Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




Elif etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Elif etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2015 Pazartesi

Sosyal Medya Ebeveynliği

Aklımda ne yazılar var ve benim yatma saatim geldi-geçiyor, bak yine buralardayım :)
İnanılmaz rahatsız olduğum bir konu var, azıcık içimi döküp kaçacağım.
Konumuz "sosyal medya ebeveynliği"... Bu tanımlamayı da -ismini vermeyeyim- bir arkadaştan duymuştum, bu yazıyı okursa ona selamlarımı göndermiş olayım.
Neredeyse böyle bir meslek oldu, farkında mısınız?
geçen gün hiç üşenmedim ve hep ertelediğim "temizlik" işini yaptım, instagram ve twitterda gördüğümde beni rahatsız eden ya da tanımadığım/hayatını da merak etmediğim kim varsa sildim, rahatladım. Oh be :)
bebeğinin kaka yaparkenki videosunu yükleyeni gördükten sonra "yeter artıııık" demiş de olabilirim. Çocuklarımızı seviyoruz ve onlarla ilgili paylaşımlarda bulunmak da hoş bir şey, ona da katılıyorum ancak onlar da birey ve bir özel alanı hak ediyorlar sanki. Çok merak ederek takip ettiğim anneler var ki itiraf ediyorum, çocuklarını görünce daha da mutlu oluyorum. Aklıma ilk gelen de Damla'nın Can'ı ve Esen'in Ali Deniz'i ile Nehir'i :) Bayılıyorum onlara ve maşallah diyerek sevgilerimi gönderiyorum.
Burada yazacaklarımsa bambaşka şeyler...
Kafama takılan konu neden çocuklarımız üzerinden bir "pazarlama" halindeyiz? Anneler neden sadece kendi çocuğunun annesi olmuyor da instagram annesi yok twitter annesi yok bilmem neyin annesi oluyor? Bunu sanırım hiçbir zaman anlayamayacağım. Bana kırılan olmaz umarım yani kırıcı bir şey yazmamaya çalıştım ama... Hesabımı temizledikten sonra sanıyorum ki kurtuldum hepsinden, yok illa bir yerlerde karşıma çıkıyorlar. İnternette herhangi bir konu araştırınca ilk sıralarda karşımıza çıkan ve her konuyu sadece kendileri bilen anneler var ya; işte o grubu ben anlayamıyorum diyordum ki aslında anlayamadığım şey onları her hareketlerinde alkışlayan takipçileri. Yani bir insanın bazı hareketleri iyidir bazıları kötüdür, olabilir... Ancak bu malum annelerin her hareketleri güzel, iyi, makul; ne yapsalar bir olay. Sanki çocuğuyla kahve içmeye gitse "ayyy kahveyi nerede içiyorsunuz, kahvesi ne markaymış peki organik mi?" bıdı bıdılarıyla yorum yazacaklar. Her şeylerini nereden aldıklarını merak ediyoruz. Gözümüzde kooocaman yapıp sanki o anneler insan değilmiş gibi davranıyoruz.
Bir de bunun "baba" versiyonu var ki bence o daha da fena.
Bu insanlara "kanaat önderi" sıfatını veren elbette ki takipçileri.
Benim de "aa ne güzel yapmış" dediğim insanlar var ve burada da aklıma ilk Mutlu eller-semi gelir(sevgilerimi gönderiyorum)
Bu kadar da "siz ne yapıyorsanuz biz de aynısını yapmalıyız" haline gerek yok be güzel kardeşim.
Herkesin ebeveynliği kendine olsun.
Bir de çocuklar üzerinden kariyer yapmak nereye kadar devam edecek bilmiyorum. ilk örnekler nitelik açısından oldukça doyurucu ancak arkadan gelenlerde de şunu gözlemledim: "benim şu kadar aylık çocuğum var, siz bize ürünlerinizden gönderin, bizi her türlü etkinliğe davet de edin, ben de takipçilerime sizi öveyim"...
Bozulacak ekip beni takip etmediği için daha rahat yazdım tabii :)
Bir de şu "takip" lafına alternatif bulmalı, yoksa birbirimizi takipleşmeden bayılacağız :)

Bilmiyorum ki sizler ne düşünüyorsunuz... Konu sadece annelik de değil, başka bir yazıyı da kitap blogları için yazayım, içimde kurt falan kalmasın hem değil mi?
Herkese bol uykulu geceler :)
Bir ara Beypazarında çekmiştim bu çiçekleri :) 
Çok dertlendim ya bari fotoğraf neşeli olsun :)
Devamını oku »

11 Ocak 2015 Pazar

Elif'in Diş Buğdayı :)

Şaka maka Elif'e diş buğdayı yaptık çaktırmadan :)
Ananesi gelince kaynattı buğdayı, nohutu; yanında da renkli leblebi şekeri getirmiş zaten. Hepsini karıştırıp üzerine Uşak usulü susam da ekledik. Aylar önceden Eda'nın Elif için gönderdiği "dişim çıktı" kağıtlarını bulamadığım için kendim yazdım yeniden ve tüm bu oluşumu komşulara dağıttık, onlar da sevindi.

Akşam olup babası gelince de hem fotoğraf çekildik(unutmadan) hem de Elif'e şu meşhur meslek seçimini yaptırdık. Aşçı, Doktor, Ressam, Öğretmen, Mühendis, Yazarlığı temsilen nesneler koyduk önüne bakalım neye doğru emekleyecek diye. Ve videomuzu açtık :) Ben kitaba gideceğinden emindim oysa ki ama hayatında ilk defa görünce resmen koşarak İngiliz anahtarına gitti :) İkinci olarak resim fırçasına üçüncü olarak da "hani belki doktor olurum" diyerek ateş ölçere gitti.. Aklımda müzikle ilgili de bir şey vardı ama onu unutmuşum. Şakası hayali bile güzeldi Elif'in meslek seçimine ortak olmanın. Sonra biraz düşündük Elif ne olmak ister acaba diye? Benim hayalimde bir rock star yatıyormuş meğerse; düşününce fark ettim ama o işin de turnesi çok :)) Kendini mutlu hissedeceği bir mesleği yapmasını çok istediğimize karar verdik. O kadar yani...Tamam peki kabul mühendisliği seçince biraz hayal kırıklığı yaşamış olabilirim :) gönlümde bir yazar ya da bir aşçı vardı galiba. Malum Elif büyüne kadar ben mutfak işlerini ancak çözeceğime göre Elif'in aşçı olması da çok güzel olur doğrusu hehehe :)

Diş şeklinde pasta almadan, çok acayip hazırlıklar yapmadan geçirdik bu süreci de. Darısı 1 yaşına olsun. Temasız dediysek de kutlamayacağız demedik canııım, yine anne-baba-Elif de olsak birkaç balon koyarız herhalde etrafa :P (Bu yazıyı okuyan teyzesi çatladı sanırım :)
Teyzzoşuumuz teee nirelerden bize diş hediyesi göndermiş :)
Eda bakmış ki benden çocuğa hayır yok, kalıcı bir şey yapmayacağım, kendisi bu hediyeyi göndermiş :) Yalnız kağıtlardaki yazım aşırı özenli, onu fark ettiniz mi? Hani bir son dakika işi olduğu neredeyse hiç belli değil :P
Ve gecenin bombası: kaybettiğim kağıtları başka bir şey ararken buldum lakin diş buğdayı geçti, kısmet artık, olmadı 1 yaşında kullanırız çok değişik olur :)
Devamını oku »

9 Ocak 2015 Cuma

9. Ay :)

Veee geldik 3 çeyrek yaşa :)
Maşallah diyeyim de ben yine önceden.
Bu ay sanırım Elif büyüme atağındaydı.
Önce ilk dişi çıktı, 2 gün sonra bir sabah aniden emeklemeye başladı, şu an bize tutunarak ayağa kalkıyor hatta oturmayı pek sevmiyor. Daha dün yeni dişleri de gördük gibi olduk ama onu bir sonraki aya saklayalım.
3-4 gündür anane de yanımızda ama haftaya dönüyor, malum Ayça'nın gelme vakti yaklaşıyor. O da doğumdan önce Elif'i bir daha göreyim diye geldi karda kışta :)
Ankara oldukça soğuk. Karın yağdığı ilk gün yani 5 Ocak'ta Elifle dışarı çıktık, Elif'i kara oturttum ve karla oynadı. O günden beri yani 4 gündür evdeyiz :/ Hava sıcaklığı eksi 17'leri görünce biz de mecbur "kötü kıyafet" lafına takıldık, o kadar dayanıklı kıyafetimiz sahiden de yok. Yerler şu an cam gibi. geçen sene de kar yağmadı diye söylenmiştik :) Benimki söylenme değil aslında mevsimi yaşamak güzel bir şey, sadece uygun kıyafetlerimiz olsa da biz de kara çıksak :) Sürekli evde olunca benim ruhum sıkılıyor, her gün temiz hava ikimize de iyi geliyor çünkü. Birkaç güne kadar normal rutinimize döneriz sanırım.
Bu ayın benim açımdan en güzel gelişmesi çizimlerime devam etmem olduysa karabalık için en güzel gelişme Elif'in "ba-ba" demesi :) Önce "de-de" demişti ki "an-ni"yi hep söylüyor zaten :) Bunların çok bilinçli olduğunu sanmıyorum. Ay gelişimine göre heceleyebilir diye yazıyordu kitapta da ama Elif'in babasına "ba-ba" demesi ve onun verdiği tepki görülmeye değer...
Tüm bebekler gibi Elif de çoraplarını çıkarmayı çok seviyor. Ona kendi aramızda batının en hızlı çorap çıkarıcısı diyoruz :) Hele ki mama sandalyesindeyken... "Pıt" sesinden önce yüzde muzır bir gülüş oluyor, anlıyoruz ki çorabın çıkmasına 1 hamle kalmış.

