Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




29 Ağustos 2015 Cumartesi

Günün Mutluluk Sebebi-9 :)

Bu başlıkta sadece tek bir şey yazacağım. Geçen gün fark etmiştim ama aslında bunu fark etmek için illa bir şey olmasına gerek yok.
Bu satırları okuyan sevgili arkadaşlarım, kuzenlerim, karabalığım, canım kerdeşcağızım,bu satırları okumayan ama hep aklımda olan arkadaşlarım,bir "pist" dediğimde bana ses verenler,gecenin bir vakti bunalıp mesaj yazdığımda sabah beni merak edip arayanlar, aradan yıllar geçse de görüşmeye devam ettiğim canım oda/ev arkadaşım, kıvırcıklar ve düz saçlılar, koç burcu olup da aslında bunun farkında olmayanlar, yaptığı işi sevmeyip birlikte hayal kurduklarım, bebek haberini ilk benimle paylaşanlar, "hadi gel bir kahve içelim" diye beni zorla evden dışarı çıkarıp temiz hava almamı sağlayanlar, Lokum'u böğrüne basıp ona da analık yapanlar, teyze olmamı sağlayanlar, bana hediye olarak çocuk kitabı alanlar,yazdığı iki satır mektubu merakla beklediklerim, her ay aynı anda 2 kitabı birlikte okuyup üzerine gülüp düşündüklerim, deniz kenarından bana tuz kokusu gönderenler,  kısacası hayatımda önemli bir yeri olan insanlar,
demeyi unutmuşum yahu;
İYİ Kİ VARSINIZ,
Çok teşekkürler tüm "pist"lerime cevap verip beni dinlediğiniz, anladığınız ve benim de iki satır mektup yazacak heyecanı ve sebebi bulmama vesile olduğunuz için...
Öyle içimden geldi de, hani hayatta en önemli şey sağlıksa sanırım ikincisi de seni mutlu edecek/senin onları mutlu edebileceğin insanlar :)
Ne dersiniz?

Bu sempatik tabak da benden size :)

Devamını oku »

28 Ağustos 2015 Cuma

Günün Mutluluk Sebebi-8

Öncelikle bu yazıyı yazarkenki ruh halimi yazayım da "neden bu kadar mutlu" diye sorduğunuzda cevabı burada olmuş olsun :)
Ben uykusuzum. Ama hani öyle bildiğiniz bir şekilde 1 gece uykumu alamamış gibi uykusuz değilim. İş arkadaşlarıma göre gözlerim onlarla konuşurken bile kapanıyormuş, bilmiyorum dalga mı geçiyorlar. Sormadım. Yaklaşık 17 aydır uykusuzum ama bu ara yani bu haftalarda çok acayip çok uykusuzum. Gecenin bir vakti uyanıp aralıksız 2 saat (bazen daha az bazen daha çok) ağlayabilen ve nesi olduğunu anlayamadığımız, doktorun ve psikologun "normal" dediği, "büyüyor" dediği bir bebemiz var. Çok şükür ki var elbette. O olmasa bu satırların düşünüyorum da içi ne kadar boş olurdu. Yok cidden. Dün bu kadar değildim de bugün Alice in Wonderland gibiyim. "Afiyet olsun" diyen arkadaşıma "iyi geceler" dedim. Yemekhanedeyken kendimi aslında rüyada olmadığıma, tek başımaymışçasına hareket etmemem gerektiğine dair her 3 dakikada bir uyardım. Beynime mesaj gönderdim ama balık beyni olunca 3 dakika sonra ne dediğimi unuttu.Yine hatırlattım; "rüyada değilsin esoş"...
Tam olarak bu haldeyken beni bir acayip mutlu eden ve duble kavrulmuş fıstıklı lokum kıvamına getiren şeyi de haliyle "mutluluk sebebi" olarak yazmam gerekiyordu. Yani diğerleri de çok güzel ama bu yazacağım cidden benim iç mutluluğum.(uydurma bir kelime daha) (az sonra dövüş kulübünden alıntı yapmaya geçmeden bu mutluluğun ne olduğunu da yazayım.)
Kendisi mektuplaşma, kartlaşma, yazı yazma, postcrossing gibi "keyword"ler içeriyor. Şişen parmağımın fotoğrafını çekip koymayacağım ama iş arkadaşlarımın demesiyle işe bu kadar konstre olmuyormuşum. Kart, mektup yazarken yüzüm hep gülüyormuş. Aynen böyle :)
Postcrossing dediğimiz etkinliğe ben yeni başladım, hakkında çok detaylı bir yazı var sırada, onu birkaç güne kadar yayınlayacağım. Hiç bilmediğim bir konuyu elbette ki ben yazmadım, sağ olsun yıllardır bu kart etkinliğine katılan iki güzel insana sorular sordum, onlar da yanıtladı. Hatta bu yazıda benim nerelerde hata yaptığım bile ortaya çıktı :)
Bu kadar çok kartı açıkçası yılbaşına saklıyordum ama baktım ki Ptt, işyerimize çok yakın ve neşeli bayram kartları var, "neden olmasın ki" deyip kollarımı sıvadım. (hem gerçek hem mecazi anlamda)
Biri bana kart gönderse ne kadar mutlu olacağımı düşündüm ve her bir karta bu mutluluktan biraz serpiştirdim. Bu yazıyı okuyan sevgili arkadaşlarım da lütfen posta kutularına sık sık baksın olur mu :)

