Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




acemi anne notları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
acemi anne notları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Kasım 2014 Cuma

3 Kafa : Hamile, Loğusa ve Acemi Anne :)

Bu yazıları aslında Biricik Dünyam için yazmıştım ve orada yayınlanmıştı, blogumda da olsun istedim. Biraz uzun olacak belki ama hepsini bir araya topladım.
İnsanın hayatına bir bebek girince önceden ne hissediyormuşum ben kısmını hatırlamakta zorlanıyor sanki. Şimdilik bu 3 kafa var zihnimde, öncesi biraz flu :)


HAMİLE KAFASI
Şimdi anlıyorum ki “hamile kafası” diye bir şey sahiden varmış. İçindeyken görememişim. Her şey o çift çizgiyi görmemle başlamıştı. Hem bu kadar çok isteyip hem de bu kadar çok şaşırmak da neyin nesiydi?
Eşim hamileliğimi duyup beni havalara uçurduğunda (gerçek anlamda) kızmıştım ona; mercimek boyutundaki yavruma bir şey olmasın diye :) “Analık” dedikleri hemen mi gelip yapışıyordu insanın üstüne, beynine, zihnine, karnına. Aklıma ilk gelen de “Bugün hiç su içmedim.” olmuştu. Sonrasında da arka arkaya içtiğim sular bana gece yol, su, elektrik olarak dönmüştü.
Hamilelik haberini aldığım günün tam da ertesi gün tatile çıkıyorduk. Hiçbir yerde rezervasyonumuz -her zamanki gibi- yoktu ama yoksa bu tatili ertelese miydik? “Yok canııım ben öyle pimpirikli hamile olmam” hallerini en fazla 3 gün sürdürebildim. Bulantılardan dünya dönerken kendimi ancak pansiyon odasında bulmuştum çünkü.
İnsanlara nasıl söylenir? Kaçıncı hafta beklenir? İkili tarama nedir ki? Çubuk krakerle hiç bu kadar samimi bir ilişkim olmamıştı derken 2. trimester geldi.
Hayat “O-la-la!” olacaktı. Oldu mu peki? Bilmiyorum, ama, denizi görememek çok içimde kaldı.
Bir de”Alışverişe geç mi kaldııııım!” derken, 34. haftada hastane çantasını ancak toparlamıştık :)
Her gün yürüdüm, yürüdükçe büyüdüm ve yanımda daimi arkadaşım mandalinam vardı.
Bazen çok kırıldım, beni arayıp da “Nasılsın?” bile demeyenlere, bazen de kendim kapattım telefonu. Sahi, demiştim değil mi, “hamile kafası” diye bir şey olduğunu?
Daha 36. haftada başlayan “E daha doğurmadın mı ki…”leri toplayıp, karşıma alıp, var gücümle “DAHA DURUUUN, 40 HAFTA ZATEN HAMİLELİİİK!” demek isteyecek ama edebimden sus pus oturup “Yok ya bekliyoruz” diyecektim. (Edep mi dedim? Onun adı çekingenlik/pısırıklık olmasın?) Elif 41. Haftada doğarak “Anne sen 40 hafta mı demiştin? Ben 1 arttırıp onu 41 yapıyorum” diyecekti.