Elifle oyunlar da daha keyifli oldu tabii haliyle, onunla ilgili de bir yazı var aklımda. Çok matah bir şeyler yaptığımızdan değil de aklımdayken yazayım yoksa unutuyorum. Günün aslında benim için en keyifli anları Elif uyuduğunda değil de onunla oyun oynadığımızda oluyor. Karşıma oturtup bir kitabı canlandırarak okuduğumda gözleri kooocaman olup beni dikkatle dinliyor ya sanırım o an'lar dünyalara bedel. İş mi hava mı soğuk mu hiç umrumda olmuyor. Elmer serisinin ne yazık ki sadece "sayma kitabı"nı bulabildik, diğer kitaplar tükenmiş. Elmer yani fil diye o kadar çok anlattım ki Elif bayıldı :)
İlk yılbaşını yaşadı aslında ama diğer günlerden neredeyse hiç farklı bir şey yapmadığımız için "yeni" bir şeyler olduğunu anlamamış olabilir. Değişik kıyafet de giydirmedik hatta fotoğraf bile çekmeyi unutmuşuz. Ananesinin gönderdiği Noel baba şapkası bile başka odada kalmış :)
Bu ara "acaba bu çocuk ileride bana şunları şunları niye yapmadın anne"der mi diye düşünmeye başladım. Mesela diş buğdayı :) Yapan, yapmak isteyen, yapmaya niyetlenen arkadaşlarım lütfen alınmasın bozulmasın ama ben de fikrimi söyleyeyim. Ya ben üşengeç ve kötü bir anneyim ya da bana böyle şeyler çok gereksiz geliyor. Diş şeklinde pasta sipariş verirken bile kendimi hayal edemiyorum, ne bileyim saçma geliyor. Yapanları da eleştirmiyorum, sadece ben kendim için tuhaf buluyorum böyle şeyleri. Benim "baby shower" hatta kına gecemi bile Eda(kardeşim) ve annem düzenlemişti. Ben sadece katılmıştım :) Her şeye bir etkinlikle bebeklerimizi mi eğlendiriyoruz yoksa kendi egomuzu mu tatmin ediyoruz? Neyse lafı çok uzatmayayım da kimseyi kırmış olmayayım. Ben ilk günlerde buğday haşlayıp kuşlara verdim, Elifle onları izledik. Bugünlerde de annem buradayken buğday ve nohut kaynatıp üzerine renkli şeker ve ceviz koyup komşulara vereceğiz, kalanı da biz yiyeceğiz. Bir de ananenin isteği ve benim de merakım üzerine Elif'in önüne meslek seçimli bir şeyler koyup hangisine gideceğine bakacağız ve güleceğiz :) Benim diş buğdayından anladığım bu kadar. Paylaşmak güzel bir şey :)
*Aklıma gelmişken 1. yaş günü için evde -şeker hamuru olmayan- anne eli değmiş, azıcık yamuk bir pasta yapmaya niyetlendim kendi çapımda. Bunun için tarif öneriniz varsa memnun olurum yazarsanız. "Yorum bırakamıyoruz" diyenler oluyor, buna çok üzülüyorum ama teknik şeylerden sadece bu kadar anlıyorum, siz de mail atın olmazsa ne diyeyim :) (Mail: 2balik1kedi@gmail.com) Yorum ayarlarını kurcaladım ama sorunu bulamadım ki çözümü bulayım :)
Elif kendi kendine ce-e yapıyor eline ne geçerse, çok komik ve tatlı oluyor tabii. Bu oyunu bizim de 5500 defa oynamış olmamızın etkisi var sanırım.
Elif'in odasındaki yamuk kitaplığı çıkardık ve yerine Elif'in boyuna uygun bir kitaplık alıp duvara monte ettik. Amanın ne kadar mutlu oldu. Alt raftan istediği oyuncağı/kitabı alıp oynayabilmesi ne kadar özgürlük kattı hayatına :) Aaa bir de hayatımıza bir ayı katıldı :) Sevgili Çağla ve dayısının (kuzenim) hediyesi; ki bence ayı kesinlikle oyuncakçı dükkanına çoktan geri dönmek istiyor. Hehehe yok yok o da Elif'i sevdi ama bence burnunu daha çok seviyor. Elif ayıya hem gülücüklerle sarılıyor, onu öpüyor; hem kucağına yatırıp onu az pataklıyor; hem de burnunu ısırıp gözlerini oyuyor :) Kısaca ona bayılıyor. Böyle hediyeler geldikçe ben Elif'e kitap dışında neredeyse hiçbir şey almadığımı fark edip utanıyorum. Neyse ki şahane kuzenleri, dayısı, teyzesi, halaları var :)
Emekleme sürecinden de bahsedeyim ama tecrübeli anneler burada tam olarak şu cümleyi kuracaklardır: "O daha ne ki, sen bir de yürüyünce gör"... Muhtemelen daha göreceğim çok şey var neticede sadece 9 aylık bir tecrübem var ama emeklemenin getirdiği özgürlük bile Elif'e yetti. Evin haritasını zihninde çoktan çıkarmış zaten. yaramazlık bölgeleri de kırmızıyla işaretlenmiş ki hiç kaçırılmasın, o derece. Kafasını çok sert çarpmaması için hep anındayım ama arada gözümü burnumu kaşıdığımda illa ki kazalar oluyor minik. Önce bana bakıp tepkimi ölçüyor, "hadi canım yoluna" dersem -ki çoğunlukla bunu diyorum- itiraz etmiyor, bazen de ortalığı yıkıyor tabii çünkü canı tatlı ne yapsın :) çok abartmamaya çalışıyorum severken ki olay ona da büyükmüş gibi gelmesin diye. Dikkatini dağıtma çabalarım genelde sonuç veriyor. Bakıyorum ki kucağıma geldiğinde ağlaması kesilmiş arkamdan işler karıştırıyor :)
Bu ara en büyük hedefi ananenin gözlüğünü kapabilmek... "Gözlüğümü alırsan seni göremem ama Elif" diyor annem devamlı ama onu duyan yok. Rüşvet adı altında anneme yemeğinden bile uzatıyor Elif hatta mandalinasını bile paylaşmaya razı,o derece yani :)
Diş işlerinden dolayı burnu tıkanık ve temizlemeye çalışmaktansa ben cidden iddialıyım bir deveyi hendekten taklalı bile atlatabilirim :) Sanırım diğer bebekler de öyledir, Elif de burnuyla oynanmasından hiiiç ama hiç hoşlanmıyor. Bizde zevkimize sümük toplamıyoruz zaten değil mi :)
Elif'in saçları da gittikçe uzuyor ve daha az kişi onu erkek sanıyor. Küpe vs. taktırmayı düşünmüyorum, bana bebeklerde takı toka gereksiz geliyor. Bebeksen bebeksindir seni adam/kadın gibi giydirmeye de gerek yok. Bazen görüyorum neredeyse bir rujları eksik bebeklerin. Eleştiri olacak ama cidden tuhaf karşılıyorum. bebeksen giyersin tulumunu, çıtçıtlı badini, burnun da akmış olabilir, üzerindeki kıyafette son yediğin yemeğin lekesi de olabilir... Kısaca bebeksindir, ben öyle düşünüyorum :) (Bunun yanında unutmazsam Elif'e arada saç bandı da takıyorum ama 3 saniye içinde onları çıkardığı için o ara yakaladığım fotoğraflar çok kıymetli oluyor. Yani ileride beni niye süslemedin derse, bu yazıyı gösterebilirim ona)
Bu ay da böyle geldi gitti, çok şükür iyiydik iyiyiz. Her ay dönümünde farklılaşıyor rutinlerimiz, bakalım önümüzdeki günlerde bizi neler bekliyor...
Ben yine çizmeye devam :)
Devamını oku »

2 Ocak 2015 Cuma

Bebeği Uyumayan/Çok Ağlayan Anneler İçin 9 Öneri :)

Başlık çok afilli olmuş değil mi :) Öneri derken bu satırları kendime yazıyorum aslında, insan unutabiliyor çünkü. Ben yine de karşımda biri varmış gibi yazayım, tam olsun.

1) İlk adım deriiiiiiin bir nefes alın, hatta şimdi şu an alın o nefesi ve yavaş yavaş verin. Bunun yerine 1'den 10'a kadar da sayabilirsiniz birkaç defa, o da güzel bir yöntem.

2) Kabullen/kıskanma: "benim bebeğim neden ağlıyor, bilmem kiminki hiç ağlamıyor" diyorsun ya da öyle düşünüyorsun, işte bunu kendine yapma. Durumu kabullen ve başkasını kıskanma. (bir de şu var başka bebeklerle 24 saat geçirmeden 'ağlamıyor ki' deme olur mu :)

3) Kendini suçlama/rahat ol: Bebekler annelerin enerjisini öyle güzel hissediyor ki... Gerginseniz o da inatlaşıyor. rahat olduğunuzda pambık gibi oluyor(her zaman olmasa da) benim kendimi suçladığım konular çok oldu Elif ağladığında. hele ki şu meşhur: "bunu yedim, gaz yaptı, vah çocuğum ah çocuğum" hallerinden kurtulmak lazım. insanız ve yemek yemek bizim de hakkımız. Belki o gün canım lahana çekti kimyonsuz :) sadece basit örnek yazdım ama ah biz anneler bence çok fazla suçlayacak şey buluyoruz kendimize, bunu yapmasak hayat daha kolay olacak sanki...

4) Oku, araştır, soruştur. Bu demek değil ki Tracy Ablanın her dediği doğru. Bence hiç değil hatta :) Ama okumak ve bilmek insana öyle güzel ufuklar açıyor ki. Tracy abla sahiden okunabilir.(nasıl okunacağını bir sonraki maddede yazayım) Harvey Krap okunabilir. Ve daha akla yatan başka yazarlar da okunabilir, mesela Ayşe Öner. Piyasada çok güzel bebek bakımı/çocuk eğitimi kitapları var. Okumak da yetmez, çevredeki tecrübeli annelere/ananelere/kayınvalidelere bence şöyle bir sorulmalı, hayat tecrübesinin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Her sorduğunu da yapmana gerek yok. Asıl önemli olan bence "annelik içgüdüsü".

5. Her okuduğunu doğru sanma/uygulamaya çalışma. İşte kritik nokta bu. Benim yeni yeni anladığım yer de tam olarak burası. Onu da 80 sayfalık Kim West'in kitabını okuyup Elifte uygulamaya çalışıp, ilk başta işe yarıyor sanıp sonra çuvallayınca ve danışmanlık alınca anladım. Okurken sorgulamak gerek cidden. "Uyku eğitimi" konusunda aklımda başka bir yazı var, kısaca fikrim şudur ki: "Eğitimden ziyade çocuğun kişilik yapısına uygun bir orta yol bulunmalı." Bu ne demek? Kitabı okuduğumda şöyle düşünmüştüm, Elif'i yatağına koyacağız(bir gün) ve o hiç alamadan kendi kendine uyuyacak... Hayali bile güzeldi. Böyle kızgın kumlardan serin sulara atlar gibiydi ilk okuduğumda ve bunu uygulamaya çalıştım ancak Elif'in henüz yüzme bilmediğini unuttum. Çocuğa görelilik burada devreye giriyor. Ve sırf bunu uygulayabilmek için Ferbervari bir şekilde birkaç gün onu-bence- boş yere ağlattığımı da yeri gelmişken itiraf edeyim. "Onun iyiliği için"di oysa ama... Aklıma hep Roakutan isimli cilt ilacı geliyor. Ben o ilacı uzun zaman kullandım sırf iyi bir cilt doktoru verdiği için ve cildimdeki lekeleri/sivilceleri yok etmek için. Yan etkisi o kadar çok olan bir ilaç ki - bilen bilir- ortada neredeyse benden eser kalmadı, bu arada cildim düzeldi mi? Doktorun itirafı: "100 hastadan 98'inde etkili ama siz 2 kişiden birisiniz." Ha?! Nasıl? O kadar yan etkiyi boşa çektim yani? E benim cildim de öyle kalsaydı. (nereden nereye yazdım yalnız, şu an fark ettim, biri beni durdurmazsa yani şu an dikkatimi dağıtacak bir şey olmazsa devam edeceğim sanki) Derken karabalık içeri "çok tatlı benim kızım" diyerek girdi, dikkat de kalmadı tabii :) Kızına aşık babalar :)

6. Mutlaka destek alın. gerekirse bu desteği parayla alın. Bunu yazdığıma ben de inanamadım ama öyle. Yani illa bebekle ilgilenecek biri demek değil bu. Bir evin ne kadar işi olduğunu sanırım herkes az çok biliyordur. İşte o biri -tercihimiz gönüllü biri olması- temizlik yapsa, arada yemek yapsa ne güzel olur değil mi :) Bir de ütü yapsa var ya ben ona limonlu haşhaşlı kurabiyemden bile yaparım :) Ailelerimizden farklı şehirlerde yaşadığımız için biz daha gık demeden bize koli gönderiyorlar sağolsunlar. geçen gün anneme "Elif de mandalinayı çok sevdi", kayınvalideme de "Elif senin yaptığın peyniri çok sevdi" deme gafletinde bulundum. İkisi de "ooo, hemen gönderelim yeniden" dediler :) Elif sevdi diyerek kendimize de bir şeyler istesek aslında, şu an aklıma geldi :) Neyse ki kestaneler de bize geliyor :)
Bize yakın oturan kız arkadaşım da yok, evimiz merkezden uzak olduğundan karşıdaki dağlardan ancak yardım isterim :) Bir de kuzenler var ama onlar da uzak... kısacası biz her yere ve herkese uzaktayız şu an. Sistemimizi de mecburen ona göre kurduk. herkesin yaşam şekli farklı, bunları göz önünde bulundurup plan yapmak gerek. Bir de yeri gelmişken "eşinizden yardım isteyin" yazmayacağım bile. Bence "yardım" başka birinden istenecek bir şey. Annelik neyse -tamam aynı şey değil ama- babalık da o. (sağolasın karabalık, evet evet Elif seni daha çok seviyor zaten tam da bu yüzden :P )

7. blog açın, hobi bulun. Blogunuzun illa ki 1520 takipçisi olması, yüzlerce yorum bırakılması, 150369 kez tıklanmış olması gerekmiyor. havaya yazın, suya yazın, kuşa yazın siz de. Bu ara sağolsun çok sevdiğim insanlar yorum bırakıyor da kendi kendime konuşmadığımı anlıyorum, blogun ilk zamanlarında kendim çalıp söylüyordum ama mutluydum(şimdi de öyleyim ve yeri gelmişken -1 yazı yazıp çıktığım şu ara yorumlara cevap veremediğim için acayip mahçubum, ennn kısa zamanda yorumlara cevap yazacağım, çok teşekkürler anlayışınız için.)
"Benim yeteneğim yok ki" diyen birini duyarsam kolundan sarsarak Kızılaydaki Erdoğan Düğmeye götürüp kendisini içeri kilitlemeyi planlıyorum. önemli olan yetenek değil ki... Güzel vakit geçirme, bir amacının olması, hayata farklı bir açıdan bakma... Bir dolu malzemeyle insan -hatta evdeki atık malzemelerden daha bile iyi olur- neler neler yapmaz ki?  Biliyorum bu cümleme kızanlar olacak ama kendinizi televizyona hapsetmeyin olur mu? O sizin vakit-geçiriciniz değil vakit-çalıcınız... radyo açın ve dans edin çok daha keyif alacaksınız, garanti :)

8. her gün 1 saat kendinize ayıracağınız an'lar yaratın. Kolik varken kitaplardan bu satırları okuduğumda gözlerimden ateş çıkıyordu. Ne 1 saati yahu, tuvalete gitsem o da iyi diyordum ki banyo... o çok büyük bir lükstü. İşte o ara Ankaradan çıkan o koku için belediyeyi suçlamayın, kaynak bizzat benim :) kısacası neler yaşandığını ben de biliyorum. Gün gelir 15 dakika olur gün gelir 45 dakika. Ancak o an sadece boş duvara baksanız da çamaşır makinesinde asılmayı bekleyen çamaşırları düşünmeyin olur mu? (bu kesinlikle ben) Yalnız ocakta yemek varsa alarmı kurun yoksa yanıyor (çok tecrübeliyim bu konuda)

9. anneliğin ve her anının tadını çıkarın. bu günler bir daha gelmeyecek :) Bu kadar basit. Bu belki de ilk satırda yazmalıydı. İnsan bazen olayın içindeyken detayları göremez ya işte o an olabildiğince yükselmek ve olaya o açıdan bakabilmek lazım. Mesela "şu an uyumasa ne olur?" Dünyanın sonu gelmez sanki, o an uyuması gerekiyordur bebişin ama uyumuyordur. inatlaşmak da yersizdir...
Bir de bolca sarılmak ve sevgimizi söylemek insana kendini çok iyi hissettiriyor ve tabii şükretmek de. Bu ara Elif'i -neye benzediğini bilmesem de- deniz börülcem diye seviyorum, o da gülüyor. Eğlenceli bir şeyler bulup o an'ı dağıtmalı aslında çünkü bu günler bir daha gelmeyecek.

