Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




23 Aralık 2014 Salı

Çiz (ebil) mek ve 1 "Nokta" :)

Resim yapmak/yapabilmek konusunda yazacak o kadar çok şeyim var ki.
En en en başa gidecek olursam ilk okul yıllarındaki resim öğretmenimiz Müge Süel'i buradan selamlamadan geçemem. Hatta bence içimdeki resim aşkının tohumunu ektiği için kendisine kocaman sevgilerimi gönderebilirim. Bir resim yarışması vardı ve katılmak isteyenleri bahçeye çıkarmıştı, önümüze de bolca kalem ve beyaz kağıt koymuştu. Çizdiğim resimle ilgili tek hatırladığım şey insanın yüzündeki renkli katmanlardı :) "Bir insan böyle olabilir mi?" diye sormuştum, Müge Öğretmen de "Sen çizersen, olur" demişti. Tam burada insanın aklına "Nokta" ve "Mış gibi" kitapları geliyor. Henüz buraya yazmadım ama sevgili Ayşe pek güzel anlatmış, kitapların konusunu merak ederseniz buradan okuyabilirsiniz. (Bu arada o yarışmada 3. olup Redhouse'dan sözlük kazanmıştım, hala duruyor.) Niye boya kalemleri vermemişler ki, bak şimdi geldi aklıma :) "Sen iyi resim yapıyorsun, güzel de İngilizcen nasıl acaba? Al sen biraz sözlük çalış" mı demişler bana? Çok kötüyüm değil mi :)

Kendimi bildim bileli hep bir şeyler çizdim. Çizdim derken de "kendi halimde" kısmını eklemezsem olmaz. Daha önceki yıllarda çizdiklerimden pek azı kalmış bana. Onlar arasından buraya koyabileceğim bir şey seçemedim. Kötü olduklarından değil de çok karamsar olduklarından. Kendimi iyi hissettiğimde çizmemişim sanırım :) Son 2-3 yıldan bulduklarım da şöyle:





Analiz yapabilenler varsa yorum kısmına beklerim. Bana soruyorsanız kafam yine karışıkmış derim.
Geçen günkü yazımda hani süper bir şeyler bulduğumdan bahsetmiştim. Sahiden de o gün hava çok kapalıydı, soğuktu ve ben kendimi çok yorgun hissediyordum. Canım ne kitap okumak ne de bilgisayarı açmak istedi. Elimde kahve etrafa boş boş baksam daha iyi diye düşünürken "Neden bir şeyler üretmiyorum ki?" dedim. Kafamda 5000 waltluk bir ampül yandı ve kendimi boya kalemlerimle masada buldum. Nereden başlasam, ne yapsam derken de sayfalar birbirini kovaladı. Kimini çok sevdim, kimine de çizdikten sonra dudak büktüm. Sadece o güne özel bir şey miydi acaba derkeeeen fark ettim ki benim en büyük eğlencem çizmek olmuş; yaşasııın :)
Şu an Elif uyusa, uyuduktan sonra hemmen çamaşır-yemek-tuvalet-acil iş ne varsa hallet'ten sonra elimde kahve masanın başına oturuyorum. Bir heyecan bende :) Yaptıklarımdan da burada paylaşmak için seçtim ve hatta üşenmeyip boya kalemlerim, faydalandığım kitaplar, çizimlerim tüm hepsini Nikon ile çektim. Büyük mutluluk kaynağı bunlar benim için.
*Kitaplar demişken, Berger'in Görme Biçimleri kitabını okumayanlara çokça tavsiye ederim.


Kendimde eksik gördüğüm şeyler:
- Sabrım az, hemen çizeyim, bitireyim istiyorum.
- "Nokta" kitabından sonra nokta yapmaya başladım ve nokta yapmanın hem zor hem de sabır geliştirici olduğuna karar verdim.
- Perspektif duygum sıfır. Hatta öyle bir şeyin varlığından bile haberim yokmuş. Dünyayı nasıl algılıyorsam artık :)
- Bir şeyin simetriğini çizemiyorum. Yani mesela kulak yaptıysam sağ tarafa sol tarafın kulağı illa ki eğreti oluyor. Neden acaba?
- Bakmadan çizdiğimde daha rahatım, özgürüm ancak o çizimlerde ne çizdiğimi anlatabilmek için ok yapıp "işte bu da fil" demem gerekebiliyor :) Şimdilik bakarak çizmeye çalışıyorum.
- Boya kalemlerimi çok ama çok seviyorum, bazen onları yemekten korkuyorum :)


Hayvanları konuşturmayı seviyorum ve onlara hikaye yazmayı da. Çizdiklerim arasında en en en çok şunu beğendim mesela. Hemen yavrum gibi oldular :)

Diğerlerini de ekleyeyim de tam olsun bari :)
Her şey bu çizimle başladı bu arada :)


Ah Elif Ah :)

O gün evde karnabahar vardı da, çok mu anlaşılıyor :)

Bu gemiyi de çok sevdim kiiii

"Nokta"dan aklıma gelenler...

Bu kadar noktayı sabırla yaptım, tebrik ediyorum kendimi :)
Sevdiğim çizerlerden de bahsedeyim, yoksa bu yazı eksik kalmış olur :)
Semracan'ın karikatürlerini çok beğeniyorum.
Yabancı çizerlerden Wave abla-Suzy Lee ve Shaun Tan(O Kızıl Ağaç'ı da buraya eklemem lazım.)
Türkiyeden, kalbimde ayrı bir yeri olan Ayşe İnan Alican, detay çizimine hayran olduğum Başak Günaçan, "Bir insanın nasıl böyle bir hayal gücü olabilir" dediğim Beyhan İslam, Bilim Çocuk'u bir zamanlar alma sebebim: Pino, Bengi Gençer, Usta'dan ayrı düşünemediğim Ezgi Keleş, Araştırmacı Çocuk dergisinin eğlenceli yüzü Anıl Tortop, yaratıcılığını takdir ettiğim Gökçe Yavaş, ŞuŞu veee tabii ki haaarika eğlenceli çizimleriyle Özlem var :) * Unuttuğum olduysa affola...

Amacım harika bir çizer olmak değil bu arada. Sadece üretmek, keyif almak, bambaşka açılardan hayata bakmak, zihnimi boşaltmak, eğlenmek ve bolca nokta koymak :)

Kısacası ben bu ara Yeni Yıl kartlarını hazırlarkenki üretim halime geri döndüm. Tabii ki Elif uyuduğunda öyle 2-3 saat aralıksız uyuyan bir bebek olmadığından (gündüzleri hiç olmadı bu durum) çizimlerim çokça bölünüyor. Ama o an'ların kıymetini daha çok biliyorum sanki. Ve Esen burada yine aklıma sen geldin, evet sahiden bir şeyler üretmek insana kendini çok daha iyi hissettiriyor :)
Çizim defterim, kalemlerim, kahvem ve arada kaçamak yaptığım -kesin karabalıkla girdiğim bir iddiadan kazanmışımdır- halleyim yanımda... Çok şükür, daha ne isterim ki :)

* Bir de unutmadan yağlı boya resimleriyle yeteğin kendisinde olduğunu kanıtlayan ve o yetenekten bana bir şey bırakmayan canım kardeşime sevgilerimi, "keçeli kalem" burcu'ya da selamlarımı gönderiyorum :)
** Bu arada Elif bugün emekleme başladı. Bir sabah uyandı ve "bugün emekleyeceğim" dedi galiba, zaten saat 6.30 bile yoktu :) İki gün öncesinde de ilk dişi patladı. Bir anda değişti sanki yavrumuz, maşallah büyüyor. Çok sevinçliyiz ev'cek. babasının heyecanına ortak oluyorum desem yeridir çünkü o sanki ikimizin yerine de bolca heyecan yaptı :) 
Devamını oku »

