanlış kişiye yanlış kart gitmemiştir :)

Yaprak toplamak en keyifli kısmıydı,
Çok şükür ve çok teşekkürler tüm sevdiklerim için :)

Devamını oku »

15 Aralık 2015 Salı

Doğa Günlüğüm 1

Geçen yazıdan sonra aldığım bir takım kararlar vardı, mesela fırsat bulduğun an'larda doğada olmak gibi, onu uygulamaya bu öğlen başladım.
Önce karnımı doyurdum ki aman başım falan dönmesin, tansiyonum düşmesin diye :)
Sonra düştüm yollara.
Aradığım şeylerin çok uzağımda olmadığını biliyordum.
İş yerine yakın bir parka ve iş yerinin hemen yakınındaki ağaçlıklı alana gidince benim için bir hazineyle karşılaştım.
Olayın başlangıcı:
Elmasız yapamam :)
Altında oturduğum ağacı çok sevdim, kendisinin ismini bilmiyorum ama dikenliydi. Yoksa çam mıydı?
Bugün neyi fark ettim?
Doğada gezerken ve keşifler yaparken çaktırmadan spor yapıyor insan, yaşasın :)
Ve ilk günün ilk ağacı:
Aslında bu, gördüğüm 3. ağaçtı ama(yakından baktığım) ilk olmasının sebebi, kendisini tanımış olmam, işte o bir İĞDE çünkü altında iğdeler var :) (bulmaca çözdüm sanki)
Günün en değişik çekimli ağacı,bu buğuyu ben yapmadım, çekerken güneşin açısından oluşmuş:
Bu ağaç da ilk ağaç gibi çam mı yoksa?
Doğayı iyi bilenler lütfen benim yazılarımı okumasın, "yok artık bu kız nerede büyümüş/yaşıyor" diyebilir :)
Günün tatlısı:
Bunlar mimoza değil mi?
Gördükçe mutlu oluyorum :)
Ta taaa
Geçen yazıda bahsettiğim "çer çöp takas" etkinliği için ilk topladıklarım.
İnstagramda da duyurdum ama "ben varım" diyen olmadı.
Bu güzellikleri almak isteyen ve bana kendi yöresinden çer-çöp göndermek isteyen olursa çok sevinirim.
Ve günün canlısı:
Salyangoz, canlı gibi duruyordu ama emin değilim.
İlk gün maşallah çok güzel geçti benim için.
Darısı diğer günlere :)
İş yerinden bir arkadaşıma bir kozalak hediye ettim, sevindi.
Sabah ilk saatlerde okuduğum şu yazı da hala aklımda, bence mutlaka okuyun.
Bir de bugün çok şükür o kadar güzel paketler aldım ki, çok mutlu oldum.
Bir tanesi ile hala bakışıyoruz ve ben hala şoktayım.
Şokta olmak nasıl desem, hani çok yüksek bir yere çıkarsın, doğa harikadır ve orada şöyle hissedersin: o yüksekten bir an soğuk suya atladım, aşağıda nefessiz kaldım, çıktığımda 'bu harika ve yeniden yapmalıyım' dedim çünkü yaşadığımı hissettim. işte böyle hissettim, gözümden yaş geldi. (nasıl devrik bir ifade olduysa)
Hala şokta olmasam daha da yazardım :)

Devamını oku »

13 Aralık 2015 Pazar

Mutlu Yıllara Edoş :)

