Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




7 Ocak 2016 Perşembe

Denizin Dibindeki Ev / YKY

Yeni yılda bitirdiğim ilk kitabın "Denizin Dibindeki Ev" olması beni çok şaşırttı çünkü heyecanla okuduğum başka kitaplar vardı. Derken bir gün postacı kapımızı çaldı ve 4YKK'nin bana kitap hediye gönderdiğini söyledi. Yaşasın!
Kitabın ön ve arka kapağına bakınca keyifli bir kitap okuyacağımı düşündüm.
Birkaç sayfa okudum ve "Aa ne güzelmiş" dedim.
Sonrası ise ...
Biraz değişik oldu :) (Kitabı okumadan yorumu okumayın!)

Fark ettim ki buraya sadece çok sevdiklerimi yazıyorum, az sevdiklerim/sevmediklerime vakit ayırmıyorum.
İşte bu kitap, bu serinin ilki olabilir, gerçi Arne'nin Adası da benim için hayal kırıklığıydı ama bu kitap daha da tuhaf.
Öncelikle bana hediye ettiği kitap hakkında kötü şeyler yazmama kırılmayacağını bildiğim için Tangül'e, çok teşekkür ederim, sebebini en sona yazacağım.
Turengde ve Google'da İtalyanca çeviri yapamadığım için kitabın orjinal adının (la casa in fonda al mare) tam çevirisinin "Denizin Dibindeki Ev" olduğundan emin olamadım. Böyle bir araştırmayı hemen her kitap için yaparım ancak bu kitabın farklı olan tarafı, çevirisinde kitap içerisinde de kendimce yanlışlıklar bulmam oldu. Yanlış demek aslında uygun değil, neticede İtalyanca bilmiyorum ama sanırım eksik demem daha doğru olacak.
Kitabı okurken farkında olmadan "yok artık" gibi hayret ibareleri kullanmışım, karabalık dedi, hatta "ne oldu" diye merak etti.
Ona şunu söyledim: "Kitabın sanırım basılmadan (birkaç kez) önceki taslak halini yanlışlıkla basmışlar"
Biraz daha butik bir yayınevinden basılmış olsaydı belki şaşırmaz, olabilir deyip geçerdim. Ancak kitabın yayınevi YKY olunca buraya da bir şeyler yazmak istedim.
Arka kapağına bakınca kitap sahiden de oldukça cezbedici görünüyor(benim için) Arada kalmışlığı ve farklı-öteki olmayı zaman zaman ben de yaşadım, yaşıyorum ve konusu çokça ilgimi çekti. Çok seveceğimi düşünerek-ki yazarın İtalyan olması benim için bir artı Nanetti'den dolayı)- heyecanla okumaya başladım kitabı.

İlk 3 bölümde (7-15 sayfa) yaklaşık 8 yaşındaki (tam sayıyı suda zaman hiç geçmediği için bilemiyoruz) Stella'nın deniz altındaki yaşamını kendi dilinden okuyoruz. (gayet keyifliydi bence)
4. bölüm ile birlikte 3. tekil şahıs anlatımına geçiyor kitap ve yazı karakterini de değiştiriyor. İlk başta bunu tuhaf buldum ancak ayrımı bu şekilde göstermek istedilerse saygı duymak gerek diye not aldım hatta.
İlerleyen sayfalarda yine Stella'nın ağzından yaşadıklarını okuyacağımızı düşünürken kitap 4. bölümdeki anlatım şekliyle devam etti. (istisna 6. bölüm ve 7. bölümün yarısı)
7. bölümün yarısında anlatım dili değişiyor ve ortaya gerçek bir anlam belirsizliği çıkıyor.
"... Bir gün büyük bir yapı keşfettim..." diye başlayan bölümün orta yeri "...Amir ona bakıp güldü..." ile devam ediyor :)
Denizdeki yakın arkadaşları mürekkepbalığı Billi ile yunus Elia.
Billi karakterini ilk başta muzır bir çocuğa benzettim ama çok kısa sürede Billi'nin dikkat çekmeye çalışan kötü niyetli biri olduğunu gördüm.
Elia Stella'nın yakın arkadaşı ve hikaye içerisinde güzel bir yan karakter rolü varken birden "sen benim çocuğumsun" cümlesini kuruyor. (böyle bir şey yok, tek demek istediği 'seni önemsiyorum ve üzüldüğünü görmek istemiyorum' çocuklar okuduğunda kafaları karışabilir.) Sayfa 92'de Elia bir anda yunus olarak çıkıyor karşımıza, ki bu da başka bir kafa karıştırıcı :)
Hikayenin ana konusu olan iki dünya arasında seçim yapma (deniz ve kara) ve farklı-öteki olma halini sevdim. Sadece işlenişini biraz zayıf buldum. Gereksiz ayrıntılarla ve karakterlerle sayfalar doldurulmuştu sanki.
Hikayeye neden dahil olduğunu bilemediğim dondurma arkadaşı Mirco var mesela. Kara hayatında olan bir çocuk ve Stella'nın denizde yaşadığını bilmiyor.
Stella'nın babası zamanında kara hayatını seçmiş-hatta orada kendine başka bir hayat kurmuş, evli ve 2 çocuğu var- annesi ise denizde yaşıyor. Stella da zaman zaman su üstüne çıkarak bazı kara çocukları ile iletişim kuruyor Mirco ve Roberto gibi.
Bu hikaye için bence sadece Roberto yeterliymiş oysa.
Denizde yaşayan Amir ise iyi mi kötü mü ben anlayamadım :)
Stella tüm bu çocuklarla ayrı ayrı vakit geçirmeyi, onlarla eğlenmeyi seviyor ve hepsini de yeri gelince öpüyor. (bu kısmı da anlayamadım ama üzerinde çok durmadım)
Babası Stella'yı karada yaşamaya ikna etmeye çalışırken kullandığı gereksiz ve sert üslupta yazarın kendi babasına duyduğu kırılganlıkları okudum.
O yüzden de bu kitabın babaya olan kırgınlıkların bir hikaye üzerinden anlatımı olarak görülmesi belki daha gerçekçi bir bakış açısı olur. (arka kapakta da yazdığı gibi)
Sayfa 121'de babasının Stella'ya "Sersem sersem konuşma" dediği ifadeye açıkçası üzüldüm. "O kadar da değil artık" diyerek Stella'ya sarılmak istedim. (ki sonrasında kızına elini kaldıran adama bayağı kızdım) Belli ki Stella'nın kafası çok karışmıştı ve haklıydı. Annesi ise çok daha tutarlı bir karakter, onu sevdim.
Kitap hakkında çok şey yazdım biliyorum ama sonunu yazmayacağım elbette :) (bir o kaldı yazmadığım gerçi)
Kitapta yer alan televizyon ise gerçekten olmaması gereken bir obje idi. Yazarın gel gitlerini açıkça okuyabildiğimiz (kara-deniz) ancak yine de doğal olanı tercih ettiğini satır aralarından okuduğumuz bu hikaye için televizyon biraz fazla tüketimi çağrıştırdı bana.
Yazar kitabı babasına kırgınlığını hatırladığı bir an yazmış, yayın evi basmış, YKY ise biraz özensiz olarak yayınlamış gibi hissettim.
Çok mu sert bir eleştiri oldu acaba bilmiyorum.
Yazarın ve çeviren Filiz Özdem'in emeğine haksızlık yapmak istemem ama kitabın bütününe baktığımda taslaklarda yer alan bir metni nasıl basmışlar acaba diye düşündüm.
Metne çok odaklandığımdan resimleri hakkında yorum yapamadım. Benim tarzım değil sadece onu diyebilirim.
Kitaptan:
" Hepimiz nasıl yaşayacağımızı seçmekte özgürüz..."

