Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




1 Kitap 1 Mektup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1 Kitap 1 Mektup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Temmuz 2014 Salı

1 Kitap 1 Mektup Etkinliğinde "Şirin Şeyler Üreticisi" Zeinepuu var; Sahi "Benekli Fareyi Gördünüz Mü?" :)

Hediye konusunda inanılmaz bocalarım. Doğum günü mü özel bir gün mü yoksa rastgele bir seçim mi; buradan başlarım. Bazen "ihtiyacı olan bir şeyi alayım" derim ama en güzeli bir şey görüp "işte bunu x çok sevecek" diye sepete atmaktır.
Geçen doğumgünümüzde de -ki neredeyse aynı gün doğmuşuz- özel bir şey olsun ama içinde Elif de olsun dedim. Patik de örebilirdim ama bunu öğrenmem ve yapmam birkaç sene sürerdi; vazgeçtim :)
O ara karşıma Zeinepuu çıktı instagram hesabından. (ismi çok güzel; Miyazaki karakteri gibi "zeynepuuu" diye okuyorum ben :)
Düğün fotoğraflarımızı gönderip "piksel piksel aşk"a mı düşelim derken karşıma o masalsı görüntü çıktı. "Aaa bu aynı Elif" dedim; o daha doğmadan. Ve Zeynep'e mail attım. Ben ona genel bir şablon çizip detayları kendisinin belirlemesini istesem de her aşamayı bana tek tek sordu. Sormana gerek yok;sana güveniyorum dedim. O yine sordu.

Hepimiz için erken doğum günü hediyesi oldu. Zira bizim planlarımıza göre Elif bizim gibi Mart ayında doğacak; kendi halinde 1 balık olacaktı. Böylece "3 balık" olarak hayatımıza devam edecektik. Tabii ki Elifin de kendi planları varmış. "Ben bu balıkları bir hizaya getireyim" demiş olacak ki 9 Nisanda Koç burcu olarak hayatına başladı :)
İşini sevgiyle ve özveriyle yapan insan karşısında saygıyla eğilir; gülümsemesi bol yanaklarından öperim.
İşte Zeynep ve hikayesi:

Sevgili Zeynep; "şirin şeyler üreticisi" olmaya nasıl karar verdin? Bu süreç nasıl gelişti?
Gözlerimi kapatıp bir düşündüm. Nasıl oldu sahiden diye :) 
sevdiğim insanlara ellerimle yaptığım küçük şeyleri hediye etmeyi her zaman çok sevdim. Bu yüzden bambaşka işlerde çalışıyorken bile evimin bir köşesi her zaman kurdelelere, dantellere , iplere , iğnelere , boyalara kısacası hep şirin bir şeylere aitti. 
düşünüp, tasarlayıp en sonu somut hale gelen o küçük şeyleri fotoğraflamaya başladım. 
işte galiba he rşey burada başladı. 
öyle çok sevildi, beğenildi , talep gördü ki ... bir yerden sonra sessiz kalamadım. 
şirin şeyler üretmeye mutlulukla devam ettim :)

Piksel piksel ask temasını yaparken nelere dikkat ediyorsun? Ayrıntılarda kişileri bu kadar güzel resmetmeyi nasıl başarıyorsun ;)
Bu biraz detaycılıkla ilgili sanırım. Günlük hayatımda da böyle miyim ki diye bir soru geçti zihnimden ama , sanmıyorum :)
İşime verdiğim önem , gösterdiğim özen bu ince detaylarda saklı aslında. Bu temada aile panoları , gelin-damat panoları daha çok yer alıyor. Semaları çıkarabilmek için istediğim fotoğrafları incelerken pikselleşiyor bakışlarım sanki , bu detayı kareleştirmek mümkün algısıyla kravat iğnesine kadar detaya inebiliyorum :) 



Son zamanlarda yenidoğanlara yönelik çalışmaların arttı sanırım?
Evet :) Bu da beni çoook mutlu ediyor.
Yine instagramdan tanıdığım , cok sevdiğim fotografçı bir anne ile yaptığım ilk çalışmaydı doğum panosu. Oğlunun odası için aklındaki panoyu anlatmıştı ve bunu kanaviçeleştirmek konusunda bana çok güvendi. Öyle güzel oldu ki ilk doğum panosu , sonra ardı arkası kesilmedi.
boylarını , kilolarını işlerken her çarpıda seviyorum onları parmağımın ucuyla !  :) 


Seni mutlu eden/heyecanlandıran/kalbinde özel bir yeri olan çalışma(lar) var mi ? 
Olmaz mı :)
İlk doğum panom  Zafer Alp , ablamlar için yıldönümlerinde yaptığım Happy House panosu - enişteciğimin dövmesine kadar detaya indiğim doğrudur :) - , Tuva Yayıncılığa ait olan Kanaviçe dergisinin 32. sayısına bir sema tasarlayıp , işlemiştim. Sweet Life panosu da benim için çok özeldir :) , sonra Rengin ve Atakan*ın Just Married panosu ( detayları şimdi düşünürken bile gülümsüyorum .) , Pınar ve Salih için yaptığım çift panolar ve tabiki heyecanla beklenen Elif için Hoşgeldin Elif panosu .. :) Unicornuyla geldi Elif değil mi annesi  :) 
*Valla aynen öyle oldu :P

Bir günün nasıl geçiyor ? 
Çoğu zaman erken uyanıyorum. Erken kahvaltı yapıp güne erkenden başlamak bana çok iyi geliyor.
İşlerin yoğunluğuyla şekilleniyor günüm , evden çalışmak keyifli ve rahat olsa da zorlukları da var . O hiç bitmeyen ve maalesef tüm gün uğraşsan da görünmeyen ev işleri nedeniyle programsız çalışmak mümkün olmuyor. :)
Çok yoğunsam tüm gün evde kanaviçeyle ilgilenebiliyorum ama belli bir saatten sonra elime almamaya özen gösteriyorum.
Pek tatili olan bir iş değil , zaten yarım bir iş yanında durduğunda ' hadi beni eline al'  bakışları atıyor :) 
onun dışında dışarıdaysam bol bol  yürüyerek , mutlaka ağacı , yeşili bol yerlerde vakit geçirmeye çalışarak geçiyorum günümü.


Ürünlerin teslimi ne kadar vaktini alıyor?
İş yoğunluğuna göre değişebiliyor . normal şartlarda 5 gün içinde teslim ediyorum , daha erken ve daha geç teslimat durumları da mümkün olabiliyor. 

Tatildeyken nasıl yapıyorsun? Ya da zaten işinden keyif aldığın için tatile de işini götürüyor musun ;)
Bu biraz tatilde geçireceğim gün sayısı ile alakalı :) kısa bir tatilse tüm mailleşmelerimi yaparım ve  iğne, iplik ve kasnaklarımla da vedalaşırım :) Zira omuzlarım ve boynum buna çok mutlu olabilirler :)
ama beni uzun bir tatil bekliyorsa onları da alırım yanıma. güzel hava kahvaltıları , akşamüzeri pikniklerinde olduğu gibi tatilde de keyifle işlerim ben panolarımı :) 

(bilmedigim icin soruyorum) Yaptığın işin tam olarak adi nedir;kanaviçe mi?
Evet , çarpı işi , kanaviçe gibi isimleri var. 