Bu ara sahiden kitap okuyamıyorum. Okumaya başlayıp yarıda bıraktığım kitapları yazsam "yok artık" dersiniz. Ben de inanamıyorum kendime. Bu zinciri dün bir kitapla kırdım. Öğlen işyerine gelen kitap kısa sürede bitmişti. Lakin keşke bitmeseydi. Mektuplaşmayı, Sabahattin Ali'yi seven herkese tavsiyemdir. Bu nasıl ince ruhlu bir adamdır... (kitabı tavsiye eden canım Hazan, çok teşekkürler sana)

Bir diğer bomba haber de benim Kumkurdunun 1. kitabını bulmuş olmam. Herkesin peşinde olduğu ve baskısının olmadığı bu kitabı peki ya ben nasıl buldum? nadirkitap.com'a üye olduğumun ertesi günü gibiydi, kitap nasıl aratılıyormuş diye arama kısmına "kumkurdu" yazacaktım ki aklıma geldi, eğer kitabı bulursam özleme gönderecektim. Sıradaki isimleri yazmayayım ama özlemle bu muhabbetimiz çok eskiydi. Bir de baktım var! Hemen aldım ve adama mesaj attım, "Ankaradaymışsınız, elinizdeki sahiden 1. kitap mı? Eğer öyleyse kargoya vermeyin, kaybolmasın, ben gelip alayım" diye. Mesajımı görmemiş adam, ertesi gün kitap elimdeydi. Teşekkür etmek için aradım, çok şaşırdı. "Nasıl buldunuz bu kitabı?" dedim. Ederinin de bence çok altında sattınız, elinizdeki nimetin farkında mısınız bile dedim,şoka girmişim demek :) Adam da ne olduğunu anlayamadığını, kitabı siteye yükledikten 5 dakika sonra kitabın satıldığını söyledi. Bunun adı "çekim gücü"mü acaba :)
*Kumkurdu ile ilgili bir güzel gelişme daha var ama sonuçlanmadı, heyecanla sonucu bekliyorum, yine yazarım.
                                                                           ***
Maşallah bana, ne kadar güzel mutluluk sebeplerim birikmiş. Bu başlıkta en üste "denizi gördüm beeen" diye yazacaktım ama kart heyecanıyla denizi unuttum. Geçen hafta canım mavi,güzel denizi gördüm sonunda. Hiç baş başa kalamadık ama olsun, videosunu da çektim. Ara ara bakıyorum.
                                                                 
