Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




çocuk kitapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çocuk kitapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Ocak 2016 Perşembe

Denizin Dibindeki Ev / YKY

Yeni yılda bitirdiğim ilk kitabın "Denizin Dibindeki Ev" olması beni çok şaşırttı çünkü heyecanla okuduğum başka kitaplar vardı. Derken bir gün postacı kapımızı çaldı ve 4YKK'nin bana kitap hediye gönderdiğini söyledi. Yaşasın!
Kitabın ön ve arka kapağına bakınca keyifli bir kitap okuyacağımı düşündüm.
Birkaç sayfa okudum ve "Aa ne güzelmiş" dedim.
Sonrası ise ...
Biraz değişik oldu :) (Kitabı okumadan yorumu okumayın!)

Fark ettim ki buraya sadece çok sevdiklerimi yazıyorum, az sevdiklerim/sevmediklerime vakit ayırmıyorum.
İşte bu kitap, bu serinin ilki olabilir, gerçi Arne'nin Adası da benim için hayal kırıklığıydı ama bu kitap daha da tuhaf.
Öncelikle bana hediye ettiği kitap hakkında kötü şeyler yazmama kırılmayacağını bildiğim için Tangül'e, çok teşekkür ederim, sebebini en sona yazacağım.
Turengde ve Google'da İtalyanca çeviri yapamadığım için kitabın orjinal adının (la casa in fonda al mare) tam çevirisinin "Denizin Dibindeki Ev" olduğundan emin olamadım. Böyle bir araştırmayı hemen her kitap için yaparım ancak bu kitabın farklı olan tarafı, çevirisinde kitap içerisinde de kendimce yanlışlıklar bulmam oldu. Yanlış demek aslında uygun değil, neticede İtalyanca bilmiyorum ama sanırım eksik demem daha doğru olacak.
Kitabı okurken farkında olmadan "yok artık" gibi hayret ibareleri kullanmışım, karabalık dedi, hatta "ne oldu" diye merak etti.
Ona şunu söyledim: "Kitabın sanırım basılmadan (birkaç kez) önceki taslak halini yanlışlıkla basmışlar"
Biraz daha butik bir yayınevinden basılmış olsaydı belki şaşırmaz, olabilir deyip geçerdim. Ancak kitabın yayınevi YKY olunca buraya da bir şeyler yazmak istedim.
Arka kapağına bakınca kitap sahiden de oldukça cezbedici görünüyor(benim için) Arada kalmışlığı ve farklı-öteki olmayı zaman zaman ben de yaşadım, yaşıyorum ve konusu çokça ilgimi çekti. Çok seveceğimi düşünerek-ki yazarın İtalyan olması benim için bir artı Nanetti'den dolayı)- heyecanla okumaya başladım kitabı.

İlk 3 bölümde (7-15 sayfa) yaklaşık 8 yaşındaki (tam sayıyı suda zaman hiç geçmediği için bilemiyoruz) Stella'nın deniz altındaki yaşamını kendi dilinden okuyoruz. (gayet keyifliydi bence)
4. bölüm ile birlikte 3. tekil şahıs anlatımına geçiyor kitap ve yazı karakterini de değiştiriyor. İlk başta bunu tuhaf buldum ancak ayrımı bu şekilde göstermek istedilerse saygı duymak gerek diye not aldım hatta.
İlerleyen sayfalarda yine Stella'nın ağzından yaşadıklarını okuyacağımızı düşünürken kitap 4. bölümdeki anlatım şekliyle devam etti. (istisna 6. bölüm ve 7. bölümün yarısı)
7. bölümün yarısında anlatım dili değişiyor ve ortaya gerçek bir anlam belirsizliği çıkıyor.
"... Bir gün büyük bir yapı keşfettim..." diye başlayan bölümün orta yeri "...Amir ona bakıp güldü..." ile devam ediyor :)
Denizdeki yakın arkadaşları mürekkepbalığı Billi ile yunus Elia.
Billi karakterini ilk başta muzır bir çocuğa benzettim ama çok kısa sürede Billi'nin dikkat çekmeye çalışan kötü niyetli biri olduğunu gördüm.
Elia Stella'nın yakın arkadaşı ve hikaye içerisinde güzel bir yan karakter rolü varken birden "sen benim çocuğumsun" cümlesini kuruyor. (böyle bir şey yok, tek demek istediği 'seni önemsiyorum ve üzüldüğünü görmek istemiyorum' çocuklar okuduğunda kafaları karışabilir.) Sayfa 92'de Elia bir anda yunus olarak çıkıyor karşımıza, ki bu da başka bir kafa karıştırıcı :)
Hikayenin ana konusu olan iki dünya arasında seçim yapma (deniz ve kara) ve farklı-öteki olma halini sevdim. Sadece işlenişini biraz zayıf buldum. Gereksiz ayrıntılarla ve karakterlerle sayfalar doldurulmuştu sanki.
Hikayeye neden dahil olduğunu bilemediğim dondurma arkadaşı Mirco var mesela. Kara hayatında olan bir çocuk ve Stella'nın denizde yaşadığını bilmiyor.
Stella'nın babası zamanında kara hayatını seçmiş-hatta orada kendine başka bir hayat kurmuş, evli ve 2 çocuğu var- annesi ise denizde yaşıyor. Stella da zaman zaman su üstüne çıkarak bazı kara çocukları ile iletişim kuruyor Mirco ve Roberto gibi.
Bu hikaye için bence sadece Roberto yeterliymiş oysa.
Denizde yaşayan Amir ise iyi mi kötü mü ben anlayamadım :)
Stella tüm bu çocuklarla ayrı ayrı vakit geçirmeyi, onlarla eğlenmeyi seviyor ve hepsini de yeri gelince öpüyor. (bu kısmı da anlayamadım ama üzerinde çok durmadım)
Babası Stella'yı karada yaşamaya ikna etmeye çalışırken kullandığı gereksiz ve sert üslupta yazarın kendi babasına duyduğu kırılganlıkları okudum.
O yüzden de bu kitabın babaya olan kırgınlıkların bir hikaye üzerinden anlatımı olarak görülmesi belki daha gerçekçi bir bakış açısı olur. (arka kapakta da yazdığı gibi)
Sayfa 121'de babasının Stella'ya "Sersem sersem konuşma" dediği ifadeye açıkçası üzüldüm. "O kadar da değil artık" diyerek Stella'ya sarılmak istedim. (ki sonrasında kızına elini kaldıran adama bayağı kızdım) Belli ki Stella'nın kafası çok karışmıştı ve haklıydı. Annesi ise çok daha tutarlı bir karakter, onu sevdim.
Kitap hakkında çok şey yazdım biliyorum ama sonunu yazmayacağım elbette :) (bir o kaldı yazmadığım gerçi)
Kitapta yer alan televizyon ise gerçekten olmaması gereken bir obje idi. Yazarın gel gitlerini açıkça okuyabildiğimiz (kara-deniz) ancak yine de doğal olanı tercih ettiğini satır aralarından okuduğumuz bu hikaye için televizyon biraz fazla tüketimi çağrıştırdı bana.
Yazar kitabı babasına kırgınlığını hatırladığı bir an yazmış, yayın evi basmış, YKY ise biraz özensiz olarak yayınlamış gibi hissettim.
Çok mu sert bir eleştiri oldu acaba bilmiyorum.
Yazarın ve çeviren Filiz Özdem'in emeğine haksızlık yapmak istemem ama kitabın bütününe baktığımda taslaklarda yer alan bir metni nasıl basmışlar acaba diye düşündüm.
Metne çok odaklandığımdan resimleri hakkında yorum yapamadım. Benim tarzım değil sadece onu diyebilirim.
Kitaptan:
" Hepimiz nasıl yaşayacağımızı seçmekte özgürüz..."

Tangül'e çok özel teşekkürlerimle, kitapların hep tam, bitmiş, harika hallerini okuyordum, bu kitap ve Stella'nın hikayesi ile kendimi geliştirme imkanı buldum (ukalalık gibi olmasın lütfen) daha iyi nasıl olabilirdi diye üzerinde notlar aldım. İyi ki varsın kıvırcık :)

*Kitabı okuyan varsa lütfen yorum yazsın, belki de ben yanıldım ya da bazı şeyleri gözden kaçırdım :)
** Deniz yaşamıyla ilgili kitap önerilerini de yazabilirseniz sevinirim, çok sevdiğim bir konu kendisi :)

Denizin Dibindeki Ev
Özgün adı: la casa in fonda al mare
Yazan: Lucia Tumiati
Resimleyen: Alessandra Roberti
Çeviren: Filiz Özdem
Yaş grubu: 8+
YKY, 2013, 159 sayfa, karton kapak




Devamını oku »

