Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




18 Şubat 2015 Çarşamba

Kar

Yazacak çok şey var ama lafı uzatmak boşa olur. Özgecan'ın yaşadıklarından sonra ben hala kendime gelemedim, 3 gün geçti 5 gün geçti belki ama yok bu olay zihnime kalbime kazındı, derken kar yağdı, Akça yazmıştı "kar iyi gelecek" diye. O da olmadı, daha bu sabah kar topu oynayan bir gazetecinin başına gelenler(uzun uzun yaz(a)mıyorum) tüyler ürpertti ama şaşırtmadı... İşte en çok da bu şaşırmama hali üzücü sanırım. Geçenlerde Banu ve Elif güzel yazılar yazmıştı, Semi de bir yerden alıntı yapmıştı, okumak isteyen olursa. Karın yağmasını, karla oynamayı severim ama bu kış sahiden bu haberlerle kar da pek tat vermedi. Güzel şeylere odaklanmak isterken bile "ne bencilsin" diyorum kendime. Elimde 2 tane güzel şey var aslında ; biri Elif diğeri de inş. kısa süre sonra kavuşacağımız...
Devamını oku »

13 Şubat 2015 Cuma

Enginar Kalpler

Bu kitap, kesinlikle sonraya bırakılacak, bir ara yazarım diyebileceğim bir kitap değil. Bu kitabı okumadan önce "güzel kitapları filme çekseler keşke" dediğim çok olmuştur. (sevmeyeceğimi bile bile) Ama bu kitabı okurken ve kitap bittikten sonra nedense şunu hissettim: "Yooo hayır, bu kitabı filme çekmesinler, bu haliyle kalsın" Uzun zamandır güzel bir film izlemedim ve şaşılacak derecede bunun eksikliğini de hissetmedim. Fark ettim ki bu ara okuduğum kitaplar -evet ikisinin de yeri ayrı ama- beni öyle doldurmuş ki. Bazı kitaplar için "iyi, güzel, hoş, okuyun" yazıyorum ama bu kitap için ne desem bilmiyorum. Sanki ne yazsam eksik kalacak. En son bu hissi Hayalperest ile yaşamıştım. Ondan da çok etkilenmiştim. Enginar Kalpler kitabını muhtemelen BDK'da görüp listeme almıştım, geçen...
Devamını oku »

Kedi mi Diş mi :)

Buraya "normal" yazılar yazıyorum diye işler de "normal" gidiyor sanmayın :) Aslında çok şükür gayet normal (Elif tarafında) ancak bizim tarafta azıcık yamuk. Yani biz yamulduk, daha doğrusu belim tutmaz oldu ben iyice yamuldum :) Bu çizim de 3 hafta önceden. Bu ara çizim yapamıyorum çünkü vaktim pek az hem de dinlenmek için sadece uzanmak istiyorum, oturmak değil. Daha önce "tipik bir anne hastalığı" dediğim bel ağrısı oldukça şiddetlendi, dün yanma ve bacaklarımda ağrı hissettim. Bir doktora gitme vakti gelmiş mi bilmiyorum. Doktor olan arkadaşlar alınmasın ama doktorlara çok sinir oluyorum. Olayı detaylıca anlayıp dinlemeden hemen yaz ilacı gönder hastayı yüzüne bile bakma... Bu nasıl bir iş böyle! Tenzih ederek konuşuyorum tabii ki, oldukça ilgili olanları da var ama ben ona...
Devamını oku »

12 Şubat 2015 Perşembe

1 Kitap 1 Mektup: "Beyhan Kafası"nda Bir Alice :)

Beyhan'ı BDK sayesinde tanıdım, uzaktan uzaktan yaptığı işleri ve çizimlerini hayranlıkla takip ettim ve bir gün çekinerek "merhaba" dedim ona :) Alice, Yeni Okul, Dünyalı Dergi, annelik... Aklımda neler varsa sordum, kısaca  "Beyhan kafası"nın içine girdim biraz -ucundan- :)

Beyhan Merhaba,
“Beyhan kafası”nda harika çizimlerin var. Bu kafaların içini nasıl dolduruyorsun? Hayal gücünü nasıl besliyorsun?
Genelde ne çizeceğimi bilmeden başlıyorum. İlk "Beyhan kafası" da böyle ortaya çıktı. Şaşkın bakışlı bir surat çizdim sonra saçlarını çizeyim derken bir baktım bir kurt ve elinde sepetiyle kırmızı başlıklı kız çizmişim. Sonra aynı şekilde başlayıp Maurice Sendak’ın "Where The Wild Things Are" kitabından canavarlar ve onlara hükmeden Max'i tıkıştırdım bir başka kafaya. Böyle bir seri olmaya başlayınca biraz kurgu girdi işin içine bir kaç gece deli gibi çizdim sonra durdum tabi ki.. Şimdi, tekrar akışa ve rastlantıya bırakmam gerekiyor kendimi. Şimdiye kadar yaptığım kafalar masallardan izler taşıyor. Masalların hayal gücünü besleyen eşsiz bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Ki bunu  bir tek ben düşünmüyorum tabi ki.

