Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




12 Temmuz 2015 Pazar

Mahir Ünsal Eriş - Üçleme :)

Bak yine havalı bir başlık attım, yazar okusa bu başlığı güler herhalde(en iyi ihtimalle). Mahir Ünsal'ın 3 kitabı hakkında bir şeyler yazacağım ama tüm kitapların isimlerini başlık olarak yazsam sistemin hata vereceğinden korktum işin aslı o yüzden de üçleme dedim.
Çocuk edebiyatına o kadar dalmışım ki uzun süredir yetişkin edebiyatından doğru düzgün bir şey okumadım. Arada canım sıkıldıkça kitaplığı karıştırıp sayfa aralarına bakıyordum o kadar, neden bilmiyorum. Kilidi çözen Leylak Dalı Nurşen Ablanın bize hediye ettiği bir kitap oldu. Hatta o yüz ifadesi hala aklımda "çok karakter var ama bence seversin" demişti gülerek.
Yetişkin edebiyatını sadece kitapçıda gezindiğim kadar, kitap eklerinde okuduğum kadar, sosyal medyada paylaşılan kadar biliyorum detaya inemiyorum o yüzden. Mahir Ünsal Eriş'in kitapları da birkaç yıldır dikkatimi çekiyordu ancak okumak için herhangi bir istek uyandırmamıştı bende. Sadece Erdek-Bandırma'da geçen hikayelerin çok olduğunu duymuş, bu kısmı merak etmiştim. Bir de tabii Ankara.
İtiraf etmem gerekirse bu kadar kısa sürede bu üç kitabı okuyacağımı hiç beklemiyordum çünkü okunacaklar listemde isimleri bile yoktu :) Araya kitap almayı da sevmem genelde, kendime bir yığın yaparım ve elimdeki kitap bittiğinde o anki ruh halime göre bir kitap seçerim ve onu bitiririm, aynı gün de 2. kitaba -genelde- başlamamaya çalışırım ki ilk kitaba haksızlık yapmayayım, onu iyice sindireyim diye. Kitapların da ruhu var bence ne yapayım yani küstüreyim mi onları :)
İki hafta önce perşembe günü "Dünya Bu Kadar" kitabı bana hediye edildiğinde tüm bu sistemim gayet tıkırında işliyordu. Cumartesi günüydü galiba, kitaba şöyle bir bakayım derken kitabı elimden bırakamadım. İlk başta hikayenin amacını anlayamadım, ardı ardına güzel cümleler okuyup su içer gibi satırları lıkır lıkır içerken hikayeden uzaklaştığımı fark ettim. Her 10 sayfada bir yeni bir karakterle yoluma devam etmek ilk başta beni yordu. (Uzun zamandır sadece çocuk edebiyatı okumanın etkisi de olabilir) Derken bu durum çok hoşuma gitti. Pazar akşamına kalmadan kitabım bitmişti. Bir müddet böylece durduğumu hatırlıyorum. Aklıma önyargılarım geldi: "sosyal medyada çok paylaşılan bir kitap kesin çerez bir kitaptır" diye. Güldüm kendime. O hafta perşembe günü işe başladım, iş çıkışı fırsat yaratıp sahafa gittim. Başka kitaplar alıyordum ki gözüm yazarın diğer iki kitabına ilişti. Sahaf da hemen "çok iyi kitaplar" deyince, "Dünya bu kadar'ı yeni bitirdim, sevdim tarzını" dedim. Adam da " Henüz onu okuyamadım ama bu iki öykü kitabı çok çok iyiydi" diye yineledi. Öykü severim ama öykü kitabı sevmem ben :) Yani öyküleri tek tek ve ara vererek, sindirerek okurum, bir önceki hikayedeki karakterden çıkıp bir sonrakine hiç odaklanam. Kitaplığımda ayracı ortalarda duran kitaplar hep öykü kitaplarıdır. O yüzden yazarın ilk iki kitabını "hani bir ara okurum" diyerek aldım. Demek ki henüz kendimi tanıyamamışım, "olduğu kadar güzeldik" kitabına metroya biner binmez başladım. İndiğimde fark ettim ki birkaç öyküyü arka arkaya soluk almadan okuyabilmiş ve bu durumdan hiç rahatsızlık duymamıştım. İlginç... Kendime ve kitaba şaşırmaya devam ederek birkaç güne kitabı bitirdim. Soluk almak istiyordum çünkü nefesimi tutarak okumuştum. Durağan hikayeleri de pek sevmem ben. İlla "peki şimdi ne olacak?" sorusunun peşinden koşmama da gerek yok ama meraklanmalıyım bir yazıyı heyecanla okumak için. Mesela Tatar Çölü kitabında bunu fazlasıyla yaşamıştım. O kitabı da buraya yazmalıyım, çok severek okumuştum.
Yazarın zaten sadece 3 kitabı var, üçüncüsünü çok sonra okuyacağım derken ertesi gün öğle arasında parkta " Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde" kitabına başlamıştım bile. İlk hikayelerin konusu sahiden çok etkileyiciydi.
"Dünya Bu Kadar" kitabını bitirdikten sonra kendime çizelge bile yaptım bu arada, kim kimdi, nerede görmüştüm bu kişiyi, kiminle bağlantılıydı... Çizelgeme tepeden bakınca yazarın zekasına hayran olmuştum.
Hikayeleri okuyunca yazarı daha iyi tanıdım. Bir de hikaye okuyamayan bünyemi arka arkaya hikaye okumaya nasıl kandırdığını ( kendimizi ne kadar önemsiyoruz değil mi,yazar beni-hiç tanımadığı esra'yı- kandırmak için taktik kullanmış mesela :) çözdüm. Hikayeler birbirinden çok kopuk değildi en başta. Parçaları birleştirince Bandırma-Erdek-Ankara-biraz da İstanbul hattında birkaç mahallede aşağı yukarı aynı zaman diliminde yaşayan insanların birbirlerine değmediklerini düşündükleri hikayeler vardı kitapta. Dil, çok akıcıydı. Hani bilmesem elimde tuttuğum metnin bir kitap olduğunu edebiyatı güzel bir arkadaşım bana bir şeyler anlatıyor diyeceğim. Ve evet son olarak kilit nokta da bu, yazarla arkadaş oldum ben. Neredeyse hal hatır soracağım :) Ankarada okumuş olması bile yeter, muhtemelen şu an Ankarada yaşamıyor ama ben Kızılay civarına gittiğimde şöyle bir etrafı kesiyorum buralarda mıdır diye.
"Son" demiştim ama o "son"a ekleyeceğim şeyler de var.
Daha önce bu kadar detaylı karakter analizi okuduğumu hatırlamıyorum. Bu benim eksikliğimden de olabilir bu arada, neticede bir süredir zaten yetişkin edebiyatı okumuyorum. Ama karakterler öyle güzel tasvir edilmiş ki (bak şimdi burada mahir ünsal olsa "tasvir etmek" eylemiyle ilgili yorum bile yapardı :) çoğu yerde durup şunu düşündüm: "acaba ben de bu hikayedeki karakterlerden biri olsam, yazar beni nasıl anlatırdı?"
Aşk, arkadaşlık, kaybedilenler, anneler(lik), vefa, parasızlık... Hikayelerde benim çokça gördüğüm konular. Yazarın aşk hakkında söylediği sözlerin çoğunun altı çizili hatta bazı hikayelerde yanlarına kalp çizmişim. Demek kendimi ne kadar kaptırmışsam okurken, nereye ne yazmışım kitaplar bitince dönüp baktım da öyle gördüm.
Hikayelerin sırası çok hoşuma gitti. Biri önde biri arkada olsa olmazmış sanki. Bir de bir hikayede yardımcı oyuncu olanların diğer hikayede başrol oynayabilmesi ve bunu tatlı niyetine yememiz keyifliydi.
"Bangır Bangır Ferdi Çalıyor" kitabı elimde metro bekledim,metroya bindim (hala okuyorum) derken inmem gerekti ve tam olarak nerede kaldım biliyor musunuz?
"Ateş etmeyin! Kadın hamile!" cümlesinde. Of bak bu yapılmazdı bana. İner inmez okuyacaktım ki vazgeçtim. Kafamda bir müddet olayı yaşayayım istedim. Kendimi gıcıklandıracak kadar meraklandırdım ve bir yerde oturup açtım kitabı sonunda.
Bir nevi bağımlılık yaptı cümleler bende, bunu fark ettiğimde ürperdim ve bu yaz sıcağında yanımda beyaz hırkam olduğu için gülümsedim.