20 Aralık 2014 Cumartesi

Bu Aralar

Bazen o kadar çok kendimle konuşuyorum ki buraya yazmaya fırsat kalmıyor :)
Bugünlerde neler oldu hayatımızda...
Elif ay dönümünden sonra yepyeni bir döneme girdi. Zaten her ay bunu yaşıyoruz, istisnası olmadı. O geçişler işte bazen sancılı olabiliyor yani o büyümeye çalışırken ben yorulmuş olabiliyorum. Geçen günlerde yine çok ama çok çok çok ağladığında kendime tekrar edip durdum: "bir sıkıntısı var ki ağlıyor, beni gıcık etmek için ağlamıyor ki..." diye. Ama neticede insanım ve bazen - hele de aklıma kolik geldiğinde- sabrım taşabiliyor. 1 bebekle evde baş başa olmak bir taraftan onun gelişimini birebir görebilmek açısından harika bir fırsatken işte bazen de fazla gıdıklayıcı olabiliyor. Ki bu durum da işin doğasında var. Elif'in alttan dişi göründü ancak henüz patlamadı, belki o'dur onu rahatsız eden bilmiyorum. Değişiyor gün geçtikçe, onu görebiliyorum. Büyüyor ya sıpa :) Maşallah tabii... Bir şeylerden şikayet gibi değil de hani bazen farklı bir havayı teneffüs etmeye de ihtiyaç duyuyor insan.
Birkaç gün üst üste hava ciddi anlamda kötü olunca evden çıkamadık, güneşi bile göremedik. O kadar çok canım sıkıldı ki... Ama iyi ki de sıkılmış. Sonunda beni harika bir yere götürdü. Detaylıca başka bir yazıda yazacağım ama tam da hayallerimdeki gibi hayvanların rahatlıkla konuşabildiği bir yer olduğunu söyleyebilirim. Merak etmeyin, kafayı yemedim. Yani,henüz :)
Kargo görevlileri ile ahbap olduk bir de. İnternetten sipariş verince genelde takip ediyorum ve adamları balkonda "şşşttt sessiz olun ve zile basmayın" diyerek karşılıyorum, genelde Elif'in uyku saatinde geldikleri için. Geçen gün sürpriz bir kargo gelince durum değişti tabii. Aras Kargo genelde aşağıdan bile zile basmazdı ama adamcağız balkona bakınmış beni göremeyince mecbur zile basmış. Elif de çığlık çığlığa uyanınca adam bir dolu özür diledi. Neyse hala iyi niyetli insanlar var, ne güzel :) Kargodan çıkan pakedin üzerinde isim yoktu ve içinden çıkan kitapta da bir şey yazmıyordu. Şaşırdım, instagramda da duyurdum, meçhul kişiye teşekkür ettim. Sonradan anlaşıldı ki bir kitap çekilişinde eş olduğumuz kişi göndermiş :) O da değişik oldu. PTT Kargoyu hala sevmiyorum, ya denk gelmiyoruz ya da anlaşamıyoruz. geçen sene "kim o" dediğimde, adamın "posta" demesini "pasta" anlayıp, "biz pasta siparişi vermedik" demiştim. Gerçi o zaman hamileydim, adama her şeyi söyleyebilirdim :)
Clarice Bean'i yeniden okurken Ruby'nin Hitch'i gibi bir uşak istediğime karar verdim. Ev işleri neden bitmez biri bana açıklasın :) neyse ki her şeyi gören biri değilim. Görenlere Allah kolaylık versin. Lakin yemek, içmek, ütü yapmak, çamaşır yıkamak, bulaşıkları yerleştirmek...derken "y" vaktimden çalan tüm ev işlerini buradan esefle kınıyorum. Çok nankörsünüz kuzum, her gün ilgi bekliyorsunuz :)
Gönderdiğim kartlar tek tek sahiplerine ulaşmaya başlamış, yaşasıııın... Geçen yazımda söylemeyi unutmuşum, ben onları postaneye adresleri yazmadan götürüyormuşum meğerse. Son anda fark edince Adanadaki kuzenlerle oturup adres yazdık :)
Unutkanlık demişken... Mutfakta kendini kaybeden bir ben miyim? Elif için pişen yemekler simsiyah oluyor, fırında mutasyona uğrayıp çıkıyorlar. Ocaktan yemeği alıyorum ama ocağı kapatmıyorum. Bulaşık makinesine kirlileri değil temizleri koyuyorum. Kahve pişirirken öyle bir işe başladığımı tamamen unutup başka bir içecek hazırlıyorum. Tost ekmeği ve kaşarı tost makinesine koyup bekliyorum ama biri de demiyor ki fişe takmazsan çalışmaz diye. Ben bu halimle maşallah Elif'i yine iyi besliyorum değil mi? geçen gün yürüyüşe çıkarken ayakkabımı giydiğimde bir terslik olduğunu anladığımda Elif arabasından yani içeriden bana sesleniyordu. Çok dalgınım, çok şaşkınım. Yorgunluk mu demir eksikliği mi yoksa anneliğin özü mü böyledir, bilmiyorum. Öyle olsa karabalık niye çayın altını açık unutsun ve biz misafirliğe gidelim değil mi :) İnanıyorum ki Elif bizi hizaya sokacak :)
Tek tek ismini saymayacağım ama blog sayesinde çok tatlı insanlarla tanıştım, haberleştim ve hala da görüşüyorum. Bu da bugünlerin mutluluk sebebi...

Norah Jones'u ne zaman dinlesem aklıma Kare günleri geliyor. Kitaplarla tüm gün birlikte olmak, çalışmaktan sayılmamalı bence :)
Devamını oku »

16 Aralık 2014 Salı

2014...

Geçtiğimiz (geçmekte olduğumuz) seneye dair o kadar çok şey var ki aklımda.
Önce 1 çift çizgi karşıladı bizi(2013'te), ardından "tatlı bir melodinin adı: Elif" oldu :) "Hazır mıyım acaba" demiştim bir ara :)
* İş hayatında 5 yılımı doldurmuşum geçen sene, bu yazıyı yeniden okuyunca tuhaf hissettim. Neredeyse 1 yıldır işe gitmiyorum ve çok mutluyum :)
Elif partisi yapmıştık yahu :) Canım kardeşim sağolsun.
Elif geldi mi   geliyor mu nerede kaldı derkeeeen... Doğdu çok şükür :)
Loğusalığı seven var mı bilmiyorum ama ben cidden hiç sevmedim. Neyse ki 2 ayın sonunda az da olsa toparlayıp "daha normal insan" kıvamına geldim. (bence tabii)
Kolik geldi-salladı-gitti(sayılabilir/denilebilir/son hale şükredilebilir)
Canım kardeşim evlendi ve teee uzaklara gitti. Memlekete gitti aslında ama neticede uzaktayız. Ve Ayça'sını bekliyor :) Yani tabii biz de bekliyoruz. Hatta bence en çok Elif bekliyor. Ayça ile ilgili çok hain planlar içinde olduğundan şüpheleniyorum. Adanadayken Ayça isimli bebeğin kafasını bolca ısırmasından bunu anlamıştım :)
Annelik sohbetlerine başladık, hatta ilkini canım arkadaşım Elifle yaptık :) Şimdi tam sayıyı çıkartamadım ama 15'i geçtik sanırım, yenileri de yolda... Bu sohbetler bana çok şey kattı, tecrübeli annelerden yepyeni şeyler öğrendim. Belki hepsiyle başka zamanda olsa bu kadar güzel sohbet edemezdik yani denk gelmeyebilirdi, o açıdan çok sevdim bu sohbetleri, teşekkürler kızlar :)
Bu sene çok üzücü olaylar da yaşandı memlekette ama onları burada yazmayacağım, sadece yeri gelmişken vefat edenler için Allahtan rahmet dileyeyim...
Bizim ev açısından en üzücü olaysa Lokum'un gitmesi oldu. Hala inanamıyorum gittiğine. Konserve ton balığı açarken hala nerede olursa olsun koşarak yanımda bitivereceğini hayal ediyorum. Sanırım onu hala çok çok çok özlüyorum. İyi bir yerde olduğunu bilmek tabii ki mutlu ediyor beni. Hatta buradan daha da rahat sanırım çünkü evde hapis değil, dışarı da çıkabiliyor.
2014 bizim için dolu dolu geçmiş. Elifle ilk tatilimize bile çıkmışız :)
Geçen sene bu zamanlar yaklaşık 28 hafta civarıydım sanki... Yani izne ayrılmaya gün sayıyordum :) Şimdiyse Elif maşallah 8 aylık oldu bile.
Zaman çabuk geçiyor.
Geçmişe değil de bugüne odaklanmak lazım sanırım.
Bir de blogun olmazsa olmazı yeni yıl dilekleri için yepyeni bir yazı hazırlayayım :)
Sahi sizin için nasıl geçti 2014?
2015'ten çok umutluyum her sene olduğu gibi... İnşallah bu sene 30. yaşımı kutlayacağım heyooooo, hiç de hüzünlü değil. Yaşlandım, yaş aldım gibi muhabbetlere girmeye gerek yok. Ne güzel sağlıkla yaşayıp gidiyoruz işte, daha ne olsun? (Tabii burada Ayça'nın partisindeyken Eda'nın arkadaşlarının beni küçük sanmasının hatta bebeğim olduğuna inananamamasının da payı büyük :)
Elif de inşallah 1 yaşını kutlayacak, peki cidden kutlayacak mı yani kutlamalar olacak mı, onu da sonra yazayım :)
Geçen seneki dileklerimi de (kendime) hatırlatıp size güzel bir müzik açayım :)