Kardeşinin olması başlı başına güzel bir şey ama insanın kız kardeşinin olması bence ayrıcalık :)
Küçükken kedi-köpek gibi olsanız, siz doğduğunuzda kardeşiniz(ablanız) güneşi siyah çizse bile öyle.
Kız kardeş güzel bir şey.
Şimdiye kadar istisnalar haricinde Edoşla doğum günlerimizde genelde birlikte olduk.
Farklı şehirlerde yaşadığımız zamanlarda bile bir araya gelme vesilesiydi aslında doğum günleri.
Şimdi her şey değişti.
Eda Adanaya taşındı ve artık Ayça var, bizde de Elif :) Ha deyince uçağa atlayıp gidemiyorsun :(
Geçen sene yine bir vesile olmuştu ama bu sene denk gelmedi ve Edoşla ayrıyız.
Ergenlik dönemlerimizde olsak "ıyy uzak dursun benden" derdik birbirimize, ben onun Tarkan şarkıları dinleyip ağlamalarını anlayamazdım, kim bilir o da benim nelerimi sevmezdi. Hatırladığım kadarıyla hiç anlaşamazdık.
Sonra büyüdük, araya mesafeler girdi ve birbirimizin kıymetini anladık.
Oysa küçükken tam olarak şöyleydik, ben Eda'nın yanından ayrılmaz ve onun bütün işlerini -bence- bozardım :)
Seninle okula geldiğim için nasıl da mutlusun ehehehe:)
Aynı kıyafetler giydirirlermiş, sebebi ne olabilir ki :)
"Bak yavrum sevmesen de kardeş diye bir şey var, onu kaybedersen ve kim olduğunu bulamazsan aynı elbiseli sarı kafa birini ara" :)
Bu anıları insan unutabiliyor çünkü çoook eski tarihliler (28 sene vardır)
Ama bir de yakın tarihli olanlar var ki:)
 "Niye kardeşim diyorsun ablana?" diye soranlar Eda ile tanışınca sebebini anlıyor :)
Tam bir "yay" burcu çünkü o, ayakları yere basmasın da yaylanarak gezinsin yeter :)
*Serra burada seni andım, "özgürlüğüne de düşkündür kardeşin o halde", "evet hem de fazlasıyla" :)
İyi ki doğmuşsun,
Can kardeşim,
Elifin teyzoşu,
Ayça'nın anası
Öğrencilerinin "Eda teacher"ı
Nice Mutlu Yıllara
"I love you" :)

Devamını oku »

12 Aralık 2015 Cumartesi

Sevdiğim, Doğa :)

Doğada keşifler yaparak büyümedim.
Ormanda "gizli bahçem" olmadı.
Ağaç evim de olmadı.
Doğada gördüklerimin adını koymakta hep zorlandım, "Bu ne ağacı?", "Aa bitki mi o, ben çiçek sanmıştım."
Evde büyütmeye çalıştığım menekşeler hep küstü, fesleğenler de kurudu. (bir ara da Lokum yemişti.)
Yanımdan bir kuş geçtiğinde onu sadece "güvercinse", "evden kaçmış muhabbet kuşuysa" veya "karga" ise tanıyabiliyordum. Diğerleri "başka bir tür"idi, o kadar.
Bir "köy"ümüz olmadığı için karabalığın ananesinin köyüne gittiğimizde 7 oluklu çeşme bana dünyanın en tarihi şeyi gibi gelir(di)
Yılın hangi mevsiminde hangi bitkilerin dallanıp budaklandığını, hangi coğrafyada ne yetiştiğini sadece ezberlediğim coğrafya derslerinden biliyordum. Konya tahıl ambarı, Egede zeytin var, Karadeniz çay ve fındık gibi :)
"Çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı?" Bilmiyorum.
Tavuk ve yumurtası bilmecesinde olduğu gibi bir cevabı olmalı bu sorunun: "gezerken okuyan biri çok bilir çünkü görerek öğrenmiştir, unutmaz."
Yukarıda saydığım geçmiş zaman ekiyle kurulmuş cümlelere ne zaman ve nasıl bir sünger çekildi bilmiyorum, bunu hatırlamıyorum.
"Bir anda" değil ama "yavaş yavaş" bir şeyleri "görmeye" başladım. Önümde buzlu bir cam varmış da ben ona "hoh" demişim ve sonunda dışarıyı görebilmeye başlamış gibiyim. Tuhaf ve eğlenceli.
İlk olay sanırım şöyle başladı. Ekim ayı gibiydi, iş yerinin civarında bir dolu at kestanesi vardı ve ben onları toplamaya başladım, eve götüreyim masama koyarım diye. Unuttum. Ertesi gün bir taş gördüm eve götürürüm diye. Unuttum. Ertesi gün mimoza (bunu da yeni öğrendim) gördüm ve yine eve götürmeyi unuttum. Derken onların iş yerindeki masamda bana mutluluk verdiği için yerlerinin orası olduğunu düşündüm. Hemen hemen her gün yeni bir şeyler eklenince masam şöyle bir şey oldu ki son hali burada yok :)
Sağdaki sarı yapraklar sayesinde şunu öğrendim: topladığın yaprakları kısa sürede kitabının arasına koymazsan onlar kurur ve sen onları bir yere yapıştıramazsın. Bunu birinden öğrensem bu kadar kalıcı bir öğrenme olmazdı. Yeni yıl kartlarını hazırlarken o yüzden biraz zorlandım çünkü topladığım yapraklar hemen kuruyordu. (niye acaba :)
Ama en bomba olanını kozalaklarda yaşadım. Onların durduğu yerde açılabildiğini bilmiyordum. Ben de "kapalı kozalaklarımı kim aldı ki?" diye düşünüyordum.
                                                                          ***
Yazın annemlerin oradan getirdiğim taşlar, hala yazamadım ama, Yıldız Kız'daki "mutluluk vagonu" projesi içindi, fıstıklar da midem için :) (meğerse iki yazıda birden yazmışım, hafızam şahane, yazılar burada ve şurada)
İsimlerini bilmiyorum ama "succulent" buysa, bizde sanırım "succulent" var :)
                                                                                 ***
İş yerim doğa konusunda benim için oldukça güzel hazinelerle dolu aslında.
Öğle aralarında ve bazen çok bunaldığımda bir 15 dakikalık temiz hava molası almak bana iyi geliyor.




