Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




BDK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BDK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Kasım 2014 Pazartesi

Kurtarıcı Müzik: Mahna Mahna :)

Evde televizyon olmadığından (bunu da 1 milyon kere söylemiş olabilirim) Elif'in görsel izleme konusunda eksiği var. Yani misafirlikte bir yerde denk gelip de televizyon görürse "bu ne kiiii" diye etrafına bakınıyor. Biz de tv'yi kapatıyoruz. Hele ki şu aylarda çok gereksiz geliyor bana. Eğitici-öğretici bebek kanalları da varmış ve çocuklar şarkı, sayılar, yeme-içme kültürü vb. şeyleri oradan öğreniyorlarmış diye duydum. Laf atmak istemem elbette ama  2 yaş altı bir çocuğun fazla bir görsel izlenceye maruz kalmasını şahsen doğru bulmuyorum. Bu da bir annelik tarzı/tercihi olsun.
Birkaç ay önce BDK'da şu yazıyı okurken videoyu da açtım tabii, Elif de yanımdaydı o ara. Başladı gülmeye :) "Aaa çok komikmiş değil mi?" falan derken zaman geçti tabii aradan.
Arabada Elif'i durdurmakta çok zorlanıyorum. Yani ciddi anlamda animatörlük yapıyorum. O havuz kenarındakiler az yoruluyordur benden. Arabada yolculuğu mu sevmiyor, koltuğuna mı alışamadı bilmiyorum. Doğduğundan beri o koltukta yani yeni bir şey değil aslında. Bize diyorlar ki "ohh şimdi arabada uyur" Durum bizde pek öyle değil. Hani belki sonunda uyuyor (uzun yolda) ama uyuyana kadar da ağlama krizleri eksik olmuyor. Geçen akşam da misafirlikten dönerken bu video geldi aklıma, izlettim, sustu ve gülmeye başladı. Daha sonraki birkaç sefer daha ağladığında bu videoyu izlettim ve işe yaradı. Demek ki anneler boşa değil nefes almak için çocuğa reklam açıp rahatlıyor :) Kimseyi yadırgamam, büyük de konuşmam ya da konuşmamaya çalışırım çünkü söylediklerini yutma ihtimalin var bu durumda.
Neyse konuyu yine çok uzattım. Bana masum gelen ve çok sevdiğim Muppetlardan siz de zor an'larda faydalanmak isterseniz diye paylaşayım dedim. Abartmamak gerek elbette ki. Ve cidden zor zamanları tespit etmeli ki etkisi azalmasın :) Annelik biraz kurnaz olmayı da gerektiriyor-du değil mi?
Teşekkürler BDK; seviyoruz sizi :)



Devamını oku »

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Merhaba DÜNYALI, Biz (de) Dostuz :)

     "Merhaba Dünyalı, biz dostuz" :)
      Çok sevdim bu lafı; birkaç aydır dilime dolandı.
      Sebebi de ayın 1'ini beklemeden -eğer çıkmışsa- koşup aldığım Dünyalı dergi.
      Daha önce derginin ilk sayısından bahsetmiştim. Şimdiye kadar 5 sayı okuduk ve hepsi birbirinden güzeldi. Lakin bir sıkıntısı vardı: çabuk bitiyordu :/ Banu ve Yıldırayla sıkı pazarlık yaptık; dergi 15 günde bir yayınlansın dedik; "ortada Banu ve Yıldıray kalmaz o zaman" dediler; "peki madem" dedik; ayda 1 olmasını kabullendik.
      Bir Dolap Kitap hangi işe girse ben hep heyecanla ve mutlulukla takip ediyorum. Sanki ben de o işin içindeyim gibi hissediyorum. Halbuki yeni işleri konusunda pek ketumlar :)) 
      Dünyalı'nın içinde neler olup bitiyor çok merak etmiştim. "Yayın Yönetmeni" ile bir röportaj ayarlayayım dedim; karşıma yine Yıldıray çıktı :) 
      Daha önce hem Banu hem de Yıldıray kitaplarıyla olan söyleşi ile "1 Kitap 1 Mektup" etkinliğine konuk olmuşlardı. Ve hatta BDK ile nasıl tanıştığımızı ama konuşamadığımızı da yazmıştım. 
      Her ne kadar Yıldıray "onu zaman gösterecek" dese de bence BDK'nın yaptığı en güzel işlerden biri oldu DÜNYALI. Tabii ki sadece onların emeği yok bu dergide. (Tam tanımadıklarım kusura bakmasın ama Beyhan İslam, Ezgi Keleş(gözler Usta'yı arıyor :P, Ege Erim sahiden de dergiye çok yakışmışlar.)
      Ben yine çok konuştum... Biraz susayım ve sorulara geçeyim en iyisi :)
          

     Doğal olarak ilk soru “Dünyalı” derginin nasıl oluştuğu hakkında J Sahi, nerden çıktı dergi fikri ve nasıl gelişti süreç?
Ben Milliyet Çocuk’la büyüdüm. Banu Doğan Kardeş’le büyümüş. İkimiz de çocuk dergisi denince benzer şeyleri düşünüyoruz yani. Gel gör ki bir kitapçı ya da gazetecide satılanlara kıyasla “dergi” denince bizim aklımıza gelen birbirine hiç benzemiyor.  Piyasadaki dergileri ele desen toplam 5 tane çıkartamıyorum iyidir bu diyerek önereceğim. Uzun lafın kısası, piyasadaki dergilerin büyük bölümünün okurlarını ciddiye alan, onlara gerçek içerik sunmayı amaçlayan dergiler olmadığının farkındaydık. Yani bir yerde kendi dergimizi kendimiz yapmak istedik.Ayrıca bunun Bir Dolap Kitap’ın yapması gereken bir iş olduğuna da inanıyorduk. Dolap’ta haftalık bir dijital dergi girişimimiz olmuştu ve tam 16 sayı yapmıştık hatta. Gerçi o çocuklara yönelik değildi ama çocuklarla ilgiliydi. Her neyse, bir çocuk dergisi yapmak fikri öyle ansızın gelmedi aklımıza anlayacağın. Zaten Dünyalı da öyle ha deyince çıkmadı. Önce bir maket hazırladık. Hazırladığımız maket Dünyalı’ya çok benzemiyordu ama olsun, nasıl bir dergi istediğimize dair fikir veriyordu. Sonra bu maketi sunduk. Tudem Yayın Grubu’yla yaptığımız görüşme çok güzel ve özeldi. Herkes Milliyet Çocuk’la şerbetlenmişti, herkes benzer bir dergi yapmak istiyordu. Derken Gezi Direnişi başladı. Onun rüzgârını da arkamıza alıp kolları sıvadık. Derginin ortaya çıkması için birkaç ay aralıksız çalışmamız gerekti. Kabaca, ilk sayıyı en az 5 kere yaptık diyebilirim. Ondan sonrasını biliyorsun zaten.

“Dünyalı” ismi nereden geliyor?
“Dünyalı” ismini Tudem Genel Yayın Yönetmeni İlke Aykanat Çam buldu. Biz dergiye ad bulmak için deli danalar gibi dönenip dururken, o, sakince “Dünyalı olsun,” dedi. İçeriğini, ilkelerini ve hedeflerini göz önüne alınca Dünyalı adı dergiye cuk oturdu. Dünyalı’nın söylediği söz kabaca şu: “Çocuklar da yetişkinler gibi bu dünyada yaşıyor. Bu dünyada ne oluyorsa çocuklara da oluyor. Öyleyse olan biten her şeyden çocuklar da haberdar olmalı.” Hepimiz Dünyalı’yız yani.

      Bir sayının tamamlanması ortalama olarak kaç günde oluyor?
Bu çok zor bir soru. Kesin bir yanıtı yok. Bazı bölümler birkaç günde çıkıyor, bazıları birkaç haftada. Bu noktada Dünyalı’nın asıl dikkat edilmesi gereken özelliği şu: Çizgi öyküler hariç tüm içerik özgün olarak dergi için üretiliyor. Yazar ayrı, çizer ayrı, editör ayrı, grafiker ayrı çalışıyor her bir sayfayı. Sonra bir de matbaa ve dağıtım süreci var. Üstelik tüm bu işler her ay sıfırdan yapılıyor. Sıkışık bir takvim.

      Konulara nasıl karar veriyorsunuz? (en merak ettiğim sorulardan biri de bu)
Konuların bir kısmına gündem karar veriyor. Gündemdeki önemli meseleleri, dolaylı da olsa dergide konu ediyoruz. Bunun yanında merak ettiğimiz bir sürü konu var, onları da içeriğe ekliyoruz yeri geldikçe. Yazarların, çizerlerin ve grafikerimiz Bahar’ın da önerileri oluyor. Eşimizden dostumuzdan da öneriler geliyor. Tudem’de editörler, genel yayın yönetmeni ve biz toplantılar yapıyoruz. Her sayı için aşağı yukarı bir tema, bir yaklaşım belirliyoruz, tüm önerileri ve üretilmiş içerikleri buna göre değerlendirip o sayıyı inşa ediyoruz. Sonra üretim başlıyor.

