Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




çocuk kitapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çocuk kitapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Kasım 2015 Çarşamba

Dünya Çocuk Kitapları Haftası Kutlu Olsun!

Çocuk kitaplarını çok seviyorum.
Çocuk kitaplarını okurken bambaşka bir dünyada olmayı, hayallere dalmayı(hatta bazen oradan hiç çıkmamayı), yepyeni insanlarla (karakterlerle) tanışmayı, onlarla sevinmeyi ve onlar için üzülmeyi(dertlerine ortak olmayı), baskısı bitmiş bir kitabın peşine düşmeyi, sevdiğim kitabı herkese zorla okutmaya çalışmayı (öneri diyelim biz ona), kitap sever arkadaşlarla buluşup kitaplar hakkında sohbet etmeyi, kütüphanemdeki kitaplara bazen sadece bakmayı bazen de onlarla oynamayı, çocuk kitapları sayesinde tanıştığım tatlı insanları, bu tutkuyu içimde hissetmeyi seviyorum :)

Görseli karabalıkla beraber hazırladık :)
Bir hafta boyunca (11-18 Kasım) bu yazının altına "çocuk kitaplarını neden sevdiğini" yazan 1 kişiye sürpriz bir çocuk kitabı hediye edeceğim.

Geçen sene ve ondan önceki sene de kutlamayı unutmamışım, yaşasın :)
Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm bir şeydi, "en sevdiğim çocuk kitabı" acaba hangisi diye. İleride cevabım değişir mi bilmiyorum ama şimdilik Kumkurdu "en sevdiğim, beni en çok etkileyen, hep baş ucumda durmasını istediğim" kitap :)
Kütüphanedeki Aslan "okul öncesi" kategorisinde en sevdiklerimden biri.
Kitapkurdu Lily ise baskısı bitmiş ancak çok merak ettiğim bir kitaptı, sağ olsun Akça sayesinde ona da kavuşmuş oldum.
Yakın mıdır acaba benim kendi çocuk kütüphaneme kavuşmam, ne dersiniz :)
Devamını oku »

21 Ekim 2015 Çarşamba

Küçük Hanım

Birinin tavsiyesi ile bir kitabı alıp okumuş ve beğenmişsem mutlu oluyorum. Bazı güzel kitapları kendim keşfettiğim zaman ise çok acayip mutlu oluyorum. Arada biraz fark var yani benim açımdan. Çünkü hızlı bir devirde yaşıyoruz ve ne yaparsak yapalım kitapçıda görmesek bile sosyal medyada ya da bir tanıtım broşüründe kitapların kapağına illa ki rastlıyoruz. Bende bu şekilde olup yüzü eskiyen ama aslında hiç okumadığım kitaplar var. "Okumuş kadar oldum" bu demek herhalde :)
Son dönemlerde ise ne yazık ki kitapçılardan alış veriş yapamıyorum. Bu durum için üzülüyor olsam da maddiyat olarak bunu karşılayamıyorum çünkü internetten aldığımda en az 1 kitabı ücretsiz almış gibi hissediyorum. Ama bazen de kitapçıda gezerken "hiç kaçırmamam gereken", "o an okumam gereken" bir kitap varsa onu mutlaka alıyorum. Hatta yanımda o kitabı çalmaya gelen biri varmışçasına kitaba sarılarak kasaya gidiyorum sanırım, sonradan fark ettim :)
İki hafta sonu önceydi galiba, eve yakın minnak bir kitapçı var (eve yakın dediysem 7 km falan :) orayı gezmeyi seviyorum çünkü fazla satışı olmadığından kıyıda köşede kalmış kitaplar oluyor, ben de onları karıştırıyorum. İşte o karıştırma sırasında bir kitaba rastladım. İletişim Yayınlarının olunca hemen durdum çünkü benim için bu kırmızı alarm demek oluyor. İletişimden okuyup da sevmediğim kitap hatırlamıyorum :) İsmi güzel, kapak güzel, ilk paragraf şahane derken kitaba şöyle bir baktım. Ve ne göreyim? Kitap resimli. Amanın tadından yenmez ki şimdi bu! "Okul Çağı" dönemi kitaplar içinde bulunabilecek en güzel şey resimli olması bence. Koştum yine kasaya ve hemen aldım kitabı. O gün okumaya başladım ve ertesi gün de bitirmiştim zaten. Bazen büyük çelişkiler yaşıyorum kitap okurken "okumalıyım çok merak ediyorum" ile "okumamalıyım, bitti bitecek" arasında kalıyorum. (Manolito'yu ısrarla bitirmedim bu yüzden ehehe) Şu ara okuduğum Gizli Bahçe kitabı da öyle. Neyse konuyu değiştirmeyeyim. Bu kadar girişten sonra kitaptan bahsedebilirim sanırım :)


Kitapta pek tatlı bir kız var, ismi Lilly. Dediğim gibi çizimleri de olduğundan zihnimde canlandırmak çok daha keyifli oldu bu hikayeyi. Lilly'nin ailesi kapısında altın bir çörek olan yeni bir apartmana taşınırlar. Ve orada Lilly Küçük Hanım ile tanışır.
"Arka avluda oturuyor. Boyu yetişkin bir penguen kadar, hava nasıl olursa olsun safari kıyafetini giyer ve şemsiyesi sayesinde istediği zaman bukalemun gibi renk değiştirebilir. Bukalemun gibi renk değiştirmek mi?"
Bundan sonraki kısmı yazmayayım ama Lilly ve Küçük Hanım'ın başından geçen tatlı bir hikaye olduğunu söyleyebilirim. Bir ara ben de bukalemun gibi renk değiştirebilir miyim diye çok düşündüm ama yapamadım sanırım, Elif "anne" diye ebeledi beni :)
Bahçenin en güzel yerine "çocukların girmesi yasaktır" yazan Leberwurst (ciğer sucuğu) isimli apartman görevlisini gerçek hayatta tanımadığıma çok sevindim. Yoksa kesin kavga ederdik. (ya da ben en fazla: pardon bakar mısınız, lütfen o yazıyı kaldırır mısınız, derdim. O da "yooo" derdi. ben de ona bir şey diyemeden çok kızardım içimden, gözlerimden kocaman alevler çıkardı falan :) Zihnimde bile canlandırdığıma göre bu ciğer sucuğu amca beni bayağı etkilemiş olmalı.
"Adam uzun boylu ve zayıftı, ama en kötü yanı, içinden süpürgesininkiler gibi siyah kılların çıktığı devasa burun delikleriydi."
Çizim yine sevimli hani :)
Kitapta Lilly'nin annesini de çok sevdim.
"Koşarak mutfağa girdi, annesi masanın başında durmuş, hamur yoğuruyordu. Mikserle değil, elleriyle. Hamur parmaklarının arasından fışkırıyordu. Ellerine, saçlarına ve burnuna yapışıyordu. Çünkü annesi hamur yoğurduğunda, bunu bütün kalbiyle yapardı."