Tangül'e çok özel teşekkürlerimle, kitapların hep tam, bitmiş, harika hallerini okuyordum, bu kitap ve Stella'nın hikayesi ile kendimi geliştirme imkanı buldum (ukalalık gibi olmasın lütfen) daha iyi nasıl olabilirdi diye üzerinde notlar aldım. İyi ki varsın kıvırcık :)

*Kitabı okuyan varsa lütfen yorum yazsın, belki de ben yanıldım ya da bazı şeyleri gözden kaçırdım :)
** Deniz yaşamıyla ilgili kitap önerilerini de yazabilirseniz sevinirim, çok sevdiğim bir konu kendisi :)

Denizin Dibindeki Ev
Özgün adı: la casa in fonda al mare
Yazan: Lucia Tumiati
Resimleyen: Alessandra Roberti
Çeviren: Filiz Özdem
Yaş grubu: 8+
YKY, 2013, 159 sayfa, karton kapak




Devamını oku »

5 Ocak 2016 Salı

Şaşkınlıklarım & Dağınıklıklarım & Unutkanlıklarım & Tuhaflıklarım :)

Bana artık normal gelen bazı özelliklerimin başka insanlarla karşılaşınca pek de normal olmadığını zaman içerisinde anladım.
Herkesin eminim vardır böyle huyları.
Ben de bir süredir kendiminkileri not ediyordum, buraya da yazmış olayım.
- Kışı palto giyebildiğim için seviyorum çünkü paltomun ceplerine dünyayı sığdırabiliyorum. İçinde hiç kullanılmamışından pek az kullanılmışına kadar geniş bir yelpazede peçeteler, kim bilir ne zamandan kalma alışveriş fişleri, kurum kimliği, eldiven, Elif'in tokası, bozuk para (toka ve paranın aynı yerde durduğunu annem duymasın :) , kağıt parçası, kalem, sap,yaprak, vs. şeyler oluyor ki son zamanlarda Gonca sayesinde dudak koruyucusunu bile buraya koyuyorum.
Mont alırken illa ki kapşonlu ve cepli olmasına çok dikkat ederim ve bir montu sevdiysem o beni bırakana kadar ben onu bırakmam.
Bir de şunu yapıyormuşum: sadece ilk düğmemi ilikliyormuşum, karabalık devamlı hatırlattığı için gerçi artık 2.yi de ilikliyorum.
Dışarı çıkınca önüm açık diye üşüdüm diyelim, önümü kapatmak benim aklıma gelmiyor, gelse de şunu düşünüyorum: "yeterince üşümüşümdür zaten, daha ne kadar üşüyebilirim ki?" :)
- Aynı şekilde giydiğim ayakkabıları da "tam" giyememe gibi bir durumum var. Botumun fermuarı genelde yarım çekilmiştir ya da spor ayakkabımın bağcığı yarım açıktır gibi. İlla böyle yapayım diye değil ama sanırım bir şeyi "tam" yapınca içim sıkılıyor,komik :)
- Kıyafette uyum yakalamak benim oldukça zorlandığım konulardan biri. Yazın rahat oluyor hafta sonları kot ve t-shirt ile ama kışın... Dışarıda çantası, ayakkabısı, kemeri, saç tokası aynı ton (renk de değil, ton) olan insanlar görüp şaşırıyorum. "Bunu nasıl yapabiliyorlar, nasıl denk getirebiliyorlar ki?" diye ama çok uzağa gitmeme gerek yok, Edoş da böyledir (bkz: birbirimize hiç benzemediğimiz kardeşim :) Mesela bugün(31 Aralık) hani yeni yıl havası olsun diye HIMYM Ted'in kırmızı çizmelerinden giyeyim dedim. 5-6 yıl önce almıştım ve bu benim onu 3. giyişim :) Onu giyeceğim ama çıplak ayakla giyemem. Uzun zamandır da biliyorum ki evde sadece mor ve kahverengi çorabım var.(haftalardır böyle, bir git al kendine çorap değil mi?) Derken bir de baktım, hiç açılmamış siyah çorabım var, yaşasın! (marie kondo görse benim çekmecelerimi sanırım ağlar) Neyse bir şekilde uyum yakalabilmiş ve çizmelerimi giyebilmiş olmanın mutluluğundayım :)