Hamile kişisi duyduğu en ufak bir bilgiyi kooocaman yapıp kafasında uzun bir müddet taşıyabilen kişidir aslında. O yüzdendirki hamileyken kulaklarımız iyi duymamaya başlar :)
Çevresindeki herkesin –istisnasız- “Şunu ye, bunu yeme, şunu yap, oraya gitme, amuda kalkma, parende at” diye fikir yürütebildiği bir dönem hamilelik. O yüzden de “annelik sabrı” hamileyken şişmeye başlıyor. Sanırım bir yerde patlamıyor ama gittikçe genişliyor.
“Spor yapın, yüzün, bol kitap okuyun, kuru meyve yiyin” gibi tavsiyeler vermek isterdim bu satırları okuyan hamişlere ama içimden sadece şu geliyor: yazın, günlük tutun, yavrunuzla konuşun.
Hamile kafasının içinde o kadar çok kuş vardır ki… Kimisi bülbül gibi şakır, kimi de serçe gibi gezer durur. Ama bu kafanın “boş” kalmasına kimse müsaade etmez; en başta da kendimiz müsaade etmeyiz. Hep bir “acaba”dır gider. Doktor “Her şey yolunda” dese bile “Acaba bir şey var da bize mi söylemiyor?” diye düşünmüşlüğüm bile oldu. Hiç pimpirikli olmayan insanların bile bu dönemde çeşitli evhamlara kapıldıklarını gördüm. Ben sadece onlardan biriydim.
Sanırım unutulmaması gereken en önemli şey; hamileliğin her anının doyasıya tadının çıkarılması, çünkü bebekli hayat çok keyifli olsa da 9 ayın nasıl geçirildiği lohusalığı ve sonrasını bir hayli etkiliyor. Hamile kafasına da endişelerden uzak rengarenk hayaller çok yakışıyor :)
Bir de insan hamileyken vakit hiç geçmiyor zannediyor. “Ohooo! 9 ay mı? Daha çok varmış.” deniliyor. Ya da söz konusu olan bebeğin ihtiyaçlarıysa vakit hiç yetmiyor :) Kısacası “Zaman Çok ve Zaman Yok” diyen Brigitte Labbe’ye sevgilerimizi gönderiyoruz.
Geçen gün 36. haftasındaki hamiş dostuma sordum: “Hazır mısın?” diye. Cevabını çok merak ediyordum. “Sanırım hazır olmak diye bir şey yok. Bebeğimi kucağıma almadan anlayamam başıma gelecekleri…” dedi. Gerçekten katılıyorum.
Okuduğumuz kitaplar, dinlediğimiz tecrübeler, araştırdığımız konular bize sadece bir yol gösterir; yolun kendisiyse ancak o ilk “ıngaaaa” ile yürünmeye başlanır.
İşte tam orada “hamile kafası” çıkar; yerine “lohusa kafası” gelir. Belki de o daha da eğlencelidir :)