Devamını oku »

15 Aralık 2014 Pazartesi

Elif'in Ek Gıdaya Geçiş Süreci ve Kendisi :)

Bu yazıda hem ek gıda sürecini hem de "ek gıda"dan benim ne anladığımı anlatmaya çalışacağım.
Bu yazıyı okuyarak kendinize bir çizelge oluşturmayın yalnız olur mu? Yani yönlendirme amaçlı bir yazı değil. "Bizimki güzeldi, siz de böyle yapın" yazısı hiç değil. "Ben denedim, Elif denedi, biz denedik" gibi bir şey bu ek gıda serüveni.
Elif 5 ay 1 haftalıkken çok fena ishal olduğunda doktor (ben bebek olsam üzerine kusardım,olan) kesin senin sütünden kaynaklanıyor, hemen yoğurda pirinç unlu mamaya başla, sütünü analiz ettir diyerek beni bunalıma sokmuştu. Ben de inat ettim ki sütümden kaynaklı olsa 1 gecede olmazdı diye. Tartıştık ve doktor değiştirdik. Ne hikmetse diğer doktorun yaptırdığı tahlilde enfeksiyon çıktı ve 2. doktor ishalin benim sütümden kaynaklanmadığına beni ikna etti. (burada çok sağlam bir şekilde doktorlara iyi dileklerimi iletesim var ama bu yazının yeri burası değil...) Ve Elif 5 ay 1 haftalıkken ishal olduğu için yoğurda azar azar başladı. İshal geçince bıraktık.
6 aylık olduğunda bayramdı ve Uşaktaydık, orada Elif'in eline simit, mandalina, salatalık, biber ne bulduysam verdim :)
Mama sandalyesini 5 aylıkken almıştık İKEA'dan ve önüne sadece oyuncaklar, biberler koyarak bizimle yemek masasına oturmasını teşvik etmiştim(k). yemesen de burada dur, diyerek. Yoğurdu önüne o kadar çok koyduk ki Elif'in yüzü, saçı, dolaplar bembeyaz olarak kaldırdık. Sonuç : Çok eğlendik. O kadar kir ne oldu? Yıkandı ve geçti :)
6 ay 1 haftalıkken meyve püresi ve sebze püresi denilen şeylerin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bence bunu daha açıklayıcı yazmalılar :) "Acemi anneler için ek gıda serüveni" diye bir kitap yok mesela piyasada. Ben mi yazsam acaba :) İnsanların kafası daha da karışsın sonra değil mi :)
Yaklaşık 1 ay öncesinden "O Tabak Bitecek mi?" kitabını okumuştum ama bence eksik yönleri vardı. Çorbayı içirmek gibi. Yani çorba dediğimiz şeyin amacı zaten sulu olmasıdır, onu bir şeylere banarak vermenin esprisini ben anlayamadım.
Kabak, patates ve havuçla derin bir aşk yaşayacaktık ki... Elif kabız oldu. E hani ishaldin sen yavrum :) Patates, muz vs. kestik. Armuda dadandık, bolca zeytinyağı verdik. O da 3 haftalık bir seyir gösterdi ve vücut şuna alıştı "artık sadece anne sütü yok, katı şeyler de bünyeye giriyor, dışkılamayı ona göre yapalım" :)
Aslında bu yazının ilk cümlesi şu olmalıydı: "O ne koku, o..." Cidden ufacık bir bebekten çıkan yüksek volümlü ağlama sesine alışmışken minicik yavrudan çıkan şeyin kokusuna hala alışamadık :) O nasıl bir koku öyle. Acaba kakasını yapmış mıdır diye düşünmemize gerek bile kalmadı :)
Buralar parantezdi tabii, gelelim meyve-sebze işlerine. Yapmaya çalışıp da yapamadığım önemli bir konu da 3 gün kuralı oldu. İlk başlarda ne olduğunu ve nasıl uygulayacağımı anlamadım. Anladığımda "ne gerek var böyle bir şeye" dedim. Aslında biraz yanlış bir düşünce olduğunu fark ettiğimdeyse kaçıncı günde olduğumuzu unuttum. Bu kısımlarda tam bir "çakma anne" olduğumu itiraf etmeliyim.
Elif'i yedirmeye çalışmak bana zor gelmeye başladı ve BLW'nin asıl keşfini bulduğumu hissettim: "Yemek yemeye çalışan anne/babalar çocukları serbest bırakıyor" Olay bu kadar basit. Buharda pişirdiğim uzun ince kabak, brokoli, havucu neredeyse ilk günden beri eline veriyorum. Ortaya da yoğurdu döküyorum. Ve ne kadar yediğine pek bakmıyorum. Yani kendimce bakıyorum ama kaç cc derseniz... İşte orası da kafamı karıştıran bir diğer konu. Tek bildiğim 1 su bardağının 250 ml. olduğu. Elif'e verdiğim yiyecekleri cc'ye göre ölçmüyorum. Turuncu kaseden mi yedi, cezvede ne kadar vardı göz kararı ona bakıyorum. Bu da benim 2. handikapım sanırım.
1.'si çok unutkanım, 2.'si çok dalgınım, 3.'sü çok üşengecim. Bunları da iyi bir şeymiş gibi söylemiyorum. Sadece bu üçlü birleşince ortaya "Al çocuğum bunları pişirdim, istediğin kadarın ye, istediğin kadar da etrafı batır" gibi bir şey çıkıyor. Elif'e kaşıkla bir şeyleri yedirmektense sonrasında kirlenen etrafı temizlemek bana daha rahat geliyor. Bu işte bir terslik var sanki ama tam bulamadım.

