Pelin'i ilk olarak
Blogcu Anne'deki gebelik günlüğünden tanıdım; çok sevdim. Derken "1 Kitap 1 Mektup" etkinliğinde
"21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi" kitabını kazandı ve biz haberleşmeye başladık. "Ege nasıl, Elif ne yapıyor" derken yüzyüze hiç görüşmediğimiz bu tatlı anneyle dost olduk :) Sağlıklı yemeklere düşkünlüğü ve hazırlama çabukluğu ile bende şaşkınlıklar yarattı.Hayata karşı pozitifliği ile "imdaaat" dediğim zamanlarda "yalnız değilsin esoşçum" demesi bile yetti :)
Sadece bunu bilmek bile güzelken; birinin size kendinizi iyi hissettirmesi de ayrı bir keyif.
Ege taptaze 1 yaşını kutlamış bir delikanlı :) Hem yaşını kutlayalım hem de güzel bir sohbet yapalım istedim:
Pelin Merhaba,
Öncelikle annelik maceran nasıl başladı?
Merhaba Esra. Annelik maceram çok şükür kolay başladı.
Gebelikten söz ediyorum elbette, bebeğimiz bizi hiç bekletmeden geldi. Çok
uğraşmış, çok beklemiş, bir sürü zor aşamadan geçmiş, tedaviler olmuş öyle çok
insan duyuyorum ki, çok şükür diyorum. Üstelik 34 yaşındaydım ben
evlendiğimizde, riskli gruba girmek üzereydim yani.
Kısaca doğum hikayeni anlatır mısın? Ege’yi kucağına ilk
aldığında neler hissettin?
Ben gebelikten önce bile “normal doğum yapabilirim ben
canım, acı eşiğim yüksek ben dayanırım bişey olmaz” diye düşünen bir insandım.
Ama kısmet, sezaryen oldum. Kesinlikle bir şey için zorlamamalı, kendini
şartlamamalı insan, onu çok hissettim ben gebeyken. Ablam da doktor ve anne
olduğu için beni hep o şekilde yönlendirdi. Normal doğum yapacağım diye kendini
zorlama, hayal kırıklığına uğrama, o anda ne iyi olacaksa doktorun senin için
onu yapar dedi hep. Ben de son ana kadar bekledim, “ne zaman, nasıl
doğuracaksın?” diye her sorana, “Ege ne zaman ve nasıl gelmek isterse” diye
cevap verdim hep.
Sonunda sezaryene karar verdi doktorum, sol kalçamdaki
ameliyatlarımdan ötürü normal doğumda çok büyük risk olur, bu riski alamayız
dedi. Ben de itiraz etmedim. Tam 39+0’da geldi Ege. O kadar ama o kadar çok
heyecanlandım ki, sanırım hayatımda hiç bu kadar heyecanlanmamıştım! Bir yandan
gözlerimde yaşlar, diğer yandan ağzımda kocaman bir gülüş (32 dişim görülmüştür
herhalde!), bebeğimi kucağıma aldığımdaki kadar çok mutlu olduğumu hiç
hatırlamıyorum. Bu çok bambaşka bir duyguymuş. Allah isteyen herkese nasip
etsin inşallah.
İlk günler nasıl geçti? İzmir’in yaz sıcağından çok
etkilendin(iz) mi?
Sezaryen oldum ama açıkçası çok güzel geçti. İlk günden
itibaren ayaklandığım için Ege’yi emzirdim, altını değiştirdim, kucağımda
pışpışladım… Annemle ablam yanımdaydılar. Onlar bana baktı, ben de bebeğime.
İnsanın yardımcısı olunca lohusalık daha rahat geçiyor. Çok şanslıyım bu
konuda.