Dolabıma baktığımda kıyafetlerin tek tek fena olmadığını ama bir araya gelince pek de ahenkli görünmediklerini fark ediyorum. Kırmızı ve yeşil bence güzel oluyor ama her zaman değil galiba.
Yıllar sonra üniversiteden tanıdığım biriyle karşılaştığımda "beni hatırladın mı bilmiyorum gerçi" demiştim de verdiği cevabı hala hatırlıyorum: "kış boyu kırmızı kadife pantolonun üzerine fıstık yeşili (Aslı aklıma sen geldin :) kazak ve mor palto giyen birini unutmak mümkün mü?" Hııııııı... O ben miydim? Kıyafet konusunda rahatlık takıntım var doğru. Bir kıyafeti giyebilmemin ilk şartı onun rahat olması. Boğazlı, batan, dar bir şey olmayacak, içinde nefes alamam yoksa. Ayakkabı seçimlerimde kriterim de şu: "Ev terliği kadar rahat olmalı". Karabalık benimle alışveriş yapmaktan nefret ediyor bu yüzden. En güzel alışveriş, tarzınızı bilen ve alışverişi seven/bilen birine kendinizi teslim edip soyunma kabininde beklemek oluyor. Bu yüzden Eda ve KKK sizlere teşekkür borçluyum. Canım kardeşim, bana geldiğinde neyse ki "şu şununla giyilir" kombinlerimi de yapıyor ki çok uğraşmayayım.
- Kıyafetlerin ve bir takım şeylerin ismi bende tam bir yün yumağı. Bot ve çizme, jaluzi ve jakuzi, şiyonyer ve çekmece, deodorant ve parfüm, palto ve mont... Hangisinin hangisi olduğunu öğrensem de yine unutuyorum.
Hatta november ve october'ı ısrarla karıştırdığım için anne ve yavrusu sistemi uygulamaya çalıştım, yok olmadı, her halükarda karışıyor. Ne yapmalı buna Edoş :)
- İnsanların isimlerini de karıştırıyorum. Yüzlerini asla unutmuyorum, sebebini az sonra yazayım. Bir arkadaşımın eşinin adı Pınar, ona ısrarla Burcu diyorum.
Kendimi en kötü hissettiğim olay ise geçen gün sevgili Züleyha'nın oğlu Civan'ın doğum gününü kendimce kutlamaya çalışırken ona ısrarla "Cenk" demem :(
İsimleri hafızamda tutmak için eşleşme yapmaya çalışıyorum.
"Merhaba ben Ayşe" dedi diyelim birisi, Ayşe = babaannemin adı = severim = yaşlı birini hatırla (hatırlama kodu) , kızı tekrar gördüğümde bu kodu anımsarım, tanıdığım yaşlı da çok olmadığından Ayşe'yi seçebilirim :)
Biraz karmaşık gibi en kolay bu yöntemi buldum.
- Yönleri de şaşırırım ben. Bu konuda takdir edilesi bir annem var. İlk defa girdiği bir ortamın neredeyse koordinatlarını çıkarabilir. "Biraz önce yanından geçtiğimiz okul güneybatıda kalıyor Esra" gibi. Benden cevap: "Okuldan mı geçtik?"
Coğrafya derslerini çok aşırı severdim, Nilo sana göz kırptım burada sen anladın, "Haritada Kaybolmak" kitabını da çok sevdim ama benim bu yön şaşırma halim bir türlü geçmedi.
"Rüzgar kuzeybatıdan esiyor bu gece" (Annem)
"Esmesi iyi oldu, sıcaklamıştık." (ben)
- Öncelik/sonralık işleri de tam net değil kafamda. Diyelim ki yemek yapacağım, ben önce malzemeleri çıkartıyorum, tencereye koyuyorum. Aklıma geliyor bu işte bir eksiklik var diye. O ara bunu önceden de yaşadığımı anımsıyorum, aklıma yağ ve salça geliyor.
İşte tam da bu yüzden 2-3 farklı yerde hazırlanıp pişirilen yemek tariflerini yapamıyorum, kafam çok karışıyor.