En son fotoğrafta soldaki yuvarlakları "yaprak mantarı" sanıyorduk ki sanırım öyle bir şey bile yokmuş. Meğerse onlar arı larvasıymış. Yasemen bize, arı yavrularına siz bakın, ben Elife bakarım demeseydi durum daha farklı olabilirdi :) Neyse ki onları doğaya geri bıraktım :)
                                                                                ***
Geçtiğimiz haftalarda gittiğimiz Seğmenler Fotoğraf Çekme ve Doğayı Keşfetme Günü ben 23 Nisan temsiline çıkacak çocuklar gibi şendim :)
Niye hazıroldayım bilmiyorum :)

Toprak, yaprak, ağaç ve Elif :)
O gün doğadayken de kendimi "yıldız kız" gibi özgür hissetmiştim. (Ülkü, aklıma sen geliyorsun "yıldız kız"dan bahsedince) Hatta şu tatlı fotoğraf da o günden, belki bu fotoğraf için de bir hikaye yazarım, kim bilir :)
Doğayı keşfetmek ve doğanın içinde olmak her zaman sevdiğim şeylerdi ama ben hiç farkında olamadım, olamamışım. Ekim ayı öncesinde çektiğim birkaç kare yakaladım arşivimde.

Pikniği, Adana dürüme bile tercih ederim (çok aşırı özlemediysem :)




 Bu görsele kaynak veremedim çünkü çok önceden yani Gizli Bahçe kitabını okuyup "kızılgerdan" kuşunu araştırırken eklemişim dosyaya. (Görselin sahibi hani olur da burayı görürse diye kaynak belirtemediğim için özrümü yazayım.)
Son zamanlarda bildiğim 3 çeşit kuş türüne (güvercin,evden kaçmış muhabbet kuşu, karga) ekleme yapmak istediğimi belirtebilirim. Bunun için sahaftan bulduğum Tübitak Yayınlarının birkaç kitabı beni bekliyor :)
Doğa konusunda beni en çok etkileyen de zaman geçiyor algısını yaşamam oldu. Bunca yıl fark etmemiş olmam ne garip değil mi? Hayatı sadece yaz, kış, ilkbahar ve sonbahar olarak görmem; "yazın sıcak olur meyve yeriz, baharda ağaçlar tomurcuklanır, kışın kar yağar doğada bir şey olmaz ki, kestane yeriz, son baharda ise balkabağı olur yaprak olur" şeklinde kendimi kısıtlamam ne kadar sığ geldi. Eskiden olsa bu duruma "vah tüh" derdim ama şimdi hiç öyle hissetmedim. Ekimden beri kendimce bir şeyler biriktirdim ve onları çok sevdiğim için sakladım. Saklama yöntemimden emin olamadım aslında, neticede yaprak bir canlı ve ben ona uhu sürdüm ama aklıma başka bir şey gelmedi. (başka yöntem bilen varsa yazsın)