Peki Elif önüne koyduklarımı yiyor mu?
Bazen evet bazen hayır.
Tercihleri ve öncelikleri var.
Muhallebiyi birkaç denedim ama sevmeyince bıraktım mesela.
Havuca tepkiliydi, yeni alıştı.
Favorileri yeşiller: kabak, brokoli, ıspanak, bezelye gibi.
Benim 3. handikapım da ay gelişimine pek de bakmadan yiyecekleri vermek oldu. 8. ayı beklemeden verdiğim çok şey oldu, 3 gün kuralını da uygulamadım. Yani ben ek gıda serüveni hakkında bir kitap yazacak olsam "anneleri yanlış yönlendirmek" suçundan ifade vermeye bile çağrılabilirim :)
Tek güzel tarafı rahat olmam oldu. Ben rahat, Elif rahat. Ama bence bu durumda mayanın ve benim şu duamın etkisi büyük: "Allahım, uyku konusunda çok gıdıklandık, yemek konusunda gıdıklanmayalım, Elif bana çekmiş olsun, iştahı çok olsun." Amin :) İştahı çok mudur bilmiyorum çünkü karşılaştırma yapamıyorum ama bence istediği şeyi kendine yetecek kadar yiyor. Yani mühim olan da bu değil midir? Bilsem aynı duayı uyku için de yapardım :) Şimdilerde başladım zaten, duaların gücüne de kalpten bir şeyleri istemeye de çok inanırım.
Hiç sormuyorsunuz, yoğurdu nasıl mayaladın diye? Sanırım herkes bunu biliyordur ancak biz 2 saf kara balık olarak bunu bilmiyorduk. Bir dolu denemeden sonra baktık ki olmuyor AOÇ'nin 2 günde bozulan yoğurdunu verdik Elif'e ve hiç de "amanııın yavruma katkılı şeyler veriyorum" demedim. neden bilmiyorum. AOÇ zaten yeterince güven veriyor bana ve "katkı" konusunda çok aşırı olmak istemediğime karar verdim.(bunu da daha sonra açayım) Tam o ara bize bir hediye çeki geldi ve bununla ne yapsak ki derken kendimizi yoğurt makinesi almış bulduk. İlk başlarda onu da beceremedik, hep ekşi mayaladık ama yılmadık. Sonunda evde yoğurt mayalamayı başardık. yehuuuu :)
Gelelim blender konusuna. Bu ara her yerde "amman yiyecekleri blenderdan geçirip vermeyin" diyordu. ben yine de denemek istedim. Yaklaşık olarak 4 ya da 5 sefer denedim. Baktım ki ortada ne sebze ne de özü kalıyor hatta ortaya çıkan menüyü benim bile canım çekmiyor, blenderı bıraktım. Buharda pişirip ya da az suda haşlayıp çatalla ezmeye başladım. Ama öyle yapınca da benim yedirmem gerekiyordu. Bundan da hoşlanmadım. Bilmiyorum neden, Elif kendi kendine yiyebilecekken onu kaşıkla beslemek bana gereksiz geliyor. Biraz abartılı bir cümle mi kurdum bilmiyorum. Şimdilerde çok sulu olmamak kaydıyla çorbasını ben kaşıkla veriyorum. Diğer şeyleri de yiyebileceği boyutta, kıvamda önüne bırakıyorum ve yanından ayrılmıyorum. Yalnız o yemeğini yerken gözümü de dikmiyorum. Mesela kahvaltı, peynir(süt kesiği), yumurta sarısı, yeşil zeytin önünde oluyor. Mandalina suyunu demir ilacından sonra kaşıkla veriyorum. Pekmezini yine kaşıkla veriyorum. Verdiklerimin hepsini yiyor diyemem, zaten o yedikçe önüne bir şeyler koyuyorum. Yemek istediği halde parmaklarıyla alamadığı yiyecekleri de kaşıkla kendim veriyorum, mutlu oluyor :)Birkaç defa omlet denedim, sevdi aslında ama bence ayrı ayrı yemeye alışması daha önemli. Bir ara meyvesini de yoğurtlu veriyordum. Şimdilerde her şeyi ayrı veriyorum.
Meyveler konusunda kafam biraz karışık. Cam rendede rendeleyip püre halinde kaşıkla veriyordum ki... "Sebzeleri yiyor da meyveleri neden yemesin" diyerek buna da bir ara verdim. Yalnız tüm meyveler bu kategoriye girmiyor. Bunun en güzel örneği üzüm. Yeşil zeytin gibi mercimekten büyük nohuttan az küçük boyutta kesip önüne koyuyorum. Kafamı çevirdiğimde üzümlerin yerinde yeller esiyor :) (Bağırsaklarını fazla çalıştırmış yalnız, ona dikkat etmem lazım) Muzu çok sevmedi sanırım. Ne şekilde verdiysem biraz boyun büktü. Elinden kaymasa rahat yiyecek belki ama o kayganlık onu rahatsız etti, onu anladım. Elma ve armut bana sert geliyor, onları püre olarak yediriyorum. Nar ve vişneyi de denemek istiyorum. Narı sanırım suyunu sıkıp yoğurda karıştırarak vermek daha iyi olacak.
Meyveler/sebzeler/blw/ ek gıda konusunda biiir dolu güzel yorum bekliyorum :)
Peyniri de şöyle yapıyorum: Süt kaynarken içine 3-4 yemek kaşığı yoğurt(suyu) ekliyorum, o da kesilmiş oluyor. Sonra onu süzüyorum. 1 litre sütten 200 gr. civarında peynir çıkıyormuş, onu da gördük :) Minik poşetlere koyup buzluğa atıyorum, böylece daha taze kalıyor.
Daldan dala gibi oldu ancak, 4. handikap ise SARMISAK... Bizim eve hiç girmedi bu yiyecek :) Şimdilerde girecek mi girmeli mi konusunu düşünüyorum. Hayatım boyunca yemedim ve eksikliğini hissetmedim. Çok faydalı bir doğal antibiyotik olduğunu duydum ancak benim onu yiyebilmem için cidden beynimin uyuşmuş olması, ne yaptığımı bilmiyor olmam falan lazım :) Kısacası tazesi mi yoksa minik beyaz hali mi verilir, nasıl verilir, neden verilir bir bebeğe bilen biri yazsın olur mu :)
Tüm suç annemde bence. O, o kadar çok sevmese ve bana hamileyken devamlı yemese bence ben bu kadar tiksinmezdim :) Soğan için de benzer hisler besliyorum ama çaktırmıyorum yani 1-2 yıldır eve soğan giriyor, kendisini yemeklere bütün olarak ekleyip yemek pişince de direk atıyorum. Elif içinse rendeleyip yiyeceği şeylere koyuyorum. Annelikten benim anladığım bu yani, o soğanı da bana ellettin ya Elif :)
Aynı şey siyah zeytin için de geçerli. Benim görmeye bile tahammülüm yok kendisini ama galiba Elif için evde bulunması gerekiyor değil mi? Bir de ben zeytin ağacını çok severim, ironiye bak...
Son doktor kontrolümüzde doktorla aynı kafada olduğumuzu görmek beni rahatlattı. 1 yaşına kadar 3 şey yasak: bal, süt ve yumurta beyazı dedi. (Üçlemeye buradan sevgilerimi göndereyim :) Sizinle karşılıklı kuru fasülye turşu yiyebilir, yiyecekleri önüne koyun kendisi yesin dedi. Bunu genç bir doktor söylese BLW diyor derdim :) Ama bu tontiş amcanın BLW'den haberinin olduğunu sanmıyorum, olsa olsa aklın yolu birdir diyebilirim :)
Hassas olduğum 2 konu var: tuz ve şeker. Bu konuda katıyım. Hele ki 1 yaşından önce tuzla ve şekerle tanışmasını çok doğru bulmuyorum. Şeker dediğimiz şey zaten meyvelerde bolca var, öyle değil mi?
Mama sandalyesindeyken Elif'in altına mutlaka büyük bir poşet seriyorum(boyacıların kullandığı tipte olanları keserek kullanıyoruz), yemek yiyeceği zaman önünde oyuncak bulundurmuyorum, sadece yiyecek ve -şimdilerde dişini kaşımak için kullandığı- kaşığı var. mızıldanıyorsa, kendince o yemek bitmişse 1 kere daha soruyorum ve cevabı netse hiç uzatmadan oradan kaldırıyorum. Mümkünse bizimle aynı saatlerde yemek masasında olup yemeğini yemesini önemsiyorum ancak uyku saati gelmişse bu durumdan vazgeçiyoruz. Son zamanlarda tükürmeyi öğrendi ve bu cidden fena oldu. İlk başta gülüyorduk ki sanırım bu onu daha da cesaretlendirdi. Bir ara "hayır" dedim ancak böyle dersem benimle inatlaşıyor. Dikkatini dağıtıp şarkı söylüyorum, arada dans figürleri yapıyorum, bazen unutuyor tükürmeyi. Yiyecekleri sevmediğini sanmıştık ama baktık ki yeni bir şey keşfediyor: tükürmek :) Sanırım bu onun için önemli bir şey,o yüzden de çok müdahale etmiyoruz.
Şu konuda da rahatız: her şeyi sevmek/yemek zorunda değil. Biz de her şeyi seven/yiyen bir çift değiliz ve bunun eksikliğini de yaşamadık. Evimize hiç girmediği halde Elif'e bamya verdik mesela, sevmiş görünüyordu. Yani önyargısız olmak lazım sanırım. O değil de Elif sarmısağı çok severse işte o zaman yandık :)
Blogdaki yazıları okuyunca yemek yapmak hatta aşure pişirmekle ilgili ne kadar marifetli(!) olduğumu anlamışsınızdır; sanırım tam da bu sebepten daha hamileyken endişelenmiştim, ek gıdaya geçtiğimizde Elif aç kalacak diye :) Çok değişik şeyler yap(a)mıyorum belki ama iyi niyetliyim ve öğrenmeye çalışıyorum. Sanırım bu da iyi bir şey. Ne de olsa kızını pizzayla ek gıdaya başlatmış bir zihniyetle kuzenim :))
Aklıma takılan diğer konuları da buraya yazayım:
1. Baharatlar: Ben azar azar yediği şeylerin içine koymaya başladım ama baharatların nasıl bir kullanımı olmalı, bilen var mı? Mesela kıyma haşladığımda içine kimyon, kekik koyuyorum. Başka nerelerde nasıl kullanılır baharatlar?
2. Yemeklerin saklanması: Genelde günlük pişirmeye çalışıyorum ama bazen de çok yapıp süt saklama poşetleriyle buzluğa atıyorum. (Lansinoh bu konuda iyi çünkü çift kilidi var) Onun dışında cam kavanozlarım var. Anne gazetesi Pelin Avent'in saklama kaplarını tavsiye etmişti ama henüz almadım. Siz yemekleri nerelerde saklıyorsunuz?
3. Dışarıda yemek yemek: Biz dışarıda  yemek yemeyi seven bir çift değiliz. Yani  baş başa mum ışığında bir restorantta yemek yiyelim desek kesin benim uykum gelir, karabalık da sıkılır. Özel günlerde bile bence en güzeli evde ev yemeğidir :) Mesela bizim için yılbaşı demek balık yemek demektir :) Yani dışarısı için çok da endişelenmeme gerek yok ama yine de illa ki Elif'in yemek saatinde dışarıda olduğumuz oluyor/olacak. 1-2 kez deneyimledik ki mama sandalyeleri inanılmaz pis. Değil ki önüne yiyecek koymak Elif'in kolunu değdirmesi beni/bizi eğreti etti. Anane babaanneye mama sandalyesi itinayla taşınıyor çünkü kendisi İKEA, sök yapıştır yerleştir bir model :) Ev ziyaretiyse de yere oturtup yedirmek mantıklı/makul. Ama açıkçası bu konu benim için biraz havada. Önerisi olan varsa lütfen yazsın. Ya da biz süreci yaşayıp görelim.
4. Su: Elif sağolsun biberon almadığından sıvı bir şeyler tüketme konusunda kafası karışık. Sadece İkea'nın alıştırma bardağını sevdi, onda da illa kendisi tutacak ve bolca etrafı sulayacak :) Ya da bildiğimiz kahve fincanlarıyla/bardakla içiriyorum. Sabahları mandalina suyunu kaşıkla veriyorum. Suyu pek içmiyor böyle olunca da. Bu konuda fikri/önerisi olan var mı?
Bu ara kafama takılan diğer bir konu da yiyecekleri Elif'in yiyebileceği boyuta nasıl getirmeli konusu. "Parmak yiyecekler" bu konuda on numara ancak her şey de "parmak" olmuyor :) Sanırım onu da zamanla öğreneceğim. Güzel tarifler buldukça burada paylaşayım.
Çıtır Kabak :)
Tarif demişken; bana teee ilk günlerde kendi özel tariflerini gönderen canım arkadaşlarım Ayşe ve Pelin'e apayrı teşekkür. Pelin'in ayrıca blogunda harika tarifler var. Sağlıklı yaşam konusunda seni örnek alayım diyorum Pelin ama hep tökezliyorum. Kefiri evde yapmak nedir arkadaşım, hep kötü örnek bunlar :)
Onun dışında Makarna Lütfen ürünleri bir harika, Özge'nin Oltası'nın tarifleri çok güzel. Gurme Bebek'i zaten duymayan kalmamıştır :) İnstagramda bir de bebeksofrası, eymeninmenüsü, aşçıanne'yi takip ediyorum.
"Hayatta yapmam" dediğim şeyler olmasa da "şartları zorlayarak yapmamayı tercih edeceğim şeyler" var:
- Kavanozdaki püremsi/mamamsı şeylerden yedirmek. Hiç almadım ve hatta o reyona bile bakmadım ama uzaktan görünüşleri pek acayipti.
- Kutu meyve suları (Acayip nefret ediyorum onlardan, biz hiç almıyoruz ve mümkünse Elif de hiç tanışmasın isterim.)
- Elif'e zorla bir şeyler yedirmeye çalışmak... Dediğim gibi büyük konuşmamak lazım. İştahı kesilir, can sıkılır, düzeni bozulur da "aç kaldı benim bebem" diye peşinde dolanırsam bu yazdıklarımı okurum sonra. (Umarım öyle bir şey olmaz)