İlham aldığın kisiler/siteler var mi?
Var tabii ki.
Pinterest özellikle font seçenekleri konusunda oldukça zengin . 
birde Lucky Jackson*ın kasnak işlerine hayranım , henüz o teknikle tanışamasam da onun işlerine iç çekerek bakıyorum :) 

Sanırım seni taklit etmeye çalışanlar da oluyordur değil mi?
Maalesef . 
Bu konu sebebiyle yaşadığım her olay bana insan çeşitliliğini hatırlatıyor . 

Sosyal medyada gördüğüm kadarıyla kanaviçe haricinde bolca yürüyüş yapıp kahve içip kitap okuyorsun ;)) ne tarz kitapları seviyorsun?
Ah evet ne harika bir gözlem :) 
Kitaplar konusunda kuralsızım diyebilirim. merak ettiğim her kitabı okuyabilirim. şu sıralar turk edebiyatı daha çok ilgimi çekiyor , onun dışında fantastik ve mitolojik romanları seviyorum. 
dünya edebiyatı romanlarında sürekli takip ettiğim ve her kitabını okumaya özen gösterdiğim yazarlarla da kitaplığım şekilleniyor diyebilirim. 
Ba-yıl-dım bu kitaplığa :)
Çalışırken "olmazsa olmaz" bir müziğin bir içeceğin ya da bir rutinin var mı?
Çalışırken iki fincan kahve , bir fincan bitki çayım sanırım rutine dönmüş durumda.
müzik dinliyorsam rock fm ve bana ait bir playlist işimi görüyor.
altyazılı olmamak şartıyla film izlerken de çalışmak beni hızlandırıyor. 


Kanaviçeyle nasıl tanıştın?
Pinterest sağolsun :) 
Her şeye başlama sebebim olan o üç yaka iğnesini orada görmüştüm. "I can do it" mottosuyla yola çıkılan işlerin zamanla nasıl hale geldiğinin güzel bir örneği olabilirim :) 

Benim gibi bu isi hiç bilmeyenlere neler tavsiye edersin/nereden başlanmalı/hangi dükkana gidip ne almalı ;)) (evet konuyu o kadar bilmiyorum ;)
Kanaviçe , aslında seni çok dinlendiren , zihin boşaltma konusunda oldukça başarılı olan bir hobi bence. 
özenen ve başlamaktan çekinen herkesin yapabileceğini düşünüyorum , vakit kaybetmesinler :)
malzemeleri kısaca özetlemem gerekirse ; 
etamin kumaşı , kasnak , iğne ve iplikler. iplik ve kumaş oldukça seçeneği olan iki malzeme. Burada tercihleri ve seçtikleri şema ile de belirlenebilir. 
ben tüm ürünlerimi dmc markasından seçiyorum ve tavsiye ediyorum . 

Kendin için de "piksel piksel ask" tablosu yaptın mı ;)
Evet yaptım :)
Biri yılbaşı , biri yıldönümü temalı iki adet pikselpikselaşk panom var evimde.
ama sanırım bu işe başladıktan yaklaşık bir sene sonra :) 

Taşlar ve güller harika değil mi bu arada :)
Elif için yaptığın tablo;dillere destan oldu.beni tanıyanlar "sen mi yaptın" bile demiyor zaten;"kim yaptı" diyorlar ;)) çok teşekkür ederiz.
Harika bir masal kahramanı oldu sayende Elif. Etkinliğimize katıldığın için teşekkür ederiiiiz ♥

Ben teşekkür ederim :) Bloguna davet ettiğin için ve beni Elif*in masal ablası yaptığın için :) 

*Bonus Soru: En sevdiğin çocuk kitabı hangisi?
Seçemedim aslında :) Çocuk kalbi ve Fedor Amca diyeyim :)

1 Kitap 1 Mektup etkinliği olur da hediye kitap olmaz mı? 
Çocuk kitapları seven birinin kokusunu aramızda kilometreler de olsa alırım :)
Zeytin'in benekli faresi kaybolmuştur ve onu aramaya ormana gider. Orada az önce dedesi ve büyükannesinin anlattığı masallardaki kahramanlarla karşılaşır.

18 Temmuz 2014* tarihine kadar "Zeytin'in benekli faresinin hangi masal kahramanı ile birlikte olabileceğini"  bu yazının altına yorum bırakabilirsiniz. Yapacağımız çekilişle 1 kişiye "Benekli Faremi Gördünüz mü?" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.
* Katılmak için başka şartımız yok :))
**"Doğru cevap" diye bir şey de yok bu arada; cevap sadece sizin hayalgücünüz :)


HERKESE  PİKSEL PİKSEL AŞK TADINDA KENDİ MASAL KAHRAMANI İLE MUTLU GÜNLER DİLERİZ :)


Devamını oku »

26 Nisan 2014 Cumartesi

Hediye Kitap: 21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi; Ve Kazanan Belli Oldu :)

Ayın 15'ine çekiliş yapacağımı söylediğimde buna gerçekten inanmıştım :)
Ne safmışım, şimdi anladım..
Umarım katılanlar çok kızmamışlardır bana.
Bu seferki çekilişi hemencecik yapıverdik ve kazanan sevgili "Anne Gazetesi" oldu :)))
İletişim bilgilerini mail adresimize bekliyoruuuuuuuuz...


Devamını oku »

25 Mart 2014 Salı

1 Kitap 1 Mektup Etkinliği: "21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi" :)

BDK Yıldıray'dan yakın zamanda bir kitap bekliyordum ama nedense aklımda hep ŞuŞu kitabının devamı vardı. Japon karakter Şuşu'yu çok sevmiş, doğumgününden sonra üçtekeriyle neler yaptığını merak etmiştim. İnsan bazen okuduğu kitaptaki karakterleri özler, neler yaptığını merak eder ya sanırım öyle bir şey.
İkinci kitabının konusu bir hayli ilginç gelmişti bana henüz incelemeden. "Sıradan şeyler" neydi ki acaba??? "Arka cebinizdeki taraktan yediğini hamburgere"diyordu kitabın başlığında.
Birkaç gün sonra kitap elime geçtiğinde ilk hoşuma giden şey kitabın tasarımı oldu. Hayykitap bence bu konuda oldukça başarılı.
Keyifle okudum ve bir dolu şey öğrendim. Kitap bitince de aklımda bir dolu soru olduğunu fark ettim. Madem öyle, ben bu soruları Yıldıray'a sorsam ya diye düşündüm :) İşte bu etkinlik de böyle oluştu. Doğurmama ramak kala hiç aklımda yokken sorularımı Yıldıray'a gönderdim ve o da sağolsun bu kadar işin arasında kısa sürede bana dönüş yaptı.

Görseldeki kıvır zıvır tamamen benim katkım, yanlış anlaşılmasın :)
Röportaja geçmeden kitapla ilgili kendi düşüncelerimi/kitaptan öğrendiklerimi yazmazsam çatlarım :)
Genelde okuduğum kitaplar bittikten sonra ilk sayfalarına kısacık not yazarım; bana bu kitap ne hissettirmiş vs. diye.Bu kitaba da "eğlenceli bir ansiklopedi" demişim.(insan hamileyken 2 gün önce yazdığı şeyi 2 yıl önce yazmış gibi olabiliyor) Bir taraftan -söylesem mi emin olamadım ama- cahilmişim gibi hissettim. Hani çok bilindik bilgilermiş de ben bilmiyormuşum gibi. Mesela uçurtmanın savaş sırasında kullanılması gibi. Bazı yerlerde çok güldüm ki annem benim ciddi duruşumun arkasındaki gülüşlere anlam veremedi. Bazı çizimler o kadar güzel anlatmış ki yazıyı, resimleri yapan Ali Çetinkaya kimmiş merak ettim. (Hala merakımı gideremedim ama...)

