Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




hediye kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hediye kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2014 Cumartesi

Hediye Kitap: 21 Sıradan Şeyin Sıradışı Tarihi; Ve Kazanan Belli Oldu :)

Ayın 15'ine çekiliş yapacağımı söylediğimde buna gerçekten inanmıştım :)
Ne safmışım, şimdi anladım..
Umarım katılanlar çok kızmamışlardır bana.
Bu seferki çekilişi hemencecik yapıverdik ve kazanan sevgili "Anne Gazetesi" oldu :)))
İletişim bilgilerini mail adresimize bekliyoruuuuuuuuz...


Devamını oku »

8 Kasım 2013 Cuma

1 Kitap 1 Mektup'ta Bu Kez Soruları Lokum Sordu, BDK Banu ve Kedimiyo Yanıtladı :)

Bir Dolap Kitap ile nasıl tanıştığımızı ve neden konuşamadığımızı oldukça detaylı bir şekilde yazmıştık. BDK Banu'su geçtiğimiz aylarda Hayykitap'tan çıkan pek sevimli bir kitap doğurdu yani yazdı :)
İçinde kediler, Moli ile Olaf ve bizim için evin 2. kedisi olan Kedimiyo var. Hal böyle olunca Banu'ya soruları bu kez Lokum sormak istedi (çok sıkıştırma dediysek de dinletemedik :) :

Lokum ciddiyetle kitabı inceliyor :)
Sevgili Banu,
Sana kocaman merhaba :) Bizimle ilgili bir kitap yazmışsın, geçen gün okudum. Hatta bu kız ne kadar çok şey biliyormuş diye de düşünmedim değil. Bunu düşünürken bıyıklarım bile titredi :) Böyle bir kitabı yazmak nereden aklına geldi? Yoksa sen, yolda karşılaşınca durup bizi sevmeden geçmeyenlerden misin?
Kitabın kahramanı olan sevimli çocuklar Moli ile Olaf uzun zamandır hayatımdalar. Hatta Bir Dolap Kitap'tan önce bile varlardı. Zaman içinde zihnimin içinde büyüyüp geliştiler. Onların nasıl çocuklar olduklarını, neyi merak edip, nelerle ilgilendiklerini düşünüp duruyordum. Onların merak ettiklerini fasiküller halinde bir araya getireyim dedim. Sonra bir gün Kedimiyo diye bir karakter ortaya çıktı. Moli ve Olaf'ı Kedimiyo ile tanıştırınca ilk kitabın konusu da belli oldu: Kediler. 

Bizimle ilgili bu kadar bilgiye nereden eriştin? İtiraf et, yoksa oturup bizi mi izledin?
Evet, sizi çok izlerim. Çocukluğumdan beri pek çok kedi dostum oldu. Bunların bir kısmıyla aynı evi paylaştım. Sokakta kedilerle karşılaşınca selamlaşmadan geçmem. Siz kedileri seviyorum; sizi gözlemeyi de öyle.

Evde Kedimiyo’dan başka arkadaşım var mı? Yeri gelmişken sorayım, Kedimiyo bize gelip kalabilir mi?
Ne yazık ki sadece kağıt üzerindeki Kedimiyo ile arkadaşım şu sıralar. Evde kedimiz yok. Çünkü benim geçmişte kısmen tedavi edilen kedi alerjim yine hortladı. Eşim Yıldıray'ın durumu daha feci. Bir de bahçeli bir evimiz olmadığı için evde hayvan beslemeyi doğru bulmuyoruz. Onların özgürlüğünü ksıtılıyormuşuz gibi geliyor. Hem kedi yerine artık bir bebeğimiz var. Şimdilik o bütün vaktimi alıyor zaten.

Düştüğümde kaç ayağımın üzerinde olduğunu hiç saymamıştım. Ama kitabını okuyunca öğrendim. Bu kitabının birçok arkadaşıma kendilerini tanımaları için de başvuru kitabı olacağını düşünüyorum. Peki ya siz insanlar, siz düşünce kaç ayağınızın üzerine düşüyorsunuz?
Şansılıysak iki ayağımızın üzerine düşmeyi başarabiliyoruz. Şanslı değilsek ayak, kol, kafa, sırt... Farklı yerlerimizin üstüne düşüp kendimizi sakatlayabiliriz. Biz, sirkte çalışmadığımız sürece, asla siz kediler kadar atletik olamayacağız.

Süt ile ilgili yazdıkların hiç hoşuma gitmedi. Ben de sütü çok seviyorum ama kimse bana –zararlı olabilir diye- süt vermiyor. Neyse ki yoğurdu daha çok seviyorum. Ve ondan arada da olsa yiyebiliyorum. Yoğurdu su ile karıştırmadan yememde bir sakınca var mı? Varsa da kulağıma fısıldasan yeter. Yer yemez üzerine bir güzel su içerim ben :)
Aman Lokumcum süt içme sakın. Biz insanların yavrularına da bol süt içirirler, ama ben bunu da doğru bulmuyorum. Süt, onu üreten hayvanın yavrusu için yararlıdır, başkası için değil. Ama yoğurdu afiyetle yiyebilirsin sanırım. Bu konuyu bir araştırayım.

