Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




7 Mart 2016 Pazartesi

Bu Aralar : "Yeni"

Kendimi dolaba kapattığım bir dönemden merhaba :)
"Dolap" demek, "her şey çok üst üste geldi, biraz sakinleşmeye ihtiyacım var" demek gibi.
Daha önce hiç ard arda "bu aralar" yazısı yazmamıştım, ikinciyi yazana kadar toparlamış oluyordum genelde.
Olmadı.
Bunu fark etmem de güzel.
Kendimi zorlamamam ya da "yoo ben gayet iyiyim" diye inkar sürecinde olmamam da güzel.
İki hafta önceki "dalga" beni yere serdikten sonra ben kalkar ve hayatıma kaldığım yerden devam ederim diyordum ki...
Yerimden pek kalkamadığımı gördüm.
Bunu itiraf etmek de güzel. (her şey güzel de :)
Perşembe ve cuma günleri tavan yapan sinir katsayım cuma günü -pek de hoş olmayan- bir bağırtıyla sonlandı.
Daha doğrusu sinir, yerini kabuğuna dönme ve sakinleşmeye bıraktı.
Bağırdığım kişinin Elif olmasını hiç istemezdim ama sanırım bunun da yaşanması gerekiyormuş.
İnsan kendini yaşadığı yeni durumlarda çözebiliyor bence.
Başına gelmemiş bir olay hakkında sadece fikrin veya yorumun oluyor; tecrüben olamıyor.
İki gün üst üste Elif arabada ateşli ve huysuzken -dışarıda da sağanak varken- arabamız bozuldu. İlkini daha kolay atlattık, ikincisinde kendime "birkaç gün sonrasını hayal et, elinde kahven/kitabın huzurla oturuyor olacaksın, bu an da sadece bir anı olacak" dedim.
Evet bunu söyleyebilmek ve o an bu hayalle teselli bulmak güzel.
Ancak arka arkaya gelen diğer şeylere de benzer tepkileri gösterebilecek gücüm kalmadı.
Kalmamıştı.
O an yanımda biri olsaydı Elif'i ona bırakıp "Ben şu sağanak yağmur altında bir koşup geleyim" derdim. Hani filmlerde katarsis sahnesi olur, yağmurla beraber her şey normale döner, belki onu umdum.
İşte o ara bir bağırtı koptu içimde.
23 ayda bu belki 2 veya 3.dür benim için.
Elif de bana bağırdı ilk başta ancak sonrasında durdu ve şoka girmiş gibi bana bakınca ben de kendime geldim.
Sonrası zaten kucaklaşmalar, ağlaşmalar ve bolca vicdan azabı.
Her şeyi anladığı ama kendini tam olarak ifade edemediği geçiş döneminde olmak biraz zorluyor bizi. Ya da hala kesintisiz uyumaması.
Bunlar hep olan şeyler-di gerçi.
Son haftalarda benim için değişik olan biraz bir şeylere ilgimi kaybetmek oldu.
Canım bloga yazı yazmak istiyor ancak kendimde kelimeleri bir araya getirecek gücü bulamıyorum.
İnstagramı eskiden seviyordum ancak şu an yaptığım şey "bir şeyler paylaşmak" veya "timeline'da insanlar neler yapmış" diye bakınmak o kadar saçma geliyor ki.
Gereksiz bir alışkanlığa dönmüştü instagram hesabıma bakmak, son haftalarda oldukça az bakındım etrafa. Çünkü merak etmedim kim-nerede-ne yapıyor.
Takip ettiğim çizerler ve ne okuduğunu ilgiyle takip ettiğim insanlar olmasa hesabımı daha kolay kapatacağım. Şu an hala ikilemdeyim. (bu da bir hayat memat meselesi değil elbette)
Kendimi dolaba kapatmamın neticesinde birtakım değişim rüzgarları fark ediyorum.
"Hiç öyle biri değilim" dediğim konu başlıklarını kendimde görüp şaşırıyorum.
Belki büyüyorum, şunun şurasında yeni yaşa ne kaldı :)
O yüzden de kendimi depresif gibi değil de bir değişimin içinde hissediyorum.
Bunu ilk başta "dalga" olarak nitelendirmiştim ancak şu an "yeni" geliyor her şey.
Biraz daha tepeden bakınca olaylara aslında kendimizi ne kadar fazla önemsiyoruz diyorum.
Günlük dertlerimizin de tam bu sebeple içi bomboş geliyor.
İnstagram hesabından takip ettiğim, blog yazılarını da okuduğum bu adreste yazılanları okudukça kendimi daha iyi /umutlu hissediyorum.