Dünkü küçük kıvırcık kuzen (kkk) buluşması sonrası da Datça'ya gitmiş kadar oldum. Badem ve bal getirmiş benim kıvırcık, heyyooo :) Datça'ya yıllar önce annemlerle gitmiştik de cidden hala aklım oradadır desem yeridir...
                                                                        ***
Bu kategoriye Elif'i mutlu eden şeyleri de yazayım. Bizim arabayı tee uzaktan gören komşu çocukları biz inene kadar Elife tezahürat yapıyor, uyuyorsa da birbirlerine "şşttt" diyorlar. Elifin arabadan inişi bir şenlik, doğal olarak çocuklarla kalıp oyun oynamak istiyor, bizde çoğunda ses çıkarmıyoruz. Babasıyla beraber komşu çocuklarıyla parkta oynuyor. Hatta geçen karabalık bir şeyde iddiaya girmiş de 3 tane kek kazanmış diye seviniyordu. Bir dahakine ben ineyim bari çocuğun yanına :)
                                                                      ***
Esra in wonderland, bu gece sahiden aralıksız uyuyup güzel rüyalar görüp sabah enerjik uyanabilmeyi diler. Çekim gücüyse, o uykuyu istiyorum , belki gelir :)
Devamını oku »

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Anne(anne) Olmak :)