Ege 15 Temmuz doğumlu. Yazın göbeği yani, İzmir’in en en
sıcak olduğu zamanlar. Doktordan da aldığımız onayla bir pencere açık olmak
kaydıyla sürekli klima açıktı bizim evde. Üzerine üflemediği sürece klimayı
açın dedi doktor zaten, çünkü pişik ya da isilik olmaması gerekiyor dedi, biz
de sözünü dinledik. O 45 derece sıcakta bebeği kat kat kıyafetler, çoraplar
battaniyelerle boğmadık açıkçası. Bu konuda annem dahil olmak üzere çevredeki
büyüklerden gelen tüm baskılara direndim.
Bir çıtçıtlı badi ile geçirdi günlerini Ege.
Ege, bildiğim kadarıyla gündüzleri bakıcı ablasıyla beraber
ve gayet de iyi anlaşıyorlar. Bakıcı konusunda karar vermek zor oldu mu? Bakıcı
ablayı seçerken nelere dikkat etmiştin?
Evet doğrusu o süreç çok zordu. Ben tüm analık izinlerini
birleştirip toplu kullandım, üzerine biriktirdiğim yıllık izinlerimi aldım ve 6
ay Ege’nin yanında olabildim. Şirketimizde ücretsiz izne pek sıcak bakmıyorlar
açıkçası. Sonuçta özel sektör. O yüzden kalabileceğimin en fazlasını kaldım
oğlumun yanında. Ama mecburen ayrılık günü gelecekti. Ben yokken bebeğime benim
kadar iyi kimse bakamaz bunu biliyorum ama yine de ona gözü gibi bakacak, benim
isteklerimi uygulayacak birini aradım. Kriterlerim arasında hareketli biri
olması ilk sıradaydı, çünkü bugünlerin geleceğini biliyordum, Ege şu anda bir
saniye durmuyor sürekli yürütülmek istiyor ve biz de o uyanık olduğu süre
boyunca onun peşinden ayrılamıyoruz. “Ay belim, yok sırtım, aman fıtığım”
demeyecek, şişman ve yaşlı olmayan biri lazım bu kadar küçük bebeğe bakmak
için.Bebeklerin gelişimi oyunla oluyor, sürekli oyun oynatabilecek, yaratıcı ve
bundan sıkılmayacak biri lazım. Bir de “ben kaç çocuk büyüttüm biliyon mu sen,
ohoo sen gelirken biz dönüyodukçocuk öyle değil böyle büyütülür” ukalalığı
yapmayacak birini istedim. Yaşı büyük olan ve çok deneyimli bakıcılarda böyle
bir sorun olabiliyor maalesef genelde. Neyseki karşıma tam da istediğim gibi
biri çıktı, bakıcımız 27 yaşında, taze evli, çocukları çook seven bir abla.
Ege’yi kendi çocuğu gibi seviyor. Ben ne istersem, ne dersem tamam diyor ve
istediğim gibi yapıyor. Telefonda anında mesajlaşma uygulamalarının birinden
sık sık yazışıyoruz her gelişmeyi bana haber veriyor. Ege bütün gün ne zaman ne
yapıyor biliyor oluyorum. Ayrıca fotoğrafını veya videosunu da çekip
gönderiyor. Benim de içim rahat ediyor.
- En sevdiğim yönlerinden biri de gayet sağlıklı beslenmen. Ege
doğduktan sonra mı daha dikkatli oldun besin seçimi konusunda?
Teşekkür ederim JAslında ben kendimi bildim bileli sağlıklı beslenme
konusunda dikkat ederim. Annem hipertansiyon
hastası olduğundan bizim evde yemekler hep sağlıklı pişerdi. Ben de 5
yaşından beri alerjik sinüzit ve rinit hastasıyım. Alerjim olan besin ise ne
biliyor musun, katkı maddeleri! Çocukken bir sakız bile çiğneyemedim o yüzden.
Kaldı ki şeker, çikolata, hazır bisküvi, cips, kola hatta pamuk şeker! Bir çocuk
için çok zor dayanması ama bu sebeple mecburen sağlıklı gıdalar yemiş oldum
çocukluktan beri.