Devamını oku »

10 Temmuz 2015 Cuma

Elif'in Kreş Günlüğü :)

Kreşte yaşananları sanki biliyormuşum gibi bir de buraya afilli bir başlık yazdım ya, tebrik ettim kendimi :)
Elifi kreşe vermeyi düşünürken birkaç anne ile görüşmek bana iyi gelmişti, ben de belki bu satırların birilerine faydası olur diye düşündüm. Hem de Elifin orada neler yaptığını, bizim neler yaptığımızı unutmayalım istedim.
Öncelikle benim işyerine dönmeme hakkım daha çok olduğu için bu kararı almak hiç kolay olmadı. Hatta bu teklif karabalıktan geldiğinde anneliğime hakaret saymıştım bu teklifi, itiraf edeyim :)
Tamam arada çok bunaldığım oluyordu ama ben kat'a ve asla işe dönmeyecek ve Elifi de kimselere bırakmayacaktım. Sonra olayın içinde bir "bırakma" eylemi olmadığı üzerinde konuştuk ki ben yine ikna olmadım. Elife çok bağlı/bağımlı değildim bana göre ama sanırım dışarıdan bakılınca biraz öyleydim. Bir yerde de mecburduk çünkü Ankarada Elifi emanet edip 1-2 saat bir yerlere gidebileceğimiz birileri yoktu. 2 kıvırcık kuzenim eminim seve seve Elif'e bakarlardı ama biz zaten uzaktayız, onlar zaten(bize göre) uzakta, hsonu herkesin işi var gücü var... Bir de Elif sadece oyun zamanlarında bir yerlere bırakılabilecek bir çocuk gibi geliyor bana. Uykusu zaten terelelli, yemeği desen sadece evde yapabilirmişiz gibi geliyor(du). Şöyle ki biz Elif'i mama sandalyesinde hep serbest bıraktık, gün geldi eliyle yedi gün geldi kafasını masaya dayayıp ağzıyla yalandı :) Kimseye zahmet vermek istemedik işin aslı. Bir yerden sonra bizim için ev değişikliği biraz şart oldu. Öyle olunca benim işe dönmem gerekli oldu. Hal böyleyken Elif'i tek başına evde bırakmaya da gönlümüz razı olmadı, bari kreşe gitsin dedik :) Bu tabii işin yumuşatılmış hali. Ama bu karara gelene ve bu kararı uygulayana kadar ohooo neler oldu neler. Aslında yalan atmış olmayayım, çok bir şey olmadı, sadece ben bolca ağladım :( Evi değiştirmek istiyor ancak Eliften ayrılmak istemiyordum. Hayatımda değişiklik olsun istiyor ancak bunun bu kadar büyük çaplı olmasını istemiyordum çünkü hazır değildim bence. Yani şöyle olabilseydi, evi değiştirsek Elifi de haftada birkaç gün birkaç saatliğine birine veya kreşe bıraksak ve benim işe dönmem gerekmese, ben iznimi yarıda kesmezdim. Bizim için mecburen "ya hep ya hiç" oldu her şey. Bu süre zarfında çokça da vazgeçtim ben, "yok, istemiyorum, burada devam edelim" dedim. Dedim ama karabalık bunu yemedi :)
Elif kreşe başlamak için çok küçük değil mi?
Bence çok küçük.
Demek ki hatırlamadığım bir zaman diliminde çocuğunu küçük yaşta kreşe veren birini farkında olmadan kınamışım ve kınadığım şeyi de kendim yapmışım, yaptım. (bu bile geldi yani aklıma)
Karar aşamasındayken 1-2 yer gezdik. 2. yeri sevdik ve olayı sürece bıraktık. Elifi kreşe verme işini de olabildiğince erteledik(birkaç hafta) ama zaman er geç karşımıza çıktı. İşe giderken Elifi bırakacağımız için yolumuzun üzerinde, trafikte bizi zorlamayacak bir yer olmasına dikkat ettik. 3. bir yere daha baktık bu şarta uyan. "Psikolog var mı" diyoruz, "var, iki haftada bir geliyor" dediler. Bir de bahçesi oldukça bakımsızdı ve kapısı da açıktı, arkamıza bakmadan uzaklaştık oradan. 1. baktığımız yeri de sevmiştik ancak uyku odaları bana havasız, kasvetli ve dar gelmişti. 2. baktığımız yer oldukça ferah, temiz, düzenli, hijyenik bir yer. Kreşte devamlı hemşire ve psikolog var(ki bu süreçte çok işimize yaradılar) Bahçesi çok güzel, kum havuzları var, kapıda güvenlik var, çocuklar da hep mutlu görünüyordu. En son gittiğimizde öğretmeniyle de tanıştık, Elif ay grubu içinde tek ve en küçük olacaktı(hala öyle) diğer çocuklarla aralarında 6 ay var, onlar da 6-7 kişi sanırım. Bizim öğretmenimiz S. ise Elif ile birebir ilgilenecekti. Anlaştık, karar verdik, sözleştik, pazartesi gittik.
Dırın dırın...
Evden çıkarken ben zaten gözlerim sulu çıktım.
Ki anneler hep şunu demişti: çocuğa asla yansıtma, onun yanında ağlama...
İlk hafta alışma süreci oldu.
1. gün 1,5 saat kaldı kreşte ve ben bekleme odasında mideme giren kramplar eşliğinde kendimi avutmaya çalıştım. Psikolog iki defa Elifi uzaktan gösterdi, gayet iyi görünüyordu :) O gün orada içtiğim nescafeyi ve okumaya çalıştığım kitabı hiçbir zama unutmayacağım sanırım.
2. gün yine 1,5 saat kaldı. O gün ben aşırı rahattım hatta "oturup kitap okumak ne iy geldi bana"" diye mesaj atmıştım.
Bu arada karabalık kreşteki herkese Elife değil sürece annesi alışacak, bem ondan korkuyorum, çok ağlayabilir demişti. Vay gıcık!