paragrafın yanındaki "mmmm" ağzımın sulandığının ifadesi :)
Ben de istiyorum Küçük Hanım ve Lilly ile cengelde salafariye çıkmak ve tofoğraf çekmek. Ben de ben de :) Sanırım bu hikayede en çok kıskandığım yer de 8 yaşındaki Lilly'nin böyle tatlı bir arkadaşı olması ve onunla yaşadığı macera. Bu ara hep bahçeli kitaplara denk geldim, çok mutluyum. Laf yine "Gizli Bahçe"ye gitti bu arada :)
Lüçük Hanım'ı okurken şemsiyesinden mi yoksa içinde tatlı sihirli şeyler geçtiğinden mi bilmiyorum aklıma Mary Poppins geldi. 
Kısacık, keyifli, hani pasta olacak olsa tek lokmalık çifte kavrulmuş kıvamında, bukalemunlu, çörekli neşeli bir hikaye oldu benim için Küçük Hanım.
Çizimleri ise inanılmaz güzeldi, dönüp dönüp baktım diyebilirim.

Resim yazısı ekle

Bu hikayeyi okuduktan sonra şunları düşündüm/sordum kendime:
- Yazar acaba bir zamanlar Küçük Hanımla tanışmış mıydı?
- Bukalemun Chaka oldukça tatlı değil miydi?
- Lilly'nin yerinde ben olsam ne yapardım, bu sırrımı aileme söyler miydim?
-Kitabı daha da çekici kılan şey yoksa çizimlerinin başarısı mı?
- Küçük Hanım karakteri yazarın aklına nereden geldi?
- Ben de böyle renk değiştirmek ister miydim istediğim zaman? (Kesinlikle evet!)
- Yakın zamanda yine böyle tatlı bir kitap keşfedebilecek miyim? (işte bu çok önemli...)
* İletişim yayınlarına ayrıca sadece 1 sayfada imla hatası yaptıkları için teşekkür ediyorum, son zamanlarda okuduğum kitaplar bu açıdan beni zorluyor...
** Kitabı kendim keşfettim gibi yazmışım ama internette şöyle bir bakınca aslında BDK'da Yıldıray'ın Küçük Hanımdan bahsettiğini okudum, belki de bilinç altı böyle bir şeydir :)

Küçük Hanım
Özgün Adı: Die Kleine Dame
Yazan: Stefanie Taschinski
Resimleyen: Nina Duleck
Çeviren: Ayça Sabuncuoğlu
Yaş grubu: 8+
İletişim Yayınları, 2013, 116 sayfa, karton kapak

Devamını oku »

15 Ekim 2015 Perşembe

Güvercin* Geç Yatmasın!

Ah ben o geç yatan güvercini bir yakalarsam...
Ah onu bir elime geçirirsem...
İşte o güvercinin benden çekeceği var!
Ama yakalayamıyorum haydudu :)


Bu kitabı Banu sayesinde tanımıştım ama nedense almamıştım. Ta ki geçenlerde Selcen ve Semra "Esra mutlaka oku" diyene kadar. Sepete ekledim ve ne kadar eğleneceğimi beklemeye başladım. Hatta dayanamayıp o ara girdiğim birkaç kitapçıda "Güvercin Geç Yatmasın" kitabı var mı dedim. "Yok" dediler.
Güvercin ile dün tanıştım. İş yerinde ayak üstü okudum ve güvercini çok sevdim. O ne tavırlar öyle. Sanki güvercini değil Elif'i çizmişler. (Eminim herkes kendi çocuğunu görüyordur o güvercinde)
İlk sayfada bize bir görev veriliyor. Dişini fırçalamaya giden bir abi (Elif ısrarla "dede" dedi) " Aman güvercin geç yatmasın" dedi ve kaçtı. Sonra da güvercinle tanıştık. İlk cümle şu: "Bir kere hiç uykum yok!" Ahahaha dalga mı geçiyorsun sen? Tabii ben yemedim bu numaraları ve ısrarla "bak güvercincim, kediler de uyudu köpekler de uyudu hatta aydede bile uyudu" numaralarıyla bizim güvercinin aklını çelmeye çalıştım. Yok olmadı. O kadar çok bahane sıraladı ki! O sayfanın fotoğrafını özellikle eklemedim, kitabı merak edip alın diye :) Ama benim favorim şu: "Hem şu anda Çin'de öğle vakti!" 
Kitapta oldukça basit çizimler ve onlara eşlik eden kısa cümleler var. Sanırım kitabın başarısının bir sırrı da bu: sadelik :) Yazar ile ilgili benim çok fazla bilgim yok ama Banu şuraya link vermiş. Güvercinin otobüslü kitabını da epey merak ettim doğrusu :)
                                                                             ***
"Elif sana yeni bir kitap aldım."
O sırada heyecanlanıp kucağıma yerleşti bile. "Ku ku nana" dedi. Çevirisi: Kuşun nanası var. (nana: uyku oyuncağı tavşan) 3-5 kere okuduk. Sayfaları çevirdi, "ku", "nana", "dede" diye diye bir hal oldu. "Elif kuş ne yapmış, uyumuş mu?" dedim. Kafasını yana eğip birkaç saniye gözlerini kapattı. Uykuya geçmesine ve gece bir dolu uyanmasına çözüm olmadı belki ama kitabı baş ucunda tuttu. Çünkü "Güvercin de uyumuş" Eheheheh.
                                                                             ***
Ne zaman bitirebilirim bilmiyorum ama Elif ve uyku konusunu yazmaya başladım. Yaklaşık 18.5 aydır uykusuz olduğumuza göre belki yazınca rahatlarım. Son günlerin bombası da şu oldu, karabalık Elif'i uyutamamaya başladı çünkü Elif onun zayıf noktalarını keşfetti. Benim uyku konusunda tavizim pek az.
"Anne mama"
"Az önce yedin."
"Anne su"
"Şimdi içtin"
Eskiden "ıngaa" idi şimdilerde "hiyaaa hoyyaaa" şeklinde ağıtlara cevabım da net
Yüksek sesle alkış.
"Anne" deyip kitabı veya başka şeyi gösterdiğinde
"Elif uyku vakti"
Hiç bu kadar acımasız bir anne olabileceğimi düşünmemiştim hamileyken.
Ama sanırım bu yönümü Elif oluşturdu.
Gece uyanıp saatlerce sebepsiz yere ağladığında da onu oyalamaya, dikkatini dağıtmaya çalışmıyorum. Baktım ki bunlar bile onu etkiliyor. Bırakıyorum ağlasın. Ama bu yöntem ne yazık ki sadece "bazen" işe yarıyor. Çoğunlukla "blöfünü gördüm anne, ben ağlamaya devam ediyorum, bak hatta çığırıyorum" diyor. Bu noktada bende ipler kopuyor. Ara ara bağırıyorum. Bazen direk susuyor. Bazen de etki-tepki oluyor ve daha daha fazla ağlamaya başlıyor. Ve biz başa sarıyoruz. Saat sabaha karşı 1.30 bazen 03.00 bazen 04.00...Yani saat hep değişiyor.
"Güvercin gece boyu deliksiz uyusun" ve "Güvercin gece uyandığında saatlerce ağlamasın" isimli kitapları da biz Filizle beraber yazmaya karar verdik. "Çok satanlar" listesinde olmasına gerek yok. Duru ve Elif okusalar yeter bizce. Ne dersin Filiz?
Veeeee son olarak:
"ESNEEEEE" :)