Bu satırları 9 aylık -oldukça nanik- bir tecrübeyle yazıyorum ve yazdığım çoğu şeyi kendim de yap(a)mıyorum ama yapmaya çalışıyorum, kendime hatırlatıyorum, unutursam diye de işte buraya yazıyorum.
Hani belki bir yerlerde acayip uykusuz kalmış bir anne vardır, bu satırlara denk düşer ve bu yazı yüzünde bir gülümse bırakır, kim bilir :)
Az daha yatmazsam uykusuzluğun alasını ben yaşayacağım, haberim yok :)
herkese mutlu günler & Bol güneşler (kar Ankarada yalan oldu ya hani)

Kaynek. Bu siteyi mutlaka ziyaret edin...

Devamını oku »

25 Aralık 2014 Perşembe

Şükretmek...

Bir şeyler yazsam mı yazmasam mı ikilemde kaldım ama son anda taslaklara kaydetmezsem bu yazı da burada dursun.
Halbuki aklımda ne yazılar vardı, hepsi bir anda silindi.
Çok sevdiğim bir arkadaşımla mesajlaştık bugün, öyle çocuklar laylaylom vs.
Derken akşam üzeri bir haber geldi ki oğluyla minik bir ev kazası yaşamışlar. (minik değil belki ama ben minik olduğuna inanmak istiyorum.)
Bir anda kanım dondu, çekildi, nefes alamadım, oturdum ağladım, çok üzüldüm. Hiç soğukkanlı biri değilimdir zaten, ne yapacağımı bile bilemedim.
Tabii ki tüm bu an'ları kapsayan o mühim cümle geldi aklıma: "sağlıktan gerisi boş"
Sahiden de öyle değil mi?
Hızlıca düşündüm.
İlk elediğim para, ev, araba, kariyer, iş hayatı oldu. Bunlar bence terazide nokta bile değil.
Geriye günlük koşturmaca kaldı ve o an elimizde kalanlar hatta belki de yaşarken yani içindeyken gözümüzden kaçanlar.
Sağlık olunca zaten mutluluk, huzur, keyif, neşe, dostluk da beraberinde gelmiyor mu?
Sağlık olmayınca tüm her şey bir anda silinmiyor mu?
Tatlı miniğin de yarın doğum günü, upuzun sağlıklı ve mutlu yaşlar dilerim sana, sevdiklerin hep yanında olsun, Elifle güzel güzel oynayın.
Aklıma geldi de-ki aslında pek de çıkmıyor- şükredecek o kadar çok şey var ki...
Nefes almamız, sevdiklerimiz, sağlığımız, cıvıldayan kuşlar, yeşeren ağaçlar, tenceredeki yemek, gökteki bulut, suya düşen damla, okuduğumuz kitaplar, algılama gücümüz, hayatı yaşama arzumuz, tüylü kedimiz, yavrularımız... Bitiremedim bile.
Daha da yazamayacağım zaten, bu yazı da burada dursun.
Allah tüm bebişleri korusun. Amin.

* Bir de yazılarını çok sevdiğim Deli Anne'nin "Yaşama Sevinci" yazılarını okuyun derim.
Devamını oku »

15 Aralık 2014 Pazartesi

Elif'in Ek Gıdaya Geçiş Süreci ve Kendisi :)

Bu yazıda hem ek gıda sürecini hem de "ek gıda"dan benim ne anladığımı anlatmaya çalışacağım.
Bu yazıyı okuyarak kendinize bir çizelge oluşturmayın yalnız olur mu? Yani yönlendirme amaçlı bir yazı değil. "Bizimki güzeldi, siz de böyle yapın" yazısı hiç değil. "Ben denedim, Elif denedi, biz denedik" gibi bir şey bu ek gıda serüveni.
Elif 5 ay 1 haftalıkken çok fena ishal olduğunda doktor (ben bebek olsam üzerine kusardım,olan) kesin senin sütünden kaynaklanıyor, hemen yoğurda pirinç unlu mamaya başla, sütünü analiz ettir diyerek beni bunalıma sokmuştu. Ben de inat ettim ki sütümden kaynaklı olsa 1 gecede olmazdı diye. Tartıştık ve doktor değiştirdik. Ne hikmetse diğer doktorun yaptırdığı tahlilde enfeksiyon çıktı ve 2. doktor ishalin benim sütümden kaynaklanmadığına beni ikna etti. (burada çok sağlam bir şekilde doktorlara iyi dileklerimi iletesim var ama bu yazının yeri burası değil...) Ve Elif 5 ay 1 haftalıkken ishal olduğu için yoğurda azar azar başladı. İshal geçince bıraktık.
6 aylık olduğunda bayramdı ve Uşaktaydık, orada Elif'in eline simit, mandalina, salatalık, biber ne bulduysam verdim :)
Mama sandalyesini 5 aylıkken almıştık İKEA'dan ve önüne sadece oyuncaklar, biberler koyarak bizimle yemek masasına oturmasını teşvik etmiştim(k). yemesen de burada dur, diyerek. Yoğurdu önüne o kadar çok koyduk ki Elif'in yüzü, saçı, dolaplar bembeyaz olarak kaldırdık. Sonuç : Çok eğlendik. O kadar kir ne oldu? Yıkandı ve geçti :)
6 ay 1 haftalıkken meyve püresi ve sebze püresi denilen şeylerin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bence bunu daha açıklayıcı yazmalılar :) "Acemi anneler için ek gıda serüveni" diye bir kitap yok mesela piyasada. Ben mi yazsam acaba :) İnsanların kafası daha da karışsın sonra değil mi :)
Yaklaşık 1 ay öncesinden "O Tabak Bitecek mi?" kitabını okumuştum ama bence eksik yönleri vardı. Çorbayı içirmek gibi. Yani çorba dediğimiz şeyin amacı zaten sulu olmasıdır, onu bir şeylere banarak vermenin esprisini ben anlayamadım.
Kabak, patates ve havuçla derin bir aşk yaşayacaktık ki... Elif kabız oldu. E hani ishaldin sen yavrum :) Patates, muz vs. kestik. Armuda dadandık, bolca zeytinyağı verdik. O da 3 haftalık bir seyir gösterdi ve vücut şuna alıştı "artık sadece anne sütü yok, katı şeyler de bünyeye giriyor, dışkılamayı ona göre yapalım" :)
Aslında bu yazının ilk cümlesi şu olmalıydı: "O ne koku, o..." Cidden ufacık bir bebekten çıkan yüksek volümlü ağlama sesine alışmışken minicik yavrudan çıkan şeyin kokusuna hala alışamadık :) O nasıl bir koku öyle. Acaba kakasını yapmış mıdır diye düşünmemize gerek bile kalmadı :)
Buralar parantezdi tabii, gelelim meyve-sebze işlerine. Yapmaya çalışıp da yapamadığım önemli bir konu da 3 gün kuralı oldu. İlk başlarda ne olduğunu ve nasıl uygulayacağımı anlamadım. Anladığımda "ne gerek var böyle bir şeye" dedim. Aslında biraz yanlış bir düşünce olduğunu fark ettiğimdeyse kaçıncı günde olduğumuzu unuttum. Bu kısımlarda tam bir "çakma anne" olduğumu itiraf etmeliyim.
Elif'i yedirmeye çalışmak bana zor gelmeye başladı ve BLW'nin asıl keşfini bulduğumu hissettim: "Yemek yemeye çalışan anne/babalar çocukları serbest bırakıyor" Olay bu kadar basit. Buharda pişirdiğim uzun ince kabak, brokoli, havucu neredeyse ilk günden beri eline veriyorum. Ortaya da yoğurdu döküyorum. Ve ne kadar yediğine pek bakmıyorum. Yani kendimce bakıyorum ama kaç cc derseniz... İşte orası da kafamı karıştıran bir diğer konu. Tek bildiğim 1 su bardağının 250 ml. olduğu. Elif'e verdiğim yiyecekleri cc'ye göre ölçmüyorum. Turuncu kaseden mi yedi, cezvede ne kadar vardı göz kararı ona bakıyorum. Bu da benim 2. handikapım sanırım.
1.'si çok unutkanım, 2.'si çok dalgınım, 3.'sü çok üşengecim. Bunları da iyi bir şeymiş gibi söylemiyorum. Sadece bu üçlü birleşince ortaya "Al çocuğum bunları pişirdim, istediğin kadarın ye, istediğin kadar da etrafı batır" gibi bir şey çıkıyor. Elif'e kaşıkla bir şeyleri yedirmektense sonrasında kirlenen etrafı temizlemek bana daha rahat geliyor. Bu işte bir terslik var sanki ama tam bulamadım.