5    Kaç kişilik bir ekip oluşturuyor dergiyi ve iş bölümü nasıl yapılıyor?
Dergiye emeği geçen, katkı sağlayan çok kişi var. Kaç kişilik bir ekip olduğunu söylemek zor. Yazarından, çizerinden depocusuna kadar onlarca kişi çalışıyor Dünyalı için. İş bölümü de şöyle oluyor: Yapılacak ne iş varsa yapabilen üstleniyor. Böyle söyleyince dağınık bir çalışma yöntemi gibi algılanabilir ama değil elbette. Herkes zaten yapacağı işi biliyor ve gerektiğinde daha fazlasını yapmaktan çekinmiyor.

      Derginin hitap ettiği yaş grubu 7 ve üzeri mi?
Biz yola 8 yaş ve üzeri bir dergi yapmak üzere çıktık. Bu”…ve üzeri” ifadesini çok ciddiye alıyoruz. Daha derginin tek bir satırı bile ortada yokken benimsediğimiz hedeflerden biri dergiyi yetişkinlere de okutmaktı. Geri dönüşlerden bunu başardığımızı anlıyorum. Asıl ilginç olansa 7, 6 ve hatta 5 yaşında okurlarımızın olması. İşte bunu beklemiyorduk. Verdiğimiz maketleri yapıp ya da çıkartmaları yapıştırıp fotoğrafını bize gönderenler arasında 5 yaşında okurlarımız var. Bir arkadaşımın 6 yaşındaki ikizleri her ay bir kere anne babayı oturtup bir güzel okutuyormuş dergiyi.

 “Dünyalı” için “Milliyet Çocuk” dergisinin devamı/mirası diyebilir miyiz?
Eğer dersek haddimizi aşmış oluruz. Milliyet Çocuk bizim için önemli bir rehber çünkü çok önemli kafaların ellerinde yapılmış iyi bir dergi. Abdi İpekçi’nin, Tarık Dursun K.’nın, Ülkü Tamer’in yönettiği; Haldun Taner’in, Aziz Nesin’in, Yalcvaç Ural’ın, Orhan Boran’ın ve daha birçok önemli ya datanınmış kişinin yazdığı bir dergi Milliyet Çocuk. Düşün ki sağlık köşesini Cüneyt Arkın yazıyormuş!Günün birinde birileri benim bugün Milliyet Çocuk’u andığım gibi Dünyalı’yı anarsa iyi bir iş yaptık demektir.

      Okurlardan geri dönüşler nasıl; çocuklardan mektuplar geliyor mu J
Okurlardan geri dönüşler genellikle olumlu yönde. Şimdilik kimseden bir şikâyet gelmedi. Fakat okurlardan mektup az geliyor. O iletişimi sağlayamadık bir türlü. Bu eksikliği gidermenin yollarını arıyoruz.

      Derginin konuları sabit mi yoksa daha da genişletmeyi/arttırmayı düşünüyor musunuz?
Dergide belli konulara ayrılmış köşeler var ve bunların devam etmesini istiyoruz. Derginin içeriğini genişletmek ve geliştirmek için sayfa sayısını artırabilmemiz gerekiyor. Bu da bazı koşullara bağlı. O koşulları sağladığımızda Dünyalı’nın içeriği gelişecek ve çeşitlenecek elbette.

 Gerçekten de hediyesi/posteri olmadan bir dergi satmaz mı?
Satmaz. Çünkü esas olan içerik değil. Bunu sadece okurlar açısından söylemiyorum; çoğu derginin üreticileri için de içerik esas değil. Bu nedenle derginin fark edilmesini ve tercih edilmesini sağlamak başlı başına bir iş. Hedef kitle çocuklar olunca onları kandırmak için Çin işi dandik oyuncuklar ve biraz da JustinBieber posteri devreye giriyor. Dergileri üretenler de biliyor ki, okuma eylemi hedef kitlenin esas ilgi alanını oluşturmuyor. Biz bunu dükkân dükkân dolaşarak araştırdık. Gazetecilerin, kitapçılardaki satış elemanlarının hepsi de (istisnasız hepsi, abartmak için söylemiyorum yani) çocukların dergi seçerken armağanlara bakarak karar verdiklerini söyledi. Yetişkinler kıstası ise, derginin eline verildiği çocuğu ne kadar uzun süre oyalayacağıyla sınırlı çoklukla. Yani önemli olan yetişkinler bir işle uğraşırken, araba kullanırken, uçakla seyahat ederken ya da arkadaşlarıyla laklak ederken çocuğun sorun çıkarmadan uzun süre sessiz sedasız bir kenarda sabit durması.

      Derginin konuları için kaynak taramasını nereden yapıyorsunuz? (sadece internet mi?)
Derginin içerikleri hazırlarken kullandığı kaynaklar çok çeşitli. Doğrudan ulaştığımız, konunun uzmanı kişiler var mesela. Bu kişiler bize doğrudan içerik verebiliyor ya da danışmanlık yapıyor. İyi kullanılırsa internet müthiş bir kaynak. Bloglarda insanlar deneyimlerini paylaşıyor, kaynak gösteriyor. Ayrıca Dünyalı’nın raflar dolusu kaynak kitabı var. İçeriğin nitelikli ve doğru olması için çok çaba harcıyoruz. Örneğin sanat bölümünün yazarı Nihal Elvan Erturan hakkında yazdığı sanatçıya, ona olmazsa temsilcisine, ona olmazsa sergisini düzenleyen galeriye, müzeye ulaşıyor, gereken malzemeyi doğrudan almaya uğraşıyor.

     Önümüzdeki sayılarda bizleri ne sürprizler bekliyor? (hani belki birkaç ipucu verirsinJ
Dergi normal akışına devam ederken bir yandan da yeni yazarlar, yeni çizerler ve yeni içerikler arıyoruz, bazılarıyla çalışıyoruz. Şimdilik bu kadarını söyleyebilirim.

     Derginin satışı belli şehirlerde mi var yoksa tüm Türkiyede “Dünyalı”yı bulabilir miyiz?
Dünyalı, Yay-sat aracılığıyla tüm Türkiye’ye dağıtılıyor. Elbette her dükkâna ulaşmıyor ama her kente ve KKTC’ye ulaşıyor. Ayrıca abone olanlar dergiyi istedikleri adrese getirtebiliyorlar. Eski sayılar da tudem.com adresindeki Dünyalı sekmesinde online olarak satışta.

 Ne kadar harika bir iş yaptığınızın farkında mısınız? J

Bunu hayat gösterecek.
Cedric'e benzettiğim Piko :) Çok neşeli bir karakter
Son sayının Temmuz-Ağustos olarak çıktığını fark etmeyip 1 Ağustosta marketleri, kitapçıları gezip "bu sayı neden gecikti ki" diye düşünüp BDK'ya mesaj atmıştım :) O kısım biraz dalgınlığıma gelmiş olabilir :)
DÜNYALI'yı ben neden seviyorum?
Öncelikle dergi okumayı seviyorum. Üniversitedeyken yıllardır biriktirdiğim Atlas ve NG dergilerini taşınma sebebiyle vermiş olmak hala yaradır içimde. 
Çocuk dergilerini okumayı seviyorum. "Okuma" kısmının özellikle altını çizmek lazım. Piyasadaki içerik yoksunu dergilerden bahsetmiyorum. O yüzden bence Dünyalı büyük bir boşluğu doldurdu. İçerisindeki konuları çok sevdim. Sahiden de bilimi, sanatı, doğayı daha anlaşılabilir ve zevkli kılıyor. Çizimleri bir harika. Yani içerik dolu dolu. Yeni sayıyı elime aldığımda sayfaları önce hızlıca çeviriyorum; bu ay kim ne yazmış diye :) Sonra da yavaş yavaş sindire sindire okuyorum. Yıldıray bana kızacaksın ama çabuk bitiyor bu dergi :)) Bir sonraki ayı beklemek zor oluyor. Ama elbette ki bu kadar yoğun emek olmasa yani alelade yapılsa herhalde haftalık bile çıkar-dı. Yani biz halimizden memnunuz.
Lafı yine uzattım ama "Dünyalı" adının nereden geldiğini okuyunca da çok şaşırdım, hiç o açıdan düşünmemiştim. Ne kadar doğru/güzel bir bakış açısı.
Bak yine aklıma geldi:
 "Merhaba Dünyalı, biz dostuz" :)

