Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




sohbet muhabbet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sohbet muhabbet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2016 Perşembe

Bu Aralar

Dikkatimi toparlayamıyorum.
Tek bir konuya odaklanamıyorum.
Her şeyden parça parça var aklımda, o parçalar bir bütünü oluşturmuyor.
"Bütün" olmak istiyorlar mı gerçi onu da bilmiyorum.
"Eksik Parça" ve "Pezzettino" kitapları geliyor aklıma.
Kendimi kötü hissetmiyorum (çok şükür) sadece içimde yaşıyorum bazı şeyleri.
Geçen gün okuduğum bir hikayeden de çok etkilendim, hikayede pek de tatlı olmayan bir kuş vardı-ismini vermeyeyim- ve benim kuşlarıma çok benziyordu. Sanırım bu kuşları kovalamanın ve kendine az daha güvenmenin vakti geldi.
Gelmeli.
Gelsin.
Gelmiş.
Mi?
Bilmiyorum.
Bu ara yine yazar okuması yapıyorum, çok keyif veriyor.
Aklımda bir dolu yazı var bloguma yazmak istediğim, son cümle hiç gelmiyor, taslaklar doluyor. Sanırım ben bu sistemi yanlış anladım, word gibi kullanmaya başladım blogu :)
Elif ise "ay-deede" peşinde. Salatalığından ısırık alıp onun "aydede" olduğunu söylüyor. Arabada eve giderken tüm camlardan aydede kovalıyoruz, görünce de bol öpücük yolluyoruz ona. Gece ağlamalarını susturan tek şey uydurma "aydede" masalları. Hele ki dolunay falan varsa Elif, "hiiiii" diye büyülenmiş gibi bakıyor gök yüzüne. Bir gün aydede kılığına girip çıksam karşısına ne yapar acaba :)
Kitap fuarına gittim, yine gitmeyi planlıyorum. Sahaf gezmeyi çok seviyorum. İstanbuldaki Sahaf Festivaline bir gün gitsem ne yaparım acaba, aydede görmüş Elif gibi "hiiiii"der miyim? Yoksa o saf duygular çocuklukta mı kalıyor :(
Geçen gün okuduğum o kuşlu hikayede bir de gözleri parlayan bir çocuk vardı, bana ne kadar bencil biri olduğumu anımsattı.
Haberleri hiç takip etmiyorum ama nasıl desem hiç...
Bunu akıl ve ruh sağlığımı koruyabilmek için savunma amaçlı yapıyorum ancak çok bencil bir şey olduğunu da biliyorum.
Örnek, Sultanahmetteki patlamayı oda arkadaşlarımdan duydum ancak detayını bilmiyordum, ölenlerin Alman turist olduğunu daha yeni ve tesadüfen öğrendim :( Utandım valla kendimden :(
Kendimce iyi bir şeyler yapmaya da çalışıyorum ama bence hep havada ve eksik kalıyor. Deli Anne'nin şu yazısı çok hoşuma gitti.
Bu ara güzel bir ajanda tutuyorum hem Elif için hem kendim için. "Neden uyumuyor bu çocuk?" sorusunun cevabını bulmaya yaklaştık belki de.
İnsanlar, çocuklar öldürülürken benim 2016 dileklerime "barış"ı eklemeyi unutmam çok normal tabii, fazla içime dönmüşüm.
Sosyal medyanın -blogu saymazak- instagram ayağından da çok uzaklaştım. Samimiyetsiz/tekdüze paylaşımlar bana zaten bir şey katmazken benim okuduğum kitabı paylaştığım görseli kim ne yapsın? Yani böyle bir şeye ne gerek var?
Güneş görünce mutluluk depolayan bünyemin yağmur yağdığında bazı günler evde kalıp kahve yudumlamaya, olmuyorsa da çiseleyen yağmur altında yürümeye ihtiyacı var.
Kendimi geliştirmek için yaptığım minik bir adımın geri dönüşleri başladı, üretmek insanı sahiden dinç tutuyor.
İş yeri bazen çok yoğun oluyor ve ben gerçekten bana söylenenleri birkaç kez tekrar ettirip öyle anlayabiliyorum. Bir evrakta evlilik tarihimiz soruluyordu ve ben yanımdaki kişiden utanıp eşimi arayamadım. "Bir bahar ayıydı" diye başlayan akıl yürütmelerim sonunda sadece Elifin doğumuyla bağlantı kurarak evlendiğimiz yılı bulabildim. Gün, ay ortada yok.
Bugünlerde fazla mı Riko'landım yoksa cidden ben de derin yetenekli olduğumu bile anlayamayacak kadar derin yetenekli miyim?
Yoksa tüm bunlar bingo toplarından mı kaynaklanıyor :)


Haftaya annem gelecek inşallah, Edoşum ve teyzoşum Ayçayla; ben onları mı özledim yoksa?
Hmmmm :)
Devamını oku »

5 Ocak 2016 Salı

Şaşkınlıklarım & Dağınıklıklarım & Unutkanlıklarım & Tuhaflıklarım :)

Bana artık normal gelen bazı özelliklerimin başka insanlarla karşılaşınca pek de normal olmadığını zaman içerisinde anladım.
Herkesin eminim vardır böyle huyları.
Ben de bir süredir kendiminkileri not ediyordum, buraya da yazmış olayım.
- Kışı palto giyebildiğim için seviyorum çünkü paltomun ceplerine dünyayı sığdırabiliyorum. İçinde hiç kullanılmamışından pek az kullanılmışına kadar geniş bir yelpazede peçeteler, kim bilir ne zamandan kalma alışveriş fişleri, kurum kimliği, eldiven, Elif'in tokası, bozuk para (toka ve paranın aynı yerde durduğunu annem duymasın :) , kağıt parçası, kalem, sap,yaprak, vs. şeyler oluyor ki son zamanlarda Gonca sayesinde dudak koruyucusunu bile buraya koyuyorum.
Mont alırken illa ki kapşonlu ve cepli olmasına çok dikkat ederim ve bir montu sevdiysem o beni bırakana kadar ben onu bırakmam.
Bir de şunu yapıyormuşum: sadece ilk düğmemi ilikliyormuşum, karabalık devamlı hatırlattığı için gerçi artık 2.yi de ilikliyorum.
Dışarı çıkınca önüm açık diye üşüdüm diyelim, önümü kapatmak benim aklıma gelmiyor, gelse de şunu düşünüyorum: "yeterince üşümüşümdür zaten, daha ne kadar üşüyebilirim ki?" :)
- Aynı şekilde giydiğim ayakkabıları da "tam" giyememe gibi bir durumum var. Botumun fermuarı genelde yarım çekilmiştir ya da spor ayakkabımın bağcığı yarım açıktır gibi. İlla böyle yapayım diye değil ama sanırım bir şeyi "tam" yapınca içim sıkılıyor,komik :)
- Kıyafette uyum yakalamak benim oldukça zorlandığım konulardan biri. Yazın rahat oluyor hafta sonları kot ve t-shirt ile ama kışın... Dışarıda çantası, ayakkabısı, kemeri, saç tokası aynı ton (renk de değil, ton) olan insanlar görüp şaşırıyorum. "Bunu nasıl yapabiliyorlar, nasıl denk getirebiliyorlar ki?" diye ama çok uzağa gitmeme gerek yok, Edoş da böyledir (bkz: birbirimize hiç benzemediğimiz kardeşim :) Mesela bugün(31 Aralık) hani yeni yıl havası olsun diye HIMYM Ted'in kırmızı çizmelerinden giyeyim dedim. 5-6 yıl önce almıştım ve bu benim onu 3. giyişim :) Onu giyeceğim ama çıplak ayakla giyemem. Uzun zamandır da biliyorum ki evde sadece mor ve kahverengi çorabım var.(haftalardır böyle, bir git al kendine çorap değil mi?) Derken bir de baktım, hiç açılmamış siyah çorabım var, yaşasın! (marie kondo görse benim çekmecelerimi sanırım ağlar) Neyse bir şekilde uyum yakalabilmiş ve çizmelerimi giyebilmiş olmanın mutluluğundayım :)
Dolabıma baktığımda kıyafetlerin tek tek fena olmadığını ama bir araya gelince pek de ahenkli görünmediklerini fark ediyorum. Kırmızı ve yeşil bence güzel oluyor ama her zaman değil galiba.
Yıllar sonra üniversiteden tanıdığım biriyle karşılaştığımda "beni hatırladın mı bilmiyorum gerçi" demiştim de verdiği cevabı hala hatırlıyorum: "kış boyu kırmızı kadife pantolonun üzerine fıstık yeşili (Aslı aklıma sen geldin :) kazak ve mor palto giyen birini unutmak mümkün mü?" Hııııııı... O ben miydim? Kıyafet konusunda rahatlık takıntım var doğru. Bir kıyafeti giyebilmemin ilk şartı onun rahat olması. Boğazlı, batan, dar bir şey olmayacak, içinde nefes alamam yoksa. Ayakkabı seçimlerimde kriterim de şu: "Ev terliği kadar rahat olmalı". Karabalık benimle alışveriş yapmaktan nefret ediyor bu yüzden. En güzel alışveriş, tarzınızı bilen ve alışverişi seven/bilen birine kendinizi teslim edip soyunma kabininde beklemek oluyor. Bu yüzden Eda ve KKK sizlere teşekkür borçluyum. Canım kardeşim, bana geldiğinde neyse ki "şu şununla giyilir" kombinlerimi de yapıyor ki çok uğraşmayayım.
- Kıyafetlerin ve bir takım şeylerin ismi bende tam bir yün yumağı. Bot ve çizme, jaluzi ve jakuzi, şiyonyer ve çekmece, deodorant ve parfüm, palto ve mont... Hangisinin hangisi olduğunu öğrensem de yine unutuyorum.
Hatta november ve october'ı ısrarla karıştırdığım için anne ve yavrusu sistemi uygulamaya çalıştım, yok olmadı, her halükarda karışıyor. Ne yapmalı buna Edoş :)
- İnsanların isimlerini de karıştırıyorum. Yüzlerini asla unutmuyorum, sebebini az sonra yazayım. Bir arkadaşımın eşinin adı Pınar, ona ısrarla Burcu diyorum.
Kendimi en kötü hissettiğim olay ise geçen gün sevgili Züleyha'nın oğlu Civan'ın doğum gününü kendimce kutlamaya çalışırken ona ısrarla "Cenk" demem :(
İsimleri hafızamda tutmak için eşleşme yapmaya çalışıyorum.
"Merhaba ben Ayşe" dedi diyelim birisi, Ayşe = babaannemin adı = severim = yaşlı birini hatırla (hatırlama kodu) , kızı tekrar gördüğümde bu kodu anımsarım, tanıdığım yaşlı da çok olmadığından Ayşe'yi seçebilirim :)
Biraz karmaşık gibi en kolay bu yöntemi buldum.
- Yönleri de şaşırırım ben. Bu konuda takdir edilesi bir annem var. İlk defa girdiği bir ortamın neredeyse koordinatlarını çıkarabilir. "Biraz önce yanından geçtiğimiz okul güneybatıda kalıyor Esra" gibi. Benden cevap: "Okuldan mı geçtik?"
Coğrafya derslerini çok aşırı severdim, Nilo sana göz kırptım burada sen anladın, "Haritada Kaybolmak" kitabını da çok sevdim ama benim bu yön şaşırma halim bir türlü geçmedi.
"Rüzgar kuzeybatıdan esiyor bu gece" (Annem)
"Esmesi iyi oldu, sıcaklamıştık." (ben)
- Öncelik/sonralık işleri de tam net değil kafamda. Diyelim ki yemek yapacağım, ben önce malzemeleri çıkartıyorum, tencereye koyuyorum. Aklıma geliyor bu işte bir eksiklik var diye. O ara bunu önceden de yaşadığımı anımsıyorum, aklıma yağ ve salça geliyor.
İşte tam da bu yüzden 2-3 farklı yerde hazırlanıp pişirilen yemek tariflerini yapamıyorum, kafam çok karışıyor.

