Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




24 Ağustos 2014 Pazar

Büyük Resim :)

Geçen yazımdan sonra sevdiğim birinden bir mesaj aldım. "Müsait olunca ara beni" yazıyordu. Aradım. Karşımdaki "e anlat" dedi. Deli mi ne, dedim. "Sen aradın ya, sen anlat"... Meğer benim yazıma dertlenmiş, konuşmak isterim de konuşamam/arayamam diye kendisi aramış :) "Aslında anlatacak çok da bir şey yok"un altından 40 dakika geçti :) Bir de anlatacaklarım olsaydı, vay halimize.
Yazının altına yorum bırakanlar, bana mesaj atan, mail atan... Aaaa şaştım kaldım yahu. Teşekkürler öncelikle.
Ben de "acaba pire için yorgan mı yakıyorum" diyordum.
Çünkü blogumu çok seviyorum.
Ve fark ettim ki bazı şeyleri ben içselleştirmişim. (tabii bunu anlamamda karabalığın da yardımı oldu)
Azıcık daha büyüyüp yoluma devam etmeye karar verdim :)
Önceki yazımda bahsettiğim minik değişiklikleri düşünüyorum şimdi.
Ve tabii ne kadar süreceğini bilmesem de keyifli sohbetlerin peşindeyim.
Belki de yazdım, rahatladım.
Umuyorum ki, şimdilik buralardayım,
Çünkü büyük resme odaklanmak istiyorum...



Devamını oku »

22 Ağustos 2014 Cuma

Bu Aralar

Canım biraz sıkkın.
Neden olduğunu bilmiyorum.
Belki biliyorum da kendime itiraf etmesi zor geliyor.
Bazen diyorum; keşke balık burcu olmasaydım.
Bu kadar duygusal, hassas ve kırılgan olmazdım.
Sonra düşünüyorum...
O zaman da "ben" olmaz, başka biri olurdum.
Bunu da istemiyorum.
Birisi kötü bir söz söylediğinde ya da alanıma girdiğinde sınırları çok net çizebilmek isterdim, kendimle savaşmak yerine.
"Aman karşı tarafı kırmayayım" diye diye bazen kendimi ne kadar hırpaladığımı görüyorum.
Nedense yazma ihtiyacı hissettim, ben bu blogu ya da buradaki yazıları tamamen hobi amaçlı yazıyorum.
Yazarken rahatlıyorum, yeni ve güzel insanlarla tanışıyorum, öğreniyorum, araştırıyorum, şimdi yaptığım gibi dertleşiyorum.
Kaynak: burada
Birkaç gündür fark ettim ki blogumu ve sosyal medyadaki tüm hesaplarımı kapatmayı düşünmüşüm. (bilinçaltı)
Bundan kimsenin- doğal olarak- bir eksiklik hissetmeyeceğini de biliyorum.
Ama benim için yazmak/paylaşmak gerçekten bir ihtiyaç.
Neyse ki karşıma dürüst ve güzel insanlar çıkıyor.
Bazen de tıpkı hayat gibi gönlümü incitenler.
Sanal bir dünyada kime neye kırılıyorum halbuki değil mi :) Saf mıyım neyim :)
İşte o zaman diyorum yine "keşke bu kadar kırılgan olmasaydım" diye.
Ama "keşke" demek de istemiyorum.
Bloga henüz yazmadım ama "2 balık 1 kedi"deki "1 kedi" olan Lokum'a bir hayli çok üzülüyorum.
Elif uykuyu pek sevmeyen, uykuya geçişi zor olan ama çok tatlı bir bebek :)
Belki biraz uykusuz kaldığımdan olsa gerek sağlıklı düşünemiyor da olabilirim.
Hani bazen karşındakini samimi görürsün ve sen de öyle davranırsın hatta fazla fazla içini dökersin.
Sonra bir de bakarsın ki aslında aynı yöne bakmıyormuşsunuz.
İşte böyle zamanları ben kolay atlatamıyorum. "Ama neden ki" ler beynimde sürüp gidiyor.
Halbuki hayat kısa değil mi, antin kuntin işlere de bu kadar takılmamak lazım.
Ama işte değer verdiğin biri(leri) bunu yapınca ben biraz dalgalanıyorum.
Neyse ki sonra duruluyorum.
Eğer blogu kapatmazsam birkaç değişiklik düşünüyorum, öyle basit bir şeyler. "Amatörce" yani :)
Dedim ya ben blogumu sadece hobi amaçlı görüyorum.
"Annelik sohbetleri"ni de aynı şekilde sohbet etmek amaçlı yazıyorum, paylaşıyorum.
Kim bilir belki ben de biraz dolmuşumdur...
Neyse Elif, ayaklarıyla oynadığı perdeyi kafasına indirmeden ben kaçayım.
-Umarım- yine görüşmek üzere, blog :)

** Yazdıklarımı kimse üzerine alınmasın olur mu; bu yazıyı mesaj amaçlı yazmadım. Sadece içimdekileri yazmak istedim.


Devamını oku »

21 Ağustos 2014 Perşembe

Anne(lik) Sohbetleri : Filiz & Eylül & Duru :)

Hani bazı insanlar vardır; görmeseniz de yüz yüze konuşmasanız da sadece yazdıklarından kanınız hemen o insana kaynar. İşte Filiz onlardan biri benim için. Blog sayesinde tanıştık ve her gün sosyal medyada neler yaptıklarını, bahçeden ne topladıklarını merakla takip eder oldum. Hazır bu kadar meraklıyken annelik sohbetinde de buluşalım istedim Filizle :)

Sevgili Filiz;
Merhaba Esra, ilgiyle takip ettiğim Annelik Sohbetlerine dahil olmak mutluluk verici, teşekkür ederim :)

İlk sorum “2 çocuklu hayata alıştın mı?” olacak :)
Yaklaşık 2,5 aydır iki çocuk annesiyim ama hala durumu tam olarak idrak edemedim diyebilirim. Bazen Duru’ya bakıp ‘Sen bir hayal değilsin di mi?’ diye soruyorum. Her iki çocuğun da farklı aşamalardan geçişi başlı başına bir alışma süreci olduğu için ne zaman kendime ‘tamam ben oldum’ diyebileceğim bilmiyorum. Ama uykusuzluğa alıştım orası kesin :)

Annelik maceraların nasıl başladı?
Eylül evliliğimizin ikinci yılında dünyaya geldi. Evlendiğimde bebek için daha uzun süre bekleriz diye düşünüyordum ama hormonlar devreye girdi sanırım, çocuklara karşı son derece mesafeli birisiyken bir anda çocuk sahibi olmayı istediğimi fark ettim. Bebeklerin de her çağrıya cevap vermediğini, gebeliğin şıp diye olan bir şey olmadığını da tecrübe ettim :)
İkinci çocuk için karar verirken en önemli etkenlerden birisiEylül’ün gelişimiydi. Eylül 5 yaşına yaklaşırken ailecek hazır olduğumuza karar verdik.
Böyle yazınca bebek ‘sipariş formunu’ doldurunca kapınıza geliyormuş gibi oldu sanki :) Anne-baba olmak isteyenleri yanıltmayayım, siz hazırım deseniz de eskilerin dediği gibi bebekler ‘vakti-saati’ dolunca geliyor…