Kitapta tam 21 adet "nesne"nin tarihi var özetleyecek olursam ama hiç sıkılmadan okunabiliyor. İşin sırrı bu olsa gerek çünkü bilgiler hem detaylı hem de merak uyandıracak şekilde yazılmış. "Bundan bana ne" demedim hiç hatta "inanaaamıyooruuum, bunu da mı yapmışlaaaar" diyip gözlerimi faltaşı gibi açtığım oldu.
Neler öğrendim:
* Türkiyede 1 tane de olsa uçurtma müzesi olduğunu ( Mehmet Naci Aköz Uçurtma Müzesi)
* Eskiden erkeklerin topuklu ayakkabı giydiğini
* Balıkesirin Havran ilçesine bağlı Çakmaklar köyünde kütüphaneli köy çamaşırhanesi olduğunu
* Hamburger deneyinde 1 yıl bozulmadan bekleyen bir hamburger olduğunu
* Yanında yoğurt olan bir bulgur pilavının 10 kaplan gücünde olduğunu (ondan maş. Elif çabuk büyüdü :)


* İlk yoğurdu kimin yaptığını (maya olmadan) şimdiye kadar hiç merak etmediğimi
* Bisikletin, bir yerden bir yere ulaşmanın hem sağlıklı hem çevreci hem sportif hem kolay hem dengeli hem de daha eğlenceli bir yolu olduğunu
* Gözlüğe yitirdiği itibarı dörtgöz Harry Potter'ın geri kazandırdığını :)
* Gözlük merceği ve mercimeğin arasındaki ilişkiyi
* Kimin gözlüğe ihtiyacı var başlığında oldukça ilginç bilgiler var ama burada yazmayayım, okurken hevesiniz kaçmasın
* Cd'lerin çalma süresiyle Beethoven ilişkisini
* Şemsiyenin yağmurdan önce güneşten korunmak için kullanıldığını
* Bardak kenarındaki şemsiyelerin buzları güneşten koruduğunu :)
* Yoyonun uzaya giden ilk oyuncak olduğunu (1985)
* Bugün herkesin cüzdanını cebinde taşıması gibi 1700lerde herkesin kaşığını cebinde taşıdığını
* 'Kot' isminin bir marka değil bir ailenin adı olduğunu
* Dünyanın hemen her yerinde "ketçap"a "ketçap" dendiğini

İçinde ayrıca:
* Şeytan uçurtması yapımı
* Müzik aleti olarak tarak
* En iyi cacık tarifi (inanılmaz sabır gerektiriyormuş bence)
* Evde kendi yoyonuzu yapın
* Zihin gücüyle kaşığın nasıl büküleceği gibi konu başlıkları da var.

Anılar:
Kitapta böyle bir bölüm elbette ki yok ama nesneleri ve onların tarihini okurken insan kendindeki tarihi hatırlamaktan da geri kalmıyor. Mesela benim için bir tanesini yazayım. Babam uçurtma yapmayı çok severdi hatta çocukken tüm arkadaşlarının uçurtmalarını kendisinin yaptığını söylemişti. Bir pazar günü evde harika bir uçurtma yaptık ve damdan uçurtmaya çıktık...(neden dışarısı değil hatırlamıyorum) Başlarda harika uçuyordu ve ben çok eğlenmiştim. Ancak sonra benim uçurtmam çooooook uzaklardaki bir ağaca (sahiden uzaktı) takıldı ve ben uğraştıkça da ip kesildi ve uçurtmam o ağaçta kaldı. Sonrasında babam başka uçurtmalar da yaptı ama hiçbiri o uçurtmamın yerini tutmadı. Ve kimse kusura bakmasın ama o ağaca uzun yıllar sinir sinir baktım :) (tabii ki hata bende değildi, uçurtmamı yutan o ağaçtaydı :)

Kaynak: burada
Lafı sanırım çok uzattım. Ama bu kitabı okuduktan sonra aklımda o kadar çok şey kaldı ki yazmazsam bir şeyler eksik olurdu.
Daha önce 1 Kitap 1 Mektup'ta eğlenceli röportajlar olmuştu, hatta tesadüf bu ya son röportajı Yıldıray'ın oyun arkadaşı BDK Banu ile yapmıştık :)
Benim sorularım ve Yıldıray'ın verdiği -bence gerçekten- oldukça samimi cevaplar:
1. Henüz kitabı okumaya başlamadan aklıma gelen bir soru aslında bu: "böyle bir fikir/proje aklına nereden geldi?
Çok derin bir yanıtı yok bu sorunun. Bunlar merak ettiğim şeyler. Merak ettiğim şeyleri öğrenmek güzel, insanlarla paylaşmak da güzel, ama elbette bir öyküsü var. Yıllar önce (ne olduğunu söylemeyeceğim) benzer bir proje gelmişti aklıma. Daha doğrusu televizyon için birkaç bölümlük belgesel projesiydi bu. Gerçekleştiremedim. Gerçekleşmesi için çok çalıştığımı da söyleyemem aslında. Bir biçimde bu proje hep aklımın bir kenarındaydı. Derken bir gün bir metin yazma işi geldi. Benim şu ne olduğunu söylemediğim projenin konularına çok benzer bir metin sipariş ediliyordu. Metni yazdım ve çok büyük keyif aldım. Fakat o proje gerçekleşmedi. Aldığım keyif o kadar büyüktü ki, sürdürmek için bir yol aradım. Hayykitap'la görüştük ve proje onların da aklına yattı. Sonra çalışmaya başladık.

2. Seçtiğin objeleri neye göre seçtin? Neleri eledin ve neden "21" tane (özel bir anlamı var mı?)
Kitabın başında da anlattım aslında; kitaba konu olan nesneleri neredeyse rastgele seçtik. "Seçtik" diyorum çünkü o toplantıda Banu ve editörüm Gökçe de vardı. Elbette böyle bir kitap projesini önerirken aklımda birkaç tanesi zaten vardı. Uzun bir liste yaptık ve herkesin yaşamında bir biçimde bulunduğunu ve hatta büyük yer tuttuğunu tahmin ettiğimiz nesneler kalana kadar eleme yaptık. 
Elediğim nesneler arasında sabun vardı mesela. Biraz araştırdım ve fazlaca kimyayla karşılaştım. Konu çok keyif vermedi. Anahtar da elediğim konulardan biriydi. Başka nesneler de var ama aklıma gelmiyor şimdi.
"21" özel sayılardan biri bana göre. 7 ya da 13 de öyle. Uğurlu sayı falan gibi bir geyik değil söz ettiğim. Bu rakamlar akılda daha kolay kalıyor, daha çok ilgi çekiyor. Fakat 7 ya da 13 nesne az olurdu. 49 nesne de çok olurdu. 21 oldukça ideal bir sayı. Doğrusunu söylemek gerekirse kitabın tam adının ne olacağını, hangi nesnelerin kitapta yer alacağını, hatta nesnelerin kitapta nasıl yer alacağını bile bilmeden önce kitabın adında "21" sayısının olmasına karar vermiştim. Daha kısa ifade etmek gerekirse, bu kitabı yazma kararımdan sonra aldığım ikinci karar kitabın adında "21" sayısının olmasıydı. Dolayısıyla 21 nesne hakkında yazdım.