Bu görseli de bugün çektim, kkk buluşması sırasında işe doğru yürürken. Ucunda kalem olsa yazacağım neredeyse :) Akşam işyerinden ayrılırken baktım, iyice içe doğru kıvrılmıştı, çalışma masamdakiler doğa gözlemim için bana çok iyi kaynak oldu.
(Facebookta "Doğa Arkadaşım"diye bir grup ve etkinliği varmış sanırım ama facebook hesabım olmadığından katılamadım, sanırım pek güzel bir şeymiş.)
Yazıyı buraya kadar okuyabilenlere bir minik sürprizim var :)
Benimle çer çöp değiş tokuşu yapmak isteyen olur mu?
Bu ne demek?
Doğada gördüğümüz yaprağın, dalın, kozalağın, yere düşen bitkinin...kısacası doğada gördüğümüz ve bizi mutlu eden "şeyleri" toplamak ve bir zaman sonra birbirimizle bu birikenleri değiştirmek :)
Doğada gördüğüm çoğu şeyin adını ben de bilmiyorum ve benim size göndereceğim zarftakilerin bu sebeple ismi olmayacak. Ben de sizden isim istemeyeceğim. (ne yaprağı gibi)
Sadece değişik coğrafyalardaki ve sizin bakış açınıza yansıyan doğayı merak ediyorum, o kadar :)
Katılmak isteyen olursa buraya yorum da yazabilir, bana 2balik1kedi@gmail.com'dan mail de atabilir.
Son tarih de yok.
Doğa, gördüğüm kadarıyla kendi döngüsünü tamamlıyor sürekli olarak ve bir şeyler -biz müdahale etmediğimiz müddetçe- bitmiyor, şekil değiştiriyor.
Sevgili Gece, senin yazdığın yorumdan sonra "doğa gözlemleri" yaptım, çok teşekkürler önerin için.
Aklıma Haiku düştü yine, benzedi mi tam bilmiyorum, ölçüleri aklımda değil ama bugün "doğa" için yazdığım haiku şöyle:

Doğa
Ne güzelsin
İçimde



Devamını oku »

8 Aralık 2015 Salı

Günün Mutluluk Sebebi 16: Kartlar, Ağacım ve Yırtık Gömlek :)

Günün Mutluluk sebeplerini yazmaya başlayalı ne kadar olmuş bilmiyorum(bakmadım) ama 16. maddeye kadar geldiğime göre epey sebep birikmiş, ne mutlu bana :) Ve çok şükür diyeyim öncelikle.
Arkadaşlarımla başlayayım çünkü daha önce bu kadar tatlı insanlarla arkadaşlık kurmamıştım.
Beni en çok şaşırtan posta Filizden gelendi sanırım. İçinden o kadar çok şey çıktı ki, her birine ayrı mutlu oldum. Ama en çok Eylül'ün benim için yaptığı resme.

Filiz ben sana "Fareler ve İnsanlar" kitabını okumadım demiştim ama yanılmışım, üniversitedeyken ödünç alıp okumuştum ama tamamen unutmuşum, seçimin çok iyi oldu. RD Amcanın kitaplarındaki Hemingway etkisiyle tanışmak istiyordum. Sanırım tüm kitaplarını "Yazar seçkisi" ile okuyacağım.
Bu yazıda kronolojik sıra yapmadım ama yapsaydım ilk sırada Damla ile buluşmamız olurdu. "Keşke Gerçek Olsa" isimli blogu var diye ona hep takılıyordum, "ah bir yüz yüze görüşsek, keşke gerçek olsa damla" diye. İstanbula gidebileceğimi sanmıyordum ki... Damla, Can'ın okul gezisi ile Ankaraya geleceğini söyledi. Ve biz buluştuk. Ve ben çok mutlu oldum.


