Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




27 Temmuz 2015 Pazartesi

İzleyin Mutlaka: Suits :)

Yabancı diziler arasından aklıma yatan bir dizi bulmak benim için epey güç oluyor.
Favorim hala Friends olsa da yeni dizi önerilerine açığım.
Bir dönem Gilmore Girls izlemiştim, çok sevmiştim. Daha az "kızsal" bir şeyler izleyeyim, içinde bir heyecan olsun ama "vurdu, kırdı" olmasın, başrolde de Harvey abimiz olsun derseniz SUİTS dizisini cidden tavsiye ederim.
Çok oldu ben izleyeli, yeni bölümlerin geldiğini fark edemeyecek kadar uzun zamandır da dizi dünyasında değildim :) Ta ki geçen gün "canım kitap okumak istemiyor, eskiden dizi izlerdik" deyip dizilerin olduğunu sayfayı açana kadar. Suits'in yeni bölüm haberini görünce heyecanlandım tabii.
Çok bölüntülü olsa da yeni bölümleri su gibi içtim.
Hukuk bürosunda geçen bu dizide beni en çok güldüren karakter Louis Litt. Şahane bir oyuncu(luk) bence.
Hani insan bazen kafamı boşaltayım ama boşaltırken de çok saçma bir şey izlemeyeyim ister, bence SUİTS tam bu kategoride yer alıyor.
Bazıları bu diziyi Harvey Specter için izlediğimi söylese de, yoo yok öyle bir şey :)

Görsel Kaynak: buradan
Devamını oku »

26 Temmuz 2015 Pazar

Günün Mutluluk Sebebi-5

Hafta sonu biraz yine evi yerleştirmeli geçince taşındığımızdan beri kullanamadığım çalışma masama da kavuşmuş oldum. Son günlerin en büyük mutluluk sebebi bu olmalı.
Bir çalışma masası demek sadece basit bir masa değil benim gözümde. Bir arkadaşımız evde bir "çalışma odası" olduğunu duyunca anlayamadı,"ne çalışacaksınız ki" dedi :)
İlkokul zamanlarımdan beri hep bir masam oldu ve ben orada çalıştım. Kardeşim gibi kitabı yatağın içinde okuyup orada mayışarak çalışamadım hiç.Ben masada olmalıyım. Önümde takvimim, kağıdım kalemim olmalı. Lisede ve üniversitede de bu geleneği devam ettirmiştim. Sadece bir ara devlet yurdundayken değil çalışma masası, yemek masası bile görememiştik :) Öğrenci evimizde bile masam vardı. Hatta evlenmeden önceki 2+1 evimin bir odası tamamen kıvır zıvır ve çalışma alanıydı, aman ne güzeldi. Elif doğana kadar da bu geleneği bozmadık. Elif doğduktan sonra ise çalışma odamız Elifin odası oldu ve karabalıkla ben ortada kaldık :) Benim tüm eşyalarım salona taşınıp duruyordu ki bir müddet sonra oraya yerleştiler. Masa o kadar dolmuştu ki eve gelen misafirleri yemeğe almak istemiyordum masamı boşaltmayayım diye. Tabakları önlerine sehpada versem ayıp olmayacak kişilerle görüşmeye başlamam  tesadüf değil yani.
İşte tam da bu sebeplerden, bir çalışma odamızın olması ve kendimize yepyeni çalışma masaları almak en başından beri aklımızdaydı. Masaların yapımına sıra geldi ancak oturmaya fırsat olmamıştı. Ta ki bu hafta sonu ben bu zinciri kırana kadar.
Çalışma masası demek, zihnimi dökebileceğim bir alan demek. Hiç öyle pinterestte yer alan acayip uçuk fikirliler gibi değil.Bildiğimiz bir masa ve kıvır zıvırdan oluşan kendi halinde bir masa şu haliyle ama ilerisi için şahane fikirlerim var yapabilirsem. Duvara karşı olsam bu fikirlerim daha kolay yapılabilirdi ama olmadı, karşımda karabalık var :)
Odamızın en sevdiğim iki tarafı:
1. Gün batımı şahane güzel bir ışık yapıyor, saat 19.30-20.00 arası, yakalayabilirsem.
2. Akşamları pek tatlı bir rüzgar esiyor ve masamdaki rüzgar gülü fır dönüyor, çok neşeleniyorum.
Benim masam hep doludur,karışıktır ve bana ilham verir. Nedense takvimim yok yalnız. Alsam mı dedim ama zaten Ağustos ayına geldik, sanki yıl sonu gibi...Karar veremedim. Çok kötü çekilmiş bir fotoğraf ile masamı az buçuk anlatmış olayım. Sonra daha güzel fotolarını eklerim. Sol baş köşede kitap ayraçlarım var. Hemen yanındaki tavşan, nasıl desem, benim neşe kaynağım. Ne zaman baksam püskürtmeli gülesim geliyor :) Notlarımı alacağım 3-5 defter illaki, bir tane olursa eksik hissederim. Şimdilik ana merkezde bilgisayar var ama normalde bilgisayar pek olmaz. O gün gönlüm ne isterse onun işi olur önümde. Çekmecem bile var bu masada, durup durup açıyorum, ayy ne büyük mutluluk. Arkamda ise kıvır zıvırlarımın olduğu bizim eski kitaplık var. Çaprazımda müzik setimizden Joy Fm çalıyor.
Bu alanı özlemişim. O yüzden de bu kadar büyük mutluluk duydum sanırım.Bir müddet burada takılacağım ben, hani ararsanız :)

