Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




22 Temmuz 2013 Pazartesi

"1 Kitap 1 Mektup" Etkinliğinde 2. Kitap Hediye Çekilişi için Son Gün: 26 Temmuz :)

DUYDUK DUYMADIK DEMEYİİİİN; ÇEKİLİŞİN SON TARİHİ DEĞİŞTİİİİİİ :)

Kaş-Meis maratonunda 1.olan sevgili kuzen Çağla ile röportaj sonrasında "Sofie'nin Dünyası" kitabını hediye etmeye karar vermiştik ve size 1 soru sormuştuk: "En sevdiğiniz yüzme mekanı (deniz/havuz/koy) neresi?" 
Çok eğlenceli cevaplar geldi, biz de mutlu olduk.
Son tarih olarak 1 Ağustos demiştik ama tatil, bayram vs. derken çekiliş heyecanını kaçırmayalım istedik ve son tarihi 26 Temmuz'a çektik.

26 Temmuz 2013 tarihine kadar "En sevdiğiniz yüzme mekanı (deniz/havuz/koy) neresi?" (böyle bir yer yoksa onu da yazabilirsiniz :)  sorusunu yanıtlayarak bu yazının altına yorum bırakanlar arasında yapacağımız çekilişle 1 kişiye Çağla'nın seçimiyle "Sofie'nin Dünyası" kitabını ve 1 mektubu göndereceğiz.*
* Detaylı Bilgi: burada



HERKESE BOL ŞANS, GERİ SAYIM BAŞLADI :)

Devamını oku »

Bozcaada'ya Neden Gitmeli :)

Biraz erken bir yazı oldu farkındayım. İnsanlar tatil planlarını çoktan yaptı. Fotoğraflar geçen seneye ait olsa da "Bozcaada'ya Neden Gitmeli?" sorusuna dolu dolu cevap vereceğini düşündüm.
Uzun uzun notlar almamıştım; o yüzden rehber niteliğinde olmayabilir bu yazı.
Sadece, bu sene ya da önümüzdeki sene kalbi Ege'de atanlara tavsiyem;bir de Bozcaada'yı görün :)

Üzümler, bağcılık ve şarap Bozcaadanın tamamına yayılmış durumda. Sokaklarda gezmek bir o kadar keyifli


Seramik faaliyetleri oldukça yaygın. Bozcaada "boz" değil; yeşil ve mavi aslında :)

Güler Ada Reçellerine mutlaka uğrayın; domates reçellerinden alın :)


Maviyi seviyoruz ve özlüyoruz :)


Eyvah Eyvah-düğün sahnesinin çekildiği alan;inanılmaz güzeldi çünkü heybetli ağaçları vardı :)
Denizin güzel olduğu sahil-adını unuttum
Bu güzel manzaraya sahip birkaç lokanta/cafe var. Şimdi adını hatırlamasam da 1 tanesi -ki bizim de oturduğumuz- Ata Demirer ve eşinin sık uğradığı bir mekanmış dediler;doğru çünkü bizim yan masada köfte yiyorlardı(evet baktım ne yiyorlar diye :)
Doyasıya deniz...



Bunu yapsamak olmazdı:


Sahil kenarında çay bahçesinde mutlaka Türk kahvesi için; tadı harika :)



Benim için santralden öte rüzgar gülü onlar :)
 Ve ayrılma vakti:

Ege'yi, maviyi, yeşili, üzümü, domates reçelini, tarihe tanıklık etmiş 1 yaşayan müzeyi, sahil kenarında sohbet etmeyi,sade kahveyi, gezmeyi, eğlenmeyi seviyorsanız bence hiç durmayın koşun Bozcaada'ya ya da durun bu işte 1 gariplik olmasın, siz en iyisi en yakın feribota atlayın giderken de çay keyfi yapın :)

HERKESE MUTLU, KEYİFLİ, MAVİLİ, DENİZLİ TATİLLER :)

Devamını oku »

