1. yazıdan sonra 2. yazıyı çoook sonra yayınlayıp sizi çatlatma gibi hain bir planım vardı itiraf ediyorum ama dayanamadım yine :)
İlk bölümde yazdığım "yurt dışına hiç çıkmadım" ironisine katkısı olacak bir bilgi vereyim: bu satırları yazdığım yerde Türkçe konuşulmuyor yani Türkiyede değilim ama nerede olduğumuzu ve detayları dönünce yazayım. (Avustralyada da Londrada da değilim :)
Lafı uzatmadan sözü yine Özlem'e devredeyim:
Genel olarak Londra’da yaşam –bir yabancı açısından- zor mu?
Ne gibi zorluklar var?
Londra aslında yabancıların şehri
diyebilirim. Etnik köken olarak dünyanın en kozmopolit şehriymiş. Öyle ki
Londrada İngiliz görürseniz şanslısınız. 300 den fazla dil konuşulduğunu
öğrendim şaşırmadım. O kadar yabancı kökenin bir arada yaşadığı uzay gibi bir
yer, ama bence çok güzel bir zenginlik oluşturuyor. Bundan dolayı da kendinizi
yabancı hissetmiyorsunuz. Özellikle Mira’nın bu kadar çeşit arkadaşı olması,
kimsenin farklı olmadığını görmesi çok hoşuma gidiyor. Yabancıların yaşadığı zorluklar yok burada çok
fazla herkes birbirine karşı çok saygılı ve hoşgörülü, inanılmayacak bir şey
değil mi.
Ama tabii İngiliz düzeni, ilk
zamanlarda düzene alışana kadar zor aslında. İngiliz mantığını kavradıktan
sonra daha kolay geliyor her şey. Düzenleri çok ağır ama sağlam işliyor. Bir ev
inşaatı yıllarca sürebiliyor. Ama yaptıkları o ev 200 yıl dayanıyor. Bir kere
burada yaşıyorsanız beklemeye alışacaksınız, ben tez canlıyım falan yok, o
kuyruklar beklenecek. Restoranlardan,
ufak kafelere, doktorlardan biletçilere, okula girerken otobüs beklerken
trafikte, hatta ekmek alırken bile kuyruk beklersiniz. Her yerde size uygun bir
kuyruk vardır.
Prizler farklı, arabaların
direksiyonları sağda, trafik sağdan akıyor gibi klasik şeyleri geçiyorum. Daha
gündelik şeyleri yazayım. Mesela bir ev tutacaksınız; ev tutmak için banka
hesabınızın olması gerekiyor. Ama Londra'da banka hesabı açtırmak dünyanın en
zor şeylerinden biri. Banka hesabı açtırmak içinde ev adresinizin olması lazım.
Ama ben zaten ev için şey kem küm deyip kısır döngüye giriyorsunuz. Eğer iyi
bir işiniz falan varsa bir referans mektubuyla aşabilme şansınız var. Yoksa
işiniz zor. Bunun gibi çok absürt kural var ama kendi içinde hepsinin mantığı var.
Londra’da adresiniz sizin kimliğiniz gibi. O yüzden çok önemli. Süper bir posta
kodu sistemi var. 5 haneli posta kodunu bildiğiniz bir adresi bulamamanız
mümkün değil. O posta kodu ve o adres İngiltere adasında tek olduğu için tüm
harita aplikasyonlarında da şak diye bulabiliyorsunuz, kaybolma diye bir şey
yok memlekette. Kiralar dehşet pahalı, televizyon seyretmek için, yaşamak için,
arabanızı evin önüne park etmek için vergiler ödüyorsunuz. Sağlık sistemi kötü
ve yavaş mesela.
Ülkemizde “çimlere basmayın” yazılsa da Londrada halkın
parkta bahçede gönlünce vakit geçirebildiğini duymuş, okumuştum. Kitabımızı
kahvemizi alıp çimlerde kitap okumak biraz da sincaplarla sohbet etmek istesek
nerelere gidebiliriz?
