Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




3 Nisan 2014 Perşembe

Sevgili Oksitosin :)

Doktor olmadığım için tıbbi bilgiler yazıp kafa karıştırmaya gerek yok.
Oksitosin hormonu mutlu olduğumuzda beyinde salgılanan bir horman olup; ilginçtir ki hem aşık olduğumuzda hem de doğum eylemi sırasında kendini gösterirmiş.
Bir de doğumdan hemen sonra "ten tene temas"ın sebebi annenin oksitosin salgılaması ve rahmin çabuk toparlanmasıymış.
Oksitosin ile hurma meyvesinin arasında bağlantı var sanırım; okuduğum kaynaklarda da çok bilimsel olmasa da bu tarz bilgiler var; ben de neyseki hurmayı sevdiğimden her gün yiyorum. Ve cidden kan şekerim düşünce ya da yürüyüşten önce yediğimde çabucak toparlanıyorum.
                                                                                 ***
Sevgili Oksitosin;
Adını ilk duyduğumda "oksijen" karışımı bir şey zannetmiştim; meğerse sen bir tür "hormon"muşsun :)
hayatımıza hoş geldin diyecektim ama sen hep buralardaymışsın da bizim haberimiz yokmuş.
Bugünlerde nerelerde olduğunu bilmiyorum ama mutlu olduğum her an yanımdasın gibi geliyor. O yüzden de sana "sevgi hormonu" deniyormuş.
Umarım hayatımızda bolca olmaya devam edersin; yüzerken/yürürken/emzirme döneminde/kitap okurken/Pazar kahvaltılarında /deniz kenarında/Elifle beraberken... kısaca bizim hep hayatımızda ol,olur mu?
Bu ara belki birazcık daha fazla ortalarda görünüp doğum konusunda bize yardım edebilirsin :)
Hani belki :)

                                                                               ***
Dünkü "40. hafta" yazısına hiç de beklediğim alakasız tepkiler gelmedi; hatta genelde "yerini sevmiş annesi" dendi; mutlu oldum.
Oksitosinle ilgili yazıyı da aklıma gelmişken yazayım dedim yoksa dünden beri çok şükür daha rahatım.
Sürecimiz sağlıkla olsun, kolaylıkla ve güzellikle gelsin;
Biz bekleriz oksitosini de Elifimizi de :)

Devamını oku »

2 Nisan 2014 Çarşamba

Saftirik Greg'in Günlüğü: Ah Kalbim :)

Önce bu kitabın bana geliş hikayesini kısaca anlatayım. Saftirik Greg ile ben önceki yıllarda kuzenimden aldığım bir kitabı sayesinde tanışmıştım, sevmiştim de ama kendime almak aklıma gelmemişti :) Geçen seneki doğum günümde annem bana özel bir şey olsun diye hediye olarak "çocuk kitabı" almak istemiş. Ama ne alacağını bilememiş; kitaplığımda ne var ya da ben neyi severim bilememiş. Gitmiş bir kitapçıya ve ben kızıma kitap almak istiyorum ama okudu mu ya da sever mi kararsızım; ne tavsiye edersiniz demiş. Onlar da beni kaç yaşında düşündülerse artık "size en son çıkan Saftirik Greg kitabını verelim; tüm çocuklar bunu seviyor" demişler :) Aradan 1 sene geçti ve ben kitabın jelatinini bile açmamıştım. Hep inandığım bir şey varsa "kitabın da bir okunma zamanı" olduğudur. Yani kitaplığımı dolduruyorum ama okuyamıyorum desem de kimi zaman, bilirim ki bugün ya da seneye :) okuyacağım onları...
Saftirik Greg'in bu kitabı serinin 7. kitabıymış ama ben öncekileri okumadığım için bir kopukluk yaşamadım.
Bu kitapla ilgili söylenebilecek en güzel söz harika vakit geçirdiği ve her çocuğun mutlaka okumaktan keyif alacağı.
İçinde sadece yazı yok, sayfalarda yazılara eşlik eden oldukça neşeli çizimler de var.
Bu bile okumayı çok da sevmeyen bir çocuğa cazip gelecektir.
Bu çocuğun başına gelenler gerçekten pişmiş tavuğun başına gelmez :) Diğer kitaplarını da en kısa zamanda okumak istiyorum. Komik günlükler "Sevgili Salak Günlük", "Clarice Bean" gibi insana harika vakitler yaşatıyor.
Bir de ben utanmadan yanına film izliyormuş gibi mısır patlatmış olabilirim :)
40. haftayı güzelleştirmenin ve aslında hayatın her an'ından keyif alabilmenin bir yolu bence aşağıdaki fotoğrafta gizli; ne dersiniz?