21 Temmuz 2013 Pazar

Pratik Tarifler: Limonlu Haşhaşlı Kurabiye

Uzun zamandır kurabiye yapmak istiyorduk ancak aklımıza yatan, hafif ve leziz bir tarif bulamıyorduk.
O yüzden kek yapıyorduk :)
Geçen gün inat edip "kurabiye yapalıııııım" deyince daha önce gözümüze çarpmayan bir tarifle kitapta göz göze geldik.
İşte size hem leziz hem hafif hem de elbette ki pratik bir kurabiye tarifi.
Kurabiyelerin hatırına makine de saklandığı yerden çıkıp pasını attı :)
Malzemeler:
2 su bardağı un
Yarım tatlı kaşığı kabartma tozu
1.5 tatlı kaşığı rendelenmiş limon kabuğu
2 tatlı kaşığı haşhaş
Yarım paket yumuşatılmış tereyağı
3/4 su bardağı toz şeker
1 yumurtanın sarısı
1 yumurta
1.5 tatlı kaşığı limon suyu
Yapılışı:
Tereyağı ve toz şekeri mikserle çırpın, krema haline getirin, içine yumurta sarısı, yumurta, limon suyunu ekleyip yumuşak kıvama gelene kadar karıştırın. Ayrı bir kapta un, kabartma tozu, rendelenmiş limon kabuğu ve haşhaşı karıştırın ve bu karışımı ilkine ekleyin ve düşük hızda mikserle karıştırın. Fırın tepsisine yağlı kağıt serin. Yemek kaşığı ile hamurdan parçalar alıp yağlı kağıt üzerine yuvarlak şekilde yerleştirin. Önceden ısıtılmış 180 dereceye ayarlı fırında 25 dakika pişirin, afiyet olsun :)

Hazırlanışı sırasında fotoğraf çekmek aklımıza gelmemişti o yüzden de piştikten sonra bolca fotoğrafladık.
Amatör çekimler oldu ama biz çok eğlendik :)


HERKESE KURABİYE TADINDA HAFTA SONLARI DİLERİZ :)
Devamını oku »

19 Temmuz 2013 Cuma

1 Hikaye: Çınar Ağacı ve Çeşme :)

Bazı yazılar kuru kuru okunursa hep bir tarafı eksik kalırmış... İşte tam da bu sebepten aşağıdaki parça da eşlik etsin bize:

Uzak uzak diyarlarda kocaman bir çınar ağacı ve onun yanı başında da suyu hiç bitmeyen bir çeşme varmış. Köydeki insanlar çeşme başına su almaya geldiklerinde çınar ağacının gölgesinde bazen soluklanır bazen de dertleşirmiş. Gel zaman git zaman bu heybetli ağaç insanların buluşma, sevgililerin bakışma noktası olmuş. 
Ne güzel sözler dinlemiş ne sırlara ortak olmuş bu koca çınar ve elbette çeşme.