Çizimlerden başlayınca oradan devam etmek istiyorum. Çizdiğin desenleri şimdilik sadece blogunda yayınlıyorsun galiba, başka mecralarda bir paylaşım düşünüyor musun? Bu kadar güzel şey 1 kitapta bir araya gelse keşke :)
Çizimlerimi blogdan çok sosyal ağlarda paylaşıyorum aslında çünkü orada daha hızlı bir iletişim var ve beni heyecanlandıran bir şey, paylaşmak. Bir şey buldum, başkasına da  bulaşsın gibi enteresan bir istek  beliriyor içimde paylaşım yaparken. Önceleri blogum daha aktifti  bir de Dipnot Tablet isimli bir dergide “beyhan’ın seyir defteri”  adlı köşemde yazıp çiziyordum. Sonra orada yazdıklarım bir Ipad kitaba dönüştü.  Şöyle dokunduğum, sayfalarını kokladığım kitabım olamadı der dururum ama yine de. Dünyalı dergi var neyse ki.  İçinde yazmaktan mest olduğum bir dergi.

Senin sevdiğin çizer, illüstratörler kimler?
Öyle çok ki. Kimi önce söylesem. Suzy Lee’den başlayım.Dalga, Ayna, Gölge üçlemesiyle vuruldum ona. 3 kitabı birbirine bağlayan,sayfaları da birbirine bağlayan (ya da ayıran) orta çizgisine yüklediğianlamlar etkiledi beni.  (*Wave'i sanırım ben de çok sevmiştim :) Bir de bu kitapları okurken sanki  Lewis Caroll’un Alice’ini görüyorsun ara ara. Alice’i çizmiş tüm çizerleri severim unutmadan araya sıkıştırayım.
Shel Silverstein var sonra. Şaka yapar gibi yazıp çiziyor. Hep bir muziplik. Bayılıyorum. Gençlerden Oliver Jeffers'a çok özenirim. Kendi de bir çizgi karaktermiş gibi geliyor bana. Bu üç çizer aynı zamanda yazıyorlar. Yazıp çizen biri daha geldi şimdi aklıma. Maira Kalman. Bitmedi. Sara Fanelli var mesela. Sara Fanelli’nin çizgisinden çok kafasının içine hayranım.
Ouentin Blake’i tek başına söylemek lazım. Çalakalem çizilmiş gibidir ya. Nasıl yapıyor bilmem ama o çizgilere bakıp mutlu olursun.
Yine genç kuşaktan (haha, orta yaşı geçince böyle konuşulur ya, bayıldım buna)   Eva Odriozolayı severim, Anna Emilia Laitanen var  bir de . Anna’nın bir kitabı çıkmamıştı henüz ben onu keşfettiğimde bloğunda karda çektiği fotoğrafları ve suluboya çiçek çizimlerini paylaşıyordu. Onun fotoğraflarından, resimlerinden mevsimleri izliyordum ben de. Bir ara Portekizli illüstratörler rüzgarına kapılmıştım, Ana Ventura, Joao Vaz de Carvalho, Ines Oliveira var o dönem dakikalarca işlerine baktıklarım arasında.
Sedat Girgin’i unutuyordum az daha. Onun da çizdiği her karakter çok etkileyici. Daha devam edebilirim ama diğer soruları merak ediyorum :)

Dünyalı Dergide ise bambaşka bir alanda ismini gördüm; gezi yazıların var. Sanırım gezmeyi çok seviyorsun? Şimdiye kadar nereleri gezdin, nereleri “henüz göremedim ama kesinlikle gitmeliyim” dedin/dersin?
Evet, birkaç sayı boyunca gezi köşesini hazırladım Dünyalı Dergide. Daha önce de gezi yazıları yazıyordum ama daha küçük yaş grubu için yazmak ilginç bir deneyim oldu. Gezmek değil de gitmek diyorum ben seyahatlerime. Sanki bir şeyler beni çağırıyor ben de o an elimde ne var ne yok bırakıp gitmek şeklinde gerçekleşiyor benim gezmeler. Ne kadar uzağa gidersem içimdeki gezme canavarı o kadar  memnun oluyor. İlk önce Avrupa’yı gezdim. Hevesli bir mimarcıktım o zamanlar ve ünlü mimarların eserlerini  görebileceğim bir rota peşinde dolandım durdum. Sonra iş nedeniyle de defalarca Avrupa’ya  gitmem gerekti. Bir iki ülke hariç her yerine gittim sanırım. Eski kıta güzel hoş tabi ki ama benim kendimi özgür hissettiğim yerler dünyanın  başka yerleri. Yoksul ama mutlu, koşturup durmayan anı yaşayan insanların yaşadıkları yerleri çok daha fazla seviyorum.  Vietnam, Kamboçya ve Tayland seyahati böyle bir seyahatti. Bir de yine alıp başımı gittiğim,  Bolivya, Peru gezilerim var. Yalnız başına seyahat etmek için biraz zor bir rota seçmişim gerçi ama şu özgür olma halini iliklerime kadar hissettiğim bir geziydi. Bambaşka bir dünyada kendinle baş başa, kafanın içinde sohbet ede ede gezmek, herkese önerdiğim bir gezme türü.Nereye kesinlikle gitmeliyim derim? Galiba Afrika kıtasını gezebildiğim kadar gezmek isterim.  Bir de bir daha gidebilsem başka türlü gezerim dediğim yerler var. Kamboçya’yı otobüsle değil de motor üstünde gezmek. Peru’ya bir daha gitmek ve MacchuPicchu’ya İnka Yolunu yürüyerek ulaşmak gibi şeyler. Mümkün olur mu bilmem ben isteyim yine de J