* Bu kitabı okumanız için bebenizin uyku sorunu olmasına gerek hatta bence bir bebeniz olmasına da gerek yok. "Bu aralar" döngüsünden çıkabilmek için GÜVERCİN ile tanışın mutlaka, bakalım sizi kandırabilecek mi?
Güvercin Geç Yatmasın! 
Özgün adı: Pigeon
Yazan ve resimleyen: Mo Willems
Çeviren: Fırat Yenici
Uçan Fil, 2+, sert kapak, 32 sayfa
Devamını oku »

9 Ekim 2015 Cuma

Demir Adam ve Demir Kadın

Uzun zamandır aklımda olan iki kitabı bugün(geçen hafta) okudum. Zihnimde canlanan olay örgüsü ile neredeyse hiç ilgisi yokmuş (arka kapağı özellikle okumadım,kendim fikir yürütmüştüm) öncelikle. "Demir Adam" deyince sizin zihninizde ne canlandı mesela? Ben kitapta bir adet demir adam olacağını ve onun başından geçen bir şey okuyacağımı düşünmüştüm. Kitapta bir adet demir adam var ancak hikayenin işlenişi oldukça değişik geldi bana. Sanırım bunda yazarın folklar ve antropolojiye olan ilgisinin ve kullandığı Yorkshire lehçesinin de etkisi var. Sade bir anlatım, içinde uzun tasvirler yok ancak kulağımızı uzun tarafından göstermek gibi bir tercihi var sanki yazarın. Hikayeden ziyade bu iki kitapta da aklımda en çok yazarın dili kalacak. Hatta keşke bununla ilgili bir dilbilimci yazı/yorum yazmış olsa ve ben onu okusam dedim.

Konusundan bahsedecek olursam, ki birinci bölümde Demir Adam'ın başına gelen şeyin (ne olduğunu yazmayayım) neden olduğu üzerine epey düşündüm. "Yazar neden böyle bir başlangıç yaptı, bunu neden tercih etti" kısmına kafa yordum ancak bulamadım. Bu kitabı okuyan varsa lütfen haberleşelim, kitap hakkında dolu dolu konuşasım var :) Alt metinleri anlamakta zorluk çektim, belki ben de biraz daha antropoloji veya mitoloji bilsem iyiydi.
Özetle, Demir Adam bir köye gelir,orada onu Hogarth isminde bir çocuk görür, Demir Adam köydeki herkesin arabasını, traktörünü, içinde metal geçen her şeyi yemeye başlayınca Demir Adam'dan kurtulmak isterler. Kısa bir süre sonra tüm dünya için farklı bir tehlike baş gösterir ve Demir Adam'dan bu tehlikeden insanoğlunu koruması istenir. Okumak isteyenler de olabileceği için tehlikenin ne olduğunu yazmayayım ama ben ikisinin "savaşma" şekline çok şaşırdım. Bu tehlike de Avustralyada ortaya çıkıyor bu arada. Bak şimdi. Daha da heyecanlandım. Hikayenin sonu kalbimi yumuşattı ve merakla "Demir Kadın"ı okumaya koyuldum.
Demir Kadın ve Demir Adam
"Demir Kadın" hikayesi "Demir Adam"ın devamı niteliğinde olmasa da içinde yine demir adam da geçtiğinden 2. kitap gözüyle bakabiliriz. "Susamuru Ziyafeti Köprüsü"nde değişik bir şeyler olduğunu fark eder Lucy çünkü bir yılanbalığı kıvrılıp bükülerek can çekişiyordur. Bu derede neden böyle şeyler yaşandığını anlamamız uzun sürmez çünkü kasabada atık dönüştürme fabrikası yer almaktadır. Çevreci kitaplara ben biraz mesafeli yaklaşırım açıkçası, çoğunda "çöpümüzü yere atmamalıyız" havası vardır ve bu beni sıkar. Bu kitap sıkmadığı gibi kitabı  heyecanla okudum. "Şimdi şöyle olacak" dediğim yerlerin çoğunda da yanıldım zaten :) Dedim ya yazar biraz ters köşe yaptırıyor gibi..
Hayvanların nasıl acı çektiğini insanlara gösterebilme şeklini çok sevdim kitapta. Çoğu zaman benim de kulaklarım çığlıklardan duymaz oldu. Zaten işin içinde balıklar olunca hikaye daha da ilgimi çekti. Sonundaki sürpriz şarkıya ise tabii ki eşlik ettim, ne de olsa ses çoook uzaklardan geliyordu.

Lucy, Demir Kadın'ı temizliyor.
Demir adam kitabında yer alan "kölelik" algısını anlayamadım. Neden böyle bir şeye gerek duydu? "Kölelik" yazmasa da hikaye yine istediğini verirdi çünkü, kölelik vurgusunu anlayamadım.
Demir kadında ise sadece fabrikada çalışanların cezalandırılması kısmı tuhaf geldi. Neticede kirliliği yaratan sadece onlar değil bence. (Bu kısım tartışılabilir)
Ted Hughes'in diğer kitaplarını da oldukça merak ettim.

