Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




genel yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
genel yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Aralık 2013 Salı

Yeniyıl/ Kartpostal/ Anaokulu :)

Ben anaokuluna ya da kreşe hiç gitmedim.
Yani yalan olmasın 1 gün gittim ve oradaki şişman kız beni duvara yapıştırınca korktum ve bu bahaneyle 5,5 yaşında ilkokulun yolunu tuttum. Ki annem zaten meyilliymiş buna yani aynı okulda olmamıza :( Hal böyle olunca minik motor becerilerim pek ilerlemedi ( ya da ben kendimi kandırıyorum, bunun başka sebebi var) Yani bana ne kadar uzaktan hoş görünse de dikiş, nakış hatta makasla bir şeyleri detaylı kesmek bile zulüm geldi. O kadar yani...
Ama kartpostal severim hem de çok.
Zihnimdeki postacı imgesi hep "bisikletli, gülümseyen ve iyi haberler getiren şapkalı postacı amca"dır. Oysa şimdi sadece faturaları dağıtıyorlar sanırım. Bloglarda ara ara çok güzel etkinlikler oluyor. Kimi aynı anda kitap okuyor kimi de birbirine kartpostal gönderiyor :) Ben de Gretanın Kelebeklerinin peşine takılıp kartpostal göndermeye karar verdim. Hem de postacı amcayı sevindirmek istedim. Ama;
1. İstediğim gibi kartpostal bulamadım
2. İnternetteki hazır şablonları pek sevmedim.
3. Bir yerden başlayınca aslında tanıdığım ve sevdiğim herkese göndermek istedim. (daha çok postacı amca mutluluğu)
Peki ne yapmalıydım?
İnternetten sevimli bir şeyler buldum ve onların çıktısını aldım.
İncik cincik kesilecek olanları evdeki diğer 1 Balık'a devrettim :)) (evet yaptım bunu)
Ve ortaya neşeli bir anaokulu etkinliği çıktı. Lokum'un burnunun bir ara Pritt'e yapışacağından korksam da kazasız atlattık bu işi de.
Yaparak keyif aldığım için gaza gelip aile fertlerine, geniş aileye, tanıdığa eşe dosta derken toplamda 40 civarı kart hazırladım(k)
Umarım kartpostal gönderdiklerim de kartlarını sevmişlerdir.
Yukarıdaki acıklı girişi de yazdım ki "ya bu kız da kes-yapıştır yapıp işin kolayına kaçmış" demeyin, kendimce zor olan bir şey yaptım aslında :)) *Teşekkürler sevgili Greta
** Unuttuğum dostlar, kusura bakmasın. Bir de postadaki kayıplara üzülürüm ama umarım yeniyıl civarı herkesin kartı eline geçmiş olur :)


Bu vesileyle, henüz erken de olsa Yeniyılınızı kutlamak isterim. Önümüzdeki günlerde unutmazsam niyetim geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yeniyıl dileklerimi yazmak.
O zamana kadar sağlıklı, mutlu, bol kahkahalı, kitaplı, patili harika bir yıl dilerim sevgili Blog :)
Devamını oku »

19 Aralık 2013 Perşembe

Pastane Muhabbetleri :)