Ege’ye hamile olduğumu anladığım anda da zaten dikkat
ettiğim beslenmeme daha çok dikkat eder oldum. Yani tabii ki çok katı değilim
hiçbir zaman, arada benim de kola içtiğim çikolata yediğim oluyor, veya hazır
kızarmış tavuk ya da kızartma yapabiliyorum
evde. Ama mesela en son ne zaman cips yedim hiç hatırlamıyorum. Kendimi
zorlayarak yapmıyorum ama bunu, sağlıksız olduğunu öğrendiğim bişeyden tiksinme
geliyor, canım istemiyor yemeyi-içmeyi. Mesela çok ilginç, gebelikten önce her
kadın gibi en sevdiğim şeylerden biriydi xxtella yemek falan, ama gebelikte
çikolatadan bile midem bulanıyordu, 9 aydan fazla çikolata yiyemedim.
Benim düşüncem, eğer bir şeyi evde yapabiliyorsam neden katkı
maddeli olarak dışardan alayım? Bu mottoyla yaşıyoruz karı-koca.
Katı gıdaya geçiş maceranız nasıl olmuştu? Bizimle birkaç
minik tarif paylaşır mısın?
Katı gıdaya yoğurtla başladık. Ege zaten bizim elimizde
gördüğü her şeye sarkıyordu, illa alıp ağzına götürmek istiyordu. Bunu bilinçli
yapmıyordu elbette, sadece diş kaşımak için ya da refleksten. Ama yine de
altıncı aydan önce hiçbir şey vermedim, sonra da hep onun yiyebileceği,
vücuduna uygun gıdaları verdim, yoğurt, sebze ve meyve püreleri gibi. Kimi
anneler kendi yemeklerine ekmek banıp veriyorlar ama ben bunu doğru bulmuyorum.
Özellikle 1 yaşından önce böbrekleri henüz tamamen gelişimlerini tamamlamadığı
için tuzla tanışması sakıncalı. Bizim yemeklerimizde de tuz, salça, bebeğin
bünyesinin kaldıramayacağı ne varsa mevcut. Tabii her anne kendi bebeği için
doğru kararı kendi verir. Bu benim tercihim.
Mesela ilk zamanlarında Ege’ye sıkça yaptığım bir tarif,
havuç, patates ve balkabağını az bulgurla çok az suda pişirdikten sonra tel
süzgeçten geçirip 1 tatlı kaşığı has zeytinyağı ekleyerek veriyordum. Turuncu
çorba diyordum buna, kıvamı bayağı katı olacak ama, çorba gibi olmasın ki
boşuna minik midesi suyla dolmasın dimi?
Uyku eğitimi verdin mi?
Ağlatarak vermedim ama Ege hazır olduğunda yumuşak
formüllerle bunu başardık. Aslına bakarsan ben kıyamıyordum eğitim vermeye, Ege
kucağımda, emzirirken uyuyordu hep. Bu da benim çook hoşuma gidiyordu. “Daha ne
kadar böyle uyuyacak ki?” diye düşünüp erteliyordum eğitim işini (şimdi iyi ki
öyle düşünmüşüm diyorum). Ama bir gün Ege emerken uyumadı. Kucağımda
pışpışladım, ayakta dolaştım, salladım uyumadı. 1 saat uğraştım. Sonunda yıldım
ve yatağına bırakıp odasından çıktım. Açlıktan gözüm dönmüştü, biraz yemek
yedim, döndüğümde uyumuştu. Kendi kendine uyuma macerası böyle başladı.
Sonrasında da Uyku Meleği’nin kitabını okumuştum, oradaki kuralları yumuşatarak
ve Ege’ye ve bana uyarlayarak uyguladım. Ege neredeyse 3 aydır kendi kendine
uyuyor.
- Hem iş hem ev hem bebek J Kendine vakit ayırabiliyor musun?
Gerçekten zor bir kombinasyon. Hele de benim gibi sabah 7
akşam 7 çalışanlar için. Şehir değiştiriyorum, o yüzden ha deyince 1 saatlik
falan izin alamıyorum. Ya yarım gün/tam gün, ya da hiç. Bu da beni zorluyor.