- Ben tam bir "çürük meyve seçicisi"yim. Sırf bu özelliğimden dolayı pazarcıların/marketteki manav görevlisinin beni çok sevdiğini fark eden karabalık seçimleri kendisi yapıyor.
Bana bir kasa harika elma verin ve içine (diplere de olabilir) 2 adet çürük koyun, iddia ediyorum, ilk 5 seçimimde onları bulabilirim. Bunu oranlamaya çalışamadım ama iyi bir rakam değil mi?
-Meyve ve sebzelerde çürük bulduğumda eskiden yerlerine bırakırdım şimdi "ama onları kimse almayacak, yalnız kalırlar mı" duygusuna kapılıp üzülebiliyorum. Amelie'deki manavın içli çırağını benden iyi kimse anlayamaz :)
- Rakam demişken... Matematik hakkında 3,5 yıllık blog hayatımda derli toplu bir yazı yazmamış olduğum için link veremedim ama ben bu konuda sahiden fenayım.
7+8'i şöyle buluyorum: 7+7+1 =15 :) Önemli olan da doğru sonucu bulmak değil mi zaten?
Dört işlem ve çarpım tablosu konusunda biraz fazla kötüyüm, ilkokulda özel ders aldığım kıvırcık Hüsniye Öğretmene (matematik öğretmesi haricinde hala çok severim onu, annemin kadim dostu) karabalığın tanıştığında "Esra hala dört işlemi parmakla sayarak yapıyor" demesiyle duyduğum utancı anlatamam. Bu konuda ona hala küsüm :)
Riko ve Oskar kitabını okuyanlar beni daha anlayacaktır, biri bana matematiksel bir şey sorduğunda kafamda bingo topları dönüyor.
"Hesap 62 tl, siz bana 80 lira verdiniz, para üstü de..." Gerisini duymuyorum bile. Eskiden Riko'nun dondurmacıda yaptığı gibi beni kandırmasınlar diye para üstünü sayıyor numarası yapardım artık yapmıyorum. Birkaç sefer itiraz ettim çünkü, onlarda da haksızdım :( (en temizi kredi kart)
bir de hep aklımda olan sayılar var:
144  = ilk okul numaram = 12*12
17 = doğum tarihim = asal sayı
9 = elifin doğum tarihi = karekökü var = 3
Karekök, üslü sayılar, havuz problemleri ve bilinmeyenli denklemleri çözebilmek için yıllar içinde nasıl bir yöntem geliştirdiğimi yazsam sanırım matematiği iyi olanlar ağlar :)
- Matematikle ilgili midir bilmiyorum ama gramaj hesabı da yapamam ben. Diyelim marketten 150 gramlık bir şey aldım, bunu nasıl bir kavanoza koyacağımı bilemem. Ya boşluk çok kalır ya da
- Küslük demişken bazen birine küsüyorum, o bunu bilmiyor, sonra kendi kendime o kişiyle barışıyorum :) "Öyle demek istememiştir zaten", "Benim iyiliğimi düşündüğü için öyle dedi" (Gonca :P )
- Saçlarım konusunda da annemden yıllarca duyduğum şu cümle beynime kazındı: "Esra, saçlarını tara" Biraz kişiliksiz bir saç tipim var. Nemli bir yerdeysek hop kabarır,dalgalanır; Ankara gibi kuru bir havadaysak aşağı doğru eğime geçer, geçerken arada asilik yapanlar olur o yüzden de bu saç tipinin ne yapmak istediğini kimse anlayamaz. "Acaba yataktan kalmış hali mi?" "İştekiler bence bundan şüpheleniyorlardır :)
Fotoğrafın sahibi Memede sevgilerle :)
- Tuhaf bulduğum ama içimin cız etmesini engelleyemediğim bir diğer şey ise, yeni yıldan önce "mutlu yıllar" dendiğinde "o zamana kadar bir daha görüşmeyecek miyiz ki?" diye hüzünlenmem. Çok yakınlarınla görüşürsün tabii ama marketteki amcayla, posta görevlisiyle zaten niye görüşesin değil mi? Öyleyse o hüzün duygusu ne? Onu çözemedim.
- Unutkanlığım zaten var ama şimdi yazacağım anıyı her hatırlayışımda acayip gülüyorum.
Bir gün KKK'ye gitmiştik, onun odası acayip neşeliydi, her yerde bir şeyler olurdu, kitaplığında bir biblo gördüm ve dedim ki "Biblo da hiç sevmem, ne gereksiz bir şeydir, öylece durur hani ne yapacağını da bilemezsin..." Merve sessiz bu arada. Ben devam ediyorum,
"Böyle saçma bir şeyi kim aldı ki sana?"
"Sen..."
"Heeeeeeee" :)
- İçtiğim içecekleri neden bilmiyorum ama hep yarım bırakıyorum. Özellikle de neskafeyi. Sanki bardağın sonunu görmek istememe-yaşanmışlığın devam etmesinden hoşlanma gibi bir halim var ama israfı da sevmem :)
- Alışverişten pek anlamam. Mesela perde alışverişi tam bir karmaşa benim için. Kenarlara konulan koyu perdelerin ismini hatırlayamadım şimdi, perdeci amca bize sorduğunda "ne için kullanacağız ki onları" dedik. "Süs" dedi. Ben "kalabalık yapar, sıkılırız" dedim. Benim bakış açımla perde aldığımızda eski usul güneşlik denilen kapatıcı ile normal bir tül yeterli oluyor, perdeciler de beni sevmiyor :) Bir de "enini boy yapmak" ve "kaç metre gider" hesabı var. Ben anlamıyorum :)
- Çok makyaj yapmış birinden korkmak... Birini bu halde görünce başka yöne bakmaya çalışıyorum. "Kendini neden gizliyor ki" diye de düşünüyorum bazen.
- Diyelim birinin başına güzel bir şey geldi, ben ona tam olarak ne diyeceğimi bilemeyebiliyorum. Aynı şekilde oda arkadaşı gittiği için üzülen birine "Hayırlı olsun" da diyebiliyorum. Hediye verdiğimde teşekkür eden birine "afiyet olsun" demem gibi :)
- İsimleri unutuyorum ama yüzleri unutmuyorum demiştim ya. Onun sebebi de şu, kişileri duygularla geri çağırıyorum, bunda da pek yanılmıyorum :)
Diyelim biriyle karşılaştım, burnum koku alıyor = sen bunu bir yerden tanıyorsun = nereden tanıyor olabilirim = bana bir şey öğretmişti, sevmiştim ben onu = ama anlattığı konu gıcıktı = yıllar önce gittiğim dershanedeki matematik öğretmeni = bingo :)