Sadece sincaplar mı, tilkiler,
kuğular, tavus kuşları, kazlar, çeşit çeşit ördek ve kuş türleri ve hatta
geyiklerle bile sohbet edersin. Londra dünyanın en fazla yeşil alana sahip
şehirlerinden biri. Londranın neresinde kalırsanız kalın mutlaka yürüyüş
mesafesinde güzel bir park bulabilirsiniz. Böyle modern ve kalabalık bir
şehirde bu kadar geniş alanların bu kadar doğal kalması (AVM yapılmaması), bu
kadar hayvanın kendi doğal hayatında yaşamını sürdürebilmesi mükemmel bir şey.
Hava sıcaklığı kaç olursa olsun azıcık güneş varsa herkes parktadır. Hafta içi
bile çalışanlardan öğle yemeğini yanına alan parkta piknik yapar, yada iş
çıkışı parkta stres atar.Hafta sonu o büyük parklarda oturacak yer
bulamazsınız. Londra ve park denilince akla ilk olarak Hyde Park gelir.
Hyde Park Londra'nın tam göbeğinde ve devasal bir alan kaplar (253 hektar). Regent’s
Park, Greenpark ve St.James’s Park’ ta yine şehir merkezindeki görülmesi gereken
parklardandır.
Bana ağaçlar canlanacakmış gibi geliyor hepJ
|
Londra’nın –bildiğim kadarıyla- toplu taşıma sistemi oldukça
yaygın. Metrosu karmakarışık görünüyor ama sanırım çoğu yere metro ile
gidilebiliyor, değil mi? Bir de bisikletliler için özel yollar var mı, onu
sorayım.
Londra’da dehşet bir toplu taşıma
mantığı mevcut. Şehirde her yere toplu taşıma ile ulaşabilirsiniz.Toplu taşıma
olarak bahsettiğim metro(metro terimini kullanmıyorlar "tube" diyorlar),
otobüsler ve banliyö şeklindeki üstten giden trenler.Şehir merkezine (yani
zone1’e) giriş özel araçlara paralı olduğu için şehir merkezinde çoğunlukla Cab
dedikleri taksileri, kırmızı otobüsleri ve bisikletlileri görürsünüz. Londra’da
çalışanlar genellikle hızlı olduğu için metroyu) ve bisikleti tercih ediyorlar.
Londra metrosu şehrin altında örümcek ağı gibi bütün şehri sarıyor. 12 hattan
oluşan tube haritasını çözmek için profesör olmaya gerek yok 1-2 binişte
rahatça çözülebiliyor. Tabi bizim ülkemize metro kavramı yeni yeni girdiği için
trenler eski gelebilir, ama adamlar 1863'te yapmışlar ve hala sorunsuz canavar
gibi çalışıyor hatları.
Londra metrosunda yolculuk yapan herkes mutlaka gazete kitap, e-kitap, dergi okuyor. |
Gelelim bisiklete; Londra genellikle
düzlük bir şehir olduğu için bisiklet kullanmaya çok uygun.Bisiklet ücretsiz,
özgür ve en hızlı ulaşım aracıdır Londra’da. Trafikte bir ulaşım aracı olarak
adam yerine konulur yol verilir. Londra’da ayrılmış bisiklet yolu mantığı çok
fazla yok. Bunun yerine, yoğun olarak işaretleme ve düzenleme yapılmış, ortak yollar geliştirilmiş.
Birçok insan, bizim babiş te dahil
işe bisikletleriyle gidip geliyorlar. Hatta çalışanların bisiklet
kullanmalarını teşvik için bisiklet masraflarının bir kısmını şirketleri
karşılıyor. Bisiklet üzerinde kasklı kokoş kıyafetli kızlar veya takım elbiseli
erkekler görebilirsiniz. Bizde üçlü olarak şehir içinde veya dışında gezintiler
yapmaya çalışıyoruz. Ayrıca Londra’ya gelenler ve şehrin içinde dolaşanların
gözüne çarpmıştır: görünürlüğün arttırılması ve dikkat çekici olmaları
nedeniyle maviye boyanmış bisiklet yolları var. Bunlar “Cycle Super Highway”
tabir edilen ve Londra’nın banliyölerini şehrin merkezine bağlayan, araba
yollarından mümkün olduğunca ayrılmış bisiklet yolları.Hatta geçen ay eski
kullanılmayan metrotünellerini bisikletliler için yeraltı yolları yapılacağı
haberini duydum.