3. gün 2 saat kaldı, öğlen yemeğini de yedi. O gün ben kreşten gıcık kaptım ancak hiçbir düzgün sebep bulamadığım için "enerjimiz tutmadı, öğretmen de pek sevecen değil gibi" diye karabalığı da telaşlandırdım. Oh! :)
4. gün: Yasemenlerle buluştuk ama benim aklım Elifteydi, o gün ne olduğunu anlayamamıştım.
5. gün: kahvaltı-öğlen yemeği-uyku derken saat 3 civarı aldık. Kreşin yakınlarında bir yerde oturdum, bekledim, kurmayayım diye dolanmaya çalıştım, o ara canım Zeynep aradı beni(incirlikurabiye) ne iyi geldi onunla konuşmak :) Bir de üstüne annem arayınca, "hah iyi, rahatım artık" dedim. Çünkü annem başak burcu olup mantıklı insan olunması üzerine doktora tezi yazmış biridir, benim ağlaklığıma da hem kızar hem de beni normal hayata döndürür :)
arada hafta sonu oldu ve babaanneler gelmişti, onlar tabii ki kıyamadılar Elif'e. Pazar günü de elif hastalığını yumurtladı. Ondan da bana geçince;
2. haftanın başı birinci ve ikinci gün evde yattık. İkinci günün sonunda doktora gittik, çok makul biriydi(ilk defa gidiyoruz, bizim çocuk doktoru hikayemiz apayrı bir yazı olur ama düzenli gittiğimiz biri yok, devlet hastanesinde kime denk gelirsek ona derdimizi anlatıyoruz çünkü para verip özele gittiğimizde de aynı mameleyi görüyoruz :) hatta Elifle oynadı (bunu 15 ayda ilk defa bir çocuk doktorunda görüp ben şok oldum, genelde tiksinme ifadesi olanlara denk gelmiştik çünkü) ve dedi ki "dişler patlamış, kreşe başlamış, durumu gayet normal, bol sıvı verin, geçer, ateşi de takip edin" hemen yanı bizim kreş zaten. Gittik ki arkadaşları özlemiş bile zottiriği, "eliiif" diye atıldılar. Biz onlara bulaştırmayalım diye haftayı kapatsak mı diyorduk ki kreş benim durumumu bildiğinden "yarın gönderin siz, burada da bakarız Elif'e, acil bir durumda haberleşiriz" dediler. Aklıma yattı çünkü benim Elife bakacak halim hiç yoktu. Bence en temizi karabalığın izin alıp ikimize bakmasıydı :)
2. hafta 3. gün: Sabah 9 gibi baba-kız çıktılar evden, bende bir şaşkınlık hali, tek başına kahvaltı edebilme lüksü(bunu ayrıca yazacağım) derken bir telefon: kreş arıyor.
saat 11de hemşire aradı, "Elifin ateşi 38i geçti, bıraktığınız ilacı verelim mi, gelip almak ister misiniz, burada bakalım mı, ne dersiniz" diye. Bir beş saniye kadar donakaldıktan sonra ağzımdan çıkan şu sözlere ben bile inanamayacaktım: "Siz ilacı verin, izleyin, yarım saate düşer ateş, sonra da uyur; baktınız iyileşmedi yine haberleşelim ama şu an Elifi almayacağız, ben birkaç güne işe başlayacağım ve süreci bu halde bir görelim" Çok kibar ve tecrübeli bir hanım  zaten hemşire, "ilacı sizden habersiz veremem o yüzden aramıştım, nasıl derseniz" dedi. Tabii o an benim içimde bir şeyler koptu mu! "Vay sen ne vicdansız annesin" diye. Çok ağlamadım ama çok üzüldüm. Karabalığa söyledim, şok oldu "hemen gelip alıyoruz demedin yani" diye, "yok" dedim. "senden hiç beklemiyordum bu tepkiyi, iyi yapmışsın" dedi. Akşamüzeri Elifi almaya gitmeden önce tabii ki ben aradım kreşi, öğretmeni durumunu anlattı ve ben çok rahatladım.
4. gün: Ben işe başladım. Hastalığım tam iyileşmeden :/ Gerçi hala burnum aktığına göre beklememem iyi olmuş :)
5. gün: İlk 2 hafta Elifin yastğını götürmüştüm ve Öğretmeni Elifi düzeni bozulmasın diye ayağında sallıyordu ki... Bugün ilk defa yatağında uyuttuğunu söyledi. Ben şok!
3. hafta: Bu hafta da bitti. İletişim kartları sayesinde her gün ne yedi ne yaptı öğrenebiliyoruz. Dün piknik yaptılar mesela :) Ayy ben bir heyecan yap! Yanına hem meyve hem kurabiye verdim iki çeşit.
Psikologun bize demesiyle "siz çok sakin olduğunuz için Elif çabuk kaynaştı"
"Bahsettiğiniz kişi ben miyim?" deyince kız güldü ama ben espri yapmamıştım.
İlk günlerde Elif yolda da bir şeyler atıştırdığı için kreşteki kahvaltıya çok sıcak bakmamış, biz de taktik değiştirdik ve kreşe kadar (zaten 15 dakika) bir şey vermiyoruz. Tabii ki ısrarla "mama mama mama" diyor ve ben ısrarla "mama kreşte" diyorum. Son haftada ise şahane bir çözüm buldum: şarkı söylemek.
İnsanın evladının zayıf noktasını bilmesi kadar güzel bir şey olamaz :) Ali Babanın çiftliği geçerliliğini yitirince "pazara gidelim, 1 elma alalım, pazara gidip 1 elma alıp napalım, happur huppur yiyelim" şeklinde çeşitli meyve-sebze versiyonları olan şarkıyı durmadan söyleyince Elifin neşesi yerine geldi çünkü bazen pazardan nane alıyoruz, kısır yapmak için (şarkı gereği) Hatta bugün pancarı kaynattık, kayısıyı reçel yaptık, soğanı doğrayıp buzluğa attık sonra köftede kullanmak için :) Ona video açsam da susardı belki ama yanlışa yanlış bir uygulamayla son vermek istemedim. Video çocukların susturucu ise bunu cidden oldukça nadir zamanlarda kullanmaya çalışıyoruz. Hani hiç durmadığı zamanlarda mesela. Tv zaten olmadığından işimiz rahat.