Annem geçen sene bizi yazlığa beklerken bizim arayıp gelemeyeceğimizi söylediğimizde ne kadar bozulduğunu ama ardından sebebini söylediğimizde de ne kadar havalara uçtuğunu daha önce söylemiştim.
Annemin ilk torunu oldu Elif.
O kadar çok eşya, kıyafet vs aldı ki annem "anneee yeteer" demek zorunda kaldık :)
Tüm öğretmen arkadaşlarının torunları vardı ve toplantıda herkes torununun fotoğrafını gösterip ondan bahsediyordu. Anneminse boynu bükük kalıyordu ne yapalım.
Derken Elif doğdu.
Annem elinde olsa 40 gün 40 gece şenlik ateşiyle falan kutlama yapardı bence :)
Bir de duygularını çok fazla ifade etmeyen bir insan olduğu (başak burcu) düşünülecek olursa torun sahiden bambaşka bir şeymiş, onu anladık.
"Kuzumun kuzusuuuu" diye seviyor annem Elif'i. İyi de annemin beni hiç "kuzum" diye sevdiğini hatırlamıyorum :) Yani sevdiğini hep bilirim ama... Neyse kıskanmayalım :)
Geçenlerde sordum: "Torun sevgisi nasıl bir şey?" dedim, ki bir süredir görmüyor Elif'i.
"Kuş olup uçmak ve Elif'in yanına konmak istiyorum" dedi. :)
Daha önce annemin kuş olmak istediğini de duymamıştım. Neyse yok canım ben hiç kıskanmıyorum bu lafları :)
Sonra ben kendimi düşündüm.
"Anne olmak nasıl bir şey acaba" diye. Hatta bunu yolda yürüyüş yaparken Elifle tartıştık, ben ne desem Elif güldü ama bence anne olmak: "Bolca mutluluk, bir garip hem huzur hem de huzursuzluk(ya ona bir şey olursa endişesi), dolu dolu geçen günler,yorgunluk, uykusuzluk gibi birçok şeyi barındırıyor. Terazinin dengesi hiç aynı kalmıyor.
Geçen gün annemle teyzem geldi ve ben annemin asansörden çıkıp Elif'in yanına koşuşunu videoya aldım. Hani bir insanı uzuuun zamandır tanıyorsanız o kişiyle ilgili "her şeyi" bildiğinizi düşünürsünüz ya tüm mimikleri vs. İşte o yalanmış, olsa olsa "hemen hemen her şeyi"ni bilebilirmişiz. Annemin Elif'e koştuğu an'lardaki yüz ifadesi kesinlikle benim kayıtlarımdan çıkmadı çünkü... Yok öyle bir heyecan, sevgi yumağı yüz ifadesi.
Bugünlerde de "balım sultan" diye seviyor :)
                                                                        ***
Son aldığım karar neticesinde blogumdaki taslakları temizliyorum. Ya siliyorum yazdıklarımı ya da üzerine ekleme yapıp yazımı tamamlıyorum. Ve ben bu yazıya tam 24 Kasımda başlamışım :) Yani yukarıdaki yazıda yer alan "geçen yaz" ifadesi aslında 2 sene önceyi kastediyor. Ara ara eklemeler yaparım diyordum ama olmadı. "Anneanne olmak" da aklıma hep annemin bizi ziyaret ettiği zamanlarda geliyor.
Annem 20 Şubatta ikinci kez annneanne oldu ve o gün bugündür iki torun arasında mekik dokuyor diyebilirim. Bize geldiğinde "Ayçaa, ayçaa" diyor, Adanada da "Elifi çok özledim" deyip duruyormuş. Ayça ve Elifin arası 1 yaş bile yok, 10.5 ay :) Annem ne yapsın değil mi?
Elif ilk torun olduğu ve şu ara hareketleriyle kendini daha da çok sevdirebildiği için önde gidiyor ama tatlı balık Ayça bu arayı hemen kapatır bence. Ben de yeğenimi çok özlüyorum yeri gelmişken yazayım dedim.
Bu yazıya başlarken de aklımda olan en net şey, annemde gördüğüm değişimi yazmaktı. Ben tanıdığım "anne" figürünün sınırlarının ne kadar genişleyebildiğini annem ile görmüş oldum. Çünkü kendisi öğretmen emeklisidir(maşallah 41 yıl  çalışmış), disiplinlidir, kuralcıdır.
Geçtiğimiz haftalarda Elifin ateşi 39.5 olduğunda annemi aramak istemesem de tabii ki konuştuk ve öğrendi durumu. "Hemen atlayıp gelebilirim" dedi :) Bu konuda değişen bir şey yok  aslında. Ben de ne zaman hasta olsam bana da aynı şeyi söyler. "Yok gelme" dedik ama biliyorum aklı bizde kaldı, devamlı aradı Elifi sordu.
Daha önceki görüşmelerinde de Elif anneme hep sıcak davranırdı ama bu son gelişinde durup durup anneme ve teyzeme sarılmaya başladı. Hele ki annem...
Annem acaba ne zaman disiplin gösterecek acaba Elife diyordum ki, o da bu gelişine kısmetmiş :) Son aylarda Elif cidden birçok şeyi ağlayarak elde etmeye ya da istediği olmayınca kendini yere atıp ağlamaya başladı. Karabalık bu konuda bence daha tutarsız ama ben -anasının kızı- kendimi daha katı buluyorum. "heyt, höyt" demiyorum çoğu zaman (sabrım taşmadıysa) sadece yokmuş gibi davranıyorum. özellikle de yemek yerken. Normal bir şekilde yemeğimi yemeye devam etmeye çalışıyorum. Aksi halde çok zorlanıyorum. Annem ve teyzem de bu durumu çoktan fark ettiler ve sonunda -işte o beklediğim hamle :P - annem disiplin uygulamalarına başladı. Yaşasın! İşte özlediğimiz anne :) Şaka bir yana annem konusunda şanslı olduğumu düşünüyorum. Torunlarını sever ama gereksiz bir şımartma vs asla yapmaz. (bence istese de yapamaz :) Bir de bizim uygulamalarımıza pek ters düşmemeye çalışır. "Bırak ağlasın" dediğimde gidip kucağına almaz. (bence bu iyi bir şey) Bu hafta ise annemin Elif'e "ağlayarak değil ama..." diye başlayan cümleler kurduğunu duydum. Evet duydum bu cümleleri.
Konuyu yine dağıttım ben değil mi? Annemden bahsedecekken Elife kaydım. İş yerinde de böyleyim. Biri bir şey söylüyor, ben konuyu Elife getiriyorum farkında olmadan. Sanırım özlüyorum çok.
Ben annemin annesi olsaydım nasıl olurdu, geçen gün bunu düşündüm. Anneannem de Allah rahmet eylesin, ben tanıyamadım, çok disiplinli biriymiş. Annemler babalarından hiç korkmazlarmış ama annelerinden çok çekinirlermiş. Bu düşünce de şundan dolayı geldi aklıma: Çocukta var olan öze anne-babanın ne kadar etkisi oluyor diye. Çünkü ben anneme hep "beni yurttan aldınız değil mi?" derdim. O da "doğum yaptığımı bilmesem, buna ben de inananırdım" derdi. Ki hala da öyle. Yani biz ana-kız olarak çok acayip farklıyız. Elife baktığımda da bunu görüyorum. Benden çok farklı bir çocuk. İnsan elbette bir kopyası olsun istemiyor ama Elifin baskın mizacında zaman zaman zorlandığımı itiraf ediyorum.
Sonra da şunu düşündüm: "ben anneanne olsam..." Buradan bakınca bunu hayal etmek biraz zor ancak Allah kısmet ederse onu da yaşarım umarım. Çok merak ediyorum insanı evladından ayrı olarak toruna karşı bambaşka yapan nedir diye.
Anne olmak birebir sorumluluk ve uykusuzluğu da beraberinde getiriyor ancak anneanne olunca sorumluluk yerini sevme-okşamaya mı bırakıyor, o yüzden mi sabrı daha çok acaba?
 Annemin kızı olmak da güzel ama annemin torunu olmayı da isterdim açıkçası. Bu yazının devamı da gelir gibi :)
Bir de anneme sorayım bakalım, kimin çocuğu kimin torunu olmak istermiş. Zira bir başak burcu olarak benim balık dağınıklıklarım ve unutkanlıklarımdan çok çekti :)
                                                                             ***
Vay be ne yazıymış, bu da üçüncü eklemesi :) Bir üstteki paragraf da 2-3 hafta önce yazılmıştı, yayınlayamamıştım nedense. Tatil dönüşü son halini vermek gerekmiş demek ki :)
Özeti de aşağıdaki fotoğrafta saklı, anane kucağı ananenin elini tutmak hep çok kıymetli :)