22 Aralık 2015 Salı

2015 Kitap Günlüğü ve 2016 için Aklımdakiler :)

2014 ve 2015 kitap okuma hızı açısından beni çok tatmin etmemiş olsa da açıkçası nitelik olarak sonuçtan oldukça memnunum.
Geçen yılda hangi kitapları okudum, neleri çok sevdim, neleri okumasam da olurmuş dedim, bir bakıp görmek istedim.
İşin aslı "okumasaydım olurmuş" dediğim kitap çok fazla yok.
Bana bir şey katmayacağını düşündüğüm kitapları yarısında bırakabiliyorum çünkü. Bir kitabı illa bitireceğim gibi bir durumum yok çok şükür, Filiz sana göz kırptım buradan ;)
Böyle bir raporu ilk defa tutuyorum çünkü ilk defa "görece"biraz daha kayıt altında okudum.
Normalde okurum, geçerim, unuturum ve kaybolur gider zihnimde kitap.
Şimdi ise biraz daha kayıt altında okudum.
Okuduklarımın büyük bir kısmını bloga yazabiliyorum, kalanlar ise masamda yazılmayı bekliyor.
Bir kısım ise "unutulanlar" rafında, orası cidden kara delik gibi, bazen bakmaya korkuyorum kaybolabilirim diye.
2015te o kadar güzel kitaplar okumuşum ki, hangisinden başlasam ve raporumu nasıl yazsam bilemedim.
Rapor yazmayı zaten bilmediğimi fark edince de (şu an) içimden geldiği gibi yazmaya karar verdim.
Yaptığım en güzel okumalardan biri yazar okuması oldu. Buraya yazmaya fırsatım olmadı ama Roald Dahl, Andrew Clements (Gizemli Anahtar kitabını bitiremedim baskı hatasından) ve Melek Özlem Sezer'in kitaplarını (13 tanesini) okudum (bazılarını 2. defa) ve "yazar okuması" işini çok sevdim. 2016 için de nasip olursa birkaç yazar var aklımda ama buraya yazıp kendimi kısıtlamayayım. Çünkü ne zaman buraya yazsam kendimi kısıtlamış gibi hissediyorum, tuhaf.
Yetişkin edebiyattan oldukça az okuma yapmışım, hani sayı versem vermeye utanıyorum :)
2016 için aklımdaki hedeflerden biri de ayda 1 yetişkin kitabı okumak olacak, uygulayabilirsem (sanki çokmuş gibi yazdım ya :P)
Nurşen Abla sayesinde "Dünya Bu Kadar" ile bu döngüyü başlatmış oldum aslında. "Kürk Mantolu Madonna"yı da Elif sayesinde okumuştum.
2016 için güzel bir liste yaptım ve bazılarını toparlamaya başladım.
İşin aslı 2016'da biraz daha "elimdekileri eritme" hedefim var. Ama bunu ne zaman söylesem ertesi gün kendimi kitapçıda kitap alırken buluyorum, insan yeni çıkanları da merak ediyor tabii ne yapalım :)
Ne kadar dağınık bir rapor oldu yalnız bu, yazarken daha iyi anladım.
Başlığı değiştirmem lazım, "günlük" demek daha doğru olacak.
2015 Kitap Günlüğümde sevgili Yasemen'in pek sevmediği bir şey yapıp "en"leri yazayım :)


- Beni en çok etkileyen kitap: Yıldız Kız / Yıldızlı Sevgi (tercih yapmam gerekse 2. kitap)
- Okurken ağzım haricinde de her yerimden gülme tozu fışkırttığım kitap: Babam Süt Peşinde
- İkinci Kez okuduğuma çok mutlu olduğum kitap(lar): Balık, Uçan Sınıf, Miguel ve Clementine
- Lisede okusaydım kendimi daha iyi hissederdim dediğim kitap: Gülümse
- Çizimleriyle deriiiin bir aşk yaşadığım kitap: Kıyıya Vuran Kız
- Okuduğum gün, saat ve mekanı aynen hatırladığım kitap: 35 Kilo Tembel Teneke (14 ay sonra ilk defa yalnız dışarı çıkıp, sahaf gezip kahve içip kitabımı başladığım gibi bitirmişim nasıl unutayım)
- "Bu nasıl bir aşk?" kitabım: Kürk Mantolu Madonna
- Hayallerimin peşinde olmayı bana hatırlatan kitap: Hayal Peşinde
- Okurken kalbimde önceden çıkmış dikenleri hatırlatan ve onları iyileştiren kitap: Kirpi Kız
- Elif'in favori kitapları: Oskar ve Güvercin Geç Yatmasın
- Roald Dahl'ın en sevdiğim kitapları: Matilda, Koca Sevimli Dev ve Dev Şeftali
- Andrew Clements'in en sevdiğim kitapları: Bunun Adı Findel, Sıradan Bir Çocuk
- Melek Özlem Sezer'in en sevdiğim kitapları: Büyüklerle Dalga Geçmesi Dersleri, Eldivenlerimi Kim Çalıyor, Sakız Çiğneyen Kedi
- 2015'te okuduğum iki klasik: Gizli Bahçe ve Pal Sokağı Çocukları
- Yüzümde gülümsemeyle okuduğum kitap: Küçük Hanım
- Kedili kitaplar: Miks, Maks ve Meks'in Öyküsü (başka yokmuş meğerse ama başlığı silmeye kıyamadım :)
- Okuduğum tek mini biyografi: Ara Güler
- Okuduğum tek mektup: Canım Aliye Ruhum Filiz
- Anneliğime dokunan kitap: Bir Pekin Ördeğinin Tam 15 yıl 5 Ay Süren Yolculuğu
- Güzel bir derleme olduğunu düşündüğüm çizgi roman: GABO
- Çizimlerinin hikayenin önüne geçtiğini düşündüğüm kitap: Can ile Zortan (Tüm suç, Gökçe'de :)
- Yeniden okumak istediğim harika kitap: Mucizeleri Saymak
- Yarım bıraktığım/bitiremediğim kitaplar: 10 taneden fazla olunca yazmaktan vazgeçtim :)
- En sona bıraktığım ve benim için sadece 2015'e damgasını vurmayan kitap: KUMKURDU


En sevdiğim 21 çocuk kitabını daha önce yazmıştım, 2015'in en'leri ile ikisi birbirini tamamlamış görünüyor :)
Kaba bir hesapla 60-70 arası bir kitap okumuşum gibi görünüyor yanlış hesaplamadıysam tabii. Gerçi bu sayının da pek bir önemi yok, okurken mutlu oldum mu oldum, gerisi boş :)

2016 için Aklımdakiler:
- Daha fazla çizim yapmak, özledim aslında bir şeyler karalamayı ama beni tutan nedir bilmiyorum, belki bahanelerdir, "çizemiyorum" kaygısıdır :)
- Yağmurla konuştuğumuzdan beri aklımda olan bir şey, yeni kitap almadan kitaplıktaki kitapları okumak&kütüphaneden kitap ödünç almak. Kütüphane kısmı mevcut mesai saatleriyle bana şu an çok gerçekçi gelmese de kitaplığımdaki kitaplara odaklanabilmek için geçtiğimiz günlerde bir çalışma yaptım. Sonuç, yetişkin edebiyatından en azından 20 adet kitap var okumak istediğim, onları ayrı bir yere yerleştirdim. Yeniden okumak istediklerimden biri de Biçem Alıştırmaları. 2007de okumuşum, okumayanlara önerebilirim. (Bu seneki okuma planımda yok gibi duruyor ama okumamış olanlara Tatar Çölü kitabını da önereyim, ben çok sevmiştim.)

- Yazar Okumaları: Çocuk edebiyatı için özellikle aklımda böyle bir şey var. Birkaç ismi not ettim şimdiden, kitaplarını toparlamaya çalışıyorum kendimce.
- Ülkelere Göre Edebiyat: Bu okumada yalnız değilim ancak niyetim bu kapsamdaki sayıyı kendime göre arttırmak
- Daha Fazla Not Almak:Bu konuda o kadar kötüyüm ki, kitabın kapağına aldığım tarihi, okuduktan sonra neler hissettiğimi yazabilmişsem harika. Oysa benim istediğim yanımda not defteriyle okuma yapıp kendimce notlar almak ve bunları kaybetmemek, bunların devamını getirebilmek.
- 1 Kitap 1 Mektup etkinliği 2015te bana çok keyif verdi, umarım 2016 için de güzel insanlarla yapabilirim bu etkinliği.
- Elif'in kitaplığı ve okul öncesi kitaplarından çok az paylaşım yapmışım, belki bu sayıyı arttırabilirim. Yazarken duygularımı daha net görebildiğimi fark ettim kitaplar konusunda(gerçi her konuda bu böyle ama diğer konu başlıkları bu yazının konusu değil :)
- Bloga daha çok yazmak: Okuduğum kitapları bitirir bitirmez soluğu burada alabilsem ne güzel olur-du değil mi?
- 2016 için "reading challenge" yapacak olursam bu,
yetişkin edebiyatı için 20-30 arası, çocuk edebiyatı için de 70-80 arası bir sayı olurdu.
Ama rakamlarla aram çok iyi olmadığından ben sadece "harika ötesi, ayağımı yerden kesecek, muhteşem bir film izliyormuşum gibi beni büyüleyecek, çocukluğumdaki eksik an'ları tamamlayacak, hayal gücümün -varsa- sınırlarını aşacak, yüreğimi titretecek, kokusu burnumdan hiç gitmeyecek" kitaplarla tanışmayı diliyorum diyebilirim.
Bu, beni daha çok yansıtıyor :)