Bugünlerde "nasılsın, çok ağlıyorsunuzdur ayrılırken" diye yazan çok kişi oldu. Ki hepsi de canım arkadaşlarım. Ya ben öncesinde çok ağladığım için kendimi iyice hazırladım ya Elifin kreşte bizden öğretmenine gülerek sevinerek gittiğini görüp içim rahatladı ya ben birkaç ay sonra patlayacağım daha olayı idrak edemedim ya da... Ben vicdansız biriyim. Bilmiyorum.
Elifin kreş süreci en çok işyerindeki abi-amcaları rahatsız etti. "15 aylık bebeği kreşe mi verdiniz" tepkisinin farklı tonlamalarda söylendiğini düşünün. İşte ben hepsine " evet verdik, ne kötüyüz değil mi? Bir deneyelim dedik belki Elif ilerde çok güçlü bir çocuk olur"diyorum. Sanırım bana daha da kızıyorlar.
Bir de arada psikolog bizi rahatlatmak için cümle içinde "küçük olduğu için" diyor ya... İşte ben o cümleyle rahatlayamıyor daha da endişeleniyorum :) Hele ilk gün... "Bu hafta alışamazsa üzülmeyin henüz çok küçük" dedi. Evet dedi bunu. O bir saniyede gittim geldim kıza sarılıp ağlamamak için. Tamam neyse ki ağlamadım.
Amma da yazdım ve lafı uzattım değil mi?
Şimdilerde bize verilen kreş çantasından çıkan günlük iletişim kağıdını okumak, çantaya temiz kıyafet koymak bizim evin heyecanı.
Öğretmeni birkaç gündür Elifi benim ona verdiğim hikaye kitaplarını okuyarak kendi yatağında uyutuyor, çok mutlu oluyoruz.
Bu yazıda belki kreş hayatını övmüş gibi oldum, bilmiyorum. Sadece bizim durumumuzda bize en uygun çözüm kreşti ve kreşin olumlu taraflarına odaklanıp kendimi ve Elifi stresten uzak tutmak istiyorum.
Bir de yazmazsam olmaz, Elifi kreşe vermeden bir gün önce babalar günüydü, kuzenimi aradım gününü kutlamak için. "yarın elif kreşe başlayacak böhüüü" de demiş olmalıyım ki bana şunu dedi "sen Amerikada olsaydın ve Elifi daha küçük yaşta kreşe verseydin  daha kötü bir anne olmazdın çünkü orada herkes öyle. Türkiyede anne-babaların çocuklarından kopamıyor olmaları, kreşe daha geç yaşta göndermeleri sen Elifi daha erken gönderdiğin için seni kötü gibi hissettiriyor. Farklı bir ülkede olsan bu vicdan azabını duymayacaktın" dedi. Bu cümle benim aklıma yattı mı, ki zaten aklıma yatacak cümlelere ihtiyacım vardı daha geceden ağlıyordum :/
İşyerimizin çok neşeli bir yer olduğunu söylemiş miydim? Bana şunu diyen oldu: "Hii, kreş mi? Arada baskın yapmalısın oraya, git ve kamera kayıtlarını izle, rehavete kapılmasınlar" Önce şaka yapıyor sandım ama baktım yok değil, gayet ciddi bir yüz ifadesi var. Şaşkınlıktan ben yine gülüvermişim... Cevap bile vermedim.
Kendi anneliğimi arada tartıp biçerken fark ediyorum ki oldukça ortalardayım yani ne çok pimpirikliyim ne de xxl olarak geziniyorum(ki anneme göre öyleyim :P ) Burnu aktığında ya da yemek yerken elimde peçeteyle çocuğu devamlı olarak silmeye/temizlemeye çalışmıyorum, son zamanlarda iştahı eskiye göre oldukça kapandı elimde kaşıkla gezmiyorum, düştüğünde paniklemiyorum(genelde, bazen de aklım çıkıyor) ve devamlı tertemiz giyinmesine dikkat etmiyorum hele ki uyum, kombin vs. bende hiç yok. Sanırım herkes içinden nasıl geliyorsa öyle davranıyor çocuğuna benim de kendi öz mayamda bunlar yokmuş demek ki. Ama aile mayamda var bak hatta annem bana deli oluyor kıhkıhkıh :)
Dün odaya biri -ki gerçekten muhabbetim yok- "esra hanım, başlamışsın hayırlı olsun, çocuğunuzu 15 aylıkken kreşe nasıl verebildiniz?" diyerek girdi gayet de yüksek bir ses tonuyla. "Ya tüh bak nasıl unuttuk sizden izin almayı" diyecektim ama demedim, onun yerine "Biz yeni nesil anne-babayız ve çok vicdansısız,o yüzden zor olmadı" dedim. Adam da bir şey diyemedi. Demek böyle olmak lazımmış, ben yeni yeni anlıyorum. Aklımdan geçen ilk cümleyi söyleyebilecek kıvama da gelirsem yani o kadar pişersem kendimi tebrik edeceğim :)
Sanırım şimdilik bu kadar yazacaklarım. "Aaa bak bunu yazmayı unutmuşum" dediklerimi de ikinci postaya yazarım artık.
3 haftamız aşağı yukarı böyle geçti.
Kreşte olması diğer seçeneklere göre aklıma daha çok yatıyor ancak ne olursa olsun bence imkan varsa sanki 2 yaşına kadar anne-bebiş bir arada olmalı diye düşünüyorum ben de.
Bir de sınıflarında Mira isminde bir kız var, ilk hafta ben de görmüştüm uzaktan, ailevi problemleri varmış ve çocuk hala alışamamış gibi duruyordu Elif başladığında, derken Elifin ona yakınlaşmalarının Miraya da iyi geldiğini duydum, gözlemledim, hani belki de dedim Elifin kreşe başlamasının da vardır bir sebebi...
*Görseli sonra ekleyeyim :)