Öğle arası yürüyüşleri ne kadar çok sevdiğimi ve onlar olmadan günü bitiremediğimi birçok kez söyledim sanırım. Bazen de az yürüyüp kendimi hemen yakındaki pastaneye atıyorum, kitap okumak için. Gazeteleri de oluyor ama gazete okumak benim için açıkçası 5-10 dakikadan ibaret olduğundan ve neyse ki yanımda ruh halime göre birkaç kitap taşıdığımdan boşlukta kalmıyorum. Yanında bazen kahve ama çoğunlukla limonlu çay :) Ara sıra yakın olduğumuz kuzen M. İle buluşup simit-çay eşliğinde sohbet ediyoruz, o da keyifli oluyor..
Ama eğer yalnızsam küçük pastane ortamında yüksek sesle konuşan teyzelerin amcaların dertlerine de ortak oluyorum. Hatta okuduğum kitaba bile odaklanamıyorum. Bunun adı kulak misafirliği midir yoksa başka bir adı var mıdır bilmiyorum ama aklımda kalan pastane muhabbetlerini yazayım:
- Bir grup teyze var ki (yaş ortalaması 70 sanırım) torunlarının fotoğraflarını yanlarında taşıyıp, birbirlerine onlardan bahsediyorlar :)
- Bir grup teyze sadece gelin-damat çekiştirmesi yapıyor :(
- Yine bugün denk geldiğim başka teyze grubu okudukları kitaplardan, gittikleri kermeslerden bahsediyor. "Bende alzaymır yokmuş" diyor biri; öteki "o da bir şey mi hiç fark etmiyorsunuz ben kel oldum diye saçının tepesini gösteriyor."...
Bu teyzeler anladığım kadarıyla birbirlerini zor duyduklarından bağırarak konuşuyorlar.
Geçenlerde bir çift evlerindeymişçesine kavga ettiler ve ne yazık ki yan masamdaydılar; ama arada çay-puğaça ısmarlamayı da unutmadılar :)
Bugün de yine değişik bir gruba denk geldim. Birbirini seven ve evlenmek isteyen bir çiftin aileleri buluşmuştu ama ortada çift yoktu. Onların yerine kız tarafından 3 amca ve erkek tarafından 1 abla ve 1 abi vardı. Olayın özü de şuydu; çocuğun çok güvenilir bir işi ya da mesleği yokmuş ve evlenmeleri mantıklı değilmiş diyen kız tarafını, kardeşimiz  ekmeğini taştan çıkarır diye savunan erkek tarafı vardı.
Bir ara düşündüm acaba ben mi çekiyorum böyle tuhaflıkları kendime diye?
Dinlememek demeyeyim de duymamak için çaba sarf ettim ama yanımda kulaklığım yokken masalar yanyana iken bu durum pek kolay olmuyor.
Yine de okuduğum kitapta ilerleme kaydettim, bravo :)
Garsonu çok kibar ve en sevdiğim tarafı da beni evine gelmişim gibi selamlayan Karadenizli sahibi amca. "Hoşgeldiniz"le başlayan iletişim "Doydunuz mu"ya kadar gidiyor :)
Pastane ortamlarını sırf bu güzel muhabbetlere ortam yarattıkları için bile sevdiğime karar verdim.
Yoksa işin özü 1 limonlu çay mı :)


Sizin var mı pastane muhabbetiniz :)
Devamını oku »

12 Aralık 2013 Perşembe

Kokuları Saklayabilseydik :)

Aslında müthiş olurdu. Gelişmiş teknoloji ile günümüzde bu projenin ne kadarı yapılabiliyor bilmiyorum ama benim bahsettiğim kişinin hafızasına attığı görüntüler kadar kokuları da atması.
Tabii ki istendiğinde geri çağırarak :)
"Koku" kitabını okumadan çok önce de düşündüğüm bir şeydi bu aslında ama kitabı okuduğum zamanlarda inanılmaz etkilendiğimi de söylemeden geçmeyeyim. Hala okumamış olanlara bolca tavsiye, filmi kesinlikle aynı lezzet değil.
Kokuları saklayabilseydik öncelikle elbette güzel kokuları saklardık belki ama daha da güzeli, hatırlamak istediğimiz anıların kokusu olurdu sanki.
Koku ve hafıza arasında da müthiş bir bağlantı varmış, yani siz üzümlü kurabiye kokusu aldığınızda aslında bu kurabiyeyi hep yapan anneannenizin evi ve o mutlu anılar gözünüzde canlanır, ona çağrışım yaparmış.
Anılarımdan hangilerini seçerdim şimdi onları hatırlamak zor ama yağmur sonrası toprak kokusu ve denizin müthiş tuzlu kokusu benim favorim olurdu herhalde.
Bir de annemin sevdiğim yemeklerinin kokusu :)

Kaynak: burada
Aklıma enfes yemekler, içecekler geliyor ama ne sizi ne kendimi boş yere üzmeyeyim diye yazmıyorum.
Yoksa şimdi taze çekilmiş bir kahvenin yanında fırından yeni çıkmış havuçlu cevizli kek de güzel giderdi hani :)

Sahi sizin var mı hafızaya atıp da geri çağırmak istediğiniz kokular?(İnsaflı şeyler paylaşın ama abartmayın olur mu :)

HERKESE GÜZEL GÜNLER, BOL GÜNEŞLER :)
Devamını oku »

11 Aralık 2013 Çarşamba

Portakal Ağacı'nda Eski Bir Dost: Coşkun Aral :)