Dilerim öz'den uzaklaşmadan, sağlık dolu, kitap kokusunda geçer 2016 yılı da.
Çok şükür :)


Görsel buradaki tatlı hatundan :)
*Hem belki bu sene ben de atlı karıncaya binerim. Kim bilir :)



Devamını oku »

14 Aralık 2015 Pazartesi

1 Kitap 1 Mektup: "Hayal Peşinde" Züleyha Ersingün :)

Çocukken sınıfta dalar giderdim, öğretmen bir şeyler sormuş olurdu ama ben duymazdım, kim bilir hangi dünyalarda olurdum. Züleyha ile tanıştıktan sonra "keşke benim ilk okul öğretmenim olsaymış" demiştim, "Hayal Peşinde"yi okuyunca neden böyle hissettiğimi daha net anladım: "Çocukça konuşabilen bir öğretmen bulmak kolay değil çünkü" :)
                                                                                   ***
Sevgili Züleyha,
Seninle tanıştığımızdan beri merak ediyorum kütüphaneni. O yüzden de oradan başlamak istiyorum sorulara. Kütüphanenin en değerli kitapları çocukken okuduğun kitaplar mı? En sevdiklerin, seni besleyenler ve “Hayal Peşinde”nin kaynağı olan kitaplar hangileri?
Esra'cığım Merhaba,
Benim kitaplarla ilişkim son yıllarda değişti. Eskiden kitabı bir şekilde okumak (Birinden alarak ya da kütüphaneden edinerek) yeterliyken, son yıllarda mutlaka kitap benim olsun istiyorum.(Yaşlanıyorum galiba) Bu nedenle çocukken okuyup sevdiğim pek çok kitabı farklı yayınevlerinden baskılarıyla kütüphanemde bulunduruyorum. Küçükken günümüz çocuklarının kitap bolluğuna sahip değildik kuşkusuz. Yine de o yıllara göre bol kitaplı bir evde büyüdüm diyebilirim. Babam arşivciydi, kitapları dergileri saklar biriktirirdi. Sonraları bu rolü ben üstlendim evde. Tam bir Jules Verne delisiydim, fantastik aşkım o günlerden kalmadır. Ayrıca Alice Harikalar diyarında( Özellikle Deli Şapkacı karakteri), Tom Sawyer, Oliver Twist, Pal Sokağı Çocukları,Pinokyo, Küçük Kara Balık, Küçük Kadınlar, Şimdiki Çocuklar Harika ilk aşklarım arasındadır. Bu kitaplar hep kütüphanemin baş köşesinde oldu. Zamanla eklenen kıymetlilerim ise ayrım yapmadan Michael Ende,Astrid Lindgren, Christine Nöstlinger, Roald Dahl, Rodari ve Sevim Ak ve Behiç Ak kitapları. Süleyman Bulut'u yazmasam olmaz. Bu yıl onlara David Almond da eklendi. Bir de en en çok sevdiğim Islık Çalabilir misin Johanna var. (Kesin unuttum bazılarını :) )
Gördüğün gibi pek ayrım yapamıyorum ama hepsi beni çok etkileyen tekrar tekrar okuduğum kitaplar. Calvino ve Ursula Le Guin ise tüm zamanlarımın yazarları.
Sadece Hayal Peşinde'nin değil muhtemelen yazdığım ve yazacağım pek çok kitabın ilhamı onlar.


“Hayal Peşinde”nin ortaya çıkışı nasıl oldu, olay örgüsü ve karakterler zihninde bir anda mı canlandı yoksa her biri yıllardır seninle miydi :)
Doğrusu sürpriz bir ziyaretçiydi Hayal Peşinde. Başka bir hikaye üzerinde çalışırken, sırf çocukları eğlendirip şaşırtmak için yazdığım bir mini hikayeyle başladı. Artık meşhur olan 4-F'lilerle yaptığımız zıpır ve matrak bir çalışmayla. Doğal afetler konusunu işleyen tüm normal öğretmenler gibi depremi, seli anlatmak yerine kitapta bahsedilen afeti yazdım ve arkası geldi işte.

İlk okuyucuların kimler oldu, Civan ne tepki verdi, 4-f'liler sevdi mi “Hayal Peşinde”yi?
İlk okuyucularım eşim ve Civan :) Bunun dışında görüşlerine başvurduğum sadık okuyucularım var. Can dostlar... Civan ciddi bir okur o anlamda şanslıyım. Böylece minik bir kitapkurdu ile ilk test sürüşünü gerçekleştirme fırsatı buluyorum. Katkıları ve kritik eleştirileri oluyor. 4-F'liler sevdi kitabı. Çok keyifli bir buluşma yaşadık fuarda, onlara da büyük sürpriz oldu.

Kitapta yer alan "babaanne"yi ben çok sevdim. Anneannem, babaannem ve dedelerimi tanıma şansım olmadı benim, o yüzden de kitaplarda yer alan anneanne ve babaannelere daha da çok kanım kaynıyor. Senin var mıydı sana hikayeler anlatan büyüklerin?
Hayattaki en büyük şansım, dedemdir. Annem ve babam çalıştığı için altı yaşıma kadar anneannem ve dedemle yaşadım ben. Dedem, bir çocuğun hayatta başına gelecek en güzel şeydi. Nasıl özlüyorum...
Doğanın, ağacın, kuşun, böceğin dilinden anlayan yerel bir filozoftu o. Karakterimin, hikayelere ve doğaya duyduğum aşkın kaynağıdır. Onun da gönüllülerden biri olduğunu düşünüyorum :)

Hayal ve Maja'nın başucunda görüp sevindikleri yazar için tahminde bulunmak istiyorum: Roald Dahl mı yoksa :) Bu sorunun cevabını kitapta bulamamak beni gülümsetti. “Yazar” sanki bu kısmı bizim doldurmamızı istiyor gibiydi, ne dersin?
Kesinlikle...
Tutkuları olan insanları seviyorum. Hayatına bir kitap, bir yazar katanları biraz daha çok :) Ben okuduklarının, izlediklerinin içine kendini koymayı, kendini o hikayenin baş kahramanı olarak hayal etmeyi seven bir çocuktum. Benim gibiler için boş bıraktım orayı.

Uluslar arası bir dil ile yazmışsın kitabını aslında, “çocukça”... Böyle bir dilin gerçekten olduğuna inanıyor musun?
Bu ifade çok mutlu etti beni. O dile inanıyorum. Bu inanç benim hayata, geleceğe ve güzel günlere inancımın da kaynağı. Hepimizi o dil kurtaracak.

Öğretmen olmanın en büyük avantajı çocuk dünyasından, çocukların hayallerinden kopmamak ve tabii ‘çocukça’ konuşabilmek midir acaba?
Doğrusu büyük avantaj. Büyüdükçe baş gösteren unutma ve sıkıcılaşma hastalığına karşı panzehir taşıyorsunuz yanınızda sanki. Zamanın ruhunu yakalamak fırsatı aynı zamanda.

Kitaplardaki bilgelerin erkek olmasına fazlasıyla alışmıştık :) Bilgirus'un kadın olmasına hem şaşırdım hem de sevindim. Bu, özel bir tercih miydi senin için?
"Offf ne güzel bir soru" diye karşıladım bu soruyu. Bunu ifade etme fırsatına kavuşmaktan ayrıca mutlu oldum. Özellikle istedim kadın olmasını. Cinsiyetçilik, çocuk kitaplarında dahi, rahatsız olduğum bir konu. Bilginler güçlüler hep erkek, mağdurlar ve kurbanlarsa kadın.

Kitabın içerisinde mini bir İstanbul turu, güzel kitap önerileri hatta tatlı bir melodi tınısı var. Tüm bu detaylarla hikayeyi çok güzel işlemişsin ve zenginleştirmişsin. Bu kadar detay aklına nereden geldi?
Ne güzel ifadeler bunlar :) Ben hikaye delisiyim. Ve hikayeler de genelde detaylarda gizli diye düşünürüm. Bir filmin kimsenin çok aklında kalmayan sahnesini hatırlamak, bir olayda herkesin unuttuğu ayrıntıyı hafızama kazımak, bir albümde kimsenin favorisi olmayan şarkıyı sevmek gibi bir huyum var. Belki onlarla ilgilidir.