- Ben tam bir "çürük meyve seçicisi"yim. Sırf bu özelliğimden dolayı pazarcıların/marketteki manav görevlisinin beni çok sevdiğini fark eden karabalık seçimleri kendisi yapıyor.
Bana bir kasa harika elma verin ve içine (diplere de olabilir) 2 adet çürük koyun, iddia ediyorum, ilk 5 seçimimde onları bulabilirim. Bunu oranlamaya çalışamadım ama iyi bir rakam değil mi?
-Meyve ve sebzelerde çürük bulduğumda eskiden yerlerine bırakırdım şimdi "ama onları kimse almayacak, yalnız kalırlar mı" duygusuna kapılıp üzülebiliyorum. Amelie'deki manavın içli çırağını benden iyi kimse anlayamaz :)
- Rakam demişken... Matematik hakkında 3,5 yıllık blog hayatımda derli toplu bir yazı yazmamış olduğum için link veremedim ama ben bu konuda sahiden fenayım.
7+8'i şöyle buluyorum: 7+7+1 =15 :) Önemli olan da doğru sonucu bulmak değil mi zaten?
Dört işlem ve çarpım tablosu konusunda biraz fazla kötüyüm, ilkokulda özel ders aldığım kıvırcık Hüsniye Öğretmene (matematik öğretmesi haricinde hala çok severim onu, annemin kadim dostu) karabalığın tanıştığında "Esra hala dört işlemi parmakla sayarak yapıyor" demesiyle duyduğum utancı anlatamam. Bu konuda ona hala küsüm :)
Riko ve Oskar kitabını okuyanlar beni daha anlayacaktır, biri bana matematiksel bir şey sorduğunda kafamda bingo topları dönüyor.
"Hesap 62 tl, siz bana 80 lira verdiniz, para üstü de..." Gerisini duymuyorum bile. Eskiden Riko'nun dondurmacıda yaptığı gibi beni kandırmasınlar diye para üstünü sayıyor numarası yapardım artık yapmıyorum. Birkaç sefer itiraz ettim çünkü, onlarda da haksızdım :( (en temizi kredi kart)
bir de hep aklımda olan sayılar var:
144  = ilk okul numaram = 12*12
17 = doğum tarihim = asal sayı
9 = elifin doğum tarihi = karekökü var = 3
Karekök, üslü sayılar, havuz problemleri ve bilinmeyenli denklemleri çözebilmek için yıllar içinde nasıl bir yöntem geliştirdiğimi yazsam sanırım matematiği iyi olanlar ağlar :)
- Matematikle ilgili midir bilmiyorum ama gramaj hesabı da yapamam ben. Diyelim marketten 150 gramlık bir şey aldım, bunu nasıl bir kavanoza koyacağımı bilemem. Ya boşluk çok kalır ya da
- Küslük demişken bazen birine küsüyorum, o bunu bilmiyor, sonra kendi kendime o kişiyle barışıyorum :) "Öyle demek istememiştir zaten", "Benim iyiliğimi düşündüğü için öyle dedi" (Gonca :P )
- Saçlarım konusunda da annemden yıllarca duyduğum şu cümle beynime kazındı: "Esra, saçlarını tara" Biraz kişiliksiz bir saç tipim var. Nemli bir yerdeysek hop kabarır,dalgalanır; Ankara gibi kuru bir havadaysak aşağı doğru eğime geçer, geçerken arada asilik yapanlar olur o yüzden de bu saç tipinin ne yapmak istediğini kimse anlayamaz. "Acaba yataktan kalmış hali mi?" "İştekiler bence bundan şüpheleniyorlardır :)
Fotoğrafın sahibi Memede sevgilerle :)
- Tuhaf bulduğum ama içimin cız etmesini engelleyemediğim bir diğer şey ise, yeni yıldan önce "mutlu yıllar" dendiğinde "o zamana kadar bir daha görüşmeyecek miyiz ki?" diye hüzünlenmem. Çok yakınlarınla görüşürsün tabii ama marketteki amcayla, posta görevlisiyle zaten niye görüşesin değil mi? Öyleyse o hüzün duygusu ne? Onu çözemedim.
- Unutkanlığım zaten var ama şimdi yazacağım anıyı her hatırlayışımda acayip gülüyorum.
Bir gün KKK'ye gitmiştik, onun odası acayip neşeliydi, her yerde bir şeyler olurdu, kitaplığında bir biblo gördüm ve dedim ki "Biblo da hiç sevmem, ne gereksiz bir şeydir, öylece durur hani ne yapacağını da bilemezsin..." Merve sessiz bu arada. Ben devam ediyorum,
"Böyle saçma bir şeyi kim aldı ki sana?"
"Sen..."
"Heeeeeeee" :)
- İçtiğim içecekleri neden bilmiyorum ama hep yarım bırakıyorum. Özellikle de neskafeyi. Sanki bardağın sonunu görmek istememe-yaşanmışlığın devam etmesinden hoşlanma gibi bir halim var ama israfı da sevmem :)
- Alışverişten pek anlamam. Mesela perde alışverişi tam bir karmaşa benim için. Kenarlara konulan koyu perdelerin ismini hatırlayamadım şimdi, perdeci amca bize sorduğunda "ne için kullanacağız ki onları" dedik. "Süs" dedi. Ben "kalabalık yapar, sıkılırız" dedim. Benim bakış açımla perde aldığımızda eski usul güneşlik denilen kapatıcı ile normal bir tül yeterli oluyor, perdeciler de beni sevmiyor :) Bir de "enini boy yapmak" ve "kaç metre gider" hesabı var. Ben anlamıyorum :)
- Çok makyaj yapmış birinden korkmak... Birini bu halde görünce başka yöne bakmaya çalışıyorum. "Kendini neden gizliyor ki" diye de düşünüyorum bazen.
- Diyelim birinin başına güzel bir şey geldi, ben ona tam olarak ne diyeceğimi bilemeyebiliyorum. Aynı şekilde oda arkadaşı gittiği için üzülen birine "Hayırlı olsun" da diyebiliyorum. Hediye verdiğimde teşekkür eden birine "afiyet olsun" demem gibi :)
- İsimleri unutuyorum ama yüzleri unutmuyorum demiştim ya. Onun sebebi de şu, kişileri duygularla geri çağırıyorum, bunda da pek yanılmıyorum :)
Diyelim biriyle karşılaştım, burnum koku alıyor = sen bunu bir yerden tanıyorsun = nereden tanıyor olabilirim = bana bir şey öğretmişti, sevmiştim ben onu = ama anlattığı konu gıcıktı = yıllar önce gittiğim dershanedeki matematik öğretmeni = bingo :)

Böyle de bir yazı oldu
Bu başlığı baz alıp kendi tuhaflıklarını yazmak isterlerse bu mime Aslı-Ebygale, Ülkü- 2 Çocuklu Hayat ve Mutlu Keçi'yi davet edeyim :)

*Bonus: Gülçin'in "15 dakika" önerisi hoşuma gitti, bir deneyeceğim :)



Devamını oku »

4 Ocak 2016 Pazartesi

An'ı Yakalamak :)