Böyle de bir yazı oldu
Bu başlığı baz alıp kendi tuhaflıklarını yazmak isterlerse bu mime Aslı-Ebygale, Ülkü- 2 Çocuklu Hayat ve Mutlu Keçi'yi davet edeyim :)

*Bonus: Gülçin'in "15 dakika" önerisi hoşuma gitti, bir deneyeceğim :)



Devamını oku »

4 Ocak 2016 Pazartesi

An'ı Yakalamak :)

Tatil günleri bizim evde genelde dinlenmeli değil de koşturmacalı geçiyor. Ev işleri ve Elif ile oynama arasında bir denge kurmaya çalışırken dışarıda yapılacak işler sırada bekliyor. O yüzden de misafircilik oynamaya bazen vakit kalmıyor.
Bence hafta sonları iki gün olmaya devam ederken Pazartesi günleri annelere izin günü olmalı :) Gerçi cumartesi günleri de çalışan anneleri düşünüp yine halimize şükretmeliyiz sanırım.
Bu tatilde -uzun zamandır bir ilk- kendime vakit ayırabildiğim 1-2 saat yakaladım, o anlar nasıl güzeldi :)

Öncesinde çalışma odasına oranın bir ardiye olmadığını hatırlatacak kıvamda çeki düzen verdim.
Çalışma masamı zaten çok seviyorum ama düzenlemeden önce içinden her şey çıkıyordu ve aradıklarımı bulamıyordum.
Ne kadar sıklıkla olmalı bilmiyorum ama fotoğraftaki gibi an'ları yaşamak gerek.
Bu fotoğrafı anlatacak olursam,
Solda en alttaki defter benim çizim defterim.
Onun bir üstündeki Defteri Aslı hediye etmişti, o defter artık Elif'in günlüğü :)
Defterlerin üzerindeki ajandalar ise bu senenin kayıt hazineleri.
Sinek Sekiz yayınlarının ajandası her güne 1 sayfa olduğundan çok kullanışlı. Pullu mektuplu olan ise gündelik kullanım için çok pratik. Mektup severler için harika bir hediye bence, teşekkürler Fatma :)
Balıklı defteri Gonca göndermişti, o deftere bakıp mutlu oluyorum ve okuduğum kitaplardaki güzel cümleleri ve kitap hakkındaki yorumlarımı yazıyorum.
Beyaz kutuda cevap vereceğim mektuplarım var, önündeki kart Özlemden, "all the secrets are contained in books" diyor, ben ona ekleme yapıp "and letters" diyorum.
Çünkü az sonra mektup yazacağım ve yazdığım kişiye çok acayip sırlarımı yazdım, hem de Selcen'den çaldığım kalemle :)
Mozaik pasta KKK tarifi, oldukça lezzetli. Tatlının yanında illa tuzlu yediğimi bana fark ettiren 4YKK Tangüle de selam ederek susamlı çubuklarımı yedim. Kozalağım ise doğa arkadaşımın takas kutusundan Semra-Kağan'dan :)
Kısacası çalışma masamda sevdiğim arkadaşlarımdan gelen minnak parçaların bir bütün oluşturmasını çok seviyorum.
Sağdaki origami ise en özel parçalardan biri.
Bir de görselleri devamlı değiştiriyorum, böylece tüm arkadaşlarımı görebiliyorum.
Masadaki iki adet harici belleğin görevi ise pek mühim, neyse bu yazının konusu değil.
Her gün böyle olsa bence kıymetini anlayamayabilirdim.
Lakin uzuuun zamandır böyle sıcak bir an-mektup yazma ve kahve içme- yaşayamadığım için bana çok özel geldi.
Hafta sonları gündüz uykusunu rahatlıkla uyuyamayan 1 Elifimiz var ama ne yapalım.
Hayatımızdaki güzel şeyler, an'lar ve insanlar için şükretmeye devam :)
O değil de mektup az daha uzasa sanırım minik bir öyküye dönecekti, bakalım yazdığım kişi de bu öyküyü sevecek mi :)
Sürpriz!
Devamını oku »

30 Aralık 2015 Çarşamba

Yeni Yıl Dilekleri-2016 :)