LOĞUSA KAFASI
Doğumumu sağlıkla yaptığım ve kızıma kavuştuğum için çok mutluydum. Fiziksel olarak hamile kafasından çıkmış ama hala kendime gelememiştim. İşte o ara kafamda gördüm bu şapkayı: lohusa kafası…
İlk hafta o kadar laylaylom geçti ki “lohusalık neymiş” dedim. Sonraki 5 hafta ise deriiiin bir depresif hale büründüm. Sanki bir türlü mutlu olamıyordum. Bebeğime kavuşmuştum, mutlu olmam gerekirdi ama cidden değildim. Hissettiğim şey daha çok şaşkınlıktı. “Benim sorumluluğumda olacak bir canlı mıııı?” Bunu düşünmek için biraz geç kalmıştım tabii. “Ben yapamam, tek başıma bakamam”larla eşimin başının etini yedim. İkimizin ailesi de başka şehirlerde ve uzun süreli gelme imkanları yok. “Ne yapacağım ben!” diye karalar bağladım. Bu yakarışım boşuna değildi. Gerçekten kızım Elif’i doğru düzgün tutamıyordum bile.
En önemlisi de önümü göremiyordum. İçim daralıyordu, dışarı çıkıp durmadan koşmak istiyordum. Bir seferinde ev ahalisi beni cidden dışarı gönderdi hatta. “Evde durma, çık” diye.
“Ben kendime çok çektirdim bu dönemde, siz yapmayın” demem. Diyemem. Çünkü lohusalık olmasa hamilelikle anneliği bağlayan köprü de ortadan kalkar.  Bu geçiş dönemi olmasa her şey daha sert yaşanabilir. Bebeğin kırkının çıkması bu yüzden önemli sanırım. Ben tam olarak kırkıncı günde şiddetli bir ishal yaşadım ve sanırım içimde ne varsa (hem gerçek hem mecazi olarak) attım. Sonunda o kadar rahatladım ki…
O dönemde çok korktuğumu hatırlıyorum. Yapamam, edememlere, “Elif nasıl? İyi mi? Şu mu? Bu mu?” halleri de eklenmişti. Bildiğim kadarıyla, ben böyle biri değildim. Değiştim ben diye düşündüm. Eşime ve evdekilere sardım. Her hareketleri bana battı. “Nasılsın?” diye arayanlara kızdım, aramayanlara kırıldım. Bak şimdi yazınca daha iyi anladım ki uzak durulması gereken bir dönemimdeymişim :) Neyse ki yanımdakiler bol sabırlı insanlardı da beni hep alttan aldılar.
Lohusalık için en güzel tavsiye, yanınızda nazınızı çekecek birilerinin olması ve bolca uyku. Ben bunları yaşayabildiğim için şanslıyım. Bu satırları muhtemelen görmezler ama aileme de teşekkür edeyim unutmadan.
İnsanın önünü görememesi o kadar kötü bir şeymiş ki… İşsiz kaldığım dönemde bile kendimi öyle çaresiz hissetmemiştim. Şimdi geriye dönüp baktığımda da hem “Ne salakmışım” hem de “İyi ki yaşamışım o günleri” diyorum. Sanırım pişmişliğim oradan geliyor.
Lohusalık dönemi benim için yaklaşık 6 haftaydı. Haydi uzatalım dersek 8 hafta… Yani 2 ayda bu süreci tamamladığımı ve yenilendiğimi düşünüyorum. Acele etmemek lazımmış, sabırlı olmak, zamana bırakmak, olayları akışıyla yaşamak lazımmış. O an görememişim. Bunu görebilen kaç kişi vardır bilmiyorum ama insanın bazen dibi de görmesi gerektiğini düşünürüm hep. Dipten yükselme insanı daha güçlü yapıyor sanki.
Lohusalık tamamen kişisel bir tecrübe, tıpkı hamilelik gibi. Bu satırları okuyan hamilelerin korkmasını istemem. Ben bu şekilde yaşadım diye siz de böyle yaşayacaksınız anlamına gelmiyor. Sadece şunu demek istedim: Lohusalığı kötü yaşadım ama sonunda ışığı yakaladım.:)
Kolik belki de benim daha sağlıklı düşünmemi engellemiştir, onu da bilmiyorum. Ya da kişisel olarak halledemediğim bazı şeyler o zaman zarfında önüme gelmiştir ve bocalamışımdır. Bu da normal, neticede insanım. Kadınım ve anneyim. Hem de en acemisinden…
Sevgili lohusalar, sizlere minik tavsiyeler: Her gün dışarı çıkın, içinizdekileri içinize atmayın :) Bol su için, uyuyun. Evi toplamaya çalışmayın. Bebeğinizle ve eşinizle ne kadar mutlu günler yaşayacağınızı hayal edin. Hayatınızın bir döneminde de kontrol sizde olmasın; ne olmuş yani…
Sıradaki yazım acemi anne kafası üzerine olacak. İşte asıl eğlence orada başlıyor…
Herkese mutlu günler,

