Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




27 Mayıs 2013 Pazartesi

Kütüphaneden Neler Öğrendim :)

Kütüphaneleri çok sevdiğimi daha önce söylemiştim sanırım.
Geçen gün fark ettim ki kütüphanelerden çok şey öğrenmişim, farkında olmadan :)
Öyle paylaşayım istedim :
- Hani bazı kitaplara durup durup sarılasınız gelir;belki zaman geçer yeniden okuyasınız gelir. İşte onu yapamamayı öğrenmek. Kısaca;kitabı  "geri verme" durumu ile karşılaşma.
-Kitaba zarar verememe: Kendi kitaplarıma çok kötü davranmıyorum elbette ama çizmeden not almadan da okumuyorum. Çantamda gidip geliyorlar nereye gidersem. Oysaki ödünç alınan kitaplar bırak not almayı çantada bir şey olmasın diye poşette gidip geliyor -bazen-:)
- Kitap ödünç alınınca ve süresi de olunca ben panik oluyorum. Hatta bazen strese bile giriyorum;çünkü en fazla 1 kere süreyi uzatabiliyorsunuz ve kitabı okumadan da teslim etmek istemiyorum. Dolaysıyla kitapları daha kısa sürede okuma alışkanlığı kazandım :)
- Kütüphaneye sıklıkla gitme alışkanlığı kazanmış olmak insana keyif ve mutluluk veriyor. 
- Bazen insanın canı hiçbir şey yapmak istemeyebiliyor. Kütüphane ortamlarında  güzel bir etkileşim de oluyor.
Belki daha önce anlatmışımdır,kütüphaneye gittiğim bir gün amaçsızca etrafa bakınıyorum. Kitap okumaya değil de sanırım ders çalışmaya gitmiştim. Çooook yaşlı, neredeyse 85-90 yaşlarında başında beresi olan bir amca(dede) oturmuş ciddiyetle bir şeyler okuyor ve not alıyordu. Yazısı da o kadar güzel di ki... Utandım.
Ve ona gülümseyerek ders çalışmaya devam ettim...
İşte sırf bu yüzden bile güzel bence kütüphaneler...

Siz ne dersiniz?
Paylaşma, alışkanlık kazandırma vb. güzel duygular aşılamaz mı çocuklara?

Bu da ben :)
Kaynak: burada
HERKESE KEYİFLİ OKUMALAR, SAĞLIKLI GÜNLER :)

Devamını oku »

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Aklından Düşünceler Geçen Çocuk :)

