Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




26 Kasım 2014 Çarşamba

Bu aralar / Sorgulamalar

Bazen sadece buraya yazmak bile rahatlatıyor beni, sonra taslaklara kaydediyorum yazdıklarımı ve yayınlamıyorum :) word belgesi açsam da aynı şey aslında ama blogumu seviyorum hem de çok. (Bu yazıyı da yayınlamazsam taslaklar "e bir yeter artık" diyecek.
Bu aralar bir takım sorgulamalar halindeyim. Hani ergenlik zamanı olur ya "kimim ben, hayattan ne istiyorum" vb. Şimdi aklımdakiler bunlara benziyor. Karşılaştığım birçok konuya eleştirel yaklaşmaya başladım.
"Çocuk eğitimi" bunların en başında elbette ki. "Mükemmel anne" olmaya çalışmıyorum çünkü zihnimde de öyle bir anne yok. Kendi annem gibi olmaya çalışmıyorum. Ama bazen fark ediyorum ki kendi annem gibi "olmamaya" çalışıyorum. Bu çaba da beni ikilemde bırakıyor haliyle. Yani doğrusu annemin yaptığı gibi onu biliyorum ama sanki o hareketi yaparsam anneme benzeyecekmişim gibi geliyor. Dün belki de ilk defa anneme"bizi gerçekten çok iyi yetiştirmişsin" dedim, güldü o da. Düşündüklerimle söylediğim şey zıt gibi görünse de tam olarak öyle değil. Annem kendi şartlarında ve kendi bildikleriyle bizi en iyi şekilde yetiştirdi,ona şüphem yok. Yoksa bu kadar harika insanlar olmazdık :) * Harika'dan kastım canım kardeşim aslında, benimle ilgisi yok harikalığın. Şaka bir tarafa, Elifle baş başa kaldığımız an'larda hep bunu düşünüyorum. "Onu ben yetiştiriyorum" diyorum. Ki benim aklımda olan ve hep istediğim bir şeydi, çocuğumun hamurunu kendim yoğurmam. Elbette ki gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta çocuğumuzun bizim bir uzantımız/devamımız olmadığını görebilmek. Ayrı bir birey olduğu algısı. Sağolsun Elif de şimdiden bunu pek iyi hissettiriyor. Hiç ben gibi değil. Sevmediyse "sevmiş gibi" yapmıyor, sevmediğini söylüyor. Açık ve net. Gelelim annemle ilgili olan kısma. Daha önce çok kez yazmışımdır, annem 41 yıl çalışmış çocukları çok seven bir emekli öğretmen. 17 yaşında atanmış, çalışabilmek için yaşını büyütmüş. Ve geçtiğimiz 24 Kasım'da inanamadığım kadar çok öğrencisi aradı. Hani abartmıyorum o gün telefon en az 50-60 defa çaldı. Annem kendini tanıtırken de soyadını söylemezdi, "Gönül Öğretmen" derdi :) Ama çok sağlam bir Başak burcu aynı zamanda. İşte bu iki özellik benim gibi rahatına düşkün bir Balık burcu için zaman zaman sıkıcı olabiliyordu. Öğretmenlerimin çoğu annemin arkadaşıydı ya da annem okula gelir ve benimle ilgili bilgileri hep güncel tutardı. Tüm bunları iyi niyetle yaptığını biliyorum ve bugün bir yere geldiysem (madden değil elbette manevi olarak, yani bu satırları bile yazıyorsam) onun emeği sayesinde. Hakkını cidden ödeyemem. Diğer taraftan da acaba az daha gevşek mi bıraksaydı bizi dediğim zamanlar olmuyor değil. Ki bu da normal sanırım. "Mutlu anne, mutlu bebek" lafı var ya; işte orada yazan "bebek" 29 yaşına da gelse annesinden etkileniyor sahiden. Annem 1 hafta bizimle kaldı ve bolllca Elifi sevdi, pardon "balım sultan"ı sevdi :) Yüzüne baktım hep gülüyor, torun sahiden başkaymış :)