Peki Elif önüne koyduklarımı yiyor mu?
Bazen evet bazen hayır.
Tercihleri ve öncelikleri var.
Muhallebiyi birkaç denedim ama sevmeyince bıraktım mesela.
Havuca tepkiliydi, yeni alıştı.
Favorileri yeşiller: kabak, brokoli, ıspanak, bezelye gibi.
Benim 3. handikapım da ay gelişimine pek de bakmadan yiyecekleri vermek oldu. 8. ayı beklemeden verdiğim çok şey oldu, 3 gün kuralını da uygulamadım. Yani ben ek gıda serüveni hakkında bir kitap yazacak olsam "anneleri yanlış yönlendirmek" suçundan ifade vermeye bile çağrılabilirim :)
Tek güzel tarafı rahat olmam oldu. Ben rahat, Elif rahat. Ama bence bu durumda mayanın ve benim şu duamın etkisi büyük: "Allahım, uyku konusunda çok gıdıklandık, yemek konusunda gıdıklanmayalım, Elif bana çekmiş olsun, iştahı çok olsun." Amin :) İştahı çok mudur bilmiyorum çünkü karşılaştırma yapamıyorum ama bence istediği şeyi kendine yetecek kadar yiyor. Yani mühim olan da bu değil midir? Bilsem aynı duayı uyku için de yapardım :) Şimdilerde başladım zaten, duaların gücüne de kalpten bir şeyleri istemeye de çok inanırım.
Hiç sormuyorsunuz, yoğurdu nasıl mayaladın diye? Sanırım herkes bunu biliyordur ancak biz 2 saf kara balık olarak bunu bilmiyorduk. Bir dolu denemeden sonra baktık ki olmuyor AOÇ'nin 2 günde bozulan yoğurdunu verdik Elif'e ve hiç de "amanııın yavruma katkılı şeyler veriyorum" demedim. neden bilmiyorum. AOÇ zaten yeterince güven veriyor bana ve "katkı" konusunda çok aşırı olmak istemediğime karar verdim.(bunu da daha sonra açayım) Tam o ara bize bir hediye çeki geldi ve bununla ne yapsak ki derken kendimizi yoğurt makinesi almış bulduk. İlk başlarda onu da beceremedik, hep ekşi mayaladık ama yılmadık. Sonunda evde yoğurt mayalamayı başardık. yehuuuu :)
Gelelim blender konusuna. Bu ara her yerde "amman yiyecekleri blenderdan geçirip vermeyin" diyordu. ben yine de denemek istedim. Yaklaşık olarak 4 ya da 5 sefer denedim. Baktım ki ortada ne sebze ne de özü kalıyor hatta ortaya çıkan menüyü benim bile canım çekmiyor, blenderı bıraktım. Buharda pişirip ya da az suda haşlayıp çatalla ezmeye başladım. Ama öyle yapınca da benim yedirmem gerekiyordu. Bundan da hoşlanmadım. Bilmiyorum neden, Elif kendi kendine yiyebilecekken onu kaşıkla beslemek bana gereksiz geliyor. Biraz abartılı bir cümle mi kurdum bilmiyorum. Şimdilerde çok sulu olmamak kaydıyla çorbasını ben kaşıkla veriyorum. Diğer şeyleri de yiyebileceği boyutta, kıvamda önüne bırakıyorum ve yanından ayrılmıyorum. Yalnız o yemeğini yerken gözümü de dikmiyorum. Mesela kahvaltı, peynir(süt kesiği), yumurta sarısı, yeşil zeytin önünde oluyor. Mandalina suyunu demir ilacından sonra kaşıkla veriyorum. Pekmezini yine kaşıkla veriyorum. Verdiklerimin hepsini yiyor diyemem, zaten o yedikçe önüne bir şeyler koyuyorum. Yemek istediği halde parmaklarıyla alamadığı yiyecekleri de kaşıkla kendim veriyorum, mutlu oluyor :)Birkaç defa omlet denedim, sevdi aslında ama bence ayrı ayrı yemeye alışması daha önemli. Bir ara meyvesini de yoğurtlu veriyordum. Şimdilerde her şeyi ayrı veriyorum.
Meyveler konusunda kafam biraz karışık. Cam rendede rendeleyip püre halinde kaşıkla veriyordum ki... "Sebzeleri yiyor da meyveleri neden yemesin" diyerek buna da bir ara verdim. Yalnız tüm meyveler bu kategoriye girmiyor. Bunun en güzel örneği üzüm. Yeşil zeytin gibi mercimekten büyük nohuttan az küçük boyutta kesip önüne koyuyorum. Kafamı çevirdiğimde üzümlerin yerinde yeller esiyor :) (Bağırsaklarını fazla çalıştırmış yalnız, ona dikkat etmem lazım) Muzu çok sevmedi sanırım. Ne şekilde verdiysem biraz boyun büktü. Elinden kaymasa rahat yiyecek belki ama o kayganlık onu rahatsız etti, onu anladım. Elma ve armut bana sert geliyor, onları püre olarak yediriyorum. Nar ve vişneyi de denemek istiyorum. Narı sanırım suyunu sıkıp yoğurda karıştırarak vermek daha iyi olacak.
Meyveler/sebzeler/blw/ ek gıda konusunda biiir dolu güzel yorum bekliyorum :)
Peyniri de şöyle yapıyorum: Süt kaynarken içine 3-4 yemek kaşığı yoğurt(suyu) ekliyorum, o da kesilmiş oluyor. Sonra onu süzüyorum. 1 litre sütten 200 gr. civarında peynir çıkıyormuş, onu da gördük :) Minik poşetlere koyup buzluğa atıyorum, böylece daha taze kalıyor.
Daldan dala gibi oldu ancak, 4. handikap ise SARMISAK... Bizim eve hiç girmedi bu yiyecek :) Şimdilerde girecek mi girmeli mi konusunu düşünüyorum. Hayatım boyunca yemedim ve eksikliğini hissetmedim. Çok faydalı bir doğal antibiyotik olduğunu duydum ancak benim onu yiyebilmem için cidden beynimin uyuşmuş olması, ne yaptığımı bilmiyor olmam falan lazım :) Kısacası tazesi mi yoksa minik beyaz hali mi verilir, nasıl verilir, neden verilir bir bebeğe bilen biri yazsın olur mu :)
Tüm suç annemde bence. O, o kadar çok sevmese ve bana hamileyken devamlı yemese bence ben bu kadar tiksinmezdim :) Soğan için de benzer hisler besliyorum ama çaktırmıyorum yani 1-2 yıldır eve soğan giriyor, kendisini yemeklere bütün olarak ekleyip yemek pişince de direk atıyorum. Elif içinse rendeleyip yiyeceği şeylere koyuyorum. Annelikten benim anladığım bu yani, o soğanı da bana ellettin ya Elif :)
Aynı şey siyah zeytin için de geçerli. Benim görmeye bile tahammülüm yok kendisini ama galiba Elif için evde bulunması gerekiyor değil mi? Bir de ben zeytin ağacını çok severim, ironiye bak...
Son doktor kontrolümüzde doktorla aynı kafada olduğumuzu görmek beni rahatlattı. 1 yaşına kadar 3 şey yasak: bal, süt ve yumurta beyazı dedi. (Üçlemeye buradan sevgilerimi göndereyim :) Sizinle karşılıklı kuru fasülye turşu yiyebilir, yiyecekleri önüne koyun kendisi yesin dedi. Bunu genç bir doktor söylese BLW diyor derdim :) Ama bu tontiş amcanın BLW'den haberinin olduğunu sanmıyorum, olsa olsa aklın yolu birdir diyebilirim :)
Hassas olduğum 2 konu var: tuz ve şeker. Bu konuda katıyım. Hele ki 1 yaşından önce tuzla ve şekerle tanışmasını çok doğru bulmuyorum. Şeker dediğimiz şey zaten meyvelerde bolca var, öyle değil mi?
Mama sandalyesindeyken Elif'in altına mutlaka büyük bir poşet seriyorum(boyacıların kullandığı tipte olanları keserek kullanıyoruz), yemek yiyeceği zaman önünde oyuncak bulundurmuyorum, sadece yiyecek ve -şimdilerde dişini kaşımak için kullandığı- kaşığı var. mızıldanıyorsa, kendince o yemek bitmişse 1 kere daha soruyorum ve cevabı netse hiç uzatmadan oradan kaldırıyorum. Mümkünse bizimle aynı saatlerde yemek masasında olup yemeğini yemesini önemsiyorum ancak uyku saati gelmişse bu durumdan vazgeçiyoruz. Son zamanlarda tükürmeyi öğrendi ve bu cidden fena oldu. İlk başta gülüyorduk ki sanırım bu onu daha da cesaretlendirdi. Bir ara "hayır" dedim ancak böyle dersem benimle inatlaşıyor. Dikkatini dağıtıp şarkı söylüyorum, arada dans figürleri yapıyorum, bazen unutuyor tükürmeyi. Yiyecekleri sevmediğini sanmıştık ama baktık ki yeni bir şey keşfediyor: tükürmek :) Sanırım bu onun için önemli bir şey,o yüzden de çok müdahale etmiyoruz.
Şu konuda da rahatız: her şeyi sevmek/yemek zorunda değil. Biz de her şeyi seven/yiyen bir çift değiliz ve bunun eksikliğini de yaşamadık. Evimize hiç girmediği halde Elif'e bamya verdik mesela, sevmiş görünüyordu. Yani önyargısız olmak lazım sanırım. O değil de Elif sarmısağı çok severse işte o zaman yandık :)
Blogdaki yazıları okuyunca yemek yapmak hatta aşure pişirmekle ilgili ne kadar marifetli(!) olduğumu anlamışsınızdır; sanırım tam da bu sebepten daha hamileyken endişelenmiştim, ek gıdaya geçtiğimizde Elif aç kalacak diye :) Çok değişik şeyler yap(a)mıyorum belki ama iyi niyetliyim ve öğrenmeye çalışıyorum. Sanırım bu da iyi bir şey. Ne de olsa kızını pizzayla ek gıdaya başlatmış bir zihniyetle kuzenim :))
Aklıma takılan diğer konuları da buraya yazayım:
1. Baharatlar: Ben azar azar yediği şeylerin içine koymaya başladım ama baharatların nasıl bir kullanımı olmalı, bilen var mı? Mesela kıyma haşladığımda içine kimyon, kekik koyuyorum. Başka nerelerde nasıl kullanılır baharatlar?
2. Yemeklerin saklanması: Genelde günlük pişirmeye çalışıyorum ama bazen de çok yapıp süt saklama poşetleriyle buzluğa atıyorum. (Lansinoh bu konuda iyi çünkü çift kilidi var) Onun dışında cam kavanozlarım var. Anne gazetesi Pelin Avent'in saklama kaplarını tavsiye etmişti ama henüz almadım. Siz yemekleri nerelerde saklıyorsunuz?
3. Dışarıda yemek yemek: Biz dışarıda  yemek yemeyi seven bir çift değiliz. Yani  baş başa mum ışığında bir restorantta yemek yiyelim desek kesin benim uykum gelir, karabalık da sıkılır. Özel günlerde bile bence en güzeli evde ev yemeğidir :) Mesela bizim için yılbaşı demek balık yemek demektir :) Yani dışarısı için çok da endişelenmeme gerek yok ama yine de illa ki Elif'in yemek saatinde dışarıda olduğumuz oluyor/olacak. 1-2 kez deneyimledik ki mama sandalyeleri inanılmaz pis. Değil ki önüne yiyecek koymak Elif'in kolunu değdirmesi beni/bizi eğreti etti. Anane babaanneye mama sandalyesi itinayla taşınıyor çünkü kendisi İKEA, sök yapıştır yerleştir bir model :) Ev ziyaretiyse de yere oturtup yedirmek mantıklı/makul. Ama açıkçası bu konu benim için biraz havada. Önerisi olan varsa lütfen yazsın. Ya da biz süreci yaşayıp görelim.
4. Su: Elif sağolsun biberon almadığından sıvı bir şeyler tüketme konusunda kafası karışık. Sadece İkea'nın alıştırma bardağını sevdi, onda da illa kendisi tutacak ve bolca etrafı sulayacak :) Ya da bildiğimiz kahve fincanlarıyla/bardakla içiriyorum. Sabahları mandalina suyunu kaşıkla veriyorum. Suyu pek içmiyor böyle olunca da. Bu konuda fikri/önerisi olan var mı?
Bu ara kafama takılan diğer bir konu da yiyecekleri Elif'in yiyebileceği boyuta nasıl getirmeli konusu. "Parmak yiyecekler" bu konuda on numara ancak her şey de "parmak" olmuyor :) Sanırım onu da zamanla öğreneceğim. Güzel tarifler buldukça burada paylaşayım.
Çıtır Kabak :)
Tarif demişken; bana teee ilk günlerde kendi özel tariflerini gönderen canım arkadaşlarım Ayşe ve Pelin'e apayrı teşekkür. Pelin'in ayrıca blogunda harika tarifler var. Sağlıklı yaşam konusunda seni örnek alayım diyorum Pelin ama hep tökezliyorum. Kefiri evde yapmak nedir arkadaşım, hep kötü örnek bunlar :)
Onun dışında Makarna Lütfen ürünleri bir harika, Özge'nin Oltası'nın tarifleri çok güzel. Gurme Bebek'i zaten duymayan kalmamıştır :) İnstagramda bir de bebeksofrası, eymeninmenüsü, aşçıanne'yi takip ediyorum.
"Hayatta yapmam" dediğim şeyler olmasa da "şartları zorlayarak yapmamayı tercih edeceğim şeyler" var:
- Kavanozdaki püremsi/mamamsı şeylerden yedirmek. Hiç almadım ve hatta o reyona bile bakmadım ama uzaktan görünüşleri pek acayipti.
- Kutu meyve suları (Acayip nefret ediyorum onlardan, biz hiç almıyoruz ve mümkünse Elif de hiç tanışmasın isterim.)
- Elif'e zorla bir şeyler yedirmeye çalışmak... Dediğim gibi büyük konuşmamak lazım. İştahı kesilir, can sıkılır, düzeni bozulur da "aç kaldı benim bebem" diye peşinde dolanırsam bu yazdıklarımı okurum sonra. (Umarım öyle bir şey olmaz)

Elif'in üzeri gün içerisinde birkaç kez değişiyor (ıslanmışsa), sadece lekeliyse değiştirmiyorum çünkü akşam giydiği pijaması her daim temiz oluyor (olabildiğince)
Adanaya gittiğimizde bizimkiler Elif'in yeme şekline, etrafın kirlenmesine, benim rahat tavırlarıma inanamadı. Hatta kuzenim eline kaşığı alıp Elif'in önüne dökülenleri "aç kaldın yavruum" deyip yedirmeye bile çalıştı, kayıtlarda var :) Şunu fark ettim ki temizlenmeyen hiçbir kir, leke, pas yok. Çıkmayanlar da Elif'ten bize anı olur, ileride güleriz. Üst bodylerinden zaten 5'er 10'ar alıyorum ki kirlendiklerinde içim yanmasın :) Ve ben hala annelerin neden bebek kıyafetlerine çok para verdiklerini anlayamıyorum. (zenginlik haricinde)
Ek gıda sürecinden başlayıp nerelere gelmişim :)
Elif'e bebe bisküvisi yaptım, gidip onları güzel bir kaba koymam lazım. Tarifleri de başka bir yazıda vereyim yoksa bu yazı bitmeyecek :)
* Son soru: Elif'in eline çatalı ne zaman vermeliyim? Çatal da almadım gerçi Elif'e hala :)
**1 seferde oturdum yazdım sanıp yanılmayın, bu yazıyı da 2568 defa başına oturarak bitirdim. Ama bitirdim :) Yaşasın "y" time :)





Devamını oku »

14 Aralık 2014 Pazar

Adana Gezisi ve "Eda'nın Ayça'sı Geliyor" Partisi :)

Resmen 3 günlüğüne Adana'ya gittik, geldik :)
Adana ile ilişkim aslında oldukça karmaşık. Adanada doğdum, büyüdüm ve 17 yaşıma kadar oradaydım, tüm akrabalarımız da Adanada ama ben nedense kendimi pek Adanalı gibi hissetmiyorum. Yani akrabaları oradan alsak, "kebabı da güzel bir memleketti" diye hatırlayacağım sadece. Neden böyle ben de bilmiyorum. Ya da biliyorumdur da bilincimin aşağılarına itmişimdir kim bilir :) Kökenimizde bir çınar ağacı hikayesi var ya, belki de ruhum da hala oralardadır.
Çok sevgili kardeşim ne güzel Ankara'dayken ve biz sıklıkla görüşebiliyorken, evlendi ve Adanaya taşındı :/ Şimdi 2-3 ayda bir görüşebiliyoruz :/ Bebek olunca haydi atladım uçağa, bir gittim bir geldim de olmuyor. Çooook öncesinden plan yaparak Edoş'un "bebeğim geliyor" ve "bu arada da ben doğdum" partisine gitmeye niyetlendik. Nereye gidersek gidelim beni bir kaşıntıdır alıyor çünkü Elif arabada neredeyse hiç durmuyor ve bu da beni sahiden yoruyor.
Neyse bu yazının amacı bunlar değil.
Bu yazının amacı, ultra süper şahane geçen 3 günü blogda paylaşmak :)
Tuz Gölü'nü hep çok sevmişimdir. Bu yolculuk da oradan başladı haliyle.