Tatil günleri bizim evde genelde dinlenmeli değil de koşturmacalı geçiyor. Ev işleri ve Elif ile oynama arasında bir denge kurmaya çalışırken dışarıda yapılacak işler sırada bekliyor. O yüzden de misafircilik oynamaya bazen vakit kalmıyor.
Bence hafta sonları iki gün olmaya devam ederken Pazartesi günleri annelere izin günü olmalı :) Gerçi cumartesi günleri de çalışan anneleri düşünüp yine halimize şükretmeliyiz sanırım.
Bu tatilde -uzun zamandır bir ilk- kendime vakit ayırabildiğim 1-2 saat yakaladım, o anlar nasıl güzeldi :)

Öncesinde çalışma odasına oranın bir ardiye olmadığını hatırlatacak kıvamda çeki düzen verdim.
Çalışma masamı zaten çok seviyorum ama düzenlemeden önce içinden her şey çıkıyordu ve aradıklarımı bulamıyordum.
Ne kadar sıklıkla olmalı bilmiyorum ama fotoğraftaki gibi an'ları yaşamak gerek.
Bu fotoğrafı anlatacak olursam,
Solda en alttaki defter benim çizim defterim.
Onun bir üstündeki Defteri Aslı hediye etmişti, o defter artık Elif'in günlüğü :)
Defterlerin üzerindeki ajandalar ise bu senenin kayıt hazineleri.
Sinek Sekiz yayınlarının ajandası her güne 1 sayfa olduğundan çok kullanışlı. Pullu mektuplu olan ise gündelik kullanım için çok pratik. Mektup severler için harika bir hediye bence, teşekkürler Fatma :)
Balıklı defteri Gonca göndermişti, o deftere bakıp mutlu oluyorum ve okuduğum kitaplardaki güzel cümleleri ve kitap hakkındaki yorumlarımı yazıyorum.
Beyaz kutuda cevap vereceğim mektuplarım var, önündeki kart Özlemden, "all the secrets are contained in books" diyor, ben ona ekleme yapıp "and letters" diyorum.
Çünkü az sonra mektup yazacağım ve yazdığım kişiye çok acayip sırlarımı yazdım, hem de Selcen'den çaldığım kalemle :)
Mozaik pasta KKK tarifi, oldukça lezzetli. Tatlının yanında illa tuzlu yediğimi bana fark ettiren 4YKK Tangüle de selam ederek susamlı çubuklarımı yedim. Kozalağım ise doğa arkadaşımın takas kutusundan Semra-Kağan'dan :)
Kısacası çalışma masamda sevdiğim arkadaşlarımdan gelen minnak parçaların bir bütün oluşturmasını çok seviyorum.
Sağdaki origami ise en özel parçalardan biri.
Bir de görselleri devamlı değiştiriyorum, böylece tüm arkadaşlarımı görebiliyorum.
Masadaki iki adet harici belleğin görevi ise pek mühim, neyse bu yazının konusu değil.
Her gün böyle olsa bence kıymetini anlayamayabilirdim.
Lakin uzuuun zamandır böyle sıcak bir an-mektup yazma ve kahve içme- yaşayamadığım için bana çok özel geldi.
Hafta sonları gündüz uykusunu rahatlıkla uyuyamayan 1 Elifimiz var ama ne yapalım.
Hayatımızdaki güzel şeyler, an'lar ve insanlar için şükretmeye devam :)
O değil de mektup az daha uzasa sanırım minik bir öyküye dönecekti, bakalım yazdığım kişi de bu öyküyü sevecek mi :)
Sürpriz!
Devamını oku »

30 Aralık 2015 Çarşamba

Yeni Yıl Dilekleri-2016 :)

Yeni yıl gelmeden buraya dileklerimi yazabilirsem çok mutlu olacağım :)
20132014 ve 2015 dileklerime şimdi baktım da, bir tuhaf hissettim. Zaman (hızla) geçiyor, geride sahiden biriktirdiğimiz an'lar kalıyor. (Tunalıda Yasemen ve Çağrı ile buluşup sohbet etmemiz gibi :)
Öncelik sırası yapabilmem zor ama listeye bir yerden başlayayım.
-Sağlık: Hepimiz için sağlık dolu bir yeni yıl olsun, sevdiklerimizle beraber olmaya devam edelim inşallah.
- Elifin uykusu konusunda güzel gelişmeler yaşayalım. Son doktor kontrolü ve tedavi sürecinden açıkçası umutluyum, umarım Elif gece boyu ve hafta sonu gündüzleri uykuya kendiliğinden rahatlıkla geçer, kesintisiz olarak uyur ve uykusunu almış bir şekilde mutlulukla uyanır :)
- Ev işleri konusunda bana yardımcı olabilecek birini bulmayı veya kendimin ev işleri konusunda tecrübeli&pratik hale gelmesini ümit ediyorum. (dilekte bile yedek yazıyorum yalnız, hani biri olmazsa diğeri olsun bari :P)
- Yemek yapma konusunda aslında en büyük dileğim yemeği bir zorunluluk/engel/uğraştırıcı bir şey olarak görmekten çıkartıp, yemeğin keyif aldığım bir hobiye dönüşmesini sağlamak. (bu eğer zamanla olabilen bir şeyse Serra bende emeğin büyük) Pratiklik konusunda da Elif senin emeğin büyük. Pratik&sağlıklı yemekleri zevk alarak kısa süre içinde yapabilmeyi diliyorum özetle :)
- Daha çok film & tiyatro: Sinema demedim özellikle ki kendimi kandırmış olmayayım. Star Wars'a gitmek için Tatü senden bir işaret bekliyoruz Ankaraya dönünce haberin olsun :) Vizyondaki filmler çoğunlukla ilgimi çekmiyor zaten o yüzden izlemek istediğim filmlerle ilgili -okuyanların da katkısıyla- bir liste hazırlamak istiyorum.
- Doğa Keşifleri, yürüyüşleri (daha da) çok olsun. Doğa Arkadaşımın Kutusu etkinliğinden bu açıdan çok ümitliyim.
- Günün Mutluluk Sebepleri umarım bu bakış açım ve karşıma çıkanlar artarak devam eder. Geçen gün bir şey fark ettim. Ben bir şeyler verdikçe, daha çok alıyorum. Eskiden bu kadar "verici" biri değildim belki de. Bencil miydim acaba? Bunun cevabını beni eskiden de tanıyanlar bilir sanırım, benim cevap vermem çok objektif olmaz :)
- Daha çok kitap & notlar: Nicelik olarak çoklukta gözüm yok aslında, şu yazıda bahsetmiştim, daha da güzel nitelikteki kitapların peşindeyim. Unutmadan notlar alıp yazabilirsem de tadından yenmez artık :)
- Ailemle daha sık görüşme: Edoş, ucuz uçak biletleri bize çalışsın artık diyorum, ne dersin bacım :)
- Arkadaşlarla daha çok vakit geçirme: İşe döndüğümden beri öğle aralarının "altın saat" işlevini kullanıyorum. Mesai saatimiz çok katı aslında ama neyse ki iş yeri merkeze ve arkadaşlara uzak değil. Önceden bu saatlerin ne anlama geldiğini hiç anlamamışım. Şimdiyse elimde sıkıca tutuyorum onları :)
Bir de blog/instagram aracılığıyla tanıdığım ve çok çok sevdiğim insanlarla daha sık görüşebilmek. (Belçika uzak olur Yasemen, siz gelin Ankaraya :P) Yüz yüze hiç tanışmadıklarımla da oturup bir kahve içip sohbet edebilecek ortamımızın olması.
- Yardım: Bu başlıkta aslında şunu demek istiyorum, maddi veya manevi olarak yardım edebileceğim (belki bir çocuğun ödevine yardım etmek gibi) ama bunun henüz farkında olmadığım noktaları net olarak görebilmek ve eyleme geçmek :)
- Lokum Çocuk Kütüphanesi: 2016 için aklımdaki bu projeyi ufaktan da olsa hayata geçirmek istiyorum. Bunun için yapılan ön hazırlığa ne deniyordu unuttum, (Pelin sen demiştin hani, fizibilite miydi?) işte ondan yapmaya çalışıyorum. Teknik ismini bilmiyorum ama kendimce yapıyorum bir şeyler. Eskiden çocuk kitapçım & kırtasiyem olsun isterdim; şimdi ise (son 2-3 yıldır) çocuk kütüphanem olsun istiyorum. Sanki evren bunun için çalışıyor, sevdiğim insanlar bana kütüphanelerinden çocuk kitapları gönderiyor. Bak şimdi! Semi ve Nurşen Abla, bu yardımınızı hiç unutmayacağım, yeniden teşekkürler.
Başlamayı düşündüğüm mekanda pek 4 duvar var diyemeyeceğim, kediler ve minderler var da yazamayacağım ama... içinde hayalim, kitaplar ve çocuklar olacak. Umuyorum ki her şey çok güzel olacak. Bu hayal, zihnimi dinç tutuyor ve beni en umutsuz anımda silkeliyor, "pişi" gibi bir şey :)
- Deniz: Geçen senelerdeki denizi her gün görme dileğim hala gerçekleşmemiş olsa da ben yine yazayım, her gün olmasa da çok daha sık denizi görmek, deniz kenarında yürüyüş yapmak istiyorum.
- Fotoğraf?: Yanında soru işareti olan bir dileği kim anlayıp da ne yapsın değil mi? Hani diyorlar ya, ne diliyorsanız açık ve net olun diye. "Fotoğraf makinemi elime daha çok alayım ve fotoğraf çekerken güzel an'lar hafızama kazıyayım" Bu, oldu sanırım. "Güzel fotoğraf"ta bile gözüm yok :)
- Mektup Arkadaşlığı: Çok tatlı hatta pek çok tatlı mektup arkadaşlarımın hayatımda devam etmesini diliyorum. Mektubu posta kutunda bekleme heyecanı, onu görme an'ı, satırları heyecanla okuma keyfi ve mektubunu yüzünde gülümseme ile yazma zevki var ya... O an'lar o kadar kıymetli ki, iyi ki varsınız :)
- Para&pul: Bu kısımdan anlamam ve sevmem bu işleri, kitaplarımı alacak kadar, sevdiklerimle keyifle vakit geçirebileceğim kadar param pulum olsun yeter :) (tamam, uçak masrafları da içinde :P )
Görsel Kaynak: Canım ve Tatlı Aslı'dan :) (haberi yok, çaktırmayın :P)
Bu kadar yazdım ama işin aslı, sağlığımız yerinde olsun, çok şükür ve bin şükür diyeceğim :)