İnstagram konusunda çok fazla gel-git yaşadığım bir dönemdeyim. Sosyal medyanın sadece blog kısmını kullanmaya dönmek istiyorum sanırım. Facebook zaten varlığını unuttuğum bir mecra. Twitter nadiren kullandığım bir mavi kuş. İnstagramı ise çok seviyordum. Ta ki bir aydınlanma yaşayana kadar. Tüm sosyal medyada var olan şu "beğen" butonuna iyice sinir olmaya başladım. Bir şeyler paylaşmak güzel ancak o "beğenme" hali de nedir? Yani hep bir rakamsal işlemler. Takipçi sayısı, beğenme sayısı... İnstagramı kullanırken bu sayıları hiç önemsemesem de varlıkları bile beni rahatsız etmeye başladı. "Görüp geçmek" ya da "varsa bir söyleyeceğimiz yorum yazmak" da yeterli benim için. Sevmediğim diğer bir tarafı da insanların kavgaya tutuşması. O nasıl bir şey ki? Çok sade bir fotoğraf paylaşılıyor ve altına gelen yorumlarda "ooo paranız var geziyorsunuz, giyiniyorsunuz" vs. yazılıyor. Benim başıma hiç gelmedi ama okuduklarımdan sonra iyice uzaklaştım. Hava atma mecrası olarak da kullanılıyor, onu da yazmadan geçmeyeyim. Okunan kitaplar, gidilen konserler vs. Paylaşmak güzel bir şey ama sanki onun da bir ayarı olmamalı mı? yani kuafördeki saç boyanırkenki fotoğraf ya da banyo lavobosundaki kılların da paylaşılmasına gerek var mı? Ben bir şeylerin karar merci değilim elbette, en çok söylenen laf "beğenmezsen takip etme" :) Peki, etmem.
Bir de kendi içimde de "ya ben şimdi bu fotoğrafı neden paylaşıyorumki, amacım ne?" dediğim öyle çok an oldu ki... Benim asıl dünyam blogda yazdıklarım. Ancak blogumu duymayan/bilmeyen ya da yazdıklarımı okumayanlar instagramdaki "o an"lık fotoğrafımı beğense ne olur ki? hayatıma dahil mi olur? Bence olmaz. Fotoğrafların altındaki yorumları bile okumadan geçenler var. Kişi belki sadece çiçek fotoğrafı koymuş ama altına bir dolu güzel şey ya da anısı olan bir şeyler yazmış, belki de bir yakınını kaybetmiş... Refleks olarak "kalp" ile beğenmemiz ne kadar samimi?
Bu blogun eski adı: kahvenin yanında :)
Aklıma takılan bir diğer konu da elbette ki arkadaşlık. geçen gün de yazmıştım aslında biraz. Orada takılıp kaldığımdan değil ama bazen şunu da düşünüyorum. Sosyal medya ya da cep telefonlarıyla birbirimize yakınlaştık mı yoksa birbirimizden uzaklaştık mı? Sanki yakınlaşırken uzaklaştık... Çok kısa sürede birbirimizden haberdar olmamız birbirimize olan ilgimizi arttırmadı sanki. Herkes biraz kendi kabuğunda kendi hayatında yaşar oldu. Çok "gündelik" olduk, "nasılsın, iyiyim canım, sen nasılsın" :) hayatımızın özeti bu kadar mı?