3. Ne kadar zamanda hem okumaları yaptın, onları süzgeçten geçirdin ve yazdın?
Kitabı çalışmaya başladığımda Tayga henüz annesinin karnındaydı. Tayga'nın doğumuyla başlayan uykusuzluk hali ve Gezi Direnişi zaman zaman kitabı bir kenara bırakmama neden oldu. Bu hesaba göre tüm çalışma 13-14 ay kadar sürdü diyebilirim. 

4. Hangi kaynaklardan faydalandın? Kitabın sonunda yer alan kaynaklardan başka neler sana yol gösterdi?
Daha fikri bile aklımda yokken bazı nesneler hakkındaki görüşlerim oluşmuştu bile. Örneğin kot pantolon hakkında uzun zamandır, "Islanınca kurumaz, soğukta ısıtmaz, taşlanırken öldürür," diyordum. Konularımı ele alırken bu görüşlerim bana gayet güzel yol gösterdi. En önemli yol gösterici ise merak aslında. Bunun yanında internet muhteşem bir kaynak. Çoklukla insanlar internete bir şey aradıklarında ilk sayfanın en üstünde çıkan birkaç linkteki bilgilerle yetinmeyi tercih ediyorlar. Oysa gerçek deneyimler daha derinlerde bir yerlerde bulunuyor. Hemen her nesne hakkında gerçek kişilerin aktardığı gerçek deneyimler bulunabiliyor. Daha iyi ne yol gösterebilirdi ki?

5. Senin için en ilginç "tarih" hangisiydi?
Hakkında yazdığım her nesnenin tarihi benim için çok ilginçti. Beni en çok etkileyen ise "ruj" oldu. 

6. Kitapların hitap ettiği yaş grubu ifadesine çok inanmasam da sence bu kitap kaç yaştan itibaren çocukların ilgisini çeker?
Hiç bilmeden çok ilginç bir noktaya dokundun bu soruyla. İşin aslı, ben bu projeye bir çocuk kitabı yazmak üzere başladım. Nesneleri araştırdıkça şaşırdım. Karşıma çıkan bilgilerin çoğunu eleyemedim. Anlatımlarım uzadıkça uzadı. Sonunda hedef yaş grubu olmayan bir kitap çıktı ortaya. Bana kalırsa 10 yaşındaki meraklı bir çocuk kitabın birçok bölümünü keyifle okuyabilir.

7. Her bir başlığın önünde yer alan eğlenceli tanıtım mottosu sana mı ait? (örnek: kirli çamaşırların süper kahramanı: çamaşır makinesi)
Bazıları bana ait. Bazıları sevgili editörüm Gökçe'nin katkısı. 

8. Peki sence ilk yoğurdu kim nasıl yaptı :)
İşte çocukluğumdan beri kafamı kurcalayan soru! Milliyet Çocuk'taydı sanırım, "Pamuk Nine" adında masalımsı bir öykü okumuştum. Çaktırmadan yoğurt hakkında bilgi veren bu öyküye göre, ilk yoğurdu Pamuk Nine yapmıştı. Nedense pek inanmamıştım bu öyküye. O zamandan beridir merak eder durum yoğurdu ilk kimin yaptığını.  

9. En iyi cacık tarifini denedin mi?
İlginç bir durum daha: Annem cacığı zaten böyle yapar. Hemen hemen böyle demeliyim aslında, ayrıntılarda farklar var. Yani yakından tanıdığım bir tarif bu aslında.

Her şey 1 "merak"la başlar ve 21 kısa öyküyle devam eder. Hepsi hayatımızın içindeki "sıradanlaşmış" nesneler  ve çoğunun farkında bile değiliz. Bu kitapta ben kısa da olsa bu "sıradışı" tarihleri okumaktan keyif aldım. 

15 Nisan 2014* tarihine kadar "Tarihini en çok merak ettiğiniz 'sıradan şey'in" ne olduğunu  bu yazının altına yorum bırakabilirsiniz. Yapacağımız çekilişle 1 kişiye "21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz. 
* Elif'in aramıza katılmasıyla süreç uzarsa şimdiden affola :)
** Röportaj için sevgili Yıldıray'a teşekkür etmeyi unutmuşum :))

HERKESE BOL ŞANS & 10 KAPLAN GÜCÜNDE MUTLU GÜNLER DİLERİZ :)
Devamını oku »

1 Aralık 2013 Pazar

"Kediler Hep Dört Ayak Üstüne Mi Düşer?" Kitabı Kiminle Buluştu :)

1 Kitap 1 Mektup etkinliğinde soruları bu kez Lokum sormuş, BDK Banu cevaplamıştı.
"Kedilerle ilgili en çok merak ettiğiniz şey nedir?" nedir dedik, bir dolu soru geldi hatta Lokum sorulara cevap verirken yetişmekte zorlandı :P
Uzatmayayım, kitap Ömer Deniz'in ve sevgili Melodik Annesinin oldu.


Ömer Deniz'e kedilerin dünyasını keşfetmede mutlu okumalar, tatlı patiler dileriz :)
Devamını oku »

8 Kasım 2013 Cuma

1 Kitap 1 Mektup'ta Bu Kez Soruları Lokum Sordu, BDK Banu ve Kedimiyo Yanıtladı :)

Bir Dolap Kitap ile nasıl tanıştığımızı ve neden konuşamadığımızı oldukça detaylı bir şekilde yazmıştık. BDK Banu'su geçtiğimiz aylarda Hayykitap'tan çıkan pek sevimli bir kitap doğurdu yani yazdı :)
İçinde kediler, Moli ile Olaf ve bizim için evin 2. kedisi olan Kedimiyo var. Hal böyle olunca Banu'ya soruları bu kez Lokum sormak istedi (çok sıkıştırma dediysek de dinletemedik :) :

Lokum ciddiyetle kitabı inceliyor :)
Sevgili Banu,
Sana kocaman merhaba :) Bizimle ilgili bir kitap yazmışsın, geçen gün okudum. Hatta bu kız ne kadar çok şey biliyormuş diye de düşünmedim değil. Bunu düşünürken bıyıklarım bile titredi :) Böyle bir kitabı yazmak nereden aklına geldi? Yoksa sen, yolda karşılaşınca durup bizi sevmeden geçmeyenlerden misin?
Kitabın kahramanı olan sevimli çocuklar Moli ile Olaf uzun zamandır hayatımdalar. Hatta Bir Dolap Kitap'tan önce bile varlardı. Zaman içinde zihnimin içinde büyüyüp geliştiler. Onların nasıl çocuklar olduklarını, neyi merak edip, nelerle ilgilendiklerini düşünüp duruyordum. Onların merak ettiklerini fasiküller halinde bir araya getireyim dedim. Sonra bir gün Kedimiyo diye bir karakter ortaya çıktı. Moli ve Olaf'ı Kedimiyo ile tanıştırınca ilk kitabın konusu da belli oldu: Kediler. 

Bizimle ilgili bu kadar bilgiye nereden eriştin? İtiraf et, yoksa oturup bizi mi izledin?
Evet, sizi çok izlerim. Çocukluğumdan beri pek çok kedi dostum oldu. Bunların bir kısmıyla aynı evi paylaştım. Sokakta kedilerle karşılaşınca selamlaşmadan geçmem. Siz kedileri seviyorum; sizi gözlemeyi de öyle.