Sevinince sen de yerinde duramayıp Hayal gibi dans eder misin? (Bunu ben sık sık yapıyorum ve evdekiler de bana eşlik ediyor :) Bu dansa kitapta rastlamak da çok hoşuma gitti)
Ahh işte benim hikayem. Her şeyi şarkıya dönüştürebilirim. Civan'la günlük olayları veya gördüğümüz şeyleri besteleriz. Buna 30 yıllık halk dansları kariyerimi de eklersem, sürekli şarkı söyleyip dans eden biriyim diyebilirim:)

“ ‘Teknoloji kötü değil’ dedi Molly. ‘Ona teslim olmak kötü. İnsan beyni ve yaratıcılığının ürünü olan bir şeye benim yerime düşün, hisset ve karar ver demek kötü.” Hepimizin yaşadığı durum bu sanırım. Çocuklara laf ediyoruz ellerinden tablet, telefon düşmüyor diye ama teknlojiye ve sosyal medyaya bağımlı yaşayan bizleriz sanki. Kitapta bu konuya çok güzel ve yerinde bir çözüm getirmişsin. Bu çözümü gerçekleştirebiliriz miyiz yeterince istersek, ne dersin?
Sorma, kanayan bir yara bu. Her 4-5 yılda bir yeni jenerasyonla tekrar tanışıyorum. Bu yıl ikinci sınıfları okutuyorum. Dikkat sürelerinin kısalığı ve odaklanma problemi inanılmaz maalesef. Düşününce, tablet ve diğer teknolojik araçlarla doğarken tanışmış bir kuşak bu. Yetişkin alışkanlıkları ve değerleri ile kuşatılarak büyüyorlar. Bağımsız karar verip tercih yapma haklarını ellerinden alıyoruz. Onlara ait, doğal ve bizim müdahalemizden yargılamamızdan uzak bir ortam sağlayabilsek yeter. Gerisini onlar halleder aslında.

Hikayenin devamı gelecek mi, Hayal ve Maja yeniden bir araya gelip yeni maceralara atılacaklar mı?
Civan hep bu hikayenin devamını istedi. FOM ekibi ile tanıştığımız anda onların da ilk söylediği bu oldu. Bunun üzerine düşündüm ben de. Aklımda bir şeyler var diyelim. Neden olmasın :)

Yazma rutinini de soracağım ama asıl ben okuma rutinini merak ediyorum. Her gün belirli saatlerde okuma, notlar alma şansın oluyor mu? Sosyal medyada gördüğüm kadarıyla oldukça donanımlı bir masan var ve ben o masanı yoo hayır, kıskanmıyorum :)
Tıpkı benim seninkini kıskanmadığım gibi:)
Her gün belli saatlerde okurum ve notlar alırım. Hayatımı buna göre planlıyor ve olağanüstü bir durum olmadığı sürece rutini bozmuyorum. Aynı anda bir kaç kitap okurum. Masamda ayrı, çantamda ayrı başucumda ayrı kitap olur genelde. Yayın takip etmeye de çalışıyorum.
Yazma ise rutine bağladığım bir şey değil. Küçük notlar alır, pasajlar, hikaye parçaları, tasvirler ve kahramanlar yazarım bazen. Onlar, planlamadığım bir hazırlık gibidir. Detaylar buradan çıkar genelde.

Son sorum tabii ki “Hayal Peşinde” kitabından. Bu kitabı okuyan tüm yetişkinler bu soruyu kendilerine soracaktır. Ben de sana sormak istiyorum: “Çocuk Ülkesi”ne gittin mi hiç?
Hepimiz gitmedik mi?
Ben ülkemi unutmamaya çalışıyorum ve sembolümü kaybetmemeye. İlk fidanımı sulamaktan ve yeni fidanları çoğaltmaktan asla vazgeçmeyeceğim :)

Katıldığın için çok teşekkür ederim, arkadaşlığın ve sohbetlerimiz beni çok mutlu ediyor.
Ben de çok teşekkür ederim. Nasıl güzel sorulardı. Doğru soruları doğru cevaplardan daha çok önemserim ben. Seninle paylaştığım her şey çok değerli. İyi ki varsın :)
                                                                   ***
Bu kitabı size eski bir dostunuzun/ çok sevdiğiniz ilk okul öğretmeninizin yazdığını düşünün ve 1 hayaliniz olmasının ne kadar önemli olduğunu hatırlayarak, hep o hayallerin peşinden gidin, fidanınıza sıkıca sarılın.
Çocuk Ülkesi'nden ayrılmayı hiç istemeyeceksiniz...

27 Aralık 2015 Pazar akşamına kadar "Benim hayalim..."cümlesinin devamını yazan 1 kişiye "Hayal Peşinde" kitabı Elif'in minnak ellerinin çekeceği çekilişle gidecek, ben de yanına 1 mektup koyacağım :)
                                                                         ***
"Bir çiçeğin hikayesi bir ülkeyi kurtarmaya yeter mi?
Eğer bu hikaye sizi anavatanınıza,çocukluğunuza,götürüyorsa neden olmasın...
Yeter ki siz çocukluğunuzun masal bahçesini bulmak isteyin"






Devamını oku »

29 Kasım 2015 Pazar

Hayal Peşinde :)

Çok heyecanlıyım, çok!
"Hayal Peşinde" kitabını az önce bitirdim ve sıcağı sıcağına yorumumu yazmak istedim buraya.
Züleyha ile birbirimizi ne kadar zamandır tanıyoruz bilmiyorum ama her şey instagramda benzer kitaplar paylaşıp, sohbet eder gibi yazışmamızla başladı.
Çoğu kitabı benden önce zaten okumuş olduğundan, ona önerebileceğim kitap yok denecek kadar azdı aslında, öğretmen olması sebebiyle de çocuklarla iç içe okumalar yapabiliyordu. Yoo, Züleyha'yı bu sebeple hiç kıskanmadım.
Tamam belki minicik
Hani şöyle noktacık
O da büyük oldu,
0.3 kalem ucunun bir yere yanlışlıkla değmesi gibi belki...
İşte o kadarcık kıskandım onu :)
Sevdiği işi yapıyor oluşu, işini severek/emek vererek ve çocuklarla yapıyor oluşu beni hep gülümsetti.
Bahsettiğim 0.3 noktacık da oradan geliyor esasen.
Züleyha'nın heyecanına bir süredir ortak olduğumu biliyor ama bunu başkalarıyla ne zaman paylaşabileceğimizi bilmiyordum.


Bu heyecan, 2 gün önce somut bir şekilde kapımı çaldığında -bir süredir haberim olmasına rağmen- gözlerime inanamadım.
Cuma günü sayfaları karıştırırken okumaya başladığımı, gece olduğunda kitabı yarıladığımı fark etmemiştim bile.
Dün pek okuyamadım ama bugün bir fırsat yarattım kendime, Elif'i ayağımda sallarken "eee eeee eeee" derken, bir de baktım düşmüşüm ben de Hayal ve Maja'nın peşine.
Hafızam beni yanıltmıyorsa ilk defa tanıdığım birinin kitabı çıktı.
Ben de Hayal gibi dans etmeye başladım: "Arkadaşım yazaaaar olduuuu,holaaaalaaaa" :) Bu dansı iş yerine gitmeden yapabildiğim için şanslıydım, yoksa iş arkadaşlarıma bu yeni marifetimi de anlatmak zorunda kalacaktım.( Ah, şu büyükler :)
Tanıdığın birinin kitabını okumak o kadar değişik bir duygu ki, "Amanın bunları Züleyha yazmış" ifadeleri ile notlarımı nereye yazacağımı bilemeyerek, Elif'i ayağımdan bırakamadığımdan ve hava da karanlık olduğundan resmen karanlıkta-neyse son anda karabalık mini fener getirdi yanıma- okudum.
Çok emek verildiğini, detayların kitabı çokça zenginleştirdiğini, kurgunun başarıyla yapıldığını,hayal gücümü ve "hadi çocukluğumuza dönelim" diyen Esra'yı beslediğini, son sayfayı kapattığımda yüzümdeki mutluluğun karanlıkta bile fark edilebildiğini (malum, dişlerimin 32si birden kendini gösterince florasan gibi yanıyordu :) hissettim.
Kitapta en çok neyi sevdin diye kendime sordum:
"Çocukluğuma yolculuk yapmayı..."
Bir ara salıncakta iken bir de baktım bembeyaz saçlarını tepede balerin topuzu yapmış, mor bir pilot gözlüğü takmış, kanatlı, turkuazbir atın,bizim Polly'nin sırtındayım.
Polly kim mi?
Molly'nin kuzeni tabii ki!
Bembeyaz saçlarını tepede balerin topuzu yapmış, gözlüklü, yaşlı,beyaz bir tavşan.
Hem de Hayal ve Maja'yı karşılayan tavşan.
Ama sadece bu kadar değil ki!
"Karşılayıcı, gülümseyici, gıdıklayıcı ve ara bulucu!"
"YOK ARTIK!" mı dediniz?
O halde size de bir düşünücü,bilici ve anlatıcı gerek, yani Bilgilus :)
                                                                                     ***
Aklıma takılan soruları ben de bu bilge kadına sordum,
"Acaba ben de bir zamanlar Çocuklar Ülkesi'ni ziyaret etmiş miydim?"
"Peki, pasaportumu bulup bu ülkeye girebilmiş miydim?"
Dudağımı bükerek sorduğum soru da şuydu:
"Çocuklar Ülkesinden ne zaman Yetişkinler Ülkesine gitmiştim?"
"Hayal Ormanına yerleşmek istesem beni de alırlar mıydı?"
              ***
Belki bir gün ben de kitap yorumumu yazarken "normal" cümlelerle kendimi ifade etmeyi öğrenip okuduğum kitabın konusundan,hikayeden, karakterlerden de bahsedeceğim.
Ama o zamana kadar, kitapları hep duygularımla okuyup hislerimle yorumlayacağım.
Bu kitabı okumak isterseniz eğer,size tavsiyem yanınıza 1 adet kalem(güzel yerlerin altını çizmek için), orta boy bir çikolata (canınız çekebilir) ve bolca "hayal"almanız (Kalp Ağacı'ndaki parıldayan çiçeğinize ulaşmanız için size yardımcı olacak)
"Hayal Peşinde"yi okurken Momo'yu, Gizli Bahçe'yi,Alice'i, Charlie'nin Çikolata Fabrikası'nı, Pippi Uzun Çorap'ı anımsadım.
Kitap ile ilgili kafama takılan yerleri buraya yazmak istemedim, kim bilir belki onları Züleyha'ya sorarım ve o da bana Hayal ve Maja'nın baş ucuna bırakılan kitabın hangi yazarın kitabı olduğunu söyler.Ya da...
Yok yok tuttum dilimi, dedim ya gerisi belki güzel bir sohbette gerçekleşir :)
                                                                                ***
"Çocuk kahkahası' dedi Molly. 'Bitkilere birebirdir. Sizde nasıl yağmur büyütüyorsa bitkileri, bizimkiler de çocuk gülüşü ile büyüyor."