Demir Adam
Özgün Adı: The Iron Man
Yazan: Ted Hughes
Resimleyen: Kutlay Sındırgı
Çeviren: Güven Turan
Yaş grubu: 8+
Can Çocuk, 2015, karton kapak, 57 sayfa

Demir Kadın
Özgün Adı: The Iron Woman
Yazan: Ted Hughes
Resimleyen: Kutlay Sındırgı
Çeviren: Güven Turan
Yaş grubu: 10+
Can Çocuk, 2015, karton kapak, 122 sayfa
Devamını oku »

6 Ekim 2015 Salı

Ekim Kitapları

Normalde canım hangi kitabı isterse onu okurum ancak kitap okumalarımı biraz daha düzenli yapabilmek için aylık kitap seçimi yaptım. Daha şimdiden bu listede olmayan bir kitabı aldım ve okumaya başladım bile ama olsun :)
Not alma alışkanlığım ne yazık ki çok düşük çünkü hep kaçarak göçerek okuyorum. Not olarak sadece ne zaman okudum, okuduktan sonra ne hissettim ilk sayfalara onu yazıyorum. Son sayfalara da kitaptaki imla hatalarını yazıyorum. Keşke biraz daha irdeleyebilsem...
Ekim ayı için seçtiğim kitaplar da şöyle:


Demir Adam ve Demir Kadın hafta sonu bitmişti.
Sevdalı Bulut'u arada okuyorum.
Bekçi Amos'u Elifle okuyoruz.
Çantamdaki sürprizli kitabı da yazmayayım. O sürpriz :)

* Burnum fena aktığı için kitabı havaya kaldırıp okuyorum, o da zormuş ya :)
Devamını oku »

30 Eylül 2015 Çarşamba

Ara Güler- Biyografi

Biyografi okumak apayrı bir heyecan sanırım. Sadece uzaktan tanıdığın ve belki "medyaya yansıtılan" haliyle sevdiğin/sevmediğin birinin iç dünyasına tanıklık ediyorsun. Bayram tatilinde Roald Dahl'ın "Tek Başına" isimli kitabını okumuş ve çok sevmiştim. Hatta o kadar sayfa nasıl geçti anlayamamıştım.
Can Çocuk yayınlarından çıkan "Ara Güler" biyografisini ise uzun zamandır merak ediyordum. Bugün(dün) okudum. Keşke daha uzun olsaydı, daha detaylı bilgilere yer verilseydi.
Anlatım tarzında birazcık "bakın şimdi çocuklar" havası var, onu pek sevmedim. Belki Ara Güler'in kendisi yazmış olsa çok daha eğlenceli olurmuş diye de düşündüm ama yazara bu noktada haksızlık yapmış olmayayım :)
Her ne kadar fotoğraf makinemi nereye koyduğumu unutmuş olsam da fotoğraflı günlerime güzel bir dönüş yapmak istiyorum. Yasemen'in şu fotoğrafı ve yazısı da bu kararımda etkili olmuş olabilir tabii :)
bıraksan bu fotoğrafa saatlerce bakabilirim ...
Can Çocuk yayınlarının "biyografi" serisi olduğunu fark etmemiştim. Serideki diğer kitapları da okumaya niyetlendim. Bu tarz  anlatımlar çocukların da ilgisini çeker ve biyografi okumak sıkıcı olmaktan çıkar, neşeli bir okumaya dönüşür diye düşünüyorum.
1928 yılının 16 Ağustos Perşembe günü oldukça sıcak bir günde doğmuş Ara Güler. "O kadar da yaramaz değildim" demiş ama çocukken yaptıklarını okuyunca (tren raylarında yatması gibi) gülmekten kendimi alamadım.
Ailesi Ara Güler'in babası gibi eczacılık okuyacağını ve dükkanın işlerini devralacağını düşünürken Ara, sinema peşindedir :) Babasının aldığı fotoğraf makinesiyle her şeyi çekmeye başlar. Kuşlar, kediler, evler, güneş...
Savaş yıllarında foto muhabirliği yapmaya başlar çünkü "tarihi, foto muhabirleri yazıyor" der.
Foto muhabiri, fotoğrafçı, fotoğraf sanatçısı arasındaki farkı da şöyle anlatmış:
"Ben foto muhabiriyim, fotoğrafçı değilim. Kesinlikle sanatçı da değilim. Ben gördüğümü çekerim. Sanat yapmam. Çok doğal olarak gördüğümü insanlara aktarırım. Bunun adı foto muhabiridir. Bir foto muhabiriyle fotoğrafçı arasında çok önemli bir fark vardır. Bir patlama olduğunda olay yerine doğru koşan kişi foto muhabiridir, oradan kaçan da fotoğrafçıdır."
Charlie Chaplin, Salvador Dali, Pablo Picasso gibi isimlerle tanışmış olması ve onların fotoğraflarını çekmesi ise hayranlık uyandırdı.
Üniversitede okurken aldığım fotoğrafçılık derslerini düşündüm bu kitabı okurken. Atila Hoca'nın bize anlattığı kuramsal bilgiler ve karanlık odadan hiç çıkmadan geçen saatler. Fotoğrafın içinde olmayı sahiden özlemişim. Elimde özelliklerini bile tam bilmediğim, Afsad sayesinde bilgilerimi tazeleyip şimdilerde çoğunlukla unuttuğum Nikon D90'ım var. Yeni başlayanlar için ortalama bir makine ve lens. İnsan hep "daha iyi makinem olsa daha iyi çekerim"sanıyor ama değil, Ara Güler bu durumu çok güzel özetlemiş: "İyi makineyle iyi fotoğrafçı olunmuyor. Yani en iyi daktiloyu, bilgisayarıı aldın diye iyi romancı olamazsın. İyi fotoğrafçı dikiş makinesiyle de resim çeker."

Ara Güler
Yazan: Muharrem Buhara
Resimleyen: Sedat Girgin
Yaş grubu: 8+
Can Çocuk, 2013, karton kapak, 101 sayfa

* Nurşen Abla'nın bugünkü yazısı da çok güzel denk gelmiş :)
Devamını oku »

28 Eylül 2015 Pazartesi

Miks, Maks ve Meks'in Öyküsü

Son zamanlarda okuduğum en tatlı kedili hikaye. Hatta o kadar sevdim ki dönüp dönüp sayfaları karıştırmaya devam ediyorum. Yazarın ilk kitabını 2011'de okumuşum ama buraya yazmamışım ne yazık ki. Bu kitapla ilgili yorumumu ve şahane Lokum özlemimi BDK'daki bu linkten okuyabilirsiniz.

