Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




11 Ağustos 2015 Salı

Günün Mutluluk Sebebi- 7

Mutluluk sebeplerim git gide artıyor, çok şükür.
Ya da aslında onlar hep önümde ama ben bakmayı değil görmeyi tercih ediyorum, kim bilir :)
Geçen cuma günü Elif'in kreşini ziyaret ettiğimden beri aklım çok daha rahat, inşallah böyle devam eder. Onu ayrıca kreş günlüğünde yazayım.
Cuma günü ayrıca bir şey daha oldu ki... Kendim için bir şey yaptım. Uzun zamandır ilk defa. "Manikür/pedikür" gibi bir şey ama değil yani "kızsal" bir faaliyet değil ama bu işlemi yaptıran insanların ne kadar rahatladıklarını ve mutlu olduklarını gördüğümden ve bildiğimden bu örneği verdim :)
Aslında tam olarak önemli olan "yaptığım şey" değil. Sadece onu akıl edebilmiş olmam(düşünce), yapmak için çaba sarf etmem (kararlılık) ve bunu yapmam (eylem). Kendimi formül yazıyor gibi hissettim. Birazdan da bir şeyler çıkartıp ekleyeceğim ve puf!
Bunda son zamanlarda çok fazla Roald Dahl okumuş olmamın ve harika formüller öğrenmiş olmamın etkisi var.
Roald Dahl ile ilgili Eylül ayı için aklımda şahane bir fikir var, içim nasıl desem... Dans ediyor ama öyle tango falan değil, bildiğin latin dansı. (yasemen, aklıma sen geldin ya, bak çok güldüm şimdi :)
Bu ara okuma hızım artmış gibi görünse de yok bana yine yetmiyor bu doz... sanki bünyem "esoşçum, dozu arttıralım" diyor.
İşyerinin bahçesinde şahane bir yer keşfettim, burası o günden beri "mutluluk sebebi" deyince aklıma gelen görüntü. Sanki canım sıkıldığında bir şeyler içip (bak hala formül yazıyorum, iksirler içiyorum) buradaki delikten aşağı gireceğim(düşmeyeceğim ama) ve harika bir keşfe çıkacağım gibi hissediyorum. Son zamanlarda Alice de okumadım ama :)

"Ağaçta delik yok ki" demeyin, aslında var :)
İşyerine çantamın haricinde "kitap çantası" ile geldiğim günler kendimi çok "havalı" hissediyorum. Kitaplarım benimle olunca çok daha iyi hissediyorum, elimde olsa işyerindeki masama mini kitaplık kurardım :) Sanki oraya iş yapmaya değil de kitap okumaya gidiyorum, hayale bak.
Geçen hafta Elif 4 gün kadar 40 derece ateşliydi, bu tabii ki "mutluluk sebebimiz" değildi ama "şükür sebebimiz"di. hasta olduğum zaman neden bilmiyorum, şükretme ihtiyacı hissediyorum. "Hastalığımız sadece bu kadar olsun, çok şükür" gibi. Bunu en çok kolikte hissetmiştim. Elif ağlar ben ağlarken hep şükretmiştim başımıza başka bir şey gelmediği için.
İçimi pır pır eden bir diğer olay da 2.matruşkasınının tekmelerini yiyen sevgili Kitana  Tekmeleri yiyor olmasından hoşlanıyor değilim elbette ama tekmeleri atan bıdıktan dolayı çok heyecanlıyım..Gelişmeleri heyecanla takipteyim, hani buraya da yazmış olayım sevgili kitana :)
Bir de bu ara kafamda dönüp duran tilkiler var.Onları da daha sonra yazayım :)


Devamını oku »

4 Ağustos 2015 Salı

Yıldızkız gibi "Özgür" Hissetmek

"Özgür olmak" ve "özgür "hissetmek"
Yıldızkız'ı okuduğumdan beri aklımda olan ifadeler (sorgulamalar)
Kitap yorumumu fark ettim ki kısa yazmışım, sanırım heyecandan.
Burada yazacaklarım ise kitabı okuduktan sonra kitabın bende bıraktığı izleri, düşünceleri.
İkinci kitabı bitirir bitirmez yorumumu yazdığım için ilk kitaptan bahsetmemişim, yazık.
İlk kitabın oldukça etkileyici taraflarını atlamışım.
Bunlardan bence en önemlisi "yıldızkız hissiyatı"
Hani nasıl desem...
Çevrendeki insanlar hakkında ne düşünür ya da ne konuşur acaba diye düşünmeden gerçekten içinden geldiği gibi davranabilmek.
Kişisel gelişim evresinin üst basamaklarından biri olsa gerek.
Hoşlandığı çocuk Leo bu "özgür" hallerden biraz utanıp sıkılmaya başlayınca Yıldızkız sevdiği çocuk için "Susan" olmaya karar verir. Herkes gibi etiketi olan markalı kıyafetler giyer, makyaj yapar ancak çoğunlukla omzunda gezdirdiği sıçanı (fare değil) Tarçın'ı evde bırakır. Yardıma ihtiyacı olan insanları görmezden gelir, alışveriş merkezinde küçük çocuklar bulup sevinsin diye yere düşürdüğü (attığı) bozuk paraları unutmaya başlar ve "sıradan" birine dönüşür.
Tabii ki bu da çözüm getirmez ve neyse ki kısa sürede tekrardan  "Yıldızkız" olur. Zaten Archie de onun bu halini sevmemişti, ben de hem kızmış hem de ağlamıştım.
Karakterlerin değişimleri beni hep çok etkiler. İyi de olsa kötü de olsa bu değişimin satır aralarını okumayı severim. Aklıma ilk olarak hala hakkında yazı yazamadığım Mucizeleri Saymak kitabındaki sosyal hizmetler uzmanı çocuk geldi. Adını hatırlayamadım şimdi ama o kadar kendime benzetmiştim ki uyuşukluğunu :) Neyse kitabın sonunda totosunu kaldırmaya başlamıştı. Oh be :)
Yıldızkız zaman zaman "azize mi olmak istiyorsun" sorularına maruz kalsa ve buna üzülse de aslında  onun tek yaptığı şey, kendi gibi olmak.
Archie'nin ofisinde olduğunu sonradan öğrendiğimiz bir "iş yeri ofisi" var ve burada doğum günü olan insanlar için kart hazırlıyor.
Bulunduğu kasaba hakkında bu kadar çok bilgiye ise gazetede kimsenin okumadığı "ölüm ilanları/haberler" köşesinden ulaşıyor.
Biri yakınını kaybettiğinde ona çiçek gönderiyor ama asla hiçbir yere ismini yazmıyor. Hatta "neden yazayım ki?" diyor. "önemli olan onun mutlu olmuş olması  değil mi?"
Yazılan hiçbir satır, diyalog, anlatım yapmacık ya da uydurma gibi gelmiyor.
Bu kitabı okurken de sonrasında da "peki ben, ben ne yapıyorum" diye kendime sordum.
Çevremdeki insanları sebepli/sebepsiz mutlu etmeye çalışıyor muyum? Belki bazen.
Kendim için bunu yapıyor muyum? "Günün mutluluk sebepleri"ile biraz farkındalığım arttı denebilir.
Bu kitapla beraber "neden yapmıyorum ki" diye aklıma gelen bir şey hatta en önemli şey de gün doğumlarını kaçırmamak oldu. Bunun için daha sakin bir yere gitmeyi bekliyorum sanırım. Malum şu anki şehir hayatından değil gün doğumunu binaların yüksekliğinden güneşi göremeyeceğiz. Ama neyse ki gün batımını görebiliyorum. Aklıma yıllar önce Nemrutta izlediğim gün doğumu geliyor hep. Gecenin bir vakti titreyerek yaptığımız tırmanıştan sonra güneşin sanki üzerimize doğuşunu izlemiştik. Harikaydı. Bence enerjisi çok yüksek bir olay güneşin doğuşu. Batışta biraz hüzün de var ne de olsa ama onun da fotoğraf kalitesi için rengi harika oluyor.
Yıldızkız'ın toplamda 20 çakıltaşı ve bir adet mutluluk vagonu var. Vagonun içine mutlu oldukça bir taş koyuyor, mutsuzken de bir taşı vagondan çıkarıyor. Bu fikir çok hoşuma gitti. Kendime bir vagon yapmaya karar verdim. Bakalım yapabilirsem paylaşırım burada da.
Çok sevdiğim bir bölümden alıntı yapacaktım lakin tüm sayfa olunca fotoğrafını çektim, kolaya kaçmak böyle bir şey olsa gerek :)