Devamını oku »

Kumkurduna Dokunmak ve Sarılmak

Hangi yıldı hatırlamıyorum, belki 2000'lerin başıdır- lisede olduğum zamanlar- babam elinde bir hediye pakediyle geldi eve. Şaşılacak bir şey yok çünkü o gün doğum günümdü. Şaşırdığım şey, bunu çok sık yapmamış olmasıydı elbette.
Pakedi açtığımda içinden bir adet kırmızı,sarı çizgili gömlek çıktı. Çok sevindim çünkü cimbomluydum (hala öyleyim ama nerede o Hagi zamanları, futbol maçı izlemeyi bırakmadım gerçi takım fark etmiyor izlemem için), babam yıllarca uğraşmış ama beni Beşiktaşlı yapamamıştı. O gömleği çok sevdim, çok da giydim.
Belki 1-2 yıl sonra da babam vefat etti.
Geride çok fazla anı kalmadı.
Biraz balkonda balık sefası biraz futbol en çok da bu gömlek.
Ona baktığımda kalbimin -daha önce hissetmediğim- bir noktasına dokunduğumu hissettim. Piyanodaki bir tuş gibi. Kayıp tuş, çok kullanılmayan bir nota gibi.
Zamanla beraber ben büyüdüm ancak gömlek büyümediği için onu giyemez oldum.
Nereye gidersem yanımda taşıdım aslında ama bunu pek çaktırmadım :)
Kumkurdunu okuduğumda aynı kayıp notanın ezgisini duymaya başladım.
İlk başlarda anlam veremedim ama her okumamda bu ezgi tekrarlandı.
Kitap karakterlerini çok sevdiğimde onlara şöyle sıkıca sarılmak isterim ama elbette ki bunu yapamam.
Oysa Kumkurduna sarıldım.
Merve'nin gönderdiği kutuyu açtığımda aynı ezgiyi duydum ve babamın hediye ettiği gömleği gördüğümdeki o dokunuşu hissettim.
Kalp, çok odacıklı bir organımızsa eğer (biyolojide de kopya çektiğim için tam bilmiyorum) bu oda, evin arka tarafındaki bahçeye açılan gizli bir geçitte saklı, onu anladım.
Sonunda bahçeye çıkma hissi ise çok güzel.
Teşekkürler Merve, aynı melodiyi duymak, Kumkurduna sarılmak ve onunla sohbet edebilmek çok güzel...

* Bu ezgiyi tanımlayabilseydim Buena Vista Social Club'tan Chan Chan derdim :)


Devamını oku »

28 Aralık 2015 Pazartesi

2015 Nasıl Geçti :)

Bu sene bizim için maşallah pek hareketliydi.
Senenin ilk ve en güzel haberi canım yeğenim Ayça'ya kavuşmam oldu, yaşasın teyzoş olmak :)
Mart ayının sonundaki Avusturya Gezisinin içerisinde pek fazla "Avusturya" olmasa, bolca ev dinlenmesi olsa da biz yine de keyif aldık.
Nisan-Mayıs gibi başlayan kıpırtılarla evimizi değiştirdik, Ankara'nın başka bir ucuna taşındık, Elif'i kreşe verdik (14.5 aylık) ve ben işe döndüm.
Sanırım az buz şeyler değil bunlar :)
Aradan tam 6 ay geçmiş ve bu aylar nasıl geçmiş bilmiyorum.
Daha çok bir şeylere alışma haliyle ve koşturmacayla geçti diyebilirim.
2015'in başlarındayken sonunu iş yerinde yazacağımı hayal etmemiştim.
Sanki o an'lar çok uzaktaymış gibi geldi ama düşününce bu koşturmacada insan dün yediği yemeği bile unutmuş oluyor. Bezelye miydi yoksa buzluktan annemin bıraktığı yemeklerden biri miydi? Mercimek çorbası olduğunu hatırlıyorum ama çünkü onu hayatımda ilk defa yaptım, "aa ne kolaymış, niye daha önce yapmamışım ki" dedim. Dün ile ilgili hatırladığım bir şey daha var, yazmazsam olmaz. Eve gittiğimizde uykusuzluktan ve alakasız haberlerden dolayı canım sıkkındı, kendimi "asfalta yapışmış sinek" olarak tarif ediyordum ki bence sinek benden daha mutluydu, en azından uyumuştu :) Neyse işte eve gireli 5 dakika geçmedi ki karşı komşum benim çok sevdiğim pişiyi sıcak sıcak göndermiş. "Heyooo" diye dans ettim resmen ve "hayat güzel yahu" cümlesiyle asfalttan kalkıp normal hayatıma döndüm. O tarifi kesinlikle almalı ve kızartma yapmamama rağmen arada pişi için bu kuralımı bozmalıyım. (böyle yazınca off sağlıklı ve doğal anne gibi oldum, "biz kızartma yapmıyoruz", bizde durum ve sebep daha farklı ama konu çok uzadı, hazır asfalttan kalkmışken yoluma devam edeyim :) İnsanın bakış açısını bir adet "pişi" değiştirebiliyormuş meğerse, yaşasın. Ben bir de kahvenin böyle olduğunu düşünüyorum. Midemi delmese neskafemi de süt tozu olmadan içmek isterim ama asıl mutluluğu gerçekten Türk kahvesi yapıyor, elbette ki sade. Yanında 1 adet minnak çifte kavrulmuş lokum da varsa hele- lokum, çok küçükse 2 de olur - :) Çikolata ve dondurma beni mutlu eden yiyecekler değil ne yazık ki. Çikolata deyince aklıma Eda gelir, kahve deyince de annem. Günde 1 adet mutlaka içer, içmezse olmaz :)
Konu ne kadar dağılmış böyle.
2015ten bahsedecektim, oraya aynen geri dönüyorum.


2015 tüm bu sebeplerden dolayı bizim için ilk yarı ve ikinci yarı olmak üzere 2'ye ayrılıyor.
İlk yarıda Elif ile evdeydik ve evimizin çevresinde insanlardan çok tilkiler dolaşıyordu(abartı), ikinci yarıda ise Elif kreşte, ben iş yerindeyim, tilkileri de uzaktan seviyoruz.
Sabah evden 8 civarı hep beraber çıkıp akşam 18.30 civarı yine hep beraber eve girmeye,aynı anda ertesi günün yemeği, varsa çamaşırı/ütüsü, belki biraz ev toplaması, çocuğumla da vakit geçireyim hallerine yavaş yavaş alıştık. Bu da ayrı bir yazının konusu olur ama, bence rutin iyi bir şeydir. Rutin demek bence, her şey yolunda, sağlığımız yerinde demektir. Arada yemeğe tuz yerine şeker atıp eğlenmek nasılsa bizim elimizde :)
(Konudan kopukluk olmadan devam edeyim ama bu yazıya başlayalı birkaç hafta olmuş, 2015 bitmeden bitirebilecek miyim acaba)
2015te bir de güzel bir ekibe dahil oldum ve hep beraber kitap okumaya başladık. Arada yanlış anlaşılmalar da üzüntüler de oldu (şimdi geriye bakınca 'iyi ki olmuş' diyorum) ama geneli oldukça keyifliydi, bana çok şey kattı. Bu yazıyı okuyorlarsa onları tek tek öperim :)
2015'in 2. yarısında kendimce aydınlanmalar yaşadım. Ben bu aydınlanma işini çok katmanlı bir çiçeğe benzetiyorum. Çiçeğin en altında (teknik ismini bilmiyorum, tomurcuk mu?) çok değerli bir hazine varmış mesela. Ama kendini korumak istediğinden üzerinde bir dolu katman/kat da varmış. Güzel bir şeyler yaşadığında ya da yeni bir şey öğrenip ferahladığında kendini güvende hissedip katlarını tek tek açıyormuş. 2015'te benim 2 katmanım açıldı mesela.
1. Doğaya bakış açım değişti.
2. Günün Mutluluk Sebepleri, güzel şeylerin gözümün önünde olduğunu hatırlattı. Başka yerde arama diyerek :)
Bu başlıkları buraya daha detaylı yazmayayım ama her ikisi için de bolca şükrediyorum, hayatımı güzelleştirdikleri için.
Bu farkındalıklar, güzellikler olmasa buraya muhtemelen: "hala çok uykusuzum, bu sene de uykusuz geçti" derdim. Ama demiyorum. Daha doğrusu demek istemiyorum.
Genel olarak 2015,
1. yarı: Ev, Elif, Taşınma, Hayat Değişikliği
2. yarı: Kreş, İş, İşe Yeniden Alışma--Doğa, Farkındalıklar, Mutluluk Sebeplerini Görme
olarak geçmiş diyebiliriz.
Sosyal medya konusunda yazdığım yazıdan sonra yine aydınlandım (bir katman daha açıldı) ve bu sayede instagram kullanımım ben farkında olmadan azaldı, ne de iyi oldu :)
Arkadaşlıklar konusunda da yazacak çok şeyim var ama kararsızım. Birini unutabilirim, demek istediğimi yanlış anlatabilirim endişelerim var. Genel olarak hitap edecek olursam, bana yazdıklarınızla, söylediklerinizle, hissettirdiklerinizle, el emeklerinizle ve hatta yaşattığınız hayal kırıklıklarıyla çok şey kattınız hayatıma, çok teşekkür ederim.
Bu sene sanırım canım kardeşim Edoşumu en az gördüğüm sene oldu ve sanırım ne yazık ki bu sıklıkla devam edecek. Uzakta da olsak, birbirimizden siyah ve beyaz kadar farklı da olsak, hep aklımdasın şeker :)
Her şey için çok şükür, bin şükür :)