Sahiden de 1 sırt çantasıyla mı yolculuk yapıyorsun?
Evet. Sırtçantalılardan biriyim ben de. Uzun yolculuklarda o çanta tam bir işkenceye dönüşebiliyor ama yıllar geçtikçe kendimi bu konuda terbiye etmeyi başardım. Bir arkadaşımla yaptığımız Vietnam ve Kamboçya’ya seyahatimizde çok hafif bir yolculuk yaptık. Bir yerde okuyup mu yapmıştık bilmiyorum ama geride bırakacağımız kıyafetlerle yola çıkıp, her konakladığımız yerde bir eşyamızı bırakarak yolculuk ettik. Ben biraz abartmıştım hatta J  Her şeyimi dağıtıp  en son  üstümdeki ince bir elbise  ve  kopmak üzere olan bir terlikle kalmıştım. Aralık ayıydı. Havaalanından eve dönene kadar donmuştum J

Profilinde senden daha çok Alice var. Alice’in Harikalar Diyarını gezmeyi de çok seviyorsun sanırım :) Sormak istediğim şey, sende Alice’i çeken şeyin ne olduğu?
Başka bir dünya hayali sanırım. Alice’i ne zaman okusam ben de bir rüyadaymışım hissi oluşuyor. Özellikle ikinci kitapta  “aynanın diğer tarafı”  kendimi evimde hissediyorum. Hani Alice aynanın içinde geçer ya ve gittiği dünyada her şey terstir. Geri geri yürürler, dün yarındır , yarın dün işte bu tersliklerde kendimi buluyorum galiba.  Tanısız bir terslik var benim zihnimde. Sağımı solumu bilmem. Hangisiydi diye  düşünmeye kalksam başım döner. Solak olmadan solak olmak gibi bir şey. Kapıları açmayı beceremem. Üniversiteye kadar baktığım şeyin tersini çizdiğimin farkında bile değildim. Neyse işte böyle şeyler işte,  özetle benim dünyam aynanın öbür tarafında.
Bir de Alice’le bir geçmişimiz, bir hukukumuz var :) Alice çocukken okuduğum ilk kitaplardan biri. Pek çok çocuğun aksine ben çok beğenmiştim. Kitapta azıcık renksiz bir kaç resim vardı. Tam da Alice’in bahsettiği resimsiz kitaplar gibi sıkıcı olması gerekirdi ama okudukça kafamın içinde rengarenk resimler oluşuyordu.  Çay partisindeki çayın kokusunu aldığıma yemin edebilirim.  

İznin olursa Samirle ilgili de birkaç soru sormak isterim;Annelik nasıl gidiyor? Samirli hayattan neler öğrendin? Zorlandığın şeyler oldu mu?
Samir hakkında konuşunca susamayabilirim ama :) (Her anne gibi) 
Ben kendi bebek olduğum dönem dışında tüm hayatım boyunca çocuklarla ilgilendim. Mahallede doğacak çocukların listesini tuttuğumu ve ben bakabilirim diye kapılarını çaldığımı hatırlıyorum. Kendim de çocuktum ama bir çocukla ilgilenmek,  benim için dünyanın en keyifli oyunuydu. Büyüdükçe bu değişmedi hatta biraz daha fena bir hal aldı. En olmayacak an ve ortamlarda 3-5 çocuğu bir arada gördüğümde onların dünyalarına dalmak için yanım tutuşurdum. Dalardım da. Yaşsız olmayı dilek olarak günlüğüne yazmış bir çocuğum ben. Büyüdükçe çocukluktan sürülürsün ya ben ona sımsıkı tutunmaya çalıştım. Neyse ki ben lisedeyken ablalarım doğurmaya başladı. Ve  ne şanslıyım ki sürekli anne oldularJ Böylece istediğim gibi bol bol oynayacağım ve doğumları itibariyle elimde büyüyen bir sürü bebeğim oldu. Defalarca teyze  ve hala olduktan sonra bir gün bi baktım anne olmuşum.  
O “bir gün” çok da erken olmadı aslında. Çocuklukla vedalaşmamak, sonra insanın kendini unutacağı tempoda bir iş hayatının içinde debelenmek gibi türlü nedenlerle SuSamiri’nin gezegene gelmesi biraz gecikti.  İlk 3 ay  bir kedi yavrusu doğurduğuma emindim. Miskin, ağlamaya üşenen, badem gözlü bir kedicik.  O böyle sürekli uyurken ben, "ee ne zaman oynayacağız" diye sabırsızlanıyordum ki oyun dönemler geliverdi. Şimdilerde tıksırıncaya kadar oynuyoruz diyebilirim :)
Sadece oyun karın doyurmuyor tabi. Anneliğin daha doğrusu ebeveyn olmanın ağır yükleri de var. Ben o kısımda sınıfta kalıyorum işte. Zorlanıyorum, eşimin annesinin  sadece Samir’i değil hepimizi kanatlarının altına alması sayesinde bazı şeyler telafi oluyor ama  kendime biraz kızmıyor değilim ara ara. Keşke büyüseydim dediğim nadir durumlardan biri bu mevzular.