Bu ara burnumu sızlatan diğer bir konu da Lokum. Şu alerji işinin bir çözümü olsa ve karabalık o tedaviden olsa bebek-kıl-tüy demeden Lokum'u geri alırdım. Bu arada Lokum cidden iyi,.(Tangül, burada lafım sana, o hala benim kedim, çok sahiplenme, ne oluyor öyle birlikte uyumalar falan :)
Lokum hep hayatımda olacak diye düşünmüştüm ben. Yani nereye gitsek ve ne yapsak o hep bizimle olacak. "2 Balık 1 Kedi 1 Elif" olarak... Kısmet değilmiş diyeyim, lafı daha uzatırsam laptop da yıkanacak :/

Geçen gün eski fotoğraflara baktım. Sonra da ağladım. Eski fotoğraflar insanı neden ağlatır hiç bilmiyorum. O günleri özledim desem, ki olabilir. Çok şükür bugünlerimizden de memnunum. Yani o an'ı yaşamak daha güzel değil midir? (Gece, yine sana selam gönderiyorum buradan) Ama arada fotoğraflara bakıp kaçamak da yapılabilir sanırım.

Bir diğer konu"ne yapmak istiyorum". Aslında şu ara Elifle "iyi vakit geçirici" olmaktan o kadar mutluyum ki. Her gün bloguma da bir şeyler eklesem, kitap okusam ve yarının yemeğini yapıp yatsam oh değmeyin keyfime. daha ne olsun zaten değil mi :) Benim hiçbir zaman "daha daha daha fazlası"nda gözüm olmadı. İşe girerken de şöyle dua etmiştim. "Sevdiğim iş olmayacağını biliyorum ama en azından kira, faturalar vs. dışında kitap,cd alacak kadar param kalsın." :) Sevdiğim iş olmayacağını nereden biliyordum??? Hmmmmm, cevap önceki yazılarımda olabilir.

Kendimle ilgili sevmediğim bir özelliğim de çok ama çok alıngan olmam. Yani sanki biri çok basit bir şey söylese o cümleden kendime nem kapacak bir şeyler cımbızla çekiyorum. Neden böyle oluyor hiç bilmiyorum. En azından bunun farkına varmam bile beni arada rahatlatıyor :) Belki bir gün bu satırları daha da açarım, kim bilir. Ne de olsa her insan bir deniz :)

"Kardeşlerin ayrı şehirlerde yaşamaları yasaklanmalı ve bu yasak hemen bugün uygulanmalı" diyorum. Kimler bana katılıyor? Zaten hepi topu 1 tane kardeşim var. O da uzakta :/ Teyze olacağım inşallah, yeğenim beni tanıyamadan büyüyecek :/ Bu duruma canım sıkılıyor. Neyse ben kendimi hiç özletmem, fırsatını bulur hemen koşarım onların yanına.

Döndüm dolaştım, yine annelik konusuna geldim. geçen günlerde çok fena birkaç aydınlanma oldu ve ben o meşhur annelik vicdan azabıyla tanıştım. kendisi hala içimde bir yerlerde ve hala beni kaşımaya devam ediyor. Ne kadar üzülsem de ondan kurtulamayacağım sanırım, bu konuyu da ayrıca anlatmak istiyorum. Konu başlığımız uyku... Evet şu meşhur mesele.

