Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




19 Eylül 2013 Perşembe

Ayı Olmayan Ayı :)

Ne zaman ve nasıl tanışacağımı bilmiyordum "Ayı Olmayan Ayı" ile; ama elbet bir gün yollarımız kesişecekti. Çünkü ismi,konusu merak uyandırmış, alınacaklar listesine eklenmişti. Derken bir gün kapı çaldı ve postacı amca bize bir paket getirdi. Kimseden paket beklemesem de kargonun üzerinde benim adım yazıyordu ve demek oluyordu ki bu bir sürpriz hediyeydi, yaşasın :) (o kendini biliyor canım arkadaşıma bir kez daha buradan tüm hediyeler için çok teşekkürler :)  Pakedin içinden bir dolu güzel şey çıktı ama ne yaparsam yapayım Ayı Olmayan Ayı gözlerini benden ayırmıyordu. Ben de durmadım, karşılık verdim bu bakışlara. Her kitabın en az 1 hikayesi olur demişken, bu kitap da böyle bir hikaye ile düştü kucağıma.
Daha küçük boyutlu, az resimli çok yazılı bir kitap hayal ederken orta boy,az yazılı çok resimli bir kitap gördüğümde şaşırdım. Konusunu biliyordum ama günlerden bir gün - aslında bir salı günü- kış uykusuna yatan Ayı'nın başından geçen macerayı da çok merak ediyordum.
Kış uykusuna yatan pek sevimli koca ayı uyandığında kendisini devasa bir fabrikanın ortasında bulur.. Güzelim orman gitmiş yerine bacası tüten bir fabrika ve burada çalışan işçiler gelmiştir. Ustabaşı, Genel Müdür, Üçüncü Başkan Yardımcısı, İkinci Başkan Yardımcısı, Birinci Başkan Yardımcısı ve Başkan onun "iyi bir tıraşa ihtiyacı olan, kürk palto giymiş budala adamın teki" olduğunu düşünürler. Ayı'nın cevabı çok net bir şekilde "Ama ben bir ayıyım." olsa da ona inanmayıp bu inatçı ayıya onun gerçekten ayı olmadığını kanıtlamaya çalışırlar. (nasıl olduğundan bahsetmeyeceğim)
İkna olan ayı fabrikada çalışmaya başlasa da bir süre sonra çalıştığı yer kapanır ve herkes evine döner. Ormanda tek başına kalan ayı,güneye doğru uçan  kaz sürüsü görür,  kış uykusuna yatma vakti gelmektedir.
Peki, ayı olmayan bir ayı, kış uykusuna nasıl yatar?

Görselde yer alan"gözler"i ben ekledim :)
Başkalarının bizim hakkımızda ne söylediğini bazen o kadar önemseriz ki "öz"ümüz ortadan kalkıp yerine bambaşka bir şey gelir ve oraya yerleşir.Ta ki... Biz,özümüzü hatırlayana kadar.
Resimlerini, anlatımını, sade bir dil ile düşündürdüğü onca şeyi kısaca bu kitabın her şeyini sevdim. Okurken ne kadar keyif aldıysam bittiğinde de öyle üzüldüm.

Umarım siz de en kısa zamanda tanışma imkanı bulursunuz bu sevimli, ürkek bakışlı, inatçı(!) ayı ile :)

Yazan ve resimleyen: Frank Tashlin
İngilizceden çeviren: Şiirsel Taş
Yayınevi: Hayykitap 
Sayfa sayısı: 64
Birinci baskı: Ağustos 2013
Devamını oku »

17 Eylül 2013 Salı

Arne'nin Adası :)