Kaynağı hatırlamıyorum
Bu süreçte arkadaşlarımla da rutinin haricinde çok fazla iletişim kuramıyorum. Sanki ne desem eksik kalacak veya yanlış bir şeyler söyleyip onları kıracakmışım gibi geliyor.
Bu yüzden de "dolap" bana biraz güven veriyor.
(yazmanın faydası) Şimdi fark ettim neden "güvende olma" ihtiyacı hissettiğimi.
Tüm bu gelişmelerin başlangıcında bir ay önceki patlama var sanırım.
O gün içim çok sıkılmıştı, bulunduğum yere yakın bir bölgede biz ayrıldıktan 1 saat sonra patlama olunca insan bazı şeylerin ne kadar yakın olduğunu, her an her şey yaşayabileceğini fark ediyor.
Ve şunu da ekliyor: Dünyada bu hisle yaşayan milyonlar var ama sen günlük rutininde bunu görmüyorsun bile. O akşam çok korkmuş ve bencil hissettiğimi hatırlıyorum.
Yazınca kırılma noktamı buldum iyi oldu.
Teşekkürler blog!

O kırılma noktasından sonra nerelere geldim. Birkaç hafta hiçbir şey okuyamadım. Okuduğumu anlamıyordum çünkü. 15 kere de okusam yazılanlar yabancı bir metinden farksızdı çünkü aklım başka yerdeydi. Çok şükür bu durumu bayağı toparladım. Okuduğumu anlar hale geldim. Lizbon'a Gece Treni'ni -hazır olmadığımı hissedince- bıraktım.
İçsel yolculuk, şu an gerçekten beni daha da dağıtırdı.
Son dönemde okuduğum kitapları ayrıca yazayım ama çocuk kitaplarına geri döndüm diyebilirim.
Bu ara gece yatmadan yanıma cips ya da muzır bir şey + elma alıp komik bir şeyler okumak ve bunun için heyecan duymak çok iyi hissettiriyor.
Bir de bu hafta 2 ayrı etkinliğe biletim var.
Of çok havalı!
Son 3 yıldır toplamda 2 kere sadece sinemaya giden biri için "etkinlik" demek, "karnım çok aç ama bu sefer sade makarna ile doymam sen bana beyaz peynirli, cevizli, kurutulmuş domatesli, kekikli bir spagetti hazırla" demek gibi. (böyle bir sosu hiç denemedim, karabalık sen aldın notunu :P )
Sonrasında da doğum günüm var zaten, yaşasın.
Gelsin pastalar gitsin börekler (gerçekler, sade bir halley üstü mum :)
Belki bir yoldur bu yaşadığım, keşif yolu.
Belki sonrasında anlayacağımdır bana ne olduğunu.
Ama YENİ olan bir şeyler filizleniyor ruhumda, ben de soranlara "bunu kendim yaptım ben" diyorum. (ya da soran olursa derim artık :)

Devamını oku »