Siz de çocuğunuzun geleceğinden kaygı duyuyor musunuz? Elbette ki dediğinizi duyar gibi oldum. Ya da benim kulaklar paslandı :) Haberleri hiç izlemesem de -ciddi anlamda şu an Dünya ve Türkiye gündeminden uzağım, bir ara baktığımda Kenan Işık başını çarpmıştı, üzüldüm, daha da baktım, umarım iyileşmiştir- ülkenin malum gidişatından haberdarım. Bu konuya canı sıkılmayan var mı bilmiyorum. Tek anlamadığım silik hafızamız. Allah korusun yarın bir gün kötü bir şey olsa-olduğunda- ooo hemen celalleniriz, asar keseriz, suçlarız hatta sosyal medyada bununla ilgili paylaşım yapmazsak ayıplanırız ama hiçbirimiz de yarın için bugünden bir şeyler yapmaya çalışmaz. (yapan istisna insanları dışarıda tutayım ama ben onlardan değilim maalesef) Hal böyleyken de "bak ya adamların yaptığına" demek kuru laftan ibaret kalıyor. Düşünüyorum bazen adamlar onu yaptı da sen ne yaptın acaba onu değiştirmek için diye? Haberleri izlememek bir çözüm mü mesela? Değil elbette ki ama 7,5 aylık bir bebeğe günde 10-12 saat tek başına bakınca moralinin yüksek olmasının önemini biliyorum. Sahiden canımı sıkmak istemiyorum. Bu kadar açık ve net. Bencillikse de bencillik olsun adı. Elif'in geleceği ile ilgili kaygı duymamak da zorlaşıyor. Çok kurmuyorum aslında ama daha şimdiden bunların aklıma gelmiş olması bile yeterince vahim sanki. Yani neden vakti gelince gider bir devlet okuluna diyemiyoruz? Sahi bilmiyorum siz diyebiliyor musunuz? Ben özel okulda sadece ilkokuldayken 3 sene okudum ve aradaki farkı az çok biliyorum. Gönlüm kesinlikle devlet okulundan yana. Ama şöyle bir durup bakınca genel gidişata ve sosyo kültürel yapılara. Kaygılarım artıyor. Hep ben mi koruyacağım ki onu diyorum mesela. Hangi durumda ve şartta olursa olsun kendini koruyabilmeli Elif. "meli/malı"... Bunlar bir cevap mı peki? Ya da şöyle düşünüyorum. Bizim maddi durumumuz başka şeylerden kasmadan sıkmadan Elif'i tüm öğrenim hayatı boyunca özel okulda okutacak boyutta değil. Ortalama ailelerden gelen ortalama geliri olan sade ve sıradan iki insanız neticede. Çocuğumuz özel okulda okusun diye tüm şartları zorlamalı mıyız? Geldiğimiz durum bu mudur? Biliyorum bunları düşünmek için erken ama en temel basamak kreş/anaokulunu düşündüm geçenlerde. İnşallah kızımı belli bir yaşa/aya gelene kadar kendim büyütmek istiyorum ama sonrası malum kreşe gidecek. Aklımdaki okullar ne yazık ki yurtdışındaki devlet okullarında var :) Türkiyedeki özel okulların sosyallik adı altında yazdıkları şeyler beni hiç cezbetmiyor. Satrancı, yabancı dili, ata binmeyi, tiyatroyu çocuğumla hafta sonu ben de yapabilirim. Ve hala neden o çok para verilen okullarda kimsenin tavsiye etmediği kutu meyve sularından verilir, onu da anlayamıyorum. Dedim ya bu ara anlamlandıramadığım şeyler var diye.

Bir diğeri; sosyalleşme. Beni bilenler bilir ki kalabalıktan hiç hoşlanmam, kalabalıklarda hep içime kapanırım, neredeyse hiç konuşmam. Daha önce anlattığım gibi de çok fazla arkadaşım yok. Bu durum da beni rahatsız etmiyor. Sosyal medya aracılığıyla tanıştığım, görüştüğüm, sevdiğim insanlar var. Tek tek yazsam yazamam, hepsini ayrı ayrı çok seviyorum. (Yeri gelmişken, kalbimde apayrı olan sevgili Esen haaarika bir çekiliş hazırlamış, yanlış çok kişiye duyurmadan sessizce gidin ya da hiç gitmeyin çünkü kesin biz kazanacağız Elifle :)
Komşularımdan bahsetmedim sanırım burada. Yaşı en küçük olan benim. Çoğunluğu da çalışmıyor. Kafa yapılarımız çok uymasa da tabak alışverişimiz, arada "nasılsın" diye zile basmışlığımız var. Ben çoğunu yeni yeni tanıyorum, çalıştığım zamanlarda sadece asansörde görüp selamlaşıyordum çünkü. Önyargılarımdan utandıklarım da oldu ama bana kendimi kötü hissettirenler de. Mesela neden her karşılaşmamızda aynı komşum bana "kilo almışsın, saçın beyazlaşmış, cildin kötü" vs. diyor, bunu anlayamıyorum. Doğum kilolarımın hepsini veremediğim gibi öncekine eklenen şahane bir göbeğim olduğunu gizlemiyorum zaten. Bir de ciddi anlamda barışık olduğum beyaz saçlarım var. Onları da gizlemeye ya da boyatmaya çalışmıyorum. Ergenliğimden beri yüzümde sivilce var-dı, şimdi sadece izleri var. Ama ben mutluyum halimden. "Ya niye böyle" dediğim zamanlar da oldu ama sanki hayat bu kadarcık şeyleri kafaya takacak kadar uzun değilmiş gibi geldi ve ben de rahatladım. Bir de şu malum "üşüteceksin çocuğu" lafı var. "Dışarı mı çıkıyorsun? Ama hava soğuk" diye beni korkutan komşuma "biliyorum hava soğuk, biz de temiz hava almaya çıkıyoruz zaten" dedim. Tamam kabul mesela bugün cidden çok soğuktu ve rüzgarlıydı. Elif değilse de ben çok üşüdüm hatta parmakları kesik eldiven giydiğim için kendime kızdım. Ama 15 dakika da olsa rahatladık, bence bu da önemli. Bir de şu da var ben sana soruyor muyum tüm gün çocuğun televizyon başında, aslında o çocuğa daha zararlı diye? Sormuyorum.