Doğum hikayelerini anlatabilir misin?
İlk gebeliğim sorunsuz geçti, önceliğin normal doğumdu, sezaryen de doktorumun gerekli görmesi durumunda kabulümdü yeter ki sancı çektikten sonra ameliyata gitmeyeyim diye düşünüyordum. Artık nasıl bir mesaj gönderdiysem her iki sezaryene de sancı eşliğinde gittim! İlkinde suni sancıyla normal doğumu denedik, mecburiyetten operasyona geçildi; ikincide de Duru annesi gibi dediğim dedik bir ‘ikizler’ olduğunu kanıtlayarak ‘siz çağırdınız diye değil, kendim istediğim için geliyorum’ dedi ve önce çaktırmadan doğum ağrılarını başlattı, sonrasında da operasyon saatine kadar annesini kıvrandırdı ;)
İlk doğumumdan sonra fiziken zor toparlandım Allahtan Eylül  tam anlamıyla ‘yeni başlayanlar için ideal’ bebekti. Sıkıntı çıkarıp acemiliğimizi yüzümüze vurmadı :)
Duru da doğum sonrası yoğun bakımda kalınca ben kendimi unutup iki günde ayaklandım, hastane ziyaretleri, süt sağma çabaları derken ilk on beş gün uyuşturulmuş gibiydim…Kızımızı alıp evimize gelince start verdim ben lohusalığa :)

İkinci çocuk kararını alırken zorlandın mı; çekincelerin oldu mu? ( Çok özel değilse)
Karar aşaması benim için sancılı bir dönemdi;hem uygun zaman diliminin geldiğini, Eylül’ün kardeş istediğini görüyordum hem de kardeşi gelince Eylül’e haksızlık olacakmış, ondan zaman/ilgi çalacakmışım gibi düşünüyordum. Gebelik sürecinde de bu dalgalı ruh halim devam etti. İkinci bebeğimi de Eylül kadar sevebilir miyim diye düşünüyor, hem de bunu aklıma getirdiğim için kendimekızıyordum. Ama Duru doğup da gebelik hormonlarının kıskacından çıkıncaherşey normale döndü. Kızlarıma sarılıp gözlerimi kapatınca, dünyanın en mutlu insanı benim :)

Bahçeli bir evde yaşıyorsunuz ya da bağ/bahçe işlerine yakınsınız sanırım. Toprakla uğraşmak sana, Eylüle iyi geliyor mu?
Benim çocukluğum bahçeli bir evde geçti, toprakla olan bağım hiç kopmadı. Eşim de ormanlık bir kampüste büyüyen şanslı çocuklardan, bu yüzden çocuklarımızı mümkün olduğunca doğal bir ortamda büyütmek; toza toprağa dokunarak oynamaları, ağaçları/hayvanları tanımaları en büyük hayalimizdi. Yaşadığımız ilçeye üç yıl önce tayin olduk, ailelerimize (Konya ve Antalya’ya) yakın oluşu ve şehir karmaşasından uzak oluşu tercih nedenimiz oldu. Evimizin iki komşumuzla paylaştığımız büyük bir bahçesi var,önceden yan komşumuzu bile tanımazken burada eski dizilerden hatırladığımız komşuluk ilişkilerinin sürdüğünü gördük…
Bahçeyle uğraşmak benim için terapi gibi, Eylül’ün de çok hoşuna gidiyor bu işler. Bu sene kendisine bir bahçe yaptı; kendi elleriyle mısır, ayçekirdeği ekti, bizden gördüklerini uygulayıp onları suladı-gübreledi :) Havuç, mısır, patates gibi pek çok sebzeyi de Eylül nasıl yetiştiğini öğrensin diye ektim, birlikte büyüme süreçlerini takip ettik. Şimdilerde yediği her şeyin tohumunu-çekirdeğini götürüp bahçesine ekiyor :)
Doğadan aldıklarımızı bir şekilde yerine koymalıyız, toprağın kıymetini bilmeliyiz, bunun farkında olan nesiller yetiştirmeliyiz diye düşünüyorum. 

Eylül, Duru eve geldiğinde neler yaptı; nasıl tepki verdi?
Doğum sonrasında yaşayacaklarımızı, bebeğin ilk günler çok ağlayacağını, benim ameliyat sonrası dinlenmeye ihtiyaç duyacağımı detaylı olarak Eylül’e anlatmıştım ama ilk iki hafta planladığımızdan çok farklı oldu. O karmaşayı anlamasını bekleyemezdim çünkü ben bile bazen doğum yapıp yapmadığımı sorgulayan bir ruh halindeydim…
Eve döndükten sonra Eylül kardeşine karşı nazik ve şefkatli davrandı ama dışarından gelenlere karşı çok hırçındı. Benimle birlikte kardeşinin kıyafetlerini katlıyor, seviyor ama komşuya çıkınca ‘Duru’nun ne çok kıyafeti var, bana hiç yeni birşeyler almıyorlar’ diye dert yanıyormuş :) Gel-gitleri devam ediyor yani. Okullar açılıp eski düzenine dönünce daha rahat olur diye umuyorum…
amaniiin, doğuştan kartal bu kızlar :)

Kardeş kıskançlığı diye bir şey var mı sahiden?
Kıskançlık canlıların doğasında var, makul sınırlar içerisinde kaldığı sürece engelleme taraftarı değilim. Şikayet etsin, gerekirse ağlasın, aklından geçenleri ifade etsin; kardeşinin varlığına bir şekilde alışacak ve kabullenecek diye düşünüyorum. Sadece kıskandığı durumun acısını çıkartma gibi bir girişimde bulunmasın, şimdiye kadar da böyle bir durum yaşamadık çok şükür.

İkinci çocuğu düşünen/planlayanlara neler tavsiye edersin?
İki çocuk arasında standart olarak ‘şu kadar yaş olmalı’ genellemesine takılmamak gerekli, önemli olan çocuğunuzun gelişim süreci, ailecek hazır olup olmadığınız. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da yük annelerin omuzlarında; karar verme stresi, duygusal dalgalanmalar sizi korkutmasın. İşi biraz da oluruna bırakın, planlama/düzenlemeleri doğum sonrasında halletmek daha kolay olacaktır. Çocuklarla ‘soyut’ bir kardeş kavramı üzerinden yapılan konuşmalar bir yerden sonra etkisinikaybediyor, herşeyi kolaylıkla kabullenen çocuğun kardeşi gelince çok daha farklı düşüncelere sahip olduğunu tecrübe edebiliyorsunuz.
Bildiğim kadarıyla ücretsiz izne ayrılacaksın ama bir müddet sonra çalışma hayatına geri döneceksin. 