Bir de insanlar için kart hazırlamak demişken sayılır mı bilmiyorum ama ben de son iki yıldır sevdiğim insanlara el yapımı kartlar gönderiyorum yılbaşında. Hatta bu sene için de çok heyecanlıyım daha Ağustosta olmamıza rağmen :)
Eskiden kendimi daha "özgür" hissederdim sanırım. Bir sorumluluğum yoktu belki de. İş hayatı, evlilik ve Elifli hayatta "ha" deyince yapamadığım şeyleri görebiliyorum. Belki önemli olan "yapabildiklerime" odaklanmaktır. Çok klasik bir laf ama doğrusu da bu değil mi? Avucumun içinde olmayan çikolatalar için ağladığımda elime ne geçiyor ki? (Bu örnek de tam yanımda olan m&m's pakedi için :)

Yıldızkız deyince aklıma biraz çakıl taşı biraz gün doğumu ve bolca mutluluk gelecek :)



Devamını oku »

2 Ağustos 2015 Pazar

Yıldızkız ve Yıldızlı Sevgi

Bazı kitaplara torpil yaptığımı hissediyorum.
Bu iki kitap da onlardan, okurken torpil yapmayı sevdiklerimden.
Bazı yerlerde daha yavaş bazı yerlerde de daha hızlı okuyup kitabı -bence- tam olarak içime sindirebildim. Banu yazdığından beri aklımdaydı ancak "baskısı olmayan" kitaplardan oldukları için birazcık peşlerine düşmem gerekti.
Kafamdaki üçlemeden sonra araya giren kitaplar beni çok da mutlu etmemişti,sanırım aradığım böyle bir tatmış.
Devam niteliğinde gibi dursalar da aslında bambaşka bir anlatımları var. Hatta neden bilmiyorum, üçüncü kitap beklentisine bile girdim.
İkinci kitabın anlatım dili daha çok hoşuma gitti çünkü Yıldızkız'ın bakış açısını birinci kitapta çokça merak etmiştim.
Kitabın konusundan da unutmazsam bahsedeyim ama öncelikle beni en çok etkileyen yerleri yazayım:
- Yıldızkız'ı "yıldızkız" yapan yani onun "kendisi" olmasına izin veren bir anne-babaya sahip olması. Babasının mühendisliği bırakıp "hep yapmak istediği bir iş olan" sütçülük yapmaya başlaması ve annesinin sahne kostümleri dikmesi bile bence harika. (Aklıma Clementine'in apartman görevlisi babası ve ressam annesi geldi :)
-Archie. Kumkurdu gibi... Böyle bir dost bir insanın hayatında kesinlikle olmalı.
- Dootsie: Kitaba neşe katan bazı yerlerde bana kahkaha attıran 6 yaşındaki küçük komşu kızı-kardeş
-Betty Lou ve bülbüller ve senede 1 kere açan -ismini unuttuğum-kaktüs
- Margie: çöreklerinin kokusu burnuma geldi. (Z.Cemali'nin Ballı Çörek Kafetaryası geçti gözümün önünden)
- Alvina: Neden bilmiyorum, siz de sormayın ama bana küçüklüğümü hatırlattı :)
- Charlie ve Grace: Büyük aşk... 6 yaşındayken aynı balığı istediklerinde tanışmışlar, ne tatlı bir hikaye.
- Huffelmeyer'lar: Keşke evlerini ben de görebilseydim.
- Tarçın: Bu harika sıçan ile burun burun yapmayı isterdim.
- Perry: İlk başta hiç sevmedim, sonra sever gibi oldum ama kitaptaki rolünü çok iyi oynamıştı, aklımda limonun çekirdeklerini Yıldızkız'a tükürüşü geldi.
- Leo? "EVET!" Kalp kalp kalp. Heyecan, merak,aşk.
-Gündönümü: Keşke ben de yapabilseydim dediğim ve bu kitabı benim için hep özel kılacak olan olay. Aklıma denizevinde güneş doğmadan önce denizi seyrettiğim zamanlar geldi.