Kaynak: burada
Kitabında yazmamışsın ama saç kurutma makinesi ve süpürge gibi neresinden ses geldiğini anlamadığım bu aletlere sinir oluyorum. Sahi bunlar olmadan insanlar yaşayamaz mı?
Hi hi hi. Yaşayamazlar. Gerçi yaşayanları var. (Mesela biz.) Ama süpürgeyi az kullandığımız için evimiz pis (!). Saçımızı kurutmadığımız için de zaman zaman sinüzit oluyoruz. Tozlu bir evde yaşamaktansa, birazcık şu gürültüye katlanabilirsin bence.
Bu arada sen kulak tıpası takmayı düşünmez misin? (Hiç düşünür müyüm kıhkıhkıh :)

Benim bıyıklarım çok kaşınıyor. Her türlü bilgisayar kenarında kitap köşesinde ve kapıların çıkıntılarında bıyıklarımı kaşıyorum. Bildiğin başka “bıyık kaşıyıcı” var mı?
Zımpara kağıdını bir dene. Ama daha iyi bir yöntem biliyorum. Sahibinin seni seven elleri.

Bir de ben bazen evde çok sıkılıyorum. Kendimi uzaklara atmak istiyorum. Kitabında gördüm. Ben de “gemi kedisi” olmak istiyorum. Bunun için ne yapmam lazım?
Öncelikle bir liman bulmalısın. Limana gelen gemilerden birini gözüne kestir. Yük gemilerinde işler daha zor olabilir. Ama bir yolcu gemisini seçersen, seni sevecek birilerini mutlaka bulacağına eminim. Kimselere görünmeden gemiye girmeyi başarırsan, gemi limandan ayrılana kadar kuytu bir köşede saklanırsın. Sonra da ver elini uzak diyarlar!

Moli ve Olaf, Kedimiyo ile birlikte merak etmeye devam edecekler mi? Ben de çok meraklıyımdır. Bir sonraki gezinizde limonata içerken ben de size eşlik edebilir miyim :)
Tabii ki edecekler. Onların merakı hiç bitmez. Tıpkı siz kediler gibi her yere burunlarını sokabiliyorlar. Şaka bir yana, Moli ve Olaf'ın soruları devam ediyor. Yakında ağaçlarla ilgili sorularına yanıt arayacaklar. Limonata demişken, kediler ekşi sever mi? (Ekşi miiii??? Sarı limon ekşisinden bahsediyorsan,lütfen o benden uzak olsun :)

Seni çok sevdim ben. Benim sorularıma cevap verdiğin için de teşekkür ederim.
Seni, Yıldıray’ı, Tayga’yı koooocaman yalarım, tatlıca patilerim.
Ben de senin kulaklarının arkasını, göbeğini kaşırım sevgili Lokum. İyi mırlamalar...
                                                                              ***
Valla ne desem bilemedim. Lokum hemen kaynaşmış Banuyla halbuki yabancılara karşı çok mesafelidir (aa aynı ben :) Bu işte Banu'nun ve Kedimiyo'nun parmağı/patisi olabilir elbette :)

"Kediler hep dört ayak üstüne mi düşer" kitabıyla ilgili BDK'nın radyo programını dinlemek veya İyi kitap'ta yer alan yazıyı da okumak isteyebilirsiniz tabii :)

29 Kasım 2013 tarihine kadar "Kedilerle ilgili en çok merak ettiğiniz şey nedir?"  sorusunu yanıtlayarak  bu yazının altına yorum bırakabilirsiniz. Yapacağımız çekilişle 1 kişiye "Kediler hep dört ayak üstüne mi düşer" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz. (Mektubu Lokum yazabilir :)


Lokum'un keşfettiği yerlerden dört ayağı üstüne düşme maceralarını da anlatmak isterdik ama o başka yazının konusu olsun. "Lokum halleri"ni merak ederseniz burayı okuyabilir, birbirinden şahane Moli ile Olaf, Dedikodulu Evler ve Kedimiyo çizimlerini almak isterseniz Banu'nun Bobin Dükkanını ziyaret edebilirsiniz. (Kedimiyoları lütfen bitirmeyin, bize de saklayın :)

HERKESE BOL PATİLİ, MUSMUTLU GÜNLER :)
Devamını oku »

29 Ekim 2013 Salı

1 Kitap 1 Mektup Etkinliğinde Sefere Çıkan "Moby Dick", Kiminle Buluştu :)

Biliyorum geç bir yazı oldu, öncelikle kusura bakmayın.
Moby Dick sefere çıkalı ve yol arkadaşıyla buluşalı biraz oldu ama bu haberi yazmayı unuttum :(


Güzel röportajımızda bize eşlik eden Alper K.'ye çok teşekkürler, yolun açık olsun, gittiğin yerlerden magnet getirmeyi unutma :)

Merve'yi de tebrik ediyoruz, Norveç fiyordlarında üşümeden gelip gitsin :)
Etkinliklere katılan herkese yeniden teşekkür eder ve bir sonraki boool kedili röportajımızı da kaçırmayın deriz :)

MUTLU GÜNLER, GÜNEŞLİ GÜNLER :)
Devamını oku »

27 Eylül 2013 Cuma

1 Kitap 1 Mektup Etkinliğinde Şimdi Sefer Zamanı ve Hediye Kitap: Moby Dick :)

Sizleri bir süredir beklettiğimizi fark ettik. Ve etkinliğimize kaldığımız yerden devam edelim istedik.
"1 Kitap 1 Mektup" bu kez sefere çıktı ve uzak denizlere yol aldı :) Geri döndüğünde yanında kaptan da vardı. Biz de bulduk 1 Kaptan, kaçırmayalım dedik ve ona uzak denizleri sorduk :)