Karayla bağlantının olmaması fikri beni ürkütse de bir adada yaşamak fikri aslında oldukça cazip. Hele ki evde "kendi adamız olsa ne iyi olurdu"diyen 1 Balık'tan ve gezmelere doyamayan 1 Kedi'den sonra :)
Deniz yaşamı ile ilgili konular hep ilgimi çekmiştir zaten ama adada yaşamın da kendine has bir takım hoşlukları/terslikleri var. Ada yaşamı deyince hala aklıma Lost gelse de Nim'in Adası filmi de unutulmazlarım arasında. Adada yaşayanlar genelde doğa dostu iyi kişilerdir ve bu ortamı bozmaya "kötü"ler gelir ancak emellerine ulaşamazlar, gibi bir tema da pek tanıdık. Hal böyle olunca pek ticari bir kitapçıda 15 metre öteden kapağını görüp konusuna -neredeyse- hiç bakmadan aldığım 1 kitap var: Arne'nin Adası. Kitabın boyutu, kağıdı, resimlenme şekli hep aklıma Alev Saçlı Kızı getirdi ama bu kez yayınevi Günışığı Kitaplığı değil, Final Yayınlarıydı.
Denizci Arne ve köpeği Martha adada mutlu mesut yaşarken bir gün bir buz kütlesi bulurlar. Bu buz kütlesini erimeye bırakırlar ancak buzların erimesiyle evi su basmasına engel olamazlar.Ve içinden hortumu ve kanatları olan bir yaratık çıkar. Martha ile anlaşması zaman alsa da Kuki (yaratığın yeni adı) adadaki yaşamına zamanla alışır. Elbette her şey bu kadar güllük gülistanlık gitmeyecektir çünkü Pit ve Beule adında iki kötü adam adadaki kuşların yumurtalarını çalmak için ellerinden geleni yapmaya çalışacaktır. Unuttukları şey ise Arne'nin dostları Martha ve Kuki ile onlara bir sürpriz hazırlamalarıdır.
Hikayesi oldukça sade olan bu kitabı hem sevdim hem de içime tam sinmeyen bir şeyler oldu. Sevdiğim kısımların başında resimleri geliyor tabii ki. Arne ve dostlarının adadaki komik macerelarını da sevdim.
İçime sinmeyenler de hikayenin 1 yerde eksik kaldığını düşünmem sanırım. Bazen bir yemekte de öyledir ya, aslında güzeldir ama içinde bir şeyler eksiktir. Macera unsurundan şüphelendim eksik parça olarak. Bir şeylerin yoluna girmesi çok çabuk ve kolay oldu sanki ya da bana öyle geldi. Buz kütlesinin nereden geldiğiyle ilgili daha fazla bir şeyler bulacağımı düşündüm ama bulamadım.
Sanırım beni en çok rahatsız eden de bir kitapta çok da sevmediğim iyilik/kötülük ayrımının yine çok keskin yapılmış olması. (bu durumu belki başka zaman detaylandırırım.)
Kısa sürede ve keyifle okunabilecek, muhtemelen çocukların da oldukça hoşuna gidecek bir kitap.
Ancak...
Kitap bitince bir durup düşünme yaşamadım.Kalbimi sızlatan bir şey de  beni gülücüklere boğan bir tarafı da olmayınca,kitap kitaplıktaki yerini sessiz sedasız aldı.
Ada yaşamına ilgisi olanlar, bence siz bu kitabı yine de kaçırmayın :)
Sahi, biz de yaşasaydık başımızdan ne maceralar geçerdi acaba :)

Kitabın yanında her zaman kahve içilmiyor arada elma da yeniyor :)
Arne'nin Adası
Özgün Adı: Geschichten aus Arneland
Yazan: Mathias Weinert
Resimleyen: Astrid Henn
Çeviren: Ersel Kayaoğlu
Yaş grubu: 8+
Final Kültür Sanat Yayınları, 2013, 93 sayfa
Devamını oku »

Sözcüklerin Konuşulan Yerde Kalabilmesi ya da Alıp Başını Gitmesi :)