Devamını oku »

21 Aralık 2015 Pazartesi

Bugün 21 Aralık ve 2. Doğa Günlüğü

Coğrafya derslerinde görüp ezberlediğimiz "hayat bilgisi"ni hayata geçirmeye karar verdim yavaş yavaş.
Annemin yıllardır "bugün en uzun gün esra", "bu gece en uzun gece, bugünden sonra geceler kısalıyor esra" cümlelerinin içi boş kalmamalı değil mi?
Bugün 21 Aralık.
Bazı günler güzeldir ama özel bir sebebi yoktur, 21 Aralık da benim için öyle.
Yıllardır severim, belki asal sayı diye diyecektim ki fark ettim 21, 3 ve 7'ye bölünebiliyor :) (Tangül, Pelin ve Selcen burada kafalarını duvara vurdular :)
Lafı uzatmayayım ama "21"i severim, "17"gibi (ki, o kesinlikle asal, eminim :)
Bugün iliklerime kadar soğuğu hissettiğim bir gün/bu senenin ilk günü olarak kayıtlara geçsin.
PTT'de sıra beklerken ilk defa sırtım üşüdü, demek ki kış sahiden gelmiş.
Gün dönümlerini Yıldızlı Sevgi kitabından hatırlıyorum, kitabı benim için unutulmaz yapan ögelerden biriydi gerçekten.
Doğa'ya biraz daha yakından bakmaya başladığımdan beri aslında değişimi fark ediyorum. Masamdaki kozalaklar ve yapraklar gibi. Geçen hafta kocaman bir yaprak bırakmıştım masama, Pazartesi işe geldiğimde 1/3'i kalmıştı geriye, o kadar büzülmüş ki. Masamdaki doğa dünyasını bu yüzden çok seviyorum, gözlem yapabiliyorum onlara bakarak.

Bu şeyin adını bilen var mı?
Bugüne özel değişik bir şey yapmaya karar verdim.
Şimdi aklıma gelmedi ama akşama kadar bulurum bir şey.
Yakınlarımda kıvırcık kuzenler olsa onlara masal anlatırdım.
Gerçi ben masal da bilmiyorum ama Elif'e anlattıklarım gibi uydururdum bir şeyler: "sonra kaplumbağa demiş ki, of başım başım..." Bu da karabalığın aslında. Kendi anlattıklarımdan bir şey hatırlayamadım yazarken. Neyse bir şekilde yakın olsaydık kıvırcıklarla veya 3 yavrulu kızıl saçlı ejderha sürücüsü olmak isteyen arkadaşımla - ki bence ona "büyücü" olmak daha çok yakışırdı- bir şeyler anlatırdım.
Çünkü bugün 21 Aralık.
En uzun gece.
Masallar anlatıldığını da buradan okudum, çok hoşuma gitti.
Oyunlar da oynanıyormuş aslında, en son ne zaman ne oynadığımı hatırlamıyorum ama ben, ne kötü.
Bugünden itibaren doğa günlüğüme- kış gözlemleri yazacağım sanırım.
Mesela şöyle:
"Bugün 21 Aralık. Yürürken nefes aldığımda burnumdan içeri giren soğuk hava ciğerlerime kadar gitti(başka nereye gidecektiyse), sanırım orada büyük bir dağ oluşturdular: soğuk duman dağı. Öğlen gözlem yapamadım çünkü üşüdüm. Diğer günler daha kalın giyinip dışarıda olmayı planlıyorum."
"Bu yazıyı yazarken çok utandım, hemen giyinip aşağıya inip en azından 10 dakika da olsa doğaya bakmaya gidiyorum. Tutmayın beni."
                                                                                   ***
Gittim, 15-20 dakika sanırım durdum dışarıda ve bolca güzellikle karşılaştım. Gezerken soğuğu hissetmedim ama döndüğümde hissettim, ne üşümüşüm meğerse :)
Hiç aklımda yokken 2. Doğa Günlüğünü de tutmuş oldum.
İlki buradaydı, orada topladıklarımı Semra ve oğlu Kağan ile değiş tokuş yapacağız bu hafta, yaşasın.
Bu gezinin ganimetlerini isteyen olursa yine haberleşelim :)
Bu sefer değişik bir şeylere de denk geldim.
Mesela at kestanesi ağacının yaprakları dökülmüş hali şöyleydi:

Bir de şu şekilde "yenmiş" meyveler vardı ama kim bir ısırık alıp bunları bıraktı anlayamadım. Böyle bir dolu vardı çevrede, ilginç.
Arı larvası demişlerdi bu yaprakların üzerindekilere daha önce, doğal yaşamı bozmayayım diye pek dokunmadım onlara:
Ve Gizli Bahçe:
Bugünün en güzel gelişmesi, "Doğa Arkadaşımın Kutusu" oyununa Elif adına katılmış olmam oldu :)
Çok heyecanlıyım, umarım güzel şeyler toplayabiliriz :)
Bugün 21 Aralık.
Hiçbir şey yapamasam da hayatım(ız)daki güzel şeyleri fark edip onlar için şükredebilirim.
Yapabilirim bence bunu :)



Devamını oku »

17 Aralık 2015 Perşembe

Sosyal Medya

Bu konu hakkındaki daha önceki yazılarıma baktım ve giriş aynı, bir şeyler yazmak istiyorum ama yazmaya çekiniyorum.
"Takılma bunlara" deyip geçmeye çalışıyorum ama bazen de yapamıyorum demek ki, neyse umarım kimseyi kırmadan bir şeyler yazıp içimde birikenleri doğruca anlatabilirim.
Sosyal medya konusunda hoşlanmadığım şey, samimiyetsizlik.
İnstagramı yoğun olarak takip ettiğim zamanlar, evde Elifle baş başa olduğumuz, dünyada neler yaşandığını merak ettiğim zamanlardı.
Benim için bir nevi değişiklik oluyordu.
İyiydi, hoştu ama herkes mi güzeldi, her şey mi yolundaydı, bilmiyordum.
Birine bir şey hediye edilmek istenirken asıl amacın hediyeyi vermek değil de, benim duyurumu yapın mantığı olduğunu da çok sonra öğrendim. (neden böyle yapıldığını anlayamıyordum, hala da anlamıyorum)
Zamanla anneliği, bir meslek olarak görenler olduğunu, yaptığı paylaşımlarda sadece iyiyi, güzeli, doğruyu paylaşarak hep anne tavsiyesi verdiklerini gördüm.
Bu yanılgıya zaman zaman kendim de düştüm, düşmüşüm, düşüyorum :)
(Geçen gün bir arkadaş sadece hamile olduğunu söyledi, ben de "bak miden kötü olursa gaviskon al" diye başladım, kız da şaşkınlıkla "yoo kötü değil" dedi. O an bir duraksadım, demek ki yanılgıya böyle düşülüyor :) Kız, benimle sadece mutluluğunu paylaşmış, bana bir soru sormamış etmemiş, hemen niye akıl vermeye çalışıyorsam. Kendime kızdım. Bir daha hamile görürsem o sormadan tavsiye vermek yok.)
Anne olmak bir insanı sadece kendi çocuğunun/çocuklarının uzmanı yapıyor bence;
illa her çocuğun uyku eğitimi alması, emziği bırakması, tuvalet iletişimi kurması(eğitimi dersek yandık :), evde sağlıklı besinler yemesi ve asla çikolata tüketmemesi mi lazım?
Neden?
Çünkü doğru olan bu. (Kime göre?)
Bu yanılgıdan çıkmayı, takip ettiğim anneleri "anne" yönünden ziyade "insan olma" yönüyle takip etmeye başladığımı yavaş yavaş fark ettim.
Öğrenen olmaya çalışırken aslında sadece parmak sallayan ve durmadan şikayet eden öğreten anneler/insanlar gördüm.
Acaba neden sadece kendi yolumuzda yürüyemiyoruz, merak ettim.
Cevabı hala bilmiyorum.
Sosyal medyada  anneliğin ötesinde durumlar da gördüm.
Bir insanı ve okuduğu kitapları seversiniz belki ama yaptığı paylaşımlar yoğun reklam içerikli ise bunlardan hoşlanmıyor olabilirsiniz. Bu, doğa değil mi?
Ve bir tercih yapıp "kitaplar güzel ama reklam pek sevmiyorum" deyip kişinin paylaşımlarını görmeyi bırakmanız halinde başınıza geleceklere de hazırlıklı olmanız gerektiğini sosyal medyada öğrendim: "Şok oldum, beni takip etmeyi nasıl bırakırsın? Sen zaten..."
                                                                               ***
Sosyal medyada yaşanılan bazı şeylerin mahalle baskısından farklı olmadığını düşünüyorum.
Bugün dark side'a geçiş günü, yoksa sen daha kutlamadın mı? A-aa!!!
                                                                               ***
Bazen instagrama bir şeyler yüklerken kararsız kalıyorum. "Bunu neden paylaşıyorum ki?" diye.
Bu sorgulama sanırım hiç bitmeyecek :)
Ben bu çekincedeyken farklı zaman aralıklarında baktığımda şunu da görüyorum: sosyal medyada yaşayanlar var :)
"Evleri yok mu acaba?" diye düşünmüştüm.
Sonra aklıma geldi, bir başkası da benim için aynı şeyi düşünüyor olamaz mı?
Olabilir :)