İkinci kitabı henüz bitirdiğim için ondan daha çok etkilenmiş gibi olmayayım ama sanırım gerçek bu. İkinci kitap beni çok daha fazla etkiledi.
Birinci kitapta "yıldızkız" gizemdi, birden ortaya çıkıp ukulelesiyle şarkı söylüyor, o gün doğum günü olan kişiye doğum günü kartı gönderiyor, kaybeden takım için üzülüyor, çölde meditasyon yapıyordu.
Kendine "yıldızkız" diyen evde eğitim görmüş tatlı bir kızın "normal"dünyayı keşfinde aşık olma hikayesi diyebilir miyim bu hikayeye? Derim ama bu cümle çok eksik kalır.
Kitabı okurken aklıma Enginar Kalpler, Mucize Günlükleri kitapları geldi. İlkini neyse ki yazabilmiştim buraya ama ne yazık ki ikincisinden bahsedememiştim, çok etkilenmeme rağmen.
Bir kitap kişiyi nasıl etkiler diye hep düşünmüşümdür. Yani konusu güzeldir ama sana hitap etmeyebilir. Belki harika bir adı vardır ama sen hala 10. sayfadasındır (Yüzyıllık yalnızlık)
Bu kitap da benim için güzel bir tavsiye ve ardından ilk cümlesi ile "etkileyici" oldu.

Elifin güneş doğmadan önce uyandığı, bizi de uyandırdığı ve geri uyumadığı zamanlar geliyor aklıma. (mesela bu sabah :) Demek ki yavrumun bir bildiği varmış. "Uyanın, gökyüzüne bakın ve güneşin doğuşunu kaçırmayın" diyormuş, işte şimdi anladım :)

Çok sevdim ben Yıldızkız'ı.
*Berna, sana da sevgilerimi gönderiyorum :)
** Bir de acaba "Yıldızkız" İthaki Yayınlarından mı çıksaymış diye düşündüm, belki de Hayalperest'e daldım...
*** Kitap çizimimi de yapmadan yatmayayım yoksa rüyamda yıldızların arasında dolaşabilirim :)
Devamını oku »

30 Temmuz 2015 Perşembe

Elif'in Kreş Günlüğü-2


Elif kreşte 7. haftasını bitiriyor yanlış hesaplamadıysam tabii ben :)
İlk yazıdan sonra neler değişti?
Ben kendi içimde bir takım aydınlanmalar yaşadım. Aslında ilk yazıda da bunu belirtmiştim. Yani hayalimdeki şey şuydu: ben işe dönmüyorum, evimizi yine de taşıyoruz daha merkezde bir yere, Elif haftada birkaç gün 2-3 saatlik oyun grubuna katılıyor, ben işe dönmüyorum. "İş" kısmını iki kere yazmış olmam da tesadüf değil bence. Sizce?
İlk 4-5 hafta boyunca itiraf etmem gerekirse çok rahatlamış hissettim. Çünkü fazla fazla bir aradaydık, molamız yoktu ve ikimiz için de değişik bir ortam iyi olacaktı. Oldu. Ama bu süre bitti. Şimdi ben kızımı geri istiyorum.
Elifin kreşte keyifli vakit geçirdiğini henüz konuşamasa da hareketlerinden anlayabiliyoruz. Araba park ederken bile kreşi görüp kollarını kaldırıyor "yaşasıın" şeklinde :)
Kreşe gidene kadar da bir şey yedirmiyoruz ki orada kahvaltısını daha güzel yapsın diye. Arabada şarkı, türkü, oyalama, dikkat dağıtma gibi şeylere zaten alışkınım.
Yalnız akşamları ben biraz kötü oluyorum. Bu ara özellikle Elifi almamız 6'yı geçe oluyor. Öğretmeni de geliş saatinizi biliyor, mümkünse 17.30da gelin dedi ama biz buna uyamıyoruz :/ Hatta geçen gün 18.20 gibi aldık, Elif iyiydi de ben ağladım iyi mi :/ Sabahları bırakırken etkilenmesin diye hemen bırakıp çıkıyoruz, durumu anlayamıyoruz işe yetişme telaşından. Öğleden sonra bende karıncalanma başlıyor zaten. Hep bir gidip görsem halim var, uzaktan tabii. Öğretmeni Elifin maşallah sınıfta en küçük olmasına rağmen gayet sosyal, uyumlu olduğunu söyledi. Ondan büyüklerle arasında 6-8 ay var. Akşamları bize koşuşundan bizi özlemiş olduğunu hissediyorum. Ama öğretmeniyle de çok gülerek ayrılıyorlar. El sallama, öpücük seansları oluyor :)
Sonrasında "vicdan" konuşmaya başlıyor: "Elif çok küçük değil mi?", "Acaba biraz daha evde dursa olmaz mıydı?" diye.
Elifin evde durabilmesinin benim gözümde tek yolu benim de evde durmam. Yani amacım çocuğu -ne olursa olsun- evde tutmak değil, benimle evde durmasıydı. Bakıcı, aile büyükleri -yine büyük konuşmuş olmayayım- seçenek değil bizim için. "İznim varken ben biraz daha baksaydım çocuğuma" cümlesini susturamıyorum. Mücadele etmezsem belki susar, bilmiyorum.
Tabii ki bunda her gün en az 3-5 kere duyduğum "hiii, küçücük çocuk kreşte mi?", "e nasıl bırakıyorsun, ağlamıyor mu?" cümlelerinin de etkisi oluyor. Söylediğim cevap hep aynı: "Biz vicdansız anne babayız". Konu kapanıyor. Bir de insanlar ısrarla Elifin ağladığını duymak istiyor gibi. "Ağlamıyor" deyince tuhaf bakışlar oluyor ve şu cümle geliyor arkasından "evde seninle sıkılmış demek". "Evet, çok sıktım ben çocuğu, tüm gün değil dışarı çıkarmak yatağından bile almıyordum dışarı" diyorum. Susuyorlar.
Neden böylesi bir laf ebeliği mücadelesi var? Gülüp geçtiğim zamanlarda daha çok konuşma hakkı elde ettiklerini düşündüklerinden bu cümlelerin dozu da kaçıyor, daha çok canım sıkılıyor.
Ama illa sıkılıyor sanırım, yazınca daha çok anladım. Hatta yazınca biraz daha rahatladım ki benim için blogun amacı da buydu. Yani buraya yazdıklarımı günlüğüme de yazabilirim-ki bir kısmını yazıyorum zaten- ancak bir etkileşim kuramam. Aslında sen sevgili okur, yorum yazdığında/hayatından bir şeyler paylaştığında/"ben de yaşadım, üzülme geçiyor" dediğinde insanın içine cidden su serpiliyor. Yeri gelmişken teşekkür edeyim :)
Bugünlerde Elifi bir iki saatliğine uzaktan izlemek gibi bir niyetle okuluna gideceğim. Öğretmeni yanlış anlamasın diye önceden sordum, böyle bir niyetim var, ne zaman geleyim dedim. "Bizim için hiç fark etmez, siz ne zaman uygunsanız" dedi. Zaten geçen gün onun yanında ağladığım için durumumu gayet net biliyor.
İlk yazımda demiştim ya, ben bazı şeyleri geç anlarım diye. İşte bu da onlardan biri. "Normal" insanlar ilk aylarda ağlar, sonra durulur. Ben ilk başta "cool" takılırım-neden bilmiyorum- sonra da patlar.
Geçen hafta sevdiğim bir arkadaşıma şu mesajı attığımı hatırlıyorum: "bende bir sorun var sanırım, ben Elifi özlemiyorum". Bu ikisi ne yaman çelişkidir aslında değil mi? O günden bugüne neler mi değişti yani 1 haftada.
Elif son zamanlarda oldukça fazla inat, ağlama krizi, bağırma krizi, gece terörü gibi şeyler yapmaya başladı. O kadar sabrım tükendi ki aylar önce çok bunalıp ona bağırdığım zamanlara döndüm. Bu da çarpı iki vicdan demek ne yazık ki :/ Bu hafta ise gelişim süreçleriyle ilgili bir şeyler okudum ve onu anlamaya çalıştım. Yaşadığı değişiklikler, diş süreçleri, bir anda tüm gün ayrılmamız vs. Hepsi için ona daha fazla sabır göstermeliyim. Bağırarak halledebileceğim bir şey yok. Tek yapmam gereken aslında onu biraz daha anlamaya, dinlemeye çalışmak. Kriz anlarını önceden görüp dikkatini dağıtmak. Bunu yapabilmem için de işe başlamadan önce güzel bir tatile gidebilseydik tam süper olacaktı ama olmadı. Elimizdekilerle yetinmesini ve şükretmeyi de bilmek gerek sanırım. Ben de bolca bir şeyler yazıyorum, çiziyorum, okuyorum. Zihnimi boşaltacak güzel bir fiziksel aktivite arıyorum ki aslında bunun yürüyüş olduğunu da biliyorum ama yap(a)mıyorum.
Kısacası Elifi çok özlüyorum.
Eski hayatımıza dönebilme imkanımız olsa pazarlık yapar, evi değiştirmek şartıyla, bu imkana balıklama atlardım.
Elif 11.5 aylık, Avusturya gezisinden
Bir de ağlayabilmek için tuvalete yetişebilme zorunluluğu olmasa iyi olurdu :/
Devamını oku »