Çizimler Mustafa Delioğlu tarafından yapıldığı için kitabın içerisinde oldukça neşeli sahnelerle karşılabiliyoruz. Benim favorimse Hayal ve Maja'nın mutluluğuna ortak olup onlarla halay çeken babaanne:)
"Hayal Peşinde"nin içinde bolca macera, neşe, İstanbul, çocukluk, hayaller, orman ve en önemlisi umut var.
Benim açımdan ise bolca çocukluğum.
Çocuklar Ülkesi'ne girebilmek için pasaportumu aradım, tasolarımı buldum.
Kim bilir belki Züleyha "Hayal Peşinde"nin devamını da yazar ve orada ben de fidanımı bulurum.
Hayal bu ya :)

Hayal Peşinde
Yazan: Züleyha Ersingün
Resimleyen: Mustafa Delioğlu
Yaş grubu: 9+
Fom Kitap, 2015, 143 sayfa, karton kapak




Devamını oku »

25 Kasım 2015 Çarşamba

Uçan Sınıf

Uçan Sınıf'ı birkaç sene önce yine Çağla'dan ödünç alarak okumuştum.
Düşüncelerimi unutabilirim, kitabın konusunu da unutabilirim ama hislerimi unutmam.
Kitabı okurken de "ödünç alınmayacak bir kitapmış" dediğimi, okuduktan sonra da içimin kuş gibi olduğunu hatırlıyorum.
Bir vesileyle "Uçan Sınıf"ı geçen hafta yeniden okumam gerektiğinde kütüphanedeki kitabımın üzerinde hiçbir yazı/çizi olmadığını görünce şaşırdım.
Kitabın sonlarına doğru da Çağla'nın kitabını -doğal olarak- ona geri verdiğimi, bu kitabı da sahaftan aldığımı hatırladım.
Bu hatırlamalardan sonra kitabı 2 seferde, Elifi ayağımda sallarken okudum.
"Uçan Sınıf" kitabında her bölümden önce o bölümde nelerden bahsedildiğini yazmış Erich Kastner kısaca. Başka birkaç kitapta daha bu tarz bir açıklama görmüş fakat sevmemiştim.
Bu kitapta ise çok hoşuma gitti.
"Yeşil bir kurşunkalemin kaybolmasından, çocukların gözyaşlarının ne kadar iri olduğu hakkındaki bir görüşten, küçük Jonathan Trotz'un okyanus yolculuğu ile büyükanne ve büyükbabasının onu neden karşılamaya gelmediklerinden, nasırlara övgüden, ayrıca cesaret ile zekayı aynı kefeye koymak gerektiğine ilişkin acil bir talepten söz ediyor."
Sadece bu giriş paragraflarını bile ard arda yazsak sanırım neşeli bir öykü oluşur.
Kitapta ilk önce, Noelde oynanacak oyunun yazarı Jonathan Trotz ile tanışıyoruz. Jonathan'ın hikayesindeki şu parağraf benim için oldukça anlamlı:
"Yalnızca: Kendinizi kandırmayın ve başkalarının da sizi kandırmasına izin vermeyin. Bir şeyler ters gittiğinde, korkmayın. Belanın üstüne gitmeyi öğrenin. Şanssızlığa uğradığınızda, pes etmeyin. Kuyruğu dik tutun! Nasır bağlayın!"



Kitaplardaki bu cümlelere bayılıyorum. Bana gerçekten pozitif enerji veriyor ve bir şeyler ters gittiğinde bunu hatırlıyorum. (ilginç ama doğru)
Jonathan'dan sonra sınıfın birincisi Martin kalbime yerleşiyor. Sadece dersleri iyi olan asosyal bir çocuk değil, "Çelik Birlik" ekibinin de lideri ve haksızlığa tahammülü yok. Ailesinin yoksulluğu sebebiyle Noelde yaşadığı "durum"u ise kitabı okumak isteyenler olabileceği için yazmayacağım ama beni her iki okumamda da ağlattı :)
Matthias'ın gözünden Jonathan:
"Hem çok çalışkan hem de inek değil. Okula başladığı ilk günden beri sınıf birincisi; yine de her kavgada bizimle beraber..."
Günün birinde boksör olmak isteyen ve her zaman aç olan Matthias Selbmann ile cesaret yoksunu Uli'nin arkadaşlığı ve birbirlerine destek olmaları kitap boyunca beni gülümsetti. Şimdiye kadar okuduğum kitaplarda iki zıt karakterin birbirine bu kadar destek olmasına pek şahit olmamıştım. Uli'ye "cesaret yoksunu" dedim ama az sonra bu lafı yutacağım :)
Kitapta öyle enteresan bir sahne var ki, okurken ben de "acaba bu davranış, kitabı okuyan çocukları etkiler mi" diye düşündüm. Ama sonra bu düşüncemden vazgeçtim. Televizyonda gördüklerine nazaran kitaplarda okudukları o kadar "masum" kalıyor ki...
Sebastian Frank ise zaman zaman hoşlanmadığım ama genel olarak sevdiğim bir karakter oldu. Sadece biraz diğer çocukların gölgesinde gibi geldi, yazar karşımda olsa ona şunu sormak isterdim: "Sebastian'ı biraz daha öne çıkarmayı düşünmediniz mi?" Büyük çocuklara karşı gösterdiği alaycı tavrı kitapta birkaç bölümde daha görmek hoşuma giderdi doğrusu. (cesaret konusunda yaptığı açıklamalar gibi)
Noel kutlamalarında sergilenen oyunun adı ise "Uçan Sınıf". "Ders, yerinde keşfe dönüşür"diyor oyun ve beş perde boyunca coğrafya dersinde işledikleri yerleri görmek üzere yola çıkıyorlar. Öğretmeni ise tabii ki Sebastian oynuyor.("korkunç derecede zeki" olmanın sonucu :)
Kitabı okurken ister istemez "Pal Sokağı Çocukları" ile kıyaslama yaptım çünkü onu da geçen hafta okudum. Her ikisinde de kurgudan daha çok karakterleri sevdim. Hikayeden çok hislerime odaklandım.
Uçan Sınıf kitabında Bay Justus ve Sigara İçmez hakkındaki sürpriz beni şaşırtmadı ama Sigara İçmez hakkında kafamda birkaç soruya sebep oldu.

yorum bile yapmışım :)
Bay Justus neden bilmiyorum ama bana Gönül Öğretmenimi hatırlattı.
Ve şu ara okuduğum "Kütüphanedeki Aslan"kitabını. "Kurallar, bazen/gerektiğinde çiğnenebilir." 
Bu kitapta en sevdiğim şey, sadece hikayenin naifliği değil. Karakterlerin işlenişi, hikayedeki duruşu ve neredeyse her bir karakterde kendimden bir şeyler bulmuş olmam, bu sevgiye birer ek.
Kitabın sonuna geldiğimde ben de buzağı Eduard'a ne olduğunu merak ediyordum.
Geçen hafta Seğmenlerde tepe bayır fotoğraf çekmeye çalışırken "yapamam" dediğim bir yerde aklıma Uli geldi ve onun cesaretiyle "yaptım." Sanırım kitap okumak, beni sahiden farklı kollardan besliyor.
Bu kitapla ilgili yorumumu-tıpkı geçen haftalarda okuduğum diğer kitaplar gibi- bir süredir yazmaya çalıştığımdan paragraflar arası anlam karmaşası olabilir ama dediğim gibi benim için kitabı okurken hissettiğim "duygu" önemli.
Bu kitabı okurken bolca gülümsedim ve son sayfaya geldiğimde bittiğine üzüldüm.
Hep aklımda kalacak, "Çelik Birlik!" ve bu dostluk hikayesi...
* Tüm öğretmenlerin okuması gerektiğini düşündüğüm bu kitabı yanında bir mektupla birlikte Elif'in öğretmenine de hediye ettim.
Bu vesileyle tüm öğretmenlerimizin "Öğretmenler Günü" kutlu olsun.
(Benim sadece formasyonum var, öğretmen sayılmam :P )

Uçan Sınıf
Özgün Adı: Das Fliegende Klassenzimmer
Yazan: Erich Kastner
Çeviren: Şebnem Sunar
Yaş grubu: 9+
Can Çocuk, 2015, karton kapak, 188 sayfa