4 Eylül 2014* tarihine kadar DÜNYALI hakkında merak ettiğiniz soruları bu yazının altına yorum bırakabilirsiniz. Yapacağımız çekilişle 2 kişiye DÜNYALI derginin yeni sayısını (Eylül) göndereceğiz.
* Oldukça güncel ve dinamik yapısıyla Dünyalı derginin web sitesine de bir göz atın derim :)
** Elif aslında dergiye bir mektup göndermek istedi ama sevgili ana-babası çekindi; acaba çekinmeseler miydi :)

Devamını oku »

24 Temmuz 2014 Perşembe

Kitap Okuma Rutini (#bugünneokuduk)

Elif'in hayatında kitapların olmasını çok istediğim için ona hamileliğimden beri kitap okuyorum. Ona ilk aldığım kitap YKY'nin Kış Masalları kitabıydı; kış geldi geçti biz kitabı bitirdik. Derken bahar geldi; Bahar Masallarını okumaya başladık. Henüz bitirmedik ama sanki kış masalları daha mı güzeldi ne :)
Doğuma girerken de Elif'e "Başka Bir Anne"yi okumuştum; onun yeri bizde çok özel.
Doğumla beraber kitap okuma rutinimiz epey aksadı çünkü Elif uyuduğunda ben de uyuyordum. Elif uyanıkken de fırsat olmuyordu. 2. ay biterken ona sabahları  kendi kitaplığımdaki kitaplardan okumaya başladım. Ertesi gün de okudum. Bir sonraki gün de okudum...Ve bu böyle devam etti. Neden bilmiyorum; okuduklarımızı "#bugünneokuduk" etiketiyle paylaştım instagramda ve fark ettim ki bizim gibi bebeğiyle kitap okuyan anneler oldukça fazla. Bu çok hoşuma gitti. Yeni kitaplar öğrendim, yeni insanlarla tanıştım.
Bana en çok "ne zamandır bebeğinize kitap okuyorsunuz?" sorusu geldi; "Elif ne tepki veriyor" dendi.
Tracy Ablanın rutininden biraz uzakta olsak da bizim de kendi içimizde bir rutinimiz var elbette :) 
Genelde sabahları, karnımızı doyurduktan sonra uykuya geçmeden önce boş vaktimiz oluyor. (nasıl? biri uyku mu dedi; hem de Elifle uykuyu aynı cümlede mi kullandı? şaşkın biridir o ya :) Kütüphaneye birlikte gidip "günün kitabı"nı seçiyoruz. Elif genelde ana kucağında oluyor bazen de oyun alanında. Kitabı mutlaka ona göstererek okuyorum. Okurken çoook uzun cümleleri kısaltıyorum. Mutlaka ve mutlaka canlandırma ve abartma yapıyorum. "Koooocamaaaan bir evmiş" gibi...Dikkati dağıldı ya da sıkıldıysa hikayeyi ben kısaca toparlayıp bitiriyorum. 
Kitaplığımızda bizi bir müddet daha götürecek kadar kitap var. Peki ya sonra? İkinci,üçüncü,onbeşinci tekrarlara başlarız :) Yeni kitap almayı zaten her kitapsever gibi ben de seviyorum. Ah bir de güncel kütüphanelerimiz olsa... Çocuk kütüphanesi hele ki :)
Bir ara "çocuk kitapçısı" mı açsaydık demiştim ama düşününce hemen vazgeçtim. Kitaplarla-çocuklarla ilişkimin "satış" kısmında olmasını pek istemiyorum. İstanbul'da olan ve benim tee buradan takip ettiğim çocuk kitapçıları da sürekli atölye çalışmaları yapıyor. Bu güzel bir şey ama benim çekingen tarzım buna yatkın değil. En güzeli "çocuk kütüphanesi" :) İçindeki her şeyin ücretsiz olarak kullanılabildiği, kitap okuma saatlerinin olduğu vs. 
Nereden nereye uçtum.. Biri beni durdursun :)
Geçenlerde BDK Yıldıray şöyle bir yorum yapmıştı: " çocukların ne okuduğunun önemi yok;yeter ki sizi de bir şeyler okurken görsünler. bu bir broşür de olabilir dergi de." Katılıyorum. (Yıldıray, umarım söylediğini doğru hatırlıyorumdur :)
Hangi yaşta hangi kitapların okunduğunu ben kalın çizgilerle çizmiyorum.
Sadece biraz daha nitelikli kitapları tercih ediyorum.
Bunlar neler derseniz de BDK'nın listesine bir göz atın derim.(ve elbette Dünyalı dergiye de)
Benim  sevdiğim bir şeyi başkası sevmek zorunda da değil ayrıca.
Ben Ayşegüle (ilkokul anılarıma gitmek lazım) -henüz okumadım ama kitabevinde inceledim- Cemile'ye, bir şeylerin "süper" gösterilmesine, çocuğa "yatmadan önce dişlerini fırçalamalısın"lı cümlelerin kurulmasına da dayanamıyorum. O kitap anında kapanıyor.
Çocuk kitabı dediğin, bence, hayatın içinden olmalı. Çocuklar okulu da asmalı, yaramazlık da yapmalı, keşfederken başını derde de sokmalı (Clementine gibi). Yoksa herhalde tek tip bireyler olur çıkarız.
Bebeğine/çocuğuna kitap okumak isteyen anne/babalara tavsiyem öncelikle kendileri iyi birer okuyucu olsunlar. İlla herkes klasikleri okumak zorunda değil. Sevdiğiniz bir tarzda okuyun. Ve lütfen kimse vaktim yok demesin olur mu :) İstense -yani kitap bir acayip heyecanlıysa- tuvalette geçirilen 5 dakikalarda bile okunabilir.Ben de Elifi slingde uyutmaya çalışırken sallanarak okuyorum :) Benim için de yeni bir tarz :)
Kitabevlerini gezin, kitabı koklayın, sevin,okşayın. Ben öyle yapıyorum :) Çocuğunuzun kitabı sizin gibi sayfaları yırtmadan kemirmeden okumasını beklemeyin, ona böyle bir şey yaparsa da kızmayın. Hepsi birer yaşanmışlık olacak.
Bir de benden tavsiye, birlikte kitap okuduğunuz an'ları saklayabilmek için video/fotoğraf çekin :) Yanlarına da tarih atın.
Bunu her gün yapmak zorunda değilsiniz aslında. Fırsat buldukça...
Bizim rutinimiz şimdilik böyle. Biliyorum ki ilerde farklı rutinler eklenecek hayatımıza. Son çıkan bir kitap eve geldiğinde "ilk kim okuyacak" yarışı olacak  mesela :) (evet evet olsun)

Sahi, sizin çocuğunuzla kitap okuma rutinleriniz neler? Birlikte neler okuyorsunuz, kitapları nereden seçiyorsunuz?
HERKESE CLEMENTİNE TADINDA; NEŞELİ /KİTAPLI GÜNLER :)
Devamını oku »

25 Mart 2014 Salı

1 Kitap 1 Mektup Etkinliği: "21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi" :)

BDK Yıldıray'dan yakın zamanda bir kitap bekliyordum ama nedense aklımda hep ŞuŞu kitabının devamı vardı. Japon karakter Şuşu'yu çok sevmiş, doğumgününden sonra üçtekeriyle neler yaptığını merak etmiştim. İnsan bazen okuduğu kitaptaki karakterleri özler, neler yaptığını merak eder ya sanırım öyle bir şey.
İkinci kitabının konusu bir hayli ilginç gelmişti bana henüz incelemeden. "Sıradan şeyler" neydi ki acaba??? "Arka cebinizdeki taraktan yediğini hamburgere"diyordu kitabın başlığında.
Birkaç gün sonra kitap elime geçtiğinde ilk hoşuma giden şey kitabın tasarımı oldu. Hayykitap bence bu konuda oldukça başarılı.
Keyifle okudum ve bir dolu şey öğrendim. Kitap bitince de aklımda bir dolu soru olduğunu fark ettim. Madem öyle, ben bu soruları Yıldıray'a sorsam ya diye düşündüm :) İşte bu etkinlik de böyle oluştu. Doğurmama ramak kala hiç aklımda yokken sorularımı Yıldıray'a gönderdim ve o da sağolsun bu kadar işin arasında kısa sürede bana dönüş yaptı.

Görseldeki kıvır zıvır tamamen benim katkım, yanlış anlaşılmasın :)
Röportaja geçmeden kitapla ilgili kendi düşüncelerimi/kitaptan öğrendiklerimi yazmazsam çatlarım :)
Genelde okuduğum kitaplar bittikten sonra ilk sayfalarına kısacık not yazarım; bana bu kitap ne hissettirmiş vs. diye.Bu kitaba da "eğlenceli bir ansiklopedi" demişim.(insan hamileyken 2 gün önce yazdığı şeyi 2 yıl önce yazmış gibi olabiliyor) Bir taraftan -söylesem mi emin olamadım ama- cahilmişim gibi hissettim. Hani çok bilindik bilgilermiş de ben bilmiyormuşum gibi. Mesela uçurtmanın savaş sırasında kullanılması gibi. Bazı yerlerde çok güldüm ki annem benim ciddi duruşumun arkasındaki gülüşlere anlam veremedi. Bazı çizimler o kadar güzel anlatmış ki yazıyı, resimleri yapan Ali Çetinkaya kimmiş merak ettim. (Hala merakımı gideremedim ama...)

