Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




21 Temmuz 2013 Pazar

Pratik Tarifler: Limonlu Haşhaşlı Kurabiye

Uzun zamandır kurabiye yapmak istiyorduk ancak aklımıza yatan, hafif ve leziz bir tarif bulamıyorduk.
O yüzden kek yapıyorduk :)
Geçen gün inat edip "kurabiye yapalıııııım" deyince daha önce gözümüze çarpmayan bir tarifle kitapta göz göze geldik.
İşte size hem leziz hem hafif hem de elbette ki pratik bir kurabiye tarifi.
Kurabiyelerin hatırına makine de saklandığı yerden çıkıp pasını attı :)
Malzemeler:
2 su bardağı un
Yarım tatlı kaşığı kabartma tozu
1.5 tatlı kaşığı rendelenmiş limon kabuğu
2 tatlı kaşığı haşhaş
Yarım paket yumuşatılmış tereyağı
3/4 su bardağı toz şeker
1 yumurtanın sarısı
1 yumurta
1.5 tatlı kaşığı limon suyu
Yapılışı:
Tereyağı ve toz şekeri mikserle çırpın, krema haline getirin, içine yumurta sarısı, yumurta, limon suyunu ekleyip yumuşak kıvama gelene kadar karıştırın. Ayrı bir kapta un, kabartma tozu, rendelenmiş limon kabuğu ve haşhaşı karıştırın ve bu karışımı ilkine ekleyin ve düşük hızda mikserle karıştırın. Fırın tepsisine yağlı kağıt serin. Yemek kaşığı ile hamurdan parçalar alıp yağlı kağıt üzerine yuvarlak şekilde yerleştirin. Önceden ısıtılmış 180 dereceye ayarlı fırında 25 dakika pişirin, afiyet olsun :)

Hazırlanışı sırasında fotoğraf çekmek aklımıza gelmemişti o yüzden de piştikten sonra bolca fotoğrafladık.
Amatör çekimler oldu ama biz çok eğlendik :)


HERKESE KURABİYE TADINDA HAFTA SONLARI DİLERİZ :)
Devamını oku »

19 Temmuz 2013 Cuma

1 Hikaye: Çınar Ağacı ve Çeşme :)

Bazı yazılar kuru kuru okunursa hep bir tarafı eksik kalırmış... İşte tam da bu sebepten aşağıdaki parça da eşlik etsin bize:

Uzak uzak diyarlarda kocaman bir çınar ağacı ve onun yanı başında da suyu hiç bitmeyen bir çeşme varmış. Köydeki insanlar çeşme başına su almaya geldiklerinde çınar ağacının gölgesinde bazen soluklanır bazen de dertleşirmiş. Gel zaman git zaman bu heybetli ağaç insanların buluşma, sevgililerin bakışma noktası olmuş. 
Ne güzel sözler dinlemiş ne sırlara ortak olmuş bu koca çınar ve elbette çeşme.