Tabi birde Boris bisikletlerinden
bahsetmeden geçmeyelim. Boris Johnson Londra belediye başkanı, bisiklet hastası,
kendiside işe bisikletle gidip gelen değişik bir adam (Hatta Türk kökenliymiş J). Bu Boris, Barclays Bikes adında şehir bisikleti kiralama
projesini geliştirmiş. Şehrin 400 den fazla noktasına bisiklet istasyonları
kurmuş. Çok ilgi gördüğü için halk arasında Boris Bikes diye geçiyor.Herhangi
bir istasyondan aldığınız bisikleti gitmek istediğiniz yere gidip oradaki başka
bir istasyona bırakabiliyorsunuz. Bisiklet için günlük 1 pound depozito ödeniyor.
Sonra saat başı ücret tarifesi var. Özellikle turist olarak gelenler için
harika bence, yada bir yere geç kaldınız atlayın bisiklete.
Kültürel anlamda Londrada bizi başka neler bekler? Tiyatroya
bilet bulmak zor mudur? Kurslar, aktiviteler pahalı mıdır yoksa ücretsiz
olanlar daha çok mudur? Sinemaları nasıldır?
Londra kültürel anlamda bir
cennettir. O kadar çok etkinlik vardır ki onları kaçırmamak için tam bir
etkinlik avcısı olmanız lazım. Olacak
etkinliği sadece görmeniz yeterli değil çok önceden görüp hemen bilet almanız
gerekiyor. Çünkü şehir çok kalabalık olduğu için ve şehirdeki çoğunluk aynı
etkinlerin peşinde olduğu için bilet bulamama şansınız çok çok yüksek. Şöyle
örnek vereyim: Benedict Cumberbatch’in (Sherlock Holmes’ü oynayan) 31 Ağustosta
oynamaya başlayacağı Hamlet oyununa bilet geçen seneden bitti. O kadar takip
etmeme rağmen bilet bulamadım.
Ücretsiz tiyatro etkinliği görmedim
açıkçası. Ama çok çeşit tiyatro var yüksek fiyatlılar da var çok uygun
olanlarda. Çok çeşit te oyun var, Matilda, Çarli’nin Çikolata Fabrikası, Billy
Eliot gibi büyük müzikallerden modern dansa, baleye, operaya, konserlere her
türlü etkinliği yoğun bir şekilde bulabilirsiniz. Çocuk oyunları genellikle
ünlü çocuk kitaplarının tiyatroya uyarlanmış hali. Çok güzel çocuk kitaplarını
tiyatroda izlemek çok keyifli oluyor. Biz çok fazla çocuk tiyatrosuna
gidiyoruz.
Kurslar ve aktivitelerde çok fazla
özel atölyeler de var belediyelerin, kiliselerin, halk merkezlerinin,
kütüphanelerin, müzelerin ücretsiz veya çok çok cüzi fiyatlara kursları ve
aktiviteleri var. Children center adı verilen çocuk merkezleri mantığı çok
hoşuma gidiyor. 5 yaş altında çocuk sahibi anne babaların veya bakıcıların hem
çocuklarının sosyalleşmesi hem kendilerinin sosyalleşmesi yeni aileler tanıması
amacıyla her belediyede çokça sayıda ücretsiz children center’ları var. Burada
hem çocuklara aktiviteler varken, hem de ailelerin katılacağı kurslar esnasında
çocuklara bakılabiliyor.
Harika çizimler yapıyorsun, Londrada bu konuyla ilgili
seminerlere katıldın mı?
Bu tatlı yorumun için çok teşekkür
ediyorum öncelikle. Hiç çizim eğitimim olmadığı için Londra’da bunun üzerine
gitmek istedim. Aslında Cambridge School of Art’ta çocuk kitabı çizerliği
yüksek lisansına kabul edildim ancak hem maddi hem manevi sebeplerden dolayı
devam edemedim maalesef. Şu an onun yerine University Art of London’dan kitap
ve çocuk kitabı çizerliği ile ilgili programlara devam ediyorum. Ayrıca çizer
workshoplarını kaçırmamaya çalışıyorum.
Özlem'in bizi çizdiği görsel :) |
Sokak sanatçılarını çok merak ediyorum. Onlardan biraz
bahseder misin?