“Yeni Okul” hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorum. Sadece İstanbulda olan bir okul galiba? Ve sen de okulda “Reggio Emilia Yaklaşımı Sorumlusu” olarak görünüyorsun. Bu yaklaşımın içeriğinden bahsedebilir misin? Klasik yöntemlerden oldukça farklı olduğu çektiğiniz videolardan bile anlaşılıyor. Çocuklar özgür ve mutlu görünüyor :)
Evet, Yeni Okul İstanbul’da Esentepe’de, Reggio ilhamlı bir ilkokul. Yapılandırmacı eğitim olarak da tanımlanıyor bu yaklaşım. Reggio Emilia Yaklaşımı bir model, sistem değil. Alınamıyor satılamıyor. İtalya’nın kuzeyinde Reggio Emilia kentin ortaya çıkmış bir eğitim felsefesi. Yeni bir şey de değil aslında. 2. Dünya savaşı sonrası, kentlerini onarmaya çalışan ve çocukları için yeni bir gelecek var etmeye çalışan anne babalar tarafından başlatılmış. Bu yaklaşım o hep bahsedilen ama bir türlü uygulanamayan çocuğun merkezde olduğu, çocuğun haklarına, fikirlerine saygı duyulan, merakı doğrultusunda öğrenmesi destekleyen bir eğitim kültürü. Çocuğun kendini ifade etmesi için birçok dili olduğunu ve katı bir eğitim sisteminde bu dillerin,  renklerin yok edildiğini söyleyen Çocuğun 100 dili metaforu her şeyi anlatıyor aslında. Her çocuk farklıdır ve her çocuğun öğrenme şekli de farklıdır. Klasik eğitim çocuğa bakmadan ona neleri öğreteceğine bakarken, bu yaklaşımda çocuğa bakılarak sadece neyi değil nasıl öğrendiği anlaşılmaya ve bu doğrultuda bilgisini arttırıp genişletebileceği çevre yapılandırılmaya çalışılıyor. 
Gelelim bana. Reggio Emilia Yaklaşımı sorumlusu olmam,  bana bir isim bulamamamızdan kaynaklanıyor :) Mimarlık eğitimi alıp uzun yıllar bu alanda çırpınmış bir kişi olarak hayatımın eğitim sektörüyle kesişmesi ancak Reggio Emilia Yaklaşımı gibi özgür ve yaratıcı bir ortamda gerçekleşebilirdi galiba. Ben Yeni Okul’da bir çeşit danışmanlık yapıyorum denilebilir. Öğretmenlerle yaratıcı bakış üzerine çalışıyorum. Projelerin öğrenme çevrelerini geliştirmeye çalışıyoruz hep birlikte.  Çalışıyoruz  diyorum çünkü bunu tek başıma yapmıyorum. Benim gibi farklı disiplinlerden gelen bir çok insan var Yeniokul’da. Başka neler yapıyoruz? Reggio Emilia yaklaşımında çocuğun nasıl öğrendiğini takip edebilmemiz için  sonuca değil sürece bakıyoruz ve süreç çeşitli yollarla dokümante ediliyor. Ses kayıtları, video , fotoğraf çekimleri , gözlem notları... Yani klasik bir eğitimde karnede göreceğiniz notun karşılığı bu  süreçte gerçekleşen şeylerin kayıtları diyebiliriz. Binlerce fotoğraf, yüzlerce video, notlar incelendiğinde (incelemek için oturduğumuz masada ben de oluyorum) öğrenmeleri de yakalayabiliyoruz. Almış olduğum eğitim bu yakaladığımız öğrenmelerin görünür hale getirmemizi destekliyor.
Çok mu karışık oldu :) Kısaca şöyle söyleyeyim. Ben çocukların öğrenme anlarını yakalamaya çalışıyorum. Yakaladığım noktada da bu öğrenmelerin görünür hale gelmesi için büyü yapıyorum. Ha işte şimdi oldu :)