Çalışmıyor olmayı tercih eder miydin?
15 Ağustos itibariyle ücretsiz izne ayrıldım, maalesef resmi doğum izni komik sayılabilecek kadar kısa!!
Çalışıp çocuklarına daha iyi imkanlar sağlamak mı; evde onların yanında olmak, okuldan gelen çocuğunu karşılayabilmek mi? Çalışan annelerin çıkmazı bu…Ben çalışan bir anne olmaktan çoğunlukla memnunum ama hasta çocuğunu bakıcıya/kreşe bırakıp gitmek gibi içimi acıtan durumlar da olmuyor değil.

Çocuklarla ilgilenirken sabrının cidden tükendiği zamanlar oluyor mu? O an’larda neler yapıyorsun? 
Zaten yapı olarak sabrı bol, sakin insanlardan değilimdir. Zaman zaman sabrımın tükendiği, patladığım anlar olabiliyor. Eylül’le girdiğimiz sözlü tartışmalar beni zorlayabiliyor, kurallara uymayı reddettiği zamanlar oluyor. Bu durumlarda eşim evdeyse durumu ona devrediyorum, O yoksa odadan çıkıp Eylül’ü de düşünmesi/sakinleşmesi için yalnız bırakıyorum. Sinirlendiğim durumlarda Eylül’e sarılmak da (tabi inadını kırabilirsem) sakinleşmemi sağlıyor :)

Yanlış bilmiyorsam Duru ile bir gaz/kolik maceranız sizin de oldu değil mi? Siz neler yaşamıştınız?
Evet Duru sayesinde kolik ile tanıştık ve da tanıştığımız memnun olmadık!!Üçüncü haftadan sonra bir anda başladı ağlama krizleri, akşama doğru aynı zaman aralığında bacaklarını karnına çekip ağlıyordu (nispeten azaldığı için geçmiş zaman muamelesi yapabiliyorum :) ). İlk günler çok zorlandık, tam da uykusuzluğumun ortaya çıktığı saatlerde Duru da ağlamaya başlayınca, kendimi uyuşmuş, algıları kapanmış gibi hissediyordum. Eşime bırakıp gidemiyor, hep kendim susturmaya çalışıyor, başaramıyordum, akşam saatleri yaklaştığında beni de stres sarıyordu. Zamanla ve de tecrübeyle ufak tefek müdahele şekilleri bulduk; ‘şşşşttt’ sesiyle sallamak, emzik vermek, arabayla dolaşmak, ılık kompres yapmak, saç kurutma makinesi açmak. Doktorumuzun önerisiyle birçok takviye/ilaç kullandık ve hemen hepsinin ise yarayıp yaramadığını anlayamadık :) Sonunda kendi rutinimizi oluşturduk; Duru yediye doğru huysuzlanıyordu, öncesinde ilacını veriyor, yıkıyor, karnını doyuruyor ve altı buçuk gibi uyutuyoruz. Banyonun da etkisiyle derin uykuya geçince sıkıntılı saatleri bazen uykusunda kımıldanarak geçiriyor, bazen de uyanıp ağlıyor. Hatta ben ‘Duru uyusun da şu işimi halledeyim’ dersem kesin ağlıyor :) Ağladığı durumlarda battaniye içinde sallamayla sakinleştiğini keşfettik, bugünlerde bolca kol kası yapıyoruz :)
Üçüncü aya girince biraz azaldı en azından süresi kısaldı ağlamalarının (çok şükür)…

Çokça kitap okuduğunu biliyorum ve ters durmadığım müddetçe her durumda kitap okuyabilirim demiştin :) Günün en çok hangi zamanları senin ve kitaplarının olabiliyor?
Kitap okumak biyolojik bir gereklilik gibi benim için, hemen her ortamda okuyabilirim :) Duru balkon salıncağında (serin havanın da) etkisiyle uyumayı seviyor, ben de yanında oturunca kitap okumak için ideal ortam oluşuyor :) Akşama doğru Duru’nun uyuduğu Eylül’ün de bahçeye oynamaya çıktığı saatler yine bana kalıyor…
Eylül’le rutin uyku öncesi okumalarımız bu ara biraz aksadı, şimdilik babayla devam ediyorlar, eski düzenimize en kısa zamanda dönebiliriz umarım…

Bir gününüz nasıl geçiyor?
Aslında tam olarak bir düzen oturtamadık, Duru’nun uyku süresi ve Eylül’ün tribal durumlarına göre şekilleniyor günümüz. Duru ile günümüz erken başlıyor; karnını doyurup sabah bakımını yapıp mutfağa geçiyoruz, ben kahvaltı hazırlarken Duru oyuncak ineğiyle hasbihâlediyor :) Eylül daha geç uyanıp kahvaltı yapıyor. Günümüz ise Duru’yu açık havaya çıkarmak, bolca konuşmak, oyuncaklarla ilgisini çekmek, banyo faslı, Duru uyurken Eylül’le oynamak, bahçe sulamak, kitap okumak, öğle/akşam yemeği hazırlamakla geçiyor…Ah bir de bakıştığım eliptik bisiklet var ki henüz ona sıra gelmedi, gelemedi…

Anne adaylarına neler tavsiye edersin?
Annelik çok kıymetli bir durum, dileğim arzu eden herkesin çocuk sahibi olması… Tecrübelerimden yola çıkarak; Anne adaylarına bolca okumalarını, araştırmalarını ve en önemlisi de her bebeğin farklı özelliklere sahip birer birey olduğunu unutmamalarını öneririm. Tecrübelere kulak verirken kıyaslama,genelleme yapmamak önünüzü açacak, sizin ve bebeğinizin daha huzurlu olmasını sağlayacaktır…

Katıldığın için çok teşekkürler çilek kızlarını öper& koklarım :)
Ben de çok teşekkür ederim, benim için farklı bir deneyim oldu :) Minik kitap kurdunu ilgiyle takip ediyorum…Sevgiler :)

"Acaba Filiz bugün hangi kitabı okudu/okuyamadı", "Eylül'ün keyfi nasıl?", "Duru'nun gazları geçti mi?" :) Aklıma geliyor öyle bunlar benim. 
Gerçekten de her doğum apayrı bir hikaye. Çoğumuz normal doğum istiyor ama kısmetimizde ne varsa onu yaşıyoruz sanırım. Kardeşler arası yaş farkına çok takılmamak, bunu biraz da ablayı/abiyi gözlemleyerek vermek konusunda Filiz'e hak verdim. Hayat bu neticede. Her şey her zaman planlarımıza uymayabiliyor.
Kısacası bu annelik sohbetini de çok ama çok sevdim ve bir dolu şey öğrendim.
Yeniden teşekkürler Filiz :)


Devamını oku »

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Merhaba DÜNYALI, Biz (de) Dostuz :)