Gönül Öğretmen ile benzer zamanlara denk gelen ve beni yazma dışında bir hayata yönelten şeylerden biri de Haberci programı olmuştu. Ne çok hayal kuruyordum o programı izlerken. Sonrasında da bir dolu gezmeli görmeli program oldu ama hiçbiri benim gözümde bir "Haberci" olmadı. Ben de gezmeli görmeli ve bunu anlatmalıydım. Ama nasıl? Gazeteci olabilirdim. Hatta ben kesin gazeteci olmalıydım.Sadece kültür sanat ve güncel haberler beni kesmezdi. İşte o sırada Mehmet Aslantuğ ile Arzum Onan'ın başrolünde oynadıkları Sıcak Saatler dizisi yayınlanmaya başladı. Orada Mehmet Aslantuğ savaş muhabirini canlandırıyordu. Gözümde nasıl büyütmüştüm, "vay be" diye. Hatta Abbas isminde bir kamyoneti vardı(adını yanlış hatırlıyor olabilirim)
İşte o ara nerede gördüysem Coşkun Aral'ın bizim memlekete bir söyleşiye katılacağını okumuştum. Sanki benim için geliyormuş gibi heyecanlanmıştım. Hatta kızarmış bile olabilirim :) Şimdilerde evinde televizyon olanların yakından izledikleri dizilerde yönetmen yardımcılığı/asistanlığı yapan liseden arkadaşım N. ile soluğu bu mekanda aldık. Sanırım en küçükler de bizdik. Konu neydi bilmiyorum ama ben Coşkun abiye (biz ona aramızda öyle derdik :P) kilitlenmiştim. Derken 1 soru sormak istedim. Bendeki cesarete bak hele :) Minicik parmağımı yarıya kadar kaldırdım hani belki görmez diye :) ama hemen gördü ve "buyurun küçük hanım" dedi. Tüm salon benden soruyu sormamı beklerken, N. beni eteğimden "Hadi Esra soruyu sor" dİye dürtüklerken benim bile zor duyduğum cılız bir ses çıktı, sanki viyaklama gibiydi :) Tabii bana o ara mikrofonu uzattılar sesimi duyabilmek için, soruyu yeniledim: "Bayan savaş muhabirlerinin bir savaş sırasında size göre zorluğu nedir; yapılabilir bir şey mi?"...
Sonradan üniversite yıllarında öğrenecektim ki bayan değil.. kadın'dık biz :)
Neyse Coşkun Abi, yaptığı işin adının "savaş muhabirliği" olmadığını, asla savaş istemediklerini, aslında "yaşam muhabirliği" yaptığını; kadın meslektaşlarının da olduğunu vs. anlattı kısaca.
Söyleşiden sonra yanına gidip iletişim adresini istemiştik. Biz herhalde posta adresi falan bekliyorduk, o mail adresini vermişti. O yüzden haberleşemedik yani :)
O ara okuduğum Ayşe Kulin'in Sevdalinka'sı zaten beni çok etkilemişti.
Velhasıl savaştan hiç hoşlanmasam da "yaşam muhabirliği" yapmak da istemedim, gazetecilik okumadım. İyi ki de okumamışım derim hala.
Yıllaaar sonra ne oldu peki?
İz Tv isminde bir kanal kuruldu, başında da Coşkun Aral. Bir ilan vermişlerdi benim iş aradığım dönemlerde. "Belgesel metin yazarlığı" idi yanlış hatırlamıyorsam, sadece ismi bile yetmişti başvuruya sazan gibi atlamama. Hala çalışıyor mu bilmiyorum, o dönemki Genel Yayın Yönetmeni iş sebebiyle 1 günlüğüne Ankaradaydı ve benimle buluşmak istemişti. Nasıl heyecanlıyım ama... Zaten beyaz olan yüzüm normalden daha da beyazlamış aralara kırmızılar ve morlar eklenmişti. Görüştük, anlaştık ama tek bir sorun vardı; benim İstanbula gitmem gerekiyordu.
Neeee????!!!!
Hesaplarımda bu hiç yoktu.
Beni Ankaraya bağlayan bir neden olmamasına rağmen İstanbuldan hep korktuğumdan olsa gerek Coşkun Abi ile çalışma fırsatını böylece geri çevirdim.
Pişman oldum mu?
Olmadım.
Bir karar alırsın ve onun sonuçlarını iyi de kötü de olsa yaşarsın. Bir de "keşke" demenin kişiye hiçbir faydası olmadığını hepimiz biliyoruz.
Sonrasında Coşkun Aral'ı hep uzaktan takip ettim, sevmeye de devam ettim tabii.
Derken geçenlerde Portakal Ağacı dergisinin Aralık sayısında onu gördüm. Yemek yiyordu. İşte bendeki şaşkınlık buradan bile anlaşılabilir. Kurduğum cümle "Aaa Coşkun Abi yemek yiyor..." :) Yaşamak için başka ne yapacaksa artık.