Yeni yıl gelmeden buraya dileklerimi yazabilirsem çok mutlu olacağım :)
20132014 ve 2015 dileklerime şimdi baktım da, bir tuhaf hissettim. Zaman (hızla) geçiyor, geride sahiden biriktirdiğimiz an'lar kalıyor. (Tunalıda Yasemen ve Çağrı ile buluşup sohbet etmemiz gibi :)
Öncelik sırası yapabilmem zor ama listeye bir yerden başlayayım.
-Sağlık: Hepimiz için sağlık dolu bir yeni yıl olsun, sevdiklerimizle beraber olmaya devam edelim inşallah.
- Elifin uykusu konusunda güzel gelişmeler yaşayalım. Son doktor kontrolü ve tedavi sürecinden açıkçası umutluyum, umarım Elif gece boyu ve hafta sonu gündüzleri uykuya kendiliğinden rahatlıkla geçer, kesintisiz olarak uyur ve uykusunu almış bir şekilde mutlulukla uyanır :)
- Ev işleri konusunda bana yardımcı olabilecek birini bulmayı veya kendimin ev işleri konusunda tecrübeli&pratik hale gelmesini ümit ediyorum. (dilekte bile yedek yazıyorum yalnız, hani biri olmazsa diğeri olsun bari :P)
- Yemek yapma konusunda aslında en büyük dileğim yemeği bir zorunluluk/engel/uğraştırıcı bir şey olarak görmekten çıkartıp, yemeğin keyif aldığım bir hobiye dönüşmesini sağlamak. (bu eğer zamanla olabilen bir şeyse Serra bende emeğin büyük) Pratiklik konusunda da Elif senin emeğin büyük. Pratik&sağlıklı yemekleri zevk alarak kısa süre içinde yapabilmeyi diliyorum özetle :)
- Daha çok film & tiyatro: Sinema demedim özellikle ki kendimi kandırmış olmayayım. Star Wars'a gitmek için Tatü senden bir işaret bekliyoruz Ankaraya dönünce haberin olsun :) Vizyondaki filmler çoğunlukla ilgimi çekmiyor zaten o yüzden izlemek istediğim filmlerle ilgili -okuyanların da katkısıyla- bir liste hazırlamak istiyorum.
- Doğa Keşifleri, yürüyüşleri (daha da) çok olsun. Doğa Arkadaşımın Kutusu etkinliğinden bu açıdan çok ümitliyim.
- Günün Mutluluk Sebepleri umarım bu bakış açım ve karşıma çıkanlar artarak devam eder. Geçen gün bir şey fark ettim. Ben bir şeyler verdikçe, daha çok alıyorum. Eskiden bu kadar "verici" biri değildim belki de. Bencil miydim acaba? Bunun cevabını beni eskiden de tanıyanlar bilir sanırım, benim cevap vermem çok objektif olmaz :)
- Daha çok kitap & notlar: Nicelik olarak çoklukta gözüm yok aslında, şu yazıda bahsetmiştim, daha da güzel nitelikteki kitapların peşindeyim. Unutmadan notlar alıp yazabilirsem de tadından yenmez artık :)
- Ailemle daha sık görüşme: Edoş, ucuz uçak biletleri bize çalışsın artık diyorum, ne dersin bacım :)
- Arkadaşlarla daha çok vakit geçirme: İşe döndüğümden beri öğle aralarının "altın saat" işlevini kullanıyorum. Mesai saatimiz çok katı aslında ama neyse ki iş yeri merkeze ve arkadaşlara uzak değil. Önceden bu saatlerin ne anlama geldiğini hiç anlamamışım. Şimdiyse elimde sıkıca tutuyorum onları :)
Bir de blog/instagram aracılığıyla tanıdığım ve çok çok sevdiğim insanlarla daha sık görüşebilmek. (Belçika uzak olur Yasemen, siz gelin Ankaraya :P) Yüz yüze hiç tanışmadıklarımla da oturup bir kahve içip sohbet edebilecek ortamımızın olması.
- Yardım: Bu başlıkta aslında şunu demek istiyorum, maddi veya manevi olarak yardım edebileceğim (belki bir çocuğun ödevine yardım etmek gibi) ama bunun henüz farkında olmadığım noktaları net olarak görebilmek ve eyleme geçmek :)
- Lokum Çocuk Kütüphanesi: 2016 için aklımdaki bu projeyi ufaktan da olsa hayata geçirmek istiyorum. Bunun için yapılan ön hazırlığa ne deniyordu unuttum, (Pelin sen demiştin hani, fizibilite miydi?) işte ondan yapmaya çalışıyorum. Teknik ismini bilmiyorum ama kendimce yapıyorum bir şeyler. Eskiden çocuk kitapçım & kırtasiyem olsun isterdim; şimdi ise (son 2-3 yıldır) çocuk kütüphanem olsun istiyorum. Sanki evren bunun için çalışıyor, sevdiğim insanlar bana kütüphanelerinden çocuk kitapları gönderiyor. Bak şimdi! Semi ve Nurşen Abla, bu yardımınızı hiç unutmayacağım, yeniden teşekkürler.
Başlamayı düşündüğüm mekanda pek 4 duvar var diyemeyeceğim, kediler ve minderler var da yazamayacağım ama... içinde hayalim, kitaplar ve çocuklar olacak. Umuyorum ki her şey çok güzel olacak. Bu hayal, zihnimi dinç tutuyor ve beni en umutsuz anımda silkeliyor, "pişi" gibi bir şey :)
- Deniz: Geçen senelerdeki denizi her gün görme dileğim hala gerçekleşmemiş olsa da ben yine yazayım, her gün olmasa da çok daha sık denizi görmek, deniz kenarında yürüyüş yapmak istiyorum.
- Fotoğraf?: Yanında soru işareti olan bir dileği kim anlayıp da ne yapsın değil mi? Hani diyorlar ya, ne diliyorsanız açık ve net olun diye. "Fotoğraf makinemi elime daha çok alayım ve fotoğraf çekerken güzel an'lar hafızama kazıyayım" Bu, oldu sanırım. "Güzel fotoğraf"ta bile gözüm yok :)
- Mektup Arkadaşlığı: Çok tatlı hatta pek çok tatlı mektup arkadaşlarımın hayatımda devam etmesini diliyorum. Mektubu posta kutunda bekleme heyecanı, onu görme an'ı, satırları heyecanla okuma keyfi ve mektubunu yüzünde gülümseme ile yazma zevki var ya... O an'lar o kadar kıymetli ki, iyi ki varsınız :)
- Para&pul: Bu kısımdan anlamam ve sevmem bu işleri, kitaplarımı alacak kadar, sevdiklerimle keyifle vakit geçirebileceğim kadar param pulum olsun yeter :) (tamam, uçak masrafları da içinde :P )
Görsel Kaynak: Canım ve Tatlı Aslı'dan :) (haberi yok, çaktırmayın :P)
Bu kadar yazdım ama işin aslı, sağlığımız yerinde olsun, çok şükür ve bin şükür diyeceğim :)