Evde Kedimiyo’dan başka arkadaşım var mı? Yeri gelmişken sorayım, Kedimiyo bize gelip kalabilir mi?
Ne yazık ki sadece kağıt üzerindeki Kedimiyo ile arkadaşım şu sıralar. Evde kedimiz yok. Çünkü benim geçmişte kısmen tedavi edilen kedi alerjim yine hortladı. Eşim Yıldıray'ın durumu daha feci. Bir de bahçeli bir evimiz olmadığı için evde hayvan beslemeyi doğru bulmuyoruz. Onların özgürlüğünü ksıtılıyormuşuz gibi geliyor. Hem kedi yerine artık bir bebeğimiz var. Şimdilik o bütün vaktimi alıyor zaten.

Düştüğümde kaç ayağımın üzerinde olduğunu hiç saymamıştım. Ama kitabını okuyunca öğrendim. Bu kitabının birçok arkadaşıma kendilerini tanımaları için de başvuru kitabı olacağını düşünüyorum. Peki ya siz insanlar, siz düşünce kaç ayağınızın üzerine düşüyorsunuz?
Şansılıysak iki ayağımızın üzerine düşmeyi başarabiliyoruz. Şanslı değilsek ayak, kol, kafa, sırt... Farklı yerlerimizin üstüne düşüp kendimizi sakatlayabiliriz. Biz, sirkte çalışmadığımız sürece, asla siz kediler kadar atletik olamayacağız.

Süt ile ilgili yazdıkların hiç hoşuma gitmedi. Ben de sütü çok seviyorum ama kimse bana –zararlı olabilir diye- süt vermiyor. Neyse ki yoğurdu daha çok seviyorum. Ve ondan arada da olsa yiyebiliyorum. Yoğurdu su ile karıştırmadan yememde bir sakınca var mı? Varsa da kulağıma fısıldasan yeter. Yer yemez üzerine bir güzel su içerim ben :)
Aman Lokumcum süt içme sakın. Biz insanların yavrularına da bol süt içirirler, ama ben bunu da doğru bulmuyorum. Süt, onu üreten hayvanın yavrusu için yararlıdır, başkası için değil. Ama yoğurdu afiyetle yiyebilirsin sanırım. Bu konuyu bir araştırayım.

Kaynak: burada
Kitabında yazmamışsın ama saç kurutma makinesi ve süpürge gibi neresinden ses geldiğini anlamadığım bu aletlere sinir oluyorum. Sahi bunlar olmadan insanlar yaşayamaz mı?
Hi hi hi. Yaşayamazlar. Gerçi yaşayanları var. (Mesela biz.) Ama süpürgeyi az kullandığımız için evimiz pis (!). Saçımızı kurutmadığımız için de zaman zaman sinüzit oluyoruz. Tozlu bir evde yaşamaktansa, birazcık şu gürültüye katlanabilirsin bence.
Bu arada sen kulak tıpası takmayı düşünmez misin? (Hiç düşünür müyüm kıhkıhkıh :)

Benim bıyıklarım çok kaşınıyor. Her türlü bilgisayar kenarında kitap köşesinde ve kapıların çıkıntılarında bıyıklarımı kaşıyorum. Bildiğin başka “bıyık kaşıyıcı” var mı?
Zımpara kağıdını bir dene. Ama daha iyi bir yöntem biliyorum. Sahibinin seni seven elleri.

Bir de ben bazen evde çok sıkılıyorum. Kendimi uzaklara atmak istiyorum. Kitabında gördüm. Ben de “gemi kedisi” olmak istiyorum. Bunun için ne yapmam lazım?
Öncelikle bir liman bulmalısın. Limana gelen gemilerden birini gözüne kestir. Yük gemilerinde işler daha zor olabilir. Ama bir yolcu gemisini seçersen, seni sevecek birilerini mutlaka bulacağına eminim. Kimselere görünmeden gemiye girmeyi başarırsan, gemi limandan ayrılana kadar kuytu bir köşede saklanırsın. Sonra da ver elini uzak diyarlar!

Moli ve Olaf, Kedimiyo ile birlikte merak etmeye devam edecekler mi? Ben de çok meraklıyımdır. Bir sonraki gezinizde limonata içerken ben de size eşlik edebilir miyim :)
Tabii ki edecekler. Onların merakı hiç bitmez. Tıpkı siz kediler gibi her yere burunlarını sokabiliyorlar. Şaka bir yana, Moli ve Olaf'ın soruları devam ediyor. Yakında ağaçlarla ilgili sorularına yanıt arayacaklar. Limonata demişken, kediler ekşi sever mi? (Ekşi miiii??? Sarı limon ekşisinden bahsediyorsan,lütfen o benden uzak olsun :)

Seni çok sevdim ben. Benim sorularıma cevap verdiğin için de teşekkür ederim.
Seni, Yıldıray’ı, Tayga’yı koooocaman yalarım, tatlıca patilerim.
Ben de senin kulaklarının arkasını, göbeğini kaşırım sevgili Lokum. İyi mırlamalar...
                                                                              ***
Valla ne desem bilemedim. Lokum hemen kaynaşmış Banuyla halbuki yabancılara karşı çok mesafelidir (aa aynı ben :) Bu işte Banu'nun ve Kedimiyo'nun parmağı/patisi olabilir elbette :)

"Kediler hep dört ayak üstüne mi düşer" kitabıyla ilgili BDK'nın radyo programını dinlemek veya İyi kitap'ta yer alan yazıyı da okumak isteyebilirsiniz tabii :)

29 Kasım 2013 tarihine kadar "Kedilerle ilgili en çok merak ettiğiniz şey nedir?"  sorusunu yanıtlayarak  bu yazının altına yorum bırakabilirsiniz. Yapacağımız çekilişle 1 kişiye "Kediler hep dört ayak üstüne mi düşer" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz. (Mektubu Lokum yazabilir :)


Lokum'un keşfettiği yerlerden dört ayağı üstüne düşme maceralarını da anlatmak isterdik ama o başka yazının konusu olsun. "Lokum halleri"ni merak ederseniz burayı okuyabilir, birbirinden şahane Moli ile Olaf, Dedikodulu Evler ve Kedimiyo çizimlerini almak isterseniz Banu'nun Bobin Dükkanını ziyaret edebilirsiniz. (Kedimiyoları lütfen bitirmeyin, bize de saklayın :)

HERKESE BOL PATİLİ, MUSMUTLU GÜNLER :)
Devamını oku »

29 Ekim 2013 Salı

1 Kitap 1 Mektup Etkinliğinde Sefere Çıkan "Moby Dick", Kiminle Buluştu :)

Biliyorum geç bir yazı oldu, öncelikle kusura bakmayın.
Moby Dick sefere çıkalı ve yol arkadaşıyla buluşalı biraz oldu ama bu haberi yazmayı unuttum :(


Güzel röportajımızda bize eşlik eden Alper K.'ye çok teşekkürler, yolun açık olsun, gittiğin yerlerden magnet getirmeyi unutma :)

Merve'yi de tebrik ediyoruz, Norveç fiyordlarında üşümeden gelip gitsin :)
Etkinliklere katılan herkese yeniden teşekkür eder ve bir sonraki boool kedili röportajımızı da kaçırmayın deriz :)