Devamını oku »

25 Ağustos 2015 Salı

Bir Fotoğraf ve Hikayesi - Eşek

Hiçbir şey bilmediğim zamanlardı.
Böyle hissettiğimi sonradan anladım tabii.
O zaman sorsan daha farklı cevap verirdim, belki "arıyorum" derdim ama ne aradığımı söylemezdim.
Söyleyemezdim.
Arabanın içindeydim göz göze geldiğimizde. Bakışları beni çok etkilemişti ve o an nasılsa aklıma fotoğraf çekmek gelmişti.
Bu kareyi bir kartpostalda görsem muhtemelen fotoğrafı çeken kişinin o an ne hissettiğine odaklanırdım. Eşeğin üstündeki bu minik erkek çocuğunun "minik" olmayan, kareye-bence- sığmayan bakışlarını ben çekmiştim. Duygularını merak ettiğim kişi bendim aslında.
Yanında yürüyen annesi ve fotoğrafta pek de görünmeyen kız kardeşi gülerek yürürlerken bu çocuğun bu sert bakışlarına anlam verememiştim. Hatta ilk aklıma gelen neden kızın da eşeğin üzerinde olmadığıydı. Muhacirlikten geldiğimiz için köyümüz olmamıştı hiç ve bu fotoğraf da ziyaret ettiğimiz bana yabancı olan bir köydendi, yaklaşık 3 sene önce. Bildiğimiz bir manzaranın bana ne kadar yabancı olduğunu sonradan anladım. Tuhaf hissetmiştim çünkü kendimi.
Hikayelerini merak ettiğim için de bu fotoğraf hep gözümün önünde durdu bunca zaman. Arabadan inip onlarla konuşsam belki de büyü bozulurdu. Ben de büyüyü bozmadığım için mutluyum, o yüzden de bu fotoğrafın hikayesini ben yazdım.