Devamını oku »

Kumkurduna Dokunmak ve Sarılmak

Hangi yıldı hatırlamıyorum, belki 2000'lerin başıdır- lisede olduğum zamanlar- babam elinde bir hediye pakediyle geldi eve. Şaşılacak bir şey yok çünkü o gün doğum günümdü. Şaşırdığım şey, bunu çok sık yapmamış olmasıydı elbette.
Pakedi açtığımda içinden bir adet kırmızı,sarı çizgili gömlek çıktı. Çok sevindim çünkü cimbomluydum (hala öyleyim ama nerede o Hagi zamanları, futbol maçı izlemeyi bırakmadım gerçi takım fark etmiyor izlemem için), babam yıllarca uğraşmış ama beni Beşiktaşlı yapamamıştı. O gömleği çok sevdim, çok da giydim.
Belki 1-2 yıl sonra da babam vefat etti.
Geride çok fazla anı kalmadı.
Biraz balkonda balık sefası biraz futbol en çok da bu gömlek.
Ona baktığımda kalbimin -daha önce hissetmediğim- bir noktasına dokunduğumu hissettim. Piyanodaki bir tuş gibi. Kayıp tuş, çok kullanılmayan bir nota gibi.
Zamanla beraber ben büyüdüm ancak gömlek büyümediği için onu giyemez oldum.
Nereye gidersem yanımda taşıdım aslında ama bunu pek çaktırmadım :)
Kumkurdunu okuduğumda aynı kayıp notanın ezgisini duymaya başladım.
İlk başlarda anlam veremedim ama her okumamda bu ezgi tekrarlandı.
Kitap karakterlerini çok sevdiğimde onlara şöyle sıkıca sarılmak isterim ama elbette ki bunu yapamam.
Oysa Kumkurduna sarıldım.
Merve'nin gönderdiği kutuyu açtığımda aynı ezgiyi duydum ve babamın hediye ettiği gömleği gördüğümdeki o dokunuşu hissettim.
Kalp, çok odacıklı bir organımızsa eğer (biyolojide de kopya çektiğim için tam bilmiyorum) bu oda, evin arka tarafındaki bahçeye açılan gizli bir geçitte saklı, onu anladım.
Sonunda bahçeye çıkma hissi ise çok güzel.
Teşekkürler Merve, aynı melodiyi duymak, Kumkurduna sarılmak ve onunla sohbet edebilmek çok güzel...

* Bu ezgiyi tanımlayabilseydim Buena Vista Social Club'tan Chan Chan derdim :)


Devamını oku »

28 Aralık 2015 Pazartesi

2015 Nasıl Geçti :)

Bu sene bizim için maşallah pek hareketliydi.
Senenin ilk ve en güzel haberi canım yeğenim Ayça'ya kavuşmam oldu, yaşasın teyzoş olmak :)
Mart ayının sonundaki Avusturya Gezisinin içerisinde pek fazla "Avusturya" olmasa, bolca ev dinlenmesi olsa da biz yine de keyif aldık.
Nisan-Mayıs gibi başlayan kıpırtılarla evimizi değiştirdik, Ankara'nın başka bir ucuna taşındık, Elif'i kreşe verdik (14.5 aylık) ve ben işe döndüm.
Sanırım az buz şeyler değil bunlar :)
Aradan tam 6 ay geçmiş ve bu aylar nasıl geçmiş bilmiyorum.
Daha çok bir şeylere alışma haliyle ve koşturmacayla geçti diyebilirim.
2015'in başlarındayken sonunu iş yerinde yazacağımı hayal etmemiştim.
Sanki o an'lar çok uzaktaymış gibi geldi ama düşününce bu koşturmacada insan dün yediği yemeği bile unutmuş oluyor. Bezelye miydi yoksa buzluktan annemin bıraktığı yemeklerden biri miydi? Mercimek çorbası olduğunu hatırlıyorum ama çünkü onu hayatımda ilk defa yaptım, "aa ne kolaymış, niye daha önce yapmamışım ki" dedim. Dün ile ilgili hatırladığım bir şey daha var, yazmazsam olmaz. Eve gittiğimizde uykusuzluktan ve alakasız haberlerden dolayı canım sıkkındı, kendimi "asfalta yapışmış sinek" olarak tarif ediyordum ki bence sinek benden daha mutluydu, en azından uyumuştu :) Neyse işte eve gireli 5 dakika geçmedi ki karşı komşum benim çok sevdiğim pişiyi sıcak sıcak göndermiş. "Heyooo" diye dans ettim resmen ve "hayat güzel yahu" cümlesiyle asfalttan kalkıp normal hayatıma döndüm. O tarifi kesinlikle almalı ve kızartma yapmamama rağmen arada pişi için bu kuralımı bozmalıyım. (böyle yazınca off sağlıklı ve doğal anne gibi oldum, "biz kızartma yapmıyoruz", bizde durum ve sebep daha farklı ama konu çok uzadı, hazır asfalttan kalkmışken yoluma devam edeyim :) İnsanın bakış açısını bir adet "pişi" değiştirebiliyormuş meğerse, yaşasın. Ben bir de kahvenin böyle olduğunu düşünüyorum. Midemi delmese neskafemi de süt tozu olmadan içmek isterim ama asıl mutluluğu gerçekten Türk kahvesi yapıyor, elbette ki sade. Yanında 1 adet minnak çifte kavrulmuş lokum da varsa hele- lokum, çok küçükse 2 de olur - :) Çikolata ve dondurma beni mutlu eden yiyecekler değil ne yazık ki. Çikolata deyince aklıma Eda gelir, kahve deyince de annem. Günde 1 adet mutlaka içer, içmezse olmaz :)
Konu ne kadar dağılmış böyle.
2015ten bahsedecektim, oraya aynen geri dönüyorum.