Devamını oku »

20 Kasım 2015 Cuma

1 Kitap 1 Mektup: Melek Özlem Sezer İle Kedilerin Peşine Takıldım :)

Bazı kitapları okurken kendimi kaybediyorum, çok gülüyorum, çok eğleniyorum ve bazen de kafama takılan yerleri yazarına sormak için can atıyorum.
"Çocukken okusaymışım" dediğim ama yine de geç kalmadığımı düşündüğüm bir kitap "Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri". Bu kitaptan sonra Melek Özlem Sezer'in diğer kitaplarını da okudum ve merakım iyice arttı, ben de kapısını çaldım: "Güldürme tozu yutmuş olabilir misiniz?" diye:
Görsel Kaynak: burada
Küçükken okuduğum kitaplarda ya hüzünlü ögeler vardı ya da bize dişimizi fırçalamamızı öğütleyen yetişkinler... Ben büyüdüm, çocuk edebiyatı değişti; güzelleşti ve çocuklara eğlenmelerini söyleyen hatta bunu nasıl yapacaklarını anlatan kitaplar yayınlanmaya başladı. Aradaki değişimi sağlayan sizce ne oldu?
Çocuk edebiyatının da her şeyden önce edebiyat olduğunun kabulü, pek çok özensizliğin önüne geçti. Alana kendini adamış, doğru pedagojik zeminde iyi edebiyat derdindeki Türkiyeli yazarların çoğalması kadar, Nöstlinger gibi çığır açıcı yazarların geç de olsa çevrilmesi de çıtaların yükselmesine sebep oldu. İçerik ve yaklaşıma gelince… “Sen çocuk mu kandırıyorsun?” nasıl da dilimize yerleşmiş bir söylem, değil mi? Bu laf, çocukla ilgili pek çok yanlışın nerede başladığını iyi özetliyor. Üstelik kimilerine, rastgele kitaplar çıkarma cesareti veriyor. “Aman işte çocuk sonuçta, önüne ne koysan yer.” yaklaşımı, ticari ya da bireysel çıkarların etiğin önüne geçmesi, kifayetsizlerin alanda at koşturması, hâlâ yaşadığımız sorunlardan. Ne ki selüloz ziyanları, iyi edebiyat ve profesyonel yayıncılığın baskısı altında gittikçe daha çok boğuluyor.

Geldiğimiz yer doyurucu mu peki?
Hayır, değil elbette. Metinlere sızan geleneksel kodlardan, özgür ve bağımsız bireylerin yetişmesine engel olarak bilinçsizce iktidar kurumlarına hizmet eden düşüncelerden ve yanlış toplumsal cinsiyet iletilerinden arınmamız için önümüzde uzun bir yol var. Bu yolda akıllı adımlarla ilerlememiz, gözbağlarımızı açmamız ve daha yüksek bir edebiyata kavuşmamız için eleştirinin gelişmesi elzem. Şu anda pek çok karmaşık, iç içe geçmiş nedenden ötürü bu pek mümkün görünmüyor. Ama ben en azından Haziran Çocukları’nın bir gün bu cesareti, birikimle birleştirerek göstereceğine inanıyorum.
Bense bu konudaki ihtiyacımı, yazar yazmaz metinlerimi arkadaşlarımla, öğretmenlerle, çocuklarla, iyi okuyucularla olduğu gibi hiç kitap okumayanlarla da paylaşarak gidermeye çalışıyorum.
Elbette çalıştığım yayın evleri, özellikle Can Çocuk Yayınları bana editoryal anlamda çok yol gösterici oluyor. Ama metin yayın evine ne kadar temiz giderse, daha ayrıntılı bir çalışmaya o kadar enerji kalıyor. Çünkü bir metinde çok hata varsa, dikkatimiz kurnazca, ta en diplere saklanmış hatalara yönelemiyor. Ve okuyan kişiyi de olabildiğince az yormanın, verimi yükselteceğine inanıyorum. Öte yandan bu profesyonel çalışmalar yetişkin dünyasında olup bitiyor. O nedenle çocukların eleştirilerine, önerilerine, neye ihtiyaç duyduklarının, neyi daha çok sevdiklerinin ya da nerede anlama sorunlarının oluştuğunun bilgisine daha önce ulaşmaya dikkat ediyorum. Asıl kılavuz hiç kuşkusuz çocuklar.

En çok merak ettiğim soru; farklı tarzlarda eserleriniz var ama hepsi de bence çok eğlenceli ve komik. Var mı bu işin bir sırrı? (Güldürme tozu falan yutmuş olabilir misiniz? :)
Onlar güldürme tozu değil, güneş tozları. Ben iki buçuk yaşındayken yandım. Üstelik çok ağır bir yanıktı. Ölmediysem, inadımdan, bir de hastanede derim kazınırken gözüm gün ışığına takıldığında direnç bulmamdan. Benim bu kadar neşeli olduğumu gören çok kişi ağzında gümüş kaşıkla doğmuş, dertsiz biri olduğumu sanıyor. Oysa çok kısa bir süre öncesine kadar oldukça zor bir hayatım oldu. Ne ki dirençliydim. Ve hayatın acıtan yerleri kadar mucizelerine de değer verdim. Hem de alabildiğine. Çünkü güneş tozu yutmuş biri gülmeye küsmüyor ve böylece güldürebileceği yerleri de yok etmiyor.
Gerçi yetişkin kitaplarımda, özellikle şiirde kimi zaman hüzün ağırlığını hissettirir ama çocuk kitaplarımı daha neşeli yanımla yazıyorum. Ve çocuk ya da değil, ne yazarsam yazayım insanı çaresiz hissettiren duygu ya da düşünce zemininden uzak durmaya çalışıyorum. Çünkü biz Arabesk Kültürle yetişen bir toplumuz ve o kadar ağır meselelerimiz var ki insanın eylem gücünü alan o kara hissiyattan kurtulamazsak, hiçbir şeyle baş edemeyiz. Kaldı ki ben “mutluluğu koşula bağlamamayı” öğrenecek kadar yaş aldım. Çocukluğumdan beri de bireyin kendi gücünü küçümsememesi, sorunların arkasındaki nedenleri değiştirmekle yükümlü olduğu fikrindeyim. Bunun en iyi yolu da mizah.
Öte yandan yazmak benim için yaşamak demek. En sevdiğim duygu sevinç olunca da, eğlenceli şeyler ruh rengimle daha çok uyum sağlıyor, kalemin mürekkebini o tarz bir yaşamak algısından çekmek istiyor. Ama tek bir cümleyle de yanıtlayabilirdim aslında bu soruyu: Ben mutluluğa yetenekli bir insanım.

İçinde "canavar" olan bir hikâye sizce ebeveynleri endişelendirmez mi? Günümüz ebeveynleri olarak -malum- her şeyden nem kapar olduk :) Aslında bu hikâyede canavar da çocuktan korkuyor. Herkes "gerçekte olan"dan değil de "kendi zihninde yarattığı imge"den korkuyor diyebilir miyiz? 
Tam olarak öyle.
Çocukken kışları ablamla soba yanan tek odadaki divanda birbirimize sokularak yatardık. O zamanlar hemen her evde ağaç gibi dallanan ve pek çok halkanın saksıları taşıdığı demir düzenekler vardı. Gece onun gölgesini canavara benzetirdik. Kurduğumuz oyuna göre ışığı açınca canavar yok olurdu. Yorganın her noktasını üzerimize kapadığımızda ise içeri giremezdi. İşin garip yanı, korkardık ama karanlıkta sürekli biçim değiştiren canavarlarla çok da haz verici bir oyundu.
İnsan zihninde canavarlar yaratmaya alışık. Karanlık korkusu ise göremediğinin yerine korkutucu şeyler koymakla başlıyor. Yani aslında korktuğun karanlık değil, kendi zihnin. Öyleyse o karanlığı bir sinema perdesi gibi istediğin türde, büyüleyici, hoş, eğlenceli şeylere zemin olması için de kullanabilirsin. Ki ben sanırım senaryo yazarlığına, çocukken divanın altındaki karanlığa sığınıp orada kendi filmlerimi çekmekle başladım. Gündüz divan altında çekilen filmlerde canavar olmazdı. Ama hayatım boyunca zihnime toplumun yerleştirdiği canavarlarla boğuştum. Bazılarıyla da arkadaş oldum.