Kitapta tam 21 adet "nesne"nin tarihi var özetleyecek olursam ama hiç sıkılmadan okunabiliyor. İşin sırrı bu olsa gerek çünkü bilgiler hem detaylı hem de merak uyandıracak şekilde yazılmış. "Bundan bana ne" demedim hiç hatta "inanaaamıyooruuum, bunu da mı yapmışlaaaar" diyip gözlerimi faltaşı gibi açtığım oldu.
Neler öğrendim:
* Türkiyede 1 tane de olsa uçurtma müzesi olduğunu ( Mehmet Naci Aköz Uçurtma Müzesi)
* Eskiden erkeklerin topuklu ayakkabı giydiğini
* Balıkesirin Havran ilçesine bağlı Çakmaklar köyünde kütüphaneli köy çamaşırhanesi olduğunu
* Hamburger deneyinde 1 yıl bozulmadan bekleyen bir hamburger olduğunu
* Yanında yoğurt olan bir bulgur pilavının 10 kaplan gücünde olduğunu (ondan maş. Elif çabuk büyüdü :)


* İlk yoğurdu kimin yaptığını (maya olmadan) şimdiye kadar hiç merak etmediğimi
* Bisikletin, bir yerden bir yere ulaşmanın hem sağlıklı hem çevreci hem sportif hem kolay hem dengeli hem de daha eğlenceli bir yolu olduğunu
* Gözlüğe yitirdiği itibarı dörtgöz Harry Potter'ın geri kazandırdığını :)
* Gözlük merceği ve mercimeğin arasındaki ilişkiyi
* Kimin gözlüğe ihtiyacı var başlığında oldukça ilginç bilgiler var ama burada yazmayayım, okurken hevesiniz kaçmasın
* Cd'lerin çalma süresiyle Beethoven ilişkisini
* Şemsiyenin yağmurdan önce güneşten korunmak için kullanıldığını
* Bardak kenarındaki şemsiyelerin buzları güneşten koruduğunu :)
* Yoyonun uzaya giden ilk oyuncak olduğunu (1985)
* Bugün herkesin cüzdanını cebinde taşıması gibi 1700lerde herkesin kaşığını cebinde taşıdığını
* 'Kot' isminin bir marka değil bir ailenin adı olduğunu
* Dünyanın hemen her yerinde "ketçap"a "ketçap" dendiğini

İçinde ayrıca:
* Şeytan uçurtması yapımı
* Müzik aleti olarak tarak
* En iyi cacık tarifi (inanılmaz sabır gerektiriyormuş bence)
* Evde kendi yoyonuzu yapın
* Zihin gücüyle kaşığın nasıl büküleceği gibi konu başlıkları da var.

Anılar:
Kitapta böyle bir bölüm elbette ki yok ama nesneleri ve onların tarihini okurken insan kendindeki tarihi hatırlamaktan da geri kalmıyor. Mesela benim için bir tanesini yazayım. Babam uçurtma yapmayı çok severdi hatta çocukken tüm arkadaşlarının uçurtmalarını kendisinin yaptığını söylemişti. Bir pazar günü evde harika bir uçurtma yaptık ve damdan uçurtmaya çıktık...(neden dışarısı değil hatırlamıyorum) Başlarda harika uçuyordu ve ben çok eğlenmiştim. Ancak sonra benim uçurtmam çooooook uzaklardaki bir ağaca (sahiden uzaktı) takıldı ve ben uğraştıkça da ip kesildi ve uçurtmam o ağaçta kaldı. Sonrasında babam başka uçurtmalar da yaptı ama hiçbiri o uçurtmamın yerini tutmadı. Ve kimse kusura bakmasın ama o ağaca uzun yıllar sinir sinir baktım :) (tabii ki hata bende değildi, uçurtmamı yutan o ağaçtaydı :)

Kaynak: burada
Lafı sanırım çok uzattım. Ama bu kitabı okuduktan sonra aklımda o kadar çok şey kaldı ki yazmazsam bir şeyler eksik olurdu.
Daha önce 1 Kitap 1 Mektup'ta eğlenceli röportajlar olmuştu, hatta tesadüf bu ya son röportajı Yıldıray'ın oyun arkadaşı BDK Banu ile yapmıştık :)
Benim sorularım ve Yıldıray'ın verdiği -bence gerçekten- oldukça samimi cevaplar:
1. Henüz kitabı okumaya başlamadan aklıma gelen bir soru aslında bu: "böyle bir fikir/proje aklına nereden geldi?
Çok derin bir yanıtı yok bu sorunun. Bunlar merak ettiğim şeyler. Merak ettiğim şeyleri öğrenmek güzel, insanlarla paylaşmak da güzel, ama elbette bir öyküsü var. Yıllar önce (ne olduğunu söylemeyeceğim) benzer bir proje gelmişti aklıma. Daha doğrusu televizyon için birkaç bölümlük belgesel projesiydi bu. Gerçekleştiremedim. Gerçekleşmesi için çok çalıştığımı da söyleyemem aslında. Bir biçimde bu proje hep aklımın bir kenarındaydı. Derken bir gün bir metin yazma işi geldi. Benim şu ne olduğunu söylemediğim projenin konularına çok benzer bir metin sipariş ediliyordu. Metni yazdım ve çok büyük keyif aldım. Fakat o proje gerçekleşmedi. Aldığım keyif o kadar büyüktü ki, sürdürmek için bir yol aradım. Hayykitap'la görüştük ve proje onların da aklına yattı. Sonra çalışmaya başladık.

2. Seçtiğin objeleri neye göre seçtin? Neleri eledin ve neden "21" tane (özel bir anlamı var mı?)
Kitabın başında da anlattım aslında; kitaba konu olan nesneleri neredeyse rastgele seçtik. "Seçtik" diyorum çünkü o toplantıda Banu ve editörüm Gökçe de vardı. Elbette böyle bir kitap projesini önerirken aklımda birkaç tanesi zaten vardı. Uzun bir liste yaptık ve herkesin yaşamında bir biçimde bulunduğunu ve hatta büyük yer tuttuğunu tahmin ettiğimiz nesneler kalana kadar eleme yaptık. 
Elediğim nesneler arasında sabun vardı mesela. Biraz araştırdım ve fazlaca kimyayla karşılaştım. Konu çok keyif vermedi. Anahtar da elediğim konulardan biriydi. Başka nesneler de var ama aklıma gelmiyor şimdi.
"21" özel sayılardan biri bana göre. 7 ya da 13 de öyle. Uğurlu sayı falan gibi bir geyik değil söz ettiğim. Bu rakamlar akılda daha kolay kalıyor, daha çok ilgi çekiyor. Fakat 7 ya da 13 nesne az olurdu. 49 nesne de çok olurdu. 21 oldukça ideal bir sayı. Doğrusunu söylemek gerekirse kitabın tam adının ne olacağını, hangi nesnelerin kitapta yer alacağını, hatta nesnelerin kitapta nasıl yer alacağını bile bilmeden önce kitabın adında "21" sayısının olmasına karar vermiştim. Daha kısa ifade etmek gerekirse, bu kitabı yazma kararımdan sonra aldığım ikinci karar kitabın adında "21" sayısının olmasıydı. Dolayısıyla 21 nesne hakkında yazdım.

3. Ne kadar zamanda hem okumaları yaptın, onları süzgeçten geçirdin ve yazdın?
Kitabı çalışmaya başladığımda Tayga henüz annesinin karnındaydı. Tayga'nın doğumuyla başlayan uykusuzluk hali ve Gezi Direnişi zaman zaman kitabı bir kenara bırakmama neden oldu. Bu hesaba göre tüm çalışma 13-14 ay kadar sürdü diyebilirim. 

4. Hangi kaynaklardan faydalandın? Kitabın sonunda yer alan kaynaklardan başka neler sana yol gösterdi?
Daha fikri bile aklımda yokken bazı nesneler hakkındaki görüşlerim oluşmuştu bile. Örneğin kot pantolon hakkında uzun zamandır, "Islanınca kurumaz, soğukta ısıtmaz, taşlanırken öldürür," diyordum. Konularımı ele alırken bu görüşlerim bana gayet güzel yol gösterdi. En önemli yol gösterici ise merak aslında. Bunun yanında internet muhteşem bir kaynak. Çoklukla insanlar internete bir şey aradıklarında ilk sayfanın en üstünde çıkan birkaç linkteki bilgilerle yetinmeyi tercih ediyorlar. Oysa gerçek deneyimler daha derinlerde bir yerlerde bulunuyor. Hemen her nesne hakkında gerçek kişilerin aktardığı gerçek deneyimler bulunabiliyor. Daha iyi ne yol gösterebilirdi ki?