Farklı dallarda çalışmalar yapmak zaman zaman zorlayıcı oluyor mu? Ya da dönemsel olarak biri mi ağırlık kazanıyor?
Önceki hayatımda (sanki yeni bir hayatta dirilmiş zombi konuşuyor gibi hissediyorum böyle söylediğimde :)  çok yoğun çalışan insanlardan biriydim ben. 7/24 iş insanı. Yani sahiden de bir zombi. İstifa etmeye karar verdiğimde benim bu halimi bilen insanlar bunu yapamayacağımı söyledi. Hayatının çok büyük bir bölümü iş olmuş onu çekince boşluğa düşeceksin dediler. Hayır yapacağım dedim o zaman. Haklılarmış.  Büyük bir boşluk oluştu. Kocaman bir boşluk. Biraz korktum o boşluktan.  Ve yeniden  doldurmaya başladım onu. İlk önce uzaklara giderek  rengarenk kültürler topladım ve onlarla doldurdum. Sonra çizdim, çizdim bir sürü defterde topladım çizdiklerimi. Hoop  attım onları da boşluktan içeri. Sonra yazıp insanlarla paylaşmaya başladım içimdeki boşluğu. Bir sürü insan boşluğu ziyaret etmek istedi. Nasıl olsa herkese yetecek kadar boşluk vardı davet ettim. İnanır mısın daha bir sürü yer var orada :)
Sanırım insan gerçekten istediği şeyi yaptığında yaptıklarını iş yoğunluğu olarak hissetmiyor. Şimdi saydım da sanırım ben düzenli olarak dört  farklı yerde çalışıyorum. Her birinde yirmi kadar insanla doğrudan iletişime geçiyorum, bu işlerin biri hariç hepsi Samir’i kucağıma alıp gidebileceğim ortamlar olduğu için kendimi Samir’den koparılmış da hissetmiyorum.  Şimdilik bir sıkıntı yok özetle ama bunlar dışında da yapmak istediğim o kadar çok şey var ki, ben bundan korkmaya başladım biraz.

Sevdiğin çocuk kitaplarını da merak ediyorum. Ö.T.E.K.İ. kitabını sende görmüştüm ve çok beğendim:)
Denizden babam çıksa yerim gibi bir durum var İletişim Çocuk yayınlarında. İletişim’in çocuk kitaplarının hemen hemen hepsini çok severim. Ö.T.E.K.İ’ye bayılmıştım. Rose, Kirazın Şarkısı, Miguel, Çocuk, Benim Bütün Ördeklerim, Ördek Ölüm ve Lale son olarak da Ev Canavarları  en en en sevdiklerim. Roald Dahl ne yazsa ona da bayılırım. (Bak bu yolla sevdiğim tüm kitaplar hemencecik aklıma geliyor.) Oliver Jeffers‘ın “Heart in the bottle” ,”Stuck” “ Lost and Found”. Sendak’ın Where the wild things are” ı. Daha bir sürü var ama en önemlileri  nasıl unuttum diye ah ah dersem,  yorumlara eklerim ben J

Çizim yaparken belli bir rutinin var mı? Müzik, kahve gibi?
Müzik ve kahveyi çok severim. Tek tek ve birlikte. Bazen de çizimle birlikte ama genel olarak aynı şekilde tekrarını sağlayabildiğim hiçbir ritüelim yok.Olsun çok istiyorum ama olamıyor bir türlü. En fantastik illüstrasyon ekonomi üzerine aldığım eğitimler sırasında ortaya çıkmıştı mesela. Çizmek için keyif almam gerekmiyor diye yorumluyorum bu durumu J

Yanından hiç ayırmadığın bir kalem var mı? Sihirli kalem gibi de düşünülebilir :)
Yok, ama genelde aynı tür  kalemlerle çizerim. Ağırlıklı siyah beyaz (kağıt beyaz değilde sararmış beyazsa daha çok severim.) çalışırım. Yanımdan kalem değilde defterlerimi ayırmıyorum galiba.

Çizim yapmaya ne zaman başladın?
İlkokula başlamadan önce çizmeye başladım.  Bol miktarda abla abi durumlarından ötürü evimiz karnaval alanı gibiydi, resim ise kendi kendime kalabildiğim kurtarılmış bölge. Şimdi yaptığım desenler gibi desenler çizdiğimi hatırlıyorum. 

Biliyorum tekrar bir soru olacak ama nasıl bu kadar harika şeyler çiziyorsun?
Teşekkür ederim :) Ben, çizimlerimden ötürü böyle yorum ve tepkiler aldıkça öyle mutlu oluyorum ki. Bu röportaj için de çok çok teşekkür ederim. Çok keyif aldım yanıtlarken. Ne kadar geveze olduğumu bir kez daha anladım.
Sevgiler,
Beyhan
Katıldığın için asıl ben teşekkür ederim sevgili Beyhan :)

"Ben Alice olsam..." diye aklınıza gelen ne varsa -mesela "Ben Alice olsam uyanmayı hiç istemezdim" gibi- yazın ve 14 Mart 2015'i bekleyin.
Çekiliş sonucuna göre 1 kişinin kapısını elinde mektubuyla Alice çalabilir.
Demedi demeyin :)



Devamını oku »

Elif'in Sevdiği Kitaplar-1 :)