Röportajı bir solukta okudum sanki kendisini hiç tanımıyormuşum gibi.
Portakal Ağacı ile ben kuzen M. sayesinde tanışmıştım. Bak bu sitede güzel tarifler var, demişti. Ben pratik tarifler ararken onlar 5 ana yemekli Ramazan sofraları hazırlıyorlardı, gözüm korktu, pek faydalanamadım tariflerinden. Derken geçenlerde dergi çıkarttıklarını duyunca 2. sayılarını aldım, İpek Hanımın Çiftliği vardı. Onu da çok merak ediyordum, güzel oldu. Aradaki sayılar gümbürtüye gitti ama bu sayı başköşede :)
Nerdeeen nereye geldim sevgili okur.
Neredeyse hayatımı özetlemiş gibi oldum, umarım okurken sıkılmadın.
Senin var mı gençliğinden, çocukluğundan sevdiğin unutamadığın biri ya da bir "yaşam muhabiri"?
Portakal Ağacı ekibi bu yazıyı görür mü bilinmez ama ben yine de Coşkun Aral röportajı ve dergideki keyifli sayfalar için teşekkür edeyim.

HERKESE BAL KABAĞI TATLISI KIVAMINDA BOL CEVİZLİ HARİKA GÜNEŞLİ BİR GÜN DİLERİM(Z) :)
Devamını oku »

10 Aralık 2013 Salı

Hayalimdeki İş :)

Hayalimdeki işin bir adı yok, önce oradan başlamalıyım. Adı ne bir doktor ne bir öğretmen ne de son zamanlarda duyduğum havalı meslek adlarından. Hiçbiri değil.
Hazır işyerinde sıkılıp bunalmışken hayallerime dalayım istedim; yanında da güzel bir tarçınlı salep olsun o zaman en iç ısıtanından. (onu da bayağıdır içemiyorum migrenimi tetikliyor diye; hayalde o da olsun yani :)
Hayalimdeki işyerinde patron, işçi, işveren, maaş günü vs. yok. Dükkan bizim dükkan yani :)
Bu arada minik bir parantez açıp küçükken kurduğum hayaller arasında bol renkli, silgi kokulu, bazı rafları tozlu bir kırtasiye dükkanım olması da vardı. Hayır neden tozlu bilmiyorum. O da içimdeki pis kızın bir eseri olabilir. İnsanlar şöyle tertemiz pırıl pırıl yerler hayal eder ya. Benimkinde yaşanmışlık var tabii diyerek kandırayım kendimi.
Geleyim şimdiki hayallerime.
Dükkan dedim ama illa fiziksel bir yerin olması da gerekmiyor, ben gerekirse evden de çalışırım ya da aslında mekansız da olabilirim.
Yeter ki...
Yeter ki denizi göreyim.
İşte hayalimdeki işyeriyle ilgili ilk tasvirim bu. Mutlaka ama mutlaka denizi görmeli, arada kokusunu almalıyım; yani öyle tee uzaklardan gibi değil de elimi uzatsam dokunacak kadar yakın olsun. Yoksa yıllardır çalıştığım yerlere astığım deniz manzaraları da bana yeter-di, uzaktan...
İçinde mutlaka ara ara kahve kurabiye, ara ara ıhlamur vb. kokular olmalı. Boş mideyle çalışamam ama değil mi :)
İçinde zorunluluk gerektiren bir şey olmamalı. İçimden ne geliyorsa benim bereketim kısmetim de o olmalı.
Kafamı dank ettirecek sorular soran birileriyle tanışmalı, sohbet etmeliyim. Ki bu nasıl olacak acaba? Ben bu kadar yabani iken? Oradan bakınca nasıl görünüyorum bilmiyorum sevgili okur ama ben öyle hemen kaynaşamam. Kedi gibiyim herhalde önce biraz yaklaşıp koklamam lazım :) Bu dank ettiren sorular da artık yetişkinlerden değil de çocuklardan geldiğine göre mümkünse şımarık olmayan tüm çocukları bağrıma basabilirim. (öyle şartım var, hayal olunca yaz yazabildiğini...)
Peki ne yapmalıyım/yapabilirim?
Yazabilirim mesela. İlla bir kitap olması gerekmiyor. Yazınca çok mutlu olduğuma göre ne yazdığımı ve bu yazıları kimlerin okuyacağını hiç önemsemeden yazabilirim.
Kitap okuyabilirim. Arada sıkılıp başka kitaplara da bakış fırlatabilirim ama sevdiğim çocuk kitaplarını hiç sıkılmadan okuyup oradaki karakterlerle arkadaş olabilirim.
Çizebilirim diyeceğim ama hayal de olsa bir sınırı olmalı insanın değil mi? O yüzden çizmeye çalışabilirim denebilir.
Vaktimi ne yaparsam yapayım dolu dolu geçirip mutluluktan uçabilirim.
Her günün sonunda tüm bu nimetler için şükredip iyi ki sevmediğim bir işim varmış da onun sayesinde bu hayallerime kavuştum diyebilirim.
Fotoğraf çekebilirim. Burada her ne kadar pek paylaşmamış olsam da kendi halinde güzel bir makinem var benim ki bir süredir sahiden tozlu,pek yüzüne bakmadım. Onunla yine yeniden kaynaştığımızda belki burada da güzel şeyler paylaşırım.
İnsanlara mektup yazabilirim. Hiç tanımadığım insanlara sırf bir şeyleri paylaşmak için "nasılsın" diyebilirim.
Bir dolu uydurma ama pratik tarif deneyebilirim. Tabii önce bu tarifleri test etmem gerekebilir :)
Sahile zaten yakın olacağım için topladığım taş, çakıl, deniz kabuğunu renklendirip eğlendirebilirim.
Aslında yazdıkça ne kadar çok şeyi yapabileceğimi ve yapmak istediğimi gördüm.
Zaten hayal bu ya paraya da ihtiyacım olmayacakmış; alışverişlerde takas dönemi başlamış!!!
Evet bugün ağzımdan bal damlıyor sevgili okur.