Devamını oku »

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Çalışmak Değil Üretmek İstiyorum

Bugün bunu fark ettim. "Günün mutluluk sebebi" etiketime yenisini ekleyecek olsam onun da adı "günün farkındalığı" olurdu sanırım.
İşyerine döneli sanırım 1 ay olmadı ama birkaç haftayı geride bıraktım.
Neler yaşadım, neler hissettim onları da yazmak istiyorum biraz zaman geçicince ama işe başlayınca ilk hissettiğim şey bu olmuş lakin ben bunu yenice adlandırabiliyorum. Bugün yine öğle arasında şapkamla çıkıp kendimi en sevdiğim parkın favori bankına atınca fark ettim. O kadar güzel bir yer ki benim için. Kuruma yakın olmasına rağmen kimse o parka gelmiyor, ağaçlar koyu gölge yapıyor ve ben kuş sesleri eşliğinde bazen kitap okuyorum bazen de sadece oturuyorum, öylece hiçbir şey yapmadan. Bu eylemi sevdiğimi biliyordum ancak önemini anlayamamıştım evdeyken. Şimdi daha iyi anladım.
"hiçbir şey yapmadan öylece oturup etrafı izleyebilme"lüksü diye bir şey girdi hayatıma :)
ama şimdi konumuz bu değil.
Sadece bazen bir ortamda insanın aklına bir şey geliverir ve bu durum onu heyecanlandırır, işte benim yaşadığım böyle bir şey-di. Bu da onun yazısı.
Biraz "işimi neden sevmiyorum acaba" diye kendimi kurcaladım. Çünkü -en azından bildiğim kadarıyla- tembel biri değilim yani çalışmayı seviyorum.
Geçen günkü yazıda bahsettiğim 1. pozisyondaki işimde bu "sevmeme" halini neredeyse hiç yaşamamıştım. Oradaki fark sadece insanlar mıydı? İkinci görev yerimi apayrı bir kategoride tutuyorum zaten. Keşke hakkında daha çok şey yazabilsem :)
Ve şimdi...
Parktaki aydınlanmayı yaşamamın sebebi işe ilk başladığım günden beri hissettiğim "ben burada geçiciyim nasılsa" hissi olmuştu (bence) Bunu da 17 aydır çalışmıyor olmama bağlamıştım. Bir de hala vaktimin çoğunu 17 aydır görüşemediğim arkadaşlarımla çay, çorba içerek geçirmemin de etkisi olmuştur. Kimseye "hayır, gelemem" diyemediğim için katlar arasında dolanıyorum. Çayocağındaki çocuk "yine mi siz" bakışı atıyor ve ıhlamuru hemen benim önüme koyuyor :) Benim için çok şükür ki bu açıdan yavaş bir geçiş oldu.
Ama bu his...
Hani nasıl desem, "benim burada ne işim var" hissi geldi çöreklendi üstüme. Hep oradaydı da 17 aydır raftaydı gibi. Neden bilmiyorum doğum iznine giderken "nihahaha" nidalarıyla kurumdan ayrılmış, yakın zamanda da dönmeyeceğime kendimi ikna etmiştim. Kısmet olmadı :)
Parkta yaşadığım aydınlanmaya göre(ki bir zahmet, artık o konudan bahsetmeye başlasam iyi olacak, neredeyse yazı bitti) ben "çalışmak değil üretmek" istiyorum.