25 Şubat 2016 Perşembe

Bu Aralar : Dalga / Bu Dünyadan Olmayan Biri

Bu aralar biraz değişiğim, tuhafım, farklıyım, kararsızım, yorgunum, düşünceliyim ama özünde iyiyim.
Elif'in ay dönümlerinden birkaç gün önce Elifte "büyüme atakları" hissederiz hep, 22 aydır bu böyle. (belki de şartlandık, bilmiyorum) ben de acaba dedim, doğum günüme birkaç hafta kalmışken kendi büyüme atağımı mı yaşıyorum?
Neden olmasın?
                                                                         ***
Wave'deki gibi sıcak bir günde deniz kenarına gitmiştim oysa ve orada -ki aslında kalabalıkla- şakalaşıyordum. "Hava da ne sıcak değil mi?" , "Denize mi girsek yoksa?"
Kendimi bir anda denize girerken buldum, etrafımdakilerin bana attıkları suyla eğleniyor, onlar önümden ilerlerken sudaki güneş parıltılarının ani renk değişimlerine bakıyordum. Kafamı kaldırdığımda üzerime doğru hızlıca gelen kocaman bir dalga gördüm. (bunu defterime yazıyor olsaydım burada zigzaglı lacivertli mavili bir dalga çizimi olurdu sadece benim anlayabileceğim) O an aklıma küçükken yaşadığım bir olay geldi. Sahil kenarında bizi bekleyen annem ve komşumuz. Komşumuzun benimle yaşıt ikizleriyle denize girdiğimde böyle bir dalgayla karşılaşmış ve sonunda kendimi yüz üstü taşların üzerinde yatarken bulmuştum. Dalga savurmuştu hepimizi.
Bu kez gördüğüm dalgada eksik bir şeyler de vardı (gücü azdı) fazla bir şeyler de vardı (daha hızlıydı) Ya da tam tersi, ben yavaştım. Dalganın gelişini geç fark edebilmiştim. Daha az önce gülüşüp şakalar yaptığımız insanlar neredeydi? Sadece silüetleri kalmıştı şimdi. "Esraaaa" diye seslendiklerini duyuyor ancak cevap vermek için ağzımı açtığımda ağzımdan çıkan balıklar konuşmama engel oluyordu: sakız balıkları! İşte onlarla bu şekilde tanıştım. Rengarenk ve yapış yapışlardı. Neden orada olduklarını bilmiyordum ama boğazımda bir düğüm onları yutmamam gerektiğini hatırlatıyordu. Bu hisse güvenerek kendimi denize, dalgalara bırakacaktım ki... Sıcak bir el dokundu sol koluma, beni nazikçe tuttu ve o an gördüm bana gülümsediğini. Saçlarında az önce gelen dalgadan bir tutam vardı, daha önce yaşanmış bir anının hatırası gibi, ve bana bir şeyler fısıldadı...
                                                                     ***
Yaşadığım dalga/durulma böyle bir şey. Ya da belki tam anlatamadım. "Geçti" diye düşünüyorum ama geçmediğini görebiliyorum. Eskiden olsa değil dalgayı fark etmek, denizin karanlık dibine giderdim de "aa nereye geldim?" derdim, ne yaşadığımı anlayamazdım. Şimdi biraz daha -görece- anlayabiliyorum bazı şeyleri. Belki büyümek budur. Kim bilir :)
                                                                        ***
Tam da bu günlerde çok acayip biriyle tanıştım. "Acayip" kelimesinin bendeki karşılığı: "bu dünyadan olmayan biri". MY bu satırları okuduğunda gülecek misin  bilmiyorum, umarım seni "acayip" bulduğum için bana kızmazsın :)
İnsan hani hayatı boyunca yüzlerce insanla tanışır ve hepsi de birbirinden farklıdır ancak hepsinin bir yeri vardır. Daha önce hiç yeri olmayan biriyle tanışmamıştım. "Kitap kahramanı gibi mi?" dedi benim şaşkınlığımı anlayan bir arkadaşım. Düşündüm, "aynen" dedim. Demek ki onun yeri de kitaplarmış. Hem de kitapların tam içi...
                                                                       ***
"Sorgulama" diyor karabalık, bu gazla bir süre sorgulamadan şalteri indirip kaldırarak günlerimi geçirmeye çalışıyorum. Ama bir terslik de var, biliyorum.
geçen gün ne olduğumu bile anlayamadan kendimi uyuşmuş buldum. Sol kolum tamamen uyuşmuştu. Ertesi gün Elif ayağını basmamakta diretti. Bugün oturduğum sandalye kırıldı. Yazarken bile gülüyorum. Şalteri indirip kaldırırken yanlış bir düğmeye de basmış olabilir miyim acaba diye.
Yasemen'in hislerini takip ederek yeni bir kitaba başladım. Ben MOMO'yu Duman Adamlardan kaçmak için yeniden okumuyordum. Bu kitap ve şu cümleyle aslında bir şeylerle yüzleşmem gerektiğini düşündüm.
"Çünkü insanın bir tane hayatı vardır, bir tek hayatı."
Saçında dalga izi olan kadının fısıldadığı cümle bu muydu yoksa bana sadece "kendini unutma" mı diyordu, onu da zamanla göreceğim :)


* Bir sonraki yazıda da tatlı bir fili anlatayım :)

Devamını oku »

17 Şubat 2016 Çarşamba

Günün Mutluluk Sebebi :17

Önceki mutluluk sebeplerime baktım az önce, duygulandım resmen.
İyi ki yazmışım bloga, böyle dönüp okuması pek keyifli oluyor.
En son yazdığım mutluluk sebebinden bu yana o kadar çok şey oldu ki aslında, bir an bunun bir rutine döndüğünü ve artık yazamayacağımı düşünmeye başladım.
Ama öyle olmadı, işte bu da ilk mutluluk sebebim :)
Bir şeyin "mutluluk sebebi" olmasının benim açımdan en önemli kriteri farkındalık yaratması.
Yıllardır kendim için aldığım ve biriktirdiğim kırtasiye malzemelerim, kitaplarım, kartpostallar ve el emeği ürünler. Paylaşmak konusunda hiç iyi olmadığımın farkına varıp şu an büyük bir çoğunluğunu sevdiğim insanlarla zevkle paylaşıyorum. Kitaplar konusunda hala katıyım çünkü kendi kütüphanemi kurmak istiyorum inşallah ileride.
2. mutluluk sebebim de paylaşmanın zevki o yüzden. Başkaları için minnak şeyler belki ama benim o nesnelere yüklediğim anlam büyük oluyor genelde. Onları paylaşıma açtığımı gören karabalık zaten hayretler içerisinde: "Bunu da mı veriyorsun?" diyor (elinde tuttuğunu yazsam gülersiniz, ufak tefek maddi değeri olmayan bir şey) Benim için değerli olan bu şeyleri vermeye yeni başladım sayılır. Bu da bir farkındalık sonucu oldu. İnsanlara onları sevdiğimi söylemenin bir yolu benim için (onlar bunu bilmese de :P )
Evrendeki döngü tam olarak nasıl bilmiyorum ama ben verdikçe, daha çok almaya başladım. Bir gün tahta bir kutunun içinden tatlı bir deniz yıldızı çıktı mesela. Detayı çok olduğundan buraya yazamam ama deniz yıldızı benim için çok kıymetlidir ve bana onu gönderen kişi bu bilgiden habersiz bir şekilde onu benimle paylaşmıştı. Aldıklarım benim için çok kıymetli, herkese çok teşekkür ederim.