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Anne(lik) Sohbetleri : Akça ve Masal









Çocuk kitapları söz konusu olunca akan suları durdururan biri ile tanıştığıma çok memnun olmuştum bundan aylar önce. Akça'nın "Kitapkurduanne" instagram hesabındaki kitap paylaşımları beni hep çok mutlu etti ancak yorumlarının kısa olmasına da içten içe biraz kızdım. Bu kızgınlığım sebebiyle de "Akçaaa, site ne zaman açılacak" sorularıyla Akça'yı bunalttım. Oh iyi ki de yaptım. Bu sayede harika bir kitap paylaşım alanı ortaya çıktı. Ama tabii ki bu paylaşımların asıl sebebi Masal'dı. Tüm bu hikayeyi 1 Balık Akça'ya sormazsam da olmazdı :)






Sevgili Akça,


Aklımda bir dolu soru varken öncelik-sonralık yapamadım, o yüzden Masal'dan başlamak istedim. İsmi çooook güzel bir kızın var maşallah. 5 yaşında olduğuna göre tüm malum krizleri atlatmışsınızdır diye ümit ediyorum. Sence en zor dönem hangisi?
a) doğum sonrası alışma-kaynaşma-süt-gaz çokgeni


b) biraz büyüdüğünde dişler patladı-aman yürüdü peşinden git kafasını kötü yere çarpmasın halleri


c) Aman Tanrım bu da ne böyle, 2 yaş sendromu


d) Yok canım büyük konuşmuşum, 3 yaş daha zormuş, "ben bunu giymem"tripleri


e) 4 ve 5 yaş konusunda bir fikrim olmadığından yorum yapamadım ama sanırım her şey süt liman olmuştur temennileri


Yani ilk sorun çoktan seçmeli :)






Esracım bu soru beni bayağı düşündürdü, çoktan seçmeyeyim de hepsini birlikte değerlendireyim dedim :) Masal, ( Allaha şükür) rahat bir bebekti kısa bir süre gaz derdimiz oldu, sonra o da geçti. Beni en çok korkutan Masal'un uykusuz bir bebek olma ihtimaliydi doğumdan önce zira ben uykuya çok düşkün ve "uykusuzken ben ben değilim" bir tipim. Şansım bu konuda yaver gitti ve kızım sabahın seherinde kalkan babasına değil de bana çekti. Sadece ilk başlarda sıkıntılı gecelerimiz oldu, hatta bir gece hiç unutmuyorum Serdar'la yorgunluktan bitmişiz Masal uyumuyor ve sürekli ağlıyor yatakta sırt sırta verip birbirimize destek olduğumuzu sırayla Masal'ı alıp bir yandan da bu böyle giderse yandık kıvamında bir konuşma yapışımızı.


Masal'ın dişleri erken çıktı 4. Ayda iki dişi çıkmıştı, tabii ki o dönemler daha huysuz oluyordu ama süreçler çok uzun sürmüyordu.


11 aylıkken yürümeye başladı Masal, hep peşinde olmak son derece yorucu bir süreçti, daha önceki zamanların ne kadar da rahat geçtiğinde işte ayaklandığında daha da iyi anladım. Eve basit bazı güvenlik önlemleri koyduk masa kenarları falan ama çok da abartmadık açıkçası sürekli peşinde biri olduğu için.