Son zamanlarda yine sıklıkla yaşadığım bir durum bu: kurduğum cümle alıp başını gidiyor hem de benim hiç bilmediğim yerlere :)
Her ne kadar bu duruma sempatiklik katmaya çalışsam da zaman zaman oldukça sinir bozucu oluyor.
Konuya biraz daha açıklık getirmek gerekirse; birine kendimle ilgili herhangi bir şey söylediğimde bunu bambaşka insanlardan şekil ve yön değiştirmiş olarak duymak hiç hoşuma gitmiyor. Sanırım kimse sevmez böyle bir durumu.
İnsanlar mı çok "zeki"leşti ben mi insanları tanıyamaz oldum,bilmiyorum. Benzer şeyleri belki farkında olarak ya da olmayarak ben de yapıyorumdur, o da mümkün.
Bu konu üzerinde de az biraz düşününce;neden  başkasının sırrını (hele ki arkadaş/dost vs. demişsek) başka biriyle paylaşırız?
- Bize anlattıklarını kaldıramayız ve başkası ile bunu paylaşma ve yükü hafifletme ihtiyacı duyarız. (zaman zaman bunu ben de yaptım,insanları artık uyarıyorum.söyleyeceklerin benim için ağırsa paylaşma lütfen diye.)
- Anlatılanlar için bir şeyler yapma gereği duyarız çünkü arkadaşımızın durumu kötüdür ama bunu yardım almadan yapamayız.(bu da iyiniyetli bir yaklaşım olsun.)
- Konuşmayı çok severiz ve bize anlatılanların "gizli" mi "kamuya açık"mı olduğunu anlayamayacak kadar bilgiye açızdır!? ( bu ne demek ben de tam bilmiyorum ama bazı durumlarda bunun olduğunu gördüm. Soru: seninle paylaştığım şeyi niye başkasına söyledin? Cevap: gizli miydi ki?) hmmmmm
- Başka ortamlarda anlatacak hikayemiz eksiktir,kendimizle ilgili anlatacaklarımız bitmiştir ya da anlatmak istemiyoruzdur, bu durumda devreye başkalarının cümleleri girer.(sanırım en çok bu duruma sinir oluyorum.)
- Aslında kötü niyetliyizdir ve bize söylenenleri başkalarına anında yetiştirmek gibi bir huyumuz vardır.
- Unutmuşuzdur ve pot kırarız.(bu durum bana tanıdık geldi.)

Aslında sebebi ya da niyeti ne olursa olsun, söz söylendiği yerde kalmalı, alıp başını gitmemeli başka diyarlara.
Ama bu durum hep böyle olmuyor.
Hele ki güvendiğiniz biriyse ya da konu sizin için hassassa yıkım da o kadar kuvvetli oluyor.
Ben böyle durumlarda çevremden "boşver çok sinirlenme" tepkileri alsam da "yok yok ben çok acayip sinirlendim" diyorum. İşin kötüsü kısa sürede yaşadıklarımı unutuyorum. Ya da iyi tarafıdır belki bilmiyorum çünkü keskin sirke de küpüne zarar verirmiş.
Ne kadar unutsam da kırılan vazo gibi yapıştırılan güven de aradan su sızdırabiliyor.

Peki sizin sözcükleriniz alıp başını gittiğinde siz ne yapıyorsunuz?
Devamını oku »

12 Eylül 2013 Perşembe

Arkadaşım Eşşek :)

"Uzun kulaklarını son bir kez salla,
Seni çok çok özledim arkadaşım eşşek" :)
Barış Manço'yu rahmetle andım bugün. Özel bir sebebi falan da yok. Arkadaşım Eşek şarkısını söylerken uyandım neredeyse ve aklıma TRT'deki çocuk programı geldi. Her bölümünü büyük bir heyecan ve keyifle izlerdim. Gözlerimi kooocaman yaptığımı hatırlıyorum, aman bir şeyler kaçırmayayım diye. Oradaki çocukların yerinde hayal ederdim kendimi. Her soruya ben de cevap verirdim. En çok da sonunda ne hediye verdiklerini merak ederdim. Bir gün annemlere "ben de bu programa katılamaz mıyım?" dediğimi hatırlıyorum. "uzak" demişlerdi..tabii bu durum benim için "vaaay be ne ulaşılmaz bir yerde" gibi bir anlam yaratmıştı. Küçüktüm gidemezdim tek başıma ama büyüyünce gidebilirdim. Tek sorun, acaba benim büyümüş halimi Barış Abi yine de ister miydi programında :)
Sabah sabah aklıma geldi.
Hatırlayanınız var mı bilmiyorum bahsettiğim programı, sanırım vardır.
Adam Olacak Çocuk :) Oradaki merdivenleri çıkmayı istemiştim hep, biraz saçma belki ama :)


Şarkıyı da yeniden dinlemek isteyenlere:

Devamını oku »

10 Eylül 2013 Salı

"Annemin Çantası" :)

Kadınların çantası hem çok özeldir hem de oldukça ağır. İçerisinden nelerin çıkabileceğini kimse tahmin edemez. Bazen ben de çantamdakileri azaltsam, kas gücümü başka aktivitelerle geliştirsem daha iyi olmaz mı diyorum ama bu dileğim hiç gerçekleşemiyor. Tabii bu hususta çanta seçimi de oldukça önemli. Avuç içi çantalarla gün geçirebilenlere hayran olsam da yapamayacağım bir şey için başkasına özenmek de yersiz kalıyor.
Çantanın olmazsa olmazları diye bir sıralama yapacak olursak:
- Su
- Güneş Gözlüğü
- Peçete, ıslak mendil
- Kalem, kağıt
- Ajanda, not defteri, günlük benzeri defterler
- En az 1 kitap (gidilecek yere göre sayısı 4'e kadar çıkabilir)
- Anahtarlar
- Atıştırmalıklar (çubuk kraker vb.)
- Özel eşyaların olduğu minik çanta
- Cüzdan
- Eşin çantaya verdiği diğer malzemeler :)
Ekstradan:
- Çorap (ne zaman nerede üşüyeceğimi bilemiyorum ama ayaklarım hep üşüyor)
- Fazla poşet
- Sade sodamı açmak için açacak
- metre, mezru vb. bir şey