Devamını oku »

7 Temmuz 2015 Salı

Bu Aralar :)

Caaanıııım blog, seni ne kadar özledim bir bilsen...
Gel sana bir sarılayım önce :)
Geçtiğimiz 1 ayda o kadar çok şey oldu ki, hızımıza ben bile yetişemedim.
Ev değiştirdik yani taşındık,muhit değişikliği bize iyi geldi umarım da böyle devam eder. Eski komşularımı özlerim diyordum, yine özlüyorum ama neyse ki burada da kendime komşu buldum :) karşı komşumla tabak alış verişimiz var mesela, bir de kızları Elif'i çok seviyor.
İkincisi Elif kreşe başladı, 3. haftadayız, o da maşallah gayet iyi gidiyor. Hiç sektirmeden 2. haftanın başında hastalandı, klasik kreş virüsü mü diyorduk ki azı ve köpekler birlikte patladı, işin içine bir de diş olayı girdi.
Üçüncüsü ben işe başladım. Henüz yepyeni bir gelişme bu. Bu konuya az sonra gireyim.
Aslında sadece bu 3 değişiklik bile hayatımızdaki dengeleri oldukça değiştirdi.
İlk günlerde yani toplanma sırasında çok yorulduk, sonra dinleniriz dedik, olmadı. Yeni ev bize biraz fazla iş yükü çıkardı derken Elifi kreşe verdik. Sanırım bende hatlar biraz o ara koptu.
Kreş günlüğünü ayrıca yazmak istiyorum, buraya sıkıştırmadan. Öğretmenini biz sevdik, Elif de sevdi. Birbirlerine alışmış görünüyorlar. Bugün Öğretmeni "yatağına koydum, biraz kitap okudum ve uyudu" deyince sinirle karışık bir alt üst olma durumu yaşadım. şöyle diyecektim halbuki "neeaaayy, ben başaramadım, siz bu kadar kısa sürede nasıl başardınız bu işi hocam???!!"
Elifi 15 aylıkken kreşe verdiğimiz için oldukça uçlarda tepkiler aldık haliyle. "Aaa ne iyi yapmışsınız"lar bir tarafta "siz de anne-baba olacaksınız bir de, el kadar bebeği kreşe vermek de neymiş" ler diğer tarafta. Hatta bugün kreş çıkışı arabaya yürürken torununu almaya gelen bir teyze bizi küçümseyip "şuncacığı da mı kreşe veriyorlar" dedi. Zamanla daha çok alışacağım bu tepkilere ama içimden geçen ilk şey: "müsaitsen sen gel bak teyze" demek oldu, tabii ki gülümsedim geçtim. Böyle anlardaki gülümsemelerim çok yoğun sinir barındırsa da bunu sadece ben anlıyorum ne kötü değil mi? O halde gülümsemeyeyim, onu da beceremiyorum.
Veee gelelim iş yeri mevzusuna. 3 yıl önce çalıştığım yerden başka bir birime nakil olmuştum ve bu yeni yerde de çok zorlanmıştım, o sebepten oraya dönmek istemedim. Önceden bildiğim ama birlikte çalışma imkanımın olmadığı yepyeni bir yere geçtim şimdi. Eski birimim şokta, iş yoğunluğu çok çünkü(hsonları, tatiller ve izin zamanlarnda da çalışıp arada da nöbete geliyordum) gelmeyeceğimi duyunca üzüldüler ama bu üzüntünün kaynağı kara kaşlarım değil elbet :)
Kadınlar hep mi aynı olur yahu, her gören "kilo vermişsin/almışsın" diyor,ilk cümle bu. Demek ki birbirimizin gözünde kilo kadar değerimiz var, artıp azalıyor :) Erkekler daha çok "vaay Esra dönmüşsün" dedi :) Kadınların çoğunlukta olduğu başka bir birim ise kurumda çok gözde ve benim orayı neden tercih etmediğim çok soruluyor. Cevap basit: "Kadınların çok olduğu bir yerde çalışmak istemiyorum". Tercih ettiğim birimde birkaç kadın var sadece, bence çok daha güzel. Bir de eski birimimden neden ayrıldığımı manyak olup olmadığımı kariyerimi hiç mi düşünmediğimi soruyorlar. Valla gülüyorum.İş yerinde tuhaf kaçmasa şen kahkahalarımla güleceğim. "İş yoğunluğu değil sadece huzur istiyorum"diyorum. "Aman her şeyde önceliğin çocuk olmasın" diyor "kendince" tecrübeli anneler, "ben böyle iyiyim" diyorum. "Yeni iş pozisyonun seni tatmin edecek mi?" sorusu çok geldi hani zannedersin herkes nasada çalışıp uzay çalışması yapıyor :) işyerimuhabbetlerim benim hiç bitmez çünkü çok şenlikli bir yerde çalışıyorum. Yaptığım iş gereği de eskiden (halkla ilişkiler) herkesi tanıyorum, dolayısıyla bu günler biraz da herkesle çay çorba muhabbetle geçti. Rütbesi artanlardan değişik tavırda olanları görüp üzüldüm, onlar adına. Ne bileyim "öz" bu kadar "hafif" miymiş diye :)
Bu arada Şuşuöyküsü, bilgeveannesi, leylak dalı ve Yasemen ile tanıştım hatta leylak dalı Nurşen ablanın bize hediyesi bir kitap var ki!
Okuduktan sonra dayanamadım, kitabın üzerinden bir kez daha geçtim, çizelge çıkardım, kitabı irdeledim. Yazarın diline aşık oldum bir de. Hani böyle karşımda konuşsa da ben de iki satır kitap muhabbeti yapsam onunla dedim ki sonradan aklıma geldi, bu yazarla hayat üstüne de ne ala konuşulur :) (sanki babamın oğlu :) * yazarın kim olduğunu tahmin eden oldu mu? Genç bir yazar ve şimdilik ne yazık ki sadece 3 kitabı var. 2. kitabını da bitirmek üzereyim ve önünde kendimce saygıyla eğiliyorum. Keşke tanışma imkanımız olsa dediğim bir isim oldu. hadi bakalım evren, sen aldın mesajımı...
Dilim şiştiğine göre saatlerce yazabilirim ancak yazamam çünkü sıklıkla uyanan Eliftrişkomuz var bizim.
Bu süre zarfında 2 defa kendime yani sadece ben, kendim, bizzat kendim olarak vakit ayırabildiğim an'lar oldu, onları da yazacağım.umuyorum yani :)
Bir de ah yazmasam olmaz, canım pastanem Serender kapanmış :/ Öğle aralarımın kaçış mekanıydı halbuki. Kasadaki renkli gözlü amca Laz şivesiyle ne güzel "nasilsinuz" bile derdi... Çok üzüldüm bu işe, pastanenin gidişine
Bu ara harika ötesi kitaplar okudum ve hiçbirini yazamadım buraya,çok kötü hissediyorum.
Bir de -isim vermeyeyim- iyi kalpli bir anne oğlunun kitaplarından bir koli bizim kütüühanemiz için bağışladı. "Aaa bizim kütüphanemiz mi"dedim!? Evrenciğim,onu da arada hallediver olur mu? Neyse şimdilik yeni evdeki yeni kitaplığımızla yetineyim ben. O da doldu diyorum ama tam o ara karabalık "kuş mu geçiyor"demişim gibi havalara bakıyor :)))
Bak yazmadan geçecektim..neyse son anda hatırladım. Bu ara kitaplarımı internetten almadım, hepsini sahaftan aldım, çoğu da 2. el, onu da yazayım bir ara. benim için yeni kitap alma devri resmen bitti, off çokheyecanlıyım:) hatta geçen gün birkitabın içinde komik bir not vardı abisinden kardeşine "sevgili naz, nazlanmanı dert etmeyecek kişilerle karşılaşırsın hep umarım, iyi ki doğdun, 1998" diyordu :) işte bu muzır notları toplamayı seviyorum, bir de harika arşiv oluşturmaya başladım.Bazı kitapların tüm baskılarını ya da farklı kapak resimleri olanları toplamak gibi. Bayağı bildiğin koleksiyoner oldum kendi küçük dünyamda, aman ne neşe :)
* Tamam peki çatlatmayayım seni sevgili blog, bayıldığım yazar mahir ünsal eriş. DTCF'de okumuş, yıllar bile tutmuyor ama bence ben onu okulyıllarından tanıyorum ki ben DTCF'de bile okumadım :)
Bu arada çok özlemişim seni, canııım blog :)