Kaynak. burada
Merhabalar Alper,
Sanırım ilk soru olarak neden “denizci” olmak istediğini sormamız gerekiyor çünkü hikayenin başlangıcı orası.
Aslında bu soru için tirajı komik bir cevabım var diyebilirim. Dinleyince siz de öyle olduğunu göreceksiniz. Henüz lise 2. sınıf öğrencisi iken arkadaş grubumuzla beraber dershaneleri geziyoruz, hangisi nereye öğrenci göndermiş onu tartıp, kayıt için karar vereceğiz. Malum sonraki yıl büyük final var, ÖYS’ye girilecek. Dershanenin birinde kantin duvarlarına kazandırdıkları öğrencilerin isim ve bölümlerini yazıp asmışlar, sıradan okuyoruz, tıplar mühendislikler var, bir de "İTÜ Güverte" yazmışlar. Benim için hiçbir şey ifade etmediğinden başladım makaraya almaya, ama arkadaşları nasıl güldürüyorum, yok efendim adı İTÜ olsun da isterse tüpçülük olsun, İTÜ’de okudum demek için insanlar ne bölümlere gidiyorlar, daha neler neler, çok iyi hatırlıyorum, abartısız bir saate yakın insanları güldürmüştüm.
Sonra aradan zaman geçti sınav yaklaştı, bir banka hesap açtırana meslek tercihler rehberi veriyor. Sıradan meslekleri ve iş alanlarını okuyorum. G harfinde Güverte var, anımsadım hemen insanları ne güldürdüğümü, neymiş diye daha bir dikkatli okudum. Güvertenin ne olduğunu bilmiyordum ama okuduğumdanda pek bir şey anlamamıştım, bir şey hariç; "Yatılı üniformalı bir okuldur, mezuniyetten sonra zorunlu hizmeti vardır (o yıllar içindi), mezunları gemilerde uzakyol vardiya zabiti olarak çalışır. Armatör şirketleri mezunların bir çoğu için zorunlu hizmet tazminatlarını ödeyerek yüksek ücretle gemilerinde çalışmaktadır" demekteydi. Bu açıklamada yüksek ücret hariç pek bir şey anlamamıştım. Armatör nedir, uzakyol vardiya zabiti ne demek. Sonra daha fazla hakkında okuyup daha fazla araştırınca fırsatların fazlaca olduğu bir sektör izlenimi bıraktı ve tercih ettim. Hani derler ya insan dalga geçip küçümsediği şey başına gelmeden ölmezmiş diye, bu tabir için iyi bir örneğim herhalde. Kısacası çocukluğumda babamla yelkenli turuna çıkardık, yaz tatillerinde kayıklardan teknelerden hiç ayrılmazdım veya deniz benim için bir zevk değil tutkuydu o yüzden tercih ettim diyebileceğim duygusal bir hikayem yok ne yazık ki. Ama gün sonu itibari ile, hem keyif hem de profesyonel hayat açısından alternatif zenginliği itibari ile girilebilecek en iyi sektöre girdiğimi görüyorum.

Kaynak: burada
Karadan ayrıldığın ilk seferde kendini nasıl hissettin? Sadece deniz görmek bir süre sonra tuhaf bir duruma dönüşmüyor mu?
İlk seferi unutmak mümkün değil. Bugün bile o günün heyecanı, seferin devamında yaşadığım hem motivasyon hem de sıkıntılar aklıma net bir şekilde geliyor. Acente botu ile boğazdan geçen bir konteyner gemisine katılmıştım. Varış saatine göre 6 saat gecikeceğinden botta uyumak zorunda kalmıştım, deniz hırçın hava sert, bot inanılmaz sallanıyor ve ben alışmaya çalışıyorum. Ama hiç kolay olmuyor. Kendimi gemi, bu botun 1000 kat büyüğü o sallanmaz diyorum. Ama sallantıya alışmak zor. Sonra ayrılıyoruz iskeleden ve boğaz girişinde demirde bekleyen gemime doğru gidiyoruz. Şeytan çarmıhından (İki halat arasına ağaç basamaklarla yapılan bordadan sarkıtılan merdiven) çıkarken biraz içim burkuluyor, meğer bu burkulma bir şey değilmiş. Demir alıpta pervaneye yol verilince kara gözünde bir perde arkasında gibi gözükmeye başladığında asıl anlıyorum yola yolculuğu özleme hasrete ait gerçekleri ve  asıl özlem saatlerini. Bu, kalbimin bir parçası. Diğer parçası heyecanlı. Ufukta ise pürüzsüz engin bir deniz var. Yeni heyecanlar ve maceralar var. Her şeyden önce sefer boyunca 5 ülke göreceğim. Beş medeniyet, beş lisan, beş ayrı dünya. Her biri için ayrı ayrı heyecanlıyım. Staj için çıktığım bu gemide bir gün ben de kaptan olacağım. Gemiyi ben yönetecek, kararları ben vereceğim. Birileri canını, başka birileri canı bildiklerini bana teslim etmiş olacak. Başka birileri gemisini, daha başkaları gemiden de kıymetli mallarının emanetçisi olacağım. Büyük iş. Bir üniversite öğrencisi için büyük motivasyon açıkçası. Bu ilk seferimde bana vardiya teslim etmemişlerdi ama ikinci seferle beraber bu andığım sorumlulukların hazzını bizzat yaşadım. Birileri aşağıda yataklarındayken geminin sevk ve idaresi köprüüstünde bendeydi. Yani birilerinin canı, başka birilerinin ise malı.
360 derecelik ufuk boyunca denizi görerek gemi ile ilerlemekle, bir çölde bulunmak arasındaki yegane fark birinde tuzlu su diğerinde ise kum görüyor olmandır. Deniz, kara ile bir bütünken güzel ve büyüleyicidir diye düşünmüşümdür. Yoksa günler boyunca bir okyanus geçişi yaparken, vardiya usulü çalışıyor olduğundan hep aynı 3-4 yüzü görür, boyları değişmekle dalgalar aynılıklarını korur ve  tabi bulutlardır şekilden şekle girip dolaşan üstünde. Onların değişiklikleri de hep aynıdır. Sıkar bir süre sonra. Ta ki radarda veya ufukta bir gemi görürsün. Karanın gözle görülmesi ayrı bir zevktir, müthiş bir mutluluk. Hele hele gözüken kara varacağınız limansa.