     "Merhaba Dünyalı, biz dostuz" :)
      Çok sevdim bu lafı; birkaç aydır dilime dolandı.
      Sebebi de ayın 1'ini beklemeden -eğer çıkmışsa- koşup aldığım Dünyalı dergi.
      Daha önce derginin ilk sayısından bahsetmiştim. Şimdiye kadar 5 sayı okuduk ve hepsi birbirinden güzeldi. Lakin bir sıkıntısı vardı: çabuk bitiyordu :/ Banu ve Yıldırayla sıkı pazarlık yaptık; dergi 15 günde bir yayınlansın dedik; "ortada Banu ve Yıldıray kalmaz o zaman" dediler; "peki madem" dedik; ayda 1 olmasını kabullendik.
      Bir Dolap Kitap hangi işe girse ben hep heyecanla ve mutlulukla takip ediyorum. Sanki ben de o işin içindeyim gibi hissediyorum. Halbuki yeni işleri konusunda pek ketumlar :)) 
      Dünyalı'nın içinde neler olup bitiyor çok merak etmiştim. "Yayın Yönetmeni" ile bir röportaj ayarlayayım dedim; karşıma yine Yıldıray çıktı :) 
      Daha önce hem Banu hem de Yıldıray kitaplarıyla olan söyleşi ile "1 Kitap 1 Mektup" etkinliğine konuk olmuşlardı. Ve hatta BDK ile nasıl tanıştığımızı ama konuşamadığımızı da yazmıştım. 
      Her ne kadar Yıldıray "onu zaman gösterecek" dese de bence BDK'nın yaptığı en güzel işlerden biri oldu DÜNYALI. Tabii ki sadece onların emeği yok bu dergide. (Tam tanımadıklarım kusura bakmasın ama Beyhan İslam, Ezgi Keleş(gözler Usta'yı arıyor :P, Ege Erim sahiden de dergiye çok yakışmışlar.)
      Ben yine çok konuştum... Biraz susayım ve sorulara geçeyim en iyisi :)
          

     Doğal olarak ilk soru “Dünyalı” derginin nasıl oluştuğu hakkında J Sahi, nerden çıktı dergi fikri ve nasıl gelişti süreç?
Ben Milliyet Çocuk’la büyüdüm. Banu Doğan Kardeş’le büyümüş. İkimiz de çocuk dergisi denince benzer şeyleri düşünüyoruz yani. Gel gör ki bir kitapçı ya da gazetecide satılanlara kıyasla “dergi” denince bizim aklımıza gelen birbirine hiç benzemiyor.  Piyasadaki dergileri ele desen toplam 5 tane çıkartamıyorum iyidir bu diyerek önereceğim. Uzun lafın kısası, piyasadaki dergilerin büyük bölümünün okurlarını ciddiye alan, onlara gerçek içerik sunmayı amaçlayan dergiler olmadığının farkındaydık. Yani bir yerde kendi dergimizi kendimiz yapmak istedik.Ayrıca bunun Bir Dolap Kitap’ın yapması gereken bir iş olduğuna da inanıyorduk. Dolap’ta haftalık bir dijital dergi girişimimiz olmuştu ve tam 16 sayı yapmıştık hatta. Gerçi o çocuklara yönelik değildi ama çocuklarla ilgiliydi. Her neyse, bir çocuk dergisi yapmak fikri öyle ansızın gelmedi aklımıza anlayacağın. Zaten Dünyalı da öyle ha deyince çıkmadı. Önce bir maket hazırladık. Hazırladığımız maket Dünyalı’ya çok benzemiyordu ama olsun, nasıl bir dergi istediğimize dair fikir veriyordu. Sonra bu maketi sunduk. Tudem Yayın Grubu’yla yaptığımız görüşme çok güzel ve özeldi. Herkes Milliyet Çocuk’la şerbetlenmişti, herkes benzer bir dergi yapmak istiyordu. Derken Gezi Direnişi başladı. Onun rüzgârını da arkamıza alıp kolları sıvadık. Derginin ortaya çıkması için birkaç ay aralıksız çalışmamız gerekti. Kabaca, ilk sayıyı en az 5 kere yaptık diyebilirim. Ondan sonrasını biliyorsun zaten.

“Dünyalı” ismi nereden geliyor?
“Dünyalı” ismini Tudem Genel Yayın Yönetmeni İlke Aykanat Çam buldu. Biz dergiye ad bulmak için deli danalar gibi dönenip dururken, o, sakince “Dünyalı olsun,” dedi. İçeriğini, ilkelerini ve hedeflerini göz önüne alınca Dünyalı adı dergiye cuk oturdu. Dünyalı’nın söylediği söz kabaca şu: “Çocuklar da yetişkinler gibi bu dünyada yaşıyor. Bu dünyada ne oluyorsa çocuklara da oluyor. Öyleyse olan biten her şeyden çocuklar da haberdar olmalı.” Hepimiz Dünyalı’yız yani.

      Bir sayının tamamlanması ortalama olarak kaç günde oluyor?
Bu çok zor bir soru. Kesin bir yanıtı yok. Bazı bölümler birkaç günde çıkıyor, bazıları birkaç haftada. Bu noktada Dünyalı’nın asıl dikkat edilmesi gereken özelliği şu: Çizgi öyküler hariç tüm içerik özgün olarak dergi için üretiliyor. Yazar ayrı, çizer ayrı, editör ayrı, grafiker ayrı çalışıyor her bir sayfayı. Sonra bir de matbaa ve dağıtım süreci var. Üstelik tüm bu işler her ay sıfırdan yapılıyor. Sıkışık bir takvim.

      Konulara nasıl karar veriyorsunuz? (en merak ettiğim sorulardan biri de bu)
Konuların bir kısmına gündem karar veriyor. Gündemdeki önemli meseleleri, dolaylı da olsa dergide konu ediyoruz. Bunun yanında merak ettiğimiz bir sürü konu var, onları da içeriğe ekliyoruz yeri geldikçe. Yazarların, çizerlerin ve grafikerimiz Bahar’ın da önerileri oluyor. Eşimizden dostumuzdan da öneriler geliyor. Tudem’de editörler, genel yayın yönetmeni ve biz toplantılar yapıyoruz. Her sayı için aşağı yukarı bir tema, bir yaklaşım belirliyoruz, tüm önerileri ve üretilmiş içerikleri buna göre değerlendirip o sayıyı inşa ediyoruz. Sonra üretim başlıyor.

5    Kaç kişilik bir ekip oluşturuyor dergiyi ve iş bölümü nasıl yapılıyor?
Dergiye emeği geçen, katkı sağlayan çok kişi var. Kaç kişilik bir ekip olduğunu söylemek zor. Yazarından, çizerinden depocusuna kadar onlarca kişi çalışıyor Dünyalı için. İş bölümü de şöyle oluyor: Yapılacak ne iş varsa yapabilen üstleniyor. Böyle söyleyince dağınık bir çalışma yöntemi gibi algılanabilir ama değil elbette. Herkes zaten yapacağı işi biliyor ve gerektiğinde daha fazlasını yapmaktan çekinmiyor.