Ben de denizin içinde kitap okumak istiyorum diyorsan bana katılabilirsin :)

Sahi senin var mı iş ile ilgili hayallerin? Yoksa sen zaten sevdiğin işi mi yapıyorsun ya da işini severek mi yapıyorsun? Kıskanırım bak :) Yok yok şaka, sevinirim senin adına :)
Hem kim bilir belki çok da uzak değildir benim hayallerim?
Kim bilir?
Devamını oku »

7 Aralık 2013 Cumartesi

Kar Yağdı; Yehuuuu :)

Yarına kar kalır mı bu karın devamı gelir mi bilinmez ama Ankarada yerleşik düzene geçene kadar yani yaklaşık 17 sene kendi memleketinde kar görmemiş biri olarak (ara ara geldiğimiz Ankara kış tatilleri hariç) karın yumuşaklığını, yağışını, aydınlığını, eğlencesini hep çok sevmişimdir. Ah bir de sonradan buz tutmasa ve ben kafamın üstünde düşmesem.. Neyse bu sene hazır senenin ilk karı yağmışken sıcacık fotoğraf ekleyeyim istedim.
Kardan adam yapamadık ama niyetlendik.
Kar topu oynadık.
Bir dolu burnum aktı ama eğlenceden fırsat bulup silemedim, silmedim :)
Atkı, bere, eldivenin hakkı verilmiş oldu.
Üst üste giyinince ortaya kocaman bir kütle çıktı :)
Kısaca kar bizim evde büyük bir coşkuyla karşılandı. Eve geldiğimizde üzerimizden halıya dökülen kar topaklarından da Lokum nasibini aldı :P
Geçen günün -benim için- harika harika harika seyirlik manzarası şöyleydi:


Bugün kar topu oynarken de:

Tamam belki arada kışa ve soğuğa laf atmış olabilirim ama yumuşacık karı çok çok sevdiğimi de eklemeden geçmeyeyim.