İlk gün Elif neredeyse sızdı hatta çok yakınımızdaki ezan sesine bile uyanmaması yolda ne kadar yorulduğunu gösterdi bize. Zaten sonraki günler ezana direk uyandı. (Ankarada ezandan çok önce uyanıyor da :)
İlk olarak Ankara'da kargoya/postaya verilemeyen kartlar için PTT'ye gidildi. Yani size gelen kartlardaki Ankara adresine karşılık Adana damga pulu görürseniz şaşırmayın :)
Veee kebapçıya koşarak gidildi,ellerde sodalarla çıkıldı :) Kebabı seviyorum ama yedikten sonraki 24 saat midem cidden "error" veriyor. Unutmadan, başka şehirlerde, özellikle Ankarada, "Adana kebap" adı altında verilenler genelde köftevari şeyler oluyor. Yanında pilav veriliyorsa bilin ki o kebap "Adana" değil :) Bizde mezeler daha ön planda olur, alttaki de humus bu arada :)



Kebaptan sonra annemle Ayça'yı görmeye gittik.
Ayça da kim?
Elif'in kuzeni :) Yani inşallah diyelim.
Ayy nasıl heyecanlandım anlatamam. Ultrasonda bir minik var ve o benim yeğenim. Tralala lalalalala :) Çok mutlu oldum kiiii...
Oradan sonra bence Adana için büyük bir nimet olan Pak Fırın'a uğradık. Ankarada neden yok böyle bir mekan diye düşündüm. Çok sıcak bir kahve evi ve harika pastaları var. Benim içeri girip bir şeyler almam ve çıkmam arasında sadece 3 dakika olduğundan daha güzel fotoğraflarını çekemedim. Bir dahaki Adana ziyareti için planlara yazıldı ama :)

Adanaya giderseniz Büyük Saat'in oraları gezin ve havayı koklayın. İşte o koku sizi tarihe götürecek. Midenizde gurultu olursa yollarda neredeyse her köşe başında bulunan dürümcülerden kebap yiyin, hediyelik almak isterseniz de Yeni Uğur'dan cezerye alabilirsiniz.

Gelelim 13 Aralık'a yani kardeşimin doğum gününe... Aynı gün "Eda'nın Ayça'sı Geliyooooor" partisi de vardı. Söylemiş miydim bilmiyorum biz Edayla siyah ve beyaz kadar farklı iki kardeşiz, tipimiz de huyumuz da hiç benzemez ama birbirimizi de çok severiz :) İşte masadaki gördüğünüz birçok şeyi yapan marifetli insan da ta kendisi :)




Fotoğraflamayı unutmuşum ama partinin sonunda oynanan oyunlardan (göbek ölçüsü) da bir tane hediye kazandım. Yaşasıııın, ev'cek çok mutlu olduk :)
Gerçekten çok keyifli bir gündü. O gün için karabalığın hakkını da yemeyeyim, Elifle neredeyse tüm gün o ilgilendi. (babası, tabii ki ilgilenecek :) Ve fark ettim ki bu baba-kız vakitleri ikisi için de çok neşeli geçiyor. İşte tam bu noktada aklıma, 5 gün sonra vizyona girecek olan Hobbit geldi. Bak sen tesadüfe :) Hani baba-kız vakitleri kıymetli ya, e ben de o arada boş kalmamış olurum :P
Adana'dan  3 önemli şey getirdim.
1. Eda'nın Elif için yaptığı kapı süsü :) Çok sevdim kendisini ve hemmen asmak için sabırsızlanıyordum ki Elif uyudu...

2. Eda'nın Elif için yaptırdığı "Elif" yazılı tabela :) Aynısının Ayça'sı da var :)

3. Bunu yazarken ağlamam/ağlamayacam/ağlayan kim diyordum ki ağladım. Bu yastığı da babam kuzenimin çocuklarına doğum günlerinde almış, onlar da bu yastığı saklamış. Şimdi de Elif'e hediye ettiler :) Sanki biraz Pambekleri andırmıyor mu? Elif'in resmen dedesinden aldığı bir hediyesi oldu, inanamıyorum...

Kuzenimin çocukları demişken... Kendileri de benim elime doğdu :) Biri 14 diğeri 16 yaşında iki tane pırlanta kız. İkisi de voleybolcu ikisi de benden uzun :/ İrem (16) ve Çiğdem (14) ara ara kapışmalarıyla bana Edayla olan o yaşlardaki hallerimizi hatırlatıyor. Neyse ki büyüyünce kavgalar bitiyor yerine harika bir dostluk kalıyor. İkisi de Elif'i çoook ama çoook sevdiği için Adanada kaldığımız süre boyunca Elif'in eğlenmesi, alt değişimi vb. şeyleri ben hiç yapmadım. Hatta İrem ve Çiğdem arabada Elif'in yanına oturabilmek için kavga ederken ben gülerek ön koltuğun tadını çıkartıyordum. Bu satırları okur musunuz bilmiyorum kızlar ama size ne kadar teşekkür etsem az.
Bana "E sen anne olmamış gibisin, hala komiksin ve espri yapıyorsun" dediler :) Anne olunca sormurtmam mı lazımdı yahu :) Bir de şunu söylediler ki hiç farkında bile değilim: "Elif mutluyken, rahat uyuduğunda senin de keyfin yerinde; o mutsuzsa senin de yüzün düşüyor..." Hiç fark etmemiştim. Ben de onların yaşındayken onları eğlerdim. Hatta İrem'in ağzında muhallebi varken yüzüme hapşurduğu o an'ı hala hatırlarım :) İşte bu elimde büyüyen sıpalarla bir de şöyle bir diyalog yaşadık. Spora başlamak istediğimi, göbeğimde biraz hareket istediğimi söyledim. Malum, sporcular ya. "mekik çek" dediler. Sanki çok kolay bir şey. (benim için değil...) İrem'e sen kaç mekik çekiyorsun, dedim. "250" dedi... "Peki, ben kaç çekeyim" dedim.(Benim nasıl bir mücadelede olduğumu görünce) "Sen şimdilik 10'la başlasan yeter" dedi... :) Bazı bünyeler de spora yatkın olmuyor yani ne yapalım :P
Adana gezisi kısacıktı ama dolu dolu geçti. Yapımda ve yayında emeği geçen herkese çok teşekkürler. Bir de yol kenarlarındaki turunçlar sahiden güzel hele ki lahmacunun içinde :)
Bir de bana bolca "zayıflanmışsın" dediler, yaşasıııın :)
Annemin geçen sefer geldiğinde yanında götürdüğü ve her sabah/akşam kokladığı Elif'in kirli badisini yenisiyle değiştirdik, koku tazelendi. Hatta İrem ve Çiğdem için de 1 tane bıraktık :) Elif'in kokusu Adanada kaldı yani :)
Koku demişken...
Elif'in yolda yaptığı kakayı değiştirmek için durduğumuzda yanımıza gelip "bu koku nedir yarebbim" diyen "Dost" ismini koyduğumuz köpekle bu yazıyı sonlandırayım.
 Yazıyı bitiremedim. Karşımızdaki simit fırınının sıcacık mis kokulu simitlerini özledim şimdiden :)

* Bir de eve geldiğimde posta kutusunda haaarika bir yeni yıl kartı bulmayayım mı? Bu tatil, tadından yenmedi vallahi :) (Kebapları, simitleri götürdüm tabii :)

Devamını oku »

10 Aralık 2014 Çarşamba

8. Ay :)

Maşallah bize, 8 aylık olduk, evet hepimiz toptan yani ev'cek yaşadık bu 8 ayı :)
Geriye dönüp baktığımda hep güzel şeyler var aklımda.
Kolik şimdilik bizi büyüten, birbirimizi daha iyi tanımamıza vesile olan bir nevi gıdıklayıcı olarak kaldı. O zamanlar öyle demiyordum ama değil mi? Ah kolik vah kolik diyordum :) Onu da sadece yaşayanlar bilir deyip konuyu kapatıyorum.
Bu ay büyüme atağı döneminde olmadığımızı düşünüyorum ancak Elif her geçen gün yeni bir şeyler öğreniyor, sanırım bunun adı "öğrenme atağı" :)
Emeklemek için çaba sarf ediyor ancak bir yerden sonra durup"ne yapacaktım ben" diyor sanki.
Önüne neşeli bir şeyler koyup onu teşvik ediyoruz ama açıkçası şu ara emeklememesi benim için bir kriter değil. O kadar hızlı hareket ediyor ki ona yetişmekte zorlanıyorum. Alt değiştirmek durumunda kaldığımda neredeyse havada yakalayıp altını bağlıyorum :) Bence 1 deveyi daha rahat hendekten atlatabilirim.
Elif, "Yaşasıııın" denilince kollarını kaldırıyor, canı isterse "de-de ve an-ni" diyor, tel sarar ve bay-bayları taklit ediyor, alkış yapmaya çalışıyor ve bolca kıhhh diye boğazından ses çıkarıyor. Tüm bunları canı isterse yapıyor yalnız, biz istediğimizde (pek) değil :)
Oyunlar ve oyuncaklarıyla ilgili de bir yazı var aklımda ama ben önce şu ek gıda işini bir yazsam daha süper olacak. Kimsenin beklediği falan yok ama Elif'in hayatında önemli bir geçiş aşaması, bunu kayıt altına almazsam olmaz.
Bu ayki önemli bir gelişme de, doktor değişimimiz oldu. Evet, yine! Geçen ay aile hekimine gidip sadece boy-kilosuna baktırmıştık o kadar. Bu ay işyerinden arkadaşların tavsiyesiyle başka bir doktora gittik, kendisi amca çıktı :) tam bir doktor amca tipi var, hani utanmasam elini öperdim :) tamam kabul çok yaşlı değil ama öyle bir tipi var. Akın akın hasta geliyor ve herkes çok memnun ancak bu durum bizi sevindirmiyor. Çünkü oldukça az bir vakitte sorularımızı sorabildik, bu da biraz yetersiz geldi. Hayalimizdeki çocuk doktoruna belki 250-300 tl gibi bir ücret bayılarak kavuşabilirdik ancak çocuğun rutin kontrolleri için böylesi bir para bana/bize gereksiz geliyor. Elif'in kan değerlerine bakıldı ve demiri düşük çıktı. Bunda benim demir hapını düzenli vermememin de payı var, suçluyum kabul ediyorum. Sadece 3 haftadır düzenli veriyorum. Şimdi de sabahları açken veriyorum, üzerine de kaşıkla mandalina suyu...oh mis :)
Bir ara "diş mi geliyor kiii" dedik ama ne gelen var ne de giden. Onun da sırası var demek ki :)
Elif'in doğumu da 40+4te olduğuna göre, diğer gelişmelerin de yavaştan olması normal sanırım.
Bu ay uyku konusunda yine yepyeni bir şey yaptık. Geçen ayki "iyileştirme süreci"mizin nerelerinde yanlış yaptığımızı öğrenmek için danışmanlık aldık. Tam da buradan ve bu tatlı kişiden. 1 saatlik görüşmeden fazla bir ümidimiz yoktu açıkçası ama öncesinde gönderdiğimiz Elif'in 3 günlük güncesi ve 10 sayfalık analizi neticesinde çok yol kat ettik. Meğerse ben çocuğu boşa zorluyormuşum yahu :) Daha doğrusu fazla başı boş bırakmışım. Biraz daha müdahaleli olabilirsiniz, hepimiz insanız, bebeğinizi ağlatmayın lütfen diyerek içimize su serpti  Gülüm Hanım. O değil de, kitapları pek de okumadığı halde daha doğru yapan kara balıkmış :) Demek ki neymiş kitaplar temel kaynak değilmiş,(neler öğrendik vol.1) Danışmanlık almamızın faydası kitapta yazan şeyleri kendimize uyarlamamızın daha kolay olması oldu. Yani biz hala uyku eğitimi vermedik, önce onu söyleyeyim de :)
* Önemli anekdot: Uyku konusunda yine yazmayı düşünüyorum ancak gözlemlerim şunu söylüyor, eğer böyle bir niyetiniz varsa 8. ay gelmeden bunu halletmeye çalışın yoksa bu sıpalar yatağa koyduğun gibi oturup sana da gülümseyerek olayı ne kadar hafife aldığını gösteriyor :))
Ben en başından beri Elif'in kendi odasında ve kendi yatağında uyumasının çok önemli olduğunu düşündüm. Bu bilginin kitaplarla hiç ilgisi yok. Tamamen gözlemlerle ilgili bir şey. Kendimde ve çevremdeki çocuklu ailelerde gördüğüm bazı noktalar beni bu şekilde düşündürmüştü. Yani ben bunları düşünürken Elif portakalda c vitami bile değildi. Doğumdan sonra da hep uygun an'ı bekledik,odalarımızı ayırmak için. 5. ay bunun için doğru bir zamandı ama bence şartlar iyiyse 3-4. aylarda da bu yaşanabilir.
"Uykusuzluk mu, o ne ki?" diyeceğimiz zamanları da iple çekiyoruz. Şunu düşündüm geçenlerde bazı şeyler mayayla da ilgili. Yani Elif'in mayasında uykuya rahat dalmak, ağlamamak, sabırlı olmak falan yok. Bu sanırım kişilik özelliği (kandır kendini esoş kandır :) Benzer bir şey yemeyen çocuklar için de geçerli olabilir. Yani her duruma uyarlanabilir. "Benim çocuğum niye uyumuyor, uykuya rahat geçemiyor" kısmını sorgulamaktan vazgeçtim (sayılır). Elimizden geleni yaptığımızı düşünüyorum. Kendi sınırlarımı zorlayacak kadar sabırlı oldum, inatlaşmadım, gözlemledim, uyku harici zamanlarında temiz hava almasına (kendim çok üşüsem bile) dikkat ettim, boş zamanlarında güldük eğlendik oynadık kitap okuduk... Kısacası kendi içimizde bir EASY oluşturduk. Şu an bu satırları yazdığıma göre "Y" yi de arada yapabiliyorum. Bunu yapmam şart. Elif uyuduğunda onun yemeğinin hazırlığı, etrafın toplanması, kendi ihtiyaçlarım derken bir bakıyorum cidden kendime vakit ayıramamışım. Kısaca blog, benim "Y" alanım :) Burada olmayı seviyorum.
Elif ve uyku oyuncağı (Rossman'dan aldık) ayrılmaz bir ikili oldular yatakta :) Uyku oyuncağının ne kadar iyi ve gerekli bir şey olduğunu kendimden biliyorum. Tabii o zamanlar işlevinin o olduğunu bilmiyordum. Ben küçükken en sevdiğim oyuncaklarımı yanıma dizer, her birini tek tek öper ve sırayla birine sarılarak uyurdum. Uzun yıllar bu böyle devam etti. Sonra yataktaki oyuncak sayısını teke düşürdüm ve hep ona sarılarak uyudum. Uyurken korkuyordum çünkü ama o zamanlar bunun sebebini bulamamıştık. Karanlıkta, yalnız uyuyamazdım(hala da uyuyamam), Edd isimli ördeğim bana güç verirdi. Hayalimde kurduğum canavarlarla onun savaşacağını düşünürdüm :) Şimdi yazınca komik gibi geliyor ama bir çocuğun dünyası için o zamanlar hiç de komik değildi. Dolayısıyla Elif'in kendi odasında ve kendi yatağında ve kendi kendine uyuyabilmesini çok önemsiyorum. Yani bu "ben bale yapmak istedim, yapamadım, çocuğum yapsın" gibi bir şey değil. Bence değil. Uyku alışkanlığının sağlıklı bir süreçte ilerlemesi kendi kişisel gelişimi açısından da son derece önemli. Mesela birlikte uyumak konusunda benim/bizim biraz katı bir çizgimiz var. Yine benzer sebeplerden, kendi tecrübelerimden yola çıkarak bunu -kendi annelik görüşüme göre- doğru bulmuyorum. (Şimdilik diyelim ve büyük konuşmayalım) Yani asla yapmam demem, bence çok da romantik bir şey :) Sabahları Elif'i yanımıza alıp birlikte kıkırdıyoruz, ki bu çok güzel. Ama ben cidden uzun vadeli aynı yatağı paylaşma kısmında çok tereddütlüyüm. "Büyüdüğü halde anne-babasının yanında yatmaya çalışan birini gördün mü sen?" diyenlere de cevabım: "evet, gördüm." Sanırım biraz da bu yüzden Elif'in bağımsızlığını önemsiyorum. Yemek işinde de öyle aslında. Bak hala yazamadım ama Elif yemek konusunda da "bitti" demişse, 1 kere daha soruyorum. Yine "bitti" diyorsa; olay(yemek) bitmiştir ve ne kadar yediğinin/yemediğinin önemi yoktur benim için. Böyle yazınca da kendimi kötü hissettim :) Halbuki elimde kaşık peşinde koşmalıydım. Ya da ben yine büyük konuşmayayım da, gün gelir o da olursa bu yazdıklarıma toptan dil çıkartırım :)