      Derginin hitap ettiği yaş grubu 7 ve üzeri mi?
Biz yola 8 yaş ve üzeri bir dergi yapmak üzere çıktık. Bu”…ve üzeri” ifadesini çok ciddiye alıyoruz. Daha derginin tek bir satırı bile ortada yokken benimsediğimiz hedeflerden biri dergiyi yetişkinlere de okutmaktı. Geri dönüşlerden bunu başardığımızı anlıyorum. Asıl ilginç olansa 7, 6 ve hatta 5 yaşında okurlarımızın olması. İşte bunu beklemiyorduk. Verdiğimiz maketleri yapıp ya da çıkartmaları yapıştırıp fotoğrafını bize gönderenler arasında 5 yaşında okurlarımız var. Bir arkadaşımın 6 yaşındaki ikizleri her ay bir kere anne babayı oturtup bir güzel okutuyormuş dergiyi.

 “Dünyalı” için “Milliyet Çocuk” dergisinin devamı/mirası diyebilir miyiz?
Eğer dersek haddimizi aşmış oluruz. Milliyet Çocuk bizim için önemli bir rehber çünkü çok önemli kafaların ellerinde yapılmış iyi bir dergi. Abdi İpekçi’nin, Tarık Dursun K.’nın, Ülkü Tamer’in yönettiği; Haldun Taner’in, Aziz Nesin’in, Yalcvaç Ural’ın, Orhan Boran’ın ve daha birçok önemli ya datanınmış kişinin yazdığı bir dergi Milliyet Çocuk. Düşün ki sağlık köşesini Cüneyt Arkın yazıyormuş!Günün birinde birileri benim bugün Milliyet Çocuk’u andığım gibi Dünyalı’yı anarsa iyi bir iş yaptık demektir.

      Okurlardan geri dönüşler nasıl; çocuklardan mektuplar geliyor mu J
Okurlardan geri dönüşler genellikle olumlu yönde. Şimdilik kimseden bir şikâyet gelmedi. Fakat okurlardan mektup az geliyor. O iletişimi sağlayamadık bir türlü. Bu eksikliği gidermenin yollarını arıyoruz.

      Derginin konuları sabit mi yoksa daha da genişletmeyi/arttırmayı düşünüyor musunuz?
Dergide belli konulara ayrılmış köşeler var ve bunların devam etmesini istiyoruz. Derginin içeriğini genişletmek ve geliştirmek için sayfa sayısını artırabilmemiz gerekiyor. Bu da bazı koşullara bağlı. O koşulları sağladığımızda Dünyalı’nın içeriği gelişecek ve çeşitlenecek elbette.

 Gerçekten de hediyesi/posteri olmadan bir dergi satmaz mı?
Satmaz. Çünkü esas olan içerik değil. Bunu sadece okurlar açısından söylemiyorum; çoğu derginin üreticileri için de içerik esas değil. Bu nedenle derginin fark edilmesini ve tercih edilmesini sağlamak başlı başına bir iş. Hedef kitle çocuklar olunca onları kandırmak için Çin işi dandik oyuncuklar ve biraz da JustinBieber posteri devreye giriyor. Dergileri üretenler de biliyor ki, okuma eylemi hedef kitlenin esas ilgi alanını oluşturmuyor. Biz bunu dükkân dükkân dolaşarak araştırdık. Gazetecilerin, kitapçılardaki satış elemanlarının hepsi de (istisnasız hepsi, abartmak için söylemiyorum yani) çocukların dergi seçerken armağanlara bakarak karar verdiklerini söyledi. Yetişkinler kıstası ise, derginin eline verildiği çocuğu ne kadar uzun süre oyalayacağıyla sınırlı çoklukla. Yani önemli olan yetişkinler bir işle uğraşırken, araba kullanırken, uçakla seyahat ederken ya da arkadaşlarıyla laklak ederken çocuğun sorun çıkarmadan uzun süre sessiz sedasız bir kenarda sabit durması.

      Derginin konuları için kaynak taramasını nereden yapıyorsunuz? (sadece internet mi?)
Derginin içerikleri hazırlarken kullandığı kaynaklar çok çeşitli. Doğrudan ulaştığımız, konunun uzmanı kişiler var mesela. Bu kişiler bize doğrudan içerik verebiliyor ya da danışmanlık yapıyor. İyi kullanılırsa internet müthiş bir kaynak. Bloglarda insanlar deneyimlerini paylaşıyor, kaynak gösteriyor. Ayrıca Dünyalı’nın raflar dolusu kaynak kitabı var. İçeriğin nitelikli ve doğru olması için çok çaba harcıyoruz. Örneğin sanat bölümünün yazarı Nihal Elvan Erturan hakkında yazdığı sanatçıya, ona olmazsa temsilcisine, ona olmazsa sergisini düzenleyen galeriye, müzeye ulaşıyor, gereken malzemeyi doğrudan almaya uğraşıyor.

     Önümüzdeki sayılarda bizleri ne sürprizler bekliyor? (hani belki birkaç ipucu verirsinJ
Dergi normal akışına devam ederken bir yandan da yeni yazarlar, yeni çizerler ve yeni içerikler arıyoruz, bazılarıyla çalışıyoruz. Şimdilik bu kadarını söyleyebilirim.

     Derginin satışı belli şehirlerde mi var yoksa tüm Türkiyede “Dünyalı”yı bulabilir miyiz?
Dünyalı, Yay-sat aracılığıyla tüm Türkiye’ye dağıtılıyor. Elbette her dükkâna ulaşmıyor ama her kente ve KKTC’ye ulaşıyor. Ayrıca abone olanlar dergiyi istedikleri adrese getirtebiliyorlar. Eski sayılar da tudem.com adresindeki Dünyalı sekmesinde online olarak satışta.