                                                                              ***
Geçen günlerde de sosyal medyada gereğinden fazla vakit kaybettiğimi gördüm. "Timeline" dediğimiz şeyde gerçekten güzel şeyler oluyor, özellikle de yurtdışında çizim yapan bazı isimlerin paylaşımları beni çok mutlu ediyor.
Ancak bu durumun bir boşluk doldurma, sıkıntı giderme halini aldığını ve beni yapmam gereken/yapmak istediğim işlerden alıkoyduğunu üzülerek fark ettim.
Momo'daki Duman Adamlar, kesinlikle sosyal medyaya sızmış durumda.
"Momo" demişken de aklıma geldi.
Ne kadar çok anne kitap tavsiyesi veriyor :)
İlk başta bu durum benim çok hoşuma gidiyordu ve bilmediğim kitapları öğrenmeme vesile oluyordu, yaşasın.
Ancak şu an öyle değil, paylaşımlar arttıkça gördüğüm şey sadece ne yazık ki fazlaca tüketim oldu.
"Onu da okudum, bunu zaten okudum, şu harikaydı, o benim efsane yazarım" ile başlayan ve biten ifadeler beni yordu.
Kitapların içeriğinden/özünden çok, "ne kadar okuduk" ve "en son çıkanlardan kaç tane okuduk" kısmına takılıyoruz sanki.
"Bakın biz hep kitap okuruz, bakın biz hep doğadayız, aa ama baksanıza kime söylüyorum?" cümleleri duydum :)
O yüzden de ben ilk başlarda Elif ile okuduğum kitapları paylaşırken artık paylaşmıyorum instagramda.
Bunu yazarken de oğluyla/kızıyla "buakşambunlarıokuduk" etiketiyle paylaşım yapan anneleri kasettetmediğimi özellikle belirteyim ama asıl takip ettiğim şeyin kitaplardan ziyade tatlı yüzlü bebeleri olduğunu da yazayım :) Evet onlar kitaplardan çok daha tatlı :)
                                                                              ***
Bebek beklerken bence yaptığım yanlışlardan biri internete ve uzman annelere fazla bakmak olmuş. Bu uzmanlık hangi okulda veriliyor bilmiyorum ama hangi oto koltuğu iyi, hangi kitapları okumalıyız, çocuğumuzla nasıl konuşmalıyız, evde ne gibi aktiviteler yapmalıyız (aa yoksa siz aktivite-siz annelerden misiniz? :) konusunu en iyi onlar biliyordu.
Ben, karnı burnunda halimle mi bilecektim bunları? Peh! :)
Neyse ki Elif doğduktan ve bir zaman geçtikten sonra ben de Elif'in ve kendi anneliğimin uzmanı oldum. Yaşasın!
Bundan böyle aldığım oto koltuğunda, yaptığım yemekte, oynadığım oyunda ve okuduğum kitapta suçluluk duymayacaktım. Duymadım. Duymuyorum.
Bu farkındalığı yaşayabildiğim için çok şükür :)
                                                                            ***
İşin içinde sanallık olunca insanlar normalde söylemeyecekleri şeyleri orada söyleyebiliyor, ortada hiçbir şey yokken tartışabiliyor veya alınganlık gösterebiliyor.
Bazen düşünüyorum, kendimizi çok mu abartıyoruz acaba diye.
Amaç, keyif almak ve mutlu olmaksa en güzeli kendi dünyamızda kendi yolumuzda ve samimi arkadaşlarla olmak değil midir?
                                                                           ***
*Bu konuda şu yazıyı da okumanızı tavsiye ederim.







Devamını oku »

16 Aralık 2015 Çarşamba

Yeni Yıl Kartları - 2015

2013 ve 2014teki kartlarıma bakınca zamanın nasıl da çabuk geçtiğini, ne tatlı arkadaşlar edindiğimi ve kart konusunda (yalan yok) kendimi geliştirdiğimi gördüm :)
Kesimlerin hemen hiçbiri hala benim değil, bizde o işlere karabalık bakar, santim şaşırtmaz. Bana kalsa ters ve yamuklarla o kağıdı mundar ederim.
Bu sene de olay şöyle başladı, tee Ekim ayıydı ve ben "nasılsa hızlı yapamıyorum, Aralık'a kadar ancak yetiştiririm, şimdiden başlayayım yapmaya" dedim.
Karabalık dedi ki:
"Aklında nasıl bir şey var ve kaç kişiye göndereceksin?"
Hmmm,
Plan insanı olmak böyle olsa gerek.
Listem çok değişti, eklemeler oldu ama sonunda bizim mahalledeki kırtasiyecide istediğim kartonları buldum.
Oradaki amcayı, oranın havasını, Elifin ne zaman girsek çok mutlu olmasını seviyorum.
Birkaç seferin sonunda amca dayanamadı zaten:

"Kızım siz öğretmen misiniz?"
"Yok"

"Kartpostalları hani hep çocuklar ödev için alıyor da"
"Yok ben onları yurt dışına gönderiyorum."

"Bu kartonlarla kızınıza bir etkinlik mi yapacaksınız?"
"Yok, arkadaşlarıma yıl başı kartı hazırlayacağım"

Bir daha bir şey sorduğunda sırf üzülmesin diye "evet aynen öyle" diyesim var :)
Birkaç seferin sonunda topladığım kartonları uygun ebatta kestik.
Aklımda yaprak toplamak vardı.
Topladım.
Ben onları yapıştırıncaya kadar (doğal olarak) kurudular.
Bir daha yaprak toplayana kadar yağmur yağdı.
Bekledim.
Yaprakları topladım, ki işyerinden bana yardım eden arkadaşlarım oldu :)
Onları kurumadan yapıştırdım.
Ve kartları oluşturmaya başladım.
Herkesin kartı aşağı yukarı aynı olsa da yaprağı farklı oldu :)
"Benim yaprağım"ı da kimseye vermeye kıyamadım.
Bu yaprak beni anlatıyor gibi geldi :)
Renk değişimleri çok güzel ve "mükemmel" ya da "eksiksiz" değil ama bu durum "bütün"e zarar vermiyor. O da benim kendime yeni yıl kartım oldu :)




4 seferde kargolarımı hallettim, annemler burada olmasa 10 seferde ancak yapardım :)
En çok adres toplamakta ve onları doğru yazmakta zorlandım.
Umarım yanlış kişiye yanlış kart gitmemiştir :)

Yaprak toplamak en keyifli kısmıydı,
Çok şükür ve çok teşekkürler tüm sevdiklerim için :)

Devamını oku »

15 Aralık 2015 Salı

Doğa Günlüğüm 1

Geçen yazıdan sonra aldığım bir takım kararlar vardı, mesela fırsat bulduğun an'larda doğada olmak gibi, onu uygulamaya bu öğlen başladım.
Önce karnımı doyurdum ki aman başım falan dönmesin, tansiyonum düşmesin diye :)
Sonra düştüm yollara.
Aradığım şeylerin çok uzağımda olmadığını biliyordum.
İş yerine yakın bir parka ve iş yerinin hemen yakınındaki ağaçlıklı alana gidince benim için bir hazineyle karşılaştım.
Olayın başlangıcı:
Elmasız yapamam :)
Altında oturduğum ağacı çok sevdim, kendisinin ismini bilmiyorum ama dikenliydi. Yoksa çam mıydı?
Bugün neyi fark ettim?
Doğada gezerken ve keşifler yaparken çaktırmadan spor yapıyor insan, yaşasın :)
Ve ilk günün ilk ağacı:
Aslında bu, gördüğüm 3. ağaçtı ama(yakından baktığım) ilk olmasının sebebi, kendisini tanımış olmam, işte o bir İĞDE çünkü altında iğdeler var :) (bulmaca çözdüm sanki)
Günün en değişik çekimli ağacı,bu buğuyu ben yapmadım, çekerken güneşin açısından oluşmuş:
Bu ağaç da ilk ağaç gibi çam mı yoksa?
Doğayı iyi bilenler lütfen benim yazılarımı okumasın, "yok artık bu kız nerede büyümüş/yaşıyor" diyebilir :)
Günün tatlısı:
Bunlar mimoza değil mi?
Gördükçe mutlu oluyorum :)
Ta taaa
Geçen yazıda bahsettiğim "çer çöp takas" etkinliği için ilk topladıklarım.
İnstagramda da duyurdum ama "ben varım" diyen olmadı.
Bu güzellikleri almak isteyen ve bana kendi yöresinden çer-çöp göndermek isteyen olursa çok sevinirim.
Ve günün canlısı:
Salyangoz, canlı gibi duruyordu ama emin değilim.
İlk gün maşallah çok güzel geçti benim için.
Darısı diğer günlere :)
İş yerinden bir arkadaşıma bir kozalak hediye ettim, sevindi.
Sabah ilk saatlerde okuduğum şu yazı da hala aklımda, bence mutlaka okuyun.
Bir de bugün çok şükür o kadar güzel paketler aldım ki, çok mutlu oldum.
Bir tanesi ile hala bakışıyoruz ve ben hala şoktayım.
Şokta olmak nasıl desem, hani çok yüksek bir yere çıkarsın, doğa harikadır ve orada şöyle hissedersin: o yüksekten bir an soğuk suya atladım, aşağıda nefessiz kaldım, çıktığımda 'bu harika ve yeniden yapmalıyım' dedim çünkü yaşadığımı hissettim. işte böyle hissettim, gözümden yaş geldi. (nasıl devrik bir ifade olduysa)
Hala şokta olmasam daha da yazardım :)