Bu kadar şeyi yazacağıma yarına yemek yapar hatta üstüne kek bile pişirirdim ama hiçbiri bu kadar şeyi yazdığımda hissettiğim rahatlamayı vermezdi.
Okuduklarımdan da bir şey anlamamaya başladım, sanırım bir "es" vakti benim için. Son okuduğum 2 kitap da beni çok etkiledi aslında. Biri "sıradan bir çocuk", diğeri de "benim adım hiçkimse". İkisinin hakkında da yazmalıyım mutlaka. Sırada yazılmayı bekleyen bir dolu kitabım var. Konularını, karakterlerini birbirine karıştırdım neredeyse ama bende bıraktığı duyguları unutmamışım. Ben de onlardan bahsederim fena mı :)
Yılbaşı ve çekiliş demişken katılanlar kaç kişi oldu sayamadım ama bugünlerde listeli olarak yayınlayacağım ki eksik kalmasın çünkü sahiden çekilişi Elif'e yaptıracağım, minik parmaklarıyla tutsun bakalım kağıtları. Paşabahçenin bir sloganı var ya paketlerin üzerine yapıştırıyor: "Hayat en güzel hediye" diye. Kesinlikle katılıyorum. Ama hayattan sonraki en güzel hediye kitap, benim için de tabii ki çocuk kitapları :)

Buraya kadar -sıkılarak da olsa- okumayı başarabilenler varsa 1 şarkı paylaşayım sizinle, çok sevdiğim bir şarkı: Dont worry Be Happy. Hayatın özeti aslında :)


13 yorum:

  1. çok tatlısın:)
    ben sosyal medyanın herşekliyle ilgili soru işaretlerindeyim.hatta ki bloger olmak la bile!
    sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler.. Blog da değişik bir dünya aslında. Hiç tanımadığın insanlara dünyanı anlatıyorsun :)

      Sil
  2. Çekiliş için hangi bilgiler göndermeliyiz?😙

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mail atmışsınız, gördüüüm :) Teşekkürler

      Sil
  3. Şu kardeş meselesine sonuna kadar katılıyorum. Beni hala her an aglatabilir bu konu, yegenim 9 yaşına geldi ve bensiz geldi :. .( İşim gücüm fırsat verdiğince gitmeye çalıştım ama yilda 2-3 ten fazla olamadı malesef :( doğumgünlerine gittim de mesela kresteki kuldaki yılsonu gosterilerine gidemedim. 7 kat eller gördü de ben göremedim. Ayy esra oturup aglatacaksin beni :( pöff

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla beraber ağlasak olur Pelin :/ Benim de o konuda canım çok sıkkın.