 Ne kadar harika bir iş yaptığınızın farkında mısınız? J

Bunu hayat gösterecek.
Cedric'e benzettiğim Piko :) Çok neşeli bir karakter
Son sayının Temmuz-Ağustos olarak çıktığını fark etmeyip 1 Ağustosta marketleri, kitapçıları gezip "bu sayı neden gecikti ki" diye düşünüp BDK'ya mesaj atmıştım :) O kısım biraz dalgınlığıma gelmiş olabilir :)
DÜNYALI'yı ben neden seviyorum?
Öncelikle dergi okumayı seviyorum. Üniversitedeyken yıllardır biriktirdiğim Atlas ve NG dergilerini taşınma sebebiyle vermiş olmak hala yaradır içimde. 
Çocuk dergilerini okumayı seviyorum. "Okuma" kısmının özellikle altını çizmek lazım. Piyasadaki içerik yoksunu dergilerden bahsetmiyorum. O yüzden bence Dünyalı büyük bir boşluğu doldurdu. İçerisindeki konuları çok sevdim. Sahiden de bilimi, sanatı, doğayı daha anlaşılabilir ve zevkli kılıyor. Çizimleri bir harika. Yani içerik dolu dolu. Yeni sayıyı elime aldığımda sayfaları önce hızlıca çeviriyorum; bu ay kim ne yazmış diye :) Sonra da yavaş yavaş sindire sindire okuyorum. Yıldıray bana kızacaksın ama çabuk bitiyor bu dergi :)) Bir sonraki ayı beklemek zor oluyor. Ama elbette ki bu kadar yoğun emek olmasa yani alelade yapılsa herhalde haftalık bile çıkar-dı. Yani biz halimizden memnunuz.
Lafı yine uzattım ama "Dünyalı" adının nereden geldiğini okuyunca da çok şaşırdım, hiç o açıdan düşünmemiştim. Ne kadar doğru/güzel bir bakış açısı.
Bak yine aklıma geldi:
 "Merhaba Dünyalı, biz dostuz" :)

4 Eylül 2014* tarihine kadar DÜNYALI hakkında merak ettiğiniz soruları bu yazının altına yorum bırakabilirsiniz. Yapacağımız çekilişle 2 kişiye DÜNYALI derginin yeni sayısını (Eylül) göndereceğiz.
* Oldukça güncel ve dinamik yapısıyla Dünyalı derginin web sitesine de bir göz atın derim :)
** Elif aslında dergiye bir mektup göndermek istedi ama sevgili ana-babası çekindi; acaba çekinmeseler miydi :)

Devamını oku »

19 Ağustos 2014 Salı

Şeker Portakalı :)

Şeker Portakalı'nı ilk okuduğumda ortaokuldaydım sanırım, daha önce bahsettiğim Gönül Öğretmen sayesinde tanışmış olmalıyım Vasconcelos ile.
Boğazımda nasıl bir düğüm bırakmışsa artık ikinci okumamı yapabilmek için aradan yaklaşık 15 sene geçmesi gerekti. Bu nasıl bir kitap böyle?
Nasıl bir hikaye, nasıl bir karakter yaratma hali?
Latin yazarlar sahiden bu işi biliyor.
Böyle bir kitap, yaşanmışlıklar olmasa yazılabilir miydi bilmiyorum.
Bana hep yazar olmak için iyi bir gözlem yeteneği ve bol bir hayat tecrübesi gerekliymiş gibi gelir. Geri kalanlar da arkadan gelir elbet.
Şeker Portakalı sahiden de herkesin hayatı boyunca en az 1 -ama bence 3 belki 4 belki daha fazla- okuması gereken, ardında müthiş izler bırakan efsane bir klasik.
Serüvenler arası farklı bir kitap okuyayım derken gözüm Şeker Portakalı'na ilişti. Yine boğazım düğümlendi ama bu kez hatırlamak ve düğümü yeniden açmak istedim.
Elif uyurken :) okudum, bitti ve ben yine sarsıldım.
Çok etkileyici bir kitap.
Zeze, nasıl bir karakter?
Hikayesini açıkçası anlatmayacağım bile, bence gerek yok.
Her sayfasında bir dünya gizli. Kurşunkalemle nerelere not alacağımı şaşırdım.. Altı çizilecek o kadar çok satır var-dı ki...
Keşke elimdeki kitap eski baskılardan biri olsaydı dedim ama... Benim okuduğum kitap muhtemelen kütüphanedendi :/
Zeze,  5 yaşında ama sahiden de erken gelişmiş bir çocuk.
Şeker Portakalı fidanı ile öyle güzel sohbet ediyor ki.
Portuga ile olan diyalogların her birini buraya yazmak ve dönüp dönüp okumak isterdim.
Kitabın kapağını kapattığım dakika Elif uyandı :)
Sanırım annesine kitabı bitirmesi için izin vermişti, anlayışlı kızım benim :)
İleride onun da okumasını heyecanla beklediğim bir kitap Şeker Portakalı.

Okuyanların yorumlarını bekliyorum.
Sahi siz de kitabın kapağını kapattığınızda uzun bir müddet kendine gelemeyenlerden miydiniz?
Devamını oku »

17 Ağustos 2014 Pazar

Anne(lik) Sohbetleri: Esra & Bade Bahar & İpek Deniz :))

Esra ile yolumuz benim annelik maceram ile başladı. Aklıma ne takılsa Esra'nın fikrini mutlaka alıyor(d)um ve sağ olsun Esra o kadar detaylı cevap veriyordu ki bana, aklımda soru işareti kalmıyordu. Şimdi hayatında hem Bade hem de İpek var. Sorular da çifter çifter geldi o yüzden :)

Sevgili Esra, adaşım J
İki çocuklu olarak sohbet ettiğim ilk annesin. Haliyle ilk soru da oradan gelsin: Tek çocuk mu iki çocuk mu büyütmek zor?
Selam EsraJ Öncelikle “Annelik Sohbetlerinde” bana yer verdiğin için teşekkür ederim.
Tabii ki iki çocuk zor. “Tek çocuk hiç çocuk, iki çocuk çok çocuk” lafına katılmamak elde değil. Henüz 5 aydır iki çocuk annesiyim ama inan halen alışmaya çalışıyorum. Biri uyuyunca veya karnı doyunca, işin bitmiş olmuyor mesela J

Annelik maceraların nasıl başladı?
Çocuk sahibi olmaya Kanada’dan İstanbul’a dönüp, iş bulup evimizi kurunca karar verdik. Ben hemen olmasını istiyordum fakat bebekler istedikleri zaman gelirlermiş, bunu bilmiyordum. Bir yıla yakın bekledikten sonra hamile olduğumu öğrendim. Açıkcası endişelenmiştim. Şimdi düşününce en doğru zamanın aslında o zaman olduğunu idrak ediyorum. Her iki hamileliğim de sorunsuz geçti ve her ikisinde de yasal izne kadar çalıştım. İlkinde nazlı bir hamileydim. Hatta 3 aylık hamileyken bir arkadaşımın düğününe katıldım ve biri karnıma çarparsa diye dans pistine bile çıkmadım. Kar veya yağmur yağdığında kayıp düşersem diye kedi gibi kıvrılıp yattım J Yani anlayacağın ilkini ya bir şey olursa korkusuyla geçirdim. İkinci hamileliğim beklenmedik olmasına rağmen daha hazırlıklıydım. Seyahat ettim, spor yaptım, Bade’yle bol bol oyun oynadım.