HERKESE KARDAN ADAM MUTLULUĞUNDA, KESTANE SICAKLIĞINDA MUTLU TATİLLER :)
Devamını oku »

4 Aralık 2013 Çarşamba

Romantik Bir Kutu :)

Romantik işleri severim. Ne de olsa balık burcuyum, hemen  duygulanırım :)
Geçen gün işyerinde yine bir şeylere/birilerine saydırıyorken ve çıkmama az kalmışken ama bana işler yığılmaya devam ediyorken, kısaca canım burnumdayken bilgisayarımdaki bir ayarı bozmayı başardım ve sinirimden halledemedim. Bir arkadaşı aradım. O da sanki benim onu aramamı istermiş gibiydi, uzattıkça uzattı; halbuki ben bir şey sorup kaçacaktım (çıkarcı ben :)
* Yazının buradan sonrası azıcık minicik dedikodu içeriyor gibi ama en zararsızından, yazının gerisini okuyup okumamak size kalmış, ben baştan uyarayım :)
Arkadaşım lafı bir müddet dolandırdıktan sonra benim eski çalıştığım ofisteki bir kızla ilgili bir şeyler sordu. Kısaca kızın nasıl biri olduğunu sordu diyebilirim. Ortak birkaç iş yapmışlar ve ondan çok etkilenmiş ama acaba nasıl biriymiş ve hatta hatta ben onu bu kızın varlığından niye haberdar etmemişim. Vay anasını dedim içimden, sen hem bilgisayarın ayarını boz hem de telefonda azar işit. Kod adı Sarı olan arkadaşıma kod adı Bitter olan kızın biriyle birlikte olmak istemediğini söyledim, bana inanmadı. "Doğru insanla tanışmamıştır" dedi. Mantıklı. Ama Bitter hayatından gayet de memnun görünüyordu. Ve bu yazının başlığına konu olan asıl bomba cümle meğerse az sonra gelecekti:
"Ben masasına bir kutu bırakayım diyorum. İçinde de 'seni daha yakından tanımak istiyorum' yazacak.Ne dersin bu fikrime?"
Öncelikle bu konuşmayı telefonda yaptığımız için şükrettim. Ya yüzyüze olsaydık... Suratımdaki anlamsız ifadeden ne anlam çıkartırdı acaba Sarı? İçimden gülmek hatta bu fikirle dalga geçmek bile geldi (kötü ben:) ama sonra fikir ne olursa olsun o fikri saygı ile karşılamak gerektiğini hatırladım.
"Çok emin değilim" dedim. "Bitterden önce o kutuyu bir dolu insan görebilir" dedim. "Dalga geçebilirler, üzülebilirsin" dedim. Hatta, "Nasılsa sende cep telefonu var, mesajla kahve içmeye davet edebilirsin" dedim. (çöpçatan ben :)
Ne dediysem ikna olmadı.
Ama en son ona şunu söyledim:
"Aslında içinden nasıl geliyorsa, ne yapmak istiyorsan onu yap" dedim.
Daha birkaç gün oldu, henüz bir kutu duymadım/görmedim kimseden.

Kaynak: burada
Sonra düşündüm. Telefonu kapattığımda sinirim tamamen geçmişti. Eve gittiğimde Lokum'u mıncıkladığımdaki halim gibi Pamuk olmuştum :)
Kutuyu düşündüm.
Kutuda bir teklif; kimine göre çok romantik, kimine göre çok masum kimine göre de çok çocukça...
Benim yüzümde hoş bir gülümseme yarattı.
Peki sen sevgili okur, sen ne dersin bu fikre?
Sana bırakılsaydı böyle bir kutu, sen ne düşünür/hissederdin?
Devamını oku »

2 Aralık 2013 Pazartesi

Kış Güneşi :)

Hayat bazen tuhaf.
Olumsuz anlamda olması gerekmiyor illa ki bu tuhaflığın.
Her şeyi olduğu gibi kabul edebilmek bazen oldukça güç geliyor.
İnsanları olduğu gibi kabul ederken de bazen kendimle çelişiyorum, hissediyorum. Anlam veremediğim hareketleri sorgulamayayım aslında bana özel bir davranış değil bu diyorum ama yine de anlam veremiyorum bu "tuhaf" hareketlere.
Ya da
Bazen öyle şeyler oluyor ki hayatta hep başkalarının başına gelecek zannediyoruz, es geçiyoruz ama değil.
Ben kimi zaman arkadaşlarımın ya da sevdiklerimin üzüntülerinden uyuyamıyorum. Bana dert oluyor. "Her şeyi kafana bu kadar takma" diyorlar ama beni daha tanımıyorlar :)
Evdeki tüy yumağı kafasını bir yere çarpsa ve kızarsa onun için ne yapabiliriz durumunu bir süre yaşıyorum.
Hayatı hep endişelenerek yaşamak ve koyverip gitmemek midir bu, bilmiyorum.
Son zamanlarda aldığım keyifsiz haberlere mesela kafayı takmadan/yormadan sadece duyup geçeyim istiyorum, tammm başardım diyorum, bir bakıyorum rüyamda uğraşıyorum.
O yüzden de soğuk da olsa kısa da olsa yürüyüşler hele ki öğle arası yürüyüşleri iyi geliyor.
Kişiye en güzel yardımı da gerekiyorsa yine kendisi yapar diye düşünüyorum.
Düştüğünüzde kalkamayacağınızı hissetseniz bile önce çabalamak gerekiyor, hemen elleri uzatıp "hadi beni kaldırın" demek değil.
Yoksa bir kıymet kalmıyor düşme eyleminden öğrenilenlerin.
Yine de her şeye rağmen şükretmesini bilmek de önemli bence. Yoksa elimizdekilerle hiç yetinemeyiz, öyle değil mi?
Keyifli bir kış güneşi her zaman iyi geliyor:


Ya da ben bir fırsatını bulup deniz kenarına gitmeli, Ankara kasvetinden uzaklaşmalıyım :)

* Bir de bende olmayana değil de bende olup da başkasında olmayana üzülüyorum. Çünkü biliyorum ki o da istiyor o mutluluğu. "Biz kendi mutluluğumuza bakalım" deyip geçemiyorum, sen ne diyorsun sevgili okur, çok mu abartıyorum?

Devamını oku »

28 Kasım 2013 Perşembe

Gönül Öğretmen :)

Daha önce söyledim sanırım, annem tipik bir Başak burcu olmasının yanısıra tipik bir emekli öğretmen. Hatta hala kendini tanıtırken "Gönül Öğretmen" diyor, soyadı yerine..41 sene çalışınca insanın mesleği kendinin önüne geçebiliyor sanırım, ama o bu durumdan çok memnun. Elbette o mutlu olunca bize bir şey demek düşmez ama "Gönül Öğretmen" başlığının asıl sebebi annem değil.
Herkesin hayatında çok sevdiği, örnek aldığı, unutamadığı bir öğretmeni - ilkokulda değilse "hoca"sı- olmuştur herhalde. Çoğu insan için bu kişi ilkokul öğretmeni olur. Benimki de ortaokulda 3 sene derslerimize giren Türkçe hocamız Gönül Dörtgöz'dü.
Onun gözüne girebilmek, ondan bir "aferin" alabilmek için neler yapmazdım :) Derslerini o kadar çok seviyordum ki ilerde ben de kesin(!) Edebiyat bölümünde okuyacaktım, öğretmen olayım ya da olmayayım.Dersler kesinlikle klasik bir havada geçmiyordu. Her öğrencinin öyle ya da böyle derse katılması için türlü numaralar, oyunlar yapardı. Sadece onun dersinde kimsenin çıtı çıkmazdı. Herkes o kadar saygı duyardı ki -belki erkek öğrenciler ona aşıktı onu da bilmiyorum- Türkçe derslerini sevmeyen birini hatırlamıyorum. Ailesi uzakta olduğundan tek başına küçük bir evde yaşadığını biliyorduk ama özel hayatıyla ilgili sorduğumuz soruları hep geçiştirirdi. O öyle yaptıkça tabii biz daha da merak ederdik :) Çok sade giyinirdi toplamda birkaç kıyafetini hafta boyu dönüştürerek giyer, saçını hep aynı şekilde toplardı. Derslerde mutlaka münazara, tartışma, kompozisyon vb. etkinlikler yapardı. O kadar destekleyiciydi ki ilerde ben çok mühim bir yazar olacaktım :) Kısacası çok severdim(k) onu.
Ertesi ders yılının başında bambaşka bir şehre tayini çıktığını öğrendik, vedalaşamamıştık bile. Sonradan sınıfa 1 adet kartpostal gönderince direk bana göndermiş gibi sevinmiştim. Ben de hemen o adrese 1 kartpostal göndermiştim, sanırım yılbaşıydı ve üzerinde noel baba vardı.
Tanıdığım herkesten çok kitap okuyordu. Bizi de kitap okumamız için teşvik ediyor ama öyle özet falan istemiyor, derste direk kitapla ilgili soru soruyordu "sen olsan bu durumda ne yapardın" diye. Ben ballandıra ballandıra anlatıyordum ama sınıf bence benden sıkılmıştı :)
Bir arkadaşımız "hocam siz hiç okuduğunuz bir kitabın sonunu merak edip sonuna hemen bakmıyor musunuz?" demişti.
Gönül Öğretmen de utanıp sıkılarak "aslında öyle bir şey yapmıyordum ama geçen gün evden çıkmam gerekiyordu, yola gideceğimden kocaman kitabı da yanıma alamadım ve dayanamayıp son sayfasına bakmıştım" dedi.
Bizimle paylaşmasının güzelliği bir tarafa ben hep merak ettim acaba o kitabın adı neydi diye :)
Şimdi nerededir, neler yapıyordur bilmiyorum. Hakkında tek "bildiğim" -o da rüyamda gördüğüm için - evli, 2 çocuklu ve gayet mutlu olduğu.
Karşılaşsak mesela ne derim?
Beni tanır mı?
Bilmiyorum.
Fark ettim ki hayatımda 2 adet "Gönül Öğretmen" olmuş.
Öğretmenler Günü vesilesiyle aklıma geldi , kendi ilkokul öğretmenimi -annemin arkadaşı ve hep beni soruyor- aramayıp (çekiniyorum, ne derim nasıl konuşurum diye)  Türkçe öğretmenim Gönül Dörtgöz'ü burada yazmak istedim.
* Annemi arayan bir dolu öğrenci, bu satırları görmezsiniz belki ama annem çok mutlu oluyor siz arayınca :)
** Kardeşim de öğretmen ama onun böyle anılması için daha önünde uzuuun yıllar var :)
Sahi sizin var mı unutamadığınız sizde emeği çok büyük bir öğretmeniniz?
Kaynak: burada