ACEMİ ANNE KAFASI
Bu yazıyı kafamda tasarlarken fark ettim ki aslında “acemi anne kafası” belki de hiç geçmeyecek bir şey. Yani 1 yaş, 3 yaş, daha sonra ilkokul ve hatta üniversite zamanlarına da gelse çocuğumuz biz hep “acemi anne” olacağız. Bir şeyleri yeni tadıp lezzetine ancak o zaman karar verebileceğiz.
Elif henüz 7 aylık olmak üzereyken benim tecrübelerim elbette ki bolca gaz, kusmuk, çiş, kaka vb. şeylerle sınırlı. Ama zihnimde bunlardan çok daha fazlası var.
Acemi annelik öyle bir şey ki daha hamilelikten başlıyor, sizi azıcık endişeli görenler: “İlk bebeğin mi?” deyiveriyor. Bu soruya çok kızardım ama  şimdi fark ediyorum ki ikinci çocukların hamilelik süreçlerinde bile anneler çok daha rahat. Yani insanlar boşa değil “İlk bebeğin mi?” diye soruyor. Doğum olduğu günlerde de benzer şeyleri işittim. Elif’i kollarımda tutmakta zorlanıyordum. Minicikti çünkü :)
Lohusalık zamanlarını yeniden yazmayacağım, bir önceki yazımda ishale varana kadar her şeyi detaylıca anlatmıştım zaten. İşte ne zaman ki lohusalık bitti, bize yardımcı olmak üzere gelen annelerimiz kendi evlerine gitti ve biz baş başa kaldık, işte o zaman benim “acemi annelik günlükleri”m yazılmaya başlandı.
Bebekler keşke kullanma kılavuzlarıyla gelse değil mi? Şurasına basarsan şu olur, orasını kurcalarsan bu çıkar falan gibi… Yok yok o kadarı da çok sıkıcı olurdu. Her şey yaşanma süreciyle güzel aslında da biz onu yaşarken fark edemiyoruz. Bazen çok uykusuz kalıyoruz, bazen aç, bazen de çaresiz… Neticede biz de insanız ve bu durum bizim için de yeni, hatta yepyeni! Hamileyken patiğini okşayıp hayallere dalmaya benzemediği zamanlar oluyor ilk günlerin, hatta haftaların. Aslında belki tüm bu yaşadıklarımıza az daha yukarıdan bakabilsek her şey hem daha net hem de daha güzel görünecek. Bazen öyle anlar oluyor ki, kendini çaresiz hissediyorsun. Çünkü bilmediğin bir durum/duygu var ve bundan ötürü kötü hissediyorsun. O kısır döngüdeki zinciri bir yerde kırmak gerek, en güzel çözüm bu.
Acemi annenin kafası doludur demem yetersiz kalır, çünkü o kafa hep dopdoludur. Hemen hemen herkes sütünü sorar, “Yarıyor mu, yeterli mi?” Bu sorularda bile oldukça yüksek dozda bir sorgulama var. “Sana ne benim sütümden!” diyebilmek lazım bazılarına. “Kızımla benim aramda olan bir şey bu” da tatminkar bir cevap bence. İlk günlerde yanında birileri varsa “Onlar gidince ne yapacağım ben” halleri düşünülür. Ben çok düşünmüştüm ve kendimi yapamayacağıma sebepleriyle beraber ikna etmiştim. Bu oyunu Elif bozdu. Şimdi iyi ki de baş başa kalmışız diyorum. Bir şeyleri “çok iyi” yaptığımdan hatta “iyi” yaptığımdan bile değil sadece “yapabilmiş olmak” bile kendimi harika hissettiriyor. Elif’le beraber öğrendiğim ilk şeylerden biri de o yüzden “kendine güvenmek” oldu.
Yemek yapma konusunda çok kötü olduğum için Elif henüz 2 aylıkken bile “6 aylıkken ek gıdaya başladığımda ne veririm çocuğa?” deyip duruyordum. Sanki o an yaşadığımız kolikle baş etmek daha kolaymış gibi :) 6 ay geldi ve hatta birkaç gün sonra geçip yerini 7 aya bırakacak ve ilginçtir Elif aç kalmadı. Yani tamam bazen beni panik yaptırdığı için yumurtasını sıcak verdim (ağladı), eline verdiğim biberin tadına bakmayı unuttum. Neyse ki ona verdiğim değil, tesadüf kendi elimdeki zehir acıymış, kulaklarımdan alev çıktı. Ona vermiş olsaydım ne olurdu bilmiyorum.  Yoğurdun kıvamını tutturamayınca hazır ama görece daha çabuk sürede bozulan yoğurt da yedi. Ama yaptım, hallettim, becerdim bir şekilde… Bence önemli olan da bu. Yani bu his.
Çünkü dediğim gibi bu “kafa” belki de hiç çıkmayacak. Diş süreci, tuvalet süreci, yürümesi, kalkması, düşmesi, tutunması, 2 yaş halleri vs. Hep bir yerlerden sırıtacak bize. Yanımızda birileri olsa ona dayanmak isterdim muhtemelen, dayanırdım da, sırtını eskitirdim hatta. Ama şimdi durum farklı. Aklıma hep eşimin bana söylediği laf geliyor. Birkaç ay önce ben hastalandığımda annemi çağırmak istemiştim, “yapamam” diye düşünmüştüm çünkü. Eşim de bana dedi ki “Sen şu an ihtiyacın olduğu için anneni çağırıyorsun ve o hasta da olsa gelir. Ama şimdi anne olan sensin ve kızının  sana ihtiyacı var.” Bu laftan sonra bana bir iyileşme hali geldi. Tabii ki yanımızda birileri olması kötü bir şey değil ama bunu “ihtiyaçtan” değil de “keyiften” yapmak daha güzel sanırım. O yüzden de geçenlerde annemi arayıp “Elif sizi özledi, sevmeye gelin” dedim.
Daha önce söyledim mi bilmiyorum ama annemde de “acemi anneanne kafası” var ve sanırım o da bu kafadan son derece memnun :)