      Sil
  4. Çocuklarımızın geleceğiyle ilgili kaygı meselesi benim de hep gündemim... şimdi gittiği kreşten mutluyum memnunum ama okul zamanı napıcam diye düşünüyorum bazen daha doğrusu düşünmeye başlar başlamaz hemen kapatmaya çalışıyorum konuyu.. çünkü bunalıma girebilirim :( başımızdakileri düşünüyorum, toplumdaki şiddetin artışını düşünüyorum, zamları düşünüyorum, depremi düşünüyorum...vs vs bri bakıyorum midem rahatsızlanıyor bir bakıyorum uykusuzluk bri bakıyorum kaygı bozukluğu... bu ülke beni yoruyor... yavrum gelecekte ne olucak diye düşünmekten kaçmaya çabalıyorum açıkçası.. günü yaşamaya çabalıyorum... kendi inancıma göre dualar ediyorum meleklerle konuşuyorum. güzel hayaller kurmaya çalışıyorum..en basit oğlumun gülümsemesini retinama yapıştırıyorum...
    akıllı telefonum yok.. evde nete ender girerim.. laptop gardrobun dibinde saklı (kubilay kafayı takmasın deyi :) )
    işyerinde nete girebiliyorum.. pinterest i çok seviyorum. twitter var.. facebooku hiç svemiyorum ama kreşin fotoğrafları için kayıt olmam gerekti oldum. blogumu anı / keyif merkezi yapmaya çalışıyorum.. çok içimi açmıyorum çünkü çok deşifre oldum işyerimden insanlar okuyor bazen eşim alınıyor vs vs.. neyse sanal alemdeki zenginlik ilişkilerde fakirliğe yol açtı bence... ben buluşmacılardanım..ev oturmasını sevenler derneğindenim..ama hep herkes ya yorgun ya işi var ya meşgul ya trafik var ya ya ya.... uzaklıklar sanalla yakın mı olucak sanmıyorum.. ben tenselim görselim.. sarılıcam öpücem sofra hazırlıycam gözgöze dertleşicem gülücem yada ağlıycam bunu sveiyorum..ama sor ne kadar yaşıyorsun minnacık diyebilirim.. tabiki herkesin çocuğu işi kocası sevgilisi ailesi derdi meşguliyeti var..ama insana insan muhabbete can lazım...
    ayy çok uzattımm...
    öpüyorum tatlı ruhundan...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu ülke cidden beni de yoruyor ne yazık ki.. Kubilayın okulunu sevmen çok iyi, yoksa kafanda bir dolu soruyla işe gitmek can sıkıcı olurdu.
      Bence blogunu değiştir, kimselere de söyleme. İşyerinden hele hemen sakla.
      Benim bildiğim kadarıyla işyeri bu blogumu bilmiyor ama okumaya zahmet eden olduysa bu satırlardan sevgilerimi göndereyim :)
      buluşma işleri cidden güzel aslında, hepimiz başka hayatlardayız oysa değil mi? herkese uyan saati bile ayarlamak çok zor ne yazık ki..
      ben de çoook öperim seni ve kubişi

      Sil
  5. "Bir de şu da var ben sana soruyor muyum tüm gün çocuğun televizyon başında, aslında o çocuğa daha zararlı diye? Sormuyorum." Bu cümleyi o kadar çok şeye uyduruyor ve bunalıyorum insanların gereksiz konuşma ve hareketlerinden. Birileri de ben kendisine nasıl, hangi limitler içinde davranıyorsam öyle davransın yahu, çok şey mi bunu istemek?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen aynen aynen... kesinlikle katılıyorum. şu limitleri ben beceremiyorum sanırım.o konuda çalışacağım ama kararlıyım :)