Masal'ın 2-4 yaş arası ciddi sıkıntılı süreçleri oldu tabii ama ben bunlar hangi yaşın sendromuydu anlayamadım pek. 3 yaşına kadar doğru düzgün konuşamadığı için biraz onun sıkıntısı da vardı sanırım. Konuştuktan sonra bu kriz dönemlerinin atlatılması daha karmaşık oldu çünkü acayip laf yetiştiriyordu... Hiç unutmuyorum 3,5 yaşında bana çok kızdığı bir anda bana gelip biz babamla dışarı çıkıyoruz dedi, nereye diye sorduğumda " bana ev bakmaya ben ayrı eve taşınıcam" dedi.. O an anladım ki hayat bundan sonra bize daha zor olacaktı :))


Nitekim şimdi de en büyük sıkıntımız çok inatçı, dediğim dedik ve asi bir ruh olması, ha bir de papuç kadar dil tabii :))


Ben Masal'la doğduğundan itibaren çok konuştum, konuşmadığı üç sene boyunca benim çenem durmadı, konuştum, sohbet ettim, anlattım, kitap okudum. Sanırım çok sıkı bir kelime haznesi olmasının temelinde bu yatıyor. Konuşmaya başladıktan sonra bu sefer hep o sordu, her sorusuna ciddiyetle ve açıklayarak cevap verdim ( Hatta annem kızım abartma çocuk 3-4 yaşında niye bu kadar detay anlatıyorsun diye sık sık uyarırdı beni ve halen uyarmaya devam ediyor ! )






Annelik maceran nasıl başladı? Çok yoğun bir iş temposundan bir anda evde-bebekli yaşama geçmişsin sanırım?






2007 Aralık ayında eşim Serdar'la evlendik ve ben ondört senedir çok yoğun bir tempoda, bol yurtdışı seyahatli, gece yarılarına kadar çalışmacalı işimde çalışıyordum. Bir tekstil firmasında Genel Müdür Yardımcısıydım ve tüm ihracatı yönetiyordum, çok seviyor fakat çok da yoruluyordum. Evlenince de bu tempo iki sene devam etti. Hep iki çocuğum olsun istemiştim ve biran önce çocuk sahibi olmak istiyordum. Tüp bebek yöntemi ile hamile kaldım ve denemeler sırasında iş tempomu azaltıp haftada iki gün ofis, kalanı evden şeklinde danışman modelinde bir tempoya geçtim. Tüp bebek sürecinde çok şanslıydık, ilk seferde başarılı oldu, transfer edilen iki embriyonun biri hayata tutundu ve biz 2010 yılının Haziran ayında Masal kızımıza kavuştuk. Ben hamileliğimin dördüncü ayında işi tamamen bıraktım çünkü iş stresinin bana ve bebeğime zarar vereceğini düşündüm. Hamileliğim çok fazla kilo almam ve korkunç bel ağrılarımı saymazsak çok zor geçmedi.








Doğum hikayeni anlatabilir misin? İlk günlerde yanında birileri var mıydı? En çok hangi konularda zorlandın?






Çok sevdiğim doktorum Bora Cengiz ( ki geçen yıl kanserden kaybettik kendisini) tüp bebek tercihimizin başından itibaren bizimleydi. Hep beni rahatlattı, çok destek oldu. İlk baştan itibaren normal doğum istiyordum ve Bora bey beni hep destekledi. Ben her doktor kontrolüne bir sayfa soruyla gidiyordum, sorularım, endişelerim hiç bitmiyordu... Sonunda 41.haftada ben artık korkunç bir kiloya ulaşmışken gelin cumartesi suni sancıyla halledelim dedi. Gittik güle oynaya hastaneye ama suni sancı bende pek etkili olmadı, tam 24 saat gerekli açılma bekledik, sinirler bozuldu ama Bora bey gelip bana ctesi gecesi sen merak etme eve gitmeyeceğim hastanede kalıyorum dedi ve beni çok rahatlattı ( bunu yapacak çok az doktor var ne yazık ki, başkası olsa kesin ctesi akşamına sezeryana alıp evinin yolunu tutardı) Ertesi gün yani 20 Haziran ( ki babalar günüydü) saat 11 de Masal'ı hayal ettiğim gibi normal doğumla doğurdum. Üstelik ultrasonlarda çıkan gibi 3,5 kg değil tam 4,270 gr idi. Bora bey bile şaştı kaldı :) bu arada epiduralle normal doğum yaptım o yüzden çok da zor olmadı.


İlk günler heyecan içinde ve acemilik ile geçti, gündüzleri annem veya ablam dönüşümlü olarak yardıma geliyordu, ben fazlaca ürkek ve neyi nasıl yapacağım konusunda çok endişeliydim ama Allaha şükür kısa zamanda adapte oldum.Beni genel olarak en çok zorlayan kendi kendime fazla endişeli olmak oldu, yani kendi kendimi zorladım açıkçası, çok daha rahat bir anne olabilmeyi çok isterdim.






Veee gelelim çocuk kitaplarına. Masal ile ne zamandan beri kitap okuyorsunuz? Kitap okuma köşeniz, rutininiz var mı?


Masal’ı sanırım 3-4 aylıkken yumuşak kitaplarla tanıştırdım, o zaman hikaye okumuyordum ama bu kitaplar üzerinden sürekli konuşup anlatıyordum, 6 aydan sonra kitaplarımız çeşitlendi, bir çok ilk kelime kitabı edinmiştim, hepsini birlikte hatmediyorduk. Ben de kitapçıların bebek ve çocuk kitapları bölümlerine abone olmaya başlamıştım. İlk kez hikaye dinlemeye başlaması 11-12 ay civarında oldu, Bebek Koala serisi favorisi idi, kitapları teker teker çıkartıyordum ve defalarca aynı kitabı okuyup sıkılmadan diğerine geçmiyorduk. Sadece hikayeyi okumak değil de resimlerine bakıyor, üzerinde konuşuyorduk ( yani ben konuşuyordum da o gösteriyordu) İki yaşından sonra kitap sevgimiz, ilgimiz iyice coştu, gün içinde çeşitli seferler kitap okumaya başladık, bir de gece uyumadan evvel mutlaka birkaç kitap okuyorduk. Bizim kitap okumak için özel bir köşemiz olmadı, rahat ettiğimiz yerde, salonda, Masal’ın odasında hatta mutfakta hep içiçeydik kitaplarla. Masal konuşmaya başladıktan sonra kitap okumak çok daha zevkli hale gelmeye başladı çünkü hikayelerin, çizimlerin üzerine yorumlar yapıyor ve keyfini çıkarıyorduk. Bu da beni hep yeni hikayeler, iyi çocuk kitapları bulmaya teşvik ediyordu. O sıralarda piyasada çok fazla çocuk kitabı olduğunu farkettim ve başta okumadan aldığım bazı kitaplarda hüsrana uğrayınca önceden okumadan asla kitap almamam gerektiğini anladım. İçinde korkunç resimleri olan, cümlenin düşüklüğünden benim bile ne dediğini anlayamadığım, son derece bozuk bir Türkçe ile yazılmış pek çok kitaba rastladım bu dönemde.