Elif'in üzeri gün içerisinde birkaç kez değişiyor (ıslanmışsa), sadece lekeliyse değiştirmiyorum çünkü akşam giydiği pijaması her daim temiz oluyor (olabildiğince)
Adanaya gittiğimizde bizimkiler Elif'in yeme şekline, etrafın kirlenmesine, benim rahat tavırlarıma inanamadı. Hatta kuzenim eline kaşığı alıp Elif'in önüne dökülenleri "aç kaldın yavruum" deyip yedirmeye bile çalıştı, kayıtlarda var :) Şunu fark ettim ki temizlenmeyen hiçbir kir, leke, pas yok. Çıkmayanlar da Elif'ten bize anı olur, ileride güleriz. Üst bodylerinden zaten 5'er 10'ar alıyorum ki kirlendiklerinde içim yanmasın :) Ve ben hala annelerin neden bebek kıyafetlerine çok para verdiklerini anlayamıyorum. (zenginlik haricinde)
Ek gıda sürecinden başlayıp nerelere gelmişim :)
Elif'e bebe bisküvisi yaptım, gidip onları güzel bir kaba koymam lazım. Tarifleri de başka bir yazıda vereyim yoksa bu yazı bitmeyecek :)
* Son soru: Elif'in eline çatalı ne zaman vermeliyim? Çatal da almadım gerçi Elif'e hala :)
**1 seferde oturdum yazdım sanıp yanılmayın, bu yazıyı da 2568 defa başına oturarak bitirdim. Ama bitirdim :) Yaşasın "y" time :)





Devamını oku »

14 Aralık 2014 Pazar

Adana Gezisi ve "Eda'nın Ayça'sı Geliyor" Partisi :)

Resmen 3 günlüğüne Adana'ya gittik, geldik :)
Adana ile ilişkim aslında oldukça karmaşık. Adanada doğdum, büyüdüm ve 17 yaşıma kadar oradaydım, tüm akrabalarımız da Adanada ama ben nedense kendimi pek Adanalı gibi hissetmiyorum. Yani akrabaları oradan alsak, "kebabı da güzel bir memleketti" diye hatırlayacağım sadece. Neden böyle ben de bilmiyorum. Ya da biliyorumdur da bilincimin aşağılarına itmişimdir kim bilir :) Kökenimizde bir çınar ağacı hikayesi var ya, belki de ruhum da hala oralardadır.
Çok sevgili kardeşim ne güzel Ankara'dayken ve biz sıklıkla görüşebiliyorken, evlendi ve Adanaya taşındı :/ Şimdi 2-3 ayda bir görüşebiliyoruz :/ Bebek olunca haydi atladım uçağa, bir gittim bir geldim de olmuyor. Çooook öncesinden plan yaparak Edoş'un "bebeğim geliyor" ve "bu arada da ben doğdum" partisine gitmeye niyetlendik. Nereye gidersek gidelim beni bir kaşıntıdır alıyor çünkü Elif arabada neredeyse hiç durmuyor ve bu da beni sahiden yoruyor.
Neyse bu yazının amacı bunlar değil.
Bu yazının amacı, ultra süper şahane geçen 3 günü blogda paylaşmak :)
Tuz Gölü'nü hep çok sevmişimdir. Bu yolculuk da oradan başladı haliyle.