Aileni,arkadaşlarını özlüyorsun ama sıklıkla arayamıyorsun da galiba, bu durumla nasıl baş ettin?
Aslında alternatif çoktur iletişim için. Bir okyanus geçişinde telsiz üzerinden ‘Türk Radyo’ ya frekansından ulaşabilir, uygun fiyatla istediğin görüşmeyi yapabilirsin. Görüşme kalitem yüksek olsun ben paradan çekinmem dersen uydu telefonlarla irtibat mümkün. Neredeyse tüm gemilerde internet var artık. Limana geldiğinden yerel bozukluklarla veya telefon kartı temin ederek de arayabilirsin aileni. Cep telefonları ayrı bir avantaj. Gemiden dünya ile irtibat kurmak aslında sanıldığı gibi ciddi bir handikap değildir. Göremezsin özlersin hala ama iyi olduklarını bilirsin, iyi olduğunu bilirler, bu da yeter.

Kaynak: burada
Denizde -hele ki uzak bir seferde- 1 gün nasıl başlar, nasıl biter?
Bir kere klasik olarak çalışmalar vardiya usulüdür. Seyirde de limanda da güverte sınıfına vardiya vardır. Geminin ihtiyaçları bitmez. Bakım ister, boya ister. Kimse boş bırakılmaz. Hiçbir iş yoksa uluslararası uygulamalar kapsamında role talimi dediğimiz tehlikeli durumlarla mücadele provaları yapılır. Batan gemiyi terk etme, yangın, denize adam düştü, dümen arızası gibi. Ama rutin olarak köprü üstü dediğimiz, geminin sevk ve idaresinin yapıldığı tüm seyir cihazlarının bulunduğu ve geminin çevre hakimiyetinin görsel açıdan en üst düzeyde bulunan yerinde, 24 saat boyunca üç vardiya zabiti tarafından 4 saat boyunca vardiya tutulur ve bu vardiyayı 8 saatlik istirahat izler. İstiharat, anladığımız anlamda istirahat değildir, ilk 8 saatlik istirahatinizde gemini size ait diğer işlerini hallederseniz. İkinci 8 saatlik istirahatte ise dinlenirsiniz. Vardiya esnasında esas geminin seyir ekipmanları kullanılarak sağlıklı ve selametli bir şekilde sevkinin devamının sağlanmasıdır. Radarlar, gözcü veya serdümen  dediğimiz gemiadamları bu esnada size yardımcı olur. Gemi mevkisini kontrol ederek rotada olduğunu aralıklarla kontrol edersiniz. Rotadan düşmüşse gereken manevra ile gemiyi rotaya alırsınız. Çapariz veren, yetişen, pruvadan gelen gemilerle emniyetli geçiş kuralları çerçevesinde kontrollü geçişlerinizi tamamlarsınız. Meteorolojik bildirimleri takip edersiniz. Örneğin 8-12 vardiyacısı iseniz ve vardiyanız bittiğinde, öğlen yemeğinizi yer bu sefer gemiye ait sorumluluklarınızın peşine düşersiniz. Yangın söndürücelerin, can güvenliği ekipmanlarının bakım tutum ve kontrollerini yapar, evrak işlerinizi halledersiniz. Akşam 8-12 vardiyasına çıkarsınız. Bu sefer gece seyrindesinizdir. Onu tamamlar istirahatinize gidersiniz ta ki sabah 8-12 vardiyasına kadar.

Kaynak: burada
Kara görmeden en fazla kaç gün denizde seyir halinde kaldın?
En uzun seferim Kuzey Avustralya’nın Gove limanından kalkıp, İzlanda’nın başkenti Reykavik’e yaptığımız seyirdi. Gove, Aborjin bölgesiydi ve Aborjinleri görüp tanıma fırsatım oldu. Seyir tam 48 gün sürdü. Avustralya’dan çıkıp Hint Okyanusu boyunca Somalinin şimdi korsanlıkla meşhur Scotra Adasına kadar 23gün boyunca hiç kara görmemiştik. İlk kez farklı bir yüzle de Süveyş geçişi esnasında 30 gün sonra karşılaşmıştık. Daha önce dediğim gibi değişen tek şey hayatınızda dalgaların boyları ve bulutların şekilleri, kalan herşey aynı, dışarıdan bu durumu hayal etmek güç.

Denizcilikte bildiğim kadarıyla çok fazla terim var. Yabancı dil öğrenir gibi mi öğrendiniz bu terimleri?
Eğitim esnasında birçok yükleme yapılıyor. Ama esas öğrenme staj ile başlıyor. Öğrenci iken bizzat gemiye çıkıyorsunuz ve daha bu safhada 1 yılınız gemi üzerinde uzak seferlerde geçiyor. En güzel mektep burası, işin pratiğinin yapıldığı yer. Ama hocalarımızın sıralarda yaptıkları katkıyı da ihmal etmemek gerekir.