Ben Masal’ı gün içinde hiç kitap okumaya zorlamadım, teklif ettim, isterse okuduk istemezse okumadık. Özellikle bazı dönemlerde kitap okumak yerine oyunu tercih ettiği zamanlar oldu, hala da oluyor. Hiç bir zaman ısrar etmiyorum, isterse okuyoruz yoksa bazen birkaç gün hiç okumadığımız oluyor. Ama akşamları 3 kitap rutinimiz fazla aksamadan devam ediyor, uzun pazarlıklar sonucu ulaştığımız bir sayı bu, büyüdükçe okuduğumuz hikayeler uzuyor bazen 2ye düştüğümüz, okul yoksa ertesi gün tatilse 4e çıktığımız da olmuyor değil. Kitap seçimini önce ona soruyorum, özel bir tercihi yoksa benim getirdiğim alternatiflerden seçiyor.







"Kitapkurduanne" nasıl doğdu, gelişti? Sitenin tasarımını ve kullanım kolaylığını çok seviyorum. Blog yazıların da hep güncel. Siteyle ilgili aklında başka hangi fikirler var,(tamam tamam aramızda :P )


2014 yazı bu fikir doğdu aslında, evde o kadar çok kitap oldu ve ben o kadar çok bu işin içine girdim ki, bari beğendiğimiz kitapları paylaşayım da başkaları da faydalansın diye düşündüm. Bu ciddi bir vakit işi çünkü, kitapları araştırmak, okumak, doğru Türkçe ile yazılmış düzgün kitap seçmek gerçekten zahmetli. Bir de çocuğu çok iyi tanımak gerekiyor, her çocuğun beğenisi, algısı ve beklentisi farklı sonuçta. 2014 yılı Eylül ayında Masal da tam gün anaokuluna başlayınca benim de bir hayli zamanım olunca, instagramdan bir gün açıverdim "kitapkurduanne" hesabını. Şimdi dönüp baktığımda ne kadar amatörce fotoğraflarla başlamışım diyorum, zamanla gördüm ki bu konu bir çok anne için ilgi çekici ve gelen yorumlar beni daha da motive etti. Kitapkurduanne büyüdü, ben kendimi geliştirdim ve artık daha üst yaş grupları kitaplarına da el attım. Okudukça keyiflendim, beğendikçe paylaştım... Fakat paylaştığım kitap sayısı arttıkça instagram benim bile takip etmekte zorlandığım bir hale geldi, site fikri de buradan doğdu. Eşimin bir yazılım firması olması bu noktada tabii ki çok işime yaradı ve hayal ettiğim gibi bir siteye ulaştık. Ben gene de çok mutlu değilim :) ( rahatsızım ya !) Blog’a yeterince zaman ayıramıyorum, yazmayı istediğim yazıları toparlayamıyorum, hep birşeyler çıkıyor. Hergün şunu da yapsam bunu da eklesem diye kafamda bir dolu düşünce ile yakında kendimi toparlamayı umuyorum...


Sana en çok sorulan sorulardan biridir sanırım, "bebeğim x aylık, kitap okumaya başlamak için erken değil mi?" "çocuğum x yaşında, hangi kitapları okumalıyım?" Sence cidden var mı böyle bir alt sınır ya da kategori? 5 yaş için önerilen bir kitap, 2 yaşındaki bir çocuğa keyif ver(e)mez mi mesela?


Ben bu konuda bir çok kişiden farklı düşünüyorum, bazı kitapların çok erken yaşta çocuklara okunmasının çok keyif alıyor gözükseler de bilinçaltında ilerde farklı şekillerde ortaya çıkacak kaygılara, korkulara ve gereksiz düşüncelere yol açacağı fikrindeyim. Bir yandan da her çocuk farklı, algısıyla, talebiyle, okuduklarını özümsemesi ve bunlardan etkilenmesiyle.. Masal’da ben bunu 3-4 yaş arasında çok yaşadım, kitabın çizimleri olabilir, kullanılan tek bir kelime olabilir veya bir konu olabilir, ne kadar etkilendiğini, korktuğunu, kafaya taktığını gördüm... Ve anladım ki bu konu önemli ! İşin bir diğer yanı da bazı kitapları erken okumak hikayeyi çok da iyi anlamamalarına, bir nevi kitabın heba olmasına yol açıyor. Ben bu yüzden bir fikir vermesi açısından minimum bir yaş fikri vermeye çalışıyorum, karar tabii ki annelerin ve babaların ve tabii ki çocukların :)






Yoğun bir iş temposundan yoğun bir bebek-çocuk bakımına geçtiğinde işe geri dönmeyeceğini tahmin ediyor muydun?


Eski işime geri dönmeyeceğimi biliyordum, çünkü çok yorulmuş ve yıpranmıştım ve bence tüketmiştim kendimi. Farklı bir şeyler yaparım diye hep düşündüm, aslında hedefim Masal 3 yaşına geldiğinde çalışmaya başlamaktı ama beceremedim, hep kendim birşeyler kurayım istedim, erteledim, üşendim...İyi ki de üşenmişim "KitapkurduAnne" ciddi vaktimi alıyor şu an, ve ilerde çocuk kitapları ile ilgili birşeyler yapabilirim diye düşünüyorum, neden olmasın?


Sence "anne" kime denir?