Birinci yaptığım işte -saflığım da etkisiyle- işim yoğun da olsa kendime yeni iş yaratırdım. Tek başıma çalışıyordum ve direk olarak büyük patrona bağlıydım, dolayısıyla rahattım. Tek derdim yeni bir şeyler ortaya çıkarmaktı hatta iş dışı bovling turnuvası bile düzenlemiştim :)
Oradan sonrası benim için hep "çalışma hayatı" oldu çünkü ortam ve insanlar motivasyonumu nasıl düşürdüyse üretmek içimden hiç gelmedi. Sadece bana verilen iş bile günlük mesaimi fazlasıyla geçiyordu ki çoğunda evde, tatilde, haftasonu da çalışıyordum :/
"Üretmek" ile neyi anladığımı sorguladım bu kez de. Yani dikiş makinesi alıp çanta, yastık mı üretmeliydim ya da 3 metre uzunluğunda çok şeker mini cupcake'ler mi yapmalıydım?
Tabii ki hiçbiri :)
Üretmekten benim anladığım, zihnimin gıdıklanmaya devam etmesi.
Yeni bir şeyler peşinde olma heyecanı ve isteği sanırım zihnimi oldukça dinç tutar.
Bu da belki biraz "proje bazlı" çalışmakla olur. Gerçi bu tamlama bile çalışma hayatından bir cümle gibi.
Sanırım en çok özlediğim şey, özgür düşünebilme yetisi.
Sınırları, insanları, çevreyi bir müddet yok sayarak hayal bile kuramadığımı fark ettim.Hep bir kısıtlanmışlık hali ne yazık ki.
En son üniversitedeyken ve mezun olduktan sonraki 1 yıl işsiz gezerken bu kadar rahattım. Sanki dünya benimdi, istediğim her şeyi yapabilirdim.
Ancak hep bir güçsüz hissediyordum. Olay dönüp dolaşıp maddiyata geldiğinde sıkışıp kalıyordum. "İşimi sevmesem de olur, kazandığım parayla kitap alırım,mutlu olurum ben" demiştim bir müddet sonra. İnsanın ne istediğine de dikkat etmesi gerekiyormuş, onu anladım.
Küçük Joe'nun şu yazısını dönüp dönüp yeniden okuyorum. "Ne istediğini bilmek" fiili/eylemi/durumu benim için oldukça uzak bir zaman diliminde kalmış, onu fark ettim. Kendimi sadece "yaşıyoruz işte" modunda rüzgara kaptırmış gidiyormuşum.
Gerçekten istediğim şeyin "çocuk kütüphanesi" olduğunu düşünüyorum aslında ama bu fikrin de kendi içinde evrilmesi lazım. Sadece çocuk kitapları okuyarak kendi kütüphanemi açmaya çalışsam ... Yapmak istediğim şeye ulaşmak için emek vermeliyim ve bunun için de bolca beyin gıdıklanması yaşamalıyım. Bence tam olarak ihtiyacım olan şey bu.

Bu da üretme sürecinde beynimi çalıştıracak olan fındık :)

* Bu yazıya işyerinde başlamıştım. Oda arkadaşım "bu kadar heyecanlı ne yazıyorsunuz" dedi, güldüm, ara verdim, eve geldim, komşum kahveye davet etmişti ona gittim, orada başka bir komşu tarafından oldukça canım sıkıldı, migren tuttu, ilaç aldım, Elif ısrarla çok uyandı, ben de uyumaktan vazgeçip blogumu açtım ve yazıyı tamamladım.