Devamını oku »

13 Aralık 2015 Pazar

Mutlu Yıllara Edoş :)

Kardeşinin olması başlı başına güzel bir şey ama insanın kız kardeşinin olması bence ayrıcalık :)
Küçükken kedi-köpek gibi olsanız, siz doğduğunuzda kardeşiniz(ablanız) güneşi siyah çizse bile öyle.
Kız kardeş güzel bir şey.
Şimdiye kadar istisnalar haricinde Edoşla doğum günlerimizde genelde birlikte olduk.
Farklı şehirlerde yaşadığımız zamanlarda bile bir araya gelme vesilesiydi aslında doğum günleri.
Şimdi her şey değişti.
Eda Adanaya taşındı ve artık Ayça var, bizde de Elif :) Ha deyince uçağa atlayıp gidemiyorsun :(
Geçen sene yine bir vesile olmuştu ama bu sene denk gelmedi ve Edoşla ayrıyız.
Ergenlik dönemlerimizde olsak "ıyy uzak dursun benden" derdik birbirimize, ben onun Tarkan şarkıları dinleyip ağlamalarını anlayamazdım, kim bilir o da benim nelerimi sevmezdi. Hatırladığım kadarıyla hiç anlaşamazdık.
Sonra büyüdük, araya mesafeler girdi ve birbirimizin kıymetini anladık.
Oysa küçükken tam olarak şöyleydik, ben Eda'nın yanından ayrılmaz ve onun bütün işlerini -bence- bozardım :)
Seninle okula geldiğim için nasıl da mutlusun ehehehe:)
Aynı kıyafetler giydirirlermiş, sebebi ne olabilir ki :)
"Bak yavrum sevmesen de kardeş diye bir şey var, onu kaybedersen ve kim olduğunu bulamazsan aynı elbiseli sarı kafa birini ara" :)
Bu anıları insan unutabiliyor çünkü çoook eski tarihliler (28 sene vardır)
Ama bir de yakın tarihli olanlar var ki:)
 "Niye kardeşim diyorsun ablana?" diye soranlar Eda ile tanışınca sebebini anlıyor :)
Tam bir "yay" burcu çünkü o, ayakları yere basmasın da yaylanarak gezinsin yeter :)
*Serra burada seni andım, "özgürlüğüne de düşkündür kardeşin o halde", "evet hem de fazlasıyla" :)
İyi ki doğmuşsun,
Can kardeşim,
Elifin teyzoşu,
Ayça'nın anası
Öğrencilerinin "Eda teacher"ı
Nice Mutlu Yıllara
"I love you" :)

Devamını oku »

12 Aralık 2015 Cumartesi

Sevdiğim, Doğa :)

Doğada keşifler yaparak büyümedim.
Ormanda "gizli bahçem" olmadı.
Ağaç evim de olmadı.
Doğada gördüklerimin adını koymakta hep zorlandım, "Bu ne ağacı?", "Aa bitki mi o, ben çiçek sanmıştım."
Evde büyütmeye çalıştığım menekşeler hep küstü, fesleğenler de kurudu. (bir ara da Lokum yemişti.)
Yanımdan bir kuş geçtiğinde onu sadece "güvercinse", "evden kaçmış muhabbet kuşuysa" veya "karga" ise tanıyabiliyordum. Diğerleri "başka bir tür"idi, o kadar.
Bir "köy"ümüz olmadığı için karabalığın ananesinin köyüne gittiğimizde 7 oluklu çeşme bana dünyanın en tarihi şeyi gibi gelir(di)
Yılın hangi mevsiminde hangi bitkilerin dallanıp budaklandığını, hangi coğrafyada ne yetiştiğini sadece ezberlediğim coğrafya derslerinden biliyordum. Konya tahıl ambarı, Egede zeytin var, Karadeniz çay ve fındık gibi :)
"Çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı?" Bilmiyorum.
Tavuk ve yumurtası bilmecesinde olduğu gibi bir cevabı olmalı bu sorunun: "gezerken okuyan biri çok bilir çünkü görerek öğrenmiştir, unutmaz."
Yukarıda saydığım geçmiş zaman ekiyle kurulmuş cümlelere ne zaman ve nasıl bir sünger çekildi bilmiyorum, bunu hatırlamıyorum.
"Bir anda" değil ama "yavaş yavaş" bir şeyleri "görmeye" başladım. Önümde buzlu bir cam varmış da ben ona "hoh" demişim ve sonunda dışarıyı görebilmeye başlamış gibiyim. Tuhaf ve eğlenceli.
İlk olay sanırım şöyle başladı. Ekim ayı gibiydi, iş yerinin civarında bir dolu at kestanesi vardı ve ben onları toplamaya başladım, eve götüreyim masama koyarım diye. Unuttum. Ertesi gün bir taş gördüm eve götürürüm diye. Unuttum. Ertesi gün mimoza (bunu da yeni öğrendim) gördüm ve yine eve götürmeyi unuttum. Derken onların iş yerindeki masamda bana mutluluk verdiği için yerlerinin orası olduğunu düşündüm. Hemen hemen her gün yeni bir şeyler eklenince masam şöyle bir şey oldu ki son hali burada yok :)
Sağdaki sarı yapraklar sayesinde şunu öğrendim: topladığın yaprakları kısa sürede kitabının arasına koymazsan onlar kurur ve sen onları bir yere yapıştıramazsın. Bunu birinden öğrensem bu kadar kalıcı bir öğrenme olmazdı. Yeni yıl kartlarını hazırlarken o yüzden biraz zorlandım çünkü topladığım yapraklar hemen kuruyordu. (niye acaba :)
Ama en bomba olanını kozalaklarda yaşadım. Onların durduğu yerde açılabildiğini bilmiyordum. Ben de "kapalı kozalaklarımı kim aldı ki?" diye düşünüyordum.
                                                                          ***
Yazın annemlerin oradan getirdiğim taşlar, hala yazamadım ama, Yıldız Kız'daki "mutluluk vagonu" projesi içindi, fıstıklar da midem için :) (meğerse iki yazıda birden yazmışım, hafızam şahane, yazılar burada ve şurada)
İsimlerini bilmiyorum ama "succulent" buysa, bizde sanırım "succulent" var :)
                                                                                 ***
İş yerim doğa konusunda benim için oldukça güzel hazinelerle dolu aslında.
Öğle aralarında ve bazen çok bunaldığımda bir 15 dakikalık temiz hava molası almak bana iyi geliyor.




En son fotoğrafta soldaki yuvarlakları "yaprak mantarı" sanıyorduk ki sanırım öyle bir şey bile yokmuş. Meğerse onlar arı larvasıymış. Yasemen bize, arı yavrularına siz bakın, ben Elife bakarım demeseydi durum daha farklı olabilirdi :) Neyse ki onları doğaya geri bıraktım :)
                                                                                ***
Geçtiğimiz haftalarda gittiğimiz Seğmenler Fotoğraf Çekme ve Doğayı Keşfetme Günü ben 23 Nisan temsiline çıkacak çocuklar gibi şendim :)
Niye hazıroldayım bilmiyorum :)

Toprak, yaprak, ağaç ve Elif :)
O gün doğadayken de kendimi "yıldız kız" gibi özgür hissetmiştim. (Ülkü, aklıma sen geliyorsun "yıldız kız"dan bahsedince) Hatta şu tatlı fotoğraf da o günden, belki bu fotoğraf için de bir hikaye yazarım, kim bilir :)
Doğayı keşfetmek ve doğanın içinde olmak her zaman sevdiğim şeylerdi ama ben hiç farkında olamadım, olamamışım. Ekim ayı öncesinde çektiğim birkaç kare yakaladım arşivimde.

Pikniği, Adana dürüme bile tercih ederim (çok aşırı özlemediysem :)




 Bu görsele kaynak veremedim çünkü çok önceden yani Gizli Bahçe kitabını okuyup "kızılgerdan" kuşunu araştırırken eklemişim dosyaya. (Görselin sahibi hani olur da burayı görürse diye kaynak belirtemediğim için özrümü yazayım.)
Son zamanlarda bildiğim 3 çeşit kuş türüne (güvercin,evden kaçmış muhabbet kuşu, karga) ekleme yapmak istediğimi belirtebilirim. Bunun için sahaftan bulduğum Tübitak Yayınlarının birkaç kitabı beni bekliyor :)
Doğa konusunda beni en çok etkileyen de zaman geçiyor algısını yaşamam oldu. Bunca yıl fark etmemiş olmam ne garip değil mi? Hayatı sadece yaz, kış, ilkbahar ve sonbahar olarak görmem; "yazın sıcak olur meyve yeriz, baharda ağaçlar tomurcuklanır, kışın kar yağar doğada bir şey olmaz ki, kestane yeriz, son baharda ise balkabağı olur yaprak olur" şeklinde kendimi kısıtlamam ne kadar sığ geldi. Eskiden olsa bu duruma "vah tüh" derdim ama şimdi hiç öyle hissetmedim. Ekimden beri kendimce bir şeyler biriktirdim ve onları çok sevdiğim için sakladım. Saklama yöntemimden emin olamadım aslında, neticede yaprak bir canlı ve ben ona uhu sürdüm ama aklıma başka bir şey gelmedi. (başka yöntem bilen varsa yazsın)