HERKESE MUTLU GÜNLER, BOL GÜNEŞLER :)
Devamını oku »

25 Kasım 2013 Pazartesi

Kış Mevsimini Neden Seviyorum/Sevmiyorum :)

Kış mevsimini seviyorum. Çünkü;
- Kestaneyi doyasıya yiyebiliyoruz :) Boğaz işleri elbette ki en başta gelir :)
- Sevdiğim botlarımı ve HIMYM'deki Ted'in kırmızı çizmeleri gibi olan çizmelerimi bu mevsim giyebiliyorum,ayağımı sıcacık yapıyorlar.
- Yılbaşı yaklaşıyor demek, evin süslenmesi heyecanlar demek :) Bu sene yılbaşı ağacındaki süslemelere Lokum'un attığı patileri göstermeye çalışayım da bizim evde nasıl bir eğlence olduğunu anlayın.
- Sonbaharda dökülen yapraklar hala etrafta ya da kafamıza yağabiliyor demek.
- Kar yağsa da kardan adam yapsak, kar topu oynasak hatta tam o sırada burnumuz aksa ama bunu hiç önemsemeden doyasıya eğlensek :) (tabii kar tatili de fena olmazdı)
- Sıcacık çayın/kahvenle hava dışarda ne kadar soğuk olursa olsun kitabına gömülebilir hatta benim gibi daha ilk sayfalardayken uyuyakalabilirsiniz :)
- Bir ara örgü örmeyi öğrendiğimde buraya onunla ilgili de güzel şeyler yazacağıma inanıyorum-şimdilik-

Kış Mevsimini sevmiyorum. Çünkü;
- Geceler bir inanılmaz uzun. Bazen gerçekten sıkılıyorum. Bazen saat 6da uykum geliyor ama uyumak da istemiyorum yoksa gece 11de uyanıp Koyun Russell gibi uykum gelsin diye ne yapacağımı şaşırıyorum.
- Havanın erkenden kararması durumu hiç hoşuma gitmiyor.Hele ki işyerinden çıktığımda selam veren insanları bile tanıyamıyorum,onlar beni nasıl tanıyor ona da şaşırıyorum zaten.
- Kış demek, canım nasııııl da deniz tatili çekerken bunu ancak rüyalarımda görebilirim demek...
- Canın istediğinde kendini çimlere atamazsın, pikniğe gidemezsin, burnun kıpkırmızı olmadan yürüyüşe çıkamazsın.
- Kat kat lahana bebek gibi oluyoruz ya,o şekilde bazen tuvalete gitmek zor oluyor,bunu da eklemezsem olmaz :)
                                                                           ***
Siz en çok hangi mevsimi ve ne sebeple seviyorsunuz bilmiyorum. Daha önce de "her mevsimin tadı başka" demişiz zaten.
Ama bu kışın benim için en güzel taraflarından biri battaniyenin altına girip Kış Masallarını okumak olacak;  battaniyemi çekiştiren tüy yumağından bana yer kalırsa tabii :)


Devamını oku »