Devamını oku »

24 Temmuz 2015 Cuma

Günün Mutluluk Sebebi-3

Günün mutluluk sebeplerini aynı gün yazamasam da mutlaka yazmaya çalışıyorum çünkü bu bakış açısını seviyorum.
Daha önce minicik bahsetmiştim, tatlı bir grubumuz olduğundan. Dünün mutluluk sebebi de işte o gruptan arkadaşım olan Balyanak Ailesinin "anne" kişisi :)
Yeni taşındığımız yer ile onların yeni taşındığı yer arası mesafe çok yakın, bu demektir ki sıklıkla görüşebileceğiz.
Balyanak Anne'nin sıcakkanlılığı, hoş sohbeti, pozitif enerjisi ve yanakları sıkılası 3 çocuğunun varlığı dünkü(ben yazıyı yayınlayana kadar gün geçti tabii)  mutluluk sebebim oldu.

Sağdaki meraklı kişi de Elif

Bir diğeri de annemin yaptığı pirinçli börekti.
Göçmenlerde her bayram sabahı yapılan pirinçli börekten biz bu bayram mahrum kalınca bu hafta bizde olan annem ve teyzem bize bayram sabahı neşesi yarattılar :)

 Haberler, gelişmelerden dolayı canım çok sıkkın aslında bugün. Sadece "BALIK" kitabındaki gibi umudumumu kaybetmemek istiyorum. Hayat, biz çok üzülsek de çok sevinsek de geçiyor, zaman akıyor ve geçen zamanın geri dönüşü olmuyor.  Birileri üzülürken zil takıp oynamak istemiyorum elbette, sadece umudumu kaybetmemek ve kalbim sıkışmadan nefes alıp vermek istiyorum. Hayatımda olan/olmayan her şey için de şükrediyorum.
Günün mutluluk sebepleri bu açıdan benim çok işime yaradı/yarıyor, tavsiye ederim herkese.







Devamını oku »

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Elif'in Ek Gıda Süreci / Devam