Kaynak: burada

Lakin ayrılık vakti çok erken gelmiş. Köyünden, evinden, arkadaşlarından, ağacından, suyundan koparılmış bu insanlar bir "mübadele"ye katılmış. Gittikleri yer de belki anavatanmış, aynı toprakmış ama çınar ağaçları; dertleştikleri çınar ağacı değilmiş.. Dahası kuşların cıvıltısı, su sesi, komşular hepsi “geride” kalmış.
Uzun bir deniz yolculuğundan sonra kurumuş gözyaşları. Önlerinde onları bekleyen yepyeni bir hayat ve çınar ağaçları olmuş.
Ama hiç unutmamışlar gölgesinde serinledikleri heybetli ağacı ve suyu bitmeyen çeşmeyi; çünkü onlar hep orada, anılarda kalmış…
Ta ki… Geçenlerde bizimkiler toplaşıp bu anıları canlandırıncaya dek :)
Hüzünlü bir hikaye bu aslında ama tüm hüzünlü hikayeler gibi hüzünlü bir sonla bitmesi gerekmiyor,değil mi?
Ben ve bizim ailenin işte bu sebepten köyümüz yok. Ya da köyümüz uzaklarda demek daha doğru. Büyüklerimiz “Dedemin İnsanları” filmindeki gibi mübadele zamanında -1923’te- kayıklarla ve arkalarında bir dolu güzel anıyla gelmişler Türkiye’ye. Yabancı bir memleket değil elbette burası ama aniden gelmeleri ve geride bıraktıkları onları çok etkilemiş, hiç unutmamışlar.
      Anneannem, dedelerim ve birçok büyüğümüzü bu anıları 1. ağızdan dinleyemeden kaybettik. Babaannemi de hayal meyal hatırlıyorum. Yani çınar ağacı ve çeşme, oradan gelenlerin anlattığı ortak bir mekanmış ancak biz bunları hep 2. Kuşaktan yani anne ve babalarımızdan dinledik. Bana hep “neverland” gibi geliyordu. Ancak adları başkaydı; “Matlisa” ve “Poroy”: Selanik’e yakın iki kasaba (ya da köy)
       O yüzden de “nerelisin” sorusuna “Atatürkün memleketinden” cevabı vermiş olmam şaşırtıcı değil;ki şimdi böyle demiyorum :)
Sonra ne değişti?
Bizimkiler memleketlerini merak etti ve 50 kişilik bir otobüsle “çıkarma yaparak” çınar ağacını aramaya gittiler.
Sizce bulmuşlar mıdır?
2 tane bulmuşlar; ikisinin yanında da çeşme varmış :)
Ama yine anlatılanlara göre hangisinin dert dinleyen çınar ağacı olduğunu keşfetmeleri zor olmamış.
     Oradayken çok fazla konuşamadık zaten çoğu belli bir yaşın üstüydü ve cep telefonlarıyla uğraşacak vakitleri yoktu. İşte orada “zaman çok muydu yoksa yok muydu?” …
Sadece kuzenimin çektiği fotoğraflardan ve videolardan görme şansımız oldu.
Sınıra geldiklerinde annem “biz iyiyiz” diye telefon açtı; ben hemen –sabırsız insan- sordum tabii; “nasıldı oralar?” diye. Sonra derin bir sessizlik oldu.
Belli ki annemin kalbi orada kalmıştı
Kaynak: burada
     Yemyeşilmiş, suların ve kuşların sesi çok güçlüymüş,herkes gülümsermiş, mutluymuş bizim oralarda :)
Daha detaylı yazıyı kuzenimin anılarından okuyabilirsiniz aslında ben sadece 3. Kuşaktan bir dinleyiciyim.
          Kim bilir belki bir gün “2Balık 1Kedi” biz de gideriz; sohbet ederiz çınar ağacıyla, eskileri sorarız.

          Ne dersiniz, anlatır mı eski aşıkların sırlarını?

* Hatıralar için büyüklerimize, fotoğraf/videolar ve heyecan için kuzen M.'ye, sırlarımıza ortak olduğu için çınar ağacı ve çeşmeye teşekkürler :)
** Bekle bizi Matlisa ve Poroy :) -belki bir gün-

HERKESE KOOOOOCAMAN ÇINAR AĞAÇLARINDA YEMYEŞİL ORMANLARDA MASMAVİ SULARDA MUTLU TATİLLER DİLERİZ :)
Devamını oku »

18 Temmuz 2013 Perşembe

Kitaplık Kurdu 3. Yazı: Zaman Çok ve Zaman Yok :)

Aklımdan bir dolu konu geçiyor, notlar alıyorum, planlar yapıyorum, bunları blogda yazayım diyorum ama "zamanım yok" :)
Hayallere dalıyorum, okunacak kitaplarımı diziyorum, kahve koyuyorum kendime; "zaman çok" :)
Zaman çok mudur yoksa yok mudur tartışmaları sürer gider..
Ben bu kitabı da "zamanım yok"ken okudum ve yazdım(bu nasıl bir ironidir yahu :)
Bloga bir şeyler yazmak bana çok keyif veriyor ama her zaman aklımdakileri de yazamıyorum :( Size de oluyor mu öyle?

Bu kitabı okuyun,sonra yine konuşalım, ne de olsa "zaman çok" :)


Devamını oku »

17 Temmuz 2013 Çarşamba

İnsan İlişkileri : Kapalı Kutuda Açık Saha Maçı Mı?