Devamını oku »

4 Haziran 2015 Perşembe

Annelik İtirafları-1

Annelik sohbetlerine mi özendim acaba kim bilir, oldukça yorgunken yatmadan hemen önce birkaç itirafta bulunmak istedim sanırım. Başına "1" koydum ama bu başlığın "2"si ne zaman gelir tabii bilemiyorum :)
Teee en baştan başlayayım o halde daha açıklayıcı olur:
* Hamile kaldığımı öğrendiğimde içimdeki canlıyı korumak için pek de hareket etmemem gerektiğini düşünüyordum, sanki az hızlı yürüsem ona zarar verecektim. Bu his,zamanla geçti.Hatta son haftalarda Elif aşağı doğru insin diye epey hızlı yürüdüm de yine de bir işe yaramadı :)
*Ben hamileyken, etrafımdaki tüm kadınların hamile olduğunu sanmaya başlamıştım, yoksa o göbekler neydi öyle :) (zannedersin fit biriy(d)im :)
*Nasibimde normal doğum olduğuna çok inanmıştım ya da kendimi öyle şartlandırmıştım. Şimdi geriye dönüp baktığımda sezaryeni bana bu kadar "öcü" olarak gösteren şeyin okuduğum "bazı" bloglardaki "normal doğum yaparsanız iyi anne olursunuz" söylemlerinin olduğunu daha iyi anlıyorum.
* Kitaplardaki bilgileri okudukça gerçekten aydınlandım, kabul. Ancak bu bilgilerin "gerçek" olmadığını anlamam da ortalama yarım annelik ömrümü aldı.
* Kitaplar demişken, sanırım beni en çok bunalıma sokan kişi mükemmeliyetçi Tracy abla oldu.Kendisi bence başak burcuymuş, Allah rahmet eylesin. Annemden alıntılar gördüm onda :) "Ama şekerim doğumdan 3 hafta sonra bile pijamayla dolaşıyor olamazsınız"!!! 3 ay ve sonrasında da gayet pijamalıydım ki ben. Bu durumla gurur duymuyorum ama şartlarım böyleyken de kendimi kitaba uydurmam biraz tuhaf kaçardı herhalde.
*10.günden 4,5 aylık zamana kadar kolikli hayatımızda zamanın 16.55'de durmasını çok istedim ya da direk 23.05 olmasını...
*Kolik zamanı sığındığım bir cümle vardı: "Allahım Elife sağlıkla kavuştuğumuz için şükrediyorum." Sanırım bu cümle olmasa sığınamazdım bir yerlere.
* Koliğin hiç ama hiç geçmeyecek bir şey olduğuna inanmaya başlamıştım.
* Bence en takıntılı olduğum konu,uyku. Elif uyumadıkça uyku eğitimi, danışmanlık,parkta yorma, kucakta sallama,ayakta sallama, arabasında gezdirme, slingde denemeler şeklinde biraz (!) kendimi yıprattım. En büyük itirafım da bu olsun.
*"Normal"i nasıldır bu işlerin hiç bilmiyorum ama uyku saatlerine fazla mı uymaya çalışıp hayatı kendimize dar ediyoruz diye düşünüyorum bazen. Çünkü bazı günler hiç geri gelmiyor. Elif 5-6 aylıkken bir arkadaşımızın diş buğdayına gitmiştik, pastayı yemeden kalktık çünkü Elifin uyku saati gelmişti.Çok sevdiğim bir arkadaşım olunca, hala üzülürüm bu duruma, ne kadar ayıp ettik diye :/
* Uyku konusu hemen takıntılı olduğum hem üzerinde en çok uğraştığım hem de bir arpa boyu yol gitmişken geri yola düştüğüm bir handikap olarak bu itiraf bölümünde bulunsun.Annelik itiraflarımın incisi kendisi :)
* Kendimle ilgili o kadar çok şey keşfettim ki bu süreçte. Sabırsız bilirdim kendimi, o kadar da değilmişim. Dayanıksız bilirdim, sandığımdan daha dayanıklıymışım yahu, aferin bana :)
* Ek gıda sürecinde Elif aç kalacak diye endişeleniyordum çünkü gerçekten hiçbir bilgim yoktu. sebze püresi dendiğinde neyi kastediyorlar onu bile bilmiyordum,öğrendim.
* Her annenin belli konularda takıntılı olabileceğini keşfettim ve tabii ASLA hiçbir anneyi yargılamamayı...