2015 tüm bu sebeplerden dolayı bizim için ilk yarı ve ikinci yarı olmak üzere 2'ye ayrılıyor.
İlk yarıda Elif ile evdeydik ve evimizin çevresinde insanlardan çok tilkiler dolaşıyordu(abartı), ikinci yarıda ise Elif kreşte, ben iş yerindeyim, tilkileri de uzaktan seviyoruz.
Sabah evden 8 civarı hep beraber çıkıp akşam 18.30 civarı yine hep beraber eve girmeye,aynı anda ertesi günün yemeği, varsa çamaşırı/ütüsü, belki biraz ev toplaması, çocuğumla da vakit geçireyim hallerine yavaş yavaş alıştık. Bu da ayrı bir yazının konusu olur ama, bence rutin iyi bir şeydir. Rutin demek bence, her şey yolunda, sağlığımız yerinde demektir. Arada yemeğe tuz yerine şeker atıp eğlenmek nasılsa bizim elimizde :)
(Konudan kopukluk olmadan devam edeyim ama bu yazıya başlayalı birkaç hafta olmuş, 2015 bitmeden bitirebilecek miyim acaba)
2015te bir de güzel bir ekibe dahil oldum ve hep beraber kitap okumaya başladık. Arada yanlış anlaşılmalar da üzüntüler de oldu (şimdi geriye bakınca 'iyi ki olmuş' diyorum) ama geneli oldukça keyifliydi, bana çok şey kattı. Bu yazıyı okuyorlarsa onları tek tek öperim :)
2015'in 2. yarısında kendimce aydınlanmalar yaşadım. Ben bu aydınlanma işini çok katmanlı bir çiçeğe benzetiyorum. Çiçeğin en altında (teknik ismini bilmiyorum, tomurcuk mu?) çok değerli bir hazine varmış mesela. Ama kendini korumak istediğinden üzerinde bir dolu katman/kat da varmış. Güzel bir şeyler yaşadığında ya da yeni bir şey öğrenip ferahladığında kendini güvende hissedip katlarını tek tek açıyormuş. 2015'te benim 2 katmanım açıldı mesela.
1. Doğaya bakış açım değişti.
2. Günün Mutluluk Sebepleri, güzel şeylerin gözümün önünde olduğunu hatırlattı. Başka yerde arama diyerek :)
Bu başlıkları buraya daha detaylı yazmayayım ama her ikisi için de bolca şükrediyorum, hayatımı güzelleştirdikleri için.
Bu farkındalıklar, güzellikler olmasa buraya muhtemelen: "hala çok uykusuzum, bu sene de uykusuz geçti" derdim. Ama demiyorum. Daha doğrusu demek istemiyorum.
Genel olarak 2015,
1. yarı: Ev, Elif, Taşınma, Hayat Değişikliği
2. yarı: Kreş, İş, İşe Yeniden Alışma--Doğa, Farkındalıklar, Mutluluk Sebeplerini Görme
olarak geçmiş diyebiliriz.
Sosyal medya konusunda yazdığım yazıdan sonra yine aydınlandım (bir katman daha açıldı) ve bu sayede instagram kullanımım ben farkında olmadan azaldı, ne de iyi oldu :)
Arkadaşlıklar konusunda da yazacak çok şeyim var ama kararsızım. Birini unutabilirim, demek istediğimi yanlış anlatabilirim endişelerim var. Genel olarak hitap edecek olursam, bana yazdıklarınızla, söylediklerinizle, hissettirdiklerinizle, el emeklerinizle ve hatta yaşattığınız hayal kırıklıklarıyla çok şey kattınız hayatıma, çok teşekkür ederim.
Bu sene sanırım canım kardeşim Edoşumu en az gördüğüm sene oldu ve sanırım ne yazık ki bu sıklıkla devam edecek. Uzakta da olsak, birbirimizden siyah ve beyaz kadar farklı da olsak, hep aklımdasın şeker :)
Her şey için çok şükür, bin şükür :)



Devamını oku »