İlk gün Elif neredeyse sızdı hatta çok yakınımızdaki ezan sesine bile uyanmaması yolda ne kadar yorulduğunu gösterdi bize. Zaten sonraki günler ezana direk uyandı. (Ankarada ezandan çok önce uyanıyor da :)
İlk olarak Ankara'da kargoya/postaya verilemeyen kartlar için PTT'ye gidildi. Yani size gelen kartlardaki Ankara adresine karşılık Adana damga pulu görürseniz şaşırmayın :)
Veee kebapçıya koşarak gidildi,ellerde sodalarla çıkıldı :) Kebabı seviyorum ama yedikten sonraki 24 saat midem cidden "error" veriyor. Unutmadan, başka şehirlerde, özellikle Ankarada, "Adana kebap" adı altında verilenler genelde köftevari şeyler oluyor. Yanında pilav veriliyorsa bilin ki o kebap "Adana" değil :) Bizde mezeler daha ön planda olur, alttaki de humus bu arada :)



Kebaptan sonra annemle Ayça'yı görmeye gittik.
Ayça da kim?
Elif'in kuzeni :) Yani inşallah diyelim.
Ayy nasıl heyecanlandım anlatamam. Ultrasonda bir minik var ve o benim yeğenim. Tralala lalalalala :) Çok mutlu oldum kiiii...
Oradan sonra bence Adana için büyük bir nimet olan Pak Fırın'a uğradık. Ankarada neden yok böyle bir mekan diye düşündüm. Çok sıcak bir kahve evi ve harika pastaları var. Benim içeri girip bir şeyler almam ve çıkmam arasında sadece 3 dakika olduğundan daha güzel fotoğraflarını çekemedim. Bir dahaki Adana ziyareti için planlara yazıldı ama :)

Adanaya giderseniz Büyük Saat'in oraları gezin ve havayı koklayın. İşte o koku sizi tarihe götürecek. Midenizde gurultu olursa yollarda neredeyse her köşe başında bulunan dürümcülerden kebap yiyin, hediyelik almak isterseniz de Yeni Uğur'dan cezerye alabilirsiniz.

Gelelim 13 Aralık'a yani kardeşimin doğum gününe... Aynı gün "Eda'nın Ayça'sı Geliyooooor" partisi de vardı. Söylemiş miydim bilmiyorum biz Edayla siyah ve beyaz kadar farklı iki kardeşiz, tipimiz de huyumuz da hiç benzemez ama birbirimizi de çok severiz :) İşte masadaki gördüğünüz birçok şeyi yapan marifetli insan da ta kendisi :)




Fotoğraflamayı unutmuşum ama partinin sonunda oynanan oyunlardan (göbek ölçüsü) da bir tane hediye kazandım. Yaşasıııın, ev'cek çok mutlu olduk :)
Gerçekten çok keyifli bir gündü. O gün için karabalığın hakkını da yemeyeyim, Elifle neredeyse tüm gün o ilgilendi. (babası, tabii ki ilgilenecek :) Ve fark ettim ki bu baba-kız vakitleri ikisi için de çok neşeli geçiyor. İşte tam bu noktada aklıma, 5 gün sonra vizyona girecek olan Hobbit geldi. Bak sen tesadüfe :) Hani baba-kız vakitleri kıymetli ya, e ben de o arada boş kalmamış olurum :P
Adana'dan  3 önemli şey getirdim.
1. Eda'nın Elif için yaptığı kapı süsü :) Çok sevdim kendisini ve hemmen asmak için sabırsızlanıyordum ki Elif uyudu...

2. Eda'nın Elif için yaptırdığı "Elif" yazılı tabela :) Aynısının Ayça'sı da var :)

3. Bunu yazarken ağlamam/ağlamayacam/ağlayan kim diyordum ki ağladım. Bu yastığı da babam kuzenimin çocuklarına doğum günlerinde almış, onlar da bu yastığı saklamış. Şimdi de Elif'e hediye ettiler :) Sanki biraz Pambekleri andırmıyor mu? Elif'in resmen dedesinden aldığı bir hediyesi oldu, inanamıyorum...

Kuzenimin çocukları demişken... Kendileri de benim elime doğdu :) Biri 14 diğeri 16 yaşında iki tane pırlanta kız. İkisi de voleybolcu ikisi de benden uzun :/ İrem (16) ve Çiğdem (14) ara ara kapışmalarıyla bana Edayla olan o yaşlardaki hallerimizi hatırlatıyor. Neyse ki büyüyünce kavgalar bitiyor yerine harika bir dostluk kalıyor. İkisi de Elif'i çoook ama çoook sevdiği için Adanada kaldığımız süre boyunca Elif'in eğlenmesi, alt değişimi vb. şeyleri ben hiç yapmadım. Hatta İrem ve Çiğdem arabada Elif'in yanına oturabilmek için kavga ederken ben gülerek ön koltuğun tadını çıkartıyordum. Bu satırları okur musunuz bilmiyorum kızlar ama size ne kadar teşekkür etsem az.
Bana "E sen anne olmamış gibisin, hala komiksin ve espri yapıyorsun" dediler :) Anne olunca sormurtmam mı lazımdı yahu :) Bir de şunu söylediler ki hiç farkında bile değilim: "Elif mutluyken, rahat uyuduğunda senin de keyfin yerinde; o mutsuzsa senin de yüzün düşüyor..." Hiç fark etmemiştim. Ben de onların yaşındayken onları eğlerdim. Hatta İrem'in ağzında muhallebi varken yüzüme hapşurduğu o an'ı hala hatırlarım :) İşte bu elimde büyüyen sıpalarla bir de şöyle bir diyalog yaşadık. Spora başlamak istediğimi, göbeğimde biraz hareket istediğimi söyledim. Malum, sporcular ya. "mekik çek" dediler. Sanki çok kolay bir şey. (benim için değil...) İrem'e sen kaç mekik çekiyorsun, dedim. "250" dedi... "Peki, ben kaç çekeyim" dedim.(Benim nasıl bir mücadelede olduğumu görünce) "Sen şimdilik 10'la başlasan yeter" dedi... :) Bazı bünyeler de spora yatkın olmuyor yani ne yapalım :P
Adana gezisi kısacıktı ama dolu dolu geçti. Yapımda ve yayında emeği geçen herkese çok teşekkürler. Bir de yol kenarlarındaki turunçlar sahiden güzel hele ki lahmacunun içinde :)
Bir de bana bolca "zayıflanmışsın" dediler, yaşasıııın :)
Annemin geçen sefer geldiğinde yanında götürdüğü ve her sabah/akşam kokladığı Elif'in kirli badisini yenisiyle değiştirdik, koku tazelendi. Hatta İrem ve Çiğdem için de 1 tane bıraktık :) Elif'in kokusu Adanada kaldı yani :)
Koku demişken...
Elif'in yolda yaptığı kakayı değiştirmek için durduğumuzda yanımıza gelip "bu koku nedir yarebbim" diyen "Dost" ismini koyduğumuz köpekle bu yazıyı sonlandırayım.
 Yazıyı bitiremedim. Karşımızdaki simit fırınının sıcacık mis kokulu simitlerini özledim şimdiden :)