5. Senin için en ilginç "tarih" hangisiydi?
Hakkında yazdığım her nesnenin tarihi benim için çok ilginçti. Beni en çok etkileyen ise "ruj" oldu. 

6. Kitapların hitap ettiği yaş grubu ifadesine çok inanmasam da sence bu kitap kaç yaştan itibaren çocukların ilgisini çeker?
Hiç bilmeden çok ilginç bir noktaya dokundun bu soruyla. İşin aslı, ben bu projeye bir çocuk kitabı yazmak üzere başladım. Nesneleri araştırdıkça şaşırdım. Karşıma çıkan bilgilerin çoğunu eleyemedim. Anlatımlarım uzadıkça uzadı. Sonunda hedef yaş grubu olmayan bir kitap çıktı ortaya. Bana kalırsa 10 yaşındaki meraklı bir çocuk kitabın birçok bölümünü keyifle okuyabilir.

7. Her bir başlığın önünde yer alan eğlenceli tanıtım mottosu sana mı ait? (örnek: kirli çamaşırların süper kahramanı: çamaşır makinesi)
Bazıları bana ait. Bazıları sevgili editörüm Gökçe'nin katkısı. 

8. Peki sence ilk yoğurdu kim nasıl yaptı :)
İşte çocukluğumdan beri kafamı kurcalayan soru! Milliyet Çocuk'taydı sanırım, "Pamuk Nine" adında masalımsı bir öykü okumuştum. Çaktırmadan yoğurt hakkında bilgi veren bu öyküye göre, ilk yoğurdu Pamuk Nine yapmıştı. Nedense pek inanmamıştım bu öyküye. O zamandan beridir merak eder durum yoğurdu ilk kimin yaptığını.  

9. En iyi cacık tarifini denedin mi?
İlginç bir durum daha: Annem cacığı zaten böyle yapar. Hemen hemen böyle demeliyim aslında, ayrıntılarda farklar var. Yani yakından tanıdığım bir tarif bu aslında.

Her şey 1 "merak"la başlar ve 21 kısa öyküyle devam eder. Hepsi hayatımızın içindeki "sıradanlaşmış" nesneler  ve çoğunun farkında bile değiliz. Bu kitapta ben kısa da olsa bu "sıradışı" tarihleri okumaktan keyif aldım. 

15 Nisan 2014* tarihine kadar "Tarihini en çok merak ettiğiniz 'sıradan şey'in" ne olduğunu  bu yazının altına yorum bırakabilirsiniz. Yapacağımız çekilişle 1 kişiye "21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz. 
* Elif'in aramıza katılmasıyla süreç uzarsa şimdiden affola :)
** Röportaj için sevgili Yıldıray'a teşekkür etmeyi unutmuşum :))

HERKESE BOL ŞANS & 10 KAPLAN GÜCÜNDE MUTLU GÜNLER DİLERİZ :)
Devamını oku »

1 Mart 2014 Cumartesi

"DÜNYALI"nın İlk Sayısı Çıkmııış,Tükenmeden Alın :)

Yeeepyeni bir dergiye kavuştuk :)
Bir Dolap Kitap'ın sesi bir süredir çıkmıyordu;bu demekti ki onlar bir işler çeviriyor!
Sonunda perşembe günü çeşitli ipuçları verdiler ve bakla ağzımızda ıslandı dediler. Benim aklıma hep bir mekan açacakları fikri gelmişti hatta dert bu ya mekan açılmış gibi "Ah ah İstanbulda açılır şimdi orası, Ankaraya yine pay düşmez" diye üzülmüştüm :)
Meğerse bu bakla uzaylı bir dergiymiş...
Ya da yanlış söylemiş olmayayım "Dünyalı" bir dergiymiş :)
Merhaba Dünyalı, biz dostuz" diyorlar hatta...
1 Martta sokağa koşacağımızı duyunca çok sevinmiştim,zihnimde sokağa koşar görüntüm canlandı 35 haftalık penguen halimle,bir daha güldüm.
Yani belki bugün ben koşamadım ama evdeki karabalığı koşturdum da aldık dergiyi.
Elime alır almaz çok sevdim.
Kendi adıma heyecanlandım çünkü sonunda "okunabilir" bir dergi olacaktı her ay önümde.(Bilim Çocuk alıyorum aslında ama o başka yazının konusu olsun) Ve de ta taaaam bir sürü hediyesi vardı! Evet tabii ki dergiden önce hediyelerine baktım,aklıma çocukluğum geldi yani o heyecanı hissettim.
Bir de BDK adına sevindim, onlar da hayallerini gerçekleştirmiş olmanın mutluluğu vardı. Hani bir şeyi yıllar boyu çok istersiniz ama bir türlü denk gelmez.Sonra bir gün kanlı canlı karşında duruverir ya,işte öyle bir şey olsa gerek dedim.
Gelelim "DÜNYALI"ya;

--Öncelikle derginin sıcakkanlı tarzını sevdim.
--Ve gayet muzır çizimler var hatta bir yumurta deneyinin yanına "Dikkat! Bu etkinliği evde denersen annenle aranız bozulabilir, benden söylemesi" yazmışlar :)) Buna çok güldüm; cidden o annelerin suratı geldi aklıma (Dur yine çok gülmiim ben de ileride o annelerden biri ben de olabilirim :)
--İçinde ohooooo hatta ühüüüüü bir sürü konu var 1 solukta okuyunca "bilgi ve gülme yumağı" oldum :)
-Başlangıçta "Haberler" var.(izlandalıların Elflerinvarlığına inandığını bilmiyordum mesela)
-Şapşal Kuş Piyu pek tatlı bir çizim ve cidden şapşal!
-Bu ayın konusu "Demokrasi ve Seçimler" olmasına rağmen sıkılmadan okuyabildim çünkü çizimleri Ezgi Keleş yapmış (diğer yazı ve çizimlerin de hakkını yemeyeyim tabii)
- Piko...Dostum nedir bu tatlılık,aynı Cedric gibisin;seni çok sevdim :)
- Kent Kolajı hem de atık kağıtlarla... Tabii ki  cincücenin çalışması bu. Bir gün  denersem belki cesaret edip paylaşırım sizlerle.
- Spor bölümünde "Futbol" var ama daha önce hiç duymadığınız bilgilerle...
- Eko/Yaşam 'da "bahçeyi balkona taşıma" var ama bizim Lokum sağolasun bitkilerde sağlam diş izleri bıraktığından buna pek sıcak bakamadım. Yoksa ben de isterim dalından domates koparmak :)
- "En tuhaf Yemekler"de azıcık mide sallanması yaşadım yani bizim patlıcan musakka gözümde "mantı" gibi göründü desem yeridir...
- Güncel Sanat bölümünde küp şekerle neler yapılabilir şaşkınlıkla okudum. "Boş kağıt" sanat eseri mi acaba diye,düşündüm durdum...
- "Başka Gezegenin Çocukları" farklı bir çizim,tatlı  kızla karşılaşabilirsiniz
- Sırt Çantasıyla Vietnam! Hem de Beyhan İslam'ın sırtındaki çantayla :) (Tarzını çok sevdiğim bir isim, ne zaman baksam  Tim Burton görüyorum)
-Doğa, Hayvanlar Alemi, Çevre, Saksıyı Çalıştır, Sağlık, Acar Hafiye, Kültür Sanat,Kitaplık, Sudoku, Laboratuvar, Labirent, Tokaçcan da diğer bölümlerden.
Kısacası içinde "yok yok" bir dergi. 
Çeşitli yerlerinde de Uzaylılar var ve çok sevimliler. Benim favorim:
Bu espri de tüm sayfayı okursanız daha da bir komik geliyor :)
Çok fazla konu olması dikkati benim gibi çabuk dağılan yetişkin/çocuklar için gayet güzel,dergiyi sıkılmadan okuyabiliyorsunuz.
Kitap tanıtımlarının tema eşliğinde olması da ilginç olmuş ama kendi adıma acaba bu sayfalar 2'ye mi çıkarılsaydı diye düşünmeden edemedim.
İnsanların "çocuk dergisi" deyip geçmemelerini, içeriğindeki bilgilerin birçok yetişkinin de fazlasıyla ilgisini çekeceğini düşünüyorum.
Mesela ben anlayamadığım bir konuyu "çocuklar için" yazılmış bir kitapta bazen daha çabuk kavrıyorum :)
Bir sonraki sayılarda çocuklar posta pulu ile zarflayarak neler göndermiş olurlar, merak ettim. Hatta utanmasam ben bile bir şeyler yazacaktım :))
"Bu dergi nasıl bir şey acaba?" derseniz oldukça detaylı bir web siteleri var.
Bir de unutmadan içinde fasikül fasikül edebiyat da var,ilk sayısı "sarı maymun" da hediyelerden biri. Sonu çok heyecanlı olur diğer sayıya kadar çatlar mıyım meraktan bilemediğim için henüz okumadım açıkçası.
***(Birkaç gün sonra) "Yapmayacağım" dedim ama yaptım. Okudum "Sarı Maymun"u... Şimdi merakla bekle bakalım diğer sayıyı... :)
Yarın yani 2 Mart günü BDK'yı sabah 10.00'da Açık Radyoda dinlemeyi unutmayın, kim bilir belki " Hey Dünyalı, Biz Dostuz" falan derler :))
* Tudem yayın Grubuna da ayrıca teşekkürler...