Yaşadığın en maceralı olay neydi, nasıl kurtuldun?
Aslında iki maceralı olayım var, paylaşmak istediğim. İlki ikinci stajımdan. Gemiye katıldıktan sonra Brezilyaya doğru yol alıyoruz. Varış Limanımız Paranagua. Okyanusu bir nehir girişinden terkedip, nehir boyunca ilerledikten sonra limana varıyorsunuz. Nehir ağzına demirlememiz istenildi, süperkargo gelip gemi ambarlarının yüke uygun olup olmadığına karar verecek. Demir manevrasından dolayı vardiyamdan önce kalkmıştım ve demir atıp demir vardiyasına başladım. Süperkargo geldi ve ambar diplerinin raspo boya yapılmasını istedi ve bu iş için iki gün verdi. Yükü kaçırmamak için hummalı bir çalışma başladı. Ben ya demir vardiyasındayım veya ambarın birinde ekibe yardım ediyorum. Zaman geçti ve neredeyse son 30 saattir yere paralel olamadan geçen yorucu bir zaman dilimi var. Bunun üzerine 4 saat daha demir vardiyası tuttum, akşam 8-12’yi. Vardiya devir tesliminde geminin üçüncü kaptanı bana ikinci kaptana gözük öyle yat yatacaksan dedi, ama ikinciyi arayacak mecal yok. Gittim yattım kamarama, ne de olsa ambarlar hazır sabah süperkargo gelecek biz limana gireceğiz. Daha yarım saat olmamıştı kamarama gireli ki, telefon çaldı, ikinci neredesin diye soruyor, geliyorum dedim ve çıktım. Bana tüm ambarları gezmemi ve herşeyin yolunda olup olmadığını rapor etmemi istedi.  Buna sancak iskeleye yerleşik 36’ya yakın ambar havalandırmasının gemi kreynlerinin kaide kulelerinin yerleştirilmiş olduğu ve herbirine ayrı ayrı tırmanmanız gereken portuç dediğimiz yerlere çıkarak yaptım. Artık inanılmaz yorgunum, ikinci kaptanı arıyorum herşey yolunda demek için ama yok, kendisi bana işi verip yatmış. Bunun üzerine,geminin ikinci mühendisi yakın arkadaşım, aslında okuldan benden önce mezun o nedenle abi diyorum. Onun kamarasına gidip uyandırdım, ikinci kaptanla ilgili biraz serzenişte bulundum, o yatağında bense onun kamarasındaki çekyatta uyumuşuz. Birkaç saat sonra manevra için onu aramışlar o da tulumunu giyip makine dairesine inmiş, ben uyumaya devam ediyorum onun kamarasında.
Sonra pilot geliyor gemiye, gemi hazır süperkargodan geçmiş limana girecek. Dördüncü kaptan (ikinci stajımda 4. Kaptanlık yapıyordum) yok. İkinci kaptan en son ambarlara gönderdiğini rapor ediyor süvariye, üçüncü kaptan en son ikinci kaptana yönlendirdiğini söylüyor. Kamarama, tüm ambarlara olası heryere bakıyorlar gemide yokum. Makine dairesine bile iniyorlar, odasında uyuyor olduğum ikinci mühendis anlamıyor ama kalabalığı seziyor, aslında geminin olası her ücra köşesinde beni arıyorlar. Sonra Brezilya Arama Kurtarma'ya haber veriliyor. Kayıp gemiadamı muhtemelen denize düşme veya intihar diye. Sonra ben uyanınca doğrudan köprü üstüne çıkıyorum, herkes önce şaşkın sonra kızgın. Boş olan pilot kamarasında uyuyakalmışım diyorum, ikinci mühendisinde başı ağrımasın diye. Gemiye gelen pilot tekrar arama kurtarma birimleri ile irtibata geçiyor. Kayıp şahıs bulundu, yorgun çıktı diye.