Biri bir şey söylediğinde gözlerinizden alev, kulaklarınızdan duman çıkar da ağzınızdan 1 şey çıkmaz da "çıkmak istenen" yutulur ya; ben öyleyim-çoğu zaman-
İnsan ilişkilerinde zorlandığımı görebiliyorum.
Zaman zaman Semracan karikatürü gibiyim; iki lafı bir arayı getiremediğim çok oluyor. O yüzden de yazıyorum zaten :)
İnsan ilişkilerinin başlıkta da yer aldığı gibi "kapalı kutuda açık saha maç"" olduğunu düşünüyorum. Yani başlıkta soru gibi sorduğum şeyin aslında benim için çoktan verilmiş bir cevabı var.
Doyasıya bir mücadele, paslaşmalar, kazanan/kaybeden vs. var sanki; ki sanırım benim zorlandığım kısım da bu.
Paslaşmalar ve "mücadele" yalnızca "dostluk maçı" olarak kalsa istiyorum herhalde.
Ya da nedir bu mücadele, anlayamıyorum.
Çıkarlar çatışmadığı müddetçe herkes birbiriyle lokum gibi, ancak tersi bir durumda saklanan tüm sopalar ortaya dökülüyor.
Kendimi de ne lokumların ne de sopaların dışında tutamam, tutmam da.
Sadece ben kendimi konuşarak çok iyi ifade edemediğimi düşündüğümden olsa gerek - herkese de mektup yazacak halim yok :) - içime kapanıp duruyorum.
İş yerinde sıklıkla yaşadığım bu durum neticesinde keyifli öğle aralarım var ama bazen öyle durumlar oluyor ki ne diyeceğimi bilemediğimden herhalde kendi sesimi duymadan geçiyor gün (telefonlar hariç)
Bugün niyetim çok tatlı, çok gezgin bir kitabı paylaşmaktı ama aklım "açık saha maç"ta kalmış, belli.
Ben de sütten çıkma ak kaşık değilim ama bazı insan davranışlarına o kadar sinir oluyorum ki:
- Güven zedeleyen: Bir ilişkide "güven" temelde ise seninle paylaştığım bir konuyu neden koşarak başkalarıyla paylaşıyorsun? Hakikaten neden?
- Cümlesini çoğunlukla "anladın mı?" diye bitirenler size sesleniyorum; neden bu soruyu sorup onay beklediğinizi cidden anlayamıyorum.
- Benimle konuşmayıp dolaylı yoldan haber gönderenler: Tamam bazen çok alıngan ve sinirli olabiliyorum ama şimdiye kadar kimseyi yemedim, seni de yemem -herhalde-
- Okuduğum kitaplarla dalga geçenler; size zaten gülmekten başka bir şey yapamıyorum.
- Sürekli özel sorular sorup bunaltanlar; ben de sizi tenhada yakalayıp ıcık cıcık sormaz mıyım... (sormam ama olsun bu tehdit bile yeter :)
- Kendisiyle övünen tanıdıklarım; ne olur siz kendinizi övmeyin de bir izin verin başkaları sizi övsün.
- Bana "sen hep sakin misin?" diyenler; "değilim.. benim de dişlerim, tırnaklarım var sadece kullanmayı beceremiyorum)
- Ortak yaşam alanlarında sigara içmeye devam edip içmeyenleri de zehirleyenler; size diyecek lafım yok yani henüz bulamadım, kelimelerim kifayetsiz kaldı..

Ben biraz dolmuşum sanki :) Canım sıkkın da değil aslında ama yazınca ne kadar çok şeye takılıp, zorlanıyormuşum ortaya döküldü..
İnce bir çizgide galiba "insan ilişkileri",
hatta o kadar ince ki ben bazen göremiyorum, üzerine basabiliyorum.

Bu yazı da böyle olsun.
Keşke Rose gibi "Ben, can sıkıştırıcılar tarafından canımın sıkıştırılmasından hiç hoşlanmam, dolayısıyla bağırdım: 'Çakılın! Yoksa arka yastıklarınıza tekmeyi basarım!" diyebilsem..
Ne güzel olurdu :)

Kaynak: deviantart
***Unutmadan, hakkını yemeyeyim, kırmızı kapaklı kitabı bulma "etkinliği" gibi insan ilişkilerini çok seviyorum. Yine yeniden teşekkürler herkese...
Devamını oku »

16 Temmuz 2013 Salı

3 Bilinmeyenli Bir Denklem: Kırmızı Kapaklı 1 Kitap :)

Bir süredir bir kitap arıyorum.
Bulamıyorum.
Neden mi?
Kitabın adını hatırlamıyorum.
Yazarın adını hatırlamıyorum.
Yayınevini hiç bilmiyorum.
Peki ben nasıl bir kitap arıyorum?
Kırmızı kapaklı :)
Bulamamam sanırım normal..