"Biraz zaman geçsin istedim açıkçası bu yazıyı yazmak için. Çünkü bebekler büyüdükçe huylarıyla beraber yedikleri içtikleri de değişiyor. Tam "işte bunu çok seviyor" diyorsunuz ama ertesi gün bir de bakıyorsunuz ki o çok sevdiği şeyin yüzüne bakmamış. Anne kişisi şokta hatta panik halde. "Neeaaay, napacağım ben şimdi????" Hehehe yok yok, çok şükür henüz o kişi ben değilim. İlk satırlarda yazdıklarım Elif ama bak, onu kaçırmayalım.
Neyse ki şimdiye kadar "yemezsen yeme cicim" hallerimi bozmadım. İnsan bebeğini büyütürken hem kendi de büyürmüş hem de içindeki daha önce hiç görmediği yerleri keşfedermiş ya; işte o hesap bizimkisi. Elif büyüyor, ben büyüyorum. (ki tam buraya uygun bir parantezim var; yakında tammmm 30 yaşında olacağım yehuuu, yani Elif'in ilk yaşından daha önemli değil de ne :) Ve tabii ki keşfediyorum, nasıl bir anneyim acaba diye. Bu da düşünerek olmuyor. Olaylar karşısında verdiğin tepkilerle, kendini gözlemleyerek ve biraz da çevrenin "e sen şöyle şöyle bir annesin" demesinin harmanıyla bir şeyler şekilleniyor. Misal, Elif'in küçük düşme ve çarpmalarına "hadi canım, yoluna devam" dedim hep. Dün ise Elif ilk defa yataktan düştü :/ Yanında değildim ve o sesle beraber sanırım aklım, kalbim başka bir yerlere uçtuuuu sonra geri geldi ki bu 1 saati falan buldu. Hani nerde o "hadi canım, yoluna devam" annesi? Çok çükür bir şey olmadı ama resmen Allah korudu kızımızı. Eliften çok ağladığımı ve sonra Elif'in bana sarılıp sırtıma pışpış yaparak beni sakinleştirdiğini söylememe gerek var mı bilmiyorum...
Yemek işi de bundan farklı değil."
                                                                             ***
Yukarıdaki satırlar şubat ayında yani yaklaşık 5 ay önce yazılmış, yanlış hesap yapmadıysam. Oysa şimdi durum çok farklı, 30 yaşına girdim, Elif 1. yaş gününü geçti ve hatta 15.5 aylık oldu, kreşe başladı... Gelişmeler çok yani.
Ek gıda hakkında genel bir yazı yazmak hep aklımda olan bir şey, neler yaptım nelerden kaçındım arşivimde olsun istiyorum. Ek gıda sürecinin ilk yazısı burada
Ek gıdaya başlamadan önce okuduğum kaynaklar aklımı daha da karıştırmıştı, kimisi muhallebi diyor kimisi "o tabak bitmeyecek" diyor bazıları da rondoyu asla kullanmayın diye parmak sallıyordu. Bizim ek gıda maceramız nasıl olacaktı, meraktaydım çünkü tariflerde yazılan şeyleri anlayamıyordum. Basit bir sebze püresi bile gözümde büyüyordu.
Şimdi dönüp bakınca kendimi tebrik ettiğim konulardan biri de elifin ek gıda sürecinde kendi annelik hislerime güvenerek tamamen içimden geldiği gibi davranmış olmak diyebiliyorum. "de" eki fazla olmuş çünkü kendimi tebrik ettiğim başka bir konu yok. Uyku mu dediniz? Onu da yazacağım, orada ben başkalarını tebrik edeceğim zaten :)
6-8 ay: Ek Gıda Ne Demek, Tanışma & Kaynaşma
Elif 5.5 aylıkken yaşadığı çok yoğun ishalde -ki bence gerek yoktu ama- yoğurda başladık. Elifin yediği şeyleri her zaman önüne bırakmaya çalıştım. Yemeği bir oyun olarak görmesini, yemek sürecinden sıkılmamasını istedim. Başladığımızda hava şartlarından dolayı üstünde bir dolu şey de oluyordu ama ben sonrasında temizlik yapmayı daha pratik buldum hep.