“Dolapta kim var?” okul öncesi ve 1. 2. sınıflar için yazılmış bir kitap. Çocuk, zihninde yarattığı canavardan korkmakla kalmıyor, onu kendi kusurlarını, örneğin odasını toplamaktaki tembelliğini örtbas etmek, suçu birine atıp rahatlamak için de kullanıyor. Çocuk canavarı görünce “Ay, bir canavar!” diye çığlığı basıyor. Canavarsa “Ay bir çocuk, hem de çok korkunç!” diye bağırıyor. (Ki ben bu sahneye çok gülüyorum.) Böylece canavar ya da öteki diye bir kalıbın içine koyduğumuz ve o kalıbı boyayıp dururken içinde ne var diye bakmadıklarımızla söyleşmenin kapısı açılıyor.
Birine “düşman” dediğimizde, o yalnızca “düşman”dır. Ne onun kim olduğunu düşünürüz, ne de haklı olup olmadığını. Ben bu kitapta korku oyunlarını, önyargılarını, ötekileştirmeyi bırakıp diyalog yolunu açmanın hoşluklarını gösterme istedim.
Aynı şekilde “Benim Adım On Üç” de, On Üç adında, merdiven altında doğmuş bir kara kedinin ötekileştirmeye, önyargılara ve batıl inançlara karşı kendini ifade etmesini konu ediniyordu.
Çocuklar her iki kitabın mesajını da gayet iyi algıladı. Büyüklere gelince, onlar gerçekten korkutucu ve zalim canavarlar yaratıp saldılar bu dünyaya. Eğer bunca insanın katline sebep olan o canavarlardan korkmuyor, bunlara karşı mücadelede yer almıyorlarsa, kel kafasına diş fırçaları saplayarak süslenen bir canavarı korkutucu bulmaları komik olur. Traji-komik elbette.
Oysa hangi canavarı geldiği çamura gömeceğin, hangisine karşı ortak mücadele içine gireceğin, hangisinin bireyin özgürleşmemesi için uydurulmuş olduğunu gördüğün anda onu koluna takıp gezeceğin, şu yaşadığımız ortamda çok daha fazla önem kazandı. Canavarlarla ilişkimizi gözden geçirmeyi ihmal etmemiz, çocuklara devredecek karanlığı büyütecek diye düşünüyorum.

Neredeyse tüm kitaplarınızın çizeri farklı isimler. Çizim ve hikâye bir bütün olduğunda çok daha güzel oluyor. Yazar olarak hikâyelerin çizimlerinin nasıl olacağına dair fikir belirtme şansınız oluyor mu yoksa kitap tamamlandığında çizimler size de sürpriz mi oluyor?
Bazen öyle, bazen hayır. İkisinin de farklı kolaylıkları ve zorlukları var. Türkiye’de çocuk yayıncılığının en can alıcı sorunlarından biri, yayın ekibindeki eksiklikler. Yeterince iyi, bu alanda uzman editörün, yayın koordinatörünün ve ressamın olmayışı, bazen bunaltıcı olabiliyor.
Elbette örneğin Mustafa Delioğlu gibi metni çok iyi okuyan, yorumlayan ve insana hiçbir sıkıntı yaşatmayan, usta ressamlarla çalışmak huzur verici ve çok da kolay. Ama alana yeni ressamlar da katılmalı. Ben bunun için çok çaba harcadım. Resim editörlüğünü yaptığım kitaplar oldu ki, bir kitabın resimlenmesi için harcadığım zaman ve emekle rahatlıkla iki üç kitap yazardım. Yeni ressamlarda temel sorunlar şunlar: Kitap okumamaları, bu nedenle resimleyecekleri kitapları da doğru algılamamaları, iş etiğinden yoksunluğun yarattığı akıl almaz aksaklıklar,  kayıplar, kibir, kapris ve coşkunun kitaba değil, yalnızca bu kitabı ben resimledim demenin ya da kazanılacak paranın hesabına yönelik olması.
Durum o kadar feci ki bir ressamın şunu söylediğine şahit oldum: “Ya internetin, sinemanın bu kadar geliştiği bir zamanda, kitap okumak artık çok lüzumsuz, çağdışı bir şey.” Cahillerden daha katlanılmaz bir şey varsa, o da cahilliğiyle böbürlenenler.
Yeni ressamların alana girmesi için doğrusu ya elimden geleni ardıma koymadım. Ama örneğin bir yıl önce dördüncü kitabının basılması gereken seri, ressamının iş ahlâkından yoksun olması nedeniyle ilk kitapta kaldı. Ben de artık enerjimi en azından bir süreliğine yeni ressamlara destek olmakla perişan etmeyip kitaplarımı profesyonel editörün gözetiminde, profesyonel ressamlara bırakma yolunu seçtim. Ama içimde hep yeni, genç, alanda kalıcı olacak ressamlara olan özlemle ve tabii umutla.

Eldivenlerinin sol tekini kaybeden Moli'nin hikâyesindeki fare gibi ince düşünceli ve tatlı bir arkadaşım olsun isterdim açıkçası. Bu hikâyede yer alan eldiven ağacı yoksa gerçek mi?
Moli’nin hayatında gerçek. Şimdi bu sorunun açtığı zihin patikasında benim hayatımda da –Moli’ninkinden farklı olsa da- böyle bir eldiven ağacı olduğunu anlıyorum. Biz, tek eldivenini kaybetmiş ya da o eldiven olup eşini bulamamış insanların yoksunluk duygusuyla büyüdük. Ama çok şükür ki dostlarım ve etkinliklerde bana olağanüstü duygular yaşatan çocuklar, benim için bir eldiven ağacı oldu. Farklı yerlerde örülmüş, bazen kaybolmuş, bazen açığa çıkmış, kimi zaman kaçan ilmeğine üzülmüş ama sonra o kaçan ilmeklerin açtığı patikaların güzelliğini fark etmiş eldivenler benim ağacımda birleşti. Ne zaman kedere kapılsam, o gülücüklerle dolu eldiven ağacının altına uzanırım. Bir de rüzgâr çağırırım ki eldivenler salınsın ve bana hayatta şükran duyacağım ne çok şey olduğunu hatırlatsın.

İtiraf etmem gerek, benim favori kitabım "Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri". Çok hazır cevap biri olmadığım için biri bana bir şey söylediğinde sadece gülümseyip geçerdim ama söyleyeceklerim boğazımda düğümlenirdi; bu kitaptan sonra ise farkında bile olmadan dilimden dökülmeye başladılar :) Farklı, akla çok kolay gelmeyecek tarzda olan bu kitabın özel bir yazılış hikâyesi ya da sebebi var mı?
Ben çocukken bir defter tutardım: Büyüyünce yapmayacağım şeyler. Çevremdeki yetişkinler çocukluklarından söz ederken deli olduklarını söylediklerini neden şimdi çocuk olanlara yapıyor anlamazdım. Onlar gibi bir yetişkin olmaktan ve bir gün çocukları anlamamaktan korktuğum, ayrıca bir gün mutlaka çocuk haklarıyla ilgili bir şey yapmak istediğim için tutardım bu defteri. O defter sonra ne oldu hatırlamıyorum ama sözümü hiç unutmadım.
Tüm kitaplarımın içinde çocukken zihnime kazıdıklarımı en çok Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri taşır. Tabii yalnızca bir tek kişinin çocuk geçmişine dayanmak doğru olmazdı. O nedenle kitaptaki konuların bir kısmını, yetişkinler ve çocuklar arasında yaptığım anketler sonucunda seçtim. Farklı kuşaklardan farklı sosyal kesimlerden insanlar aynı yerlerde incitilmişti. Ben de bu zincirin en iyi çocukluk zamanında algıların açılmasıyla kırılabileceğini düşündüm. Aslında işlenen konular ağır, kederli bir dille de işlenebilecek şeyler. İstense, zırıl zırıl ağlatır her bir başlık. Ama o zaman ağladığımızla kalırız. Buradaki meseleler zaten fazlasıyla ağır zaten, bir de hicranı eklemek doğru değil bence. Oysa asıl ihtiyacımız olan, bunlara sebep olan toplumsal öğretileri kavramak ve onları değiştirmek. Bunun için de enerjiye ihtiyaç var. Yani mizah çok iyi ve doğru bir zemin. Öte yandan aslında bizi yara bere içinde bırakan tüm bu işleyiş gerçekten de o kadar saçma, o kadar komik ki. Bu saçmalığı fark edemediğimiz için bizi ağlatan bir hayata sürüklenmişiz. O ağlamalar hiçbir işimize yaramamış. E bari bir de gülmeyi deneyelim, değil mi ama?
“Orantısız güç kullanımı” yetişkinler ve çocuklar arasındaki ilişki için de doğru. O nedenle çocuğun gücü baskılanıyor, dilimizdeki lafları yutuyoruz ve onlar içimizde bir yerde kalıyor. Yetişkinler de çocukluk acılarını hâlâ dillendirmiyor mu? Ama işte çözümsüzlük de burada zaten. Acılardan söz edip durmak yerine, onları değiştirmek için eyleme geçmemek. Tabii insanın önce kendi acılarını yıkması lazım ki söz dilde kıvranıp kalmasın.