İşim çok yoğun ve stresli. Ama Ege doğduğundan beri kendime işi ve insanları
daha az dert etmeye başladım. Stres olmuyorum desem yalan olur ama daha az
stres olmaya başladım. Çünkü artık biliyorum, hayatta en önemli şey bebeğim ve
sağlığımız. Kalan herşey geçici.
Eve gelince Ege uyuyana kadar tek işim o. Oyun oynuyoruz,
yürüyoruz. Yaz geldiğinden beri hava geç karardığı için erken uyumak istemiyor
genelde dokuzu buluyor uyuması. O yüzden çoğu akşam dışarı çıkıyoruz. Ya sahile
gidip köpeklerle oynuyoruz, ya da parka gidip salıncak ve kaydırakta oynuyoruz,
bazen de arkadaş edinmeye çalışıyoruz.
Eve dönünce yemeğini yediriyorum ve banyo günüyse yıkıyorum.
Ege su dolu küvette oynamaya bayılıyor. Bir süre kendi kendine oynaması için
bırakıyorum. Çırpınıyor etrafa su sıçratıyor ve bundan çok keyif alıyor. Sonra
kurulayıp kremleyip yatırıyorum. Genelde 21.00-21.30’u buluyor bunlar. O
saatten sonra yemek yiyorum (işte sağlıksız yaptığım bir şey J )
Açıkçası blog yazmaya bile çok zor zaman buluyorum. Ertesi günün yemeği, Ege’ye
yoğurt-kefir yapılması gerekiyorsa onlar, ekmeği, bisküvisi bitmişse onlar
(genelde bunları çok yapıp buzluğa atıyorum 1 hafta-10 gün yetiyor) derken
koltuğa oturur oturmaz sızıyorum. E haftasonu da Ege’yle dolu dolu geçtiği için
kendime pek zaman ayıramıyorum. Ama şu sıralar şikayetçi değilim, nasıl olsa bu
da bir dönem, Ege büyüyünce bugünleri özleyeceğim. O zaman o arkadaşlarıyla
oynamak isteyip beni istemediğinde ben de kendime bolca vakit ayırabilirim diye
düşünüyorum.
Çalışmıyor olmayı tercih eder miydin?
Bu soruya kesinlikle evet diye cevap vereceğim. Eğer yarım
gün çalıştığım ya da evime en fazla 20 dk’lık veya tek vesaitle ulaşabileceğim
kadar yakın bir işte çalışıyor olsaydım çalışmak isterdim. Ama evden 12 saat
ayrı ve çok uzakta olmak hem fiziken hem mental olarak çok yoruyor beni. Ne
kadar değer? Bilemiyorum. Sırf maddi sebeplerden ötürü çalışıyorum açıkçası.
Ege’ye daha iyi bir gelecek sunabilmek adına.
Annelik konusunda en çok hangi konularda zorlandın?
Aslında öyle “ööffpöff” dediğim pek bir şey olmadı. Çünkü bu
yaşıma kadar örnek aldığım anneleri çok iyi gözlemlemiştim ve bir gün anne
olursam başıma nelerin geleceğini çok iyi biliyordum (emzirme, yaralar,
uykusuzluk, kolik işkencesi, yemek yedirememe vs daha neler neler). Bir de kendimi
bildim bileli çocukları çook ama çok severim, uzaktan sevmek değil ama,
yeğenime, kuzenime çok bakmışlığım vardır. Saatlerce oyun oynamaktan sıkılmam.
Bu sorunun cevabı belki de ne kadar hazırlıklı olduğunla
alakalı. Gebelikte bulduğum pek çok kaynağı okudum, uzman görüşlerini,
makaleleri, anne tecrübelerini yani blogları, kim neler yaşamış neler yapmış,
başımıza öyle bir şey gelirse ne yapabiliriz gibi pek çok şeyi hatmettim. Daha
Ege doğmadan mesela kolik nedir, neler yapılabilir, nasıl başa çıkılır, ne
aşamaya kadar gaz sancısıdır nereden sonra kolik denir falan biliyordum. Gece
saat başı uyanmayı beklediğimden 2 saat uyursam hoşuma gidiyordu aferin oğluma
annesini tam 2 saat kesintisiz uyuttu diye seviniyordum.