Çocukların hayal dünyası inanılmazdır.
Biraz konuşursanız kurduğu cümlelere hayran kalırsınız çünkü o "saf"lık hiç bozulmamıştır-henüz-.
Büyüdükçe o "saf"lığı yitirdiğimizi ama içimizdeki çocuğu da sevmeye okşamaya devam ettiğimizi düşünüyorum.
Yoksa hayat çekilmezdi herhalde:)
Küçükken -bazı buluşmalar dışında- kardeşim de olmasına rağmen çoğunlukla tek büyüdüm daha doğrusu tek oynadım. Bu da gerek hayali arkadaşlar gerekse tek kişilik satranç gibi yaratıcı ve zorlayıcı oldu, olmak zorundaydı çünkü.
"Bazen bir kitap okursunuz ve 'hayatınız değişmez' çünkü o kitapta hayatınızı bulursunuz..."İşte benim için öyle oldu birazdan bahsedeceğim kitap.
Yeni aldığım karar neticesinde kütüphaneye elimde liste gitmiyorum, o an sevdiğim 3 kitabı alıp çıkıyorum. Dün sabah da öyle oldu. Günlerden Nöstlinger'di :)
Daha önce "Kim Takar Salatalık Kralı" ile ilgili bir yazım vardı, bulamadım :)
Şimdi buldum, yaşasın, işte burada
Nöstlinger, 1984 Hans Christian Andersen ve 2003 Astrid Lindgren Edebiyat ödülü gibi pek çok ödülün sahibi olsa da en güzel ödülünün çocuklara okumayı sevdirmek olduğunu düşünüyorum.
Alev Saçlı Kız kitabını da okumuş ve bir süre kendime gelememiştim.
Korkunç olduğundan falan değil, "bir insan bu kadar güzel nasıl yazabilir, neyle besleniyor" acaba demiştim :)
Hani geçen gün Behiç Ak'a çocuklar sormuştu ya, "Yazarken hangi duygu ile besleniyorsunuz" diye, işte onun gibi...
Aklından Düşünceler Geçen Çocuk, tıpkı her çocuk gibi olduğundan mı "başka bir niteleme"ye ihtiyaç duymamış, bilmiyorum.
Kaynak: burada
Kulağa sıradan gelen bir isim aslında ama o kadar sade kavramış ki çocukların aklından geçen düşünceleri.
Okuyan kişiyi çocukluğuna götürmemesi imkansız-bence-
İşte güzel/keyifli/muzip çocukluk anı'larımı bana hatırlattığı için bir öğle arasında sildim süpürdüm kitabı, geriye de "aklından düşünceler geçen Esra" kaldı :)
Arka Kapak'tan:
Rosalinde’nin yaşamı ona sürekli karışanlarla dolu: Annesi, babası, büyükannesi, büyükbabası, arkadaşı Fredi… Onu eleştirip öğütler veriyorlar. Oysa, Rosalinde’nin kafasının içindekileri, düşünce ve hayallerini kimsenin okumasına olanak yok! Ve Rosalinde mutlaka kaleci olmak istiyor Fredi’ye inat!..
Rosalinde adında okula giden ama kaç yaşında olduğunu bilmediğimiz bir kız çocuğu var. Annesi babası büyükannesi ve büyükbabası ile yaşıyor. Hikaye, büyükbabasının Rosalinde'nin aklından geçen düşünceleri okuyabildiğini söylemesiyle başlıyor. Ve Rosalinde de onu kandırmak için kötü bir şeyler düşünürken gülümseyip iyi bir şeyler düşündüğünde suratını asıyor :)
Bir olay örgüsünde geçmiyor aslında hikaye-ki benim sevdiğim taraflarından biri de bu- bir ailenin ve ailedeki küçük kızın yaşamından birkaç günlük bir kesit sunuyor.
Okurken Rosalinde'nin ve elbette çocukların hayal dünyasına hayran kalmamak mümkün değil.
Özellikle derslerden kendini ip cambazlığına götürme hikayesi inanılmaz.
Ancak elbette ki beni daha çok etkileyen bölüm; "beyindeki yanlış kıvrımlar" oldu.
"Rosalinde çok sinirlidir. Kendine kızdığı için iki kat daha sinirlidir. Sürekli bir şeyler unutmaktadır çünkü." 
Size kimi hatırlattı :) 
Evet,aynı ben...
Unutkanlıkları ile ilgili bir çözüm bulur "pembe ıhlamur" (adının anlamı imiş), gazete getirmeyi hatırlaması gerekiyorsa "gazete" kelimesini TAMAMEN unutacaktır, "gazete" DEMEYECEKTİR.Ve böylece "unutması gereken şey"i hatırlar :) Bunu kesinlikle ben de deneyeceğim. Keşke çok önce okusaydım bu kitabı, Behiç Ak'ın "Kim Kime Dum Duma" kitabını evde unutmazdım-herhalde-
Ama anlıyoruz ki unutkanlık da "beynin yanlış kıvrılması"ndan sebepmiş, kimse üzerime gelmesin yani :)
Diğer bir unutulmaz bölüm ise; "Pembe Ihlamur Ağacındaki Yuva" .
Rosalinde "Rosalinde" adının ona uyup uymadığını bulmaya çalışır. Rose, pembe; Linde ıhlamur Ağacı demek(miş). Rosalinde pembe bir ıhlamur ağacı  olduğunu düşünür, dalında da kuş yavrular vardır ve kedinin onu yemesine izin vermemelidir.
" Pembe bir ıhlamur ağacı, kedinin yavru kuşları yemesine izin vermez!" 
Nöstlinger "olması gereken"i değil de"olan"ı anlattığı için başarılı diye düşündüm özellikle bu kitabını da okuduktan sonra.
-Zorlama ve dayatma yok.
-"Sıradan" bir günden kesitler var.
-Rosalinde kaleci olmak istiyor çocuk doktoru ya da öğretmen değil.
-Derslerini pür dikkat dinlemiyor, hayallere dalıp gidiyor
-Sabahları her zaman mutlu uyanmıyor bazen sol ayağıyla uyanıyor ve kafasını askılığa çarpıyor ve huysuzlandığı için kimsenin onu sevmediğini düşünüyor.
Çocuğunuzun " başka kalıp"larda  büyümesi sizi daha mutlu edecekse, bence Nöstlinger ile tanıştırmayın.
Çocuğunuzun "kendi kalıbı" içinse Nöstlinger tam bir kaynak :)
Kitabın çevirisi Necdet Neydim'e ait. Yayınevi de Günışığı Kitaplığı.
Nöstlinger arşivi için onlara teşekkür borçluyuz sanırım.
Untmadan;
Bu kitapta hiç mi kötü/sevmediğim bir şey yoktu?
Evet vardı.
Çabuk bitti ve devamı yoktu...