Londra da gezerken bir çok yerde
sokak sanatına rastlarsınız. Sokak
gösterilerinin yoğun olduğu bölgeler CoventGarden ve Southbank taraflarıdır.
Havada asılı cansız heykellerden, büyük prodüksiyo nsokak gösterilerine, akrobatlardan,
müzik gruplarına çeşit çeşit sokak sanatını bu söylediğim bölgelerde adım başı
görebilirsiniz. Bunun dışında kentin
doğusunda yer alan Shoreditch ve Brick Lane son birkaç yıldır dünyanın çeşitli
yerlerinden gelen sokak sanatçılarının uğrak yeri haline gelmiş durumda. Bu
bölgelerde duvar resimlerinin ve graffitinin pek çok örneğiyle karşılaşmak mümkün.
Binaları, kapıları, duvarları ve çeşitli boyutlardaki resimlerle dolduran sanatçılar
sokakları neredeyse bir açık hava galerisine dönüştürmüşler.
Gerçekten de “5 çayı” diye bir şey var mı ve çayı sütlü mü
içiyorlar? (Aklıma Richie Rich geldi şimdi :)
Evet Londra’da 5çayı diye bir şey
var :) İngilizler çayı çok seviyor. Ama biz onları geçmişiz son
senelerde çay tüketimi olarak. Genelde earlgrey içiyorlar, sütlü tabiki. Çok
hoş çay evleri var. Bir İngiliz geleneği olarak 5 çayında hoş bir mekana oturup
sütlü çayınızın yanına üzümlü scone (üzümlü ekmek gibi bir şey) tereyağ ve
çilek reçelinizi bir güzel yemenizi tavsiye ederim.
Vee gelelim “anne yüreği”ne, Mira ve kreş nasıl gidiyor? Alışma süreci ne kadar
sürdü, şu an okulunu seviyor mu? Londraki kreş sistemini- belki biraz Türkiye
ile kıyas da yaparak- anlatabilir misin?
Biz ilk geldiğimizde Ocak 2014'tü.
Mira geldiği gibi anaokuluna (nursery) başladı. 2014 Eylülde ise zorunlu olarak
Reception denilen bizde ilkokul hazırlık dediğimiz sınıfa başladı. Buradaki
eğitim sistemi bizimkisi ile farklılıklar gösteriyor. Anaokulları (nursery) 3-5
yaş çocukların gittikleri yerler, zorunlu değil. Aileler çalışma durumlarına,
adreslerine ve bütçelerine göre ücretli veya devletin yaygın olarak sağladığı
anaokullarına gidebiliyorlar. 5 yaşına girmesine az kalmış ve azıcık geçmiş
çocukların zorunlu olarak okul hayatı reception ile başlıyor. Bu ülkede zorunlu
eğitim 5 yaşında başlayıp 11 yıl sürüyor, sonra üniversiteye gidiyorlar.
Miranın okulundan bir gün
|
Eğer devlet okuluna yollayacaksanız taa eylülde
göndereceğiniz çocuğunuzu sene başında ocak gibi (9 ay öncesinde) adresinize en
yakın okullardan 6 adet seçip liste yaparak belediyeye başvuruyorsunuz. Onlarda
sınav sonuçlarını öğrendiğiniz heyecan misali size hangi okula çıktığınız
heyecanını nisan gibi yaşatıyorlar. Eylülde de çocuk yeni okuluna başlıyor. Mira
geçen yıl anaokuluna gitmişti. Bu sene yaşı geldiği için Reception’a (ilkokul
hazırlık) başladı. Kolay adapte oldu diyebilirim. Anaokulunda 6 aya kalmadan
İngilizce olayını halletti. Tabi baya çabamız oldu bu konuda, kitaplar ve
kütüphanenin yardımı çok oldu. Artık İngilizceden ve buradan keyif alıyor,
arkadaşlarını ve öğretmenlerini çok seviyor. Reception’ da nasıl bir sistemse 2
ay içinde okuma ve yazmaya geçti. Artık kendi kitaplarını yavaş yavaş kendisi
okuyor. En çok hoşuma giden her okulun kendi armalı formasının olması, kıyafet
derdi yok yani :) Diğer üst sınıfları çok
bilemiyorum ama Mira’nın sınıfını gözlemlediğim kadarıyla çocukların
özgüvenlerini ve kendilerini ifade etmelerini geliştirmek için çok
uğraşıyorlar. Sosyal aktiviteler çok ön planda, her yaptıklarına değer verip
sergiliyorlar ve yaratıcılık konusunu önemsiyorlar. Masa sıra mantığı yok
çocuklar yuvarlak halıda bağdaş kurarak ders dinliyorlar.