Bir diğer mutluluk sebebim, öğle aralarım. Önceden planlama yapınca genelde 5 günüm de dolu dolu geçiyor. Öğle arası biterken de sade kahvemi hüpletip son yazı-çizi işime bakıp ofiste kaldığım yerden hayatıma devam ediyorum. Fotoğrafta da var aslında, en sevdiğim şeylerden biri mektup yazmak.
Mektuplar konusunda belki ayrı bir yazı da yazabilirim ama mektup bence en büyülü iletişim aracı. Kağıda el yazın ile bir şeyler yazıyorsun, bu bir şeyler senin için özel cümleler oluyor elbette :), mektubunu süslüyorsun ayıcıklarla fillerle mesela ve gidiyorsun ptt'ye. Orada mesai yapan memurla neyse ki arkadaş olduk, derdimi anlatabiliyorum. Mektubun büyüsü hem satırlarda hem de onu bekleme sürecinde. Ama asıl melodi zarfı açıp kağıda dokunup ilk satırları okumaya başladığında ortaya çıkıyor.

El emeği göz nuru iki kitap ayracım o günkü defterime eşlik ediyor. Bu defter de çok özel şeyler yazıyor, 1 kedinin balık düşleri ya da tam tersi bilmiyorum.
Geçen gün canım yine irmik helvası çekti ama nasılsa beceremiyorum deyip yapmaktan vazgeçecektim. Sonra aklıma harika bir fikir geldi: tarifleri karıştırmak ve bunu Serra'ya sormak. Oldu valla bu sefer oldu. Hayatım boyunca (31 olmama da az kaldı, yaşasın :) 7 veya 8 defa denedim ve yok o kıvam tutmadı diyordum ki ilk defa geçen gün sahiden yapabildim ve ilk defa tabağa koyup komşuya verebildim.
Serra ile diyalog:
"Pilav yapmak gibi aslında esra"
"Sorun da o ya zaten, ben pilav yapmayı yeni öğrendim serra."

"Suyunu koyunca çok sıçrar dikkat et"
"Napayım, koruma kalkanı mı takayım?"

Başka bir arkadaşımla diyalog
"Çam fıstığı da koy."
"Piştikten sonra üzerine mi?"
"Yok pişmesi lazım önce"
"Pakette pişmiş satmıyorlar mı?"
"!!!???"

Annemle diyalog:
"Sence yapabilir miyim anne?"
"Neden yapamayasın? Birkaç seferde tecrübe kazanırsın, sonra kendi tarzını bulursun."
"Tatlıdan konuşuyoruz değil mi?" (iç ses)

Gibi gibi cümlelerle yaptım bu tatlıyı, afiyet olsun :)
Bir de hayatıma yepyeni bir arkadaş girdi, çok sevdim onu.
Fondaki kitap fırından sıcak çıktı, pek yakında bloga yazacağım, Neil Geiman hayranlarına duyurulur :)
Bir de "doğa arkadaşımın kutusu", doğayle ilgili bir şeyler var ama onları buraya eklemeyeyim.
Kısacası, bir ara "rutin"e mi döndüm kaygısı yaşadım (Züleyha sana selam :) sonra anladım ki her gün yeni bir gün ve ben aynı şeyleri yaşasam bile farklı şeyler hissedebiliyorum.
Paylaşmanın tadına vardım. Klasik olacak ama paylaşmak güzeldir diyeyim :)
Hayatımın en yenebilir irmik helvasını pişirdim, birkaç defa daha yapabilirsem bu iş oldu demektir.
Bu ara geçmeyen /kendini yenileyen migren ile uğraşıyorum, Elif geceleri -hala- ağlayarak uyanıyor, yaptığım/yapmak istediğim hiçbir işe yetişemiyorum, tam da bu yüzden kendime mutluluk sebepleri arıyorum, buluyorum, minik filim de bana yardımcı oluyor :)