En zorlandığım konu deyince aklıma 11 aydır bilfiil
uğraştığım şey geliyor, o da anne sütü. İlk günden beri emdi Ege çok şükür ama
benim sütüm çok azdı damla damla geliyordu ve yetmedi. O sütü artırmak için
nasıl uğraştığımı bir ben bilirim bir Allah. Kanallarım sanırım yapısal olarak
çok dar, tam 8 kere süt kanalları tıkanması yaşadım çok acılıydı ama neyseki
hiç biri mastit aşamasına gelmedi, Ege’nin emmesi ve çokça sağmam kanalları
açtı hep. Ege 11 aylıktı ben hala süt artırıcı besinler yiyor içiyordum her gün
3-4 litre su içiyordum, sürekli aklım sütümdeydi. Bebeğime yetebilecek miyim
endişesi, belki de en çok yoran.
İzmir; çocuk büyütmek için gayet uygun/ferah bir yere
benziyor. Ev dışında ne gibi aktiviteleriniz oluyor Ege’yle?
Daha “çocuk” aşamasına gelemediğimiz için bilemiyorum,
aktiviteler açısından ne durumda İzmir. Şimdilik diğer şehirlerden sadece
havanın yaz-kış güzel olması konusunda bir farkı olmadı. Ama tabii ki bu da
yadsınamaz bir güzellik çünkü Ege çok az hasta oldu havalar iyi olduğu için.
Kış boyunca hafta içi hep evde olduğu için haftasonu mutlaka
dışarı çıkardık Ege’yi. Hiç avm’ye kapalı ve kalabalık alanlara götürmedim
açıkçası. Hep sahilde gezdik, Foça’ya, İnciraltı’na
gittik
ya da akrabalara ziyaretlere gittik. Şimdilerde ise haftaiçi akşamları da
mutlaka sahile ya da parka çıkıyoruz az önce dediğim gibi. Güzel bir sandalet
aldık Ege’ye, artık çimenlerde kendisi yürümek istiyor çünkü.
Anne adaylarına neler tavsiye edersin?
İnsan başına neler geleceğini bilince, hazırlıklı olunca hem
daha az korkuyor, hem de bildiği için kendine daha çok güveniyor, güvenli
olunca daha soğukkanlı oluyor ve daha rahat çözümler bulabiliyor. Lohusalık
sendromunu böylece daha kolay atlatabiliyor. Mesela ben lohusalık sendromunda
yaşanan hissiyatın bir hormondan ileri geldiğini okuduğumda çok şaşırmış, bunu
az da olsa azaltabilmenin yolunun “balık yemekten” geçtiğini öğrendiğimden
lohusalıkta sık sık balık yemiştim. Etkisi oldu mu olmadı mı bilmiyorum ama en
azından psikolojik olarak “balık yedim, kendimi iyi hissedeceğim” diye
şartlanmışımdır, o yüzden de iyi hissetmiş olabilirim. Sebebi önemli değil ama
bunu bilmek bile rahatlatmıştı beni.
O yüzden gebelikte çok okusunlar, çevrelerindeki arkadaşlarından
dinlesinler, annelerine sorsunlar, artık kime neye ulaşabiliyorlarsa. Ama
birden çok kaynağa ulaşsınlar. Ben öyle çok rahat ettim. O yüzden bunu tavsiye
edebilirim.
Çok teşekkür ederim benim gibi geveze bir anneyi bloğunda
ağırladığın için J
Aaaa ben teşekkür ederim asıl :) Keşke imkan olsa ve bu sohbetleri yüzyüze yapabilsek :) Ama yine de bu haliyle bile çok mutlu oldum. Bu röportajda da en çok "an'ı yaşayalım, nasılsa bugünleri bir daha yaşayamayacağız" felsefesini çok sevdim.
* Kim bilir belki bir sonraki röportajda minik bir balık olur :)