Kaynak: burada

Lakin ayrılık vakti çok erken gelmiş. Köyünden, evinden, arkadaşlarından, ağacından, suyundan koparılmış bu insanlar bir "mübadele"ye katılmış. Gittikleri yer de belki anavatanmış, aynı toprakmış ama çınar ağaçları; dertleştikleri çınar ağacı değilmiş.. Dahası kuşların cıvıltısı, su sesi, komşular hepsi “geride” kalmış.
Uzun bir deniz yolculuğundan sonra kurumuş gözyaşları. Önlerinde onları bekleyen yepyeni bir hayat ve çınar ağaçları olmuş.
Ama hiç unutmamışlar gölgesinde serinledikleri heybetli ağacı ve suyu bitmeyen çeşmeyi; çünkü onlar hep orada, anılarda kalmış…
Ta ki… Geçenlerde bizimkiler toplaşıp bu anıları canlandırıncaya dek :)
Hüzünlü bir hikaye bu aslında ama tüm hüzünlü hikayeler gibi hüzünlü bir sonla bitmesi gerekmiyor,değil mi?
Ben ve bizim ailenin işte bu sebepten köyümüz yok. Ya da köyümüz uzaklarda demek daha doğru. Büyüklerimiz “Dedemin İnsanları” filmindeki gibi mübadele zamanında -1923’te- kayıklarla ve arkalarında bir dolu güzel anıyla gelmişler Türkiye’ye. Yabancı bir memleket değil elbette burası ama aniden gelmeleri ve geride bıraktıkları onları çok etkilemiş, hiç unutmamışlar.
      Anneannem, dedelerim ve birçok büyüğümüzü bu anıları 1. ağızdan dinleyemeden kaybettik. Babaannemi de hayal meyal hatırlıyorum. Yani çınar ağacı ve çeşme, oradan gelenlerin anlattığı ortak bir mekanmış ancak biz bunları hep 2. Kuşaktan yani anne ve babalarımızdan dinledik. Bana hep “neverland” gibi geliyordu. Ancak adları başkaydı; “Matlisa” ve “Poroy”: Selanik’e yakın iki kasaba (ya da köy)
       O yüzden de “nerelisin” sorusuna “Atatürkün memleketinden” cevabı vermiş olmam şaşırtıcı değil;ki şimdi böyle demiyorum :)
Sonra ne değişti?
Bizimkiler memleketlerini merak etti ve 50 kişilik bir otobüsle “çıkarma yaparak” çınar ağacını aramaya gittiler.
Sizce bulmuşlar mıdır?
2 tane bulmuşlar; ikisinin yanında da çeşme varmış :)
Ama yine anlatılanlara göre hangisinin dert dinleyen çınar ağacı olduğunu keşfetmeleri zor olmamış.
     Oradayken çok fazla konuşamadık zaten çoğu belli bir yaşın üstüydü ve cep telefonlarıyla uğraşacak vakitleri yoktu. İşte orada “zaman çok muydu yoksa yok muydu?” …
Sadece kuzenimin çektiği fotoğraflardan ve videolardan görme şansımız oldu.
Sınıra geldiklerinde annem “biz iyiyiz” diye telefon açtı; ben hemen –sabırsız insan- sordum tabii; “nasıldı oralar?” diye. Sonra derin bir sessizlik oldu.
Belli ki annemin kalbi orada kalmıştı
Kaynak: burada
     Yemyeşilmiş, suların ve kuşların sesi çok güçlüymüş,herkes gülümsermiş, mutluymuş bizim oralarda :)
Daha detaylı yazıyı kuzenimin anılarından okuyabilirsiniz aslında ben sadece 3. Kuşaktan bir dinleyiciyim.
          Kim bilir belki bir gün “2Balık 1Kedi” biz de gideriz; sohbet ederiz çınar ağacıyla, eskileri sorarız.

          Ne dersiniz, anlatır mı eski aşıkların sırlarını?

* Hatıralar için büyüklerimize, fotoğraf/videolar ve heyecan için kuzen M.'ye, sırlarımıza ortak olduğu için çınar ağacı ve çeşmeye teşekkürler :)
** Bekle bizi Matlisa ve Poroy :) -belki bir gün-

HERKESE KOOOOOCAMAN ÇINAR AĞAÇLARINDA YEMYEŞİL ORMANLARDA MASMAVİ SULARDA MUTLU TATİLLER DİLERİZ :)
Devamını oku »

18 Temmuz 2013 Perşembe

Kitaplık Kurdu 3. Yazı: Zaman Çok ve Zaman Yok :)

Aklımdan bir dolu konu geçiyor, notlar alıyorum, planlar yapıyorum, bunları blogda yazayım diyorum ama "zamanım yok" :)
Hayallere dalıyorum, okunacak kitaplarımı diziyorum, kahve koyuyorum kendime; "zaman çok" :)
Zaman çok mudur yoksa yok mudur tartışmaları sürer gider..
Ben bu kitabı da "zamanım yok"ken okudum ve yazdım(bu nasıl bir ironidir yahu :)
Bloga bir şeyler yazmak bana çok keyif veriyor ama her zaman aklımdakileri de yazamıyorum :( Size de oluyor mu öyle?

Bu kitabı okuyun,sonra yine konuşalım, ne de olsa "zaman çok" :)


Devamını oku »

17 Temmuz 2013 Çarşamba

İnsan İlişkileri : Kapalı Kutuda Açık Saha Maçı Mı?