Devamını oku »

13 Şubat 2016 Cumartesi

Elif'in Kitaplığı -2

İlkini tam 1 sene önce yazdığımı az önce fark ettim. "Hey gidi zaman" dedim hatta. Elifin o zamanlar kitaplara verdiği tepki çok farklıydı, dikkatle dinler, şaşırır, güler,eğlenirdi (pasifti).Şimdi ise hangi kitabı istiyorsa onu kapıp kucağıma yerleşen, sıkıldıysa "bittiii" diye kitabı hızla kapatan oldukça aktif bir Elif var,maşallah :)
Bu bölümde kalın sayfalı olan kitapları bir arada olsun istedim. Ne yazık ki birkaç örneğin dışında bu seri daha çok hikayesiz kitaplardan oluşuyor. Daha çok öğretme amacı var diyebiliriz aslında.
Kitaplar konusunda yeni bir düzenleme yaptık. Odasındaki kitaplıkta bulunan kitaplar karışmaya başlayınca odasına 2 adet raf koyduk, Elif de buna bayıldı.


İlk raftakilerden pek bahsetmeyeyim, bu tarz hikayeli kitapları bir sonraki yazıya bırakayım ama "Başka Bir Anne" Elif'e karnımdayken okuduğum son kitap olduğu için çok özel :)
İkinci rafta iki kitabın ortasındaki zürafayı tatlı bir arkadaşım Elife hediye göndermişti, Elif yemeğe,oyuna hep onu da yanında götürüyor, yeni kankisi diyebiliriz :)
İş Bankası yayınlarının kitapları bence açık ara bu kategorinin en iyilerinden.
"İzle Beni" kitabını küçükken okuduğumda sadece dinliyordu, şimdi ise parmağıyla yolu takip etmeye çalışıyor.
"Oyun Kitabım", Gece Bahçesi serisinden olduğu için almıştım, ebatıyla bence ters orantılı bir şekilde işlevi. Favorimiz değil.
"Renkler" kitabı da iyi güzel hoş ancak tam olarak anlayıp seveceği ay grubuna gelmedik sanırım.
"Kim Möö Der" kitabını yeni aldım sayılır, değişik bir kitap. Bence işlevsel ve tasarımı güzel düşünülmüş. Elif henüz ısınamadı.
"Pisi Kedinin İlk Kelimeleri" kitabının büyük boyutlu olması ve renkleri güzel ancak resimleri Elif pek anlayamıyor. Başka bir kitapta rahatlıkla bulabildiği nesneler burada ona pek bir şey ifade etmedi. En sondaki aydede çizimlerine aşık, zaten aydedenin kendisine de aşık :)
"Hayvan Yuvaları" ise bence çok başarılı bir kitap, Elif için erken olduğunu tahmin etmeme rağmen alamıştım, içindeki kapakları açmayı seviyor ancak kitabı hakkıyla okuyabilmesi için biraz daha zaman var:)
Hareketli Kitap serisi sanırım en başarılı seriden biri. Çeşidi çok, şimdilik bizde sadece 5 tane var ama 5. kim bilir nerede :) İngilizce basılı olarak "bookstore"olanını görmüştüm. Türkçeye çevrilmesini heyecanla bekliyorum. (İngilizcesini alabilme fırsatını kaçırdım, bulamıyorum)
Oyun Saati olan kitaptaki Ömer ne yazık ki uzun süredir atında sallanamıyor, Elif kopardı onu. 22 aylık olmasına rağmen kitapları yırtma eğilimi ve isteği pek geçmedi zaten :(

Sözcükler konusunda "Renkler Şekiller Sözcükler" isimli kitap, bence harika.  Bazıkelimeleri neden koyduklarını anlayamasam ve resimler tuhaf gelse de boyutu sebebiyle Elifin favorisi. İçindeki kedi ve köpeği her seferinde öpüyor, çok tatlı :)
Sol üstteki kitap ise biraz daha cep-araba boyunda.
Minik kitaplar da fena değil, İngilizceleri bize hediye gelmişti, Eric Carle çizimleri gerçekten müthiş.