Devamını oku »

40. Hafta

Bu yazıyı yazsam mı yazmasam mı çok kararsız kaldım. Bazı cümlelerim çevremdekileri kırar mı incitir mi acaba dedim ama yine de yazmak istedim. Geriye dönüp baktığımda hep mutlu, umutlu şeyler hatırlamak istiyorum ama bir parça içimi de dökebilirim herhalde burası kişisel bir blog olduğuna göre...
Çok şükür ki sağlıkla geldik bugünlere,birkaç gün sonra tam 40 haftalık olacağız. Tabii zaman ne gösterecek onu da bilmiyorum ama ben yine buradan bakınca neler görüyorum onları yazayım:
Daha önceki yazılarımda da söylemiştim aslında her şeyden önemlisi kişinin zihninin ferah olması, huzurlu olması. İyi bir doktor seçimi, sağlıklı beslenme (onu daz yazdım, yayınlamayı unuttum bak şimdi geldi aklıma), güzel aktivitelerle vakit geçirme vs.

Peki 40'a gelince neler oluyor?
Kim ne derse desin bir taraftan bebeğin hareketlerini güzelce hissettiğiniz müddetçe sakin kalmaya çalışıp aynı zamanda bu son günleri bekleyen o meraklı telefonlara hem de defalarca cevap vermeye sabırlı olmak anlamına geliyor-muş.
Bazıları tahmini doğum süresini 2 hafta sonraya veriyormuş, ilk duyduğumda anlayamamıştım ama şimdi "ah kafam" diyorum :)
Nankörlük de yapmayayım şimdi bu kadar çok sevenimiz olduğunu bile bilmiyordum yani iyi ki güzel insanlar var. (orası ayrı)
Bir de ne dediğini bilmeyen insanlar var ya... İşte onlara söyleyecek çok şeyim var da ben yine susuyorum. Geçen gün bir arkadaşım "susmamak lazımmış yoksa insanın içinde kalıyormuş" demişti bana. Çok haklı. Herkesin tarzı farklıdır ya kiminin cevabı hemen ağzındadır kiminin mideden gelir... İşte benimki herhalde ayaklarımdan falan geliyor; yukarı pek çıkamıyor çünkü :)
Kendimle ilgili gözlemlediğim şey,1 temel çekirdeğimin olduğu. Ona direk bir etki/tepki olmadığı müddetçe susmakla/kabullenmekle yetiniyorum ve ara ara kendime de zarar veriyorum. Ama o çekirdeğe en ufak bir taş gelse aslan kesiliyorum. Ortam yok herhalde.. Gerçi bu durumu da hayatta 1-2 defa yaşadığımdan olsa gerek insanlar bana/bize "ne sakinsiniz" derler. Bu iyi bir şey değil belki de. Yani yine sakin kalıp insanlara cevap da verebilmek lazım ama her zaman olmuyor.
İnsanlar iyi niyetli olduklarından ve arayanları tabii ki sevdiğimden ben de konuşmak istiyorum. Yalnız son günlerde iyi niyetin boyutunun biraz patavatsızlığa döndüğünü gördüm, üzüldüm.
Son dönemece inşallah geldiğimiz şu günlerde kimsenin kalbini asla kırmak istemiyorum, o sebepten de bol kitap/biraz yürüyüş/ "sağır olmaya çalış esra", "elifi düşün esra" cümleleriyle geçiriyorum.
Bir bebeğin "vaktinde" gelmek istemesinde acayip olan nedir???
Ben ki gerçekten kendimi sabırsız zannederdim-belki hala öyleyim-ama benden de sabırsız çıkıp beni de panik yaptırmaya çalışan/sanki bir şeylere "geç kalmışız" izlenimi veren arkadaşlara/dostlara/çevreme şaşırıp kalıyorum.
Elif de bu durumdan etkilenmesin diye onunla sürekli konuşuyorum; "canım yavrum, sen istediğin/hazır hissettiğinde sağlıkla gel" diyorum... Bundan daha mantıklı bir şey gelmiyor aklıma.
Bu yazı da başta dediğim gibi biraz iç dökme oldu; bozulan olduysa da oldu...
"Doğum yaklaştıkça hamile kişisi neler hisseder?" demiştim; şimdi de 40. haftanın bir genel özetini yapmış oldum.
Bana sorarsanız çok şükür her şey gayet yolunda/sağlıklı/güzel :)
İşte bu yüzden de sadece "bana sormak" lazım; ben de yazınca anladım :))