Bu aylarda önerilen aslında 3 gün kuralı ile başlayıp patates, havuç, elma vs. yi rendelemek/haşlamak/püre yapmak gibi şeyler. İlk günlerde ne yapacağımı hiç bilmediğim için bir cam rende ile elmanın püresini verdim. patatesi haşladım, ezdim çatalla. havuç, brokoliyi buharda pişirip önüne koydum. Yemeklerden yarım saat öncesinde emzirmiş olduğum için neyi ne kadar yediğine hiç bakmadım. Sanırım baksaydım da anlamazdım. Bu iki ay biraz tanışma&kaynaşma evresi oldu. Kabakları parmak yiyecek kıvamında hazırlayıp önüne koydum, en çok onu sevdiğini hatırlıyorum.
Kahvaltı olarak yumurtanın sarısı, tuzsuz lor peyniri, biraz ekmek veriyordum.
İlk zamanlarda evde yoğurdu kendimiz yapmaya çalıştık. Pelin Hanım, Pelin Hanııım, uğraştık heralde :) Baktık olmadı, makinesini aldık. Makinedeki yoğurt da ayran kıvamında olunca 8. ayda bu işi bıraktık. Tuzsuz peynir yapmak çok daha kolaydı. Kaynayan süte biraz yoğurt atınca süt kesiliyor ve peynir kıvamına geliyor. Bu peynir işini biraz daha devam ettirdim.
"O tabak Bitecek mi?" kitabını ben biraz abartılı buldum. Çok keskin çizgilerle ayrılıyordu yiyecekler. Çocuğa kaşıkla bir şey vermek mi? Amanın ne kadar saçma, gibi. Ben biraz orta yolda aklıma yatanı yaptım. Yoğurda hep bulandı Elif. Hatta anneme göre çok da iyi beslenemedi :) Ama bence yeterince eğlendi :)
8-10. ay: Özgürlüklerin tadını yavaştan çıkarmaya başladığımız zamanlar. Bu dönemde önüne kuru fasülye, nohut, bezelye gibi taneli yiyecekler koymaya başladım. 8 aylıkken de diş çıkardı Elif.
Elifin öğürme ve böğürme reflekslerini öğrenirken panik olmamaya çalıştım. Neticede o da bu şekilde yutkunmayı öğrenecekti.
6-8 ay arası birkaç defa rondoyu kullandım, rondodaki kıvamı sevmedim. "öz"ü bulamadım açıkçası, bir de ben çok "çorbacı" biri değilim. O yüzden de yiyecekleri Elifin yiyebileceği kıvamda, bazen çatalla az ezerek bazen de ezmeden direk önüne koyarak verdim.
Rahat olmamın sırrı Elifin aç kalmayacağına olan inancımdı. Annesine çektiyse onda da hiç aç kalacak gözün olmayacağını biliyordum. Elif de benim gibi az yer sık yer. Az yediği için ananesi arada panik olur :) Bu aylarda Elife özel olarak yaptıklarımın oranı azaldı ve ortak yiyeceklerimiz arttı.
10-12. ay: Elif için ekstra bir şey hazırlamayı bıraktığım zaman dilimi. Elif az uyuyan bir bebek olduğundan işleri hep pratik olarak halletmeye çalışmamın da etkisi oldu.
Bu aylarda Elif önündeki yiyecekleri çoğunlukla yere atma, fırlatma halindeydi ki hala öyle. Eskiden masanın hemen altından toplayabiliyorduk yiyecekleri, şimdi uzun atma yarışında gibi mutfağın enn dip köşelerini hedef seçiyor kendine.
Bu aylarda kaşar peynirli, omletli kahvaltı, öğlen daha hafifçe bir şeyler, öğleden sonra atıştırmalık meyve ve akşam yemeği gibi bir menüsü vardı.
Atıştırmalık şeyler benim kafamda hala net değil, biraz ne bulursam ondan bundan gidiyor. "Asla yapmam" dediğim pek bir şey olmadı. Tuz ile de bu aylardan itibaren yavaş yavaş tanıştı. Şeker konusunda eskiden daha katıydım, şimdi daha esneğim. Karabalığa kalsa tabii çocuk nutellaya bulanarak büyüyecek :) Paketli, dondurulmuş, hazır gıdaların sağlığımıza ne kadar zararlı olduğunun farkında olarak orta yol bulmaya çalışıyorum.
1 yaş ve sonrası : Tralalala dönemi