Aynı günlerde Şirin'in mektubu ve Ayça'nın hediyesi ulaştı, o gün hangisine bakacağımı şaşırmıştım. Şirin'in mektubundan Alice çıktı, Ayça'nın kargosundan ise "Cimcime" :) Tam ortadaki sarı kartta ise Şirin'in benim için yaptığı tatlı çizim var. Bu arada hala geç değil, hemen Dünyalı Dergi alın ve pek neşeli çıkartmalarıyla ve konularıyla eğlenin.


Geçtiğimiz gün ise Özlem'in kartları kişisel posta sistemiyle geldi, Harry Potter sistemi :) Ne komik olurmuş değil mi Özlem, hazır Londradayken :) Onları paylaşmayayım ama her birini çok aşırı sevdiğimi belirteyim. Hele bir tanesi var ki... (Yok yok demeyeceğim)
"Doğa" konusunda ayrı bir yazı var aklımda aslında ama onu yazana kadar "benim ağacım"ı paylaşmak istedim. İş yerinden bir ağaç. Şimdi yaprakları gitti tabii. Üzerindeki filtre oldukça az.

Son haftalarda ben biraz "tatil" yaptım aslında çünkü annem ve teyzem geldi, birkaç hafta kaldılar. Bu sürede ne yemek düşündüm ne de çamaşır. Anne tatili başka ne olabilir ki zaten :) Onların dün dönüşüyle de "anane gitti" diye gezinen Eliftrişko yüreklerimizi dağladı... Evcek üzgünüz, ne yapalım bu kadarı bile çok güzeldi.
Annemler gelmemiş olsaydı muhtemelen Ocak ayını bulabilecek kart hazırlama işlemim de hızlanmış oldu, onları da ayrıca yazayım. Ama hazırlarken çok mutlu oldum ki 4. postayı hazırlık sürecim bitmedi :)
Çalışma masamda değişiklik yapmak istiyordum ki... Yaptım ve oldu. Tam olarak hayalimdeki değil ama ona çok yakın. Hiçbir şey yapmasam bile masamda oturmayı, etrafı izlemeyi, kalemlerimle oynamayı çok seviyorum. Bu fotoğraftan sonra bile-iki günde- oldukça değişti hali, ara ara ekleyeyim buraya :)


Ve geleyim günün bombasına, adı bile var: Yırtık Gömlek Şoku!
Bugün iş yerindeyken oda çok sıcak oldu ve üzerimdeki hırkayı çıkartayım dedim. (demesem iyiymiş) İlk başta bir tuhaflık hissetmedim zaten o ara Akçayla mesajlaşıyoruz, bir şeylere gülüyorduk. Derken tuhaf bir soğukluk geldi, bir de baktım ne göreyim...
Odayı 3 erkek ile paylaştığım için "aa bakın gömleğim yırtılmış" diyemedim tabii, olay içimde patladı. Hırkayı bile giyemedim o an, şaşkınlıktan. Tam o ara birkaç arkadaşıma fikir sormuştum ki, şahane yorumlar geldi. Ben de böyle bir şey görsem, "hayırdır, köpek mi kovaladı?" derdim. Şahane bir insan dedi ki "güve yemiş olabilir, bence sabun koy dolabına", mantıklı. Ama bir tanesi de var ki, insan arkadaşının bu durumuna biraz üzülür değil mi? Yok! Mesaj aynen şöyleydi:
Neyse ki seviyorum kendisini :)
Bugün deşansıma kalorifer oldukçaiyiydi ve ben hırkamı defalarca çıkarma hamlesi yapıp son anda vazgeçtim. "Yoo terlemedim..Ben mi? Aa çok iyiyim. Kızarmak mı? Allıktır o" :)
Öğle arası tesadüf karabalıkla buluştuk, ona sana bir şey göstereceğim dedim, anlamadı ilk başta. Sonra resmen mesajda arkadaşımın yazdığı tepkiyi verdi iyi mi? "Ahahaha naaptın sen?" "Bilmem, canım sıkıldı da üstümü yırttım!!!" Hatıra pozu da çekildik.
Yırtık daha da derin aslında ve bunu görmeden giyebilmişim sabah, vay be :)
Peki bu an neden "mutluluk sebebi" oldu? Çünkü aklıma harika bir fikir geldi. Kumaşı çok sevdiğim için gömleği atmaya kıyamadım. Aklımdakini yapabilirsem ayy çok harika bir şeyler olacak:)
Diğer mutluluk sebebim ise son zamanlarda açmayı akıl ettiğimiz trt3 klasik radyo.Benim tahminlerim neredeyse hep yanlış çıkıyor. "Aa bu kesin Mozart" (değil), "Bu bence Aida operası"(değil) Opera demişken, eskiden izlemeye giderdik ve çoook severdik.En sevdiklerim de Aida(ilkim), La Boheme,V. Murat. 4 yavrulu kıvırcık kuzenimi andım radyoyu dinlerken, "ben operayı izleyemiyorum, dinlemek daha güzel, tombik ablalardansa zihnimde karakter canlandırmayı seviyorum" demişti. Radyoda dinleyince anladım, sana hak verdim Tangül, arşivindeki tüm operaları istiyorum o yüzden :)
Bu yazıyı birkaç gündür yazdığıma göre olayları güncellemek gerek :)
15te bir "biriktirip getiren" postacımız bugün uğramış, harika kartlarıma ulaştım ama elime geçmeyen mektubumun (hazan) peşine ayrıca düşeceğim.
Canım Aslı ve Çanakkale'den iki arkadaşım Özlem ve Serranın pek tatlı kartlarına da ulaşmış oldum. Serra'nın kartındaki "kırmızı balon" hikayesini ve benim neden yeni yıl kartlarının içine kırmızı balon koyduğumu ayrıca yazayım.
"Bana bir şey olmaz" edasıyla içtiğim Adana usulü kaynarın etkisiyle başım ve migren tepinmeye devam ederken fark ettim ki yatsam fena olmayacak.
Yoksa benim daha yazasım vardı yahu :)
En çok aklımda kalan, birine sevdiğini göstermenin en güzel yollarından birinin, onun için "bir şey yapmak" olduğunu görmüş olmam. Mavi bir dantel veya kırmızı bir balon... Özünde hep sevgi var :)
Çok şükür...