Oyun Bahçesi kitabına bebekken çok daha ilgiliydi, şimdi pek az vakit geçiriyor.
Neşeli Hayvanlar Eliften ziyade benim daha çok sevdiğim bir kitap :)

Küçük & Sevimli Dostlarımız kitabı Elifin bana 2358741 kere okuttuğu bir kitap. İçindeki kedi ve köpeğin canlandırmasını yapmama çok gülüyor. Tırmanmaya, yalanmaya çalışıyorum, çok eğleniyor tabii sıpa :)
Çiftlikteki Hayvanları ikimiz de çok seviyoruz.
Siyah ve Beyaz ile en fazla 3 dakika vakit geçiriyor Elif.
Kelimeler kitabı da güzel ancak favorimiz değil.
Sıcacık Buz Evi, FKS'nin oldukça uygun fiyatlı satılan bir kitabı.Tasarım daha iyi olabilirmiş ama Elif "tık tık tık"lamayı çok seviyor.
Bebekliğinden beri çok sever Elif bu kitabı.  Keşke Elmer serisi yeniden basılsa...
Pöti Kare yayıncılık bildiğim kadarıyla birkaç yıl önce kuruldu. Tasarımı farklı kitapları var, bizde sadece bukitabı var ama genel olarak kitapçıda görmekten mutluluk duyduğum bir seri.
Avusturya tatilinde tamamen kendimi tatmin amaçlı aldığım bu kitabı Türkçeye de çevirttim :) Baskısı o kadar güzel ki,Elif sevmese de olur, ben seviyorum yetmez mi :)
Veee sona sakladığım Elifin şu ara en favori kitabında sıra: Harr Harrr :)
5 adet hayvanın sesini kapakçıkları kaldırınca duyabiliyorsunuz, güzel bir kitap ancak fiyatı bana çok geliyor. Kitapları fiyatına göre değerlendirmeyi pek sevmem ama başka çocuklar sokakta aç gezerken birkaç hayvan sesi dinleyeceğiz diye bu kadar para verilir mi? Bilmiyorum. Elif'e aldığım tek sesli kitap.
İşin aslı nitelikli kitaplardan daha önemli olan şey, sanırım, bu kitapların Elifle birlikte güzel vakit geçirmemize olanak sağlamaları.
Evimizde televizyon veya tablet yok ancak bilgisayar ve cep telefonu var. Yanında hiç kullanmasak da günlük 30-40 dakika youtube'dan şarkı vs. açıyoruz, çok şükür "bittii" diye sıkılıp kapatıyor Elif, umarım böyle devam eder.
Kitapların tadını alarak büyümesini çok isterim...

Çok acayip tatlı bir site keşfettim, işin aslı keşfetmedim, sitenin sahibi tatlı Sima söyledi, çünkü biz arkadaşız ve insan çocuk kitapları hakkında paylaşımlar yapabildiği arkadaşlarına sıkıca sarılmalıdır :)

Devamını oku »

12 Şubat 2016 Cuma

Postcrossing Kartlarım -2 (ilk 6 ay)

Postcrossing, sanırım 2015'in son aylarının en heyecan veren gelişmelerinden biriydi. Bunun için Yasemen ve Hazan'a ne kadar teşekkür etsem az :)
Üyeliğim tam 6 ay olmuş, ben de genel bir durum değerlendirmesi yazayım dedim, aklımdakileri unutmamak için buraya yazmak çok iyi oluyor.
"Neden daha önce kayıt olmamışım?" demeyeceğim, çünkü her şeyin bir zamanı var, 6 aylık süre zarfında bu siteyi, kart etkinliğini çok sevdiğimi söyleyebilirim.
6 aylık istatistikte,
36 adet kart aldığımı, 37 adet gönderdiğimi (7 tanesi de yolda) gördüm.
Bunlar tabii ki kayıtlı olanlar, ben bir de bana kart atan herkese (ilk 10 karttan sonra aklıma geldi bu da) teşekkür amaçlı kart atıyorum, adreslerini verirlerse (ki çoğu veriyor) Yani benim gönderdiğim kartların istatistiği biraz daha fazla.
İstatistik ve matematik, anlayan için güzel şeyler olsa da benim için çok fazla bir şey ifade etmiyor. (para üstünü yanlış almadığım, dolmuşta eksik para vermediğim sürece !)
O yüzden de ben, işin bana hissettirdiklerine odaklanıyorum.
O da son derece keyifli maşallah.
İngilizcem bile ilerledi, artık kimseye "sorry for my bad English" yazmıyorum. Doğaçlama bir şekilde kendimden bahsediyorum, ülkesine göre soru bile soruyorum: "Who is your favourite writer?" en sevdiğim soru :)
Gönderdiğin ve aldığın kişiler farklı olunca açıkçası çok fazla etkileşim beklemiyordum ben. Ama pek öyle olmadı. Kişilerin ilgi alanına göre kart seçmeye çalıştığım için -bazı istekleri abartılı bulup rastgele de gönderiyorum gerçi- çoğunlukla güzel mesajlar alıyorum. Bazı büyükanneler torunlarıyla birlikteyse onlara kesinlikle torpil yapıyorum :)
Bana gelen kartlar temel olarak 2'ye ayrılıyor: kedili kartlar ve diğerleri :)