Okuduğum hikayeleri şimdilik çok mu seviyor az mı seviyor, tam karar veremiyorum. O anki canlandırmama ve onun ruh haline bağlı bir durum bu galiba. Bu seride ise Elif'e son aylarda sıklıkla okuduğum, onun sayfalarını çevirdiği, bazen kemirdiği, kitaplığından tutup bana "oku" diye getirdiği kitaplara yer vermek istiyorum. Bebekler kalın karton kitaplara bayılıyorlar, açık ve net. Etrafta yenecek daha iyi bir şey var mı sanki :) "Oyun Bahçesi" kitabı bize tatlı insanlardan Elif doğmadan hediye gelmişti. O zamanlar "bebeğe kitap nasıl okunur?" hiçbir fikrim olmadığı için bu kitabı da evirmiş çevirmiş, "hee güzelmiş" deyip kitaplığa kaldırmıştım. Elif ilk önce kırmızı kurdelesini keşfetti, onu çekti durdu. Sonra kitabı kendisi açmaya kapamaya başladı, bir müddet sürükledi hatta. Derken...
Devamını oku »

11 Şubat 2015 Çarşamba

Pratik Ev İşleri :)

Neredeyse "tembelliğin tarihi"ni yazacağım az sonra, inanamıyorum. (Neyse ki annem okumuyor :) 1. Yemek: Ev işleri deyince ilk sırada Maslow amcanın da piramidinde olan "beslenme" geliyor bence. Çünkü yemek yemek zorundayız. Bu konu birçok ev gibi bizim evde de "bu akşam ne pişirsek" sorunsalı olarak karşımıza çıkıyordu. Eskiden daha merkezdeydik ve gelsin dürümler gitsin pideler diyebiliyorduk. Şu ara bize yakın sadece bir pizzacı ve hazır burgerci var. Çok eskiden olsa mutlu olabilirdim ama midemdeki rahatsızlıklardan beri mecburi sağlıklı yaşama geçmiş bulunuyorum(z). yani yemek işinden kaçmanın yöntemi eve sipariş değil, hatta hiç değil. Bir defa hem mideye hem bütçeye zarar. En büyük yardımcımız, canımız gibi sevmemiz gereken şey buzluğumuz :) Bizim buzluğa sağolsun anneler...
Devamını oku »

9 Şubat 2015 Pazartesi

Kıyıya Vuran Kız / Çizimler :)

Henüz yayınevinden izin almadım ama "neden yayınladınız, kaldırın derhal" derlerse kaldırırım. Umarım telif hakkını da çiğnemiyordur bu yaptığım. "Kıyıya Vuran Kız" kitabının kapağı ve iç sayfalardan 3 çizim, toplamda 4 çizim ile karşınızdayım :) Çizerken çok keyif aldığım için buraya eklemek istedim. Keşke çizer ile tanışma imkanım olsaydı :) Kapaktaki ağacı pek yerleştirememişim, kabul. Yaprak çizmek hem basit hem de sabır isteyen bir işmiş. Bir de "ayı"çizimim daha güzel olmamış mı :)) Kısacası ben bu kitabı ve çizimlerini çok sevdim....
Devamını oku »

10. ay :)

Her ay bu cümleyi kurmazsam olmaz: "Vay be maşallah bize, 10 ayı devirdik" :) Bize diyorum, Elif tek başına büyüyor sanmayın; biz Eliften daha çok büyüyoruz. Hatta -yine yazayım- mart ayında 30 oluyorum, yaşasın :) 10. ayda da yenilikler, değişiklikler, güzellikler oldu çok şükür. "Uyku?" Biri uykuyu mu sordu? Yok ben duymadım, bence Elif de duymamıştır. Bu ay için "diş ayı" diyebiliriz. Bolca diş çıkardı Elif. Kimi zaman huysuzlaştı kiminde mızıldandı bazen ağladı bazen durgunlaştı ama neticede dişlerini çıkardı, oh :) gelelim kötü habere; beni ısırmaya başladı. Babasını ya da bir başkasını ısırmıyor ancak benim ellerim kollarım Elif'in diş dövmeleriyle dolu. Tadım mı güzel babasına kıyamıyor mu bilmiyorum. O kadar iştahlı yaklaşıyor ki yanıma, bazen korkuyorum :) Pek geri çevirmek...
Devamını oku »

8 Şubat 2015 Pazar

Kıyıya Vuran Kız :)

Bu kitabı "son çıkanlar" arasında görür görmez vuruldum ancak kavuşmamız biraz vakit aldı. Kitapçıda raflarda aradım buldum 1 tane ve okumaya başladım. Bırakamadım elimden, derken Elif uyandı ve çıkıverdik kitapçıdan. İnternet siparişini de bekle bekle gelmedi.Tüm koliyi bu kitaba kavuşacak olmanın heyecanıyla açtım desem doğru. (*Babil.com bu ara çok mu geç gönderiyor, bana mı hep öyle denk geldi bilmiyorum) Sonra hatırladım ki çok merak ettiğim iki kitabı daha sipariş vermiştim. Off ne zor bir seçim bu. Üçünü yan yana koydum, hepsini aynı anda okusam diye düşündüm eskiden öyle yapardım. Şimdiyse kafam çok dalgın, hepsini aklımda tutamam dedim. peki, en en çok hangisi beni gıdıklıyordu? Kesinlikle "kıyıya vuran kız".(Diğer kitapları da okudukça yazarım.) Lafı çok dolandırdığıma...
Devamını oku »