HERKESE "DÜNYALI" İLE HOŞÇA VAKİTLER; AMAN DİKKAT BAĞIMLILIK FALAN YAPMASIN :)

Devamını oku »

28 Şubat 2014 Cuma

Kaplumbağa :)

Koca Sevimli Dev'den bahsederken aslında Roald Dahl'ı ne kadaaaaar çok sevdiğimi söylemiştim ve azıcık da kendime kızmıştım; buraya hiçbir şey yazmamışım diye.
İşte bugün de başka bir kitabı var önümde: Kaplumbağa :)
Tek kelimelik kitap isimlerini severim.
Ama bu kaplumbağa bildiğiniz kaplumbağalar gibi değil, o bir Alfie :)
Kitabın konusu kısaca şöyle;
"Zıpzıp Bey çiçeklerine ve alt komşusu Gümüş Hanıma aşıktır; Gümüş Hanımsa bizim Alfie'ye. Yalnız bu kaplumbağa hiç mi büyümüyordur nedir; acaba yok mudur bunun bir çaresi?"
Bu çareyi elbette ki Zıpzıp Bey bulur ve Gümüş Hanımın kalbini kazanır ama asıl önemli olan sonuç değil yaşanılan süreçtir.
"Bir insan aşkı için neler yapar?" gibi romantik bir temayı eğlenceli bir çocuk kitabına yedirmek pek kolay olmasa gerek.
Hele ki söz konusu kaplumbağalar bir büyüyor bir küçülüyorsa :))
*BDK'nın "Kaplumbağa" için yazdıklarını da okumak isteyebilirsiniz...


HERKESE MUTLU HAFTA SONLARIIIII :)
Devamını oku »

15 Şubat 2014 Cumartesi

Koca Sevimli Dev :)

Ne zaman ki bir kitabı okumaya niyetleniyorum;o kitap kalıyor... Öyle garip bir durumum var.
Ama ne zaman ki canım bir kitap çekiyor ve kitaplıkta dolanıyorum;işte o an gözgöze geldiğimiz kitap "şimdi zamanı" diyor.
Kısaca benim için her kitabın belli bir zamanı var. O yüzden yani kitaplıkta bir dolu okunmayı bekleyen kitap var :)
Bugün de öyle oldu. Bambaşka işler yaparken sıkıldığımı fark ettim. Canım tam anlamıyla güzel bir çocuk kitabı okumak istiyordu.
Ve bu kez karşıma Roald Dahl amca çıktı. Onu bu kadar çooook sevmeme rağmen hakkında galiba hiç yazı yazmadım, tuhaf.
İngilizcesi kısaca BFG (Big Friendly Giant) olan kitabın Türkçede de kısaltması KSG :) Tüm kitap boyunca "Koca Sevimli Dev" diyemezlerdi herhalde.
1 kez Roald Dahl okumuş ve sevmiş olmak demek bence istisnasız tüm kitaplarını sevecek olmak demek aslında.
Lafı bu kadar dolandırdığıma göre yine çok sevmişim kitabı :)

Kitabın hikayesinden kısaca bahsedip daha çok ben nerelerini sevdim,bayıldım oralara geçeyim.
Sophie isminde yetimhanede kalan minik bir kız var. Bir gece uyumaya çalışırken dışarıda garip bir sessizlik olduğunu fark eder. Yataklarından tuvalet için bile kalkmaları yasaktır ama o dışarıda ne olduğunu çok merak etmektedir. Perdenin ucundan dışarıyı gözetler ve o anda kocaman bir devin karşı evdeki bir çocuğa borazanıyla bir şeyler üflediğini görür. Ama o da ne! Dev de onu görmüştür...
Koca dev onu kaçırır ve kendi yaşadığı yere götürür. Sophie dev tarafından çiğ olarak ya da belki haşlama bilemedin kızartma şeklinde yenilmeyi beklerken bu devin insan yemediğini öğrenir :)
Yaşadığı yerin hemen dışındaki ondan daha da büyük tam 9 dev vardır ve onlar insan etinden pek hoşlanmaktadır. Her gece farklı ülkelere gidip insanları gece vakti kaçırarak bir güzel mideye indirmektedirler. (Ama Danimarkalılar hariç; onların eti lezzetli değilmiş...)
Sophie ve dev bu durumdan rahatsızdır ancak akıllarına bir şey gelmemektedir.
Derken bir gün koca kulaklı sevimli devin yaptığı rüya kavanozlarını kullanarak bu kötü kalpli 9 devi insanlardan uzak tutacak bir plan gelir aklına minik kızın. Bunun için İngiltere Kraliçesine küçük bir ziyaret gerekmektedir. Ama nasıl? :))
                                                                      ***
Çocuk kitaplarına belki bir alt sınır koymak gerekebilir ama üst sınıra gerek yok sanki. Yani bu kitap için "uygun görülen" yaş 9-12 imiş. 13 yaşındaki bir çocuğun, 23 yaşındaki bir gencin... ve daha bir dolu insanın Roald Dahl'ı bayılarak okuyacaklarına eminim.
Kitabın İngilizcesi de elimde var ancak cesaret edip okuyamadım acaba sıkılır mıyım anlamadığım yerler çok olursa diye. Matildayı sadece İngilizcesinden okumuş ve gayet güzel anlamıştım ama bu kitapta inanılmaz farklı bir durum var; o da KSD'nin konuşma şekli. Okula gitmediği için konuşması oldukça bozuk ve bir çok şeyi karıştırarak söylüyor. İyi ki de öyle yapıyor. Kitabın hikayesinin dışında çok hoş bir orjinallik katmış bu durum.
Minik kızın ara ara bu konuşmaları düzeltmesine KSD sinir oluyor ama Sophie'nin ona "bayılıyorum senin bu konuşmana" demesiyle de mest olup, çocuklar gibi seviniyor.
Sadece konuşma şekli değil, olaylara yaklaşımı da bir hayli sevimli :)
Kitapta hiç unutamayacağım bir bölüm ise kısa bir süreliğine ayrıldıklarında Koca Sevimli Devin Sophie'nin yanağına tatlı öpücük bırakması ve kızın gözünden süzülen gözyaşı oldu...
Oldukça keyifli, bol gülmeceli, ara ara mesajlı ("insanoğlu kendi türünü öldüren tek hayvan" denmesi gibi) harika bir Dahl kitabı.
En sevdiğim Matilda diyordum ama bu sevimli dev de hiç fena değil :) Ben de Sophie gibi o koca kulaklarında yumuşacık bir yolculuk yapmak isterdim...
Kaynak: burada
Bu kitabın filmi çekilse nasıl olurdu diye kıvrandım okurken. Muhtemelen ve mecburen bazı yerler eksik kalırdı. Ben zihnimde canlandırdığım Sophie ve KSD ile yetineyim şimdilik :) (Çizgifilmini de BDK bulmuş; merak edenler buradan izleyebilir)

HERKESE BOL GAGOZ VE ZARTZURTLU GÜNLER DİLERİM(Z) :))
Devamını oku »

6 Aralık 2013 Cuma

Viktorya Hayal Kuruyor :)