Profilime kedi sevdiğimi yazdığım için olabilir mi tüm bu tatlı kedili kartlar acaba :) Diğerlerinden favorim şu an 3 tane. Ördekli kız (bana ilk gelen kart), Gökkuşağına bakan kız (bana umut veriyor) ve tabii ki kangurulu olan.
Onun hikayesi de şöyle, kartın arkasında tam 7 adet şahane pul var ve doğal olarak hepsinde de "Australia" yazıyor. Ben algılarımı nasıl kapatmışsam onu Avusturya olarak okuyorum ve neden kanguruyu seçtiklerini anlayamıyorum. "Ah be" dedim hatta, "bir kart da Avustralyadan gelse..."
Karabalığa kartları gösterdim, o da "aa ne kadar şanslısın bak Avustralyadan kart gelmiş" dedi. Ben şok, "hani nerede" diyorum. Demem o ki, insan bir şeyi çok isteyince gözünün önüne kadar gelse bile göremeyebiliyor-muş.
Bana yazılan pek tatlı teşekkür mesajlarından örnek yazsam mı yazmasam mı acaba diye tereddütte kaldım ama vazgeçtim. Onun yerine size Monika'dan bahsedeyim.
Monika bana bir gün mesaj attı ve aynı gün doğduğumuzu, benim sayfamı da tesadüfen gördüğünü, kart atmak istediğini söyledi. Benim ona gönderdiklerim ulaştı, onunkiler ne yazık ki hala ulaşmadı ancak Monika benim blogumu da okuduğundan ve sevdiğinden bahsedince sahiden kızardım, yine algılarım kapalı olunca, "Türkçe mi biliyorsun?" dedim bir de! Bu satırları da okursan Monika, pek çok teşekkür ederim sana :)
Farklı kültürleri tanımak için bence bulunmaz bir nimet postcrossing. Kartın yapısından ülkesini tahmin etmeye başladım. En çok etkileşimde bulunduğumuz ülke de Rusya :)
Birkaç kartın arkasında Almanca yazıyordu, onu anlamaya çalışmak bile bir çabaydı benim için, zevkliydi.
Olumsuz diyebileceğim 1 mesaj aldım, ona da güldüm zaten. Pul eklemeyi unuttuğumuz (postanedeki arkadaş ile birlikte hareket ediyoruz artık :) bir genç, bana mesajında öfke dolu bir şekilde "bu nasıl bir şey, pulsuz kart mı olur" şeklinde dolu dolu bir mesaj atmıştı. Güldüm sadece, insanız değil mi? Hepimiz unutabilir, hata yapabiliriz. Bu mesaj iyi oldu esasen, daha dikkatli davranıyorum artık pul konusunda.
Postcrossing ne ola ki yazım(ız) burada, ilk heyecanım da burada yazmaktaydı :)
Devamını oku »