Bu konuya nereden geldiğimi söylemeden bu yazıyı da bitirmesem iyi olur tabii :) Bizim pek sevgili ablamız Ayşe İnan Alican'ın resimlediği, çok sevdiğimiz Sara Şahinkanat'ın yazdığı (evet tersten söyledim) son kitap YKY'den çıkmış. Adı da "Annemin Çantası" imiş. Henüz okumadığım için yorum yapamam elbette ama konusu hakkında yayınevi şöyle bir ipucu vermiş:
"Kadınların Koca Çantalarının İçinde Neler Var Neler?
Sara Şahinkanat’ın yazdığı, Ayşe İnan Alican’ın muhteşem resimlerle hayat kazandırdığı Annemin Çantası, her zaman alay ya da merak konusu olan bir konuya açıklık getiriyor. Kadınların çantasında neler var neler? Böyle bir kitap, iki duyarlı kadının ortak ürünü olunca, ortaya müthiş bir sonuç çıkıyor. Aslolan çanta değil, çantalarında taşıdıkları “hayat”la kadınlar çünkü… Bir çocuğun gözünden kaleme alınan Annemin Çantası, yazar ile çizerin ortak kitapları Beyoğlu Macerası – Bilgi Avcıları Gizli Görevde ve Üç Kedi, Bir Dilek kitapları gibi, yine çok sevilecek." 
Annemin çantasının içerisinde neler var-dı bilmiyorum, hatırlamıyorum ama onun çantasının da büyük olduğunu ve neye ihtiyacım olsa oradan çıktığını hatırlıyorum :)

Sizin çantanızda size özel neler var?
Devamını oku »

8 Eylül 2013 Pazar

Bir Dolap Kitap (BDK) ile Nasıl Tanıştık, Neden Konuşamadık ve Bir Dolu Hikaye :)

Bir Dolap Kitap ile tanışıklığımız neredeyse 2 yılı buldu. Tanışmamıza vesile olan neydi, yolumuz nasıl kesişti çok romantik bir dille anlatmak istiyorum ama balık hafızam buna izin vermiyor çünkü yolumuzun BDK ile nasıl kesiştiğini hatırlamıyorum(z)