Doğum hikayelerini kısaca anlatır mısın?
Normal doğum istedim ama maalesef gerçekleşmedi. Bade 16 Nisan 2012’de doğdu. 14 Nisan günü kontrole gittiğimde doktorum plasenta kaynaklı bir problem olduğunu belirterek pazartesi almamız gerektiğini söyledi. 39+4’de Bade sezaryenle dünyaya geldi. İkinci kez anne olursam normal doğumu denemek istiyordum hatta bu konuda araştırma yapmış, İnternet Anneleri’ninSSVD konuşmasına katılmıştım. İki doğumun arasında 4 yıl olması gerektiğini biliyordum, zaten ben de ikinci bebek konusunda kararsızdım ama İpek o kadar beklemedi. Bade 14 aylıkken hamile olduğumu öğrendim. Yurtdışında 18 ay arayla SSVD yapananneler olmasına rağmen doktorum 23 aylık aranın riskli olduğunu söyledi ve tekrar sezaryen oldum ama bu sefer her şey yolunda olduğu için 41.haftaya kadar bekledim, doğum başlasın diye. Hastaneye gittiğimde hemşire sancım olduğunu söyledi ama ben hissetmiyordum.Her ikisi de rahat geçmekle beraber, ikincisinde çok daha kolay ayağa kalktığımı ve daha bilinçle hareket ettiğimi söyleyebilirim.

İlk günlerde en çok hangi konularda zorlandın?
Emzirmekte zorlandım. Bade’yi yalnızca 40 gün emzirebilmiştim. Hiç emmek istemediği gibi sütüm yalnızca birkaç damla geliyordu. İlk günler sürekli ağlıyordum. Lohusalık hüznü denilen duygu durumu 15 gün sürdü. Emzirmek, doğal olarak gelişecekti. Bu konuda araştırma yapmama gerek yok gibi düşünüyordum ama benim hazırlıklı olmam gerekirmiş bunu anladım. İpek’i öğrendiğim andan itibaren emzirmeyi kafama koydum. Annelerin tavsiyelerinden yararlandım, emziren arkadaşlarıma danıştım, bir emzirme danışmanlığı firmasının sohbetine katıldım. Kısacası bebeğimi emzireceğim diye odaklandım. Doğumdan hemen sonra sütüm geldi ve İpek de emen bir bebek oldu. Emzirmenin anne ile bebek arasındaki bağı nasıl güçlendirdiğini anlamakla birlikte kimse bana o göğüs yaralarından bahsetmemişti! Bir ara dayanamayacağımı düşündüm ama sabah akşam sıcak-soğuk kompreslerle ve kremlerle süreci atlattım. Tabii ilk 40 gün 2 saatte bir kalkan bir bebekle uykusuzluk beni çok zorladı.

(En çok merak ettiğim soru) İpek’i Bade kadar sevemezsem endişesi yaşadın mı hiç?
Yaşadım, evet. Fakat İpek’i ilk gördüğüm anda o endişem uçup gitti. Anladım ki, bir annenin kaç çocuğu olursa olsun kalbinde o kadar yer olurmuş. İkisini o kadar çok seviyorum ki, çevrenin kızlarımı kıyaslamasından hiç hoşlanmıyorum. İkisi de ayrı ayrı güzel benim için.

Kardeşler arası kıskançlık olmasın diye yaptığın özel bir reçeten var mı?
Bade, 2 yaş sendromu yaşadığı dönemde abla oldu. Durumu ekstra hassas olduğu için aile bireylerinden bu konuda yardım alıyorum. İpek henüz çok küçük olduğu için zaman zaman onunla daha çok ilgilenmem gerekiyor. Aslında bu konuda şanslıyım çünkü çalışan bir anne olduğum için Bade anneannesiyle güçlü bir bağ kurdu ve bu dönemde ne anneannesi ne babası onu yalnız bıraktı. İpek uyuduğu ya da babasıyla olduğu zamanlar beraber dışarı çıkmaya, kitap okumaya veya şarkı söyleyip dans etmeye özen gösteriyorum. Birlikte içimi eriten diyaloglarımız oluyor. İpek’le ilgilenirken onu dışlamıyorum, bezini değiştirmesine yardım ediyor ya da biberonunu tutuyor. Hatta İpek ek gıda almaya başladığında kardeşinin yediğinden ona da veriyorum. Bu sayedeyoğurda, rendelenmiş meyveye tekrar başladı BadeJ

Takip ettiğim kadarıyla sporla hep iç içesin. Çocuklarla sahiden nasıl vakit kalıyor spor yapmaya?
Spor benim için diş fırçalamak gibi bir şey aslında. Dişimde hiç çürük yok, çok temizler artık fırçalamayayım demediğiniz gibi ben de spor yapmak için aynı şeyi hissediyorum. Ortaokul çağlarımda lisanslı voleybol oyuncusuydum ve bazı günler günde çift antreman yaptığımı bilirim. Ya okul ya spor ayrımına geldiğim noktada ailemle karar alarak okulu tercih ettim ve ben halen sporcu olsaydım nasıl olurdu diye merak ederim. Uzun yıllar sporla alakam olmadıktan sonra üniversitede tekrar başladım ve ilk hamilelik dönemi hariç hiç kopmadım. Bade’ye hamileyken 20 kg. alınca doğumdan sonra aynalara bakınca moralim bozulur olmuştu. Kendime hedef koydum ve 6 ayda hedefime ulaştım fakat gün geçtikçe spor bir nevi meditasyona dönüştü benim için. İpek’e hamileyken doğum yapacağım güne kadar yürüdüm, pilates ve yoga yaptım. Bu yüzden mi bilmem ama İpek daha sakin bir bebek oldu, ben de son güne kadar uzun çizmelerimi giydiğim, hiç şişmediğim rahat bir hamilelik geçirdim. Bade annemde olduğu günler işten çıkar çıkmaz deyim yerindeyse koşarak spor salonuna giderdim. Şu anda spor salonuna gitmeye vaktim yok ama gerekirse uykumdan yarım saat fedakârlık ederek çocuklar kalkmadan koşuyorum ya da yürüyorum. Emektar bir koşu bandım var. Eşimle çocuklar yattıktan sonra film/dizi izlerken ben pilatesmat’ında çalışıyorum ya da ağırlık kaldırıyorum. İnanın günde 30 dk. bile ayırırsanız fiziksel değişimden önce mental değişimi fark edeceksiniz. Bazıları bunu sadece kilo verme amaçlı düşünür ama benim yaşamımın bir parçası.

İşe dönmeyi düşünüyor musun?
Eveeeet! Hem de en kısa zamandaJ Şaka bir yana ben bir annenin çalışması gerektiğini düşünüyorum. Çalışmak illa ki sabah 9 akşam 5 bir ofiste çalışmak değil, üretken olmaktır. Üretken anne de çocuğuna iyi bir örnek teşkil eder diye düşünüyorum. Kızlarımın geleceği için de annelere negatif değil, pozitif ayrımcılık yapan bir kurumda çalışmaya başlamak istiyorum.