Kaynak: burada (orijinalininde oynama yapmak zorunda kaldım)
Geçen gün Sahaf Kitap'ta George Orwell'in bir kitabının tanıtım yazısına denk gelmiştim.
Orada yer alan son cümle sanırım beni anlatıyordu.
Sadece ben o kadar yaşlı değildim :)
"Sahafta çalışırken -eğer sahafta çalışmıyorsanız bu mekanı kafanızda çekici yaşlı beyefendilerin uçsuz bucaksız deri ciltli kitap sayfalarının arasında gezindiği bir tür cennet olarak canlandırmanız ne kadar da kolay- beni en çok etkileyen şey gerçek kitapseverlerin az bulunurluğu olmuştu. İlk baskı züppeleri, edebiyat sevdalılarından daha fazlaydı; ucuz ders kitapları için pazarlık yapan doğulu öğrenciler onlardan da çoktu; ama en çok yeğenleri için doğum günü hediyesi arayan kafası karışık kadınlar geliyordu. Örneğin 1897'de çok hoş bir kitap okumuş olan, kendisi için o kitabın bir nüshasını bulup bulamayacağınızı soran sevgili yaşlı hanımefendi. Ne yazık ki kitabın adını ya da yazarını hatırlamıyor, tıpkı hangi konuyla ilgili olduğunu da hatırlamadığı gibi; fakat kırmızı bir kapağının olduğunu unutmamış."

Yalnız olmadığıma sevinsem de bu yazının amacı size aklımda kalan birkaç parça anekdot ile birlikte kitabı tanıyıp tanımadığınızı sormak.
Şimdiye kadar bir dolu kitabevinde ve internette aradığımı sanırım söylememe gerek yok.
Aklıma gelen son şey ise bu kitabın sadece bir arayışta kalacağı ve gerçekten hatırlamaya çalıştığım kitabı bulamayacağım :)

Aklımda kalanlar:
- Kitabı okumadım.
- Kitabı geçen sene - muhtemelen yaz ayları gibi- kitap eklerinde görmüştüm (belki de kıştı)
- Polisiye/macera tarzında olduğunu anımsıyorum.
- İstanbul'da İstiklalde geçiyordu-sanırım-
- Baş karakter M. miydi Z. miydi sanırım öyle bir adı vardı(karıştırıyor olabilirim)
- Yazarı Türk'tü ve bir dolu kitabı yoktu -galiba-
- Kapağı kırmızıydı kesin.(ama artık bu bilgiden bile şüpheliyim)

Geçen senenin kitap eklerine, bu tarzdaki kitapların yer aldığı raflara ve hatta kırmızı kapaklı neredeyse tüm kitaplara baktım(Murat Menteş vb.)
Yok, bulamadım.

Hakikaten böyle bir kitap mı yok acaba :)

Ben bu kitabı neden arıyorum?
Ben bu tarz kitapları okumayı pek tercih etmem ancak kitap tanıtımlarında beni çeken birkaç nokta olmuştu(ki ne olduklarını da hatırlamıyorum) ve bu tarz (polisiye/macera vb.) kitapları seven bir arkadaşıma doğum günü hediyesi olarak verecektim. Ki doğum günü de geçen hafta geçti; ancak sonrasında da hediye edebilirim.

Bu çok bilinmeyenli denklemde kafasında bir şeyler canlanan, beni bir isme/yazara/kitaba yönlendirebilecek olan varsa lütfen yorum bıraksın ya da 2balik1kedi@gmail.com adresimize mail atsın.

Teşekkürler :)
Devamını oku »

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Rose :)