Yasaklar tamamen ortadan kalkınca ben de rahatladım. Yumurtanın beyazı, bal, süt gibi yiyecekleri rahatça tüketmeye başladık. Elif hala kaynamış yumurta ise önündeki beyazını tercih eder. Sarısı bazen mideye gider bazen elinde hamur olup şekillenir olmadı yeri boylar. Süt konusu biraz değişik bizde. Ben geç verdim sanırım, aklıma yatmamıştı emzirirken inek sütü vermek. Elif de çok sevmedi zaten. Kreşten gelen notlarda hep "sütü az içti" yazar. Bir de sebze yemeklerinde seçicidir, onun notları da şöyle "tadına baktı/ az yedi/ hiç yemek istemedi" gibi. Normalde canım mı sıkılmalıydı bilmiyorum, her şeyden yememesine ben takılmıyorum. Benim mottom şu: "ekmek seven çocuk can'dır" :) "Sebze yemiyorsa ekmek-yoğurt yer" :)
İlk zamanlarda evde mutlaka yedekte bir şeyler tutuyordum, son aylarda bundan da vazgeçtim. Aç kalacak hali yok, elbet birinden yiyecek. Her öğünde çok dengeli beslenmesi iyi olurdu ama benim o "denge"yi hazırlayacak vaktim olmuyordu ki, zottirik hanım uyumadıklarından :) Kendime ayılmak için yaptığım kahvenin telvesinden veriyordum bir ara, bak ne kadar "denge"liymişim :)
Elif için yaptığım en iyi şey Makarna Lütfen'den aldığım sebzeli makarnalar, erişteler oldu sanırım. Son aylarda tabii ki beyaz un da yiyor, normal makarna da. Bana asıl denge buymuş gibi geliyor.
Kreşteki yemek listesine bakınca bizim karabalıkla klasik diyalogumuz şu : "gitsek bize de yemek verirler mi?" İlerleme kaydediyorum kendi mutfak deneyimlerimde ama her gün için 4 çeşitli muhteşem sofralar hazırlayamıyorum. Hatta yaz geldiği için bizim menü karpuz,peynir,ekmek üçlüsüne döndü. Elifin karpuzu önce eliyle sıkıp gücünü gösterdiği an'ın videosunu da bir yakalasam fena olmaz. Elif son birkaç aydır yemeklere böyle yaklaşıyor: güç gösterisi :) suyunu sıkmak, en uzağa fırlatmak, yüzümüze tükürmek falan. Arada da yiyor. Ki anneme kalsa çok az yiyor, biz yedirelim. Pilavını da Hintliler gibi yiyor Elif. Çatal, kaşık ve tabak onunkilerse yeri boyluyor, bizimkilerse çok kıymetli oluyor.
Uyku konusunda yapamadığım tüm o "cool" anne havalarımı yeme-içme işinde atabiliyorum. Havayı da başkasına değil kendime atıyorum bu arada :) İnsan bir yerde şunu hissetmek istiyor sanırım: oh rahatım, rahatladım.
"Elif yemek yiyor mu?" Aslında ne yediğine ve ne kadar yediğine takılmazsan bence yiyor. Normalde kesinlikle domates yemezdi, kreşten sonra masadaki domatesi gösterince biz ilk başta anlayamadık neyi istediğini :) Son zamanlarda Elif'in düzeni de şöyle: çabuk yiyor ve hemen masadan kalkmak istiyor. Yani biz daha ara sıcaklardayken Elif çoooktaaaan yemeğini yemiş, suyunu içmiş, kalkmaya hazırlanıyor.
Çok şükür şimdilerde "ek gıda" diye bir şeyimiz kalmadı, hepimiz evde ne pişiyorsa hatta pişmiyorsa paylaşıyoruz.
Israrcı olduğum bir konu Elifin mama sandalyesinde bir şeyler yemesi olmuştu, hala da öyle. Mutfaktan aşırıp kaçtığı bir şeyler yoksa elinde genel olarak İKEA mama sandalyesinin çok faydasını gördük diyebilirim. Çok pratik olduğundan anane-babaanneye giderken yanımıza alabiliyoruz.
Uzun bir süre yere poşet sermiştik. Boya yaparken serilenlerden. Her yemek sonrası onu kaldırıp atıyorduk. Şimdilerde Elif o poşedin sınırlarını çok aştığı için yerde halı dahil her şey kalktı, yemek sonrası ekmek,yoğurt vs ne varsa süpürülüp(basit bir çekçek) atılıyor.
Çorbadan bahsetmeyi unutmuşum. Bir ara ben içiriyordum ancak Elif kendisi yemeye o kadar alıştı ki elinde kaşık görünce parmağıyla önünü işaret ediyor,oraya koy diye. Şehriye çorbasının şehriyeleri, çorbaya konan ekmekler, minnak köfteler de böylece yenilebiliyor.
Görsel Elifin omleti olsun dedim ama omletin bu minnoş halini bir daha gören duyan olmadı, o yüzden özenip yaptığım arşivlik bir omlet kendisi :)