HERKESE SABIRLI/GÜVENLİ/İYİNİYETLİ/GÜZEL/NEŞELİ/GÜNEŞLİ GÜNLER :)


Devamını oku »

1 Nisan 2014 Salı

Küçük İnsanlardan Büyük Sorular, Hayli Mühim İnsanlardan Basit Cevaplar :)

BDK Yıldıray'ın kitabından sonra yine ona yakın tarzda bir kitap okumak beni çok mutlu etti. Hamileliğin 40. haftasındayız çok şükür ve hemen her gün gelen ""doğurmadın mı"lara karşı sabırlı olabilmek ve zihnimi başka şeylere yönlendirebilmek ve bunu yaparken de eğlenmek süper oldu. Daha ne isterim ki :)
Kitabı neredeyse bir solukta okudum. NTV Yayınlarının bu tarz (Cahillikler Kitabı vb.) kitapları var ama hiçbiri çocuklar için yazılmış değil. Domingo Yayınevinden çıktığını görünce şaşırdım.
Bu kitap aslında bir projenin ürünüymüş. 10 ilkokulda yaşları 4-12 arasında değişen binlerce çocuktan, yanıtını en fazla merak ettikleri soruları yazmalarını istemişler ve bu soruları alanında uzman yazar/psikolog/doğabilimci/astronot/sinirbilimci/ fizikçi/biyolog/gezgine sormuşlar. Onlar da kendi çocuklarına anlatır gibi sade bir dil ve esprili bir anlatımla bu sorulara cevap vermişler. Ve bu kitap, Birleşik Krallıktaki önde gelen çocuk koruma derneği olan NSPCC yararına hazırlanmış. İşte bu sebepten bir proje-kitap aslında.
Yaklaşık 300 sayfa boyunca bir dolu soruya verilen yanıtlar 1-1-5 sayfalık kısacık özetler halinde ve bence en güzel tarafı hiiiç sıkılmadan okunabilmeleri. Hatta ben ciddi anlamda bittiğine üzüldüm.
Hikaye/roman okumak da ayrı bir zevk ama benim gibi bilim yoksunu bir insanın 30'una ramak kala gözlerini kocaman açarak öğrendikleri de kayda değer.
Ah ah keşke okul zamanında karşıma çıksaydı bu kitaplar; ben de anlardım "şimşek nasıl oluşuyor", "su/buz/buhar ilişkisi"vb. Kısmet :)

Sevdiğim Sorular/Cevaplar:
*Solucan yememde bir sakınca var mı?
*Atom nedir'e verilen cevaptan: "Atomların içinde o kadar fazla boşluk var ki, dünyadaki tüm insanların tüm atomlarının içerdiği tüm boşluğu sıkıştırabilseydiniz, hepsini bir kesme şeker hacmine küçültebilirdiniz." :)
* Neden yetki hep yetişkinlerdedir? (Sahi, neden :)
*Pastanın tadı neden bu kadar güzel? (Ahh, ah :)
*Neden kendimi gıdıklayamıyorum?
* Arı arıyı sokar mı? (Sokuyormuş!)
* Neden tuvalete gideriz? (Bu soruyu ben de çok sorarım, hele ki son anda yetiştiysem :)
*Aslanlar neden kükrer?( Bu sorunun çok neşeli bir cevabı var ama buraya yazmayayım, merak edin :)
*Neden bazı insanlar kötüdür?'e verilen cevaptan: " Bir dahaki sefere biri size kötü davrandığı zaman, kendinize şunu sorun:' Acaba bana kötü davranan bu insan neden bu denli mutsuz? Acaba onu bana kötülük yapmaya itecek kadar üzen ya da öfkelendiren şey ne?' İşin ilginç yanı, böyle yaptığınız zaman, kendinizi o kadar da kötü hissetmeyeceksiniz."
*İyilik nereden gelir?
* Neden kızların bebeği olur da erkeklerin olmaz? :)
*Nasıl aşık oluruz? 3 tane harika cevabı var;bir tanesi:

*Neden sonsuza dek yaşayamayız?
* Hepimiz akraba mıyız? (bunu ben de çok düşünmüştüm)
* Zaman hızlı geçmesini istediğinizde neden yavaş geçer?
* Gazlı içeceklerdeki baloncuklar şişeye nasıl girer? :)
* Seyirciler gürültü yaparken sporcular nasıl konsantre olur?'a verilen cevaptan: "Konsantre olmanın en iyi yolu, çevrenizde olup biten her şeyi unutmaktır." ...
* En güçlü hayvanlar hangileridir? (Böcekler!)
* Çikolatayı kim buldu? (bulmasa iyiymiş :)
* Büyük İskender kurbağaları sever miydi? (çok güzel /mantıklı bir cevabı var)
* Çiş neden sarıdır?
* Neden sıkılıyorum? (ah, ah ne çok sordum bu soruyu küçükken..)
* Beni ben yapan nedir? (bu soruya 3 kişi cevap vermiş;bir tanesi :" Bizler kendimizi oluştururken başkaları bizi inşa eder. Başkaları bizi oluştururken, biz kendimizi inşa ederiz." !!!
***Favorim: Bir inek bir yıl boyunca osurmayıp biriktirdiği gazı bir kerede osursaydı, uzaya fırlar mıydı? :)
*Neden kardeşlerimle durmadan kavga ediyorum? (sahi neden :)
*Gökkuşağı neden yapılmıştır?'a verilen cevaptan: " Gökkuşağındaki renklerin sırasını nasıl hatırlarsınız? Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor. Şu komik cümleyi aklınızda tutmaya çalışın: Kırkayak tekerlekli sandalyesinde yoğurtlu makarnasını lüptetirken morardı :))
Makaslananlar:
Yukarıda bir kısmını yazdığım soruları bu kez komedyenlere sormuşlar. Hangisinden alıntı yapsam karar veremedim,hepsine çok güldüm. Bazıları:
* Michelangelo nasıl bu kadar ünlü oldu?
Ninja Kaplumbağalarda gerçekten iyi resim yapan bir tek o vardı :)
* Piramitler nasıl yapıldı?
Binlerce ton Toblerone'u üst üste koyarak :)
*Zaman hızlı geçmesini istediğimizde neden yavaş geçer?
Burnunuzu karıştırabilesiniz diye :)
* Hıçkırık nedir?
Kalp osurduğunda olan şey :)
*Solucan yememde bir sakınca var mı?
Annen bakmıyorsa yok :)
                                                                              ***
Bir dolu "neden"li soru okudum ve çocukların hayalgücüne hayran kaldım. Ben küçükken öyle çok soru soran biri değildim, hatırlıyorum. Aklımı kurcalayan şeyler vardı elbette ama onlar da bana kalsın şimdilik.
Sizin çocukken sorduğunuz sorular var mıydı?

HERKESE SORU SORMA CESARETİNİ KAYBETMEDİĞİ GÜNLER & MUTLU HAFTALAR DİLERİM(Z) :)

*Kitabı derleyen Gemma Elwin Harris'e de özel teşekkür...
**BDK'nın yazısını da okumak isteyebilirsiniz :)



Devamını oku »

31 Mart 2014 Pazartesi

Yılan ile Kertenkele: İki Komik Geveze :)