Bu ay neyi anladım: "Ben Elifle evde tek başıma daha rahatım" :) Açık ve net. 1 hafta annem ve teyzem geldi, gitti. 2 gün sonra babaanne ve dede geldi,1 hafta kalıp döndüler. "Oh mis" mi dediniz? Yanıldınız :) Evet yemek konusunda çok iyi oldu, hop hazır yemek :) Ancak... Lakin... Ve fakat... :) Anladım ki ben Elifle tek daha rahatım. Bana da yaranılmıyor sanırım. Bir de anane de babaanne de öyle çok karışan tipler değil. Tamam belki anane elinde yelekle geziyor olabilir :) Ama kimse şunu ver, şunu verme gibisinden iki laf etmedi, haklarını yiyemem. Ama ama ama... Yorulsam da bazen aç da kalsam hatta tuvalete son anda bile yetişsem, ben Elifle tek başıma daha rahatım. Kendime göre bir düzenim var ve kimseye hesap vermiyorum :) Bu ay bunu anladım...
Elif'in fotoğraflarını cep telefonu haricinde, fotoğraf makinemle de çekmeye başladım, bunda Özlemle olan sohbetimizin payı büyük, teşekkürler Özlem :) Yere yatarak fotoğraf çekmeyi ve Nikon'larda yer alan (Canon'da kapı gıcırtısı gibi olan :P ) deklanşöre basınca çıkan "çıkırt" sesini duymayı özlemişim :) Elif de maşallah poz vermeyi seviyor. Bir de bu ay ilk vesikalığını çektirdik, çok sevdik.
Ek gıda işinden kabaca bahsedecek olursam, ne blw ne de "kaşıkla kendin yedir" yöntemi tek başına aklıma yatmadı. İkisinin de bana göre artıları eksileri var. Ben de ortaya karışık bir şey yaptım. Zaten temizliğe titizliğe çok önem veren biri olmadığımdan kendi kendine yemesi, yerken etrafı da şenlendirmesi vs. bana zor gelmedi. Tek zorluk biberon da almadığından suyunu içirmeye çalışırken yaşanıyor. Fincandan/bardaktan içiriyorum. Alıştırma bardaklarından sadece İKEA'nınkini sevdi, ucuzcu benim çocuğum :)
Bu ay gündüz uykularında bizi rahatlatan şey Elif'in odasının perdelerini değiştirmemiz oldu. Normal beyaz perdeler vardı eskiden, şimdi ise pembe bir fon ve cicili bicili (kedili yani :) tülü var. Beyaz perdeye göre çok daha fazla karanlık yapıyor, iyi oldu sahiden.
Ben size Elif'in meşhur olduğunu söylemiş miydim peki? Geçen gün alt komşumuzun çalıştığı yere gittik bir iş için. Bizi görünce şaşırdı çünkü yanımızdaki bebek yani bizim zottirik Elif ağlamıyordu. Adamın şok olduğu yetmedi, meğerse iş arkadaşları da şu meşhur çok ağlayan bebeği tanıyorlarmış :), onlar da inanamadı. Çünkü Elif ortası olan bir bebek değil. Ya güler ya ağlar :) Ağladığını görmeyen biri için Elif son derece güler yüzlü ve sosyaldir, markete gireriz herkese laf atar "ahh" diye :) Ama komşumuz bunu ilk defa gördü. Ve meğerse Elif orada "çok ağlayan meşhur bebek"miş. Herkes neden çok ağladığını sordu :) Ben tepki olarak: (onların da 3 çocuğu var,en küçük olan da çok ağlıyor) "E sizin Ahmet de çok ağlıyor ama" dedim. Karabalık da "e azaldı ama ağlaması öyle demeyin" dedi :) Elif'in neden gün ışımadan uyandığını ve çok ağladığını sordular :) Dedim ya çocuğum meşhur oldu diye. Ben de "o sorunun cevabını biz de arıyoruz" dedim.
Yazacak çok şeyim var aslında ama yarın için şöööyle bir Adana yiyelim diyoruz, e onun için de malum Adanaya gitmek lazım :) Hemmen uyumazsam yarınki araba içi animatörlüğüm sekteye uğrayabilir. Bilen bilir ki, arabada durmayan ve hep ağlayan çocuk insana her şeyi yaptırabilir. Hatta inanmayacaksınız ama bugün arabayı ben kullandım. Tamam mesafe 5 dakikalıktı ama olsun, Elif bu ağlamalarla devam ederse şoför koltuğu benim, ona göre :)
* Oldukça üzüldüğüm bir şeyi de paylaşayım sizinle. Yeni yıl için kart gönderdim demiştim ya hani; işte meğerse onları gönderememişiz :/ Karabalığın işi çokmuş ve fırsat bulamamış. Ne yapalım biz de yarın Adanadan göndeririz :) Ne komik değil mi? Neyse ben gülmedim, üzüldüm ama ne yapalım. Gecikme için kusura bakmayın artık.
** Çift çizgi haberinin paylaşılmasıyla ilgili harika bir video paylaştı Eda, bence siz de izleyin, ben çok sevdim bu videoyu :) Hatta Eda'nın blogunu çok sevdim.

Aklımda çok neşeli yazılar var ki sormayın.
İlk sırada ek gıda süreci var, o kesin :)
Annelik sohbetlerinde çok tatlı anneler var, 1 Kitap 1 Mektup etkinliği de Sakar Cadı Vini ile devam edecek :) Kısacası "y" alfabemizdeki güzel harflerden biri :)


Devamını oku »

3 Aralık 2014 Çarşamba

Ben Hamileyken :)