Devamını oku »

21 Temmuz 2015 Salı

Günün Mutluluk Sebebi-2

Etrafımda olana bitene odaklanacaktım ya hani, daha iyi bir şey oldu bugün.
Kendimde bir gelişim tanesi gördüm.
Parıldadı ve sönmedi, hala orada duruyor. o oradayken de yazmak istedim.
İşyerimden bahsederken 3 çeşit yerden bahsediyor olacağım.
1. ekipte çok kişi, çok iş, iyi patron, iyi arkadaşlıklar, bir dolu sosyallik
2. ekipte az kişi, bol entrika, çok aşırı iş, kötü patron, yüzüne gülüp arkandan iş çeviren arkadaşlıklar, sıfır sosyallik
3. ekipte az kişi var ama diğer detayları yaşayıp göreceğim. insanlar çoğunlukla 1. ekipten ama birlikte çalışmak genellikle apayrı bir deneyim oluyor, yaşayıp göreceğiz, sadece iyi düşünmek istiyorum.
dolayısıyla bu tabloda aslında neden 2. ekiple çalışmaya dönmediğim de ortada oluyor sanırım :) Fazla söze gerek yok. 2. ekibin "hava"sı daha çoktu bir de(1'den daha az olsa da) insanlar o sebeple o işi kendi rızamla bıraktığıma bir türlü inanamadı.
Bunları neden yazdım?
Daha önceki yazlarımda ara ara yer verdiğim bir konu var kendimle ilgili, hani şu hazır cevap olamama hali. İşte onu yavaştan kırıyorum ve inanın bu süreçte bana en çok "büyüklerle dalga geçme dersleri" kitabı faydalı oldu diyebilirim :)
Saçlarımdaki beyazlar kimselere zarar vermeden -benim bildiğim kadarıyla en azından- kendi hallerinde takılırken insanları endişelendirmeye başladı."Hiii bu yaşta bu kadar beyaz?" "E ama saçında çok fazla beyaz var!" "Bu çocuk senin saçlarını beyazlattı" gibi gibi.
Normalde gülümseyerek sessizliğimi korurdum ve bu huyuma da kızardım.
Bugün ne oldu?
Sessiz kalmadım.
"Ben beyaz rengi çok sevdiğim için kendim özellikle gittim boyattım beyaza" dedim. Bak yazarken bile gülüyorum çünkü söylediğim kişinin 10 saniyelik yüz ifadesini en iyi aktör gelse yapamazdı :)))
Karabalığın bana hep söylediği bir şeydi bu aslında, sadece ben yapamıyordum. Ki kendisi harika cümlelerle karşılık veriyor, ben hayranlıkla izlyorum onu. Okuyan çoğu kişiye çok basit bir cümle gibi gelecek ama benim kişisel gelişimim açısından önemli bir adım bu cümle.
"aman kimseyi kırmayayım" zincirinde bir halkayı kendi gücümle kırabilmiş olmanın verdiği süper-güç hissi. Bir de "amman ayıp olmasın" diye selam verip zoraki gülümseyip konuştuklarım var-DI.
İşte bugün o halkadaki zincirden de bir adet kopardım. Kimseye kabalık yapmadım, sadece önemsemediğim insanları önemsiyormuş gibi yapmak zorunda hissetmedim. İşte sana özgürlük. Oh be, rahatladım.
Bu iki his bile "günün mutluluk sebebi" olmaya yetecekken aslında iki şey daha oldu.
İki tane öğle arası yemeği.
Biri dün iki tane erkek arkadaşımla yediğim, biri de bugün küçük kıvırcık kuzenimle (kısaca "kkk") ile yediğim. Birincisinde erkeklerin düz mantığı sayesinde sadece an'da kalıp güldüm, eğlendim(ki garson gelip "sizde zengin kahkahası var" dedi, cidden dedi bunu!) ikincisinde de uzuun zamandır görüşemediğim kkk ile özlediğimiz öğle arası muhabbeti yapmış olduk.
Öğle araları benim için bolca rahatlama zamanı, biraz kitap okuma, biraz yemek yeme, sevdiğim insanlarla sohbet, hava çok sıcak değilse de yürüyüş yapma imkanı. Hepsini bir arada yapmaya çalışmıyorum. Bazı günler cidden yalnız olmak istiyorum, parka gidip kuş-böcek-kedi izliyorum; bazen de konuşarak rahatlıyorum.
Bu aralar hava çok sıcak olduğu için serinleten bir görsel ile bu yazıyı sonlandırayım.


*Şu yazı gerçekten çok güzel, tavsiye ederim :)
Devamını oku »