Üç yavrulu kıvırcık kuzenin kedilerinin isimlerini de karıştırmışım tabii, aslında şöyle olacakmış :(şiir gibisin yalnız Tangül :)

ilk kedim İhsan Hanım
ikincisi onun yavrusu Kurabiye
arada Çamur ve Haydut var. 
sonra şişko olan Zuko ve diğer tekir Mestan
şimdi misafirim Lokum ve kapı önü kedim Kirpi
Devamını oku »

14 Eylül 2015 Pazartesi

1 Kitap 1 Mektup : İpek Şoran ile Vahşi Şeyler Ülkesindeyiz:)

Bir kitap okuyucuya ulaşana kadar hangi aşamalardan geçer; mutfaktaki hazırlık, pişirme ve sunum ile kimler ilgilenir hep merak etmişimdir. 
Bir yayın koordinatörünün masası hep dolu mudur, en sevdiği kırmızı dolmakalemini neden kaybeder ve nasıl bulur, kafasının üzerinde uçan Peter Pan sayesinde mi harika çocuk kitaplarını keşfeder ve onları yayına hazırlar?
Tam olarak bu özelliklere sahip birini tanıdığımı fark ettim, Can Çocuk yayınlarının "Yayın Koordinatörü" sevgili İpek Şoran'ı.
Max ile "Vahşi Şeyler Ülkesi"ne gitmeden önce bu söyleşiyi okumanızı tavsiye ederim, sizi hapur hupur yenmekten kurtaracak bilgiler verebilir İpek :)

İpek Merhaba,
İlk soru, benim  çok merak ettiğim bir soru aslında; en sevdiğin çocuk kitabı hangisi? (1 tane seçmek zor olacaksa, favorilerini de yazabilirsin.)
En sevdiğim çocuk kitabı... Çok zor bir soru benim için. Aslında Tolkien’in Hobbit’i çocuklar için yazdığı düşünülürse elbette Hobbit! Fakat bu soruyla ne zaman karşılaşsam aklıma ilk olarak Peter Pan geldiğine göre, evet, en sevdiğim çocuk kitabı Peter Pan ile Wendy.

Çocuk kitaplarının dünyasına çocukken girebilen şanslı azınlıktan mısın yoksa büyüdükçe mi çocuk kitaplarını keşfettin?   
Kendimi bildim bileli kitaplarla aram hep iyi oldu, biz küçükken şimdiki çocuklar gibi şanslı değildik elbette. Ben sık sık kütüphaneye gittiğimi hatırlıyorum ama yine de, ben de büyüdükçe keşfettim çocuk kitaplarını...
"Yayın koordinatörü" olmak demek kitabın mutfağında yer alıp her türlü aşamasına tanıklık etmek demek olsa gerek. Peki sence bu avantajlı bir şey mi yoksa "yeni kitap" heyecanı yaşayamadığın için dezavantajlı mı?

Yayın koordinatörü olmak aslında hem şans, hem de değil... Bir yandan, senin de söylediğin gibi, işin her aşamasına dahil oluyorsun, özellikle de meraklı biriysen, aslında yayın koordinatörlüğü yayıncılık sektöründe bulunmaz bir iş! Bazen, özellikle fuar vs gibi belirli dönemlerde, kitabın mutlaka yayınlanması gereken bir tarih varsa onu tutturmak için kitabın heyecanına tam ortak olamayabiliyorsun. Çok gariptir ki, bir kitabın yayınlanış süreci ne kadar stresli olursa olsun, kitap matbaadan gelip de o “yeni kitap” kokusu etrafa yayılıp sayfalar çevrilmeye başlanınca her şeyi unutuyor insan.
Yayın koordinatörü olarak çalışmak, mutfaktaki hangi işleri kapsıyor? Yemeğin hazırlanması, pişirilmesi ve sunumun tamamı sana mı ait?
Yayın koordinatörünün temel görevi kitapların doğru bir şekilde ve zamanında yayınlanmasını sağlamaktır. Bunu sağlamak için de kitabın yayına hazırlığı, üretilmesi ve tanıtılmasında rol alan birçok insan (genel yayın yönetmeni, editör, düzeltmen, çevirmen, çizer, grafik, üretim ve satış departmanları) arasındaki iletişimi ve iş akışını sağlar. Bu eğlencesiz tanımı geçersek, evet, tüm aşamaların koordinasyonunu sağlamak tüm aşamalara dahil olmak, hepsinde fikir belirtmek demek, yani ekip çalışmasının lokomotifi olmak...

İş dışı okuduğun kitaplara sadece "okuyucu" gözüyle bakabiliyor musun yoksa okuduğun kitaplarda düzelti yapmaya, notlar almaya devam ediyor musun?
Yayıncılık sektöründe değilken de bu konuda “hassas” bir okuyucuydum. Öyle devam ediyor hâlâ... Şimdi de meslek hastalığı gibi bir şeye dönüştü. Yayıncılık sektöründe çalışan tüm arkadaşlarımda var bu huy. Ama şu da var, belki biz bu konuda “hassas” okuyucular kadar “hassas” olmayıp, bir noktada empati de yapabiliyoruz. Elbette tamamen editoryal bir süreçten geçmemiş bir metinden bahsetmiyorum...


Roald Dahl ve Kumkurdu ile nasıl tanıştın? Bu kitaplarda seni en çok etkileyen ne oldu?
Roald Dahl ile 2005’te Tim Burton’ın yönetmenliğini üstlendiği Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nı izleyerek tanıştım. Bir gün Roald Dahl’ın bütün kitaplarıyla iş olarak haşır neşir olacağımı nereden bilebilirdim? : )

"Keşke Türkçeye çevrilse" dediğin kitaplar var mı?
Off, hem de çok! İlk aklıma gelenler Oliver Jeffers’ın yazıp & resimlediği kitapları. Bir de Sendak’ın diğer kitapları [ki 2016’da yayınlamak üzere hazırlık yaptığımızın müjdesini verebilirim buradan] ile Crockett Johnson’lar var... Aa, bir de Colin Meloy & Carson Ellis’in Wildwood serisi...


Biz çocukken sanki daha çok bize parmak sallayan kitaplar vardı ama şimdi okuduğum kitaplar çocukları lunaparka davet ediyor. Sence arada ne değişti?
Daha az yayınlanıyor belki ama öyle kitaplar hâlâ var. Öte yandan, hayal gücünü yücelten kitapların değeri anlaşıldı diye düşünüyorum, dolayısıyla bu tarz kitapların yanında sıkıcı, ders verme kaygısı güden kitaplara ilgi de azaldı belki...

Yayın sürecinde olmaktan çok mutluluk duyduğun birkaç kitaptan bahsedebilir misin?
Bunlardan bir tanesi Vahşi Şeyler Ülkesinde... Zaten çok sevdiğim bir kitabın Türkçeye kazandırılması [hem de çok sevgili Celâl Üster’in çevirisiyle] sürecine dahil olmak, kitapları seven herkesin başına gelmesini isteyeceğim bir duygu. İtiraf etmem gerekirse, yayına hazırlık sürecinde en çok zorlandığımız kitaplardan biri de bu oldu... Sendak Estate’le her aşamada fikir birliğine vararak ilerledik, bu da süreci biraz yavaşlattı. Bu kitap için kaç kez matbaa yollarına düştüğümüzü hatırlamıyorum bile, başında bekledik resmen. Ama basılan ilk sayfaları, kapağını gördüm ya, o akşam rahat uyudum.