HERKESE BUİKA DİNLEMELİ (Konser var bu akşam yaşasııın) SEVDİĞİ KİTABI OKUMALI, SÜTLÜ KAHVE TADINDA GÜNEŞLİ BİR HAFTA SONU DİLERİM.
* Doğum günü olanlar, piknik için bizi de bekleyin, salıncakta/ hamakta yer bırakın :)

Devamını oku »

24 Mayıs 2013 Cuma

Buika Konseri Öncesi :)

25 Mayıs 2013 yani yarın Buika konseri var.
Senede en fazla 1 kere konsere giden biri için heyecanlı bir durum tabii.
En son Aralık 2011'de İncesaz konserine gitmiştik.
Çok da güzeldi,
geçen gün de kuzen M.'nin önerisiyle Ayhan Sicimoğlu'nu dinlemeye gittik ama ben kim olduğunu ve ne çaldığını/söylediğini zaten orada öğrendiğim için konser istatistiğine bu amcayı koymadım. Ezgileri ve vokalleri keyifliydi.
Gelelim Buika'ya.
Ama önce benim müzik algımdan bahsedeyim ki "Neden Buika" diyip duruyor bu kız anlayın.
hemen her insanın müzikle bir algısı, bilgisi, sevgisi,ifade edişi vb. varken bende yok :)
Sanatın hemen her alanına el atmış, sevmiş, denemiş, sıkılmış bırakmış birisiyim ama müziğe ne ilgim var ne de bilgim.
Ama gel gör ki müziksiz çalışamam/kitap okuyamam.
İroniye geldik tabii burada :)
Çabuk sıkılan bir yapım da olduğundan radyo benim için en iyi çözüm iken Joy Fm'i keşfedene kadar kendime "karışık kaset" misali (evet, Uygar Şirin'e bir gönderme sayılabilir) bir liste oluşturmuştum.
İçinde yabancı rock, pop, MFÖ, Yenitürkü, İncesaz ve elbette vazgeçilmezim Björk ile..
Neticede teknoloji ilerledi ve biz radyoları "Karnaval" aracılığı ile dinleme başladık.(reklam oldu resmen:)
Ve ben orada "Buika" ile tanıştım.
Şarkılarını dinlerken-hemen her seferinde unutuyordum çünkü- "aa ne güzel şarkı kim söylemiş bunu" diyip bakıyordum ve karşıma Buika ablam çıkıyordu.
Adı tanıdıktı belki ama tanışma faslımız işte böyle oldu.
Bazı şarkılarını duyar duymaz gözlerim dolar olmuştu.
Sözlerini hala bilmiyorum ama onun sesi ve tınısı (sanırım müzikteki terminoloji böyle derdi) kalbimi ısıttı.
Bu kadar uzuuun bir giriş yapmamın sebebi de yarınki konser heyecanım.
Bu sefer tanışmak ve şaşkınlığımla ablayı şaşırtmak için çaba sarf etmeyeceğim- tabii kendisi sahneye birini çağırır ve ben kendimi atmazsam- :)
Sizi de konser öncesi hem popüler olan hem de benim sevdiğim şarkılarıyla baş başa bırakayım.
Dilerim yüzünüzde kocaman bir gülümsemeyle geçer hafta sonunuz,
Buika sonrası da burada buluşalım olur mu :)




Devamını oku »

23 Mayıs 2013 Perşembe

Behiç Ak ve Lokum :)