Gölgesini kaybeden Hacivat ve Karagöz ile klasik tarzda bir anlatım yerine eğlenceli bir "gülmece" okuyoruz. "Hacivat ve Karagöz bir gün yola çıktılar ve yolda gölgelerini kaybettiler" diye başlayan bir cümle yerine kendimizi bir anda gölgenin peşinde ve hikayenin tam içinde buluyoruz. Bu tarz ile okuma kültüründe pasif okuyuculuktan çıkıyoruz diyebilir miyiz?
Ben özellikle çocuk edebiyatında birlikte yola çıkılıp yaşanan maceralardan hoşlanıyorum. Öte yandan Karagöz ve Hacivat zaten “biz” anlamına geliyor. Bizim derdimizi anlattığımız, bizim mizahımızı yarattığımız ve bizimle değişen bir kültürel miras. Gerçi gelenekten alınan öğeler için tutucu bir anlayış söz konusu nedense. Zamanı durdurma çabası, edebi zevklerin önüne geçiyor. Oysa bence, değişip gelişmekten mahrum ettiğin şeyi ölüme mahkûm ediyorsun demektir. O nedenle ben Karagöz ve Hacivat’ı modern bir öykülemeyle, bugünün çocuklarına uygun bir macerayla anlatmak istedim. İlk kitap olan “Karagöz’ün Gölgesini Kim Çaldı?”nın ardından gelen “Eyvah, Gölgeler Değişiyor!” ise tutkuyla bağlı olduğum masal kültürünü de metne sızdırma amacıyla birleşti.

"Sakız Çiğneyen Kedi" kitabında çok güzel şiirler var. Ama ilgimi en çok "kedilerden korkanlara" şiiri çekti. Uzun yıllar kedi fobisiyleyaşayıp sonra hayatıma Lokum Hanım'ı alınca kedilerin hiç de korkulacak biryanı olmadıklarını görmüştüm. 
"İşte şimdi sen de oldun bir kedi/ Söylesene, korkunç buldun mu kendini?" Kitaplarınızda kediler sıklıkla yer alınca merak ettim, kedilerle olan diyalogunuz nereden geliyor? 
Oldum olası kedileri ve kargaları çok severim. Kediler içimi ısıtır, kargalara ise büyük hayranlığım var. O şiirlerde –şu anda beni tek koluyla kaldıracak kadar büyümüş olan yeğenim Derin Deniz’in ve onun kedileriyle köpeği Yulaf’ın etkisi ağırlıkta. Çocukken şöyle demişti: “Bunları sen yazıyor olabilirsin ama ilhamını benden aldığını unutma!” Yıllar sonra şiirler kitaplaştığında ne kadar haklı olduğunu gördüm.

Çocuk edebiyatında unutamadığınız, sizi çok etkileyen, dönüp dönüp yine okuduğunuz kitaplar hangileri?
Heidi’ye olan hayranlığım hiçbir şeyle karşılaştırılamaz.

Son zamanlarda okurken sizi çok eğlendiren, güldüren kitaplar var mı?
Rodari bazen beni çok güldürüyor. Ama en çok okul öncesi kitaplarını seviyor ve onlarla gülüyorum.
Semih Erelvanlı’nın -çocuk kitapları olmasa da çocuk karakterlerinin çok güçlü olduğu- öykü kitabı Bebek Arabasında Ayvalar’da beni kırk kere de okusam kahkahadan yerlere yıkan öyküler var. Özellikle Çişli Ayşe ve Arkadaşları’na çok gülüyorum. Bazı öyküleri ise fena ağlatıyor. Aynı şekilde onun minimal öykü kitabı Tahtakurularının Evreni de çok güldürüp çok ağlatıyor beni.
Belki çok gülmediğim, hatta fena ağladığım çocukları konu edinen hitlerimi de paylaşmak isterim. Çünkü çok aşığım bu kitaplara:
Bir Avuç Yıldız, Rafik Schami
Bülbülü Öldürmek, Harper Lee
Uçurtma Avcıları, Khalid Hüseyni

Çocuklar için yazdığınız kitaplarda kullandığınız dile daha mı çok dikkat ediyorsunuz ya da böyle bir ayrım yapmak doğru mu?
Edebiyat, edebiyattır ve yazdığın her şeye karşı sorumlusundur. Yalnızca her bir alanda dikkatin biçimi değişiyor.

Klasik masallarda bulunan birçok ögenin çocuklar için uygun olmadığı konusunda verdiğiniz çok güzel örnekler var, “Pamuk Prenses” masalı gibi. Son dönemde yazılan çağdaş masallar hakkında ve bu masallardaki “toplumsal cinsiyet”in işlenişi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Masallar ve Toplumsal Cinsiyet’te eleştirdiğim masallar klasik masallardı. Taklitleri de öncüleri gibi aynı ileti sorunlarını yaşıyor ama onlardaki lezzet de yok. Öte yandan harika modern masallar ve masal ögelerini çok başarılı kullanan, tuzaklara düşmediği gibi gözbağlarını açan kitaplar da var.

Tamamlanmak üzere olan projelerden minik tüyolar alabilir miyim? ("Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri" kitabının ikincisi çıksa diye heyecanlanıyorum mesela ben :)
Ama Büyüklere Mektuplar çıktı. Tamam, bu kitap o kadar da mizaha yaslanmıyor ama benzer sorunlara farklı bir yerden bakıyor. Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri’nin ikincisini ise umarım yazmam. İlki geçmişte ve bugün yaşanan sorunları konu ediniyordu. Gelecekte çocukların başına sarmaya yeni dertler icat edilirse, yazarım. Ki bunun fikri bile çok üzücü.
Gelelim, şu anda tezgâhta olanlara. Son günlerde harıl harıl düzeltme yapıp duruyorum. Şiir masallar ve yetişkinler için bir şiir kitabı yayına hazırlanıyor. Bir de muzip bir karşı masal serisi var. Ayrıca çocuklar için şiir ve masal kılavuzları.

Yazma rutininiz var mı? Roald Dahl gibi minik bir kulübede sarı bloknotlarınıza kurşun kalemle mi yazıyorsunuz yoksa :)
Yazmaya sekiz yaşımda başladım ve birkaç yıl öncesine kadar tatiller dâhil çalışmadığım tek bir gün olmadı. Ama öyle minik kulübe gibi bir şansım hiç olmadı. Onun için her zaman, her yerde çalışabilmeyi öğrendim. Şu anda çatlamış serçe parmağıma, bandajdan çıkar çıkmaz üstüne komik bir resim yapma sözü verip, ayağımı masanın üzerine atarak yazıyorum. Aklım da hep ona gidiyor. Sanki bir şey söyleyecek gibi, canı gıdıklanmak istiyor gibi… Yazık diyorum, kalem tutamaz, bilgisayar tuşlarına basamaz. İleride ayak serçe parmaklarının da yazı yazabileceği bir çalışma bahçesi yapacağım.

Teknoloji çağında olmayı ve bir şeyleri çabucak tüketmeyi sevmiyorum (ne yazık ki) ancak yine teknoloji çağında olup yazılarını/kitaplarını çok sevdiğim yazarlarla tanışma fırsatım olduğuna da seviniyorum (neyse ki) Söyleşiye katıldığınız ve gül(dür)me tozu yutup yutmadığınız merakınızdan beni kurtardığınız için çok teşekkür ederim J
Ben teşekkür ederim. Çünkü sorularınızda müthiş bir enerji, içtenlik ve samimiyet vardı. Bu nedenle de çok zevk aldım. Serçe parmağımdan herkese selamlar…
                                                                                 ***

Bu söyleşiyi öncelikle mail üzerinden yaptık, çünkü ben Melek Hanım'ın Ankara'da yaşadığını bilmiyordum. Derken bir gün buluştuk ve sohbet etme şansımız oldu. Orada konuştuğumuz şeyleri düşününce bu söyleşi biraz "az bile" kaldı :) Birlikte geçirdiğimiz yaklaşık 4 saatin sonunda ayaklarımın yerden kesildiğini yanlış metroya bindiğimde fark ettim. O kadar "masal gibi" geçmişti ki o saatler, hayatım boyunca hep hatırlayacağım.
Sorduğum sorulara uzun uzun emek vererek yazan bu tatlı yazar peki kitapları haricinde "nasıl biri?" derseniz;

Balık ekmek seven, kahvesini az şekerli içen, kedilerle sohbet eden, karga görebilmek için kalbi atan, devamlı olarak gülümseyen (kendisi gülmese gözlerinin içi muziplikle gülen), son derece mütevazi, konuşması şiir gibi gelen, "koşma düşersin" laflarına aldırmadan içindeki çocuğu besleyen tatlı mı tatlı biri.
Kahvemizi içerken Melek Hanım'ın arkasındaki büyük rüzgar gülünün akşam güneşinde salınışını hiç unutamayacağım. (öncesi de burada)
                                                                             ***
Kocaeli kitap fuarında tanıştıkları Saliha, Melek Hanım'ın sıcakkanlı tavrını çok sevdiğini  ve ona bu çizimle sürpriz yapmak istediğini söyledi :) (Annesi Feride'ye sevgilerimle)

"Bu kitap öyle tatlı ki içim sevinçle doluyor."

                                                                                       ***
6 Aralık 2015 Pazar akşamına kadar "Ben çocukken..."cümlesinin devamını yazan 1 kişiye imzalı "Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri" kitabı Elif'in minnak ellerinin çekeceği çekilişle gidecek, ben de yanına 1 mektup koyacağım :)




"Daha dünkü çocuksun...

Bugün de çocuğum, ne hoş değil mi?"

*20 Kasım "Dünya Çocuk Hakları Günü"nüz kutlu olsun, büyüklerle dalga geçmeyi unutmayın :)
** Önceki "1 Kitap 1 Mektup" etkinlikleri de tam olarak burada :)
Devamını oku »