Bir diğeri ise Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nın üç boyutlu kitabı. Hiç unutmuyorum, bu kitap diğer ülkelerinkiyle aynı anda baskıya girecekti Çin’de ve bize kitabı hazırlamamız için yaklaşık 1 hafta gibi bir süre vermişlerdi. O hafta sürekli kar yağdı, biz de karanlığa kalmamak için öğleden sonraları tatil oluyorduk. Kitabı bitirmek için zamanla yarıştık. Sonra kitap elimize güneşli bir yaz günü ulaştı, sevincimizi görmeliydin!

Bu yıl, Exupéry'nin ölümünün üzerinden 70 yıl geçmesiyle birlikte Küçük Prens'in hakları serbest kalınca bir Küçük Prens furyasıdır aldı başını gitti... Yine de, Erdal Öz'ün elyazısıyla aldığı notlarının üzerinden giderek Küçük Prens'in Cemal Süreya & Tomris Uyar çevirisini yeniden okurlarla buluşturmak benim ve yayında emeği geçen herkes için gurur vericiydi.


Delal Arya’nın Pera Günlükleri’nin ilk kitabının yayına hazırlanışı da çok güzel bir anı benim için. Bana kitabın Word dosyasını gönderdiği günü hatırlıyorum, sonra kitabın matbaadan geldiği günü... Resmen bir bebeğin dünyaya gelişine tanık olmak gibi bir duygu. Delal, harika bir yazar, onun hayal dünyasıyla çocukken tanışmış olmayı çok isterdim. Şimdi, yeğenlerim Nil & Doğa büyüsün de Delal’in kitaplarını okusunlar diye heyecanlanıyorum.

İş yerinde bir günün nasıl geçiyor? Çalışma masandaki evrak yığınından dolayı arkadaşların seni göremez hale geliyor musun :)
Genel olarak keyifli bir çalışma ortamımız var, bu anlamda çok şanslıyım sanırım. Fuar ve katalog hazırlama dönemleri hariç gayet sakin, sessiz ve rahat geçiyor günler. Sabah kahvemizi çayımızı alıp işlerimize gömülüyoruz. Küçük aralar verip sohbetler ediyoruz; çizerler, yazarlar, çevirmenler gelip gidiyor yayınevine, onlarla görüşmelerimiz de çoğunlukla çok eğlenceli ve iş ortamından ziyade arkadaş sohbeti gibi oluyor.


Aaa, sorunun bu kısmında biraz hava atacağım! Masamda hiçbir zaman evrak & kitap yığını olmuyor, çünkü ben tam bir Başak burcuyum : )

Kırtasiyeyi çok sevdiğini duymuştum. Özellikle koleksiyonunu yaptığın bir obje, olmazsa olmaz bir kalemin gibi alışkanlıkların var mı?
Ah, evet. Bayılıyorum kırtasiye malzemelerine, kırtasiye gezmeye. Özellikle koleksiyonunu yaptığım bir şey yok, ama daha çok sade & eski moda şeyler hoşuma gidiyor. Sürekli kaybolup kaybolup bana geri dönen kırmızı bir Lamy dolmakalemim var; kaybolmadığı zamanlarda onu kullanmayı tercih ediyorum : )

Türkiye ve yurt dışındaki çocuk edebiyatını genel hatlarıyla kıyaslayacak olursak, sence ne durumdayız? Önümüzde daha uzun bir yol var mı yoksa genç yazarlarla beraber bu "yol" biraz daha kısaldı mı?
Bunu söylediğim için üzgünüm ama önümüzde hâlâ uzun bir yol var. Bu yıl katıldığım, İsveç çocuk edebiyatının dünü ve bugününü anlatan bir sempozyumda anladım ki, İsveçlilerin 35-40 yıl önce yayınladığı kitapları bugün bile basmak isteyen bir yayıncı bulmak zor. Bir de okul satışları kaygısı çocuk edebiyatına zarar veriyor; bu kaygı güdülmeden daha cesur davranılmalı...

Senin gözünde “iyi” bir çocuk kitabının olmazsa olmazında neler var? (hikaye, çizimler, dilin yapısı vs.)
Söylediklerinin hepsi... İyi kurgu, iyi yazılmış olması, iyi resimler, iyi kâğıt seçimi, iyi tasarım... Benim beğenimi bunların hepsi etkiliyor açıkçası. Yani iyi yazılmış bir kitabın resimleri iyi değilse, ona “iyi” bir çocuk kitabı diyemem; ya da tam tersi... Ya da iyi yazılmış bir kitap, iyi de resimlenmiş ama tasarımı berbat... Üzgünüm ama o da yeterince “iyi” bir çocuk kitabı olamaz benim gözümde. Çocukların beğenisini, estetik duygusunu azımsamamalıyız.

“Keşke ben yazsaydım ya da yayına hazırlasaydım” dediğin bir çocuk kitabı var mı?
Hobbit, Peter Pan ile Wendy, Oliver Jeffers kitapları, Vahşi Şeyler Ülkesinde’yi saymazsam : ) Pıtırcık’ın tüm kitapları, Pippi Uzunçorap, Martıya Uçmayı Öğreten Kedi, Ayıcık Ernest ile Farecik Célestine'inRomanı, Bütün Gün Esneyen Prenses, Bekçi Amos’un Hastalandığı Gün, Canını En Çok Ne Yakar...



Katıldığın için çok teşekkür ederim, harika yeni kitap haberlerini bekliyor olacağım(z) :)
Asıl ben sana çok teşekkür ederim!
  

Sevgili İpek, söyleşinin bundan sonraki kısmı sana doğum günü sürprizi :) 
                                                                             ***
"Sevgili Gözde, pek tatlı kardeşinle minik bir söyleşi yaptım ve çocuk kitaplarından bahsedip neşelendik. Ama aklıma geldi de, birlikte büyüdüğünüze göre İpek'in kitaplarla olan ilişkisini, yeğenleri Nil ve Doğa ile çocuk kitapları iletişimini senden iyi kimse bilemez. Bu bölüm İpek'e sürpriz olsun, bize biraz İpek'in kitap ve kırtasiye sevgisinden söz edebilir misin?"
Evet, İpek'le birlikte büyüdük, eğer İpek'siz büyüseydim, şu anki ben olmazdım, biliyorum. Kitap sevgimin (her ne kadar, istediğim çoklukta okuyamasam da) büyük bölümü, inanıyorum ki, İpek'le birlikte büyümekten kaynaklanıyor. Onun kitaplarla ilişkisi her zaman farklıydı. Kitap okurken, önündeki kitapla bütünleşir, benden tamamen kopardı. İyi yazardan ve kitabın iyisinden anlardı. Hiçbir zaman elinde korsan kitap görmedim. O dönemleri düşünüyorum da, sanırım İpek'in Murathan Mungan sevgisinden bahsetmemek olmaz. Ne kadar çok zaman ayırmıştı Murathan 95'i bulabilmek için. Ne kadar çok sahaf gezmişti. Bulmuştu tabii ki sonunda. Dünyası kitaplardan oluşurdu demek hiç yanlış olmaz.