Bence anne bir sabırtaşı ile delilik arasında, aşkların en büyüğü ile cinnet arasında gidip gelen insanüstü varlıktır ! Nokta.







Bu da çok merak ettiğim bir sorudur, annende görüp "asla yapmam" dediğin ama yaptığın ve gülümsediğin bir şeyler oldu mu?


Annemde görüp değil de etrafta görüp yapmam dediğim pekçok şeyi yaptım hala da yapıyorum.. Çocuğum yokken ayıpladığım, aa anneye bak çocuk kendini yerlere atıyor bir şey yapmıyor dediğim, elinde tablet gördüğüm çocukların anne babalarına kızdığım çok oldu. Yapmam dediğim pek çok şeyi şu veya bu şekilde yaptım, pişman değilim gene olsa gene yaparım :)


Masal'ın ve senin favori kitaplarınızı soracağım ama çok mu uzun olur bu liste, ek olarak da koyabilirsin :)


Masal’ın çok sevdiği bir çok kitap var tabii ki, dönem dönem favorileri değişiyor bir de hiç bir kitaba “beğenmedim” diyemiyor, kıyamıyor onun yerine “bunu daha az beğendim” diyor mesela çok hoşuma gidiyor. Son dönemde bana yazarları ve çizerleri de sorar oldu, bir yazar ismini duyunca daha evvel bu yazarın başka kitabını okuduk mu diye soruyor mesela. Bir de güzel çizimli kitaplarda hayran kalıyor çizimlere ve “anne yaa bir insan nasıl bu kadar güzel çizebilir” gibi yorumlar yapıyor.Liste çok uzun olacak ama ben gene de Masal’ın en favorilerinden yazayım.


Rengarenk Kasabası, Kitapkurdu Lily, Rüzgarın Üzerindeki Şehir, Ben Ne Zaman Doğdum, İki Utangaç Panda, Memo ve Ay, Leyla Fonten serisi, Büyükanne ve Miyop Ejderha, Pezettino, Masal Battaniyesi, Sakar Cadı Vini serisi, Meraklı Tavuklar serisi, Kedi Adası, Üç Kedi Bir Dilek, Annemin Çantası, Farklı ama Aynı, 5 Çocuk 5 İstanbul ( bu aralar en favorisi) , Murat Bey ve Işıltı Hanım, Zuzu serisi, Kütüphanedeki Aslan, Büyük Sözcük Fabrikası,Oliver, Dodo’nun Komik Karışımları, Değirmenler Vadisi, Mış Gibi, Nokta, Çilli Begonya.







Bana göre oldukça tecrübelisin, sence,bebeği henüz 15.5 aylık bir anne, yavrusunun hangi dönemlerinden korkmalı, hangi an'ları kaçırmamak için gözünü dört açmalı ve özünde nelere dikkat etmeli?


Valla bu iş bence çocuğa göre çok değişen bir konu ve inan günü gününe uymuyor, tam neyse oldu bir düzen oturttuk diyorsun yeni bir şey çıkıyor karşına. Akışına bırakmak, yaşayıp da görmek en iyisi sanırım. Ben biraz mükemmeliyetçi ve pimpirikli bir tipim, o yüzden şimdi geriye dönüp baktığımda kendime kızdığım çok nokta var. Örneğin bu yemek işini beceremedim, blw falan haberim yoktu ve hep ben yedirdim, hala bunun cefasını çekiyorum o yüzden..Eskiden Masal’la ilgili notlar alırdım, ilerde unutmayayım bakarım diye, uzun zamandır yapmıyorum bu da kendime kızdığım ayrı bir konu. Bir de çok yufka yürekliyim, ağlamasına dayanamıyorum ve böyle durumlarda kendimi çok zorluyorum, doğru olduğunu bildiğim şeyleri yapamayabiliyorum.Özellikle inat ve öfke krizleri için hazırlıklı olmak, sağlam bir sabır, konu büyümeden ilgiyi başka yöne çekmek önemli sanırım. Bir de her dönemin geçici olduğunu kendine hatırlatırsan ( yani başarabilirsen) geçiyor çünkü eninde sonunda...Erken yaştan kendi yemeğini yiyen, özellikle üç yaşından sonra kendi kendine kimseye ihtiyaç duymadan belli süreler kendini oyalayabilen bir çocuk yetiştirmek önemli sanırım. En önemlisi de çocuğu adam yerine koymak, konuşmak, anlatmak ve söylediği şeyi dinlemek


Masal ile ilgili olarak “iyi ki yapmışım” dediğin neler var?


En başta iyi ki ama iyi ki doğurmuşum diyorum tabii ki :) Masal’la hep çok konuştum, anlattım açıkladım, küçüktür anlamaz demedim, iyi ki de yapmışım çünkü kelime haznesi çok gelişti ve pek çok konuda şimdiden fikir sahibi oldu. Kitap okumak, kitaplar içinde büyümesini sağlamak ve kitapların tadını almasını görmek benim için çok önemliydi. Şimdilik başardım ama tabii kendi okumaya başladığında nasıl olacak bilemiyorum :) İyi ki işi bırakıp Masal’a kendim bakmışım ve birebir vakit geçirmişim diyorum bir de...






Anne adaylarına ve benim gibi acemi annelere neler tavsiye edersin?


Her çocuk farklı, çocuğu iyi tanımak, nerede ne tepki verdiğine dikkat etmek, hoşlanacağı, hoşlanmayacağı şeyleri bilmek ve buna göre olası krizleri bir nebze de olsa azaltmak. Sürekli olarak ben birşeyleri yalnış mı yapıyorum hissinden kurtulmak, çocuğunu hiç bir çocuk ile kıyaslamamak, her dönemin keyfini çıkartmaya çalışmak, doya doya yaşamak, bol sarılmak, öpmek koklamak ve herkesi de çok dinlememek :) veee akışına bırakmak...


Katıldığın için çook teşekkür ederim.


Esra’cım esas ben sana çok teşekkür ederim güzel blog’unda bana da yer verdiğin için... iyi ki seni tanımışım....