MUTLU GÜNLER, GÜNEŞLİ GÜNLER :)
Devamını oku »

27 Eylül 2013 Cuma

1 Kitap 1 Mektup Etkinliğinde Şimdi Sefer Zamanı ve Hediye Kitap: Moby Dick :)

Sizleri bir süredir beklettiğimizi fark ettik. Ve etkinliğimize kaldığımız yerden devam edelim istedik.
"1 Kitap 1 Mektup" bu kez sefere çıktı ve uzak denizlere yol aldı :) Geri döndüğünde yanında kaptan da vardı. Biz de bulduk 1 Kaptan, kaçırmayalım dedik ve ona uzak denizleri sorduk :)

Kaynak. burada
Merhabalar Alper,
Sanırım ilk soru olarak neden “denizci” olmak istediğini sormamız gerekiyor çünkü hikayenin başlangıcı orası.
Aslında bu soru için tirajı komik bir cevabım var diyebilirim. Dinleyince siz de öyle olduğunu göreceksiniz. Henüz lise 2. sınıf öğrencisi iken arkadaş grubumuzla beraber dershaneleri geziyoruz, hangisi nereye öğrenci göndermiş onu tartıp, kayıt için karar vereceğiz. Malum sonraki yıl büyük final var, ÖYS’ye girilecek. Dershanenin birinde kantin duvarlarına kazandırdıkları öğrencilerin isim ve bölümlerini yazıp asmışlar, sıradan okuyoruz, tıplar mühendislikler var, bir de "İTÜ Güverte" yazmışlar. Benim için hiçbir şey ifade etmediğinden başladım makaraya almaya, ama arkadaşları nasıl güldürüyorum, yok efendim adı İTÜ olsun da isterse tüpçülük olsun, İTÜ’de okudum demek için insanlar ne bölümlere gidiyorlar, daha neler neler, çok iyi hatırlıyorum, abartısız bir saate yakın insanları güldürmüştüm.
Sonra aradan zaman geçti sınav yaklaştı, bir banka hesap açtırana meslek tercihler rehberi veriyor. Sıradan meslekleri ve iş alanlarını okuyorum. G harfinde Güverte var, anımsadım hemen insanları ne güldürdüğümü, neymiş diye daha bir dikkatli okudum. Güvertenin ne olduğunu bilmiyordum ama okuduğumdanda pek bir şey anlamamıştım, bir şey hariç; "Yatılı üniformalı bir okuldur, mezuniyetten sonra zorunlu hizmeti vardır (o yıllar içindi), mezunları gemilerde uzakyol vardiya zabiti olarak çalışır. Armatör şirketleri mezunların bir çoğu için zorunlu hizmet tazminatlarını ödeyerek yüksek ücretle gemilerinde çalışmaktadır" demekteydi. Bu açıklamada yüksek ücret hariç pek bir şey anlamamıştım. Armatör nedir, uzakyol vardiya zabiti ne demek. Sonra daha fazla hakkında okuyup daha fazla araştırınca fırsatların fazlaca olduğu bir sektör izlenimi bıraktı ve tercih ettim. Hani derler ya insan dalga geçip küçümsediği şey başına gelmeden ölmezmiş diye, bu tabir için iyi bir örneğim herhalde. Kısacası çocukluğumda babamla yelkenli turuna çıkardık, yaz tatillerinde kayıklardan teknelerden hiç ayrılmazdım veya deniz benim için bir zevk değil tutkuydu o yüzden tercih ettim diyebileceğim duygusal bir hikayem yok ne yazık ki. Ama gün sonu itibari ile, hem keyif hem de profesyonel hayat açısından alternatif zenginliği itibari ile girilebilecek en iyi sektöre girdiğimi görüyorum.

Kaynak: burada
Karadan ayrıldığın ilk seferde kendini nasıl hissettin? Sadece deniz görmek bir süre sonra tuhaf bir duruma dönüşmüyor mu?
İlk seferi unutmak mümkün değil. Bugün bile o günün heyecanı, seferin devamında yaşadığım hem motivasyon hem de sıkıntılar aklıma net bir şekilde geliyor. Acente botu ile boğazdan geçen bir konteyner gemisine katılmıştım. Varış saatine göre 6 saat gecikeceğinden botta uyumak zorunda kalmıştım, deniz hırçın hava sert, bot inanılmaz sallanıyor ve ben alışmaya çalışıyorum. Ama hiç kolay olmuyor. Kendimi gemi, bu botun 1000 kat büyüğü o sallanmaz diyorum. Ama sallantıya alışmak zor. Sonra ayrılıyoruz iskeleden ve boğaz girişinde demirde bekleyen gemime doğru gidiyoruz. Şeytan çarmıhından (İki halat arasına ağaç basamaklarla yapılan bordadan sarkıtılan merdiven) çıkarken biraz içim burkuluyor, meğer bu burkulma bir şey değilmiş. Demir alıpta pervaneye yol verilince kara gözünde bir perde arkasında gibi gözükmeye başladığında asıl anlıyorum yola yolculuğu özleme hasrete ait gerçekleri ve  asıl özlem saatlerini. Bu, kalbimin bir parçası. Diğer parçası heyecanlı. Ufukta ise pürüzsüz engin bir deniz var. Yeni heyecanlar ve maceralar var. Her şeyden önce sefer boyunca 5 ülke göreceğim. Beş medeniyet, beş lisan, beş ayrı dünya. Her biri için ayrı ayrı heyecanlıyım. Staj için çıktığım bu gemide bir gün ben de kaptan olacağım. Gemiyi ben yönetecek, kararları ben vereceğim. Birileri canını, başka birileri canı bildiklerini bana teslim etmiş olacak. Başka birileri gemisini, daha başkaları gemiden de kıymetli mallarının emanetçisi olacağım. Büyük iş. Bir üniversite öğrencisi için büyük motivasyon açıkçası. Bu ilk seferimde bana vardiya teslim etmemişlerdi ama ikinci seferle beraber bu andığım sorumlulukların hazzını bizzat yaşadım. Birileri aşağıda yataklarındayken geminin sevk ve idaresi köprüüstünde bendeydi. Yani birilerinin canı, başka birilerinin ise malı.
360 derecelik ufuk boyunca denizi görerek gemi ile ilerlemekle, bir çölde bulunmak arasındaki yegane fark birinde tuzlu su diğerinde ise kum görüyor olmandır. Deniz, kara ile bir bütünken güzel ve büyüleyicidir diye düşünmüşümdür. Yoksa günler boyunca bir okyanus geçişi yaparken, vardiya usulü çalışıyor olduğundan hep aynı 3-4 yüzü görür, boyları değişmekle dalgalar aynılıklarını korur ve  tabi bulutlardır şekilden şekle girip dolaşan üstünde. Onların değişiklikleri de hep aynıdır. Sıkar bir süre sonra. Ta ki radarda veya ufukta bir gemi görürsün. Karanın gözle görülmesi ayrı bir zevktir, müthiş bir mutluluk. Hele hele gözüken kara varacağınız limansa.