Bazı kitapları okuduktan hemen sonra yani hakkında yazı yazana kadar unutuveriyorum.  Ama yoo bu kitap öyle değil. Bu kitap tam da sevdiğim türden. Kısacık bir hikayede  kalbe dokunur ama aynı zamanda da macera dolu bir anlatım var. Başroldeki Viktorya'ya duyduğum sempati öyle az buz da değil hani. Basbayağı kendi çocukluğumdan harika kesitler buldum. Neredeyse tamamen hayal dünyasında yaşayan ve orada türlü tehlikelerle savaşan, kimi zaman at üstünde kimi zaman ayılar tarafından kovalandığı için ırmaklardan yüzerek geçen biri için oldukça sıradan bir apartman yaşamı ne de sıkıcı!
Hikayenin daha ilk sayfasında bu sıradışı yaşamın bir şekilde değişeceğinin sinyalini alıyor, Küçük Prens'in fularına benzeyen bir fular takan Jo ile tanışıyoruz. Viktorya'dan bir yaş küçük olmasına rağmen sınıfları atlayarak gittiği için lisede okuyor. Ama 1 yıl demek hele ki ortaokuldaysanız sonsuz bir zaman dilimi gibidir adeta.
"Üç Şayen" hakkında bir bilinmezlikle başlayıp her gün aynı şeyleri giyen babasını Kovboy çizmesiyle görmesi ile devam ediyor ve odasında ufuk çizgisi yaratan kitapları her gün birer birer azalmaya başlıyor. Siz isterseniz Viktorya Hayal Kuruyor deyin ama evdeki 2 metre boyundaki antika saat de evden kayboluyor yani Viktoryaya göre kaçıyor. Kimseye haber vermiyor çünkü bu sıkıcı evden kaçmak onun da hakkı ve onu kimse bulamasın diye takipçilerin mesafesini uzatıyor.
Viktoryanın en belirgin özelliği pek tabii hayal dünyasında yaşamasının dışında kütüphanede vakit geçirmesi ve bolca kitap okuması. Tanıdık kitaplara çok hoş atıflar da var ayrıca kitapta.
İşin içinde hayal olduğu zaman bu tarzda olan tüm kitapların sonunun bir düşle/uykuyla sonlanması ihtimali oluyor. Zaten bir solukta okuduğum bu kitabın sonunun böyle bitmemesini o kadar çok istedim ki.Sanki bir şeyler eksik kalırdı böyle olsaydı. Neyse ki yazar sesimi duymuş ve gerçekten hiç tahmin etmediğim ve çok duygulandığım (tamam belki biraz ağlamış bile olabilirim) bir son yazmış bu kitaba.
Aradaki hikayeleri ve sonunu elbette söylemeyeceğim. Merak ederseniz alın okuyun :)
* Kitaptaki -benim için- "Osuruk Tozu" esintilerini de daha sonra anlatayım :)
"Viktorya maceralarla dolu bir yaşam, çılgınca bir yaşam istiyordu, onu aşan bir yaşam."

Kitap hakkında BDK'nın yazısını da okumak isteyebilirsiniz.
Viktorya Hayal Kuruyor
Özgün adı: Victoria rêve
Yazan: Timothée de Fombelle
Resimleyen:
 François Place
Çeviren: Şilan Evirgen
Yaş grubu: 10+
Yapı Kredi Yayınları, 2013, karton kapak, 73 sayfa,

HERKESE KENDİ HAYAL DÜNYASINDA -HATTA BELKİ BULUTLARIN ÜSTÜNDE- TATLI VE GÜNEŞLİ BİR HAFTASONU DİLERİM(Z) :)
Devamını oku »

8 Kasım 2013 Cuma

1 Kitap 1 Mektup'ta Bu Kez Soruları Lokum Sordu, BDK Banu ve Kedimiyo Yanıtladı :)

Bir Dolap Kitap ile nasıl tanıştığımızı ve neden konuşamadığımızı oldukça detaylı bir şekilde yazmıştık. BDK Banu'su geçtiğimiz aylarda Hayykitap'tan çıkan pek sevimli bir kitap doğurdu yani yazdı :)
İçinde kediler, Moli ile Olaf ve bizim için evin 2. kedisi olan Kedimiyo var. Hal böyle olunca Banu'ya soruları bu kez Lokum sormak istedi (çok sıkıştırma dediysek de dinletemedik :) :

Lokum ciddiyetle kitabı inceliyor :)
Sevgili Banu,
Sana kocaman merhaba :) Bizimle ilgili bir kitap yazmışsın, geçen gün okudum. Hatta bu kız ne kadar çok şey biliyormuş diye de düşünmedim değil. Bunu düşünürken bıyıklarım bile titredi :) Böyle bir kitabı yazmak nereden aklına geldi? Yoksa sen, yolda karşılaşınca durup bizi sevmeden geçmeyenlerden misin?
Kitabın kahramanı olan sevimli çocuklar Moli ile Olaf uzun zamandır hayatımdalar. Hatta Bir Dolap Kitap'tan önce bile varlardı. Zaman içinde zihnimin içinde büyüyüp geliştiler. Onların nasıl çocuklar olduklarını, neyi merak edip, nelerle ilgilendiklerini düşünüp duruyordum. Onların merak ettiklerini fasiküller halinde bir araya getireyim dedim. Sonra bir gün Kedimiyo diye bir karakter ortaya çıktı. Moli ve Olaf'ı Kedimiyo ile tanıştırınca ilk kitabın konusu da belli oldu: Kediler. 

Bizimle ilgili bu kadar bilgiye nereden eriştin? İtiraf et, yoksa oturup bizi mi izledin?
Evet, sizi çok izlerim. Çocukluğumdan beri pek çok kedi dostum oldu. Bunların bir kısmıyla aynı evi paylaştım. Sokakta kedilerle karşılaşınca selamlaşmadan geçmem. Siz kedileri seviyorum; sizi gözlemeyi de öyle.

Evde Kedimiyo’dan başka arkadaşım var mı? Yeri gelmişken sorayım, Kedimiyo bize gelip kalabilir mi?
Ne yazık ki sadece kağıt üzerindeki Kedimiyo ile arkadaşım şu sıralar. Evde kedimiz yok. Çünkü benim geçmişte kısmen tedavi edilen kedi alerjim yine hortladı. Eşim Yıldıray'ın durumu daha feci. Bir de bahçeli bir evimiz olmadığı için evde hayvan beslemeyi doğru bulmuyoruz. Onların özgürlüğünü ksıtılıyormuşuz gibi geliyor. Hem kedi yerine artık bir bebeğimiz var. Şimdilik o bütün vaktimi alıyor zaten.

Düştüğümde kaç ayağımın üzerinde olduğunu hiç saymamıştım. Ama kitabını okuyunca öğrendim. Bu kitabının birçok arkadaşıma kendilerini tanımaları için de başvuru kitabı olacağını düşünüyorum. Peki ya siz insanlar, siz düşünce kaç ayağınızın üzerine düşüyorsunuz?
Şansılıysak iki ayağımızın üzerine düşmeyi başarabiliyoruz. Şanslı değilsek ayak, kol, kafa, sırt... Farklı yerlerimizin üstüne düşüp kendimizi sakatlayabiliriz. Biz, sirkte çalışmadığımız sürece, asla siz kediler kadar atletik olamayacağız.

Süt ile ilgili yazdıkların hiç hoşuma gitmedi. Ben de sütü çok seviyorum ama kimse bana –zararlı olabilir diye- süt vermiyor. Neyse ki yoğurdu daha çok seviyorum. Ve ondan arada da olsa yiyebiliyorum. Yoğurdu su ile karıştırmadan yememde bir sakınca var mı? Varsa da kulağıma fısıldasan yeter. Yer yemez üzerine bir güzel su içerim ben :)
Aman Lokumcum süt içme sakın. Biz insanların yavrularına da bol süt içirirler, ama ben bunu da doğru bulmuyorum. Süt, onu üreten hayvanın yavrusu için yararlıdır, başkası için değil. Ama yoğurdu afiyetle yiyebilirsin sanırım. Bu konuyu bir araştırayım.

Kaynak: burada
Kitabında yazmamışsın ama saç kurutma makinesi ve süpürge gibi neresinden ses geldiğini anlamadığım bu aletlere sinir oluyorum. Sahi bunlar olmadan insanlar yaşayamaz mı?
Hi hi hi. Yaşayamazlar. Gerçi yaşayanları var. (Mesela biz.) Ama süpürgeyi az kullandığımız için evimiz pis (!). Saçımızı kurutmadığımız için de zaman zaman sinüzit oluyoruz. Tozlu bir evde yaşamaktansa, birazcık şu gürültüye katlanabilirsin bence.
Bu arada sen kulak tıpası takmayı düşünmez misin? (Hiç düşünür müyüm kıhkıhkıh :)

Benim bıyıklarım çok kaşınıyor. Her türlü bilgisayar kenarında kitap köşesinde ve kapıların çıkıntılarında bıyıklarımı kaşıyorum. Bildiğin başka “bıyık kaşıyıcı” var mı?
Zımpara kağıdını bir dene. Ama daha iyi bir yöntem biliyorum. Sahibinin seni seven elleri.

Bir de ben bazen evde çok sıkılıyorum. Kendimi uzaklara atmak istiyorum. Kitabında gördüm. Ben de “gemi kedisi” olmak istiyorum. Bunun için ne yapmam lazım?
Öncelikle bir liman bulmalısın. Limana gelen gemilerden birini gözüne kestir. Yük gemilerinde işler daha zor olabilir. Ama bir yolcu gemisini seçersen, seni sevecek birilerini mutlaka bulacağına eminim. Kimselere görünmeden gemiye girmeyi başarırsan, gemi limandan ayrılana kadar kuytu bir köşede saklanırsın. Sonra da ver elini uzak diyarlar!