Sohbetler bitince biraz hüzünleniyorum ben. Keşke daha çok hatta daha da çok soru (kumkurduna sevgilerle) sormuş olsaydım diyorum. Ya da daha iyisi bu sohbette neden karşılıklı kahve içemedik ki diye hayıflanıyorum. Ama asıl üzüntüm bu sohbetlerin kaynağı olan bal yanakları sevemedim diye oluyor, itiraf edeyim. Masal'ın ismi o kadar güzel ki yanımda olsa Masal'a hep ismiyle hitap ederdim sanırım :)


Çocukları biraz daha büyümüş annelerle konuşmak, yazışmak, haberleşmek bana çok iyi geliyor.


Akça'nın "Sürekli olarak ben birşeyleri yalnış mı yapıyorum hissinden kurtulmak, çocuğunu hiç bir çocuk ile kıyaslamamak, her dönemin keyfini çıkartmaya çalışmak, doya doya yaşamak, bol sarılmak, öpmek koklamak ve herkesi de çok dinlememek ve akışına bırakmak.." satırlarının altını çizdim bu sohbette.


Yazmayı unutmuşum Akça, sen de iyi ki varsın, tatlı balık arkadaşım benim :)





*Bir dolu "annelik sohbeti"ni güzel bir kahve eşliğinde okumak isteyebilirsiniz :)
Devamını oku »

28 Temmuz 2015 Salı

Günün Mutluluk Sebebi- 6

Üniversitede "Halkla İlişkiler" okudum ama zorunlu dersler dışında tüm dersleri Sinema bölümünden seçtim. Ki bu arada ben uzun yıllar "Gazetecilik" okumak için çalışmıştım. Masamda -kendisi evet benim meşhur çalışma masam olur- hep Ankara/Gaztecilik yazardı. Hedefim oydu. Tek tercih yapacaktım. Niyetim de oydu. Meğerse kader ağlarını örmüş, haberim yokmuş. Tercih günü bir şeyler değişti ve ben "halkla ilişkiler" yazdım. Hala gülerim bu tercihime çünkü bence oldukça asosyal biriyim :)
Bu yazının konusu tabii ki benim üniversite tercihlerim değil ama üniversitede çok sevdiğim bir bölüm olan; sinema.
"Dünya Sinema Tarihi" diye bir kitap vardı, Dost kitabevinden taksitle aldığım ilk kitaptı. Nasıl mutlu olmuştum, yurda kadar sarılarak gitmiştim.
Nejat Hoca iyiydi hoştu ama Hint sinemasını çok severdi. Ben daha çok senaryo derslerini severdim, Ali Hoca ile. Demek o zamandan belliymiş benim yazmaya olan hevesim.
Bir de okurken Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivalinde çalışmıştım. (Çok alakasız ama kabak mücverden orada nefret etmiştim, hala barışamadım kendisiyle) Elif Şafak'ın söyleşisine katılmış, azıcık kem küm ile yanına gidip "merhaba" diyebilmiştim.
Sinema deyince hep aklıma üniversite yıllarım gelir."Film, sinemada ve yalnız olarak izlenir." Bilin bakalım bu şahane cümle kime ait :) O zamanlar hep "sanat" filmleri izlerdim ve yanımda birilerinin olmasına, mısır bile yenmesine dayanamazdım. Bir de nedendir bilinmez korku filmlerini de izlemekten hoşlanırdım. Şimdi fragmanına bile bakamıyorum. Haftada 1 kez sinemeya gitsem kendimi eksik hissederdim. Bak yazınca bile çok değişik geldi. "Bu ben miyim?" dedim. Metropol sinemasının karşısında da içinde tavşanları olan bir çocuk kitapçısı vardı. Sinema öncesi rutinlerimden biriydi. AVM olmadığından sinemaya hep Kızılayda giderdim. Hele ki Kızılırmak sineması. Eskidir ama bence gerçek sinema orasıdır.
Hatta o dönem Sinema dergilerim vardı, satır satır okurdum, notlar alırdım. İleride sinemayla ilgili bir şeyler yapacağımdan da çok emindim. Bak şimdi :)

Zamanla sinemadan biraz uzaklaştım. Bana göre "nitelikli" yapımlar azaldı, bilet fiyatları çok arttı, Kızılaydaki sinemalar kapandı... Uzaktan bir izleyici haline geldim.
Vizyonda ne olduğunu, oyuncuları, bağımsız yapımları hep takip etsem de son yıllarda bu durumda da azalma olmuştu.
2013 yılının Aralık ayı(galiba 26sı falan) Hobbit'i izlemeye gittik, Elif karnımdayken.
Bir daha da sinema yüzü göremedik :/
Ta ki...
Dün akşama kadar.
Çeşitli faktörlerin de etkisiyle şimdiye kadar Elifi bırakıp bir yerlere gidemiyorduk (merkeze uzak oturmamız, Elifin biberon almaması, uyku problemleri vs)
Annemler buradayken 19 ay sonra filme gidelim dedik. Tam da o gün yani dün öğretmeni çıkışta "bugün sizi aradı" deyip içimi cızlatana kadar :/ Vicdanımla başbaşa kalacak vaktim pek olmadı, kendimizi sinemada bulduk.
Aklım hep Elifte kaldı, zaten tüm gün görüşemedik diye.
Film tercihimiz Marvel'den oldu: "Antman"
Bir x-man değil tabii ki ama yine de 19 ay sonra sinemada olmak ve film izlemek çok güzeldi.
Eski düşüncem çoktan değişti: "Film, mısır yenerek izlenir"e evrildi. Bana sinemadaki mısırlar çok yağlı ve tuzlu gelir, o yüzden evde yağsız tuzsuz patlatırdım, onu götürürdüm sinemaya ama dünkü mısır çok hoşuma gitti :) Çıkışta bir de baktım çenemde şahane bir mısır yağı sivilcesi çıkmış bile :)
Kısacası dünkü mutluluk sebebim 19 ay sonra sinemaya gitmek oldu :)
Darısı inşallah bir 19 ay daha beklemeden gideceğimiz diğer filmlere.
Yok hani bir kıvırcık bize doğum günü hediyesi olarak "Ben Elife bakarım, siz sinemaya gidersiniz" diye söz vermişti.
Evinde hem kedisi hem köpeği de olduğuna göre Elife bakmasına bile gerek yok, üçünü salona salsa Elif oyalanır zaten :)
Bir de dün etrafta çok havalı bir şekilde dolandım, bana özel çizim bir çantam vardı çünkü, yaşasın Özlem :)

Devamını oku »