Bloga Yorum Bırakılamaması :)

Böyle bir yazı yazmamı gerektirecek boyutta bir sorun oldu; yorum yazılamaması. Google'da gezindim, bloggerdan yardım aldım ancak sorunun kaynağını bulamadım. "Open id" denilen şeyle mi alakalı, o ne demektir, sadece gmail hesabı olanlar mı yorum bırakabilir, bilmiyorum. Yorum ayarlarıyla oynadım. Ya düzelttim ya da tamamen bozdum :) Yorum bırakabilen olursa bunu anlarız. Bana bir şekilde ulaşıp beni bu sorundan haberdar eden herkese teşekkürler. Gmail hesabı ya da blogu olmayanlar nasıl yorum bırakabiliyor, ben de bilmiyorum. Bana yine de ulaşmak isterseniz mailim: 2balik1kedi@gmail.com Umarım görüşmeyi başarabiliriz bir yerlerde :) ...
Devamını oku »

6 Şubat 2015 Cuma

Fare Yutmuş Ejderha :)

Bu başlığı gören, bir çocuk kitabı hakkında yazı yazacağım sanmış olabilir :) Ama değil. Hayatımda aldığım en özel kartlardan biri hakkında bir şeyler yazacağım. Aslında yazmama gerek var mı bilmiyorum, sadece fotoğraflarını koysam yetmez mi? Bence yeter. Elif'in kopardığı ve bizim geri yapıştırdığımız parçayı görebildiniz mi? Sevgili Berna'nın 8 yaşındaki kızı Ekin'e ait bu çizimler. Çok seviyorum kendisini, çizimlerini, gülüşünü, tatlılığını, biiir dolu kitap okumasını. Bana hep Elif'i hatırlatıyor ve "büyüyünce benim kızım da böyle iyi yürekli olur mu acaba?" dedirtiyor :) Çok teşekkürler size...Sevgil...
Devamını oku »

Hoş geldin "Park Anneleri" :)

Çok devrik bir başlık yazdığımı biliyorum, içimden böyle yazmak geldi.
Hayatımın hiçbir döneminde çok girişken biri olmadım hatta inanılmaz çekingendim, hala da öyleyim. Yazarken mesajlarda, maillerde ne kadar "rahat"sam, konuşurken de o kadar kasılır sıkılırım. O yüzden de biriyle buluşacağım zaman biraz gergin olurum. Oysa şimdi her şey değişti. Sağolsun Elif tüm düzenimi alt üst etti. Sokakta arabasıyla yürürken sanki "bu mahalle benim, heey amca nasılsın, oo teyze sizi de uzun zamandır görmemiştim" havalarında herkese-istisnasız- laf atıyor, millet yolunu çevirip Elif'in yanına geliyor. Çoğunda da konuşmaya başlıyor: "de-de-de, ba-ba-ba" diye ve gülüyor. Böyle olunca da birçok insanla konuşmak zorunda kalıyorum. genelde sadece gülümsüyorum çünkü birçoğu "hiii, bu soğuk havada annen seni dışarı mı çıkarmış" diyor(hava kaç derece bilmiyorum ama az rüzgarlı ve güneşli olsa da bu cümle hiç değişmiyor) Kimseye ayak üstü laf anlatmak, yok şöyle yok böyle demek gelmiyor içimden. Kimseyi kırmıyorum da sadece "yok, üşümüyor" diyorum, geçiyorum. (Eve geldiğimizde çoğunlukla Elif sıcacık oluyor, bense üşümüş oluyorum.)Birkaç haftadır da Elif salıncakta sallanıyor ve haliyle park artık bizim için bambaşka bir hal aldı. Kaç metre olduğunu henüz ölçemedim ama epey uzaktan sevinç nidalarına, çığlıklara, el-kol hareketlerine başlıyor. Hava iyiyse ve az uyuduysa (bu ara hep az uyuyor) mutlaka 2 kere dışarı çıkıyoruz. Bugün de öyle oldu. Öğleden sonra dışarı çıktığımızda Elif'i salıncakta sallarken arka arkaya şu soruları soran bir ablaya sırf Elif'in bol gülücüklü sosyalleşmesi yüzünden maruz kaldım :)
- Kaç yaşında? - Öğlen sıcakta niye çıkarmadın da şimdi soğukta çıkarıyorsun? - Üşümez mi soğuk zeminde? - Kim bakıyor? - Çalışıyor musun, nerede? - iznin ne kadar, ne zaman işe döneceksin? - Sen işe dönünce kim bakacak? Kreş en iyisi... - Emziriyor musun? - Günde kaç kez uyuyor? - hep böyle gülüyor mu? - Eviniz kira mı?........ Abarttığımı sanmayın, kısacık 5 dakikada bana bu sorular soruldu hem de hiç tanımadığım biri tarafından. Tecrübeli anneler bana kıs kıs gülüyorsunuz değil mi? "Bu daha başlangıç esoşçum" diye. ben de işte onu bildiğim için bu yazıyı yazdım ya,korkuyorum dostlar :) Çoğuna gülümseyerek 1-2 kelimeyi aşmayan basit cevaplar verdim. Ama ne cevap vermek isterdim, buraya yazayım da rahatlayayım. Aslında  "Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri" nin çok faydası oldu bu cevaplar konusunda ama bunları karşımdakine söyleyebilmeye ne zaman cesaret edebilirim, hiç bilmiyorum.
1. cevap: cevaplamaya istediğim sorudan başlayabilir miyim, yoksa bir sıra tercihiniz var mı?
2. cevap: çantamda kısa özgeçmişimi taşıyorum, onu versem bana soru sormayı bırakır mısınız?
3. cevap: sorularınıza cevap vermeden önce ben de size soru sormak istiyorum: "nerede oturuyorsunuz, eviniz kaç oda kaç salon, kaç çocuğunuz var, yemek-bulaşık işleri hep sizde mi, kocanız ev işlerinde yardımcı oluyor mu, en son hangi kitabı okudunuz, yoksa hep dizi mi izlersiniz, hangi takımı tutuyorsunuz, gs-fb derbisinde kim kazanır, hı kuzum ne dersiniz?
İşte böyle bir şey...
Biliyorum siz benim gibi "saf" simaları pek seviyorsunuz "park annelerimiz" ama ben henüz bu kuşatılmaya hazır değilim-galiba-
Ben ne kadar asosyal biriysem Elif de o kadar sosyal, annelikle beraber bende de bir açılım olur mu acaba?
O değil de, ben çekingem/asosyal/tutuk halimi de seviyor(d)um :)