Moli ve Olaf, Kedimiyo ile birlikte merak etmeye devam edecekler mi? Ben de çok meraklıyımdır. Bir sonraki gezinizde limonata içerken ben de size eşlik edebilir miyim :)
Tabii ki edecekler. Onların merakı hiç bitmez. Tıpkı siz kediler gibi her yere burunlarını sokabiliyorlar. Şaka bir yana, Moli ve Olaf'ın soruları devam ediyor. Yakında ağaçlarla ilgili sorularına yanıt arayacaklar. Limonata demişken, kediler ekşi sever mi? (Ekşi miiii??? Sarı limon ekşisinden bahsediyorsan,lütfen o benden uzak olsun :)

Seni çok sevdim ben. Benim sorularıma cevap verdiğin için de teşekkür ederim.
Seni, Yıldıray’ı, Tayga’yı koooocaman yalarım, tatlıca patilerim.
Ben de senin kulaklarının arkasını, göbeğini kaşırım sevgili Lokum. İyi mırlamalar...
                                                                              ***
Valla ne desem bilemedim. Lokum hemen kaynaşmış Banuyla halbuki yabancılara karşı çok mesafelidir (aa aynı ben :) Bu işte Banu'nun ve Kedimiyo'nun parmağı/patisi olabilir elbette :)

"Kediler hep dört ayak üstüne mi düşer" kitabıyla ilgili BDK'nın radyo programını dinlemek veya İyi kitap'ta yer alan yazıyı da okumak isteyebilirsiniz tabii :)

29 Kasım 2013 tarihine kadar "Kedilerle ilgili en çok merak ettiğiniz şey nedir?"  sorusunu yanıtlayarak  bu yazının altına yorum bırakabilirsiniz. Yapacağımız çekilişle 1 kişiye "Kediler hep dört ayak üstüne mi düşer" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz. (Mektubu Lokum yazabilir :)


Lokum'un keşfettiği yerlerden dört ayağı üstüne düşme maceralarını da anlatmak isterdik ama o başka yazının konusu olsun. "Lokum halleri"ni merak ederseniz burayı okuyabilir, birbirinden şahane Moli ile Olaf, Dedikodulu Evler ve Kedimiyo çizimlerini almak isterseniz Banu'nun Bobin Dükkanını ziyaret edebilirsiniz. (Kedimiyoları lütfen bitirmeyin, bize de saklayın :)

HERKESE BOL PATİLİ, MUSMUTLU GÜNLER :)
Devamını oku »

8 Eylül 2013 Pazar

Bir Dolap Kitap (BDK) ile Nasıl Tanıştık, Neden Konuşamadık ve Bir Dolu Hikaye :)

Bir Dolap Kitap ile tanışıklığımız neredeyse 2 yılı buldu. Tanışmamıza vesile olan neydi, yolumuz nasıl kesişti çok romantik bir dille anlatmak istiyorum ama balık hafızam buna izin vermiyor çünkü yolumuzun BDK ile nasıl kesiştiğini hatırlamıyorum(z)


Sonra günlerden bir gün çocuklarınızı kitaplarıyla fotoğraflayın ve bize gönderin, Banu'dan pek sevimli bir kitap kaazanın diyorlardı. Lokum'un fotoğrafını çekip göndermiştik :) Kazanamadık ama pek eğlendik.
Ben ara ara aklıma bir şeyler takıldıkça onlara mail gönderdim, onlar da uzuuun uzun cevap verdiler.
Ve günlerden bir gün onunla karşılaştım. Bir afiş. Çok cazip bir teklifi vardı: Geçen senenin Kitap Fuarı etkinliğiydi. Konu, çocuk kitaplarıydı ve BDK da konuşmacı olarak katılacaktı. Hatta Yıldıray'ın "Şuşu ve Üç Tekeri" kitabının etkinliği bile vardı. Çok sevindim. Tek bir sorun vardı: biz Ankara'daydık. Konuk yazarlara bakınca İstanbul çok da uzak gelmedi ve hazır gitmişken pek sevgili Deniz ile de görüşebileceğimize karar verdik. Ancak durumda 1 terslik vardı. Fuara 2 gün birden gidemezdik ve Behiç Ak'ın etkinliği cumartesi günüydü. (burada kötü bir kıyaslama yaparsam affola) Behiç Ak'ın Ankara'ya gelme ihtimalinin BDK'dan daha çok olacağına kanaat getirdik ve Yıldıray'a mail attık:
"Merhaba, biz şu şu şu.. Hani şu konularda görüşmüştük. Hani Lokum da vardı falan. İşte biz fuarda sizi görmek, söyleşiye katılmak istiyoruz ama kesin olarak orada olacak mısınız? Biz birazcık Ankara'dan geleceğiz de..." Yıldıray'ın şaşkınlığı mailden bile anlaşılıyordu ve fuarda o gün o saatte olacağını yazmıştı.
Buradan sonra fuardaki tanışmada benim BDK ile pek koyu bir sohbet içine girmiş olduğumu düşünenler henüz Semracan karikatürlerinde kendimi benzettiğim, heyecanlanınca "Aaa merhaba, ha evet, siz, tamam, hoşçakalın"dan öte bir şey söyleyemediğimi unutmuş olanlardır :)
Ben sadece 1 imza alıp olay mahalinden uzaklaştım.. Söyleşide de soracağım ne varsa sor(a)madım.
Bu olaydan dolayı kendime hiç kızmadım çünkü orada olmaktan mutluluk duyduğumu biliyordum.
Tabii benim bu "şahane" halime muhtemelen "gerçekten" Ankara'dan geldiğime inanamamış olan Yıldıray da pek anlam verememiştir.
Aylaaar öncesinden "orada mısınız" diye mail atıp, sonra da "ehem kem bir de küm" diyip uzaklaşan başkası yoktur herhalde :)
Hatırlamak isteyenler için Kitap Fuarı yazısı da burada.
Bir Dolap Kitap'a bir zaman sonra "Tayga" isimli bir dolap çekmecesi de katıldı, onu da pek sevdik :)
yalnız ilk zamanlarda birazcık yaramazlık yapınca BDK'daki kitaplar biraz eksildi.


Taaa ki...
Geçen gün "Biz geri dönüyoruuuuz" mesajını gönderinceye kadar.
Ben hala inanamasam da BDK kanlı canlı bir yerde bulunacakmış bundan sonra ve 2014'ten itibaren gerçekleşecek ancak bizimle henüz paylaşmadıkları olmadıkolağanüstü şahane bir de projeleri varmış; yuppiii :)
Bir Dolap Kitap'ı bir de kendi dillerinden okumak isterseniz buraya bakabilirsiniz.
BDK'da bulduklarımız & sevdiklerimiz & görmeyi istediklerimiz :
- Çocuk kitaplarını ne çok sevdiğimizi sanırım anlamışsınızdır ve bir o kadar da seçici olduğumuzu. BDK'da okumayı gönlüm çekmese de merak ettiğim kitaplar hakkında fikir sahibi olmayı seviyorum.
- Biiiiir dolu etkinlikleri arasında - bazen hangisine bakacağımı şaşırsam da- gezinmeyi seviyorum.
- Kitap eleştirilerini soğuk bir dille değil de kendi başlarından geçen hikayelerle anlatmalarını seviyorum.
- Yıldıray'ın "Şuşu ve Üç Tekeri" kitabı, Banu'nun "Kediler Hep Dört Ayak Üstüne Mi Düşer" kitaplarını canım sıkıldıkça "Şuşu ne yapıyor" diyerek ya da Lokum için  tiyolar almayı seviyorum.
- Tayga neler yapmış, daktilo ile arasında nasıl bir bağ kurmuş, yoksa o da yeni bir kitaba mı başlamış diye heyecanla son gelişmeleri okumayı seviyorum.
- Hep İstanbul'da olmalarını ve güzide şehrimiz Ankara'ya pek uğramamalarını sevmiyorum.
-  Her hafta kitap çekilişi yapıyorlar; o da pek keyifli oluyor :)
- Devam etmemelerine çok üzüldüğüm dergi projeleri var-dı.
- Pazar sabahları saat 10.00'da Açık Radyo'da keyifli bir vapur seyahati sonrası gerçekleştirdikleri programı dinlemeyi seviyorum. (Not: program bazen açılıyor bazen de açılmıyor, neden böyle oluyor bilmiyorum :/ )



Sevgili Bir Dolap Kitap,
Dilerim daha uzuuun uzuuun yıllar çocuk kitaplarından bahseder, Felaket Henry iyi kitaptı, Behiç Ak ne iyi yazardı diye sohbet ederiz.
Sohbet dediysem, elbette benim "kem" ve "küm"lerimden anlam çıkartmak kolay olmuyor kabul :)

Lokum'dan Tayga'ya kooocaman -sevgi dolu- patiler,
Bizden de size kooocaman kitaplı ve mutlu günler :)

Devamını oku »