Biri bir şey söylediğinde gözlerinizden alev, kulaklarınızdan duman çıkar da ağzınızdan 1 şey çıkmaz da "çıkmak istenen" yutulur ya; ben öyleyim-çoğu zaman-
İnsan ilişkilerinde zorlandığımı görebiliyorum.
Zaman zaman Semracan karikatürü gibiyim; iki lafı bir arayı getiremediğim çok oluyor. O yüzden de yazıyorum zaten :)
İnsan ilişkilerinin başlıkta da yer aldığı gibi "kapalı kutuda açık saha maç"" olduğunu düşünüyorum. Yani başlıkta soru gibi sorduğum şeyin aslında benim için çoktan verilmiş bir cevabı var.
Doyasıya bir mücadele, paslaşmalar, kazanan/kaybeden vs. var sanki; ki sanırım benim zorlandığım kısım da bu.
Paslaşmalar ve "mücadele" yalnızca "dostluk maçı" olarak kalsa istiyorum herhalde.
Ya da nedir bu mücadele, anlayamıyorum.
Çıkarlar çatışmadığı müddetçe herkes birbiriyle lokum gibi, ancak tersi bir durumda saklanan tüm sopalar ortaya dökülüyor.
Kendimi de ne lokumların ne de sopaların dışında tutamam, tutmam da.
Sadece ben kendimi konuşarak çok iyi ifade edemediğimi düşündüğümden olsa gerek - herkese de mektup yazacak halim yok :) - içime kapanıp duruyorum.
İş yerinde sıklıkla yaşadığım bu durum neticesinde keyifli öğle aralarım var ama bazen öyle durumlar oluyor ki ne diyeceğimi bilemediğimden herhalde kendi sesimi duymadan geçiyor gün (telefonlar hariç)
Bugün niyetim çok tatlı, çok gezgin bir kitabı paylaşmaktı ama aklım "açık saha maç"ta kalmış, belli.
Ben de sütten çıkma ak kaşık değilim ama bazı insan davranışlarına o kadar sinir oluyorum ki:
- Güven zedeleyen: Bir ilişkide "güven" temelde ise seninle paylaştığım bir konuyu neden koşarak başkalarıyla paylaşıyorsun? Hakikaten neden?
- Cümlesini çoğunlukla "anladın mı?" diye bitirenler size sesleniyorum; neden bu soruyu sorup onay beklediğinizi cidden anlayamıyorum.
- Benimle konuşmayıp dolaylı yoldan haber gönderenler: Tamam bazen çok alıngan ve sinirli olabiliyorum ama şimdiye kadar kimseyi yemedim, seni de yemem -herhalde-
- Okuduğum kitaplarla dalga geçenler; size zaten gülmekten başka bir şey yapamıyorum.
- Sürekli özel sorular sorup bunaltanlar; ben de sizi tenhada yakalayıp ıcık cıcık sormaz mıyım... (sormam ama olsun bu tehdit bile yeter :)
- Kendisiyle övünen tanıdıklarım; ne olur siz kendinizi övmeyin de bir izin verin başkaları sizi övsün.
- Bana "sen hep sakin misin?" diyenler; "değilim.. benim de dişlerim, tırnaklarım var sadece kullanmayı beceremiyorum)
- Ortak yaşam alanlarında sigara içmeye devam edip içmeyenleri de zehirleyenler; size diyecek lafım yok yani henüz bulamadım, kelimelerim kifayetsiz kaldı..

Ben biraz dolmuşum sanki :) Canım sıkkın da değil aslında ama yazınca ne kadar çok şeye takılıp, zorlanıyormuşum ortaya döküldü..
İnce bir çizgide galiba "insan ilişkileri",
hatta o kadar ince ki ben bazen göremiyorum, üzerine basabiliyorum.

Bu yazı da böyle olsun.
Keşke Rose gibi "Ben, can sıkıştırıcılar tarafından canımın sıkıştırılmasından hiç hoşlanmam, dolayısıyla bağırdım: 'Çakılın! Yoksa arka yastıklarınıza tekmeyi basarım!" diyebilsem..
Ne güzel olurdu :)

Kaynak: deviantart
***Unutmadan, hakkını yemeyeyim, kırmızı kapaklı kitabı bulma "etkinliği" gibi insan ilişkilerini çok seviyorum. Yine yeniden teşekkürler herkese...
Devamını oku »