* "Organik" yiyecekler konusu kafamda hala çok net  olmadığından Elif, biraz memleketten gelenler biraz da bildiğimiz marketlerden ne bulursak ondan yiyor. Yoğurdu mayalamayı denedik, uğraştık,makinesiyle bile kıvamı tutturamadık, şu hiç tavsiye edilmeyen market yoğurtlarından yiyoruz evcek.
*Yiyecek konusunda itirafım çok aslında, hepsini yazmayayım ama sınırlarımı çok genişlettiğimi gördüm. Ve itiraf ediyorum, rahatladım. Oh be!
* Temizlik, titizlik konusunda tam beklediğim gibiyim. Annem gördükçe deli oluyor :) Annem Elif'e bakarken kendi çocukluğuma bakıyorum sanki, nasıl mikropsuz bir ortamda büyüdüğümü ve doktorların "sizi fanusta mı büyütmüşler?" lafını anlayabiliyorum. Anlam veremediğim nokta ailemden nasıl bu kadar farklı olduğum? Elifin yemek süreci, etrafa fırlatmaları, kirli elleriyle bir şeyler yemesi, o elleri bir yerlere sürmesi vs beni hiç rahatsız etmiyor, sadece güldürüyor ne yapayım :)
* Etrafımda bu kadar çok "anne/arkadaş" olabileceğini hiç düşünmezdim. Çoğu sanal ortamdan tanıştığım insanlar ama ben onları hiç "sanal" hissetmiyorum. Çocuklarının sanki ablası/teyzesiyim gibi hissediyorum :)
* Elifin yaşadığı ilk şeyleri görebildiğim için binlerce şükrediyorum. Yürümeye başladı ve o gözlerindeki cesaret parıltısını fotoğraflayabilmek isterdim.
* Annelik "çok aşırı zor"zannediyordum ama değilmiş. Bazen bunun iki katı daha zorken bazen de o kadar eğlenceliymiş ki ortada zorluk falan kalmıyormuş,ne ilginç.
* Vicdan dediğimiz hissin en yoğun olarak annelikte yaşandığını iddia ediyorum! İnsan bir şeyi yapsa bir dert yapmasa ayrı vicdan
* Günümüzdeki annelik anlayışlarını sorguladığımda şunu gördüm: aşırı hassasiyet gereksiz bir pimpiriklilik var hepimizde. Ve bu yüzden de bir şeyleri koyverip yaşayamıyoruz o an'ı ve anneliğimizi. "Doğal"mı bağlanmalı yoksa dolambaçlı mı?Çocuğu kaç yaşına kadar nerede,nasıluyutmalı, 3 gün kuralına uymazsak zinhar olmaz, yogasına aktivitesine oyun grubuna da katılmalı,mümkünse tammm zamanında emzik/biberonu/emmeyi bırakmalı, hiç bir şey için geç kalmamalı ve tüm bunları yaparken de an'ın tadını çıkarmalıyız. Yok, bu kısmı atlayalım.Gerçekçi bile değil. Fırınları kirli olup çocukları mutlu olan annelerden olmak istiyoruz bence hepimiz. Ama işte hayat şartları! Anneliğini en "doğal" yaşayanların "fazla uyarıcıya maruz kalmayanlar" olduğunu düşünüyorum. Siz buna köydekiler deyin veya kasabadakiler. Etrafımızda o kadar çok "bunu yapmayın şunu yapın" diyen var ki bu savrulma haliyle daha ne kadar sürükleneceğiz bilmiyorum.
* Bulduğum oyunları, aktiviteleri bolca yaparız diye düşünmüştüm, şimdiye kadar pek yapamadım. Ama şu oldu: Elif birkaç kitabını kapıp kucağıma yerleşiyor ve okumamı işaret ediyor. Bu duyguyu sanırım hiçbir aktiviteye değişmem. Bir de park bahçede elleriyle keşfettiği şeylerdeki heyecanı...
* Elifin büyümesini ve birlikte resim yapmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Duvarlara neden çizim yapılamayacağını nasıl açıklayacağım acaba diye düşünürken geçen gün aklıma geldi, bu benim fikrim değildi ki en başından beri. O halde duvarlara birlikte el izi bırakmamızı ne engelliyordu? Bekle bizi boş koridorlar, duvarlar :)
* Anneliğimi tanımlayacak olsam sanırım "dağınık, rahat, uykusuz, keyifli bazen de kontrol çıkmış" derdim.