"Annemle komşu köye gitmemiz gerekmişti, bizim ufaklık da takılmıştı peşimize. Annemi hiç bırakmazdı zaten, ebemlerde de kalmamıştı o yüzden. Tatilde olduğumuz için bizim köyde çok fazla arkadaşım da yoktu. Okul için gittiğimiz köyde daha çok ev, daha çok arkadaş daha çok oyun vardı. Tek başıma gitmeme izin vermezlerdi ama, daha küçüktüm onların gözünde. Okula da büyük küçük toplaşıp beraber yürürdük. Okulun uzakta olmasına üzülmez, her gün yeni maceralar yaşayacağımız için sevinirdik. Çanta da taşımazdık ki. Kitap, defter, kalem, silgiyi ortaklaşa  kullanır dönerdik eve. Ödevleri de her gün birimizin evinde yapar, ağabeylerimize okuturduk. Annemin okuma yazması yoktu ama hep gülerdi bizi ders başında gördüğünde. Güneşte de karda da hep yanardı, o yüzden de dişleri hep daha parlak gelirdi gözüme. O gülünce içim ısınırdı. Gülmeyince bir şeylerin yolunda gitmediğini anlar, ben de somurturdum. Kardeşimse hiçbir şeyin farkında değildi, annemin eteklerinde oyunlar oynardı. Annem ıspanağı aklar, bükmeye bazlamaya koyardı, çok sevinirdik. Ama hiçbiri ananemin ara sıra yaptığı ıspanaklı döndürme böreği gibi olmazdı. Seyrek yaptığı için çok kıymetliydi belki de. "Çocuklar için yaptım ben"der, büyükler el uzatacak olursa ellerine vururdu. Çok mühim çocuklardık onun gözünde çünkü okula gidiyorduk, okuma-yazma biliyor, haytalık yapsak da köyün geleceğini biz inşa ediyorduk. Bilmiyorduk o zaman tabii bunları. Ananemin bakışlarından anlardık sevildiğimizi. Benim bakışlarımı da babaanneme benzetirlerdi hep. "Bir şey anlatıyor gibi" derlerdi, "büyümüş koca adam olmuş gibi bakıyor" derlerdi. Komşu köye gittiğimiz o gün arabadan inip yanımıza gelen şaşkın abla da aynı şeyi söylemişti. Yoldan çevirdi hatta bizi, fotoğraflarımızı çekti. Önce bir çekindim ondan ama baktım çok saf birine benziyor, hafiften güldüm ben de ona. Konuşmadım yalnız. Dilim tutulmuş gibiydi. Kardeşim yine gülüyordu. Eşeğin sırtındaki yükte yeni kuruyan tarhanamız vardı. Çok kıymetliydi. Annem bu ablaya da verdi ondan. Kıymetini bilmiş gibi sevindi abla, teşekkür etti. Adresimizi isteyince şaşırmıştık, meğer bizim fotoğraflarımızı gönderecekmiş. Birkaç ay sonra gelmişti de sarı bir zarfın içinde. Hala saklarım o fotoğrafı, ne zaman köyümü, annemi özlesem açar bakarım o fotoğrafa, burnuma kokusu gelir ananemin ıspanaklı döndürmesinin yanında delibaş kavunuyla..."

Fotoğraflara bakınca siz de hikayeler uydurur musunuz?
Ben çok yaparım :)
Buraya da bir tanesini yazmıştım hatta.
Devamını oku »

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Mini Tatil- Erdemli :)