* Bir de eve geldiğimde posta kutusunda haaarika bir yeni yıl kartı bulmayayım mı? Bu tatil, tadından yenmedi vallahi :) (Kebapları, simitleri götürdüm tabii :)

Devamını oku »

10 Aralık 2014 Çarşamba

8. Ay :)

Maşallah bize, 8 aylık olduk, evet hepimiz toptan yani ev'cek yaşadık bu 8 ayı :)
Geriye dönüp baktığımda hep güzel şeyler var aklımda.
Kolik şimdilik bizi büyüten, birbirimizi daha iyi tanımamıza vesile olan bir nevi gıdıklayıcı olarak kaldı. O zamanlar öyle demiyordum ama değil mi? Ah kolik vah kolik diyordum :) Onu da sadece yaşayanlar bilir deyip konuyu kapatıyorum.
Bu ay büyüme atağı döneminde olmadığımızı düşünüyorum ancak Elif her geçen gün yeni bir şeyler öğreniyor, sanırım bunun adı "öğrenme atağı" :)
Emeklemek için çaba sarf ediyor ancak bir yerden sonra durup"ne yapacaktım ben" diyor sanki.
Önüne neşeli bir şeyler koyup onu teşvik ediyoruz ama açıkçası şu ara emeklememesi benim için bir kriter değil. O kadar hızlı hareket ediyor ki ona yetişmekte zorlanıyorum. Alt değiştirmek durumunda kaldığımda neredeyse havada yakalayıp altını bağlıyorum :) Bence 1 deveyi daha rahat hendekten atlatabilirim.
Elif, "Yaşasıııın" denilince kollarını kaldırıyor, canı isterse "de-de ve an-ni" diyor, tel sarar ve bay-bayları taklit ediyor, alkış yapmaya çalışıyor ve bolca kıhhh diye boğazından ses çıkarıyor. Tüm bunları canı isterse yapıyor yalnız, biz istediğimizde (pek) değil :)
Oyunlar ve oyuncaklarıyla ilgili de bir yazı var aklımda ama ben önce şu ek gıda işini bir yazsam daha süper olacak. Kimsenin beklediği falan yok ama Elif'in hayatında önemli bir geçiş aşaması, bunu kayıt altına almazsam olmaz.
Bu ayki önemli bir gelişme de, doktor değişimimiz oldu. Evet, yine! Geçen ay aile hekimine gidip sadece boy-kilosuna baktırmıştık o kadar. Bu ay işyerinden arkadaşların tavsiyesiyle başka bir doktora gittik, kendisi amca çıktı :) tam bir doktor amca tipi var, hani utanmasam elini öperdim :) tamam kabul çok yaşlı değil ama öyle bir tipi var. Akın akın hasta geliyor ve herkes çok memnun ancak bu durum bizi sevindirmiyor. Çünkü oldukça az bir vakitte sorularımızı sorabildik, bu da biraz yetersiz geldi. Hayalimizdeki çocuk doktoruna belki 250-300 tl gibi bir ücret bayılarak kavuşabilirdik ancak çocuğun rutin kontrolleri için böylesi bir para bana/bize gereksiz geliyor. Elif'in kan değerlerine bakıldı ve demiri düşük çıktı. Bunda benim demir hapını düzenli vermememin de payı var, suçluyum kabul ediyorum. Sadece 3 haftadır düzenli veriyorum. Şimdi de sabahları açken veriyorum, üzerine de kaşıkla mandalina suyu...oh mis :)
Bir ara "diş mi geliyor kiii" dedik ama ne gelen var ne de giden. Onun da sırası var demek ki :)
Elif'in doğumu da 40+4te olduğuna göre, diğer gelişmelerin de yavaştan olması normal sanırım.
Bu ay uyku konusunda yine yepyeni bir şey yaptık. Geçen ayki "iyileştirme süreci"mizin nerelerinde yanlış yaptığımızı öğrenmek için danışmanlık aldık. Tam da buradan ve bu tatlı kişiden. 1 saatlik görüşmeden fazla bir ümidimiz yoktu açıkçası ama öncesinde gönderdiğimiz Elif'in 3 günlük güncesi ve 10 sayfalık analizi neticesinde çok yol kat ettik. Meğerse ben çocuğu boşa zorluyormuşum yahu :) Daha doğrusu fazla başı boş bırakmışım. Biraz daha müdahaleli olabilirsiniz, hepimiz insanız, bebeğinizi ağlatmayın lütfen diyerek içimize su serpti  Gülüm Hanım. O değil de, kitapları pek de okumadığı halde daha doğru yapan kara balıkmış :) Demek ki neymiş kitaplar temel kaynak değilmiş,(neler öğrendik vol.1) Danışmanlık almamızın faydası kitapta yazan şeyleri kendimize uyarlamamızın daha kolay olması oldu. Yani biz hala uyku eğitimi vermedik, önce onu söyleyeyim de :)
* Önemli anekdot: Uyku konusunda yine yazmayı düşünüyorum ancak gözlemlerim şunu söylüyor, eğer böyle bir niyetiniz varsa 8. ay gelmeden bunu halletmeye çalışın yoksa bu sıpalar yatağa koyduğun gibi oturup sana da gülümseyerek olayı ne kadar hafife aldığını gösteriyor :))
Ben en başından beri Elif'in kendi odasında ve kendi yatağında uyumasının çok önemli olduğunu düşündüm. Bu bilginin kitaplarla hiç ilgisi yok. Tamamen gözlemlerle ilgili bir şey. Kendimde ve çevremdeki çocuklu ailelerde gördüğüm bazı noktalar beni bu şekilde düşündürmüştü. Yani ben bunları düşünürken Elif portakalda c vitami bile değildi. Doğumdan sonra da hep uygun an'ı bekledik,odalarımızı ayırmak için. 5. ay bunun için doğru bir zamandı ama bence şartlar iyiyse 3-4. aylarda da bu yaşanabilir.
"Uykusuzluk mu, o ne ki?" diyeceğimiz zamanları da iple çekiyoruz. Şunu düşündüm geçenlerde bazı şeyler mayayla da ilgili. Yani Elif'in mayasında uykuya rahat dalmak, ağlamamak, sabırlı olmak falan yok. Bu sanırım kişilik özelliği (kandır kendini esoş kandır :) Benzer bir şey yemeyen çocuklar için de geçerli olabilir. Yani her duruma uyarlanabilir. "Benim çocuğum niye uyumuyor, uykuya rahat geçemiyor" kısmını sorgulamaktan vazgeçtim (sayılır). Elimizden geleni yaptığımızı düşünüyorum. Kendi sınırlarımı zorlayacak kadar sabırlı oldum, inatlaşmadım, gözlemledim, uyku harici zamanlarında temiz hava almasına (kendim çok üşüsem bile) dikkat ettim, boş zamanlarında güldük eğlendik oynadık kitap okuduk... Kısacası kendi içimizde bir EASY oluşturduk. Şu an bu satırları yazdığıma göre "Y" yi de arada yapabiliyorum. Bunu yapmam şart. Elif uyuduğunda onun yemeğinin hazırlığı, etrafın toplanması, kendi ihtiyaçlarım derken bir bakıyorum cidden kendime vakit ayıramamışım. Kısaca blog, benim "Y" alanım :) Burada olmayı seviyorum.
Elif ve uyku oyuncağı (Rossman'dan aldık) ayrılmaz bir ikili oldular yatakta :) Uyku oyuncağının ne kadar iyi ve gerekli bir şey olduğunu kendimden biliyorum. Tabii o zamanlar işlevinin o olduğunu bilmiyordum. Ben küçükken en sevdiğim oyuncaklarımı yanıma dizer, her birini tek tek öper ve sırayla birine sarılarak uyurdum. Uzun yıllar bu böyle devam etti. Sonra yataktaki oyuncak sayısını teke düşürdüm ve hep ona sarılarak uyudum. Uyurken korkuyordum çünkü ama o zamanlar bunun sebebini bulamamıştık. Karanlıkta, yalnız uyuyamazdım(hala da uyuyamam), Edd isimli ördeğim bana güç verirdi. Hayalimde kurduğum canavarlarla onun savaşacağını düşünürdüm :) Şimdi yazınca komik gibi geliyor ama bir çocuğun dünyası için o zamanlar hiç de komik değildi. Dolayısıyla Elif'in kendi odasında ve kendi yatağında ve kendi kendine uyuyabilmesini çok önemsiyorum. Yani bu "ben bale yapmak istedim, yapamadım, çocuğum yapsın" gibi bir şey değil. Bence değil. Uyku alışkanlığının sağlıklı bir süreçte ilerlemesi kendi kişisel gelişimi açısından da son derece önemli. Mesela birlikte uyumak konusunda benim/bizim biraz katı bir çizgimiz var. Yine benzer sebeplerden, kendi tecrübelerimden yola çıkarak bunu -kendi annelik görüşüme göre- doğru bulmuyorum. (Şimdilik diyelim ve büyük konuşmayalım) Yani asla yapmam demem, bence çok da romantik bir şey :) Sabahları Elif'i yanımıza alıp birlikte kıkırdıyoruz, ki bu çok güzel. Ama ben cidden uzun vadeli aynı yatağı paylaşma kısmında çok tereddütlüyüm. "Büyüdüğü halde anne-babasının yanında yatmaya çalışan birini gördün mü sen?" diyenlere de cevabım: "evet, gördüm." Sanırım biraz da bu yüzden Elif'in bağımsızlığını önemsiyorum. Yemek işinde de öyle aslında. Bak hala yazamadım ama Elif yemek konusunda da "bitti" demişse, 1 kere daha soruyorum. Yine "bitti" diyorsa; olay(yemek) bitmiştir ve ne kadar yediğinin/yemediğinin önemi yoktur benim için. Böyle yazınca da kendimi kötü hissettim :) Halbuki elimde kaşık peşinde koşmalıydım. Ya da ben yine büyük konuşmayayım da, gün gelir o da olursa bu yazdıklarıma toptan dil çıkartırım :)