Geçen gün aklıma geldi. Ben hamileyken nasıldım, neler hissederdim ne yapardım diye.
İlk madde kesinlikle şu olmalı: "Çok saftım" :) Safmışım yani, şimdi daha iyi anlıyorum.
Aklımda neler varmış ortaya döküyorum hepsini. Katılmak isteyen olursa "ben hamileyken" diye başlayan bir şeyler yazabilirsiniz.
1) Çok saftım. (O kadar yeter, bu cümleyi daha da açmamam lazım :)
2) Normal doğum yapacağıma o kadar çok inanıyordum ki kitaplardaki sezaryen bölümlerini atlıyordum :) Son ay annem de bizim yanımıza gelince notlarımdan anneme ve karabalığa ders vermiştim. Şu an yanlarında birinin doğum sancısı ya da suyu gelse ne yapacaklarını biliyorlar :)
3) 40. haftayı kesin göremeyecektim. 37den sonra Elif her an gelebilirdi, hatta balık burcu olsa ne iyi olurdu :)
4) Beni arayıp "nasılsın" demeyenlere de sinir olurdum, çok arayıp da beni bunaltanlara da... Evet ortası yok :)
5) Kadın doğum doktorum kesinlikle erkek olmalıydı çünkü kadınlar duygusal olurdu (herkes ben sanki)... Bir de ne alaka değil mi? Duygusalsa doğum anında oturup ağlayacak mı yani :)
6) Aldığımız kıyafetlerin eksik olduğundan çok korkmuştum. Günde kaç kere üst değiştirilir ve bebek ne giyer hiçbir fikrim yoktu. "çıtçıtlı badi" çoook sonradan öğrendiğimiz bir terimdi. (icat edeni buradan öpebilirim.)
7) Doğumdan sonra hayatımız çok da acayip değişmez sanıyordum. Ay bak bu maddeyi yazarken bile kahkaha atacaktım ama Elif uyuyor o yüzden sadece gülümsedim :) Biz çok gezici bir çift değiliz aslında, daha çok evcimeniz. Şimdi de öyleyiz, yani eğer bunu düşündüysem mantık olarak doğru hareket etmişim :)
8) Her şeye rahatlıkla yetişebilirim sanıyordum. Temizlik, Elifle vakit geçirme, uyuma, banyo, yemek vs. Sanırım günün 24 saat olduğunu ve bunun 6 saatinde uyumam gerektiğini unutmuşum o ara :)
9) Bence en bomba madde bu... Bebekler nasıl uyur/uyutulur bilmediğimden, yatağına koyunca kendi kendine uykuya dalıverir sanıyordum. Vay be ne hayalmiş :) İnancım bu kadar sağlamken Elif nasıl bu kadar uykudan uzak doğdu bilmiyorum.
10) Elifle beraberken her şey laylaylom olur, ohooo kızıma çok da rahat bakabilirim diyordum. Öyle de oldu aslında ama en ufak bir hastalık, can sıkıntısı, moralsizlik halinde sistemimiz çöküyor. O yüzden sağolsun karabalık bana çok iyi bakıyor :)
11) Bebekler doğduktan kısa bir süre sonra onlarla resim yapılabilir, saklambaç oynanabilir sanıyordum :) Bir de ben "gelişim psikolojisi" dersi aldım. Hoca beni bu bilgilerimle geçirmiş demek... Zihnimde hep Elif doğacak, az sonra büyüyecek ve biz beraber yürüyüş yapacağız, resim yapacağız, kitap okuyacağız vs. vardı. Kitap kısmını şimdilik tutturduk ama gerisine hala biraz var :)
12) Emzik konusunda kararsızdım. Zor bırakan çocukları duyduğum için korkmuştu gözüm. İlk aylarda vermeye çalıştım ve Elif 1-2 defa aldı(hatta emzikli bir pozu bile var) ancak sonra resmen itti, almadı. Ben de ısrar etmedim. Alıştırma bardağının bile plastik uçlusuna alışamadı o yüzden. İlla bardaktan içecek sıpa.
13)"Hayatta ne kucağımda ne de ayağımda sallamam" cümlesini kuran ve aylarca bebesini sallayan hatta en azından buna alışsın diye dua eden kişi kimmiş duydunuz mu? Aaa bildiniz, benim :)
14) Çok acayip titiz olmak istememekle genlerimdeki kodlar arasında sıkışıp kalacağımı düşünüyordum. Hiç öyle olmadı. Sokakta oyuncağı yere düşen bebeye itinayla o oyuncak yerden alınıp verildi. (öncesinde ıslak olmasına rağmen) Bu durum beni rahatsız etmeyince haneme artıları ekledim.
15) Ultra süper şahane bir "Elif geliyoooor" partisi yaptık, kardeşim sağolsun :) Çok sevdiğim insanlar katıldı, ne kadar şiştiğimden falan konuşmuştuk hatırlıyorum. (hafta 37) "Nasılsa daha da şişmem" deyip gülmüştüm, 40+4'te doğum yapınca gerçekten şişmenin nasıl bir şey olduğunu tecrübe etmiş oldum.
Bezli pastayı çekme çabalarımı kuzenim yakalamış :)
16) Kızıma hiiiç kimselerde olmayan bir isim koyarız sanıyordum :) O şekilde "özel" olacaktı belki de ama sonra anladım ki onu özel yapan isminin tekliği değil, kalbinin tekliği olacak :) Elif ismini birlikte belirledik gibi olsa da aslında Elif benim çok sevdiğim bir isim.
17) Ben hamileyken...hep hamile kalacağımı sanıyordum :) Cidden. Böyle deyince inanması güç geliyor belki ama öyle hissediyordum.
18) İşyerine o kadaaaaar sinir oluyordum ki (sigara içenler, yüzüme duman üfleyenler, bile bile canımı sıkanlar) göbeğime bakmayıp birine çok fena kızmaktan korkuyordum. Olan masum yavruma olacaktı tabii, o yüzden sinirimi içimde tuttum.(sanki o daha az zararlı gibi)
19) O kadar çok ve ritimli yürüyordum ki sancılarımın yürüyüş sırasında geleceğini düşünüyordum. Ama heyhat bana sadece yalancıları geldi, doğum sancılarının yakınından bile geçmedim.
20) Sezaryen olursam çok ama çok üzüleceğimi sanıyordum. Bir acayip gülerek girdim ameliyathaneye ve sersemlemiş ama mutlu çıktım. Kızıma kavuşmuştum ya gerisi amma da boştu...
21)Doğumdan sonra, hamilelik öncesi zihnime geri döneceğimi sanıyordum. Bilmiyordum ki loğusalık bambaşka bir deneyim ve bundan sonra hayatımda hep inşallah Elif olacak ve zihnimde hep o olacak.
22) O kadar çok kitap okudum ki "hehey çok acayip hazırım her şeye, haydi sorun sorun bir şeyler" diyerek etrafta geziniyordum. Kitap okumak ve bilgilenmek güzel ama ben sadece kitapta yazanların gerçek olduğunu sanmıştım. Aralarda geçen "her çocuk farklıdır" kısımlarını da atlamışım demek ki :) Doğum ve sonrasında hiçbir şeye hazır olmadığını, zaten yaşamadan öyle bir şey olamayacağını anladım.
23) Ben hamileyken... sadece ben hamileyim sanıyordum :) Bilmiyordum ki yüzyıllardır milyarlarca kadın doğum yaptı, yapıyor ve yapacak. İnsan kendini özel mi hissetmek istiyor acaba, şimdi yazarken aklıma geldi. Belki de.
24) Çok acayip tiksindiğim 3 şeyi: ceviz, zeytin ve tarhana çorbasını bir daha kesinlikle yiyemem, içemem sanıyordum. Şimdi oh löpür löpür yiyorum :)
25) Bir ara -sonlara doğru- Elif'in gelmek istememesine takılmıştım. Yahu bu çocuk niye sevmedi buraları diye amma üzülmüştüm. Beklesek acaba 42nin sonunda kendi doğar mıydı bilmiyorum ama riske edebileceğim bir durumum kalmamıştı, Elif'in hareketleri zayıflamıştı ve anladık ki (doğduğunda) kakasını yapmış ama yutmamıştı. (Hiç Elifte kakasını yutacak göz var mı ya :)
26) Karabalığın benden çok sonra Elif'i kucağına alabileceğini, altını değiştirebileceğini sanıyordum. Hiç öyle olmadı. Meğer idmanlıymış kendisi, ilk hafta ben dikişlerden dolayı pek eğilemezken hep o değiştirdi altını :)
27) Karabalıktan, iyi baba olur sanıyordum, yanılmışım... Maşallah ultra süper şahane 10 numara bir baba oldu kendisi :)
28) Doğuma girerken çok korkarım ve kesin ağlarım diyordum. Hiç öyle olmadı. Oturdum Elif'e kitap okudum doktoru beklerken. Demek ki sakinlik/heyecanlılık hormonları bende ters çalışıyor. Ya da endorfin miktarı durumları karıştırıyor.
29) Son aylarda yediğim hurmalar bir işe yarar ve oksitosin salgılarım sanıyordum. Resmen yediğimle kaldım hepsini :) Neyse ki sevdiğim bir meyve.
30) Elif de babası gibi siyah ve gür saçlı olur sanıyordum ya da daha çok diliyordum diyeyim. Kendisi siyah saçlı doğup şimdilerde sarıya terfi etti hem de ince telli. Bakalım daha ne kadar değişecek. Babasına daha çok benzer diye düşünmüştüm ama cidden benim küçüklüğüme benziyor(fotoğraflar yalan söylemez değil mi)
31) Lokum... Lokum hep bizimle olacak diye düşünüyordum. Bebek ve kıl/tüy ilişkisiyle ilgili sayısız yorum dinledik ama bence biz halledebilirdik. Ya da ben öyle sandım :/
32) Elif ek gıdaya geçtiğinde aç kalabilir diye düşünmüştüm, neyse ki aç kalmadı yavrum. İçimden hamarat bir anne modeli çıktı. Bir de ek gıdayla ilgili olan yazımı yazabilsem çok güzel olacak :)
33) Hamilelik günlüğümde kendi kendime taıkılırım sanmıştım, yazdıklarıma bir dolu güzel yorum geldi, buradan Tanla sana yeniden sevgilerimi gönderiyorum :)
*Doğum konusunda bence harika bir yazı yazmış Pelin, okumanızı tavsiye ederim.

Ben hamileyken cidden saftım/safmışım. Belki de her hamile gibi. İnsan o kadar çok hayal kuruyor ki. Neredeyse hangi üniversiteye gider, ileride nasıl bir meslek seçer onu bile düşünüyorsunuz ve bundan mutluluk duyuyorsunuz.
Bu yazıyı okuyan hamiş dostları umarım yanlış yönlendirecek bir şey yazmamışımdır.
Şimdi aklıma geldikçe o halim, "sanki ben, ben değildim" diyorum. Gerçi önceki halimi de pek hatırlamıyorum. Demek ki özünde aynı kalan "ben"e zamanla bir dolu ekleme/değişiklik yapılabiliyormuş.
Ben hamileyken de böyleymişim kısaca :)

Devamını oku »

26 Kasım 2014 Çarşamba

Bu aralar / Sorgulamalar

Bazen sadece buraya yazmak bile rahatlatıyor beni, sonra taslaklara kaydediyorum yazdıklarımı ve yayınlamıyorum :) word belgesi açsam da aynı şey aslında ama blogumu seviyorum hem de çok. (Bu yazıyı da yayınlamazsam taslaklar "e bir yeter artık" diyecek.
Bu aralar bir takım sorgulamalar halindeyim. Hani ergenlik zamanı olur ya "kimim ben, hayattan ne istiyorum" vb. Şimdi aklımdakiler bunlara benziyor. Karşılaştığım birçok konuya eleştirel yaklaşmaya başladım.
"Çocuk eğitimi" bunların en başında elbette ki. "Mükemmel anne" olmaya çalışmıyorum çünkü zihnimde de öyle bir anne yok. Kendi annem gibi olmaya çalışmıyorum. Ama bazen fark ediyorum ki kendi annem gibi "olmamaya" çalışıyorum. Bu çaba da beni ikilemde bırakıyor haliyle. Yani doğrusu annemin yaptığı gibi onu biliyorum ama sanki o hareketi yaparsam anneme benzeyecekmişim gibi geliyor. Dün belki de ilk defa anneme"bizi gerçekten çok iyi yetiştirmişsin" dedim, güldü o da. Düşündüklerimle söylediğim şey zıt gibi görünse de tam olarak öyle değil. Annem kendi şartlarında ve kendi bildikleriyle bizi en iyi şekilde yetiştirdi,ona şüphem yok. Yoksa bu kadar harika insanlar olmazdık :) * Harika'dan kastım canım kardeşim aslında, benimle ilgisi yok harikalığın. Şaka bir tarafa, Elifle baş başa kaldığımız an'larda hep bunu düşünüyorum. "Onu ben yetiştiriyorum" diyorum. Ki benim aklımda olan ve hep istediğim bir şeydi, çocuğumun hamurunu kendim yoğurmam. Elbette ki gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta çocuğumuzun bizim bir uzantımız/devamımız olmadığını görebilmek. Ayrı bir birey olduğu algısı. Sağolsun Elif de şimdiden bunu pek iyi hissettiriyor. Hiç ben gibi değil. Sevmediyse "sevmiş gibi" yapmıyor, sevmediğini söylüyor. Açık ve net. Gelelim annemle ilgili olan kısma. Daha önce çok kez yazmışımdır, annem 41 yıl çalışmış çocukları çok seven bir emekli öğretmen. 17 yaşında atanmış, çalışabilmek için yaşını büyütmüş. Ve geçtiğimiz 24 Kasım'da inanamadığım kadar çok öğrencisi aradı. Hani abartmıyorum o gün telefon en az 50-60 defa çaldı. Annem kendini tanıtırken de soyadını söylemezdi, "Gönül Öğretmen" derdi :) Ama çok sağlam bir Başak burcu aynı zamanda. İşte bu iki özellik benim gibi rahatına düşkün bir Balık burcu için zaman zaman sıkıcı olabiliyordu. Öğretmenlerimin çoğu annemin arkadaşıydı ya da annem okula gelir ve benimle ilgili bilgileri hep güncel tutardı. Tüm bunları iyi niyetle yaptığını biliyorum ve bugün bir yere geldiysem (madden değil elbette manevi olarak, yani bu satırları bile yazıyorsam) onun emeği sayesinde. Hakkını cidden ödeyemem. Diğer taraftan da acaba az daha gevşek mi bıraksaydı bizi dediğim zamanlar olmuyor değil. Ki bu da normal sanırım. "Mutlu anne, mutlu bebek" lafı var ya; işte orada yazan "bebek" 29 yaşına da gelse annesinden etkileniyor sahiden. Annem 1 hafta bizimle kaldı ve bolllca Elifi sevdi, pardon "balım sultan"ı sevdi :) Yüzüne baktım hep gülüyor, torun sahiden başkaymış :)
İnstagram konusunda çok fazla gel-git yaşadığım bir dönemdeyim. Sosyal medyanın sadece blog kısmını kullanmaya dönmek istiyorum sanırım. Facebook zaten varlığını unuttuğum bir mecra. Twitter nadiren kullandığım bir mavi kuş. İnstagramı ise çok seviyordum. Ta ki bir aydınlanma yaşayana kadar. Tüm sosyal medyada var olan şu "beğen" butonuna iyice sinir olmaya başladım. Bir şeyler paylaşmak güzel ancak o "beğenme" hali de nedir? Yani hep bir rakamsal işlemler. Takipçi sayısı, beğenme sayısı... İnstagramı kullanırken bu sayıları hiç önemsemesem de varlıkları bile beni rahatsız etmeye başladı. "Görüp geçmek" ya da "varsa bir söyleyeceğimiz yorum yazmak" da yeterli benim için. Sevmediğim diğer bir tarafı da insanların kavgaya tutuşması. O nasıl bir şey ki? Çok sade bir fotoğraf paylaşılıyor ve altına gelen yorumlarda "ooo paranız var geziyorsunuz, giyiniyorsunuz" vs. yazılıyor. Benim başıma hiç gelmedi ama okuduklarımdan sonra iyice uzaklaştım. Hava atma mecrası olarak da kullanılıyor, onu da yazmadan geçmeyeyim. Okunan kitaplar, gidilen konserler vs. Paylaşmak güzel bir şey ama sanki onun da bir ayarı olmamalı mı? yani kuafördeki saç boyanırkenki fotoğraf ya da banyo lavobosundaki kılların da paylaşılmasına gerek var mı? Ben bir şeylerin karar merci değilim elbette, en çok söylenen laf "beğenmezsen takip etme" :) Peki, etmem.
Bir de kendi içimde de "ya ben şimdi bu fotoğrafı neden paylaşıyorumki, amacım ne?" dediğim öyle çok an oldu ki... Benim asıl dünyam blogda yazdıklarım. Ancak blogumu duymayan/bilmeyen ya da yazdıklarımı okumayanlar instagramdaki "o an"lık fotoğrafımı beğense ne olur ki? hayatıma dahil mi olur? Bence olmaz. Fotoğrafların altındaki yorumları bile okumadan geçenler var. Kişi belki sadece çiçek fotoğrafı koymuş ama altına bir dolu güzel şey ya da anısı olan bir şeyler yazmış, belki de bir yakınını kaybetmiş... Refleks olarak "kalp" ile beğenmemiz ne kadar samimi?
Bu blogun eski adı: kahvenin yanında :)
Aklıma takılan bir diğer konu da elbette ki arkadaşlık. geçen gün de yazmıştım aslında biraz. Orada takılıp kaldığımdan değil ama bazen şunu da düşünüyorum. Sosyal medya ya da cep telefonlarıyla birbirimize yakınlaştık mı yoksa birbirimizden uzaklaştık mı? Sanki yakınlaşırken uzaklaştık... Çok kısa sürede birbirimizden haberdar olmamız birbirimize olan ilgimizi arttırmadı sanki. Herkes biraz kendi kabuğunda kendi hayatında yaşar oldu. Çok "gündelik" olduk, "nasılsın, iyiyim canım, sen nasılsın" :) hayatımızın özeti bu kadar mı?