Kaynak: burada
İkincisi ise, tam bir kaostur. Ölümü beklediğim bir hadisedir. İtalya ile Yunanistan arasındaki bölgeye Mataban denir ve fırtınaları ile meşhurdur. Gemi tweendeck tulum ambar bir gemi yani ambarın içinde açılıp kapanabilen kapaklar var, bu özelliği ile de alt ambarda başka kapakları kapatıp oluşan üst ambarda başka yük taşınabiliyor. Gemi boşken ara kapaklar kalkık ve gemi iç bordasına dayalı duruyor. Kapatma esnasında kullanılan uzun demir kütük ve bloklar ise yaşammahalli önünde ambar içine sabitleniyor. Mataban geçişinde çok şiddetli bir fırtınaya girdik, ben istirahatte kamaramdayım. Gemi dayanılmaz bir şekilde sallanıyor. Birden büyük gürültüler gelmeye başladı. Ben anladım demir kütük ve bloklar lashinglerini yani zincirlerini kırmış ve yaşammahalli önünde istiflendikleri yerde gezmeye başlamıştı. Göremiyordum ama artık gemi sancağa yattığında tüm bu kütle sancağa kayıyor ve gemi tamamen suyun içine gömülüyor, tekrar iskeleye yöneldiğinde o kuvvetle hızla savruluyor ve gemiyi bu sefer iskeleden suyun içerisine gömüyordu. Bulundukları yerden sancak iskele yönünde değil de daha serbest hareket etmeye başladıklarında ise bu kütük ve bloklar boş olan ambarın içerisine yüksekten düşecek ve gemi dibini delerek su almasına sebep olacaktı.
Bu sallantı esnasında hem bunları düşünüyor hemde kamaramda savrulan herşeye rağmen kendim bir alabandadan diğerine uçmamak için kendimi yatağımın yanındaki alabanda ile yatağımın korkulukları arasına annekarnı pozisyonunda şıkıştırdım. Gemiyi terk sirenleri çalıyordu. Koşturmaca sesleri duyuyordum, herkeste bir panik. Ama ben bu havada filikaları (can kurtarma botları) denize indiremeyeceğimizi muhtemelen filikaların indirme operasyonu sırasında gemi bordasına çarparak parçalanacağını düşünerek, ondan da öte, bu korkunç denizde geminin sallantısına tahammül edemezken küçük filikanın içerisinde o işkenceye kesinlikle tahammül edemeyeceğimi biliyordum. Yatağımdan hiç kalkmadım, mücadele edecek bir şey yoktu. Suların kamaraya girmesini bekliyordum. Nasıl öleceğimi düşünüyordum, boğulmak nasıldı acaba. Muhtemelen suya da çok fazla direnmeyecektim, ve o sallantı bitecekti.
Gemi terk sirenleri çalmaya devam ederken, birden demir bloklardan biri biraz öne kayıyor ve diğer blokların hareketini engelleyecek şekilde sıkıştırıyor. Gemi kaptanı bunu fırsat bilip, geminin rotasının rüzgara doğrudan alıyor ve 180 derece değiştiriyor. Rüzgar kıçtan gelmeye başlayınca gemi rahatlıyor ve personel ambar içerisine inip tekrar demir bloglarılaşingliyor.
O nedenle en çok hayranlık duyduğum insanlardan bir grup da balıkçılardır. O küçücük teknelerinde o sallantı ile mücadelelerini çok önemli buluyorum. Bir balıkçı teknesi boyutunda olan gemi filikası ile hayata tutunmanın olasılığına bile tahammül edememiştim.

Sen anlatırken biz heyecanlandık,bayağı maceralı olaylar yaşamışsınız gemide.  Peki,  geminin sallantılarına karşı normalde nasıl dayanıyorsunuz?
Aslında dayanamıyoruz. Eğer birisi  büyük denizci edasında bana bir şey olmuyor demeye başlamışsa o zaman anlıyorsun onu da tuttuyor olduğunu veya tutmaya başladığını. İnsan gemi üzerinde sürekli yaşamak üzere yaratılmamış diye düşünüyorum. Fizyolojisi buna uygun değil. Sadece tahammül etmeye alışıyorsun. Durdurun sağda ineceğim deme şansınız yok. İlk stajımda Mataban’ı (Yunanistan İtalya arası, fırtınası ile meşhur) geçerken neden doğdum diye ağladığımı bilirim. Beni deniz tutmuyor diyen insan aslında aldırış etmiyorum demek istiyor. Değil sancak iskele (sağ sol ) yalpası veya geminin baş kıç (ileri geri) yapması ben geminin dev dalgaların içine başını gömüp havada 8 çizdiğini bilirim. Bu durumu da gülün dikeni olarak değerlendirmek lazım.

Kaynak: burada
Şu an karada çalışıyorsun, peki denizi özlüyor musun; belki bir gün döner misin gemiye?
Herzaman hayatımda A, B ve C planları vardı. Deniz şimdilik C planı olarak da olsa var hayatımda. Benim mesleğim altın bilezik gibi ve herzaman bir yeri olacak. Ama tahmin ediyorum artık denize çıksam kabotajda çalışmak isterim veya en azından Akdenizde dolaşan bir gemide, daha kara ile bütün bir deniz daha güzel diye düşündüğümden muhtemelen. Ama arada bir de olsa rüyalarımda köprüüstünde vardiya tutuyor veya ambara inip reise iş vermiyor değilim. Gemi kadar geminin pek de hoş olmayan o kendine ait kokusunu sanki daha çok özlüyorum. Tekrar deniz hayatı neden olmasın, tabi ki olabilir.
* Denizcilik terimleri için buraya da bakabilirsiniz

Alper'den 2balık1kedi için özel not :)
Denizi biz de ev'cek çok zeviyoruz. Hele Lokum... Deniz olsun da pardon balıklar olsun da işin içinde :) Alper ile konuşunca Aborjinlerle tanışmış, fırtınalarda kaybolmuş, uzak diyarları keşfetmiş kadar olduk; bu keyifli sohbet için ona çokça teşekkürler :)

24 Ekim 2013 tarihine kadar "Gemi ile nereye yolculuk yapmak istersiniz?"  sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye "Moby Dick" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.

Pusula Lokum'un, yanlış anlaşılmasın :)
* Bu çekiliş haberini sosyal medyada duyurmak zorunlu değil; sadece gönüllüdür :)

HERKESE KENDİ KAPTAN KÖŞKÜNDE KEYİFLİ SEYİRLER DİLERİZ :)
Devamını oku »

8 Eylül 2013 Pazar

"Üç Kedi Bir Dilek", Pek Tatlı Bir "Ada" ile Buluştu :)

Çekilişler her zaman keyiflidir, eğlencelidir, heyecanlıdır.
"1 Kitap 1 Mektup" etkinliği de biraz bu yüzden başladı sanırım.
Sorduğumuz sorulara gelen cevaplara, kazanan yeni biriyle olan iletişimimize de çok alıştık.
Bu kez "Üç Kedi Bir Dilek" kitabının çekilişi vardı ve kazanan da tatlı bir "Ada" oldu.