Bu kitabı uzun zamandır merak ediyordum. Tam da Zincir kitabından sonra farkında olmadan okumaya başladım, çevirisini Şiirsel Taş'ın yapmış olduğunu gördüm.
Kitabın yazarı Yeni Zelanda'da yaşayan; eşi, dört çocuğu, on üç torunu ve torunlarının çocuklarıyla zaman geçirmekten hoşlanan; yün eğirme, örgü örme, ağaç tornacılığı gibi renkli uğraşıları olan sevgili Joy Cowley imiş.Kitaptan önce yazardan bahsettim çünkü bu giriş yazısı çok hoşuma gitti. Aklıma sevimli bir amca ve onun hayal dünyası geldi. Kitaba da o şekilde başladım.
Yılan ile kertenkele çölün ortasında bir şekilde tanışır ve arkadaş olurlar ancak birbirlerine sürekli sataşmaktan da geri kalmazlar. İçinde onların yaşadığı maceralardan kısa kısa hikayeler var. Bazı hikayeler çok ince düşünülmüş. Sanırım en çok dikkat çekeni de çölde para bulup bu muhteşem ikilinin ticarete atıldığı hikaye. Ben de daha önce "alışverişlerde takas dönemi başlasa işimden ayrılabilir miyim?" demiştim, hatırlarsanız. O yüzden bu hikaye daha da ilgimi çekti.
Kimi zaman saflıkla kiminde de kurnazlıklarla karışık bir duygu durumu var.
Kitap "ders verme" niyetinden ziyade "keyifli bir anlatımla yaşadığımız şeyleri bize gösterme" şeklinde yorumlanabilir.
"Ne olmak isterdin?" sorusunun devamında "Belki de en iyisi neysek o olmak" cevabı çıkıyor kitaptaki bir hikayede. Farklılıkların dost olmaya engel olmadığını da görüyoruz; neticede biri yılan biri kertenkele :)

Okumayı sevmeyen çocukların da kıkırdayarak bu kitabı bir solukta bitireceklerini düşünüyorum.
Yazarın Türkçeye çevrilmiş ilk ve tek kitabıymış, umarım devamı gelir.

Devamını oku »

30 Mart 2014 Pazar

Uykuyu Depolayabilseydik :)

Kesin bu keşfi yeni anne olmuş biri yapardı :)
Ya da eşinin sızlanmalarından usanmış bir erkek :)
Kim olduğu önemli değil, neticede şimdiye kadar yapılmış olurdu herhalde.
Hamilelik haberini paylaştığım hemen hemen her anne bana "amaaan uykusuz günler/geceler seni bekliyor" dedi. Kimi bunu "bunlar daha iyi günlerin" kıvamında söyledi; kimi de "sen şimdi bol bol uyu" diye tavsiye verdi.
Haklı olduklarını biliyor(d)um da uyku dediğimiz şey henüz depolanmıyor ki, ben ne yapayım :)
32. haftalık izne ayrılıştan sonra yürüyüş, kitap okuma, film seyretme, canının istediğini yapma ve tabii ki uykun geldiyse uyuma sürecini izledim. Rahatladım. "Şunu da yapsaydım" dediğim şeyler pek az. O kadar da olsun değil mi :)
Doğuma dinlenerek girmenin önemini okudum hep kitaplarda. Yürüyüşlerde tempolu yürüyüp kendimi az yorsam da -ki bu da bir nevi kafa dinlenmesi- genelde zihnimi duru tutmaya çabaladım. Ondandır ki içimden bir dolu şey şey gelse de kendimi doldurmamak için haberlere, gündeme bakmamaya çalıştım.
Şimdilerde Elifle beraber sağa sola döndüğümüz için geceleri doğal olarak -tuvalete gitme ile birlikte- sık uyanıyorum. Bu da beni doğum sonrasına hazırlıyormuş. Mantıklı.
Peki ya uykuyu depolayabilseydik, hiç düşündünüz mü neler olurdu?
Muhtemelen bunu keşfeden kişiye Nobel ödülü verilir, anneler tüm birikimlerini bu depoyu alabilmek/saklayabilmek için harcardı. Uyumayan bebelere de çaktırmadan birkaç doz verilir, bazı günler rahat edilirdi.

Uykuya çok düşkün biri değilim neyse ki. Tek sorunum çok uykusuz kalınca gelen baş ağrıları. O yüzden ben şimdiden -herkesin tavsiye ettiği gibi- bolca uyuyayım da doğumdan sonra "iyi ki uyumuşum o zamanlar" diyeyim :) Yani bana söylenen şeyin mantığı bu olmalı :) Ya da ben böyle atıp tutmayayım da bir de doğumdan sonra-inş.- konuşayım. Bakalım o zaman neler diyeceğim size.

HERKESE MUTLU TATİLLER & KALİTELİ UYKULAR DİLERİM(Z) :)
Devamını oku »