Bu ay neyi anladım: "Ben Elifle evde tek başıma daha rahatım" :) Açık ve net. 1 hafta annem ve teyzem geldi, gitti. 2 gün sonra babaanne ve dede geldi,1 hafta kalıp döndüler. "Oh mis" mi dediniz? Yanıldınız :) Evet yemek konusunda çok iyi oldu, hop hazır yemek :) Ancak... Lakin... Ve fakat... :) Anladım ki ben Elifle tek daha rahatım. Bana da yaranılmıyor sanırım. Bir de anane de babaanne de öyle çok karışan tipler değil. Tamam belki anane elinde yelekle geziyor olabilir :) Ama kimse şunu ver, şunu verme gibisinden iki laf etmedi, haklarını yiyemem. Ama ama ama... Yorulsam da bazen aç da kalsam hatta tuvalete son anda bile yetişsem, ben Elifle tek başıma daha rahatım. Kendime göre bir düzenim var ve kimseye hesap vermiyorum :) Bu ay bunu anladım...
Elif'in fotoğraflarını cep telefonu haricinde, fotoğraf makinemle de çekmeye başladım, bunda Özlemle olan sohbetimizin payı büyük, teşekkürler Özlem :) Yere yatarak fotoğraf çekmeyi ve Nikon'larda yer alan (Canon'da kapı gıcırtısı gibi olan :P ) deklanşöre basınca çıkan "çıkırt" sesini duymayı özlemişim :) Elif de maşallah poz vermeyi seviyor. Bir de bu ay ilk vesikalığını çektirdik, çok sevdik.
Ek gıda işinden kabaca bahsedecek olursam, ne blw ne de "kaşıkla kendin yedir" yöntemi tek başına aklıma yatmadı. İkisinin de bana göre artıları eksileri var. Ben de ortaya karışık bir şey yaptım. Zaten temizliğe titizliğe çok önem veren biri olmadığımdan kendi kendine yemesi, yerken etrafı da şenlendirmesi vs. bana zor gelmedi. Tek zorluk biberon da almadığından suyunu içirmeye çalışırken yaşanıyor. Fincandan/bardaktan içiriyorum. Alıştırma bardaklarından sadece İKEA'nınkini sevdi, ucuzcu benim çocuğum :)
Bu ay gündüz uykularında bizi rahatlatan şey Elif'in odasının perdelerini değiştirmemiz oldu. Normal beyaz perdeler vardı eskiden, şimdi ise pembe bir fon ve cicili bicili (kedili yani :) tülü var. Beyaz perdeye göre çok daha fazla karanlık yapıyor, iyi oldu sahiden.
Ben size Elif'in meşhur olduğunu söylemiş miydim peki? Geçen gün alt komşumuzun çalıştığı yere gittik bir iş için. Bizi görünce şaşırdı çünkü yanımızdaki bebek yani bizim zottirik Elif ağlamıyordu. Adamın şok olduğu yetmedi, meğerse iş arkadaşları da şu meşhur çok ağlayan bebeği tanıyorlarmış :), onlar da inanamadı. Çünkü Elif ortası olan bir bebek değil. Ya güler ya ağlar :) Ağladığını görmeyen biri için Elif son derece güler yüzlü ve sosyaldir, markete gireriz herkese laf atar "ahh" diye :) Ama komşumuz bunu ilk defa gördü. Ve meğerse Elif orada "çok ağlayan meşhur bebek"miş. Herkes neden çok ağladığını sordu :) Ben tepki olarak: (onların da 3 çocuğu var,en küçük olan da çok ağlıyor) "E sizin Ahmet de çok ağlıyor ama" dedim. Karabalık da "e azaldı ama ağlaması öyle demeyin" dedi :) Elif'in neden gün ışımadan uyandığını ve çok ağladığını sordular :) Dedim ya çocuğum meşhur oldu diye. Ben de "o sorunun cevabını biz de arıyoruz" dedim.
Yazacak çok şeyim var aslında ama yarın için şöööyle bir Adana yiyelim diyoruz, e onun için de malum Adanaya gitmek lazım :) Hemmen uyumazsam yarınki araba içi animatörlüğüm sekteye uğrayabilir. Bilen bilir ki, arabada durmayan ve hep ağlayan çocuk insana her şeyi yaptırabilir. Hatta inanmayacaksınız ama bugün arabayı ben kullandım. Tamam mesafe 5 dakikalıktı ama olsun, Elif bu ağlamalarla devam ederse şoför koltuğu benim, ona göre :)
* Oldukça üzüldüğüm bir şeyi de paylaşayım sizinle. Yeni yıl için kart gönderdim demiştim ya hani; işte meğerse onları gönderememişiz :/ Karabalığın işi çokmuş ve fırsat bulamamış. Ne yapalım biz de yarın Adanadan göndeririz :) Ne komik değil mi? Neyse ben gülmedim, üzüldüm ama ne yapalım. Gecikme için kusura bakmayın artık.
** Çift çizgi haberinin paylaşılmasıyla ilgili harika bir video paylaştı Eda, bence siz de izleyin, ben çok sevdim bu videoyu :) Hatta Eda'nın blogunu çok sevdim.

Aklımda çok neşeli yazılar var ki sormayın.
İlk sırada ek gıda süreci var, o kesin :)
Annelik sohbetlerinde çok tatlı anneler var, 1 Kitap 1 Mektup etkinliği de Sakar Cadı Vini ile devam edecek :) Kısacası "y" alfabemizdeki güzel harflerden biri :)


Devamını oku »