Sen de “ananeler can’dır” diyenlerden misin JBirlikte oldukça sık vakit geçiriyorsunuz sanırım değil mi? (Şanslısııııın, kıymetini bil esraaJ )
Evet, anneanneler candır, kesinlikle katılıyorum. Kızlarım annemle olduğu zaman içim çok rahat. Şu anda İpek de Bade de çok küçük olduğu için ikisine tek başıma birlikte bakmam çok zor ve bu konuda annemden başka destekçim yok. İpek’ten önce, çalışırken bazen Bade nasıl diye aramaya vakit bulamazdım ama bilirdim ki Bade iyi. Beni de anneannem büyüttüğü için onların hakkı ödenmez. Çocuk yetiştirme konusunda zaman zaman annelerle aynı fikirde olmasak da bir annenin babadan sonra en büyük destekçisi anne ya da kayınvalidedir.

Huy olarak İpek Bade’ye benziyor mu sence?
İpek henüz 5 aylık, daha çok huy değiştirir diye düşünüyorum ama şimdiye kadar daha az ağlayan, daha çabuk uyuyan, daha sakin bir bebek olduğunu söyleyebilirim. Bade’yi uyutmak için kucakta sallardık, bu sefer kucakta sallamak yok dedim. İpek’i doğduğundan beri yatağına koyarım, yanında durup saçını okşarım ya da ninni söylerim öyle uykuya dalar.

İki çocuklu hayatın (ya da çocuklu hayatın) sevdiğin tarafları neler? (zor kısımları soracaktım ama  vazgeçtimJ
İki çocuklu hayatın en sevdiğim tarafı ikisinin iletişimini görmek. İpek odada Bade olduğu anda onu takip ediyor ve kendince bir şeyler anlatıyor. Bade, İpek’in yanına oturuyor ve oyuncaklarını yanına diziyor. Birlikte gülmeye başladılar ve İpek büyüdükçe birlikte geçirdikleri vakit artacak. İpek ana kucağında ağladığında ve ben meşgul olduğumda Bade’ye sesleniyorum ve kardeşinin yanına gidip, emziğini takıyor ya da onu teskin etmeye çalışıyor. Bu anlarda, kardeş şart galiba diye düşünüyorum. Ben tek çocuk olduğum için kardeşi olanlara özenirdim, özellikle yaş arttıkça bir kardeşin varlığının önemini daha iyi anlar oldum. Evlenirken mesela, eksikliğini derinden hissetmiştim. Düşünsem gene de ikinciye cesaret edebilir miydim bilmiyorum ama bazen her şey olması gerektiği gibi ilerliyor galiba hayatta.

Uyku eğitimi verdin mi? İpek ve Bade nasıl uyuyor?
Uyku eğitimini Bade’ye verdim. Uykuya dalması sorun olduğu zamanlar olduğunda ve gittikçe ağırlaştığında onu sallamayı kestim. İlk günler çok ağladı ama ben yanında oturarak masal anlattım ya da kitap okudum. Zamanla uykuya daha çabuk dalar oldu. Bir dönem uykuya dalarken babasını istedi yanında, şimdi 28 aylık ve uykusu geldiğinde birlikte odaya gidiyoruz, pijamalarını giydiriyorum ve yatağına giriyor. Sonrasında kendi kendine uyuyor. İpek de, emzik ve rahatlatıcı bir müzikle kendi kendine uyuyor. Uyku konusunda sabırlı olmak şart. Bir de ben gündüz uykusu konusunda çok hassasım. İkisinin de gündüz uyuması için programımızı ona göre ayarlıyoruz.

Çocuklarla dışarı çıkarken evde bir şeyler unutmamak için ne yapıyorsun? (2 çanta ile mi çıkıyorsunuz mesela)
Dışarı çıkmak şu anda çok uzun sürüyor. Devasa bir çantam var ve genelde bazı temel şeyler içinden hiç çıkmıyor. Bezler, (Bade henüz tuvalet eğitimini tamamlamadı) su, mama, yedek kıyafet, ıslak mendil, toka, şapka, güneş koruyucu derken ben ayrı çanta almıyorum bir köşeye cüzdanımı ve makyaj çantamı sıkıştırıyorum. Hep büyük çantayla gezmekten kaçınmışımdır ama bir süre daha böyle devam edecek gibiJ

2 çocuklu tatil için tüyo verir misin?
Küçük iki çocukla tatile çıktığınızda size değil onlara tatil oluyor. Aslında bir nevi “businesstrip” çocukla tatil. Biz yazlığa gittik bu sene, aslında otele göre daha rahat olsa da nasılsa yazlık diyerek evdeki hemen her şeyi götürüyorsunuz. Tatilde evden farklı bir aktivite yapmak için deniz, havuz gibi eğlenceleri eşimle bölüşüyoruz. Şimdi sen havuza git, ben sonra giderim gibi. Bade’nin suyla çok arası yok o yüzden zorlamıyoruz. İpek de küçük olduğu için bu sene karı-koca birlikte deniz kıyısına inemedik. Anneanne-babaanne gibi destek kuvvet alabilirseniz işte o harika. Bir de kıyafetinize uygun bir sürü çantayı ve ayakkabıyı unutun, en pratik kıyafetlerinizi yanınıza alınJ

Anne adaylarına neler tavsiye edersin?
Çocuğunuz doğduktan sonra, kendinizi unutmayın. Her gün en azından 1 saat kendi kendinize kalın, ev işleri bekleyebilir. Siz mutlu olmazsanız, çocuğunuz da mutlu olmaz. Mutlu anne= Mutlu çocuk diye düşünün ve ileride çocuğunuza senin için saçımı süpürge ettim, tüm zevklerimden vazgeçtim demeyin. Yardım alabildiğiniz her an çekinmeyin, ben kendim bakarım yavruma demeyin.

İkinci Çocuğu düşünen/isteyen/planlayan annelere neler tavsiye edersin?
İkinci çocuğu istiyorsanız ve şartlar uygun görünüyorsa beklemeyin derim. Tabii benim gibi 23 ay arayla olmaması daha iyi. En azından tuvalet eğitimini tamamlayın.Şu anda zorlanıyorum ama birkaç yıl sonra ikisini birden büyütmüş olarak bunun keyfini sürmeyi planlıyorum;)

Çok teşekkürler, gülerken –maşallah- gözlerinin içi gülen tatlı kızlarını da bir dolu öperim…
Ben de Elif’i o mis kokulu başından öperimJ

Diğer anneler bozulmasınlar ama Esra editör olduğu için düzeltmeye/eklemeye hiç ihtiyaç duymadan siteye eklediğim bir yazı göndermiş; öncelikle bunun için teşekkür ederim. Benim spor hayatım şurada yazdığım gibi "yürüyüş"lerden ibaret olsa da Esra'nın azmini hep takdir etmişimdir. Yoksa hiçbir anne uykusundan fedakarlık yapıp kendini yollara atmaz. Ama sahiden de Esra'nın dediği gibi sadece zayıflamak için spor yapmak insanı spordan soğutabilir. 
Ah bir de aynı şehirde olsaydık da karşılıklı kahve içebilseydik seninle güzel anne :)
Tekrardan teşekkür ederim, katıldığın için.


Devamını oku »