Maalesef Nil ve Doğa teyzelerinden ayrı büyüyorlar. Çocuklarımın okuma sevgisi ile büyümelerini ve kitapların hayatlarında büyük yer kaplamasını her şeyden çok isterdim. Bu anlamda İpek bana daha doğrusu bize çok destek oluyor. İpek olmasa, ben şu anki ben olmaz, çocuk kitaplarına ilgim eminim ki şimdikinden çok daha az olurdu. Dolayısıyla İpek fiziksel olarak bizden uzak olsa da, senede 1-2 kez Nil ve Doğa ile bir araya gelebilse de, manevi desteği hep bizimle birlikte ve çocukların kitaplığının tamamını hemen hemen teyzelerinin aldığı kitaplar oluşturuyor. Kitapçılarda gezerken Nil hemen Can Çocuk'un kitaplarını alıyor eline, her birinin kapağını açıp Dadi'sinin (Teyzesinin) İsmin gururla buluyor, bana gösteriyor... Çok mutlu oluyor, ben de çok mutlu oluyorum Geçenlerde Kumkurdu'nun 3ü bir yerde basımını bana, büyüyünce çocuklara devredilmek üzere hediye etti. Kendinde şu an yok yani. Kaç kez ‘Emin misin, istersen geri verebilirim.’ diye teklif ettim hatırlamıyorum. Kısaca İpek, Nil ve Doğa'nın kitaplarla büyümelerini çok önemsiyor...


Evet, kırtasiye sevgisi de yine kitap sevgisi gibi, çok küçük yaşlarından beri hiç azalmadan devam ediyor. Kırtasiye malzemelerine aşırı bir sevgisi oldu her zaman. O zamanlar fotoğraf çekmezdik tabii ki, şimdi kırtasiye malzemeleri, kalemlerini, minik not defterlerini güzel güzel sıralayıp, fotoğraflarını çekiyor ve bunlar resmen bir görsel şölen. Kardeşim diye demiyorum, gerçekten de, her zaman zevkliydi hala da öyle... Hatta benim bir mottom var:) 'İpeğin en çirkin şeyi, benim en güzel şeyimden daha güzeldir.'  :)) Onun her şeyi çok güzeldir, çünkü o benim minik İpekböceğim...
  


"Sevgili Banu, İpek'in çocuk kitapları (özellikle Roald Dahl) ve kırtasiye sevgisi hakkında sen neler söylemek istersin? Doğum günü armağanı olarak en güzel hediye hangi kitap olurdu sence İpek için :)"
Ooo çok zor sorular. Çünkü yanıtlarının ucu çok açık.
İpek'in kırtasiye sevgisi hakkında ne diyeyim ki. Kırtasiye sevgisi anlatılmaz yaşanır :) Sanırım empati yapabilirim bu konuda. Kırtasiye malzemelerinin endorfin arttırıcı etkisi olduğunu düşünüyorum. İnsan bir kere aldı mı dahasına sahip olmak istiyor. yeni alınmış ahşap kokulu bir kurşun kalemin gıcır bir defter üzerinde hışır hışır kayışını düşündüm de. İpekim anlıyorum ben seni!


Baskısı tükenmemiş olsa Daniel Pennac'ın Gulyabaniler Cenneti'ni ve devamı olan iki kitabı alırdım. Tekrar basıldı mı bilmiyorum. Rico ve Oscar kitaplarını da alabilirdim :)


Biz İpek'le Kumkurdu sayesinde tanıştık, onun ikram ettiği kumkurabiyelerinden yiyip sahil kenarında dans ederken (kafa üstü) çocuk kitapları hakkında konuşmaya başladık. Yedi Denizlerden geçip Vahşi Şeyler Ülkesine vardığımızda Max çoktan oradaydı. Yani ben tanışmamızı böyle hatırlıyorum. Sen ne dersin İpek?
"Roald Dahl'dan 1 gün küçüğüm ben" diyebilen birini, onun tatlı ablasını ve fotoğrafını öpmek istediğim bal yanak yeğenlerini bloguma misafir etmekten büyük mutluluk duydum.
"İYİ Kİ DOĞDUN İPEK, umarım kırmızı dolmakaleminle harika metinler yazarsın. Tamam kabul ediyorum, benim masam hep dağınık olduğu için seni de kitap dağının ardında hayal etmiştim ama o zaman başak burcu olduğunu bilmiyordum :) MUTLU YILLAR, kafanın üzerindeki Peter Pan'ı hiç kaybetme olur mu?"
                                                                              ***
Roald Dahl Okuma Şenliği kapsamında Matilda'yı yeniden okurken Matilda bana şunu fısıldadı: "Biliyor musun, "Matilda" olarak kitabın içine sığamıyorum, kitaptan ara sıra taşıyorum. Yakın çevrende hiç bana benzeyen, kitapları çok seven birini gördün mü?"
Bilmem ki,sizce görmüş olabilir miyim? Gözlüklü bir Matilda hem de!
                                                                             ***
4 Ekim 2015 Pazar akşamına kadar "En sevdiği çocuk kitabı"nı yazan 3 kişiye pek tatlı Matilda kitabı Elif'in minnak ellerinin çekeceği çekilişle gidecek, ben de yanlarına 1'er mektup koyacağım :)
*İnstagram hesabımda yapacağım duyurunun altına yorum yazanları da çekilişe dahil edeceğim. (Çekilişe katılmak için yorum bırakmak haricinde bir şey yapılmasına gerek yok :)
** "1 Kitap 1 Mektup" etkinliği ne acaba diyenler,önceki etkinliklere bakabilirler :)

Devamını oku »

11 Eylül 2015 Cuma

Günün Mutluluk Sebebi-10: Kitaplar

Gündeme inat, bir önceki yazımda bahsettiğim #roalddahlokumasenligi 'ni kendi çapımda sürdürdüm ve fark ettim ki hayatta ne olursa olsun okumaya devam etmek gerekiyor.
Bu başlıktaki mutluluk sebebinin tamamı aslında "kitap okuma" hakkında. Balköpüğünde şu yazıyı okuduktan sonra aklıma geldi, insan kendini mutlu eden şeyleri yazmalı (benim durumda da buna devam etmeli) Sağlık, aile, sevdiklerim listede elbette üst sırada ama bu ara gerçekten bana nefes aldıran şey, kitaplar. Son 3 günde -yanlış hatırlamıyorsam- toplamda 5 kişiden "çok yorgun görünüyorsun, iyi misin" lafını işittim. Hepsine de şaşırdım, iyiyim aslında. Hatta durup bir kendime sordum "iyi miyim" diye. İyiyim ama yorgunum, uykusuzum. Bunun için kendimi kötü hissediyorum ama gündemde o kadar kötü şey var ki, benim yorgunluğum şımarıklık gibi geliyor. O yüzden ben yine "yorgunum ama halime şükrediyorum" şeklinde hayatıma devam etmek istiyorum.
Ne diyordum?
Kitaplar ...