Başlıkta "mini" yazmış olmam sizi yanıltmasın, kooocaman bir haftalık bir tatildi bizimkisi hem de Elif ile baş başa. Karabalık iş ve izin işlerini ayarlayamayınca, biz de atladık uçağa gittik anane yanına yazlığa, Mersin-Erdemli'ye.
Babası yokken ne yaparım, çok yorulur muyum diyordum ama sağ olsun annem gece nöbetlerinde çok yardımcı oldu. "Tatil" dediysem ben tabii ki dinlenemedim ama ailecek bol bol vakit geçirmiş olduk, deniz havası aldık, bunlar da yeterli.
Annem, teyzem, Eda, ben, Elif ve tatlışko yeğenim bir balık Ayça ile güzel bir hafta geçirdik. Ara ara kuzenler de eklenince tatilimiz çok neşeli oldu.
Tatilden minik notlar da yazayım, inşallah sonraki tatillerimizde dönüp okur faydalanırım bu yazıdan.
- Ana-kız olarak bir orta boy bavula sığdık. Aslında küçüğe de sığardık ama oradan neler alırım bilemediğim için tam dolu olmasa da orta boy valizle gittik geldik.
- Uçakta Elif kesinlikle uyumadı hatta içi bile geçmedi :)
- Giderken daha rahattık, rötarsız olarak gündüz vakti kitap okuyup bir şeyler kemirerek 1 saati tamamladık. Dönüş yolculuğumuz apayrı bir yazı konusu bile olurdu ama lafı uzatmış, olayı abartmış olmayayım, 2 saat son dakika rötarıyla gecenin bir vakti eve geldik ve Elif uçakta yine uyumadı :) Adana havalimanı oldukça küçük, birkaç uçak birden rötar yapınca oturup bekleyecek yeri zor buldum. Elif sağa sola doğal olarak koşturmak istiyorken neyse ki yanımıza çocuklu birileri oturdu. Sol tarafımızda 3 yaşında bir erkek çocuğu, sağ tarafımızda 5 yaşında bir kız çocuğu, karşımızda -pek konuşmasa da- 3 yaşında bir kız çocuğu ile 2 saati tamamladık. Oh çok şükür. İlk başta gecikmenin ne kadar olacağı da söylenmedi. 1 saatin sonunda açıklama yaptılar. Duruma hiç şaşırmadım, işin aslı kızmadım da sadece biraz yoruldum. Yanımızdaki 1minik paket balık krakerin bu kadar bereketli olup 4 çocuğa yetebileceğini öğrenmiş oldum mesela. (her biri yaşı kadar kraker istiyordu da :P ) Uçaktaki gecikmeyi görüp üzülmüştüm ama sonra şunu düşündüm: 1. her şerde vardır bir hayır, 2. geç olsun güç olmasın (atasözlerimiz boşa söylenmemiştir herhalde), 3. durumdan keyif almaya bak. Eve geldiğimizde 01.30du, yattığımda saat 02.30du, bayılmışım tabii ki.
- Elif, minik kuşum Ayça'yı (6 aylık) bayağı kıskandı. Benim kucağımdayken Ayça, Elif hırçın davrandı. İkisini kucağıma alıp sevdiğimde Ayça'yı itti. Bir de Ayça ne yerse -püre vs- Elif de istedi, verdik :) Severken de illa ki gözüne parmağını soktu. Ama bence ilerde süper kanka olurlar, neticede aralarında 1 yaş bile yok.
-Elif için birkaç farklı mayo almıştım. Koruyuculu olan mayosunu giydirdim daha çok, güneş kremi de çok fazla  sürmedim. Bizim sahil pek kumluk olmadığından kovasıyla pek oynayamadı ama yine de denizi çok sevdi.

- Kedi, köpek ve kuşun bol olduğu bir yerdi, her birine ayrı çığlıklarla tezahürat yaptı Elif de.
- Tantuni, kebap ve sıkma yedim; yaşasın. Şimdi yazarken fark ettim ki bici biciyi unutmuşum. Anneme söylesem dert olur, paketleyip göndermeye kalkar :)

Adana Kebap, pilavsız olur :)

Domates ezmesi nasıl desem? Bir harikaydı mmmm :)

Sıkmalar :)
- Birtakım projelerim için taş topladım. Boyamak için değil. Daha geçen seneki taşlarım duruyor öylece. Bu senekiler minik çakıl taşlarıydı. Sebebi bu yazıda saklı. Yapabilirsem onu da yazarım buraya.
- "Elif ve uyku" konu başlığını burada açmayayım ama kısaca Elifin pek az ve zorlukla uyuduğunu, sıklıkla uyandığını, benim genelde sersem dolaştığımı yazmadan da geçemem. Yok yapamam bunu :)
- Denizi çoooook ama çooooook özlemişim. Şu herkesin kafasının bir köşesindeki emeklilik hayali olan "sahil kasabası" fikrini neden önce yap(a)madığını sorgulamaya başladım. Aklıma "Balık Tutma Dersleri" kitabı geldi. Hani şu bildik hikaye, sandalında balık tutarken mutlu bir amca var, yanına bir iş adamı geliyor ve ona bol para kazanmanın yollarını anlatıyor. En sonunda balıkçı "peki sonra ne yapacağım" dediğinde "kendine minik bir sandal alıp keyifle balık tutarsın" diyor ve balıkçı da "e zaten ben onu şimdi yapıyorum" diyor ya... Bizimkisi cidden o hesap. Sandalda balık tut,mutlu yaşa ne oluyor sanki büyük şehirde trafik strestinde cebelleşiyorken, bilmiyorum ki...
Bu yazıyı yazmaya sabah başlamıştım, fırsat buldukça yazdım ve fark ettim ki bugün en az 5 kişiye "Sana Elif'in tatil fotoğraflarını göstermiş miydim?" diyerek kızımla çaktırmadan hasret giderdim :)
Bir de bu tatilde dikkatimi çeken şeylerden biri de benim "temizlik" anlayışım ile "genel" ahalinin temizlik anlayışının pek uymaması oldu. Havaalanında Elif yere oturdu, yeri elledi, milletin oturduğu yerlere tırmandı, sandalye başlarını yaladı ve sonra aynı elleriyle balık kraker yedi. Bu beni 1 gram rahatsız etmedi. Çevredeki anneler müdahale etmeye kalkınca ben onlara müdahale ettim, "bırakınız yapsınlar" diyerek. Çocuğu yeri ellediği her seferden sonra çocuğunun ellerini ıslak mendille silen anne gördüm. Eleştirmiyorum, demek ki yüreği var. Bir de olmazsa olmaz "ayyy daha çok küçük, kreşe mi gidiyor, kış için Allah güç versin çok hasta oluyor"cular vardı. Bu türü her alanda yetişebilen bir sebzeye benzetmek istesem sanırım bu, maydanoz olurdu :)
Bu tatil de böyle geçti, güzeldi, hoştu, eğlenceliydi, Ayçalıydı, anneliydi, denizliydi...
Çok şükür :)
Devamını oku »