Katılan herkese koooocaman teşekkürler.
Yepyeni ve bambaşka bir konu ve konuk ile pek yakında yine 1 çekiliş heyecanı yaşayacağız.

Sevgili Ada ile Hayat,
Size mail gönderdik,umarım en kısa zamanda iletişim bilgilerinizi bizimle paylaşırsınız :)
Devamını oku »

14 Ağustos 2013 Çarşamba

"1 Kitap 1 Mektup" Etkinliğinde Çooook Sevdiğimiz Bir İllüstratör "Ayşe İnan Alican" var ve tabii 3 Kedi 1 Dilek :)


Nerde kalmıştık :) "1 Kitap 1 Mektup" etkinliğinin 3.sünü bayramdan sonra yapacağımızı duyurmuştuk sanırım. Bayram öncesi pes etmeyen tavuk Hilda ile tanışmıştık,o hala aklımda :)
Şimdi sırada 3. etkinlik ve çoooook sevdiğimiz illüstratör Ayşe Abla ile (Lokum'un deyişiyle) röportaj var :)
Bir de tabii 3 Kedi ile 1 Dilek :)

Sevgili Ayşe İnan Alican,
İstanbul Kitap Fuarı’nda tanışmıştık sizinle ve Lokum adına kitap imzalayıp çizmiştiniz. O günden sonra da çizimlerinizin takipçisi olduk ve şimdi de blogumuzdaki “1 Kitap 1 Mektup” etkinliğine katılarak bizi çok mutlu ettiniz.
Hemen belirteyim ki merak ettiğimiz bir dolu soru var;
Öncelikle yaptığınız işin adı illüstratör/çizer/grafiker mi? Bu meslek adlarını birbirlerinin yerine kullanmak doğru mu yanlış mı?
Bir metni veya iletilmek istenen mesajı canlandırıyor ve yorumluyorum, resimle aktarıyorum bu yüzden, illüstratörüm. Gazetede karikatür çizerken karikatürist veya çizerdim, reklam sektöründe tasarım yaparken grafik tasarımcı.
Kaynak: http://www.cizeriz.biz/iletisim.php
Daha çok çocuklara yönelik çizimler yapmanızın bir nedeni var mı?
Masal düşkünlüğümün yanı sıra resimli kitapların çocukluğumdan beri beni büyülemesi, çocukların sıcak ve sahici dünyalarında resimlerle buluşuyoruz duygusu, bir çeşit oyun oynuyorum aslında, onlarla. Yaptığım işin kalıcılığı da iyi yanlarından.

Bildiğimiz kadarıyla Hacettepe Üniversitesi Grafik Ana Sanat Dalı’ndan mezunsunuz. Mezun olduktan sonra önünüzde hangi kapılar açıldı ve sizi şu an bulunduğunuz yere nasıl getirdi?
H.Ü. mezuniyet tezi olarak tutkumun ilk parçası olan “Elma Kelebeği” adlı öyküyü resimlemiştim. Tesadüfen görülen eskiz defterimle mezun olur olmaz günlük bir gazetede karikatür çizerek ardından da 9 yıl ders kitabı resimleyerek geçirdiğim zaman asıl yapmak istediğim şeyi geç de olsa hatırlattı. Serbest çalışmaya tezimin tasarımını da yaparak büyük bir heyecanla başladım. Bu uzun süreci bir yandan da dergi, afiş, ambalaj, takvim, bilimsel ve teknik illüstrasyon ve tasarım çalışmaları takip etti. Bu arada “Elma Kelebeği” de basıldı. Fakat her detayını yazar ve editörle paylaştığım benim için ilk diyebileceğim “Kim Korkar Kırmızı Başlıklı Kız’dan” adlı resimli kitapla hayalim başlamış oldu.

Önünüze gelen yeni bir projeden bahsedecek olursak, hangi kriterlere göre o projeye dahil olmayı kabul ediyorsunuz?
İlk okuduğumdaki duyduğum heyecan en etkili seçim nedenim. Özgün, yaratıcı, evrensel, sahici, çocuğu erken büyütmeyen, çocuğun bir dahi olduğunu düşünerek yazılan metinler beni büyülüyor ve çocuksu bir coşkuyla projeye dahil oluyorum.

Muhtemelen birçok değişkeni var ama bir kitabın çizimi ne kadar sürede tamamlanıyor?
Ortalama 5 ayda orijinaller bitmiş oluyor. “Beyoğlu Macerası” istisna diyelim. Resimlemesi 8 ay sürdü.

Okuduğunuz bir metinden hangi parçalara çizim yapılması gerektiğine nasıl karar veriyorsunuz? Çünkü gerçekten iyi bir resimli kitapta –sanırım- yazıları okumadan hikayeyi anlayabilmek gerekiyor.
Metindeki duyguları, dildeki renkleri, oyunları en iyi yansıtabilecek kareyi seçerken; acemi karalamalardan emin olana kadar devam ediyorum. Çocukları içine çekebilecek sahne ve detaylar eklemeden de yapamıyorum.
Çocuğun düş gücünü kısıtlayan tüm ipuçlarını veren resimler iyidir dersek yanlış ve eksik olur sanırım. 
Resmin metindeki duyguyu verebilmesi, çocuğa canlandırılan dünyaya katılma hissi vermesi ve bu sayede metni okumak istemesi daha iyi diye düşünüyorum.