Bu görseli de bugün çektim, kkk buluşması sırasında işe doğru yürürken. Ucunda kalem olsa yazacağım neredeyse :) Akşam işyerinden ayrılırken baktım, iyice içe doğru kıvrılmıştı, çalışma masamdakiler doğa gözlemim için bana çok iyi kaynak oldu.
(Facebookta "Doğa Arkadaşım"diye bir grup ve etkinliği varmış sanırım ama facebook hesabım olmadığından katılamadım, sanırım pek güzel bir şeymiş.)
Yazıyı buraya kadar okuyabilenlere bir minik sürprizim var :)
Benimle çer çöp değiş tokuşu yapmak isteyen olur mu?
Bu ne demek?
Doğada gördüğümüz yaprağın, dalın, kozalağın, yere düşen bitkinin...kısacası doğada gördüğümüz ve bizi mutlu eden "şeyleri" toplamak ve bir zaman sonra birbirimizle bu birikenleri değiştirmek :)
Doğada gördüğüm çoğu şeyin adını ben de bilmiyorum ve benim size göndereceğim zarftakilerin bu sebeple ismi olmayacak. Ben de sizden isim istemeyeceğim. (ne yaprağı gibi)
Sadece değişik coğrafyalardaki ve sizin bakış açınıza yansıyan doğayı merak ediyorum, o kadar :)
Katılmak isteyen olursa buraya yorum da yazabilir, bana 2balik1kedi@gmail.com'dan mail de atabilir.
Son tarih de yok.
Doğa, gördüğüm kadarıyla kendi döngüsünü tamamlıyor sürekli olarak ve bir şeyler -biz müdahale etmediğimiz müddetçe- bitmiyor, şekil değiştiriyor.
Sevgili Gece, senin yazdığın yorumdan sonra "doğa gözlemleri" yaptım, çok teşekkürler önerin için.
Aklıma Haiku düştü yine, benzedi mi tam bilmiyorum, ölçüleri aklımda değil ama bugün "doğa" için yazdığım haiku şöyle:

Doğa
Ne güzelsin
İçimde



Devamını oku »

8 Aralık 2015 Salı

Günün Mutluluk Sebebi 16: Kartlar, Ağacım ve Yırtık Gömlek :)

Günün Mutluluk sebeplerini yazmaya başlayalı ne kadar olmuş bilmiyorum(bakmadım) ama 16. maddeye kadar geldiğime göre epey sebep birikmiş, ne mutlu bana :) Ve çok şükür diyeyim öncelikle.
Arkadaşlarımla başlayayım çünkü daha önce bu kadar tatlı insanlarla arkadaşlık kurmamıştım.
Beni en çok şaşırtan posta Filizden gelendi sanırım. İçinden o kadar çok şey çıktı ki, her birine ayrı mutlu oldum. Ama en çok Eylül'ün benim için yaptığı resme.

Filiz ben sana "Fareler ve İnsanlar" kitabını okumadım demiştim ama yanılmışım, üniversitedeyken ödünç alıp okumuştum ama tamamen unutmuşum, seçimin çok iyi oldu. RD Amcanın kitaplarındaki Hemingway etkisiyle tanışmak istiyordum. Sanırım tüm kitaplarını "Yazar seçkisi" ile okuyacağım.
Bu yazıda kronolojik sıra yapmadım ama yapsaydım ilk sırada Damla ile buluşmamız olurdu. "Keşke Gerçek Olsa" isimli blogu var diye ona hep takılıyordum, "ah bir yüz yüze görüşsek, keşke gerçek olsa damla" diye. İstanbula gidebileceğimi sanmıyordum ki... Damla, Can'ın okul gezisi ile Ankaraya geleceğini söyledi. Ve biz buluştuk. Ve ben çok mutlu oldum.


Aynı günlerde Şirin'in mektubu ve Ayça'nın hediyesi ulaştı, o gün hangisine bakacağımı şaşırmıştım. Şirin'in mektubundan Alice çıktı, Ayça'nın kargosundan ise "Cimcime" :) Tam ortadaki sarı kartta ise Şirin'in benim için yaptığı tatlı çizim var. Bu arada hala geç değil, hemen Dünyalı Dergi alın ve pek neşeli çıkartmalarıyla ve konularıyla eğlenin.


Geçtiğimiz gün ise Özlem'in kartları kişisel posta sistemiyle geldi, Harry Potter sistemi :) Ne komik olurmuş değil mi Özlem, hazır Londradayken :) Onları paylaşmayayım ama her birini çok aşırı sevdiğimi belirteyim. Hele bir tanesi var ki... (Yok yok demeyeceğim)
"Doğa" konusunda ayrı bir yazı var aklımda aslında ama onu yazana kadar "benim ağacım"ı paylaşmak istedim. İş yerinden bir ağaç. Şimdi yaprakları gitti tabii. Üzerindeki filtre oldukça az.

Son haftalarda ben biraz "tatil" yaptım aslında çünkü annem ve teyzem geldi, birkaç hafta kaldılar. Bu sürede ne yemek düşündüm ne de çamaşır. Anne tatili başka ne olabilir ki zaten :) Onların dün dönüşüyle de "anane gitti" diye gezinen Eliftrişko yüreklerimizi dağladı... Evcek üzgünüz, ne yapalım bu kadarı bile çok güzeldi.
Annemler gelmemiş olsaydı muhtemelen Ocak ayını bulabilecek kart hazırlama işlemim de hızlanmış oldu, onları da ayrıca yazayım. Ama hazırlarken çok mutlu oldum ki 4. postayı hazırlık sürecim bitmedi :)
Çalışma masamda değişiklik yapmak istiyordum ki... Yaptım ve oldu. Tam olarak hayalimdeki değil ama ona çok yakın. Hiçbir şey yapmasam bile masamda oturmayı, etrafı izlemeyi, kalemlerimle oynamayı çok seviyorum. Bu fotoğraftan sonra bile-iki günde- oldukça değişti hali, ara ara ekleyeyim buraya :)


Ve geleyim günün bombasına, adı bile var: Yırtık Gömlek Şoku!
Bugün iş yerindeyken oda çok sıcak oldu ve üzerimdeki hırkayı çıkartayım dedim. (demesem iyiymiş) İlk başta bir tuhaflık hissetmedim zaten o ara Akçayla mesajlaşıyoruz, bir şeylere gülüyorduk. Derken tuhaf bir soğukluk geldi, bir de baktım ne göreyim...
Odayı 3 erkek ile paylaştığım için "aa bakın gömleğim yırtılmış" diyemedim tabii, olay içimde patladı. Hırkayı bile giyemedim o an, şaşkınlıktan. Tam o ara birkaç arkadaşıma fikir sormuştum ki, şahane yorumlar geldi. Ben de böyle bir şey görsem, "hayırdır, köpek mi kovaladı?" derdim. Şahane bir insan dedi ki "güve yemiş olabilir, bence sabun koy dolabına", mantıklı. Ama bir tanesi de var ki, insan arkadaşının bu durumuna biraz üzülür değil mi? Yok! Mesaj aynen şöyleydi:
Neyse ki seviyorum kendisini :)
Bugün deşansıma kalorifer oldukçaiyiydi ve ben hırkamı defalarca çıkarma hamlesi yapıp son anda vazgeçtim. "Yoo terlemedim..Ben mi? Aa çok iyiyim. Kızarmak mı? Allıktır o" :)
Öğle arası tesadüf karabalıkla buluştuk, ona sana bir şey göstereceğim dedim, anlamadı ilk başta. Sonra resmen mesajda arkadaşımın yazdığı tepkiyi verdi iyi mi? "Ahahaha naaptın sen?" "Bilmem, canım sıkıldı da üstümü yırttım!!!" Hatıra pozu da çekildik.
Yırtık daha da derin aslında ve bunu görmeden giyebilmişim sabah, vay be :)
Peki bu an neden "mutluluk sebebi" oldu? Çünkü aklıma harika bir fikir geldi. Kumaşı çok sevdiğim için gömleği atmaya kıyamadım. Aklımdakini yapabilirsem ayy çok harika bir şeyler olacak:)
Diğer mutluluk sebebim ise son zamanlarda açmayı akıl ettiğimiz trt3 klasik radyo.Benim tahminlerim neredeyse hep yanlış çıkıyor. "Aa bu kesin Mozart" (değil), "Bu bence Aida operası"(değil) Opera demişken, eskiden izlemeye giderdik ve çoook severdik.En sevdiklerim de Aida(ilkim), La Boheme,V. Murat. 4 yavrulu kıvırcık kuzenimi andım radyoyu dinlerken, "ben operayı izleyemiyorum, dinlemek daha güzel, tombik ablalardansa zihnimde karakter canlandırmayı seviyorum" demişti. Radyoda dinleyince anladım, sana hak verdim Tangül, arşivindeki tüm operaları istiyorum o yüzden :)
Bu yazıyı birkaç gündür yazdığıma göre olayları güncellemek gerek :)
15te bir "biriktirip getiren" postacımız bugün uğramış, harika kartlarıma ulaştım ama elime geçmeyen mektubumun (hazan) peşine ayrıca düşeceğim.
Canım Aslı ve Çanakkale'den iki arkadaşım Özlem ve Serranın pek tatlı kartlarına da ulaşmış oldum. Serra'nın kartındaki "kırmızı balon" hikayesini ve benim neden yeni yıl kartlarının içine kırmızı balon koyduğumu ayrıca yazayım.
"Bana bir şey olmaz" edasıyla içtiğim Adana usulü kaynarın etkisiyle başım ve migren tepinmeye devam ederken fark ettim ki yatsam fena olmayacak.
Yoksa benim daha yazasım vardı yahu :)
En çok aklımda kalan, birine sevdiğini göstermenin en güzel yollarından birinin, onun için "bir şey yapmak" olduğunu görmüş olmam. Mavi bir dantel veya kırmızı bir balon... Özünde hep sevgi var :)
Çok şükür...


Devamını oku »