Devamını oku »

3 Aralık 2015 Perşembe

Eskiden.../ Şimdi...

Eskiden derken ne kadar eskiyi kastediyorum, ben de tam bilmiyorum. Bazılarında 4 sene öncesi bazılarında 10 sene öncesi olabilir.
- Eskiden kedilerden çok aşırı korkardım, şimdi ise korkmuyorum. Her gördüğüm kediyi hemen böğrüme de basmıyorum ama yanlarında çığlık atmadan hatta bazen kafasını okşayarak onlarla iletişim kurabiliyorum.
- Eskiden posta kutuma fatura ve reklam afişlerinden başka bir şey gelmezdi, şimdi ise postcrossing kartlarım ve mektup arkadaşlarımdan şahane güzellikler geliyor.
- Eskiden daha çok film izlerdim, tüm sinema dergilerini alıp okurdum, şimdi ise 6 ay içinde 1-2 film izleyebilmişsem "iyi" diyorum, sinema hak getire. (lafı gelmişken, üç yavrulu kıvırcık kuzenin sinema sözünü hatırlatayım :P )
- Eskiden hayata daha siyah bir gözlükle bakardım, şimdilerde de pembe gözlüğüm yok(sanırım böyle olmasını da istemezdim) ama kendimi daha iyi hissediyorum. Belki de gözlük takmaya ihtiyacım yoktur, bilmiyorum.
- Eskiden kötü bir şey yaşadığımda bir müddet orada kalırdım, oradan çıkamazdım. Şimdi ise çok daha kısa sürede bulunduğum yeri terk edebiliyorum.(bu, benim için bir başarı)
- Eskiden çok kitap okurdum, bir ara çok az kitap okudum, şimdi ise (son 5 yıldır gibi) aradaki farkı kapatmaya çalışıyorum. Bunu yaparken de bazen kendimi hırpalıyorum. Bunu fark ettiğimde ise mola veriyorum, duraklıyorum. Sonra derin bir nefes ve heyecanla kaldığım yerden devam ediyorum.
- (farkındalık demişken) Eskiden yaptığım şeyleri hiç "farkında olmadan" yapıyordum, sonra bana bir aydınlanma geldi(bir araç ile belki) ama fazla farkındalık da beni yordu, şimdilerde orta karar götürüyorum bazı şeyleri.
- Eskiden "arkadaşlık" kavramına daha farklı yaklaşırdım, şimdi ise çok farklı. Ve bu duygu hali beni sakinleştirdi, daha mutlu etti.
- Eskiden "çok aşırı üşengeç" biriydim, şimdi ise üşendiğimde "kaldır bakalım totoyu esoş" diyebiliyorum.
- Eskiden sadece "siyah" ve "beyaz" vardı ve bu renkler daha keskin bir şekilde birbirinden ayrılıyordu, şimdi hayatımda "gri" de var ve renkler iç içe geçebiliyor.