Siz de belki bir şeyler itiraf etmek isterseniz.
Şşşttt aramızda :)
Rahat anne eşittir mutlu bebek fotosu, Uşak, bir köy

Devamını oku »

3 Haziran 2015 Çarşamba

Günün Şarkısı: Mor Karbasi'den :)

Şarkının ismini kesin yanlış yazarım diye yazmadım,aşağıya eklemeye çalıştım.
Şarkıyı bulmama sebep bir tatlı Yağmur :)



Bazen çok yorgunsundur
ancak
günün sonunda keşfettiğin şarkı güzeldir :)
Devamını oku »

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Bazen

Hayat bazen
Değişik gelir sana,
Daha önce defalarca yediğin bir yemeğin tadının o gün bambaşka hissettirmesi gibi...

Belki biraz kafan karışıktır, kafanı dağıtmak için bir şeyler yapayım dersin ama ne yapsan kafan daha da dolar.

Üst üste gelir bazı şeyler,kaldıramıyorum dersin ama aslında çok güçlüsündür, sadece bunun farkına varmak -bazen-zaman alır.

Verdiğin sözleri unutup söz beklersin, sonra beklediğin sözleri de unutursun.

Koşup gitmek istersin ama ayakkabılarını bulamazsın, sonra da haline oturup gülersin, koşma isteğin de geçmiştir zaten :)


Bazen olur öyle, iyi de gelir aslında insana...
Devamını oku »