Devamını oku »

27 Nisan 2014 Pazar

(Bir Acayip) Acemi Annenin Loğusa Gün(lük)leri :)

Benim anladığım kadarıyla "loğusa" demek; "hani sen az önce hamileydin ve hormonların karmakarışıktı kimse sana bulaşamıyordu ya; işte doğumdan sonraki birkaç hafta da sen boşluğa düşme diye sana şimdi 'loğusa' diyeceğiz ve bir müddet yine kimse sana karışamayacak" demek gibi bir şey galiba. (iyi taraftan)
Tabii bir de hem istediğin kadar ağlayabilirsin hem de ammman çok ağlama, sütüne bir şey olmasın, demek olabilir.
Hamilelik öncesi halimi hatırlayamıyorum bazen. Kendimi zorladıkça görüntü iyice flulaşıyor sanki.Ne düşünürdüm ne yapardım hatta ben nasıl bir insandım :) Belki kulağa komik geliyor ama öyle hissediyorum.
Önceden de canımın her istediğini hemen yapan biri değildim ya da başına buyruk bir hallerde hiç değildim. Ama şimdi durum cidden değişti. Hamileliğin 9 ay olması gerçekten boşa değilmiş, insanı sürece hazırlıyormuş. Bebekle aranda öyle güzel bir bağ kuruyormuş ki buna sen bile inanamıyormuşsun.
Zaten oldukça evcimen bir insan(d)ım; geceleri bir yerlere gitmeyi vs sevmem, sıkılırım. Bana göre en güzeli evde kalıp mısır patlatmak :) Yanında kitap olur, film olur, sohbet olur hatta jenga da olur. Ama bahar geldi mi de "tutmayın beniiii" halleri yaşarım. Kendimi o çim senin bu sahil benim atasım gelir. Ankara'nın sahili sadece göl kenarları ama onu bulamayan da vardır diyip kendimi avutuyorum. Zira denizi, kokusunu, dalgasını ne kadar çok çok özlediğimi duymayan kalmadı. Loğusa günlerinin bahara denk gelmesi hem iyi hem kötü. Hava geç karardığı ve etraf uzun süre aydınlık kalabildiği için evde bile olsan için kararmıyor.(kış mevsimine göre) Ancak dışarıda kuşlar cıvıldayıp komşular arabalarına piknik malzemelerini güle oynaya doldururken evde olmak da insana biraz koyuyor. Kendimi eve kapatmış değilim ama istediğim saatte dışarıda istediğim kadar kalamayacağımı da biliyorum. Yürüyüşlerime henüz dönemesem de arada temiz havada çekirdek çitlemeye çıkıyoruz karabalıkla :) Önümüzdeki baharın inş. bizim için dolu dolu olacağını hissedebiliyorum. Elif'i çimlere atayım ben de yanına yatayım diyorum, planım bu. Ankarada ne kadar mümkün olabilirse avm'lere gitmeme niyetim var ancak hava kötüyken ve sen bir şeyler almak istediğinde başka bir çare kalmıyor. Kızılay bu durumda pek iç açıcı gelmiyor o şahane kaldırımlarıyla :)
Tabii ki Amelie :)