Bu görsel de canım Yasemen'den ve onun yine haberi yok :)
- Eskiden daha çok şey için "yapamam ben hiiii" derdim, şimdilerde "dur bir deneyeyim hele, yapamadığıma öyle karar vereyim" diyorum(çoğu zaman)
- Eskiden "bakıp göremez"idim, şimdi ise "görmek için bakıyorum" gibi geliyor. Özellikle de doğaya :)
- Eskiden bir çocuğa bakabileceğimi hayal bile edemezdim, şimdi ise şaka maka Elif büyüyor :)
- Eskiden "daha daha daha alıngan" biriydim, "şimdi ise "daha alıngan" biriyim. Bu özelliğimi de hiç sevmiyorum :(
- Eskiden çok utangaçtım, kimseyle konuşamam/tanışamam derdim. Şimdi ise blogdan veya instagramdan tanıdığım insanlarla buluşuyor ve hatta gülüşüyorum.
- Bu utagaçlık konusunda tatlı bir arkadaşımla yaptığımız faydalı bir yazışmanın ardından, eskiden kendi fotoğrafımı çekmeye/çektirmeye bile çekinirken, şimdi fotoğraflarımı paylaşabiliyorum.
- Eskiden araba kullanmaktan korkardım, şimdilerde karabalık benim araba kullanmamdan korkuyor, çok aşırı dalgınmışım :(
- Eskiden de unutkandım, şimdi de unutkanım.
- Eskiden de zaman yönetimim kötüydü, şimdi de öyle :/ "Çok vakitte az işler" yapardım, şimdi ise "az vakitte çok işler" yapmaya çalışıp yapamayanlardanım. Bu da doğal tabii :)
- Eskiden arkadaşlarımın hepsiyle yüz yüze tanışmışlığım vardı, şimdi ise blog ve instagramdan dolayı tanıdığım, hemen her gün muhabbet ettiğim ama yüz yüze görüşmediğim(ilginçtir bunun eksikliğini de hissetmediğim) insanlar var.
- Eskiden blogumu sadece ben ve karabalık okurduk, bir de kıvırcık kuzenler... Şimdi ise gelen yorumlardan anladığım kadarıyla blogumu okuyan daha çok kişi var :)
- Eskiden de işimi sevmezdim, şimdi de sevmiyorum. Ne içimdeki çocuğu besliyor ne de beni. Ama şımarıklık yapmaya lüksüm yok, bir işim olduğu için şükrediyorum.
- Tuhaf bir cümle mi olacak bilmiyorum ama eskiden "çiğ patates" gibi hissederdim. Şimdi ise "kumpir" gibiyim,sade :)

Bu satırları yazalı bile bir şeyler değişti aslında hayatımda :) Sonbaharı yaşıyorduk, şimdi ise dışarıda kar atıştırıyor.
Eskiden de kendimi en mutlu hissettiğim yer, kitapların yanıydı; şimdi de öyle.
2016 dilekleri için sağlık ve ailemle birlikte olmak maddelerinin hemen bir sonrasına bunu eklemeliyim unutmadan, içinde kendimi mutlu&üretken hissedebileceğim bir "çocuk kütüphanesi" açmak :)
* Bu bir "mim" olsun ve kabul ederlerse Filiz, Damla ve Yasemen bu "Eskiden.../şimdi..." başlığını canları nasıl isterse doldursun :)
***
Aklıma geldikçe yine yazayım:
- Eskiden de şaşkındım, hala da öyleyim. Masamda 1 adet (açık)kozalak, 2 adet (kapalı) kozalak vardı. Son günlerde 3 adet açık kozalak var ve sizce ne olmuş olabilir? Ben bunu bile anlayamadım. Kapalı kozalaklarıma ne olduğunu sordum durdum, meğer açmışlar :)