Zorunlu okula başlama yaşı dedim ama
İngilterede homeschooling yapılabiliyor. Aileler düşünce yapılarına, kafalarına
uyan bir okul bulamazlarsa yada kendi destekledikleri modellere göre
çocuklarını eğitmek istiyorlarsa evde eğitim başvurusu yapıyorlar, çocuklarını
okula yollamadan kendileri evde eğitim verebiliyorlar. Çocuklar evde eğitim
alarak ülke genelinde yapılan tüm snavlara girebiliyorlar, ardından
üniversiteye gidebiliyorlar. Yine evde eğitim için zorunlu yaş 5. Yaşadığınız bölgedeki
homeschooling danışmanlarıyla iletişim halinde kalarak evinizde çocuğunuzu
eğitiyorsunuz.
Çocuklar okula çok büyük çoğunlukla
scooterlarla gidip geliyorlar. Okullarda ve birçok yerde scooter park yerleri
varJ
|
Londradayken Ankara’ya ve Bursa’ya dair neler özlüyorsun? “Türk
bakkalı” var mı orada yoksa?
Aslında her şey var burada. Bize çok
yakın değil ama kuzeyde türklerin yaşadığı yerler çoğunlukta. Türk mahalleleri
var her tür kebapçıyı baklavacıyı bakkalı manavı buluyorsun. Simitçi de açıldı.
Uzakta olsa arada gidip birkaç alışveriş yapıp kebap yiyip dönüyoruz. Ankara çok
sevdiğim bir şehir değil aslında sevdiklerimle anlamlı bana, onlarla
yediklerimle. Ama Ankara simidini ve aspavayı özlüyorum :) Bursa'nın her şeyini özlüyorum doğduğum şehir diye herhalde,
zaten annemler kardeşim, akrabalarım hep hasretiz birbirimize. Ama yiyecek
olarak tahinli pide ve cevizli tuzlu lokumu özlüyorum. (Bursalılar iyi anlar
beni:)
“Bunu sormamışsın ama Londra ile ilgili konuşuyorsak yazmam
gerek” dediğin neler var?
Londra genel olarak yaşanacak çok
güzel bir şehir, herkesin gelip görmesini tavsiye ederim. Mutlaka aksayan veya
eleştirilecek yönleri de var ama o kadar çeşit kültürün birlikte bu kadar
birbirine saygılı ve birbirine gülümseyerek yaşadığı, sokakların insan
öncelikli olduğu, şehir demenin sadece beton yığını demek olmadığı, çocukların
en az büyükler kadar haklarının olduğu, sanatın değer verilecek ve bizi ileriye
götürecek bir olgu olduğu, devletin başbakanının metroya binebildiği,
belediyede yeni yapılacak yapılar hakkında belediyenin o bölgenin
insanlarına görüş ve onay sorduğu bir şehirden dilim döndüğünce özetin özeti
şeklinde çok kısaca anlatmaya çalıştım. Umarım sizin de hoşunuza gitmiştir.
Özlemden cevaplar geldiğinde "Londraya gitmiş kadar oldum" diye düşündüm. Sanırım dünyanın en kozmopolit şehri ancak bu kadar yalın ve detaylı anlatılabilirdi, çok teşekkürler Özlem.
Yani röportaj bence burada bitti-bitmeliydi :) Ama olmadı, "senin bir de sürprizin vardı" diyen iç sesime kulak asamadım.
O halde sürpriz kendini anlatsın:
Bu çantayı Özlem kendisi boyadı ve birine hediye etmek istedi.
Tek yapmanız gereken 11 Nisan 2015 tarihine kadar, Londra'da merak ettiğiniz şeyleri yazmak.
( Roald Dahl kulübesi gibi :)
*Özlem'in yaptığı çalışmalara web sitesinden göz atabilir, kızı Mira ile dünyasında gezinebilirsiniz.