Aileni,arkadaşlarını özlüyorsun ama sıklıkla arayamıyorsun da galiba, bu durumla nasıl baş ettin?
Aslında alternatif çoktur iletişim için. Bir okyanus geçişinde telsiz üzerinden ‘Türk Radyo’ ya frekansından ulaşabilir, uygun fiyatla istediğin görüşmeyi yapabilirsin. Görüşme kalitem yüksek olsun ben paradan çekinmem dersen uydu telefonlarla irtibat mümkün. Neredeyse tüm gemilerde internet var artık. Limana geldiğinden yerel bozukluklarla veya telefon kartı temin ederek de arayabilirsin aileni. Cep telefonları ayrı bir avantaj. Gemiden dünya ile irtibat kurmak aslında sanıldığı gibi ciddi bir handikap değildir. Göremezsin özlersin hala ama iyi olduklarını bilirsin, iyi olduğunu bilirler, bu da yeter.

Kaynak: burada
Denizde -hele ki uzak bir seferde- 1 gün nasıl başlar, nasıl biter?
Bir kere klasik olarak çalışmalar vardiya usulüdür. Seyirde de limanda da güverte sınıfına vardiya vardır. Geminin ihtiyaçları bitmez. Bakım ister, boya ister. Kimse boş bırakılmaz. Hiçbir iş yoksa uluslararası uygulamalar kapsamında role talimi dediğimiz tehlikeli durumlarla mücadele provaları yapılır. Batan gemiyi terk etme, yangın, denize adam düştü, dümen arızası gibi. Ama rutin olarak köprü üstü dediğimiz, geminin sevk ve idaresinin yapıldığı tüm seyir cihazlarının bulunduğu ve geminin çevre hakimiyetinin görsel açıdan en üst düzeyde bulunan yerinde, 24 saat boyunca üç vardiya zabiti tarafından 4 saat boyunca vardiya tutulur ve bu vardiyayı 8 saatlik istirahat izler. İstiharat, anladığımız anlamda istirahat değildir, ilk 8 saatlik istirahatinizde gemini size ait diğer işlerini hallederseniz. İkinci 8 saatlik istirahatte ise dinlenirsiniz. Vardiya esnasında esas geminin seyir ekipmanları kullanılarak sağlıklı ve selametli bir şekilde sevkinin devamının sağlanmasıdır. Radarlar, gözcü veya serdümen  dediğimiz gemiadamları bu esnada size yardımcı olur. Gemi mevkisini kontrol ederek rotada olduğunu aralıklarla kontrol edersiniz. Rotadan düşmüşse gereken manevra ile gemiyi rotaya alırsınız. Çapariz veren, yetişen, pruvadan gelen gemilerle emniyetli geçiş kuralları çerçevesinde kontrollü geçişlerinizi tamamlarsınız. Meteorolojik bildirimleri takip edersiniz. Örneğin 8-12 vardiyacısı iseniz ve vardiyanız bittiğinde, öğlen yemeğinizi yer bu sefer gemiye ait sorumluluklarınızın peşine düşersiniz. Yangın söndürücelerin, can güvenliği ekipmanlarının bakım tutum ve kontrollerini yapar, evrak işlerinizi halledersiniz. Akşam 8-12 vardiyasına çıkarsınız. Bu sefer gece seyrindesinizdir. Onu tamamlar istirahatinize gidersiniz ta ki sabah 8-12 vardiyasına kadar.

Kaynak: burada
Kara görmeden en fazla kaç gün denizde seyir halinde kaldın?
En uzun seferim Kuzey Avustralya’nın Gove limanından kalkıp, İzlanda’nın başkenti Reykavik’e yaptığımız seyirdi. Gove, Aborjin bölgesiydi ve Aborjinleri görüp tanıma fırsatım oldu. Seyir tam 48 gün sürdü. Avustralya’dan çıkıp Hint Okyanusu boyunca Somalinin şimdi korsanlıkla meşhur Scotra Adasına kadar 23gün boyunca hiç kara görmemiştik. İlk kez farklı bir yüzle de Süveyş geçişi esnasında 30 gün sonra karşılaşmıştık. Daha önce dediğim gibi değişen tek şey hayatınızda dalgaların boyları ve bulutların şekilleri, kalan herşey aynı, dışarıdan bu durumu hayal etmek güç.

Denizcilikte bildiğim kadarıyla çok fazla terim var. Yabancı dil öğrenir gibi mi öğrendiniz bu terimleri?
Eğitim esnasında birçok yükleme yapılıyor. Ama esas öğrenme staj ile başlıyor. Öğrenci iken bizzat gemiye çıkıyorsunuz ve daha bu safhada 1 yılınız gemi üzerinde uzak seferlerde geçiyor. En güzel mektep burası, işin pratiğinin yapıldığı yer. Ama hocalarımızın sıralarda yaptıkları katkıyı da ihmal etmemek gerekir.

Yaşadığın en maceralı olay neydi, nasıl kurtuldun?
Aslında iki maceralı olayım var, paylaşmak istediğim. İlki ikinci stajımdan. Gemiye katıldıktan sonra Brezilyaya doğru yol alıyoruz. Varış Limanımız Paranagua. Okyanusu bir nehir girişinden terkedip, nehir boyunca ilerledikten sonra limana varıyorsunuz. Nehir ağzına demirlememiz istenildi, süperkargo gelip gemi ambarlarının yüke uygun olup olmadığına karar verecek. Demir manevrasından dolayı vardiyamdan önce kalkmıştım ve demir atıp demir vardiyasına başladım. Süperkargo geldi ve ambar diplerinin raspo boya yapılmasını istedi ve bu iş için iki gün verdi. Yükü kaçırmamak için hummalı bir çalışma başladı. Ben ya demir vardiyasındayım veya ambarın birinde ekibe yardım ediyorum. Zaman geçti ve neredeyse son 30 saattir yere paralel olamadan geçen yorucu bir zaman dilimi var. Bunun üzerine 4 saat daha demir vardiyası tuttum, akşam 8-12’yi. Vardiya devir tesliminde geminin üçüncü kaptanı bana ikinci kaptana gözük öyle yat yatacaksan dedi, ama ikinciyi arayacak mecal yok. Gittim yattım kamarama, ne de olsa ambarlar hazır sabah süperkargo gelecek biz limana gireceğiz. Daha yarım saat olmamıştı kamarama gireli ki, telefon çaldı, ikinci neredesin diye soruyor, geliyorum dedim ve çıktım. Bana tüm ambarları gezmemi ve herşeyin yolunda olup olmadığını rapor etmemi istedi.  Buna sancak iskeleye yerleşik 36’ya yakın ambar havalandırmasının gemi kreynlerinin kaide kulelerinin yerleştirilmiş olduğu ve herbirine ayrı ayrı tırmanmanız gereken portuç dediğimiz yerlere çıkarak yaptım. Artık inanılmaz yorgunum, ikinci kaptanı arıyorum herşey yolunda demek için ama yok, kendisi bana işi verip yatmış. Bunun üzerine,geminin ikinci mühendisi yakın arkadaşım, aslında okuldan benden önce mezun o nedenle abi diyorum. Onun kamarasına gidip uyandırdım, ikinci kaptanla ilgili biraz serzenişte bulundum, o yatağında bense onun kamarasındaki çekyatta uyumuşuz. Birkaç saat sonra manevra için onu aramışlar o da tulumunu giyip makine dairesine inmiş, ben uyumaya devam ediyorum onun kamarasında.
Sonra pilot geliyor gemiye, gemi hazır süperkargodan geçmiş limana girecek. Dördüncü kaptan (ikinci stajımda 4. Kaptanlık yapıyordum) yok. İkinci kaptan en son ambarlara gönderdiğini rapor ediyor süvariye, üçüncü kaptan en son ikinci kaptana yönlendirdiğini söylüyor. Kamarama, tüm ambarlara olası heryere bakıyorlar gemide yokum. Makine dairesine bile iniyorlar, odasında uyuyor olduğum ikinci mühendis anlamıyor ama kalabalığı seziyor, aslında geminin olası her ücra köşesinde beni arıyorlar. Sonra Brezilya Arama Kurtarma'ya haber veriliyor. Kayıp gemiadamı muhtemelen denize düşme veya intihar diye. Sonra ben uyanınca doğrudan köprü üstüne çıkıyorum, herkes önce şaşkın sonra kızgın. Boş olan pilot kamarasında uyuyakalmışım diyorum, ikinci mühendisinde başı ağrımasın diye. Gemiye gelen pilot tekrar arama kurtarma birimleri ile irtibata geçiyor. Kayıp şahıs bulundu, yorgun çıktı diye.