      Sil
  6. Sıkılmadan okudum yazını :) Gülümseyerek, içimden içimden cevap vererek ;) Ki bunları alerjim tavan yaptığı bir zaman diliminde yaptım, bir yandan da tarhana pişirirken :) Okudum ama yorumu bugüne sakladım çünkü telefondan istediğim uzunlukta yazamıyorum. itiraf edeyim mi, ben ig'de yorumlara cevap yazmaktan da çok sıkılıyorum, facede de, çünkü çok vaktimi alıyor, sinir oluyorum, bi de sürekli yanlış yazıyorum :( Öyle deme Esra, instagram eğlenceli, ben seviyorum ama misal twiter'e hiç ısınamadım ve gün geçtikçe face den de soğuyorum,eminim aynı hisleri ig için de hissedeceğim. Dua ediyorum ki bloğumdan soğumayayım...
    Memleket meselelerine bir müddettir ben de uzağım. Şu cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra başladı bu durum da :( Sanki başka bir ülkede yaşıyormuş gibi hissediyorum, gündem beni ilgilendirmiyor artık, haberlere de çok bakmıyorum, önceden gece 11 haberlerini mutlaka izlerdim, tartışma programlarını da ama şimdilerde çocuklar kanal değiştirsin bile demiyorum, çünkü seyredince haberleri, gözlerimden yaşlar süzülüyor bazenleri (bu da çocuklardan sonra oldu, herşeye ağlama huyu!) o zaman da Nehir çok üzülüyor...
    Çocukların geleceğini, gelecek geldiği zaman mı düşünsek Esra, bugünden kederlenmenin alemi var mı, bari bugünler huzurla geçsin, hem ne diyor büyükler, çocuklar büyüdükçe dertleri de büyürmüş, bugünler en güzel günlerimizmiş, e o zaman öyle yapalım biz de, takılmayalım çok geleceğe, ne dersin?
    Annem gibi olmamaya ben de gayret ediyorum ama sonra bir bakıyorum ki, hareketlerim bile gittikçe ona benziyor! Bir yaman çelişki, armut dibine düşer derler ya, o misal...
    Komşularımın çoğunu ben de tanımıyorum. Tanıdıklarımı da aşure vasıtasıyla, bebek görmeye geldiklerinde, başsağlığında falan, gerektikçe yani, ne fena di mi? Küçük yerlerde öyle değil bak, Yalova'da herkes komşuydu birbirine apartmanda hem de ne yakın komşu, çok güzeldi çoook :) İstabul'da komşuluk olamayacağı şurdan belli, isim yok daire numarası var :( Ben de bir türlü ezberleyemedim kimin dairesi kaç numara, banane kapı numarasından, adını bilmek lazım önce di mi ama...
    Çok yazdım çoook, öperim çok çok, sorgulayan anneyi :) Güzel kuzusunu da, sevgiler Esracım :)
    Kalbinde apayrı bir yerim olduğuna ayrı sevindim yazmadan geçmeyeyim :)

    YanıtlaSil
  7. ne kadar içten yazmışsın keyifle okudum. okurken ben de bir durup düşündüm. kardeşim konya'da yaşıyor bir süredir. benim istanbul'a gitme durumum var. annemler izmir'de filan ne zor şey bu hasretlik durumu. ama hayat işte şu iş mevzuları buna mecbur bırakıyor malesef. bu arada sosyal medya ile ilgili ben de bu aralar çok sık düşünüyorum. ama instagram sayesinde ya da twitter vasıtasıyla keşfettiğim bloglar da oldu. onları düşününce kapatmaktan vazgeçiyorum. sonra yine kapatsam mı ikilemine düşüyorum.bu arada geçenlerde şu konuşmayı izlemiştim. tavsiye ederim. keyifli ve düşündürücü bir konuşma. http://www.ted.com/talks/sherry_turkle_alone_together

    YanıtlaSil
  8. Biz her ne kadar annemize benzemeyelim diye çocuk büyütsek de şu bir gerçek ki onların dönemi çok daha iyi çocuk yetiştirmiş. Etrafıma bir bakıyorum ve böyle düşünüyorum. Net! Evet, eksik bulduğum şeyler var elbette; mesela annem bizimle hiç oynamazdı, hiç kitap okumazdı bize. Öyle bir kültürden gelmedi ve vakti de yoktu aslında. Düşünsene, kaç çocuk büyütüyor, her şey elde yıkanıyor, üstümüze başımıza dikiyor, örüyor.... Bu eksik bulduklarımı elbette tamamlamaya çalışıyorum:) Öte yandan günümüzde etrafımız şımarık çocuk dolu, bunun bir dengesi olmalı diyorum ama neyse....
    Okul meselesine daha çok kafa yoracaksın. Nereye koysan olmayacak, devleti de özeli de. Bu maalesef Türkiye gerçeği. Bir türlü yerine oturmayan bir sistem ve nüfus yoğunluğundan tut, mantar gibi türeyen ancak kaliteli eğitim veremeyen üniversitelere kadar her şey bunun sorumlusu. Moralini bozmak gibi olmasın daha da iyiye gitmeyecek ne yazık ki...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...