Devamını oku »

19 Kasım 2015 Perşembe

Postcrossing Kartlarım-1

Aslında her şey Yasemen ve Hazan'a gelen kartları görüp "hiiii" diye iç geçirmemle başladı.
Postcrossinge üye oldum, 5 adet kart gönderdim ve kendi kartlarımı beklemeye başladım.
Hemen her gün posta kutumu kontrol ettim. Postacıya kızmaya başladım. Düşündüm ki "bana sanırım kimse kart göndermeyecek, böhüüü" Hayal kırıklığı yaşadım. Ama bir gün... Posta kutum dolup taştı :)
O günden beri de postacımız biriktirip getiriyor olsa da kartlarım çok şükür elime ulaşıyor.
Onlar da şöyle:
Sağ üstteki tatlı kız, bana ilk gelen kart :)

Şu karta yakından bakın çünkü kendisi bulmacalı kartmış, karabalık fark etti:

"Eli cebindeki yaratığı bul..." Buldunuz mu?
Benim gönderdiklerim pek şahane değil, favorilerimden biri de şu:


Bana gelen cevap da şöyleydi:“Hello!
Thank you so very, very much for the lovely card from a child with her cat. It's beautiful. I also like the stickers you used, and the stamp you enclosed, very nice. And thank you, thank you for the wonderful autumnleaf, such a nice idea to put it in the envelope! Your card with little presents is a real gift to me!
Wish you and your family all the best,
Esmeralda”


İşin aslı şu yazıda Yasemen, "Kendi acımdan Postcrossing’in sevdiğim tarafları çok fazla, bana kattıkları da öyle. Ama bunları bir kenara koyacak olursak en sevdiğim taraflarından bir tanesi sanırım kartlar ulaştıktan sonra gönderilen teşekkür mesajlarından şunu görmek: Birinin posta kutusunda kartınıza ulaştığında yaşadığı heyecanı, sizin gönderdiğiniz kart sayesinde duyduğu mutluluğu, hala bir şeyler için umut olduğunu… "dediğinde ne söylemek istediğini anlamamıştım. "Ne yazabilirler ki" demiştim. Yasemen sana sevgilerimi gönderiyorum ve mahçup olduğumu belirtmek istiyorum. Yukarıdaki mesaj çok tatlı değil mi? Resmen mutluluktan uçtum :)


"Direct swap"ın ne olduğunu bilmeden ilk kartlarımı yazdığım için insanlara şunu yazmıştım.
"Hi, How are you, dou like children books too" gibi, cevap bekleyen sohbet cümleleriydi :)
Bir de ilk başta herkese şunu yazdım: "Sorry for my bad English" :)
Şimdi bunları yazmıyorum. Kötüyse kötü ne yapayım diyorum.
Kişinin profilinde bir sıcaklık görmediysem daha basit şeyler yazıyorum. Bazıları ise sıcacık oluyor, onların kartını zarfa koyarak içine yaprak, pul gibi minik hediyeler ekliyorum.
Benim profilimde kedileri sevdiğim yazdığı için bolca kedili kartım oldu. Elif'in ellemediği kartım, sevmediği pişili kartım yok tabii :)
Bir de birkaç defa babaanne denk geldi, torunlarıyla postcrossing yapan, onlara 2 adet kart gönderdim. Çok tatlı değiller mi?
Kartlarım biriktikçe yine paylaşırım.
Çok teşekkürler Yasemen ve Hazan :)

Bir de yazmayı unutmuşum ama bana gönderen kişilerden birçoğu kütüphaneciydi ya da kitapçıydı, gerçekten şaşırdım. Hatta son gelen kartın sahibinin profilinde "çocuk kütüphanesinde çalışıyorum" yazıyordu, yoksa bunlar bana birer mesaj mıydı :)

Devamını oku »