Kaynak: burada
İkincisi ise, tam bir kaostur. Ölümü beklediğim bir hadisedir. İtalya ile Yunanistan arasındaki bölgeye Mataban denir ve fırtınaları ile meşhurdur. Gemi tweendeck tulum ambar bir gemi yani ambarın içinde açılıp kapanabilen kapaklar var, bu özelliği ile de alt ambarda başka kapakları kapatıp oluşan üst ambarda başka yük taşınabiliyor. Gemi boşken ara kapaklar kalkık ve gemi iç bordasına dayalı duruyor. Kapatma esnasında kullanılan uzun demir kütük ve bloklar ise yaşammahalli önünde ambar içine sabitleniyor. Mataban geçişinde çok şiddetli bir fırtınaya girdik, ben istirahatte kamaramdayım. Gemi dayanılmaz bir şekilde sallanıyor. Birden büyük gürültüler gelmeye başladı. Ben anladım demir kütük ve bloklar lashinglerini yani zincirlerini kırmış ve yaşammahalli önünde istiflendikleri yerde gezmeye başlamıştı. Göremiyordum ama artık gemi sancağa yattığında tüm bu kütle sancağa kayıyor ve gemi tamamen suyun içine gömülüyor, tekrar iskeleye yöneldiğinde o kuvvetle hızla savruluyor ve gemiyi bu sefer iskeleden suyun içerisine gömüyordu. Bulundukları yerden sancak iskele yönünde değil de daha serbest hareket etmeye başladıklarında ise bu kütük ve bloklar boş olan ambarın içerisine yüksekten düşecek ve gemi dibini delerek su almasına sebep olacaktı.
Bu sallantı esnasında hem bunları düşünüyor hemde kamaramda savrulan herşeye rağmen kendim bir alabandadan diğerine uçmamak için kendimi yatağımın yanındaki alabanda ile yatağımın korkulukları arasına annekarnı pozisyonunda şıkıştırdım. Gemiyi terk sirenleri çalıyordu. Koşturmaca sesleri duyuyordum, herkeste bir panik. Ama ben bu havada filikaları (can kurtarma botları) denize indiremeyeceğimizi muhtemelen filikaların indirme operasyonu sırasında gemi bordasına çarparak parçalanacağını düşünerek, ondan da öte, bu korkunç denizde geminin sallantısına tahammül edemezken küçük filikanın içerisinde o işkenceye kesinlikle tahammül edemeyeceğimi biliyordum. Yatağımdan hiç kalkmadım, mücadele edecek bir şey yoktu. Suların kamaraya girmesini bekliyordum. Nasıl öleceğimi düşünüyordum, boğulmak nasıldı acaba. Muhtemelen suya da çok fazla direnmeyecektim, ve o sallantı bitecekti.
Gemi terk sirenleri çalmaya devam ederken, birden demir bloklardan biri biraz öne kayıyor ve diğer blokların hareketini engelleyecek şekilde sıkıştırıyor. Gemi kaptanı bunu fırsat bilip, geminin rotasının rüzgara doğrudan alıyor ve 180 derece değiştiriyor. Rüzgar kıçtan gelmeye başlayınca gemi rahatlıyor ve personel ambar içerisine inip tekrar demir bloglarılaşingliyor.
O nedenle en çok hayranlık duyduğum insanlardan bir grup da balıkçılardır. O küçücük teknelerinde o sallantı ile mücadelelerini çok önemli buluyorum. Bir balıkçı teknesi boyutunda olan gemi filikası ile hayata tutunmanın olasılığına bile tahammül edememiştim.

Sen anlatırken biz heyecanlandık,bayağı maceralı olaylar yaşamışsınız gemide.  Peki,  geminin sallantılarına karşı normalde nasıl dayanıyorsunuz?
Aslında dayanamıyoruz. Eğer birisi  büyük denizci edasında bana bir şey olmuyor demeye başlamışsa o zaman anlıyorsun onu da tuttuyor olduğunu veya tutmaya başladığını. İnsan gemi üzerinde sürekli yaşamak üzere yaratılmamış diye düşünüyorum. Fizyolojisi buna uygun değil. Sadece tahammül etmeye alışıyorsun. Durdurun sağda ineceğim deme şansınız yok. İlk stajımda Mataban’ı (Yunanistan İtalya arası, fırtınası ile meşhur) geçerken neden doğdum diye ağladığımı bilirim. Beni deniz tutmuyor diyen insan aslında aldırış etmiyorum demek istiyor. Değil sancak iskele (sağ sol ) yalpası veya geminin baş kıç (ileri geri) yapması ben geminin dev dalgaların içine başını gömüp havada 8 çizdiğini bilirim. Bu durumu da gülün dikeni olarak değerlendirmek lazım.

Kaynak: burada
Şu an karada çalışıyorsun, peki denizi özlüyor musun; belki bir gün döner misin gemiye?
Herzaman hayatımda A, B ve C planları vardı. Deniz şimdilik C planı olarak da olsa var hayatımda. Benim mesleğim altın bilezik gibi ve herzaman bir yeri olacak. Ama tahmin ediyorum artık denize çıksam kabotajda çalışmak isterim veya en azından Akdenizde dolaşan bir gemide, daha kara ile bütün bir deniz daha güzel diye düşündüğümden muhtemelen. Ama arada bir de olsa rüyalarımda köprüüstünde vardiya tutuyor veya ambara inip reise iş vermiyor değilim. Gemi kadar geminin pek de hoş olmayan o kendine ait kokusunu sanki daha çok özlüyorum. Tekrar deniz hayatı neden olmasın, tabi ki olabilir.
* Denizcilik terimleri için buraya da bakabilirsiniz

Alper'den 2balık1kedi için özel not :)
Denizi biz de ev'cek çok zeviyoruz. Hele Lokum... Deniz olsun da pardon balıklar olsun da işin içinde :) Alper ile konuşunca Aborjinlerle tanışmış, fırtınalarda kaybolmuş, uzak diyarları keşfetmiş kadar olduk; bu keyifli sohbet için ona çokça teşekkürler :)

24 Ekim 2013 tarihine kadar "Gemi ile nereye yolculuk yapmak istersiniz?"  sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye "Moby Dick" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.

Pusula Lokum'un, yanlış anlaşılmasın :)
* Bu çekiliş haberini sosyal medyada duyurmak zorunlu değil; sadece gönüllüdür :)

HERKESE KENDİ KAPTAN KÖŞKÜNDE KEYİFLİ SEYİRLER DİLERİZ :)
Devamını oku »