Karakterlerin ne giyeceği, bakışlarının nasıl olacağı vs. eğer ki metinde yazmıyorsa nasıl belirliyorsunuz?
Metindeki duygu ön planda olarak defalarca çizerken bunca zamandır biriktirdiğim görsel ve düşsel hafızamdan karaladığım karakterlerden birisiymiş bakışıyla, minik çizgi hareketlerinin bazen tesadüf dercesine birleşmesiyle ortaya çıkıyor.

Metnin yazarına hangi aşamalarda çizimlerden gösteriyorsunuz? Ya da tüm çizimler bitince mi yazar da görebiliyor :)
Eskizler bittiğinde yazar ve editör ile tüm detayları gözden geçiriyoruz. Metni aynı dilde renk ve oyunlarla yansıtmaya çalışırken kurduğunuz dostluk, kimya, sihir ve paylaşım çok önemli.

Çizim –en azından bizim için- oldukça zor bir iş. Gerçekten yetenek midir bu işin temeli yoksa asıl eğitim mi büyük ölçüde şekillendirir kişiyi?
Biraz görsel belleği konusunda yeteneği olanlar.Ustalaşmak yoktur aslında, arzunuza biraz daha ulaşmak     çabası, daima acemi bir ruhla bu alanda meraklı, araştırmacı, sabırlı, kararlı çaba sarf etmek.

Önünüzde bembeyaz bir sayfa varken –ya da bilgisayar/tablet ekranı- hayal gücünüz ne ile beslenir?
Genellikle çocuk yüzleri, özellikle gözleri, merak, arzu, heyecan, mutluluk, mutsuzluk, sevinç ya da üzüntü ifadesinin dolaysız hallerini yansıtıyorlar ve ipucu veriyorlar. İmge düzeyinde hala canlı kalan çocukluğumdan, bitmez tükenmez doğa düşkünlüğümden, yaşadığım çirkin ya da güzel olan her şeyden etkilenerek doğadaki doku ve desenlerle cisimlere, kağıda, boyaya bulaşarak bembeyaz kağıdı kirletiyorum.

Her çizerin yaptığı çizimin şekli bir çeşit imza mıdır? Çünkü bir süre sonra isme bakmadan da –özellikle de Bilim Çocuk dergisinde- “bu çizim Ayşe İnan Alican’ın,aa şu çizim Pino’nun ya da Bengi Gençer’in” diyebiliyoruz.
Renk ve desenleri kullanırken sizi besleyen unsurları kullanmaktaki tercihleriniz, oyunlarınız ister istemez ele verir kendini.

Sizi sosyal medyada çok fazla göremiyoruz ya da biz bulamadık :) Bu tercihin özel bir nedeni var mıdır?
Beni nasıl buldunuz :) E-posta yoluyla bu alanla ilgili tüm soruları cevaplandırmaya çalışıyorum. Çocuklarla yaptığım gibi birebir paylaşımlar ve etkinlikler öncelikli tercihlerimden. 7 yaşındaki kızım, etkinlikler, dergiler ve kitaplar...güne biraz zor sığıyor.

Yabancı çizerlerden kimleri seviyorsunuz ve yaptıkları çizimleri nasıl takip ediyorsunuz?
Yerli , yabancı Sarah Dyer,  Peter McCarty, Shaun Tan, Celia Chauffrey, Colin Thompson, Eugenia Nobati, Gustavo Aimar, Holly Clifton, Can Göknil, Behiç Ak, Ferudun Oral, Selçuk Demirel, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Mustafa Delioğlu ... birçok usta sanatçı var. Zaman bulursam web sitelerinden fakat daha çok basılı kitaplarını tercih ediyorum.

Çok sevdiğiniz çocuk kitapları hangileri?
André Neves - Bulutların Arasında
Simla Sunay- Çeşme ve Rüzgar son zamanlarda sevdiklerimden.

Çalışırken “olmazsa olmaz”larınız var mı? Çay, kahve,ışık, kalem vs.?
Hayal gücü.

Son soru da Lokum’dan; siz olsaydınız “3 kedi 1 dilek”teki bir hikayede ne dilek tutardınız :)
Soru Lokum’dansa çatısında dolaşabildiği binalar, mahallenin balıkçısı- kasabı- bakkalı, sokakta- parklarda oynayabilen çocuklarıyla yemyeşil mahalleleri eksik olmasın”’ı dilerdim.
Lokum’a ve Çilli’ye kucak dolusu sevgilerimle...

Sevgili Ayşe İnan Alican, biz sizi pek sevdik, hele ki Lokum :)
Etkinliğimize katıldığınız ve bu keyifli röportajda aklımızdaki bir dolu soruya cevap verdiğiniz için çok teşekkürler.Başarılarınızın devamını dileriz.

Ev'cek çoooook sevdiğimiz ve durup durup okuduğumuz bir kitap var: 3 Kedi 1 Dilek. İnanılmaz keyifli hikayesi için Sara Şahinkanat'a, çokça gülümseten ve iç ısıtan çizimler için de Ayşe Ablamıza kocaman teşekkürler :)
Bir de Lokum, Yağmur'a çooook selam & sevgi gönderiyormuş :)

7 Eylül 2013 tarihine kadar "1 Dilek hakkınız olsaydı; ne dilerdiniz?"  sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye Lokum'un seçimiyle 
"3 Kedi 1 Dilek " kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.


* Bu çekiliş haberini kendi blogunda/facebook ve twitter hesabında duyurmak zorunlu değil; sadece gönüllüdür :)


HERKESE PİTİ, PATİ VE PUS'UN SICACIK ARKADAŞLIĞINDAN LOKUM TADINDA OKUMALAR DİLERİZ :)
Devamını oku »