Bu ara burnumu sızlatan diğer bir konu da Lokum. Şu alerji işinin bir çözümü olsa ve karabalık o tedaviden olsa bebek-kıl-tüy demeden Lokum'u geri alırdım. Bu arada Lokum cidden iyi,.(Tangül, burada lafım sana, o hala benim kedim, çok sahiplenme, ne oluyor öyle birlikte uyumalar falan :)
Lokum hep hayatımda olacak diye düşünmüştüm ben. Yani nereye gitsek ve ne yapsak o hep bizimle olacak. "2 Balık 1 Kedi 1 Elif" olarak... Kısmet değilmiş diyeyim, lafı daha uzatırsam laptop da yıkanacak :/

Geçen gün eski fotoğraflara baktım. Sonra da ağladım. Eski fotoğraflar insanı neden ağlatır hiç bilmiyorum. O günleri özledim desem, ki olabilir. Çok şükür bugünlerimizden de memnunum. Yani o an'ı yaşamak daha güzel değil midir? (Gece, yine sana selam gönderiyorum buradan) Ama arada fotoğraflara bakıp kaçamak da yapılabilir sanırım.

Bir diğer konu"ne yapmak istiyorum". Aslında şu ara Elifle "iyi vakit geçirici" olmaktan o kadar mutluyum ki. Her gün bloguma da bir şeyler eklesem, kitap okusam ve yarının yemeğini yapıp yatsam oh değmeyin keyfime. daha ne olsun zaten değil mi :) Benim hiçbir zaman "daha daha daha fazlası"nda gözüm olmadı. İşe girerken de şöyle dua etmiştim. "Sevdiğim iş olmayacağını biliyorum ama en azından kira, faturalar vs. dışında kitap,cd alacak kadar param kalsın." :) Sevdiğim iş olmayacağını nereden biliyordum??? Hmmmmm, cevap önceki yazılarımda olabilir.

Kendimle ilgili sevmediğim bir özelliğim de çok ama çok alıngan olmam. Yani sanki biri çok basit bir şey söylese o cümleden kendime nem kapacak bir şeyler cımbızla çekiyorum. Neden böyle oluyor hiç bilmiyorum. En azından bunun farkına varmam bile beni arada rahatlatıyor :) Belki bir gün bu satırları daha da açarım, kim bilir. Ne de olsa her insan bir deniz :)

"Kardeşlerin ayrı şehirlerde yaşamaları yasaklanmalı ve bu yasak hemen bugün uygulanmalı" diyorum. Kimler bana katılıyor? Zaten hepi topu 1 tane kardeşim var. O da uzakta :/ Teyze olacağım inşallah, yeğenim beni tanıyamadan büyüyecek :/ Bu duruma canım sıkılıyor. Neyse ben kendimi hiç özletmem, fırsatını bulur hemen koşarım onların yanına.

Döndüm dolaştım, yine annelik konusuna geldim. geçen günlerde çok fena birkaç aydınlanma oldu ve ben o meşhur annelik vicdan azabıyla tanıştım. kendisi hala içimde bir yerlerde ve hala beni kaşımaya devam ediyor. Ne kadar üzülsem de ondan kurtulamayacağım sanırım, bu konuyu da ayrıca anlatmak istiyorum. Konu başlığımız uyku... Evet şu meşhur mesele.

Siz de çocuğunuzun geleceğinden kaygı duyuyor musunuz? Elbette ki dediğinizi duyar gibi oldum. Ya da benim kulaklar paslandı :) Haberleri hiç izlemesem de -ciddi anlamda şu an Dünya ve Türkiye gündeminden uzağım, bir ara baktığımda Kenan Işık başını çarpmıştı, üzüldüm, daha da baktım, umarım iyileşmiştir- ülkenin malum gidişatından haberdarım. Bu konuya canı sıkılmayan var mı bilmiyorum. Tek anlamadığım silik hafızamız. Allah korusun yarın bir gün kötü bir şey olsa-olduğunda- ooo hemen celalleniriz, asar keseriz, suçlarız hatta sosyal medyada bununla ilgili paylaşım yapmazsak ayıplanırız ama hiçbirimiz de yarın için bugünden bir şeyler yapmaya çalışmaz. (yapan istisna insanları dışarıda tutayım ama ben onlardan değilim maalesef) Hal böyleyken de "bak ya adamların yaptığına" demek kuru laftan ibaret kalıyor. Düşünüyorum bazen adamlar onu yaptı da sen ne yaptın acaba onu değiştirmek için diye? Haberleri izlememek bir çözüm mü mesela? Değil elbette ki ama 7,5 aylık bir bebeğe günde 10-12 saat tek başına bakınca moralinin yüksek olmasının önemini biliyorum. Sahiden canımı sıkmak istemiyorum. Bu kadar açık ve net. Bencillikse de bencillik olsun adı. Elif'in geleceği ile ilgili kaygı duymamak da zorlaşıyor. Çok kurmuyorum aslında ama daha şimdiden bunların aklıma gelmiş olması bile yeterince vahim sanki. Yani neden vakti gelince gider bir devlet okuluna diyemiyoruz? Sahi bilmiyorum siz diyebiliyor musunuz? Ben özel okulda sadece ilkokuldayken 3 sene okudum ve aradaki farkı az çok biliyorum. Gönlüm kesinlikle devlet okulundan yana. Ama şöyle bir durup bakınca genel gidişata ve sosyo kültürel yapılara. Kaygılarım artıyor. Hep ben mi koruyacağım ki onu diyorum mesela. Hangi durumda ve şartta olursa olsun kendini koruyabilmeli Elif. "meli/malı"... Bunlar bir cevap mı peki? Ya da şöyle düşünüyorum. Bizim maddi durumumuz başka şeylerden kasmadan sıkmadan Elif'i tüm öğrenim hayatı boyunca özel okulda okutacak boyutta değil. Ortalama ailelerden gelen ortalama geliri olan sade ve sıradan iki insanız neticede. Çocuğumuz özel okulda okusun diye tüm şartları zorlamalı mıyız? Geldiğimiz durum bu mudur? Biliyorum bunları düşünmek için erken ama en temel basamak kreş/anaokulunu düşündüm geçenlerde. İnşallah kızımı belli bir yaşa/aya gelene kadar kendim büyütmek istiyorum ama sonrası malum kreşe gidecek. Aklımdaki okullar ne yazık ki yurtdışındaki devlet okullarında var :) Türkiyedeki özel okulların sosyallik adı altında yazdıkları şeyler beni hiç cezbetmiyor. Satrancı, yabancı dili, ata binmeyi, tiyatroyu çocuğumla hafta sonu ben de yapabilirim. Ve hala neden o çok para verilen okullarda kimsenin tavsiye etmediği kutu meyve sularından verilir, onu da anlayamıyorum. Dedim ya bu ara anlamlandıramadığım şeyler var diye.

Bir diğeri; sosyalleşme. Beni bilenler bilir ki kalabalıktan hiç hoşlanmam, kalabalıklarda hep içime kapanırım, neredeyse hiç konuşmam. Daha önce anlattığım gibi de çok fazla arkadaşım yok. Bu durum da beni rahatsız etmiyor. Sosyal medya aracılığıyla tanıştığım, görüştüğüm, sevdiğim insanlar var. Tek tek yazsam yazamam, hepsini ayrı ayrı çok seviyorum. (Yeri gelmişken, kalbimde apayrı olan sevgili Esen haaarika bir çekiliş hazırlamış, yanlış çok kişiye duyurmadan sessizce gidin ya da hiç gitmeyin çünkü kesin biz kazanacağız Elifle :)
Komşularımdan bahsetmedim sanırım burada. Yaşı en küçük olan benim. Çoğunluğu da çalışmıyor. Kafa yapılarımız çok uymasa da tabak alışverişimiz, arada "nasılsın" diye zile basmışlığımız var. Ben çoğunu yeni yeni tanıyorum, çalıştığım zamanlarda sadece asansörde görüp selamlaşıyordum çünkü. Önyargılarımdan utandıklarım da oldu ama bana kendimi kötü hissettirenler de. Mesela neden her karşılaşmamızda aynı komşum bana "kilo almışsın, saçın beyazlaşmış, cildin kötü" vs. diyor, bunu anlayamıyorum. Doğum kilolarımın hepsini veremediğim gibi öncekine eklenen şahane bir göbeğim olduğunu gizlemiyorum zaten. Bir de ciddi anlamda barışık olduğum beyaz saçlarım var. Onları da gizlemeye ya da boyatmaya çalışmıyorum. Ergenliğimden beri yüzümde sivilce var-dı, şimdi sadece izleri var. Ama ben mutluyum halimden. "Ya niye böyle" dediğim zamanlar da oldu ama sanki hayat bu kadarcık şeyleri kafaya takacak kadar uzun değilmiş gibi geldi ve ben de rahatladım. Bir de şu malum "üşüteceksin çocuğu" lafı var. "Dışarı mı çıkıyorsun? Ama hava soğuk" diye beni korkutan komşuma "biliyorum hava soğuk, biz de temiz hava almaya çıkıyoruz zaten" dedim. Tamam kabul mesela bugün cidden çok soğuktu ve rüzgarlıydı. Elif değilse de ben çok üşüdüm hatta parmakları kesik eldiven giydiğim için kendime kızdım. Ama 15 dakika da olsa rahatladık, bence bu da önemli. Bir de şu da var ben sana soruyor muyum tüm gün çocuğun televizyon başında, aslında o çocuğa daha zararlı diye? Sormuyorum.

Bu kadar şeyi yazacağıma yarına yemek yapar hatta üstüne kek bile pişirirdim ama hiçbiri bu kadar şeyi yazdığımda hissettiğim rahatlamayı vermezdi.
Okuduklarımdan da bir şey anlamamaya başladım, sanırım bir "es" vakti benim için. Son okuduğum 2 kitap da beni çok etkiledi aslında. Biri "sıradan bir çocuk", diğeri de "benim adım hiçkimse". İkisinin hakkında da yazmalıyım mutlaka. Sırada yazılmayı bekleyen bir dolu kitabım var. Konularını, karakterlerini birbirine karıştırdım neredeyse ama bende bıraktığı duyguları unutmamışım. Ben de onlardan bahsederim fena mı :)
Yılbaşı ve çekiliş demişken katılanlar kaç kişi oldu sayamadım ama bugünlerde listeli olarak yayınlayacağım ki eksik kalmasın çünkü sahiden çekilişi Elif'e yaptıracağım, minik parmaklarıyla tutsun bakalım kağıtları. Paşabahçenin bir sloganı var ya paketlerin üzerine yapıştırıyor: "Hayat en güzel hediye" diye. Kesinlikle katılıyorum. Ama hayattan sonraki en güzel hediye kitap, benim için de tabii ki çocuk kitapları :)

Buraya kadar -sıkılarak da olsa- okumayı başarabilenler varsa 1 şarkı paylaşayım sizinle, çok sevdiğim bir şarkı: Dont worry Be Happy. Hayatın özeti aslında :)


Devamını oku »