Devamını oku »

5 Şubat 2015 Perşembe

Çizimler-2 :)

Çizimlerim birikmiş de buraya eklememişim ne ayıp :) Ben de çaktırmadan "çizer" oldum ya :) Bu çizimleri rica ediyorum gerçekten çizebilen -ki benim hiç ama hiç kıskanmadığım ühüü böhüüü- insanlar "okumasın". Bir amaç için değil, aklımdan o an ne geçerse/canım ne isterse onu çiziyorum. Geri kalanını da başka sefere sakladım. Bir de bugün çok şahane 2 kargo aldık Elifle. Kargocu amcalar/abiler Elif'i çok seviyor, hepsine gülüp laf attığı için olabilir tabii. Bu iki kargoda neler olduğunu başka yazıda yazayım, buraya sıkıştırmayayım. "Herkese mutlu günler" yazardım eskiden, çünkü o zamanlar yazılarımı gündüz yazardım şimdi hatırladım. O halde, iyi geceler diyeyim...
Devamını oku »

4 Şubat 2015 Çarşamba

Günlerimin Mutluluk Sebebi :)

Aslında sadece fotoğrafı koyup kaçacaktım ki... Yok yok şuraya iki satır yazmazsam çatlarım dedim :) Bu ara nedense çoğu kişiden "iş"le alakalı bir şeyler duyuyorum. İşyerinden de telefon geliyor arada, kimisi sohbet için arıyor kimisi de "e ne zaman döneceksin" demek için (gül yüzüm için değil yani, iş için bekleniyorum) Ve kiminle konuşsam "Çok sıkılmışsındır" diyorlar. Ben cidden çok şaşırıyorum bu cümleye. Sıkılmak mı? Evde mi? Elifle mi? Günlük temiz hava ihtiyacımı aldıktan sonra ben evden çıkmayı hiç istemem ki. Televizyonumuz olmadığını yeni yeni öğrenen komşularımız şoka giriyor: "Hiii, napıyorsun o kadar saat bir başına?" "E, Elifle birlikteyiz ya" diyorum ama yetmiyor bu cevap. İnsan üretme ihtiyacı duyuyor, o kabul. Ama ben bu ihtiyacımı Elifle, Elif uyuduğunda da çizim...
Devamını oku »

3 Şubat 2015 Salı

Büyüklerle Dalga Geçme Dersleri ve Büyüklere Mektuplar :)

"Sevgili anneciğim, babacığım; Neden "daha çok" hatta "daha da çok" oyun oynayamıyoruz, işte bunu anlayamıyorum. Sanki devamlı beni uyutmaya çalışıyorsunuz gibi hissediyorum. Halbuki ben uyumak istemiyorum. Hem de hiç! Aklım hep oyuncaklarımda, raflarından indirmek istediğim kitaplarımda ve halıda uçuşan tüyleri yakalayıp ağzıma atmakta. Siz hiç çocuk olmadınız mı? Bebekliğinizi hemen mi unuttunuz yoksa? Büyümeye çalıştığım için içim kıpır kıpır, görmüyor musunuz? Beni biraz ananeme/babaanneme bıraksanız da orada yaramazlık yapsam yani onlarla oynasam olmaz mı? Bir de şu işi bir açıklığa kavuşturalım: arabaya binmeyi sevmiyorum. Beni kendi arabama koyun ve istediğiniz kadar yürüyün, ona sesimi çıkarmam çünkü ben açık havada olmak, kuşların sesini duymak, 100 metre öteden geçen amcalara...
Devamını oku »