Birazdan o kadar güzel bir kitaptan ve o kitapta yer alan olmadıkolağanüstü tatlı bir kızdan bahsedeceğim ki sanırım önce sırıtmamı engellemem ve duygularımı bir kenara bırakıp düşüncelerimden de bahsetmem gerek-ki bu biraz zor :)
Colas Gutman ile daha önce "Çocuk" kitabıyla tanışmıştım ve üslubunu çok sevmiştim.
Rose ile de Dünya Kitap Eki'nde "Çocuk Gözü" köşesinin sahibi Sevgili Ayfer Gürdal Ünal sayesinde tanışmış ve BDK ile bu tanışıklık daha da bir meraka sarmıştı beni.
( O dönem yaptığım kitap siparişinde Rose'yi sipariş vermek isterken "Olga"yı istemişim. İnsan bazen bazı şeyleri karıştırabiliyor değil mi?*Bu da başka bir yazının konusu)
Neticede eve gelen siparişlerden kendini apayrı bir yere koyan bir Rose vardı karşımda. Bu "farklılık" benim onu daha da çok sevmemi sağlamıştı.
Kaynak: burada
             Rose, konuşma bozukluğu çektiği için sık sık okul değiştirmek zorunda kalıyor. Anne (vakum) ve babası (patates) ona anlayışlı davransalar da aslında bazen Rose'nin sağır olmadığını unutup onun hakkında dert yanabiliyorlar. Rose da onlar için ayakkabı bağcığından (ayak bağı) başka bir şey olmadığını düşünüyor.
Hatta "gulbayani bir söylenti, bense yaşayan bir efsaneyim" diyor.
             Daha önce anaokuluna ve kreşe neden gitmediğimi anlatmıştım. Ben de ilkokulu 3 sene bir okulda okuyup sonra daha kalabalık olan başka bir okula geçmiştim. Orada özellikle ilk senede yaşadıklarım, konuşma bozukluğu çekmesem de Rose'ninkinden farksız değildi. Okulda hayat gerçekten çok acımasızdı. Biri bana "tenefüste ip zıplayalım mı ya da istersen kutulu köprüde sıçrayabiliriz (seksek oynamak)" dese hemen kabul edebilirdim çünkü kovalamaca oynarken ayağıma çengel takan çocuklardan bıkmıştım.
           Sokak lambaları (yetişkinler) ve yarım sokak lambalarından (büyük sınıflar) uzak durmak gerektiğini bilse de "yalnızlar duvarı"na tek başına yaslanıp küçük sınıfların (bifteği) şefi olmayı engelleyemiyor.
"Ben, can sıkıştırıcılar tarafından canımın sıkıştırılmasından hiç hoşlanmam, dolayısıyla bağırdım: 'Çakılın! Yoksa arka yastıklarınıza tekmeyi basarım!" Okuldaki yarım sokak lambaları ile baş edebilmek için "Yalnızlar" grubunu kuruyorlar çünkü "yalnızlarla insan hiç yalnız kalmaz" :)
           Yarım sokak lambası- Hugo ya da Thomas- ile karşılaşınca fokur fokur kaynar ve mutluluktan içi dışına çıkar(içi içine sığamaz). Kendi kendine acaba kaşık (aşık) mıyım diye sormadan edemez.
           Yeni okulunda da yaşadığı sorunlar sebebiyle acaba yeniden taptışınacaklar (taşınacaklar) mıdır? Steve Rico, Helene ve Momo onunla gerçekten arkadaş olmuş mudur ya da insan gerçekten yalnızlar grubuyla hiç yalnız kalmaz mı?
                                                                         ***
            Kitap, yaklaşık 80 sayfası ile oldukça akıcı, eğlenceli, yer yer düşündürücü. Rose'nin ya da "farklı" özellikte olan bir çocuğun yerinde olsaydık bu kitabı yine böyle güle oynaya yazabilir miydik, bilmiyorum. Dramatik olabilecek bir olayı insanların yüzüne çaktırmadan vurabilen bir yanı var. Çünkü "farklılık" sadece küçükken zorlanılan bir durum değil. İnsan büyüyünce "farklılık"larından bir çırpıda kurtulmuyor ve sokak lambaları da bir anda hoşgörüye bürünmüyor ne yazık ki.
           Böyle bir kitabın çevirisi nasıl olur diye uzun uzun düşündüm; bulamadım. Ama sanırım Tuvana Gülcan bulmuş; kendisini ayrıca tebrik etmek istedim.
           Kitabın içinde şahane diyaloglar var; bizce kaçırmayın :)
           "O zaman size iyi güle; siz sağ biz alamet" :) 
Künye:
Rose
Özgün adı: Rose
Yazan: Colas Gutman
Çeviren: Tuvana Gülcan
Yaş grubu: 7+
İletişim Yayınevi,2012,76sayfa,karton kapak

HERKESE KENDİ FARKLILIĞINDA HOŞBEŞLER DİLERİZ :)

* Rose "keşke hiç bitmese" diyeceğiniz türde bir kitap 
Devamını oku »