Sonra günlerden bir gün çocuklarınızı kitaplarıyla fotoğraflayın ve bize gönderin, Banu'dan pek sevimli bir kitap kaazanın diyorlardı. Lokum'un fotoğrafını çekip göndermiştik :) Kazanamadık ama pek eğlendik.
Ben ara ara aklıma bir şeyler takıldıkça onlara mail gönderdim, onlar da uzuuun uzun cevap verdiler.
Ve günlerden bir gün onunla karşılaştım. Bir afiş. Çok cazip bir teklifi vardı: Geçen senenin Kitap Fuarı etkinliğiydi. Konu, çocuk kitaplarıydı ve BDK da konuşmacı olarak katılacaktı. Hatta Yıldıray'ın "Şuşu ve Üç Tekeri" kitabının etkinliği bile vardı. Çok sevindim. Tek bir sorun vardı: biz Ankara'daydık. Konuk yazarlara bakınca İstanbul çok da uzak gelmedi ve hazır gitmişken pek sevgili Deniz ile de görüşebileceğimize karar verdik. Ancak durumda 1 terslik vardı. Fuara 2 gün birden gidemezdik ve Behiç Ak'ın etkinliği cumartesi günüydü. (burada kötü bir kıyaslama yaparsam affola) Behiç Ak'ın Ankara'ya gelme ihtimalinin BDK'dan daha çok olacağına kanaat getirdik ve Yıldıray'a mail attık:
"Merhaba, biz şu şu şu.. Hani şu konularda görüşmüştük. Hani Lokum da vardı falan. İşte biz fuarda sizi görmek, söyleşiye katılmak istiyoruz ama kesin olarak orada olacak mısınız? Biz birazcık Ankara'dan geleceğiz de..." Yıldıray'ın şaşkınlığı mailden bile anlaşılıyordu ve fuarda o gün o saatte olacağını yazmıştı.
Buradan sonra fuardaki tanışmada benim BDK ile pek koyu bir sohbet içine girmiş olduğumu düşünenler henüz Semracan karikatürlerinde kendimi benzettiğim, heyecanlanınca "Aaa merhaba, ha evet, siz, tamam, hoşçakalın"dan öte bir şey söyleyemediğimi unutmuş olanlardır :)
Ben sadece 1 imza alıp olay mahalinden uzaklaştım.. Söyleşide de soracağım ne varsa sor(a)madım.
Bu olaydan dolayı kendime hiç kızmadım çünkü orada olmaktan mutluluk duyduğumu biliyordum.
Tabii benim bu "şahane" halime muhtemelen "gerçekten" Ankara'dan geldiğime inanamamış olan Yıldıray da pek anlam verememiştir.
Aylaaar öncesinden "orada mısınız" diye mail atıp, sonra da "ehem kem bir de küm" diyip uzaklaşan başkası yoktur herhalde :)
Hatırlamak isteyenler için Kitap Fuarı yazısı da burada.
Bir Dolap Kitap'a bir zaman sonra "Tayga" isimli bir dolap çekmecesi de katıldı, onu da pek sevdik :)
yalnız ilk zamanlarda birazcık yaramazlık yapınca BDK'daki kitaplar biraz eksildi.


Taaa ki...
Geçen gün "Biz geri dönüyoruuuuz" mesajını gönderinceye kadar.
Ben hala inanamasam da BDK kanlı canlı bir yerde bulunacakmış bundan sonra ve 2014'ten itibaren gerçekleşecek ancak bizimle henüz paylaşmadıkları olmadıkolağanüstü şahane bir de projeleri varmış; yuppiii :)
Bir Dolap Kitap'ı bir de kendi dillerinden okumak isterseniz buraya bakabilirsiniz.
BDK'da bulduklarımız & sevdiklerimiz & görmeyi istediklerimiz :
- Çocuk kitaplarını ne çok sevdiğimizi sanırım anlamışsınızdır ve bir o kadar da seçici olduğumuzu. BDK'da okumayı gönlüm çekmese de merak ettiğim kitaplar hakkında fikir sahibi olmayı seviyorum.
- Biiiiir dolu etkinlikleri arasında - bazen hangisine bakacağımı şaşırsam da- gezinmeyi seviyorum.
- Kitap eleştirilerini soğuk bir dille değil de kendi başlarından geçen hikayelerle anlatmalarını seviyorum.
- Yıldıray'ın "Şuşu ve Üç Tekeri" kitabı, Banu'nun "Kediler Hep Dört Ayak Üstüne Mi Düşer" kitaplarını canım sıkıldıkça "Şuşu ne yapıyor" diyerek ya da Lokum için  tiyolar almayı seviyorum.
- Tayga neler yapmış, daktilo ile arasında nasıl bir bağ kurmuş, yoksa o da yeni bir kitaba mı başlamış diye heyecanla son gelişmeleri okumayı seviyorum.
- Hep İstanbul'da olmalarını ve güzide şehrimiz Ankara'ya pek uğramamalarını sevmiyorum.
-  Her hafta kitap çekilişi yapıyorlar; o da pek keyifli oluyor :)
- Devam etmemelerine çok üzüldüğüm dergi projeleri var-dı.
- Pazar sabahları saat 10.00'da Açık Radyo'da keyifli bir vapur seyahati sonrası gerçekleştirdikleri programı dinlemeyi seviyorum. (Not: program bazen açılıyor bazen de açılmıyor, neden böyle oluyor bilmiyorum :/ )



Sevgili Bir Dolap Kitap,
Dilerim daha uzuuun uzuuun yıllar çocuk kitaplarından bahseder, Felaket Henry iyi kitaptı, Behiç Ak ne iyi yazardı diye sohbet ederiz.
Sohbet dediysem, elbette benim "kem" ve "küm"lerimden anlam çıkartmak kolay olmuyor kabul :)

Lokum'dan Tayga'ya kooocaman -sevgi dolu- patiler,
Bizden de size kooocaman kitaplı ve mutlu günler :)

Devamını oku »