Günler daha çok -doğal olarak- emzirme, gaz, alt değişimi, uyku rutininde geçiyor. Rutin demişken Tracy Hogg geldi aklıma. EASY'i ne kadar uygulayabiliyorum, Tracy abla bizi görse madalya verir miydi bilmiyorum. Ama gerçekten gün içerisinde onu andığım zamanlar çokça oluyor. Hele ki "Your Time" kısmında :) Elif uyuduğunda -çoğu yeni anne gibi- ne yapacağımı şaşırıyorum. Duşa mı girsem, çıkıp temiz hava mı alsam, uyusam mı, kitap mı okusam hatta yemek mi yesem? Çoğunlukla önce tuvalete gidiyorum ki aklım başıma gelsin :) Ve bu ara hakkımı uykudan yana kullanıyorum. Duşa girme kısmı ise en sevdiğim. kitaplarda bunların bir süre gözümüze lüksmüş gibi görünebileceğini okumuştum. Hakikaten öyleymiş. Geçen gün minicik bir kütüphane kaçamağı yaptım. Zannedersin oraya kaçak gitmişim ve biri beni görürse "ahaa bastım yakaladım seni" falan diyecek :) Kitaplarla 5 dakika da olsa hasret giderdikten ve tabii ki aradığım kitapları bulamayıp kütüphaneye yeni kitap almaya bütçe ayırmayan zihniyete sevgilerimi gönderdikten sonra oradan ayrıldım. Dışarıdayken de aklım hep evde. "Elif ya uyandıysa, anneeee diye ağlarsa" :) Ki bunları yaşamam ve hissetmem de bildiğim kadarıyla oldukça doğal. Hayat bir müddet sonra "normal"e dönecek. Ama şu an bunları yaşıyoruz diye "ayy bu kadar telaşlı olma canııım"ları da duymak istemiyorum. "Acaba sen nasıldın bu dönemde, bir hatırlar mısın" diyesim geliyor.
Kafama ilk dank eden şeylerden biri de "Kimseyi yadırgamamak" oldu aslında. Başkalarına laf ederken ben de ne çok eleştiren biriymişim onu gördüm. eleştirdiklerimi de ohh bir güzel yuttum :)
elifle beraber oyunlar oynayacağımız, parklarda koşturacağımız günleri iple çekerken yaşadığımız günün kıymetini de bilmeye çalışıyorum. Ne de olsa zaman aslında çabuk geçiyor. Bir bakmışım ağzı süt kokulu kızım gitmiş yerine "hadi anne sinemaya gidelim" diyen tatlı bir çocuk gelmiş.
Bir de loğusalık demek bence bolca alınganlık, çokça salya sümük, "yetemiyoruuuuum" halleri demek.
Elifle eve geldiğimizde onu nasıl tutmam gerektiğini bile bilmiyordum. Dikişlerimden eğilip de altını değiştiremiyordum. Çok acayip bir acemilik vardı üzerimde, ki hala var. bazen "iyi ki var, her şeyi Elifle beraber öğrenmek çok güzel" diyorum; bazen de "daha tecrübeli olsaydım da kendimi yetersiz hissetmeseydim" diyorum... Burada da yine içgüdülerime güveniyorum ancak kıpır kıpırken üstünü değiştirmekte zorlandıkça aklıma "Yavru ahtapot olmak çok zor" kitabı geliyor :)
Kendini kötü hissettiğinde bunun "geçici" bir şey olduğunu bilmek, Elif ağladığında bunun onun kendini ifade etme dili olduğunu hatırlamak, insanlar boş konuştuğunda gülüp geçebilmek en güzeli. Tabii ki her zaman bunları yapamıyorum ama en azından farkında olmak da 1 adımdır değil mi?
Kısaca sevgili blog,
Adı "büyümek" mi, "evrilmek" mi bilmiyorum ama değiştiğimi ve bunun beni daha güçlü/mutlu hissettirdiğini biliyorum.(maşallah diyeyim de)
*Bu seferki "my time" da böyle geçti, bakalım diğerlerinde beni neler bekliyor :)

HERKESE NUTELLALI KREP TADINDA MUTLU PAZARLAR :)

Devamını oku »