14 Ağustos 2015 Cuma

Wave - BDK :)

Deniz karşımda olsaydı, ona doğru koşar ve ne yapacağını hiç düşünmeden ona sarılırdım. Bir müddet de öyle kalırdım.
Ankara'yı hala sevmiyor olmamda (13 yıldır) deniz eksikliğinin etkisi çok büyük. Oldukça çorak bir arazi ve yüzleri gülmeyen mesafeli insanlar da bu sevgisizliğimi arttırdı sanırım.
Yazın gelmesi demek benim için işin aslı denizi görmekten başka bir şey ifade etmiyor.
Yıllardır yapabildiğim tatiller sadece 5'er günlük olduğu için "yaşasın yaz geldi, tatile gidelim" havasında değilim. Hatta bugün iyice fark ettim ki ben "yaz insanı" değilim :)
Hayalimde güzel bir sonbahar havası var; dışarıda ince bir hırkalık serin hava, yürüyüş yapıp yine hülyalara dalmışım sonra da eve gelip bu hülyaları çalışma masama dökmüşüm. İçinde biraz sonbahar yaprakları biraz da yapmak istediklerim, baharat niyetine de yürüyüşte keşfettiklerim var.
Sonbahar bende çalışma ve üretme duygusu uyandırıyor. Yazın uzun ama verimsiz geçen günlerinin aksine sonbaharda bir huzur var sanki.
Bu yazının konusu sonbahar sevgim değil elbette, sonunda ve inşallah denize kavuşacak olmamız. 1 haftalık Mersin anane yazlığında konaklayıp, minik yeğenim Ayça balığını çokça mıncırıp denizi izlemek istiyorum. Denize ilişkin hayalimde "yüzmek" de yok. (tamam bir ara girerim de elbette) Ama önce denizle bir hasret gidereyim bakalım, 1 yılda neler yapmış, ben yokken neler neler olmuş oralarda :)
BDK'da Wave hakkında bir şeyler yazmıştım, okumak isteyen olursa buradan bakabilir. (Wave hakkında meğer önceden blogda da yazmışım :)
İçinde "deniz" geçen, benim şimdiye kadar okuduğum en güzel kitaptır kendisi. Denize olan özlemimi bu kitapla gideriyorum bile diyebilirim. İçinde yazı yok, ki böyle bir şeye gerek de yok. Çizen kişi Suzy Lee olunca (evet bir ara Suzy Lee'nin hayal dünyasıyla ilgili beyin kıvrımlarına dalma planı da yapmalıyım :)

Bizim yazlık hikayesini de inşallah dönüşte uzun uzun yazayım.
Geçen seneki hikayemiz de buradaymış, az önce okudum yeniden, son cümlede yer alan sözümüzü tutamamışız ama bu sene umarım ki bu sözü tutacağım(z), öyle değil mi kara balık :)

Devamını oku »