KİTAPLARLA İLGİLİ BENİ MUTLU EDEN ŞEYLER:

1. Çocuk kitapları okumak
2. Kitap okumak
3. Kitaplara dokunmak, kitapların sayfa sesini duymak, dokusunu hissetmek
4. Sevdiğim bir yazarın/serinin yeni kitap heyecanını yaşamak, ön sipariş vermek
5. Kitapçılarda saatlerce gezinmek, ayakta durup yorulduğunun farkında olmamak, biri yanına geldiğinde onu tanıyamayacak kadar dünyadan kopmuş olmak
6. Sahaflarda gezinip aklında olan kitapları uygun fiyatlı bulmak, sahafın sahibiyle sohbet etmek, sevebileceğin başka kitaplarla tanışmak
7. Kitap bloglarını, instagram hesaplarını okumak, okudukça yaptığın listeleri güncellemek
8. Bir gün umuyorum ki kavuşacağım çocuk kütüphanesi hayalini canlı tutmaya çalışmak
9. Arkadaşlarıma kitap hediye etmek, arkadaşlarımdan kitap hediye almak
10.Baskısı bitmiş kitabı aramaya devam etmek
11. O dili bilmesem de orjinalinden kitap siparişi vermek ve onun gelişini beklemek (İsveççe)
12.  Gazetelerin kitap eklerini okumak (son zamanlarda azalttım)
13. Kitap fuarlarına katılmak 
14. Ayraç biriktirmek ama yeni kitaba başladığında ayraçları bulamayıp kitabın arasına rastgele bir şey koymak(kimlik, peçete, çubuk)
15. Kitaplar hakkında sohbet edebileceğim birileriyle tanışmak hatta böyle bir topluluğa dahil olmak
16. Devamlı değişse de okuma listeleri yapmak, kendine hedefler koymak
17. Bloga, okuduğum kitaplar hakkında yazı yazmak
18. BDK'yı ezberlediğim halde sıklıkla "ha, şu neydi" diye siteye tekrar bakmak
19. Kitap okumak için illa ki vakit yaratmak (iş harici, öğle arası, yemek pişerken, uykudan önce)
20. Evdeki kitaplıkları düzenlemek, düzenleme yaparken unuttuğum kitaplara yeniden sarılmak
21. "1 Kitap 1 Mektup" etkinliğiyle kitap dünyasına daha çok girmek
22. Kitap tavsiye ettiğim birinin tavsiye ettiğim kitabı beğenmesi
23. Elif'e kitap sevgisini (en azından şimdilik) aşılayabilmiş olmak
24. Kitabın yanında ne içsem&yesem diye düşünmek
25. Bu yazıyı yazmak :)


Yazınca kendimi çok daha iyi hissettim, kitaplar sizi de mutlu ediyorsa bence bir liste de siz yapın :)
Bu listeye bakınca anladığım kadarıyla (demek ki önceden tam anlayamamışım) benim için kitaplar ve çocuk kitapları ayrı iki kategori. İkisini de çok seviyorum, Leylak Dalı Nurşen Abla sayesinde yetişkin edebiyatından okuduğum kitaplar artarken bence ben de ona çocuk kitaplarını çaktırmadan okutuyorum ehehehe :)
* 2015'te neler okumuşum acaba diye kendime bir liste yapmaya başladım. Hakkında yazı yazamadığım kitapları buraya eklemiyordum ama en azından topluca bir arada durmaları iyi olur.

Devamını oku »

4 Eylül 2015 Cuma

En Sevdiğim 21 Çocuk Kitabı :)

Kitapçıya gidip mutsuz ayrılabilen nadir insanlardan biriyim sanırım. İçimi büyük bir kıskançlık kaplıyor ve "amanın bunlar neden benim değil?" duygusu ve "ben neden buradan ayrılmak zorundayım" düşüncesiyle hoflaya poflaya kitapçıdan çıkıyorum. Hatta homurdanıyorum. Bugün öğlen de Selcen'e homurdandım, "ben kalıyorum,sen git" dedim de olmadı. Döndük yine işlerimize.
Hayalimde olan şey bir kitapçı değil zaten, daha önce de demiştim, bir çocuk kütüphanesi. Tamam içine yetişkin edebiyatından sevdiğim kitapları da koyarım. Ve olmazsa olmaz bir okuma köşesi, kahve köşesi de istiyorum. Bu kaynak nereden sağlanır, bunu şimdilik bilmiyor olsam da bu hayalimin peşini bırakma niyetim de yok.
Geçen gün bir arkadaşım, iş yerinde çok sıkıldığından bahsetti, ben de ona "çocuk kitabı oku" dedim. Güldü. "Gülme,ben ciddiyim" dedim. "Hangi kitaptan başlayayım?" deyince beni ciddi aldığını anladım. Bir sürü isim söyledim. "Bana bir liste gönderir misin?" deyince de ortaya bu liste çıktı. Kendimi "10"ile sınırlamıştım ki 19. maddeyi yazarken bulunca, "peki madem,sınır 20 olsun"dedim. Tek sayıları daha çok sevince de-Yıldıray'a katılıyorum- liste 21 maddelik oldu.
Sevdiğim sıraya göre değil de aklıma gelme sırasına göre yazdım hepsini. İlk olarak aklıma "Kumkurdu"nun gelmesine şaşırmadım da "Momo" ve "KSD"nin sonlara kalması beni şaşırttı.
Listede yer alan kitapları zaman zaman güncelleyeceğim demek isterdim ama bu listedeki kitaplara sarılıp yatmak istediğim için bu listeye ancak ekleme yapabilirim :)

2.     Matilda
4.     Hayalperest
5.     Enginar Kalpler
7.     Pıtırcık serisi
8.     Balık
9.     Pera Günlükleri ve Yedi Denizlerde serisi
11. Momo
12. Uçan Sınıf
13. Clarice Bean serisi
15. Bir Pekin Ördeğinin Tam 15 Yıl 5 Ay süren Yolculuğu
17. Çocuk Kalbi
20. Riko ve Oskar
21. Kuyruklu Yıldız Eken Adam



Devamını oku »