Bir önceki yazıda belirttiğim gibi büyük bir heyecanla gittim imza gününe.
Hatta bir ara gitmemeyi bile düşündüm çünkü kendimi tanıyorum, kesin saçmalayacaktım..
Ve evet öyle de oldu.
Çocuklarla birlikte Behiç Ak'ı bekledik ve nihayet geldi gülümseyerek.
Etkinlik başlamadan kitabevinde dolandığını gördüm ve bir cesaret gittim yanına.
"Merhaba" dedim, elimi uzattım. O da gayet sıcak "merhaba" dedi. "Nasılsınız" dedim, "iyi" dedi ama benden soru bekler bir hali vardı.. Ben de bombayı patlattım ve aklıma gelen ilk soruyu sordum; "Sevim Ak nerede, onu hiç göremiyoruz etkinliklerde?".............
"Yok aslında Sevim geliyor sık sık etkinliklere" dediyse de ben kendimden emin "yok yok gelmiyor buralara" dedim ve daha fazla uzatmadan uzaklaştım ortamdan..
Halbuki sormak istediğim sorularım vardı :(
Derken etkinlik başladı.
Buradan kitabevine sesleniyorum; oturma düzeni/ses düzeni ile ilgili diğer etkinlikler için lütfen notlar alın, tek bir mikrofon bir yazarda bir çocuklarda gidip gelmesin..
"Behiç Ak" kısmının dışında dikkatimi çeken şey; devlet okulu öğrencilerinin daha bir laf dinler ve muhlis halleri oldu,onları pek sevdim.
Özel okul öğrencileri ve öğretmenleri birbirlerine bağırmaktan bir şey anladılar mı bilmiyorum..
Neticede hoş sorular vardı yazara yöneltilen;
* Severek mi yazıyorsunuz? Nasıl yazıyorsunuz? İnsanların beğenilerine göre mi yazıyorsunuz? Yazar olmaya ne zaman başladınız? Nasıl yazar oldunuz? Neden yazarlık mesleğini seçtiniz? Yazar olmak nereden aklınıza geldi? Siz neden kitap yazmak istediniz? Çocukları sevdiğiniz için mi çocuklar için yazıyorsunuz? 
B.A.: Aşağı yukarı hepsine benzer şeyler söyledi Behiç Ak, çocukluktan itibaren günlük tutmayı sevdiğini ve zamanla yazdığı/çizdiği şeylerin aslında "kitap" olduğunu fark ettiğini ve çocuklar için yazmanın ona mutluluk verdiğini..
* En sevdiğiniz kitap?
B.A.: En sevdiğim kitabım yok, eğer öyle olsaydı yazmaya devam edemezdim. Ama hepsini seviyorum.
* Kitap yazarken hangi duyguyu kullanıyorsunuz? (40 yıl düşünsem bu soru aklıma gelmezdi..)
B.A.: Tüm duyguları :)
* Konuları nereden düşündünüz? Yazdıklarınız gerçek mi yoksa uydurma mı? :)
B.A.: Gündelik hayattan esinlenmeler.
* Küçükken kitap okumayı sever miydiniz?
B.A.: Evet, çok.
* Sevim Ak sizin neyiniz oluyor?
B.A. : Küçük kardeşim.
* Yazarlığın en çok hangi yönünü seviyorsunuz?
B.A. : Yeni bir şeyler bulmak ve bunu edebiyatla buluşturmak. Kendi oluşturduğun dünyada yaşayabilmek.
* Kaç yaşındasınız?
B.A. : Söyler miyim :)
* Kitap yazmak size ne hissettiriyor?
B.A. : Mutluluk..

Evet, kitabımı Lokum için imzalattım
Zihnimde canlandırdığım Behiç Ak'a çok daha fazla gülümseme katan, çocukları olduğu kadar büyükleri de kahkahalara boğan ve hoş bir gün geçirmemi sağlayan  yazara ve bizi yazarla buluşturan kitabevine teşekkürler..

* Söyleşiden eksik/yanlış aktarmalar olmuşsa affola..
** Kedilerinin adını sordum Behiç Ak'a ama beni duymadı :)
*** Sırada bekleyemem diyen ben, kooocaman bir sıra bekledim Behiç Ak için :)

HERKESE KENDİ GÜLÜMSETEN ÖYKÜSÜ İÇİNDE MUTLULUKLAR DİLERİM :)
Devamını oku »

"Behiç Ak" ile Randevu :)

Herkesin kendisi için özel saydığı bazı yazarlar vardır, onlara hep torpil yapar. Yeni kitabı çıktığı an alınır, hakkında yazılan tüm yazılar okunur.
İşte onlardan biri de benim için Behiç Ak'tır.
Diğerinin de Sevim Ak olması şaşırtıcı değil elbette :)
Dün belli belirsiz uzaaaklardan bir "Behiç Ak" yazdığını gördüm, kitap tanıtımıdır dedim ama yaklaşınca gözlerime inanamadım çünkü duyuru imza günü ile ilgiliydi.