11 Şubat 2016 Perşembe

Özgürlük Hapishanesi /Michael Ende

Canım mektup arkadaşım Şirin'e bir mektubumda, "unutamadığın, çok sevdiğin kitaplar neler?" diye sormuştum, o da cevaben "Özgürlük Hapishanesi" demişti. Notlarıma ekledim ama baskısı olmayan bir kitap olunca çok da üzerine düş(e)medim. Şirin'in bir sonraki mektubunun içinden (ya da tam tersi) bu kitap çıkınca çok şaşırdım ve çok da sevindim.
Ende, herkesin bildiği/tanıdığı/sevdiği Momo'nun yazarı. Elimde henüz okumadığım birkaç Ende kitabı da var ama Özgürlük Hapishanesini duymamıştım. Kapaktaki görsel ilgimi çekti; ancak hemen okumadım. Doğru zaman, kendiliğinden geldi :)
İçinde farklı hikayeler olan kitapların bir yerde bağlanmasına alışkınım ve bu tarzı da severim. Bu kitapta ise 8 farklı hikaye var ve benim gördüğüm kadarıyla ortak bir yerde de buluşmuyorlar, tek bir şey dışında... (onu da söylemeyeyim tabii :)
kapak, çok güzel değil mi?
İlk hikaye -Uzun Bir Yolculuğun Sonu- o kadar akıcıydı ki adamın aradığı şeyi bir aşkta bulacağına inanıyordum, hani klasik güzel bir hikaye. Hatta içinde tablo benzerliği sebebiyle Kürk Mantolu Madonna bile var denebilirdi. Adam, sonunda aradığı şeyin ne olduğunu buldu mu kısmını yazmayayım ama onun aşk olmadığını paylaşmakta bir sakınca görmüyorum.
"Peki ama bu sözcük ne anlatır: Anı? Üerine kurduğumuz bilinç ne kadar da yıpranmış. Daha biraz önce söylenmiş, okunmuş, yapılmış olan şey hemen sonra gerçek değildir artık. Yalnızca bizim belleğimizde var olan bir şeydir ve bütün yaşamımız, hatta bütün dünyamızböyledir. Gerçek diyebileceğimizşey, o sonsuz küçüklükteki şimdiki zaman anıdır yalnızca ve o da bizonu düşünmek istediğimizde çoktan geçip gitmiştir.Otuz, yüz ya da bin yıllık hazır bir anıyla daha bu sabah, bir saat önce, bir saniye önce doğmadığımızdan nasılemin olabiliriz? Kesin bilgi diye bir şey yoktur, çünkü anının aslında ne olduğunu ve nereden geldiğini bilmiyoruz. Ama işin aslı buysa, zaman, bilincimizin zamansız bir dünyayı algılama tarzından ve biçiminden başka bir şey değilse, o zaman niçin ancak yakın ya da uzak bir gelecekte başımızdan geçecek bir şeyin de anısı olmasın?"
Mişraim'in Katakompları bölümünü soluksuz okudum, bir ara Gölge Halkı'nı uyandırmak için kitabı sarstığımı bile söyleyebilirim :)
Düşler Dünyası Gezgini Max Muto bölümü ise bana -yine- Tatar Çölü'nü anımsattı. (kitabı yeniden okuyasım gelmiş sanırım benim)
"ben Max Muto hedefine ulaşmış kimseyi kıskanmıyorum. Yolculuk etmeyi seviyorum."
Özgürlük Hapishanesine başladığımda ise - Şirin'in kalbi tam oradaydı- karşımda bambaşka bir kitabın durduğunu anladım. (Eh, sonunda yani :)
Evet diğer hikayeleri de sevdim ama içinde kendimi en çok bulduğum hikaye sanırım Özgürlük Hapishanesi oldu.
İrade konusunun işlendiği bu hikayeyi okuduğum için mutlu oldum.
Bir ara -kitabın sonunun da bunda etkisi var- gerçekten tokat yediğimi düşündüm, ara ara yazarın okuyucuyla dalga geçtiğinden şüphelendim ama büyük bir çoğunlukta yazarın dil, kurgu yeteneğine ve zekasına hayran oldum. Tek eleştirim, kitapta yer alan birkaç kadın karaktere fazlaca zayıflık verilmiş olunmasıydı,neyse ki bu çok küçük bir detay olarak kalıyor kitabın genelinde.
Vikipedia'dan yazarın hayat hikayesine göz attım  ve aradığımı tam olarak orada buldum. Ailesi ve yaşadığı dönem sebebiyle sanattan, felsefeden çokça etkilenmiş yazar, hayal gücünün zenginliğini savaş yılları, hayatta kalma mücadelesi, sevdiği kadını aniden kaybetmesi, çocukluğu gibi sebeplere bağlayabiliriz. Ya da hepsinden bağımsız sadece hayal kurmayı seven biridir  belki Ende :)

"Sen, henüz güvendiğin bir dost bulamadan
yitik patikalarda bir başına yürüyen,
görmedin mi yolun kenarındaki çiçeği?
Bir insan kalbi açıyor burada, seni anlayabilen.
Bir dost"
Momo'da da aynı şeyi hissetmiştim: Ende, kendinizle ilgili aradığınız şey -her neyse- ona ayna tutmayı çok iyi başarıyor. Kitaplarının neden yeniden basılmadığını bilmiyorum ama benim için sırada "Bitmeyecek Öykü" ve "Cim Düğme ve Lokomotifçi Lukas" var.
Sınırlı dünyamızın ötesindeki sınırsız dünya ile tanışmak isteyenleri şöyle "Özgürlük Hapishanesi" tarafına doğru alayım :) Aytaşı Sarayı'nın bir yerlerinde beni bulabilirsiniz...

* Çeviri oldukça iyiydi bence.
** "Fantastik Roman" kategorisinde olduğu için bu kitap yetişkin romanı denilebilir, ancak çocukları kısıtlamayalım dersek, 16+ da okuyabilir sanki ama ben yaş grupları konusunda kötüyüm, çocuğun kendi kararı olması daha mantıklı :)

Özgürlük Hapishanesi
Özgün adı: Das Gefangnis der Freiheit
Yazar: Michael Ende
Çeviren: Saadet Özkal
Kabalcı, 2014, 256 sayfa, karton kapak





Devamını oku »