Önce kaçırdığımı düşündüm, hemen üzüldüm. (aceleciyim ya hemen peşin hüküm verdim:)
Ama fark ettim ki etkinlik yarın-yani bugün-mış :)
Bazı kitaplarını kütüphaneden okuduğum için üzülsem de elimde birkaç kitabıyla geldim bugün işyerine.
Heyecanla -ki muhtemelen- uçarak gideceğim Arkadaş Kitabevine ama "Merhaba"nın dışında bir şeyler diyebilecek miyim? Pek sanmıyorum..
Ankara'daysanız öyküleriyle gülümseten kedi sever-çizer-dostu Behiç Ak'la tanışma fırsatını kaçırmayın derim,
Köşede heyecandan kalbi duracak gibi bakan kırmızı suratlı kız var ya, işte o benim, hani gelip tanışmak isterseniz :)

Mutlu günler, sevgiler :)
Devamını oku »

21 Mayıs 2013 Salı

Kütüphane(miz)deki Aslan :)

Kütüphaneleri ne çok sevdiğimi ve şansıma 3 kütüphaneye de yakın olduğumu ama aslında kitaplara dokunabildiklerimi sevdiğimi söylemiştim.
Bir gün yine kütüphanedeyken çok keyifli bir kitaba rastladım; "Kütüphanedeki Aslan" diye.
Kaynak: burada
Okudum, okudum, okudum.
Hayallere daldım gidiyordum ki "kütüphanedeki aslan" uyandırdı beni :)
Okuduğum kitaplarla ilgili çok detay bilgi vermemeye çalışıyorum ki okuyacak olanlara da içinde sürprizler kalsın.
Ama illa ki tüm hikayeyi öğrenmek isterim derseniz BDK'nın yazısına, başka kimler ne demiş derseniz de bu hoş iki yazıya ; buraya ve buraya bakabilirsiniz.
Kitap Tudem Yayınları'ndan çıkmış. Michelle Knudsen yazmış Kevin Hawkes da resimlerini yapmış.
***
Bir gün kütüphaneden içeri bir aslan girer ve hikaye böylece başlar. Aslan kimdir, nereden gelmektedir nereye gitmektedir, kütüphanede ne işi vardır; bu soruların cevabı yok. Dahası bu soruların önemi de yok. Çünkü aslan o kadar güzel bir şekilde kütüphaneye uyum sağlar ki çocuklar ve dahi biz ona hemen oracıkta sımsıkı sarılmak isteriz :)
Kütüphanedeki belli kuralları ben de önemsiyorum ama herhangi bir kuralın sorgulanmadan ve her durumda uygulanmaya çalışılmasına anlam veremiyorum.
Burada da "sessizlik" kuralı var ve Bayan Tatlıhava yani kütüphane müdürü bu kuralı çok önemsiyor. Ancak işler her zaman "olması gerektiği gibi" gitmeyebiliyor.
Bay Vızvız da bir hikayede olması gerektiği kadar gıcık/vızvız/sinir bozucu ki diğerlerinin tatlılığı daha bir ortaya çıkıyor. Ön yargıları aslında hepimizden farklı değil. Yani sevmediğimiz karakter özelliklerini -bazen- kendimizde de gözlemlediğimiz için de gıcık kapıyor olabiliriz değil mi?
Aslanın bir müddet ortalarda olmadığı an'lar var ki, çocuklar okurken ne düşünürler/hissederler bilmiyorum ama ben "nereye gitti, bak küstürdüler gitti, keşke hemen gelse" vb. duygusal an'lar yaşadım, itiraf edeyim.
Aslanın en çok hoşuma giden tarafı da çocuklara kitap okuması ve verilen işleri hiç gocunmadan yapması oldu.
Bir de şu cümle:
Aslana sarılmalık bir sahne daha :)
BDK'nın yazısında belirttiği bir  hususa katılıyorum; Bayan Tatlıhava'nın mizacına kol kırılması pek gitmemiş, ayağı kırılsa durumunu(kıpırdayammasını) daha iyi anlatabilirmiş.
Yine de "Kütüphanedeki Aslan" gerek çizimleri/resimleri gerekse tatlı hikesiyle birçok kez okunmayı hak ediyor.
Gerçekten de "Her kütüphaneye bir aslan lazım!" diyoruz ve bizim aslanla sizi baş başa bırakıyoruz :)
Gezgin Kedi Lokum :)
HERKESE KİTAPLI GÜNLER, MUTLU HAFTALAR :)
Devamını oku »